Bir arkadaşımla dün gece sohbet ederken, bana bilgisayarını açıp Taraf gazetesinden Neşe Düzel’in Radikal‘in liberal yazarlarından Avni Özgürel’le (Zaman yazarı ve Fetullahçı liberal Mümtaz Er Türköne ve Ergenekon davasının hazırlayıcılarından, Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar’ın da Avni Özgürel gibi eski MHP’li olduklarını ondan öğrendim) yaptığı bir röportajdan parçalar okudu. Bu röportajda Avni Özgürel, 1960’lı yıllarda milliyetçi gençlerden olduğunu anlatıyor ve Kuvayi Milliye derneğinden söz ediyordu. Kuvayi Milliye adını duyunca birden kulaklarım dikildi. Tam 44 yıl öncesine, 1965 yılının ilkbaharına gittim.
Yarılma‘da uzunca (s. 183-188) anlatmıştım, 1965 yılında, milliyetçilerle solcuların ilk sokak çatışmaları olarak görülebilecek Dönüşüm olaylarını. Dönüşüm, TİP’li ve FKF’li gençlerin çıkarttığı bir dergiydi ve solcu gençler bu dergiyi Kızılay’da topluca satıyordu. Milliyetçi-faşist eğilimli gençler bize karşı saldırıya geçmiş, ama ilk günlerde püskürtülmüşlerdi. Bunun üzerine, AP eğilimli Zafer gazetesinin sahibi Muammer Kıraner tarafından mali bakımdan desteklenen bu aşırı sağcı gençler (Avni Özgürel’in anlatığına göre MİT tarafından da destekleniyorlarmış) 2. Kuvayi Milliye Derneği diye bir dernek kurup bu adla bir de yayın çıkardılar. Biz Dönüşüm‘ü Sergen Pastanesinin önünde satarken, onlar da rakip grup olarak Piknik’in önünü seçmişlerdi. Ve bir gün “Kuvayi Milliyeciler” sivil polisin desteğinde bize karşı şiddetli bir saldırıya geçti, büyük çatışmalar çıktı. Bunun ayrıntılarını Yarılma‘da anlatıyorum.
Daha sonra bu aşırı sağcı gençler, Alpaslan Türkeş’in başkanlığını yaptığı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adlı partinin etrafında toplandı ve “komanda” adı verilen bir paramiliter örgütlenmeye giderek solcu gençlere karşı saldırılarını sürdürdü. Daha sonraki MHP ve Ülkü Ocakları hareketi buradan kaynaklanır.
Bu aşırı sağcı gençler hangi topraktan besleniyordu? Bunlar, büyük çoğunlukla Orta Anadolu’nun dindar, müteassıp ailelerinden gelen gençlerdi. İleri şehir kültürüne karşı bağnaz tepkileri onları vur kırcı, cinsiyetçi, ırkçı ve dinci bir yöne sürüklüyordu. Devlet ve MİT arkalarındaydı. Daha sonra kendini ayrı bir siyasi mecrada örgütleyecek dincilik de arkalarındaydı. Solcu gençlere karşı ilk cinayetler (örneğin Battal Mehetoğlu) bu dinciler tarafından işlenmişti ve zaten ülkücü gençlerle dinci gençleri ideolojik yönelimleri ve saldırganlıkları açısından ayırt etmek o kadar kolay değildi.
Dinsel taassuptan ve kıyıcılıktan büyük bir ideolojik destek alan ülkücü hareket, 1970’li yıllarda MHP çatısı altında tam bir paramiliter sokak gücü olarak sola karşı terör eylemlerine girişti. Tabii ki arkasında yine MİT ve Devlet vardı.
Bu paramiliter güç, 1980 darbesinden sonra devlet tarafından, artık işlevini yaptığı gerekçesiyle bir miktar arka plana itildiyse de her zaman yedekte tutuldu. Nitekim, ülkücü katillerden Abdullah Çatlı gibileri, doğrudan MİT tarafından Ermeni ASALA örgütüne karşı gayrinizami savaşa seferber edildi.
Keza, doğrudan ülkücü hareket değilse de, ülkücü hareketin tetikçileri, 1980’li yıllarda, devletin, Kürtlere ve silahlı eylemlere girişen sol kesimlere karşı yürüttüğü gayrinizami savaşta kullanıldı.
1990’lı yıllarda, o zamanın merkez sağ iktidarının başbakanı Tansu Çiller, Kürtlere karşı yürütülen illegal ve gayrinizami savaşın örgütlenmesinde, bizzat o zamanki Emniyet Müdürü ve daha sonra İçişleri Bakanı olacak Mehmet Ağar’ı görevlendirdi.
Mehmet Ağar’ın ideolojisi, aşırı sağcı paramiliter örgütlenmenin beşiği olan ırkçı ve dinci orta Anadolu taassubunun ta kendisiydi. Üstelik bu şahsiyet, bu aşırı sağcı ideolojisini, ülkücüleri bile geride bırakan bir devlet sadakatiyle aşılamıştı. “Devlet bize görev verir, yaparız. Dur der dururuz.”
Susurluk denen olayın gerisindeki en önemli örgütleyici şahıs, resmi görevlerinin arkasına sığınan ve bundan yararlanan Mehmet Ağar’dır. Mehmet Ağar’ın, Çatlı’ya kimliklerini temin etmekten tutun, faili meçhul cinayetleri örgütlemeye, emniyetin silahlarını gayrinizami savaşa seferber etmeye kadar birçok suçun örgütleyicisi olduğu Susurluk sürecinde ayan beyan ortaya çıktığı halde Mehmet Ağar’a dokunulamadı. Neden? Çünkü Mehmet Ağar’a dokunmak, devletin önemli illegal kollarından birini oluşturan Anadolu aşırı sağcılığına ve doğrudan ülkücü harekete dokunmak anlamına gelecekti. Üstelik bu şahıs ülkücülerden de geniş ve yaygın bir aşırı sağcı, dinci örgütlenmeyle derin bağlara sahipti: Fetullahçı cemaat.
Ergenekon davası dolayısıyla insanların zihinlerinin ve belleklerinin Susurluk’a kayması, hele İbrahim Şahin gibi bir Susurluk sanığının tutuklanmasından dolayı gayet doğaldır. Madem ki paşalar ve Susurluk sanıkları da tutuklanmaya başlamıştır, Susurluk’un baş sanığı olması gereken Mehmet Ağar neden tutuklanmasın?
Oysa bu boş bir beklentidir. Emekli olmuş ya da olmamış paşaların tutuklanmasını pek fazla önemseyen arkadaşlara şunu hatırlatmak isterim: Ordu bir kurumdur ve bu kurum şahıslarla bağlı değildir. Yani kuruma dokunulmadığı sürece o kurumun içinde yer almış en yüksek rütbelilerin bile tutuklanmasının çok büyük bir önemi yoktur. İzmir suikastında da en itibarlı paşalar tutuklanmıştı.
Mehmet Ağar öyle midir ya! Mehmet Ağar başlı başına bir kurumdur. Mehmet Ağar’ı tutuklamak, tüm Anadolu aşırı sağını tutuklamak, yakın mazisi (Nihal Atsızlara kadar gitmeyelim) 45 yılı bulan ülkücü-dinci hareketi tutuklamak anlamına gelir. Keza Mehmet Ağar’ı tutuklamak, bugün pek liberal bir kılığa girmiş aşırı sağcı Fetullah Gülen cemaatini ve Mehmet Ağar’ınkinden pek farklı bir ideolojiye sahip olmayan AKP önderlerini hedef almak anlamına gelir. En sonuncusu ise, Mehmet Ağar’ı tutuklamak, bu şahsın, devletin işlediği sayısız faili meçhul cinayeti ve bunun ardındaki devlet güçlerini açıklaması anlamına gelecektir ki, devlet bunu göze alamaz. AKP hükümeti de göze alamaz. Mehmet Ağar’lar, bugün AKP’nin şahsında en azından ideolojik iktidar konumundadır.
Son olarak şunu iddia edeceğim: Halkın içinde derin kökler salamamış ulusalcı-Kemalist kanat, bir kaçak akım olarak devlet tarafından rahatlıkla harcanabilir (elbette bu, devletin kemalist belkemiğini oluşturan ordunun da tasfiyesi anlamına gelmemek üzere). Ama bugün AKP’nin şahsında iktidar olan merkez-sağ’ın ve aynı zamanda devletin en önemli dayanağı ve fideliği ırkçı-dinci Anadolu aşırı sağcılığının başta gelen temsilcilerini devlet eliyle tasfiye etmek mümkün değildir. Daha doğrusu şöyle diyelim: Eğer Genel kurmay Başkanı tutuklanırsa, Mehmet Ağar da tutuklanır. Tabii bu, ham hayaldir. Devletin kendini tutuklaması gibi bir şeydir.
Bu yüzden Anadolu aşırı sağcılığının ve devletsel illegal savaşın en önemli temsilcilerinden Mehmet Ağar asla ve asla tutuklanmayacaktır. Bu tür beklentiler boşunadır.
Demirel, vaktiyle, boşuna, “bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” dememiştir.
Gün Zileli
1 Şubat 2009
Yukarıdaki makalenin üzerinden yaklaşık 2 yıl geçtiği söylenebilir belki ama bu kadar iddialı siyasi tahlillerde pragmatik bir mantık kurulmamalı.Bu.gün itibarıyla (15.09.2011) Mehmet ağar’a susurluk davasıyla ilgili 5 yıl mahkumiyet verildiğini duyunca, bunun önemini bir kez daha kavradım.
Mehmet Ağar tutuklanmış olsaydı söylediklerinize hak verebilirdim. ancak böyle bir durum yok. Ağar’ın korkunç suçları karşısında 5 yıllık bir ceza hiçbir şeydir ve üstelik tutuklama falan yoktur.
Burada da devlet, Deniz Feneri davasında olduğu gibi bir ya da birkaç kişiyi “feda ederek” asıl suç mekanizmasını kurtaracak gibi görünüyor. Davada Ayhan Çarkın’ın tanık olarak dinlenilmesinin neden reddedildiğini de bu sayede daha iyi anlayabiliriz. Ayhan Çarkın davada konuşabilseydi dava kontrolden çıkarak şu an AKP, MHP, DP gibi milliyetçi-muhafazakar gövdenin ileri gelenlerine de dokunurdu. Bu yüzden işlenen bütün suçlar AKP’nin güvendiği Ağar’a (ve belki bir iki suç ortağına) yüklenecek (Ağar’a neden “AKP’nin güvendiği” dediğimi anlatan bir yazı: http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1307616489&year=2011&month=06&day=09) Ağar da çok büyük bir ceza almayacak ve devlet 90’lı yıllarda malum mekanizmanın (devletin kendisinin) işlediği bütün suçları bir hukuki hokkabazlıkla örtbas edecek.
İlgili haberden (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18738535.asp) bir alıntı:
“AĞAR’A 5 YIL HAPİS CEZASI
Mahkeme, Mehmet Ağar’ı, lehine olan 765 sayılı TCK’nın 313/2-3. maddelerinde yer verilen “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan 4 yıl hapis cezasına mahkum etti, cezayı, silahlı teşekkülün yöneticisi olduğu gerekçesiyle TCK’nın 313/4. maddesine göre, yarı oranında artırarak, 6 yıl hapis cezasına hükmetti.
Mehmet Ağar’ın, duruşmada gözlemlenen hal ve tavırları ile sabıkasız oluşunu dikkate alarak, bu cezayı altıda bir oranında indiren mahkeme, sonuç olarak Ağar’ı 5 yıl hapis cezasına çarptırdı.
Mahkeme, aynı kanunun 31. maddesi uyarınca Ağar’ın, “müebbeden kamu hizmetlerinden yasaklanmasına” karar verdi.
AVUKATLARI İTİRAZ ETTİ
Ağar’ın avukatları karara itiraz etti. Eğer Yargıtay cezayı onarsa Ağar 2 yıl hapis yatacak.”
adımı yazmayınca Anonim oluvermişim 🙂
‘Ağar silahlı örgüt yöneticisi’
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Ağar’ı 5 yıl hapis cezasına çarptırdığı davanın gerekçeli kararında, ”Ağar’ın, cürüm işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticisi olduğu” kaydedildi.
ANKARA – Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Mehmet Ağar’a, ”Susurluk davası” kapsamında, ”cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturduğu ve yönettiği” gerekçesiyle verdiği 5 yıllık hapis cezasının gerekçeli kararı açıklandı.
Mahkemenin gerekçeli kararında, ”Ağar’ın, cürüm işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticisi olduğu” kaydedildi.
Kararda, 3 Kasım 1996’da meydana gelen ”Susurluk” kazası sonucunda, ”Türkiye’de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararıyla, yurt dışındaysa uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak Kırmızı Bültenle aranan bir silahlı eylemci (Abdullah Çatlı) ile bu kişiyi yakalama veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birimlerine bildirmekle görevli bir emniyet mensubunun (Hüseyin Kocadağ) ve bir milletvekilinin (Sedat Edip Bucak) birarada bulunmamaları gerekirken, aynı ortamda birlikte bulunduklarının ortaya çıktığı ifade edildi.
Bunun üzerine başlatılan soruşturma sonucunda, İbrahim Şahin, Mehmet Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Abdülgani Kızılkaya, Ziya Bandırmalıoğlu, Ayhan Akça, Yaşar Öz ve Ali Fevzi Bir hakkında ”cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak ve hakkında tevkif ve yakalama müzekkeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber vermemek” suçlarından dava açıldığı anlatılan kararda, yargılama sonucunda İstanbul 6 Nolu DGM’nin sanıkları çeşitli cezalara çarptırdığı, bunun Yargıtayca da onandığı belirtildi.
Bu dava ile mevcut dava kapsamına göre, ”cürüm işlemek amacıyla oluşturulan teşekkülün yöneticilerinden olan Ağar’ın, Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde, teşekkül üyelerinden hükümlü sanık Yaşar Öz’ün sahte resmi evrakla, ruhsatsız tabanca ve mermilerle yakalanması üzerine, icra ettiği kamu görevi ve nüfuzunu kullanarak, suça konu resmi evrak ve silahların kuryeyle Ankara’ya naklini, ayrıca Öz’ün serbest kalmasını sağladığı” kaydedildi.
Ağar’ın, Öz’ü adli soruşturmadan kurtararak, evrak düzenletmediği, suç delillerini gizlediği, adli bir olayı savcılık makamından gizleyerek, teşekkül mensuplarını suçtan ve cezadan kurtardığı ifade edilen kararda, Ağar’ın, yine Yaşar Öz adına sahte yeşil pasaport, silah taşıma ruhsatı ve belge düzenleyerek, kendisine imtiyaz tanıdığı ve aleyhine olabilecek cezai ve kanuni takibattan koruduğu ve kolladığının anlaşıldığı aktarıldı.
‘ÇATLI’YA YEŞİL PASAPORT TALİMATI AĞAR VERDİ’
Firari sanık olarak yurtiçi ve yurtdışında aranan, teşekkülün mensuplarından Abdullah Çatlı’nın, ”Mehmet Özbay” sahte kimliğiyle aldığı silah ruhsat dosyasında, ikametgah adresi olarak Mecidiye Karakol Binasının yazıldığına işaret edilen kararda, yetersiz bilgi ve belgelerle düzenlenen dosyanın, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın referansıyla çabuklaştırılarak, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderildiği belirtildi.
Burada istihsal olunan ”Olur” yazısıyla silah ruhsatının verildiği bildirilen kararda, sahte kimlikli Çatlı’da, ”Yanda açık kimliği ve fotoğrafı bulunan Mehmet Özbay, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak çalışmakta olup, silah taşımasına izin verilmiştir. Yardımcı olunmasını rica ederim. Mehmet Ağar, Vali. Emniyet Genel Müdürü” yazılı mühürlü ve imzalı belge bulunduğuna dikkat çekildi.
Bu belgedeki yazı ve imzaların, ekspertiz raporuna göre Ağar’ın el ürünü olduğu vurgulanan kararda, Çatlı’ya, ”Mehmet Özbay” sahte kimliğiyle Maliye Bakanlığı’nda 1. derecede Maliye Müfettişi olduğundan bahisle yeşil pasaport sağlanmasında gerekli talimatın da yine Ağar tarafından verildiği belirtildi.
Kararda, ”Ağar’ın, Çatlı’nın gerçek kimliğini bilmesine rağmen, kendisini üst düzey bürokrat olarak gösterip, kanuni takibattan kurtarmak amacıyla belge tanzim ettiği, firari sanık olarak arandığını bilmesine rağmen kendisini yakalamadığı ve yakalanmasını engelleyici faaliyetler içerisinde bulunduğu” ifade edildi.
Teşekkül mensuplarından, kumarhane işletmecisi ve uyuşturucu ticareti yaptığı iddia edilen hükümlü sanık Sami Hoştan yakalandığında, üzerinde kendi fotoğrafı yapışık, ”Remzi Özer” sahte ismiyle düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanı fotokopisi, bir adet tabanca ve mermilerle, buna ilişkin taşıma ruhsatının ele geçirildiği anlatılan kararda, ”Soruşturma neticesinde, Sami Hoştan’ın kendi adına düzenlenen silah ruhsat dosyasının incelenmesinde, yeterli araştırma yapılmadan ve mevzuata uyulmadan, emsaline az rastlanacak sürede silah ruhsat dosyasının hazırlandığı, bu silah ruhsat dosyasında da sanık Ağar’ın referansının bulunduğu anlaşılmıştır” denildi.
MİT’te istihbarat elemanı olarak çalışan Tarık Ümit’in otomobilinin 4 Mart 1995’te Silivri civarında terk edilmiş olarak bulunması ve kendisinin kaybolması üzerine soruşturma başlatıldığı belirtilen kararda, soruşturma neticesinde, silahlı teşekkülün yöneticilerinden olan hükümlü sanık İbrahim Şahin’in, MİT görevlisi Mehmet Eymür’ü, ”bu soruşturmanın derinleştirilmesinin Emniyet ile MİT’in çatışmasını gerektireceği tehdidiyle geri çekilmek zorunda bıraktığı” kaydedildi. Kararda, Şahin’in bu olayın araştırılmasının ve ortaya çıkarılmasının önüne geçtiği bildirilerek, ”Emniyet Genel Müdürü olan sanık Ağar’a durumun iletilmesi üzerine, ‘Bizim tosunlar bana sormadan bir şey yapmazlar. İlgileneceğim’ dediği, konuyla ilgilenmeyerek, teşekkülün faaliyetlerine göz yumduğu gibi, mensuplarını koruyup, kolladığı anlaşılmıştır” değerlendirmesi yer aldı.
‘TOPAL CİNAYETİNDE GÖZALTINA ALINANLARIN SERBEST KALMASINI SAĞLADI’
Kararda, kumarhane işletmecisi Ömer Lütfi Topal’ın 28 Temmuz 1996’da öldürülmesinden sonra İstanbul Emniyeti’ne telefonla yapılan bir ihbar üzerine, silahlı teşekkülün mensuplarından, özel harekat polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz ile Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’in gözaltına alındığı anımsatılarak, bundan haberdar olan dönemin İçişleri Bakanı Ağar’ın, hemen olaya müdahale ettiği ve İbrahim Şahin’i İstanbul’a gönderdiği belirtildi. Gözaltına alınanların, Ağar’ın talimatıyla Şahin tarafından Ankara’ya getirildiğine ve bu kişilerin, ”suçla ilgili bilgi elde edilemediği” bahsiyle serbest bırakıldığına yer verilen kararda, Şahin’in, bu durumu Emniyet kayıtlarına geçirmediği ve adli evrak tanzim etmediği anlatıldı. Özel Harekat Daire Başkanlığı’na tahsis edilen ve kayıtlarda yer alan bazı silahların, teşekkül mensuplarına kayıt dışı verildiğine ve Topal cinayetinde kullanılan silah üzerinde, Çatlı’nın parmak izinin bulunduğuna işaret edilen kararda, ”Bu itibarla, silahlı teşekkülün yöneticisi konumunda olan sanık Ağar’ın, İçişleri Bakanı olduğu dönemde, ihbar üzerine Topal cinayetiyle ilgili gözaltına alınan silahlı teşekkül mensubu sanıkların serbest kalmasını sağlayarak, adli soruşturmadan kurtarmak maksadıyla hareket ettiği, haklarında adli evrak düzenletmediği gibi suç delillerini gizlediği, adli bir olayı savcılık makamlarından gizlemek suretiyle teşekkül mensuplarını suçtan ve cezadan kurtardığı anlaşılmıştır” denildi.
‘ÇATLI’YI KORUYUP KOLLADI’
Kararda, Ağar’ın, 1993’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atandıktan sonra, silahlı teşekkül yöneticilerinden İbrahim Şahin’i Özel Harekat Daire Başkan Vekilliği’ne getirdiği, diğer yönetici hükümlü sanık Mehmet Korkut Eken’i de yanına müşavir olarak aldığı belirtildi. Ağar’ın, görevinin nüfuz ve yetkilerini kullanarak, Şahin’in bir süre korumalığını yapan ve kendisiyle operasyonlara katılan eski Özel Harekat Polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça, uyuşturucu ticaretinden aranan Yaşar Öz, Sami Hoştan, Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin katliam sanığı Haluk Kırcı, kumarhane işletmecisi Ali Fevzi Bir, ölen firari sanık Abdullah Çatlı ve Abdülgani Kızılkaya ile teşekkül oluşturduğu ifade edildi. Ağar’ın, bazı teşekkül mensuplarına, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce alınan vahim nitelikteki silahların tahsisini ve Hoştan’ın mevzuata aykırı olarak silah ruhsatı almasını sağladığı aktarılan kararda, yine Ağar’ın, Öz ve Çatlı’ya sahte silah ruhsatı ve yeşil pasaport verilmesini temin ettiği, kendilerine imtiyaz tanıyarak koruyup, kolladığı anlatıldı.
Ağar’ın, gözaltına alınan teşekkül mensuplarının serbest bırakılmasını sağladığı, haklarında evrak düzenletmediği, durumu adli makamlara intikal ettirmediği, suç aleti ve delillerini gizlediği ifade edilen kararda, Öz ve Çatlı’nın gerçek kimliklerini bilmesine rağmen kendilerini yakalamadığı, yakalanmalarını engelleyici faaliyetler içinde bulunduğunun sübuta erdiği belirtildi.
Kararda, tüm bu açıklamalar ışığında, ”Emniyet teşkilatında görevli olan teşekkül mensuplarının, terörle mücadele adı altında yola çıkıp, bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve çıkarlarını gözeterek, her türlü yasa dışılığı meşru sayıp, amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimsedikleri, yanlarına kumarhane işletmecisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsünü de alarak, tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket ettikleri ve çeteleşme sürecine girdikleri” ifade edildi.
Bu kişilerin, ”cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek” suçunu oluşturmanın ötesinde, Anayasa’nın 6. maddesindeki ”Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmüne karşı bir örgütlenme ve yetki kullanımı yoluna gittikleri bildirilen kararda, şu değerlendirmelere yer verildi:
”Bunun ise hukuk devleti kuralları içinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa, hukuk dışı bir örgütlenmeyle devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak, yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir Anayasa ve yasa ihlalinin ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünüyle ortadan kalkması sonucunu doğuracağı göz önüne alındığında, sanığın eylemleri 765 sayılı TCK’nın 313. maddesine uyar nitelikte görülmüştür.”
Kararda, yargılama aşamasında Cumhuriyet savcısının, Ağar’ın ”suç işlemek amacıyla kurulan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan cezalandırılmasını talep ettiği anımsatıldı. Buna karşın, ”Ağar’ın, teşekkülün hiyerarşik yapılanması içerisindeki konumu, kullandığı kamu gücü, sahip olduğu yetki ve görevlerinden faydalanmak suretiyle yaptığı atamalar, diğer teşekkül yöneticileri ve üyelerinin kendisinden emir ve talimat alması, teşekkülü yönetimi ve denetimiyle organize etmesi, eylem ve faaliyetlerinin yoğunluğu ve icra kuvveti nazara alındığında, kastının çeteye yardım boyutunu aşarak, çetenin yöneticisi konumunda olduğu kanaatine varıldığı” bildirildi.
”Ağar’ın, eylemlerinde, yasalardan kaynaklanan görev ve yetkilerini kötüye kullanmak suretiyle, Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı görevlerini icra ettiği süreç içerisinde kamu gücü ve nüfuzundan faydalandığı, sübuta eren suçu işleyiş biçimi ve özelliği, kastının yoğunluğu, suç sebep ve saikleriyle suçtan sonra pişmanlık göstermeyen hal ve tavırları, suç işleme hususundaki eğilimi, işlenen suçların mahiyet ve önemi, cezaların caydırıcılık ve uslandırıcılık özelliğinin, en üst seviyede verilecek cezalarının infazıyla gerçekleşeceğinden, hakkında asgari hadden uzaklaşılarak, teşdiden ceza verildiği” vurgulandı.
Ağar’ın, lehine olan 765 sayılı TCK’nın 313/2-3. maddelerinde yer verilen ”cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan 4 yıl hapis cezasına mahkum edildiği, cezanın, silahlı teşekkülün yöneticisi olduğu gerekçesiyle 313/4. maddesine göre, yarı oranında artırılarak, 6 yıl hapis cezasına yükseltildiği ve duruşmada gözlemlenen hal ve tavırları ile sabıkasız oluşu dikkate alınarak, 5 yıl hapis cezasına indirildiği de kararda yer aldı.
Gazeteciler tutuklu, onlar serbest
08.12.2011 – 07:30
MİT’çi Mehmet Eymür’ün savcılıkta verdiği ifadenin tam metni basında yer aldı. Eymür doksanlı yıllarda işlenen pek çok cinayete dair iddialarda bulundu. Ancak hem kendisi hem de çok sayıda ithamda bulunduğu Mehmet Ağar hâlâ serbest.
Geçtiğimiz hafta Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel tarafından sorgulandıktan sonra serbest bırakılan eski MİT’çi Mehmet Eymür’ün savcılıkta verdiği ifadenin tam metni dün Taraf’ta yayımlandı. Devlet içerisinde örgütlenen “gayriresmi oluşumun MİT ayağını oluşturmak”la suçlanan Eymür, özellikle Mehmet Ağar hakkında çok ağır suçlamalar dile getirdi.
Kendisi hakkındaki suçlamaları reddeden Eymür, yurtdışına çıkma yasağı getirilerek serbest bırakılmıştı. Yine çeşitli davaları devam eden Mehmet Ağar da serbest. Buna karşın Ergenekon, Odatv, KCK, Balyoz gibi davalar kapsamında tutuklanan ve bazıları yıllardır hapiste olan gazeteciler ve aydınlar “delilleri karartma şüphesi” gibi gerekçelerle hapiste tutulmaya devam ediliyor.
40 kişilik infaz listesi
Eymür’ün ifadesinde öne çıkan hususlardan bir tanesi, Ağar ve ekibinin Kürt işadamlarından oluşan 40 kişilik bir infaz listesinin bulunduğu ve bu doğrultuda cinayetler işlendiği yönünde. Eymür, Savaş Buldan cinayetiyle ilgili şunları söylüyor:
“Tarık Ümit yapı itibarıyla kontrol edilmesi zor bir kişiydi, asabi kavgacı bir şahıstı kendisi hem MİT Başkanlığı’na hem de daha sonradan emniyet genel müdürü Ağar’ın talimatıyla emniyet adına çalışmaya başladı. Benim MİT Başkanlığına dönmemle birlikte tekrar MİT ile çalışmaya devam etti. Ben MİT’e dönmeden önce emniyet adına çalıştığı sırada kendisine yeşil pasaportlar, sahte kimlik kartları ve sahte araba plakaları verilmiş ve birtakım infaz işlerinde kullanılmış. Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım cinayetinde bizzat görev aldığını kendisinden öğrendim. Savaş Buldan’ın üzerinde çıkan paraları almışlar, yanında bulunan özel harekâtçılarla birlikte Ağar’a getirmişler, getirdikten sonra da bu parayı paylaşmışlar.
“Tarık Ümit’in Kızıltoprak’ta bir evi vardı, bu evde yaptığımız görüşmede bana ’40 kişilik ölüm listesi’ olduğunu söyleyerek bu listeyi bana verdi. Bunlardan bazılarının üzeri çizilmiş ve infazları vardı, gördüğüm kadarıyla Behçet Cantürk ismi de çizilenler arasındaydı.”
Eymür ifadesinin bir başka yerinde ise savcının kendisine sorduğu Şahin Arslan, Fevzi Arslan ve Medet Serhat cinayetleri hakkında şunları söylüyor:
“Yine bana sormuş olduğunuz Şahin Arslan, Fevzi Arslan ile Medet Serhat, İsmail Karaoğlu cinayetleri de, yukarıda belirttiğim ekip tarafından işlenen cinayetlerdir. Özellikle Medet Serhat, sorguladığım için tanıdığım biridir. Kürtçü bir adamdır. Cantürk’ün de avukatıdır ve Kürt camiasında da saygınlığı olan kişidir. Kendisi şiddete bulaşmamış bir kişi olmasından dolayı o zaman terör ve Kürt sorununun çözümünde MİT Başkanlığı olarak tavsiyeleri alınan bir kişidir. Ancak Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin tarafından yönetilen söz konusu oluşum, “Terörle Mücadele” adı altında Medet Serhat’ı öldürmüştür.”
Eymür, Ağar ve ekibinin ölüm listesi üzerinden çeşitli kişileri tehdit ederek, para aldıklarını ve Mehmet Ağar’ın bu sürece bizzat katıldığını da ileri sürüyor:
“Mehmet Ali Yaprak kaçırılmadan önce yukarıda belirttiğim oluşum tarafından ‘Sen ölüm listesindesin, para vermediğin takdirde öldürüleceksin’ diye tehdit edilmiş. Bunun üzerine Yaprak, yüklü bir miktar para ödemiş, bu ödemeyi de Mehmet Ağar’a yapmış. Ağar da bu parayı kimseye vermemiş, bu duyumu teşkilatımızda o dönem çalışan Müfit Sement isimli şahıs ile yine bu olayın içinde olan İzmir’de antikacılık yapan ismini tam hatırlayamadığım şahıs tarafından öğrendim.”
Eymür’ün hakkında pek çok ithamda bulunduğu Mehmet Ağar hakkında, son olarak Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5 yıl hapis kararı verilmişti. Eymür’ün, Mehmet Ağar ekibinden olduğunu iddia ettiği Ayhan Çarkın’ın Ağar hakkında tanıklık etme talebi ise mahkeme tarafından reddedilmişti. Beşte üç indirimle uygulanacak olan karar, halen Yargıtay’da…
Suçları o değil, MİT işlemiş
Eymür’ün ifadesinde ucu kendisine de dokunan konularda hep MİT’i adres göstermesi, cinayet işlediğini ya da cinayet planları yaptığını iddia ettikleri kişilerle kurduğu ilişkinin “kurumsal” olduğunu ileri sürmesi dikkat çekiyor. Her ikisinin de “Ağar ekibi” ile çalışırken çeşitli cinayetlere karıştıklarını iddia ettiği Mahmut Yıldırım (Yeşil) ve Tarık Ümit’in MİT tarafından da kullanıldığını söyleyen Eymür, bunların “kendi inisiyatifinde olan olaylar olmadığını” söylüyor. Kendisi hakkındaki suçlamayı da kabul etmeyen Eymür, “demokrasiye çok hizmet ettiğimi düşünüyorum” diyor.
Arif Doğan da hakimlere “anlatacaklarımı kaldıramazsanız” demişti
JİTEM’in kurucusu olduğunu iddia eden Albay Arif Doğan da Eşref Bitlis’i kendisinin desteğiyle Cem Ersever’in öldürdüğü, Alevi-Sünni çatışması çıkarmak için bir provokasyon ekibi kurduğu, Abdullah Çatlı’nın çok yakın dostu olduğu gibi çok sayıda itirafta bulunmuştu. Doğan’ın evinde yapılan aramada birçok belge bulunmuş, ancak Ergenekon davasına ilişkin çok sayıda belge mahkemelerden önce basına servis edilirken, Doğan’ın evinden çıkan belgelerin “gizliliği” korunmuştu.
İkinci Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Arif Doğan, bu yıl başında TİMAŞ yayınları tarafından basılan “JİTEM’i Ben Kurdum” başlıklı bir de kitap yayımlamıştı.
Tıpkı Arif Doğan’ın “tutuksuzluğu” gibi eski MİT’çi Eymür’ün de çok sayıda “faili meçhul cinayet” ve mafyatik ilişkiler hakkındaki beyanları, ne kendisinin ne de Mehmet Ağar gibi isimlerin tutuklu yargılanması için gerekçe olarak görülmedi. Ancak “gizli tanık” ifadeleri ya da “dijital kanıtlar” marifetiyle oluşturulan iddianameler, gazeteciler ve aydınların hapiste tutulması için yeterli sayılıyor.
(soL-Haber Merkezi)
Ağar yerel mahkemede ceza aldı ancak Yargıtay bu cezayı onayana dek “mahkum” statüsünde sayılamaz. Dolayısıyla Yargıtay cezayı onayana kadar Ağar’ın yargılanması da sürüyor demektir.
Ve evet, Ağar neden tutuklanmayacağını kendisi de açıklamıştı zaten, “Bir tuğla çeksem duvar yıkılır” diyerek.
O duvarın altında da başta AKP olmak üzere tüm sağcıların kalacağı aşikar olduğundan, Ağar dosyası Yargıtay’da daha çok bekler.
http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/04/17/mehmet.agar.icin.yakalama.emri/657586.0/index.html
Mehmet Ağar için yakalama emri!
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “Susurluk davası” kapsamında 5 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onanan Mehmet Ağar hakkında “yakalama emri” çıkarttı. Adalet Bakanlığı ise, Ağar için Bodrum’da yaşayan ailesine yakın, yüksek güvenlikli bir cezaevi arıyor.
Yargıtay’ın onama kararı üzerine, Ağar’ı mahkum eden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, kararı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Bürosu’na dün gönderdi.
Ağır Ceza İlamat Bürosu Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden de aynı gün, hakkındaki ceza 3 yıldan fazla olan Ağar hakkında “yakalama emri” çıkarttı.
Yakalama emri, emniyet ve jandarma kayıtlarına düştü.
Aranan kişilerin kimlik bilgileri, adresi ve hakkındaki dava dosyasıyla ilgili bilgilere yer verilen yakalama emirlerinde, “Yukarıda açık kimliği yazılı kişinin, mahkumiyet cezasını çekmek üzere yakalanması için emirdir” ifadesi kullanılıyor.
……… v.s v.s.
şimdi G. Zileli bey’in yazısında ki sonuç bölümüne tekrar dönelim. “Son olarak şunu iddia edeceğim: Halkın içinde derin kökler salamamış ulusalcı-Kemalist kanat, bir kaçak akım olarak devlet tarafından rahatlıkla harcanabilir (elbette bu, devletin kemalist belkemiğini oluşturan ordunun da tasfiyesi anlamına gelmemek üzere). Ama bugün AKP’nin şahsında iktidar olan merkez-sağ’ın ve aynı zamanda devletin en önemli dayanağı ve fideliği ırkçı-dinci Anadolu aşırı sağcılığının başta gelen temsilcilerini devlet eliyle tasfiye etmek mümkün değildir. Daha doğrusu şöyle diyelim: Eğer Genel kurmay Başkanı tutuklanırsa, Mehmet Ağar da tutuklanır. Tabii bu, ham hayaldir. Devletin kendini tutuklaması gibi bir şeydir.
Bu yüzden Anadolu aşırı sağcılığının ve devletsel illegal savaşın en önemli temsilcilerinden Mehmet Ağar asla ve asla tutuklanmayacaktır. Bu tür beklentiler boşunadır.”
Yukarıdaki son paragrafa bir kez daha dönecek olursak, gen. kurmay başkanının, ve akabilinde Ağar’ında tutuklanamayacağı, bunun devletin kendisini tutuklaması gibi bir şey olabileceği söyleniyor. Yakın zamanda tutuklanan dönemin eski gen. Kurmay başkanı İlker Başbuğ’un ardından, Mehmet ağara’da cezaevi yolunun görünmesi bu ön görüyü boşa çıkarmaktan öte, benim asıl üzerinde ısrarla durduğum konu, devletin ve sistemin işleyişinin hiçte stabil ve rijit olmadığıdır deyip şimdilik bu mevzuyu bitireyim. 🙂
Müslümanlar ne yaparsa kötüdür, islam karşıtlarının ise her zaman bir mazeretleri vardır, ‘doruklardaki Cindoruk’ u hatırla. Türkiye’yi İslam düşmanlığı penceresinden analiz edenler asla bundan vaz geçmezler ki, onların her zaman bir bahaneleri vardır, Tayyip denizin üstünde yürürse ‘bak yüzme bilmiyor’ derler
Öngörülerimin yanlış çıkmayacağı gibi bir peygamber tavrı içinde değilim, yanlış çıktığında elbette yanlış çıktı diyecek kadar feraset sahibiyim. Fakat bu örnekte ne yazık ki, öngörülerimin yanlış çıktığını kabul edemeyeceğim. Çünkü birincisi, tutuklanan Genel kurmay eski başkanıdır, ben orada halihazırda görevde olan Genel Kurmaş Başkanı’ndan söz ediyorum. İkincisi ve daha önemlisi, oradaki tartışmada söz konusu olan, Mehmet Ağar’ın ortaya çıkan suçlarıyla ilgili olarak tutuklanıp tutuklanmayacağıydı. Mehmet Ağar’ın bütün faili meçhullerin ve gizli çete faaliyetlerinin başı olduğu ortaya çıktığı halde devlet onu tutuklamaktan ısrarla kaçınmıştır. Son hüküm ve tutuklanma kararı ise aslında Mehmet Ağar’ın kurtarılma operasyonundan başka bir şey değildir. 5 yıl verirsiniz, iki yıl yatar ve çıkar, böylece kurtulmuş olur. Bu, Mehmet Ağar’ın ayyuka çıkan suçları karşısında devletin düşündüğü kurnazca bir çareden başka bir şey değildir.
1. Zaten önemli olanda eski gen. kurmay başkanının tutuklanması değilmidir? yani şunu söylemeye çalışıyorum, eski kemalist statükocu devletin en zirvesinde bulunan, hiyerarşik sıralamada m. ağar gibi ipliği pazara çıkmış birinin bile üzerinde yer almış, en önemli kişilerinden yalnızca biridir İlker paşa. Şayet bahse konu olan dönemle ilgili bir tutuklanma yaşanıyorsa elbetteki hedefin kaçınılmaz olarak bu süreçte rol almış aktörlere yönelmesi beklenmeliydi. Bugünkü iktidar yanlısı olduğu su götürmez kurumların tepesinde bulunan kişilerin tutuklanmasını istemek veya böyle bir beklentiye kapılmak ise hem saçma, hem “süreçlerle alakasızlığından” gereksiz ve hemde sizinde dediğiniz gibi ham bir hayalden öte bir şey değildir.
2. “Mehmet Ağar asla ve asla tutuklanmayacaktır.” sözü size aittir. Şimdi de “öngörülerimin yanlış çıktığını kabul edemeyeceğim” diyorsunuz!. Çok açık olan bir şey var Sn. Zileli, biraz da olsun egolarınızı bir kenera bırakıp durumu tekrar değerlendirirseniz, devlet (iktidarın hangi eğilimde olduğu önemli değil) bekası ve devamı uğruna, (buna revizyon, reform veya restorasyon deyin buda çok önemli değil) sağlam görünen ama kökten uca çürümeye yüz tutmuş “sağlam kazıklarını” söküp atmakta bir an bile tereddüt etmez. İşte tamda bu nedenle AKP devleti kurtarmada oldukça önemli bir rol üstlenmiştir.Benim, özellikle cumhuriyet dönemi darbeler tarihi başta olmak üzere, bütün tarihten çıkardığım ders bu.
Gün Zileli, gerçekten Orwell’i okudun mu bilmem ama Orwell’de “Commun Sens” ve “Commun decency” diye bir kavram vardir, bir nevi sag duyu ve ortak akla uygunluk gibi. Insan anarsist, stalinist, islamci, liberal, muhafazakar,kemalist her neyse, hersey olabilir ama bir de realite var, iste görüyorsun adamlar tutuklaniyor, daha ne diye mazeret aramaktasin?
yine tekrar etmek zorundayım. Mehmet Ağar tutuklanmamıştır, tutuklanıp yargılanmasını önlemek üzere az bir cezayla kurtarılmıştır. Eh tabii ki, bu az cezayı yatması için tutuklanacaktır. ama benim dediğim şudur ki, Mehmet ağar hakkındaki tahkikatın genişletilmesi bilinçli olarak önlenmiştir ve benim “tutuklanmayacak” sözüm sadece yeni dava açılmayacağı ve bu nedenle tutuklanmayacağı noktasıyla ilgilidir.
mazeret aramıyorum, sadece aldatmacaya dikkat çekiyorum. Yutmak isteyenlerin yolu açık olsun.
bugünkü TC. ceza yasalarına göre cezası ağırlaştırılmış müebbet olacak birini 5 yılla kurtardılar. Daha neden söz ediyorsunuz. Öte yandan, yine T.C. yasalarına göre hiçbir fiili suça karışmamış insanları 5 yıldır yatırıyorlar ve müebbede doğru götürüyorlar. Bu mu adalet? Mehmet Ağar oltasını yutan birtakım aklıevvel solcular istedikleri kadar sevinsinler.
Mesele AKP nin ne kadar eşitlikçi ve adil adalet dağıttığı değilki sn. zileli. Size tabiki hiç şüpheniz olmasın bu konuda sonuna kadar katılıyorum. Siz halen ya anlamamakta ısrar ediyorsunuz veya inadım inat diyor başka birşey demiyorsunuz. Oltayı yutanları bir tarafa koyun, ben şunu söylemeye çalışıyorum. Cezaları sembolik olsada akp, devletin statükocu kemalist kanadıyla kesin bir hesaplaşmaya girişmiş durumda. Bu kemalist kanadın önemli profilleri bugün cezaevlerinde. Bunu ne adına yapıyor tabiki “yenilenmiş, restore edilmiş, liberal devlet” adına yapıyor. yani makyaj tazeliyor sn. zileli. Söz konusu olan yalnızca bu. Ben AKP’nin devleti ortadan kaldıracak veya temellerini sarsacak bir dizi operasyonlar içinde olduğunu söylemiyorum ki. Tam tersine çürüyen kazıklarını yenilemeye çalışıyor. Hepsi bu.
“Mehmet ağar tutuklanmayacak” iddiası, olumlama veya olumsuzlama olsada, devletin davranışlarına yönelik bilnç altımızda saklı duran “güvenide” ifade ediyor sanki. Ne dersiniz 🙂
bu son yazdığımı ciddiye almayın şakaydı 🙂
Liberal devlet mi? Bu bir yanılgı. AKP, muhafazakâr sağın ve hatta bugün aşırı sağın temsilcisidir ve yaptıkları, kemalizmin tasfiyesi değil, her türden muhalefetin tasfiyesi ve bastırılmasıdır. Mehmet Ağar’ların müttefikidir ve her geçen gün sağa kayarak faşist bir diktatörlüğe doğru yol almaktadır. AKP’nin bizzat kendisi çürümenin temsilcisidir.