Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Yayınevini bekleyen bir kitap: Margarate Buber Neumann, İki Diktatörlük Altında

Kitap Tanıtım

(Birgün gazetesinin 12 Kasım 2011 tarihli kitap ekinde yayımlanmıştır)

Kitaplar sizi başka kitaplara götürür. Bu yalnız okuyucu açısından değil, çevirmen açısından da böyledir. Çeviriyi geçim için yapmam. Bu bana çok ağır gelir. Sadece okuyucuyla paylaşmak için kitap çeviririm. Özel alanım, biyografi ve otobiyografidir. Özel konularım ise, 1930’lar, Sovyetler Birliği, Almanya ve İspanya.

İspanya Devrimini ve Durruti’yi anlatan, Apel Paz’ın Halk Silahlanınca (Kaos Yayınları-baskısı biten bu kitap bugünlerde Yayın Kolektifi’nin desteğiyle Kaos tarafından yeniden basılacaktır) ile Sovyetler Birliği’ndeki büyük temizliği ve toplama kamplarını anlatan Eugenia Ginzburg’un Anafora Doğru ve Anaforun İçinde (Pencere Yayınları) kitaplarını 1990’lı yıllarda çevirmiştim. Kronstadt ayaklanmasını anlatan, Paul Avrich’in Kronstadt 1921 (Versus Yayınları) kitabını ve bir komintern görevlisinin 1918-1938 yıllarındaki anılarını içeren, Jan Valtin’in Karanlığın Ötesinde (Kibele Yayınları) kitabını ise 2000’li yıllarda.

Jan Valtin’in kitabı beni Heinz Neumann’a ve karısı Margarete Buber-Neumann’a götürdü. Heinz Neumann, 1920’li yıllarda Stalin’in gözdelerinden olan bir Alman komünistiydi, ancak 1930’lu yılların başında Stalin’in gözünden düşmüş ve Hitler’in iktidara gelmesinden sonra karısıyla birlikte sığındığı Sovyetler Birliği’nde GPU tarafından tutuklanıp öldürülmüştü. Aç ve açıkta kalan ve Komintern’in ünlü Lux Hotel’inde, eşleri tutuklananların kaldığı bir bölümde barınan, Alman Komünist Partisi üyesi Margarete Buber Neumann, aslında tutuklanma emri kocasının tutuklanma tarihiyle aynı gün olmasına rağmen, altı ay sonra tutuklanmış, Moskova’daki Butyrki hapishanesinde, çok kötü koşullarda kalmış, sonra da Kazakistan bozkırlarındaki Karaganda çalışma kamplarına yollanmıştı. Burada iki yıl, yine çok kötü koşullarda çalıştırılan Buber-Neumann, günün birinde yeniden alınıp Butyrki’ye getirilmiş ve çoğu Alman komünisti olan çok sayıda kadınla aynı koğuşa konmuştu.

Ancak bu seferki koşullar çok değişiktir. Koğuş haşerattan temizlenmiştir. Yemekler gayet iyidir. Artık balık istifi yatılmamaktadır. Hapishane görevlileri tutuklulara çok iyi davranmaktadır. Durumda bir tuhaflık olduğunun bütün tutuklular farkındadır ama ne olduğunu anlayamamaktadırlar. Kısa süre sonra grup grup bilmedikleri bir yere sevk edilmeye başlanırlar. Buber’in grubunun bindirildiği trende kadınların yanı sıra başka Alman ve Avusturya komünisti erkekler ve anti-faşistler de vardır. Tren, Polonya ile Sovyetler Birliği’nin sınırında bulunan Brest-Litovsk köprüsüne gelince durumu anlarlar. O sırada Sovyet-Alman paktı halen yürürlüktedir ve Polonya’nın o bölümü Nazi işgali altındadır. Bundan sonrasını benim çevirimden okuyalım:

“Sonunda tren durdu ve ilk önce o malum ‘Hazırlanın. Eşyalarınızla birlikte’ bağırtısını duyduk. Kompartmanların kapı kilitleri açıldı, inmemiz için getirilmiş portatif merdivenlerin demir basamaklarından aşağı indik, hava öyle soğuktu ki ayakta titreşerek bekliyorduk. Biraz uzakta bir istasyon vardı. Hemen yakındaki levhada istasyonun adı yazıyordu: “Brest Litovsk”.

Bizim grupta yirmi sekiz erkek, Betty ve ben vardık. Betty, ben, yaşlı bir profesör ve bacağı yaralı bir mahkûm bir kamyona bindirildik. Erkekler yürümek zorundaydı. Brest Litovsk köprüsünün Rusya tarafından geçip diğerlerinin gelmesini bekledik, köprünün Polonya tarafına bakıyorduk. Erkekler geldi ve ardından bir grup GPU’lu köprüyü geçti. Onların bir süre sonra geri döndüğünü gördük, GPU’lu grup daha da büyümüştü. SS subayları da onlarla birlikteydi. SS komutanı ve GPU şefi birbirlerini dostça selamladılar. Rus, Almandan bir baş daha uzundu. GPU şefi parlak deri bir çantadan bazı kâğıtlar çıkardı ve bir isim listesi okumaya başladı. Yalnızca “Margarete Genrichovna Buber-Neumann” adını duyabildim. Bizim gruptan bazıları protestoya girişip GPU’luyla tartışmaya başladı. Bunlardan biri, Macaristanlı bir Yahudi sığınmacıydı, diğeri, 1933 yılında, Nazilerle, bir Nazinin ölümüyle sonuçlanmış bir çatışmaya karışmış Dresdenli genç bir işçiydi. Sovyet Rusya’ya kaçmayı başarmıştı. Olaya ilişkin yargılamada, arkadaşları, bilerek ya da daha doğrusu onun Sovyetler Birliği’nde güvenlikte olduğunu düşünerek bütün suçu onun üzerine yıkmışlardı. Ona ne yapılacağı belliydi.

Köprüden geçtik. Protestoda bulunan üç kişi itile katıla diğerleriyle birlikte gitmeye zorlandılar. Direnmenin hiçbir yararı yoktu, kaderlerine boyun eğdiler. Köprünün orta yerinde dönüp geriye baktım. GPU görevlileri bir grup halinde durmuş arkamızdan bakıyorlardı. Onların ardında Sovyetler Birliği vardı. Malum komünist duayı hatırladım acıyla: Emekçilerin Anavatanı; Sosyalizmin Yıkılmaz Siperi; Ezilenlerin Cenneti…” (Margarate Buber-Neumann, Under Two Dictators-Prisoner of Stalin and Hitler, Pimlico, 2008, s. 143)

Margarete Buber-Neumann, diğer tutuklularla birlikte, uzun bir yolculuktan sonra, Nazi’lerin Ravensbrück kadın toplama kampına getirilir. Anılarının bundan sonraki bölümü burada geçirdiği beş yılı kapsar. Gaz odalarına gönderilenlerin dışında, hastalıktan ve kötü muameleden günde ortalama 80 kişinin öldüğü bu kamptaki anılar da son derece ilginçtir. Bir bölüm tamamen Yahova Şahitlerine ayrılmıştır. Buber-Neumann bir süre Yahova Şahitlerinin blok sorumluluğunu da yapar ve onların ceza hücrelerine gönderilmemesi için büyük çaba gösterir. Aslında bir Yahova Şahidi kadının tahliye edilmesi son derece “basit”tir. Tahliye edilmesi için “artık Yahova Şahidi değilim” diye yazan bir matbu kâğıdı imzalaması yeterlidir. Ne var ki, bu kâğıdı imzalayan tek bir Yahova Şahidi bile çıkmaz ve ağır baskıya uğrayarak adım adım ölüme yaklaşmayı tercih ederler.

Buber-Neumann’ın Ravensbrück’deki en yakın arkadaşı, Çek gazeteci Milena Jesenska’dır. Milena’yı aslında okuyucular olarak tanırız; Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ını çoğumuz okumuşuzdur. Evet, Kafka’nın sevgilisi Milena’dır o. Onun çok özel karaktere sahip bir insan olduğunu Buber-Neumann’ın anılarından öğreniyoruz. Yazarın, Milena ile Ravensbrück’te birlikte geçen günlerini anlattığı bir kitabı daha önce Türkçede çevrilmişti: Margarete Buber-Neumann, Milena, (çev: Sıdıka Orhon, 1991, Afa Yayınları- daha sonra Everest Yayınları). Buber-Neumann ve Milena, kampta, serbest kaldıklarında neler yapacaklarına, birlikte yazacakları kitaba ilişkin hayaller kurarlar. Ne yazık ki, bu hayaller hiçbir zaman gerçek olmaz, çünkü Milena, 1944 yılında Ravensbrück’te ölür.

İnsan bir kez bir yazarın ve kitabın peşine düştüğü, hele o kitabı çevirdiği zaman ona ilişkin antenleri de çok açık olur. Örneğin Ginzburg’un, Gulak takımadaları konusunda en önemli başvuru kitaplarından biri olduğunu, kitapları çevirdikten sonra, süreç içinde öğrendim. Alexander Soljenitsin, Gulag Takım Adaları (çev: Selim Taygan, Nebioğlu Yayınları, 1974) adlı eşsiz eserinde Ginzburg’u sık sık referans vermekteydi. Keza, son zamanlarda yayımlanan Orlando Figes’in Karanlıkta Fısıldaşanlar-Stalin Rusya’sında Özel Yaşam (çev: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 2009) adlı, özel anılara ve anlatımlara dayanan kitabında da Ginzburg’a önemli atıflar yer almaktadır.

Michel Ragon’un Kaybedenlerin Belleği (çev: Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 2010) adlı, belki hayali, belki gerçek bir kişi olan Fred Barthelemy adlı Fransız anarşistinin yaşamı çevresinde ördüğü anı-romanında Margaret Buber-Neumann’la ilgili çok önemli ve tamamen gerçeğe dayanan bir anlatım var. Michel Ragon’dan okuyalım:

“Kravçenko Olayı, Barthelemy’yi gömüldüğü uyuşukluktan biraz da olsa uyandırdı. Washington’da görev yapmakta olan bu üst düzey Rus memurun ‘özgürlüğü seçtiği’ ve bu adla, 1947 yılında bir kitap yayımladığı, ardından da bir yığın hakaret, alay, yalan ve iftira dalgasının boy gösterdiği hatırlardadır. Moskova kaynaklı her şeye hayranlık modaydı. Beş yıllık planları, tarımda kolektifleştirmeyi, sosyalist vatanseverliği tartışma konusu etmek tam bir utanmazlıktı! Batı’nın bütün aydınları, eseri bir canavarlık örneği ve elbette CIA’nın marifeti olarak kabul etti. Varlığından ciddi biçimde kuşku duyulan Kravçenko’nun yaşadığını kanıtlamak için başvurusu üzerine, Paris’te bir iftira davası açıldı (…)

“Mahkemeye çağrılan bütün ünlü entelektüeller, tek bir ağızdan, SSCB’de toplama kamplarının olmadığını ilan ettiler. O sırada, hem Bolşeviklerin kamplarına hem de Nazilerin kamplarına sürülmüş olma tuhaflığına sahip bir kadın, kürsüye ilerledi. Üstelik o, Heinz Neumann’ın dul eşiydi. Heinz, Alman Komünist Partisi’nin eski liderlerinden, Reichtag’da mebusluk yapmış biriydi ve 1937 yılında Moskova’da GPU’nun zindanlarında kaybolmuştu.

“Margarete Buber-Neumann’ın anlattığı hikâye inanılır gibi değildi. Üçkâğıtçılık yaptığı haykırıldı sürekli. Dehşet verici ifadesi, mahkeme başkanının fazlasıyla müsamaha gösterdiği cellatlarının dostları tarafından, iğneleme ve alaylarla sürekli kesildi (…)

“ ‘Ne olduğunu anlamadan kendimizi yeniden Butyrki’de bulduk” diye devam etti Margarete. ‘İşin tuhafı, gardiyanlar bize karşı ölçülü davranıyorlardı, iyi yemekler getiriyorlardı, banyo yapma hakkımız vardı. Kamplardaki pislik ve sefalet, hakaretler ve dayakla öyle bir tezat ki bu ani hoşgörü bizi endişelendirdi (…) Butryki’de bizi besiye çektiler. Yıkadılar, süslediler, özenle giydirdiler. Bizi sınır dışı edeceklerini ve başkalarının karşısına çıkabilir halde olmamızı istediklerini anlıyorduk. Hangi ülkeye göndereceklerdi? Bunun Hitler Almanya’sı olabileceğini hiçbirimiz hayal bile etmemiştik. Ama tren Brest-Litovsk’a doğru yol alıyordu. Ben kendimi Lublin’de hapishanede buldum. Gestapo beni casusluk için Almanya’ya gönderilmiş bir GPU ajanı olmakla suçladı. Karaganda’dan sonra payıma Ravensbrück düşmüştü.” (s. 404-7)

Kravçenko davası ile ilgili olarak Margaret Buber-Neumann’dan söz eden önemli bir makale de geçenlerde Taraf gazetesinde yayımlandı. Bu makalede, ayrıntıya ilişkin bazı farklılıklar var. Halil Berktay “Rousset (1949)” adlı makalesinde Buber-Neumann’ın Kravçenko davasında değil, bundan hemen sonra açılan Rousset davasında tanıklık yaptığını anlatıyor. Berktay’dan okuyalım:

“Fakat derken ikinci bir dava çıkageliyor. Stalin terörünün ikinci dalgası çerçevesinde, Macar komünist lideri Laszlo Rajk’ın idamı, Ekim 1949. Dört hafta sonra, bu sefer David Rousset, Le Figaro litteraire’de önemli bir yazı yayınlıyor; Sovyet toplama kamplarına ilişkin bir araştırma başlatmada, Nazi toplama kamplarının eski mahkûmlarından kendisine yardımcı olmalarını istiyor (…) Gene kıyamet kopuyor ve hemen bir hafta sonra, gene Les Lettles françaises’de PCF’den iki yazar, Rousset’yi sahte kaynaklar icat edip Sovyetlere karşı adi bir saldırıya girişmekle suçluyor. Kravçenko gibi Rousset de buna karşı hakaret ve iftira davası açıyor. Lakin bu sefer işler PCF’nin umduğu gibi gitmiyor. Bu kere Rousset de eski bir sosyalist, bir ara Troçkist, Mukavemet kahramanı, her nasılsa Buchenwald ve Neuengamme kamplarından sağ çıkmış bir mazlum. İkincisi, kendi gibi çok saygın tanıklar buluyor. Örneğin Margarete Buber-Neumann, gerek Sovyet kamplarında, gerekse Molotov-Ribbentrop Paktı gereği 1940’da SSCB’den Nazilere iade edildikten sonra Ravensbrück’te neler çektiğini dramatik ve karşılaştırmalı bir şekilde anlatıyor. Sonuçta Rousset hem davayı kazanıyor, hem de o neslin bilincini biraz olsun sarsmayı başarıyor.” (Taraf, 8 Ekim 2011)

Gün Benderli ve Ümit Kaya tarafından redakte edilmiş, sayfa düzeni bile yapılmış ve Yayın Kolektifi tarafından yayımlanmaya değer görülmüş, Margarete Buber Neumann’ın İki Diktatörlük Altında-Stalin ve Hitler’in Mahkûmu kitabı şimdi kendisini yayımlayacak yayınevini bekliyor. Bu yazıyı, ilgilenecek yayınevlerine bir çağrı olarak da kabul edebiliriz.

Gün Zileli

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

111 Comments

  1. özgürlükçü

    toplumlar tarihi ve yaşanan geçmiş gerçeklikleri daha iyi anlamamızı sağlayacak yayımlanmış kitaplar gibi yayımlanmayı bekleyenlerede ilgi gösterip bizide bilgilendirmeniz çok güzel.bunları anlatabilmek için halil berktay gibi sistemin-devletin-semayenin-özellikle bütün bunların taşıyıcısı siyasi iktidarın çanak yalayıcısının referansına ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum.liberter devrimci ve anarşistlere gerek lenin,troçki,stalin rusyasında gerekse hitler almanyasında kömüntern ajanlarıncada yapılanları hem sizin olumlu çevirileriniz(anafora doğru,anaforun içinde,hayatımı yaşarken,kaybedenlerin belleği,kronştad,) gibi diğer eserlerdende öğrendiğimizi berktayın onayına ihtiyacımız yoktur.berktayın onlara ne yapıldığına değil kendi faşist devletinin yaptığına dair söyleyecekleri önemlidirki o konudada söyledikleri kck dahil yalayıp geçindiği devletinin ve iktidarın bütün yapıp söylediklerini onaylayan olması bizim için artık bir referans bile olmamasını gerektirmezmi?asıl kendimizin devrimcileri ve anarşistlerine yapılanları yanı başımızda olup biteni onaylayanların anlamının ne olduğunu söyleyemesek bütün söylediklerimizin güme gitme ihtimali yokmudur?

  2. Ahmet

    Gun,
    Bu kitabi yayinlatmak icin niye bu kadar kivraniyorsun anlamiyorum, bu kitap CIA tarafindan desteklenen kitaplardan birisidir. Onlara niye gitmiyorsun? Eminim sana yardimci olurlar. Sonucta Neumann’in en yakin arkadaslari hepsi hayatlarini ya Ingiliz ya da CIA ajani olarak bitirdiler. Neumann kendisi ise gizli servis gorevlisi olup olmadigini bilmem ama azili sosyalizm dusmani sagci bir kadindir.
    Yukaridaki kitabi ise esi Neumann’in yakin arkadaslarindan Arthur Koestler’in tesviki ile yazmistir. Neumann’in bacanagi Munzerberg’in ekibinden olan Koestler yillarca ingiliz ve CIA istihbaratina calisan birisidir. Odulunu de irza gecmelerinin hasiralti edilmesi ve asalet unvani ile taltif edilerek almistir.
    Soguk savas propaganda kitabidir ve yillarca bu yazarlarin kitaplari (Jan Valtin’inki de dahil) CIA kurumlari tarafindan basimlari ve satislari desteklenmistir.

  3. Gün Zileli

    Özgürlükçü arkadaşım, Margarete Buber Neumann, ömrünün daha sonraki evresinde Hristiyan demokrat olmuştur ama bu, onun yazdıklarının değerini azaltmıyor. Dolayısıyla Halil Berktay’ın fikirlerine karşı olmamız onun bir konuda söylediği doğru şeylere referans vermemize engel değildir. Hayata daha geniş bakmanı öneririm.

  4. Gün Zileli

    Ahmet arkadaşım, seni Stalinist GPU’nun ürettiği ve insanları bu üretimlerine dayanarak ölüme gönderdiği argümanlarla baş başa bırakmak sanırım en doğru şey. Arthur Koestler ve diğerleri, senin paçavralarından çok daha değerlidir ki bugüne kadar yaşayagelmişlerdir.

  5. Anonim

    GZ”Ahmet arkadaşım, seni Stalinist GPU’nun ürettiği ve insanları bu üretimlerine dayanarak ölüme gönderdiği argümanlarla baş başa bırakmak sanırım en doğru şey…”
    AA”Bu kitabi yayinlatmak icin niye bu kadar kivraniyorsun anlamiyorum, bu kitap CIA tarafindan desteklenen kitaplardan birisidir…”
    Soguk Savas biteli 22 yil oldu, bizim solcular hâlâ savasa devam etmekteler. Neredeyse bir tarafta Tercüman Gazetesi diger tarafta Cumhuriyet. Tabii bu isin görünür yüzü, gerçekte iki taraf da , 1960 ve 70’lerde Gladio için çalismaktaydi, bugünkü bu kayikçi kavgalari da öyle.

  6. Ahmet

    Arthur Kostler’i ve diger CIA, MI5 calisanlarini biz sosyalistlerden daha degerli buldugunu bildigim icin sana zaten soyledim niye CIA ya gitmiyorsun diye. Bir suru CIA vakfi var eminim birisi bu kitabi finanse ederler.
    Anonim arkadas soguk savasin bittigini soyluyor ama sen umudunu kaybetme, emperyalizmin en buyuk takintisi hala sosyalistlerdir ve bu konuda hala baya para harciyorlar.

  7. Gün Zileli

    Yok canım, hiç sanmam. Onların sosyalizmi bitirmek için o kadar para harcamalarına gerek yok. Sosyalizmi siz stalinistler, hiç de para harcamaya gerek kalmadan bitirdiniz çoktan. Kapitalizmin yardakçılarını başka yerde aramayın. Kapitalizme en bsüyük hizmeti siz yaptınız sosyalizmi nasyonal sosyalizm derekesine düşürerek.

  8. mikail firtinaci

    sayın Zileli,

    Dünya işçi sınıfı hareketi bu günlerde bir kere daha yükselmeye ve belki de kapitalizmi ezmek için tarihle ilk seferinde, 1917’de kaçırdığı randevusuna yetişmeye başladı. Çin, Bangladeş ve Vietnam’da işçi düşmanı sözde “sosyalist” rejimler bir bir sarsılıyorlar. Yıllarca ırkçı bir şekilde küçük görülen, itaatkar bulunan Arap ülkelerinde emekçiler ve yoksullar yıkılmaz denen diktatörlükleri alaşağı ediyorlar. Her ne kadar işçi sınıfının zayıf olduğu Libya ya da Suriye gibi yerlerde bu süreç bir tür “proxy war” durumunda geriye düşse de ümitli olmak için daha çok neden var. Çünkü yıkılmaz denilen diktatörlükler bir bir devrildiler. Avrupa’da da burjuvazinin “demokrasi” maskesi kriz karşısında düşüyor. İşçi sınıfı kemer sıkma politikalarını reddettiği için sermaye “teknokrat” hükümetleri faşist-sosyal demokrat-liberal karmalarının desteğiyle İtalya ve Yunanistan’da hükümete getirdi.

    En önemlisi özellikle Yunanistan’da stalinizmin ne sinsi bir devrim düşmanı politik çizgi olduğu gördük. Ayaklanmış işçilere karşı stalinist Yunan KP’si parlamentoyu ve parlamenterizmi korumak adına işçileri polise teslim etmeye veya bizzat sopalamaya kalkıştı.

    Bütün bunlar stalinizmi ve aslında onun bir miti olan leninizmi eleştirmenin kaçınılmazlığını ortaya koyuyor. Bu açıdan Jan Valtin ile birlikte stalinizmi deşifre etme çabanızı anlamlı buluyorum.

    Ne var ki çabanızda tehlikeli de bir gidişat olabileceğini dair dostça ve yoldaşça bir eleştirim olacak: anti-komünizm ile devlet karşıtlığı arasındaki sınırda kaybolmanız ve çabalarınızın boşa gitmesi daha kötüsü düşmanın elini, devletin ve sermayenin elini güçlendirmeniz ihtimali!

    Sinirlenmeyin ve bunu dostça bir eleştiri olarak görün. Ve açıklamama izin verin: Malum soğuk savaş özellikle batıda stalinizmi-leninizmi komünizm ile eşitleyen bir mitoloji ve bu mitolojiyi besleyen bir dolu “organik entellektüel yarattı. Harvard v.s. gibi bir çok üniversitenin kürsülerini bu uyduruk entellektüeller doldular.

    Bunlar arasında örneğin Hannah Arendt bence çok önemlidir. Arendt “totaliteryanizm üzerine” diye bir kitap yazdı 1950’ler de soğuk savaşın en sıcak yıllarında. Kitapta Rusya’nın sınıfsız bir toplum olduğu (!) gibi saçmalıklar vardı mesela. Sadece bu mu!? Örneğin yahudilerden sınıf dışı bir devlet içi katman olarak bahsediliyordu milyonlarca doğu avrupa yahudisi köylü dışarda bırakılarak. Ya da emperyalizmin aslında ulusal burjuvaziyi yok ettiğinden!! Bütün bu saçmalıklar tek bir hedefle yapılıyordu: Nazi Almanya’sı ile Rusya’yı bir ve aynı göstermek için… Stalin Rusya’sını ve Nazizmin yerini almış bir totaliterlik gibi gostermek için…

    Sonuçta Arendt ve benzerlerinin yolunu açtığı bu çizgi, özellikle “demokrat” batı bloğunda pek benimsendi – sosyalizme yönelik temel eleştirinin dayanağı oldu. Bugün satılmış yarım entellektüel birikim çevresinin arendt i bu kadar çok sevmesinin bir nedeni de bu olsa gerek.

    Ama bu aslında stalinizmin de işine geldi. Çünkü liberal “totaliteryanizm” teorisyenlerinin aslında aynadaki yansımasıydı o. Birinin yanlış bulup yaftaladığını öteki doğru bulup yüceltiyordu. Fakat ikisinin ortaklaştığı nokta sosyalizmin leninizm ile aynı ve tek bir şey olduğuydu…

    Bugün sanırım dünyadaki bütün emekçi ayaklanmaları sırasında karşımızda olan en büyük engellerden biri de bu olsa gerek: sosyalizmin rusya kapitalizmi ile aynı şey olduğu yalanı.

    Elbette bu yalanı çürütmek için rusya’yı ve orada sosyalizm adına kurulmuş olan işçi düşmanı düzeni eleştirmekten geri durmamalıyız. Tam tersine! Rusya’da ki devlet kapitalizminin bir eleştirisi olmadan geçmişteki yanlışlardan ders çıkarmamız imkansızlaşır. Fakat bunu nasıl yapmak lazım?

    Sanırım öncelikle Orlando Figesten Richard Pipesa devlet kapitalizmini sosyalizme eşitlemeyi kendine iş edinmiş “tarihçi” (ya da aslında ideolog) tayfasının gerçek bir eleştirisiyle! Bu noktada Rusya’da yenilen trajik devrimin içinden neden bir devlet kapitalizminin çıktığını incelemek daha hayırlı olmaz mı? Nasıl oldu da Bolşevikler gibi hayatlarını devrime ve ezilen-sömürülen kitlelerin politik özgürlüğüne (evet özgürlüğüne!) adamış bir militanların örgütü, devleti yıkmaya çalışanların partisi devletin bir aygıtına dönüştü? Sanırım bu soru en önemlisi. Ve bu soruyu anlamak için belki 30’lar kadar, yani yenilginin trajik sonuçları kadar 20’lere yani trajedinin kökenine inmek gerekiyor. Ve bunu yaparken basit çıkarımlardan, o dönem yazılmış öfkeli polemik yazılarından öteye gitmek gerekiyor. Bir Marxist olarak Volin’i gerçek bir devrimci görsem de, yaşanan dev trajedi içerisinde sorunun köküne inmeye başardığını düşünmekte zorlanıyorum örneğin. Aynısı Emma Goldman hatta A. Berkman içinde geçerli. Hatta şöyle söyleyim, İşçi Muhalefeti, Demokratik Merkeziyetçiler ve bir ölçüde 20’lerin Rus Komünist Solu bile yenilgiyi tam olarak anlayamamış olabilirler. Ve bu zemin üzerinden hareket ederek yanlış sonuçlara varmak pek olası.

    Dolayısıyla, en zor yolu biraz daha zorlamayı öneriyorum: Nasıl oldu da devrimciler arasından yoldaşlarının katilleri çıktı? Nasıl oldu da işçi sınıfı buna göz yumdu? Nasıl oldu da göz bebeğimiz ekim devrimi anarşistlerin ve marxistlerin en iyilerinin yaşamış olduğu bir dönemde elimizden kayabildi? Bu sorulara kaçamak cevaplar ve kestirme çözümlere kaçmada, cesaretle ve sabırla cevap vermek lazım bence… İnsani bir duyarlılık ve empatiyle… Bir çoklarının yapmayı pek sevdiği gibi teleolojiye kaçmadan, yüksek tepelerden geriye bakıp yenik devrimcilerin çiğnenmiş miraslarına bir kere daha tükürmeden…

  9. Gün Zileli

    Mikail arkadaşım, şu sıra Orlando Figes’in karanlıkta Fısıldaşanlar (YKY) kitabını okuyorum. Orada “yenik devrimcilerin çiğnenmiş miraslarına tükürmek” gibi bir şey rastlamadım. Hannh arent’i çok dikkatli okumuş değilim ama onda da böyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Bu insanlar elbette komünistler değiller, hatta belki liberal olarak görülebilirler ama onları şu rezil anti-komünist kategorisine koymak büyük haksızlık olur. örneğin şu yukarda yazan Ahmet adlı Stalinist arkadaşın Arthur Koestler’e saldırısına bakın. Koestler’in Gün ortasında Karanlık kitabı Stalinist büyük temizliğig çok güzel anlatan kitaplardan biridir ve Stalinistlerin onu hedef almasının tek nedeni yoktur. Bu bakımdan benim ya da bu konuda Stalin’e karşı tutumu belli olan insanların sözünü ettiğin insanlarla aralarında belli mesafeler olmakla birlikte onları karşımıza almayı doğru bulmadığımı belirteyim. Bana kalırsa sen de bu sert komünist söylemini biraz gözden geçirsen iyi olur. Sosyalizmin ya da komünizmin içine edenler sözünü ettiğin insanlar değil, Stalinistlerdir. sevgilerimle.

  10. Gün Zileli

    hedef almasının tek nedenig budur … olacaktı.

  11. Gün Zileli

    nedeni budur… olacaktı.

  12. Hayret etme, aynaya bak

    Dolayısıyla, en zor yolu biraz daha zorlamayı öneriyorum: Nasıl oldu da devrimciler arasından yoldaşlarının katilleri çıktı? Nasıl oldu da işçi sınıfı buna göz yumdu? Nasıl oldu da göz bebeğimiz ekim devrimi anarşistlerin ve marxistlerin en iyilerinin yaşamış olduğu bir dönemde elimizden kayabildi? Bu sorulara kaçamak cevaplar ve kestirme çözümlere kaçmada, cesaretle ve sabırla cevap vermek lazım bence… İnsani bir duyarlılık ve empatiyle… Bir çoklarının yapmayı pek sevdiği gibi teleolojiye kaçmadan, yüksek tepelerden geriye bakıp yenik devrimcilerin çiğnenmiş miraslarına bir kere daha tükürmeden…

  13. Sözde sosyalist, özde Stalinciler üzülün,ağlayın.

    Halklari birbirine kırdıramayacaksınız.
    TARAF’tan bir haber:
    Başbakan Erdoğan’ı şahsi ricasıyla Türkiye’ye gelmesi sonrasında, Kuzey Irak Kürdistan Federe Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’nin öncülüğünde önce ateşkes sonra da PKK’nın silahlı güçlerini geri çekmesi üzerine devlet ve örgüt arasında dolaylı ve direkt görüşmeler yine başladı. Bir süredir Barzani’nin ısrarıyla ilerleyen bu süreçte dün önemli bir aşamanın kaydedildiği ortaya çıktı. Teyit edemediğimiz ama güvenilir kaynaklara göre, Kandil’in Levje Köyü’nde, örgüt, Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin temsilcileri ve devlet arasında yapılan görüşmelerin sonuncusunda, geri çekilmeyi esas alan ateşkes ilanı konusunda şartlarda anlaşmaya varıldı.

    Kaynaklara göre görüşmelere örgütü temsilen başında Sabri Ok ve Mustafa Karasu’nun bulunduğu geniş bir heyet katıldı. Kaynaklar, PKK’nın Barzani’nin yoğun çabası ile anlaşma zeminine gelmelerini birkaç faktöre bağlıyorlar. Öncellikle, Başbakan Erdoğan’ınKurban Bayramınamazını kıldığı Sultanahmet Camisi çıkışındaKCKhakkında bir soruyu cevaplarken “Silahın bırakılması halinde birçok şeyin olumlu istikamette gelişeceğini rahatlıkla söyleyebilirim” şeklindeki sözlerinin, o sırada devam eden dolaylı ve doğrudan görüşmelere gönderilmiş bilinçli bir mesaj olduğu ve örgütün bunu dikkate aldığı kaydediliyor. Arap Birliği’nin Suriye kararı ile Esad yönetiminin geleceğinin şüpheli hale gelmesi de örgütün ateşkes ve çekilme kararındaki en büyük ikinci etken olmuş durumda.

    Bu iki ana etkenin yanında ağır kış koşullarının, örgütün gerçekleştirdiği sivil ölümleri ve verilen ağır PKK’lı kayıplarının getirdiği yalnızlaşmanın da etkili olduğu belirtiliyor. Başka bir kaynak ise, dün gerçekleşen görüşmede, daha evvel Taraf ‘tan Veysi Polat’ın yazdığı üzere örgütün koşullarda anlaşmakla birlikte, tüm bu sürecin Öcalan’ın çağrısı ile yapılmasında ısrarcı olduğu bildiriliyor. Buna göre örgüt anlaşma koşullarını ve çekilme çağrısını Öcalan’ın yapmasını şart koşuyor.

  14. özgürlükçü

    iktidar-devlet-sermaye ve çürümüş sistemin yalayıcısı casus biz stalinizme karşı mücadele eden özgürlükçü devrimcileriz yaladığın devlet ve iktidarla pkk anlaşıp kirli savaşı bitirirlerse bizim gibiler üzülmez sevinir ama sen bunca küfürün ve şeytanlaştırmaya çalıştığın pkk nin kürtlerin isyan ve özgürlük örgütü olduğunu kabul edip devletletin şimdiye kadar söylediklerinin yalan olduğunu en azından söyledikleri gerçekse o şeytanlaştırdığı ile anlaşması bile aslında bu kirli savaşı kürtlerin kazandığını göstermezmi?aslında bu anlaşma yapıldı ise en azından sorunun siyaseten çözümünün fırsatı olup anaların gözyaşının dindiği şiddet ve çatışmanın olmadığı bir zemin olumludur fakat kürt sorunundan kaynaklı isyan ve savaşı önlemesi işlevine rağmen gerçekte kürt sorunun eşitlikçi özgürlükçü gerçek bir çözümünün olmadığı bunun için kürtlerin iradesinden geçmeyen hiç bir çözümün kürt sorununu çözemeyeceği açıktır.böyle bir gerçek barış birlikte yaşama ve eşitlikçi çözümü devleti ve mevcut düzenin savunucusu iktidarlarla olamayacağı geleceğin özgürlükçü demokratik gerçek halk iktidarında olabileceği açıktır.bununda sistem mağdurlarının ve toplumsal muhalefetin iktidarının aşağıdan yukarıya inşasına ihtiyaç vardır.bunun ilk adımı olan sistem mağdurları ile özgürlükçü siyasi kürt hareketinin birlikte iş yapma örneğini yarın kazlıçeşmede gösterip bende burdayım diyeceğiz.ANA DİLİM LAZCA OLUP BDP üyesi olmam çürümüş sistemin devlet ve iktidarını çok KORKUTTUĞUNUN farkındayım ve BENDE BURDAYIM

  15. mikail firtinaci

    Orlando Figes’in tarih disiplini içerisinde rezil bir kişilik olduğunu düşünüyorum. Ama burada bizi ilgilendiren onun disiplin etiği değil tabii ki siyasi tavrı ve yazılarından çıkanlar.

    ben eleştirilerinize saygı duyuyorum. Ama farklı bakış açıları olabileceğini de kabullenmelisiniz. Örneğin benim “sert” komünistliğe (ben sol komünizm demeyi tercih ediyorum) yolum anarşizm ile başladı. Rus devrimi ve 1917 ile başlayan devrimci işçi sınıfı kalkışması üzerine okudukça ve kişisel deneyimlerimle bunlar harmanlanınca marxizme kaydım. Okuduklarım ve incelemelerim samimi olarak beni bolşeviklerin bir heyhula ya da canavar veya iktidar delisi manyaklar olmadığına ikna etti. 70’lerin sizin de zamanında dahil olduğunuz Türk solu nasıl bolşevik partisinin olduğu şey ile uzaktan yakından alakalı değilse, stalinizm (veya leninizm veya troçkizm) de bolşevizm değil.

    Dolayısıyla rus devriminin tarihiyle samimi bir şekilde ilgilenen bir sosyalistin (sert ya da yumuşak fark etmez) şu soruyu sorması anlamlı olur: Nasıl oldu da bu parti kendi kendisini yok etti? Çünkü soğuk savaş ideolojisinin ister rusya, ister batı versiyonu olsun, gerçeğin bu yönünü, yani rusya’da ki devlet kapitalizminin BOLŞEVİKLERİ DE YOK ETTİĞİNİ görmezden gelmekte. Eğer bugün sadece stalinin yaptığı baskıya ve zulme bakar ve burdan yola çıkıp kestirme bir şekilde “işte bolşevizm budur” dersek, devrim ve işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele etmiş ve toplama kamplarında ya da gulaglar da hayatı son bulmuş binlerce devrimciyi de unutmamız gerekir. Unutmayalım ölenler sadece sosyal demokratlar ya da hristiyan demokratlar değildi…

    Benim vicdanım buna el vermiyor. Ama mevzu sadece vicdan sorunu da değil: devrimin neden yenildiğini anlamak istiyorsak bu mevzuya geri dönmeliyiz kesinlikle. Çünkü cevap sadece stalin’de ya da “bürokrasi”de değil… Keşke bu kadar basit olsaydı diyor insan bir yandan ama olayın üzerinden geçen 80-90 yıl artık bu kadar basit hazırlop cevapları kaldırmıyor…

    Bir iki önerim olacak eğer ukalalık olarak değerlendirmez iseniz:

    Wendy Goldman’ın “Terror and Democracy in the Age of Stalin” adlı kitabı: kitap yeni arşiv çalışmalarını harmanlıyor. Figes ya da Pipes türü soğuk bir anti-komünizm ile değil az çok eli yüzü düzgün bir sosyal-tarih perspektifi ile yazılmış. Rusya’da ki terörün son dönemde çıkan sağlam analizlerinden.

    yine mevzu üzerine arşivlerden en son çıkan dökümanlardan faydalanarak derlenmiş şu kitapta çok faydalı: J. Arch Getty, Oleg V. Naumov, The Road to Terror: Stalin and the Self-Destruction of the Bolsheviks, 1932-1939

    Sanırım isim kitabı anlatıyor.

    herkese saygılar ve sevgiler,
    mikail

  16. Gün Zileli

    Mikail arkadaşım. orlando Figes’i tanımam etmem. Kişiliğine de belemem elbette ama ona, yazdıklarından dolayı şükran borçluyum. Gerçekleri ortaya koyan tarihçileri ve yazarları (örneğin Soljenitsin’i) öyle Marksist bir ukalalıkla bir çırpıda ve hovardaca harcamanın Stalinizm dergahına su taşımak olduğunu düşünürüm. anarşizmden Marksizme bir yolculuk oldukça ilginç olsa gerek. Ben de Marksizmden anarşizme bir yolculuk yapmıştım ve bundan hiç de şikayetçi değilim. Elbette özgürlükçü Marksistler de vardır ama şunu unutma ki, sol komünistler de bizzat Lenin ve Troçki tarafından harcanmışlardı. Bolşeviklere çok yanıyorsun, ben de yanıyorum ama şunu bilmelisin ki, kendilerini yok eden yolu kendi elleriyle döşemişlerdir. Sertlikten devrimcilik anlamında şikayet etmem ama Bolşevik sertliği hiç de hayırlı sonuçlar doğurmamıştır. Hem sol komünist hem de Bolşevik olmak ise bana pek mümkün görünmemektedir. Önerdiğin kitaplar çevrilebilse ne iyi olurdu. Ben elimden geleni yaptım ve yapıyorum. Sizin gibi genç devrimcilerden de eh artık bir şeyler bekliyoruz. sevgilerimle.

  17. özgürlükçü

    bolşevik devriminin neden yenildiğini en başlarında kropotkinin ölümünün tarihlerinde anlayıp söyleyenler olduğuna göre en azından bu gün bile bu yolun sosyalizm inşa edemeyeceğini bilip kendi evlatlarını yiyen satrünu ilk farkedenlerin neler dediğini referans almamız gerekmezmi?başta goldman olmak üzere devrimci anarşistlere bunu nerdeyse en başında söylemeleri başlangıçta heyecanlanıp katılıp katkı vermek için ellerinden geleni yapmaları bile samimi eleştiri ile sonuç alamayıp bolşevikleri kendi anlayışı ve iktidar hegemonyaları ile başbaşa bırakması bu gün bile anlaşılamadıysa ne zaman anlaşılacak bilemiyorum.

  18. Ahmet

    Sevgili Mikhail,

    “Bir çoklarının yapmayı pek sevdiği gibi teleolojiye kaçmadan, yüksek tepelerden geriye bakıp yenik devrimcilerin çiğnenmiş miraslarına bir kere daha tükürmeden” bu sozlere katilmamak mumkun degil.

    Güz Zileli, tartışamadığı zaman yaftalamayı pek sever, benimle tartışma yerine bana Stalinist diye saldırmasının sebebi budur. Stalinist değilim, ancak son yıllarda soğuk savaş propagandaları sosyalizmin geçmişine bir eleştiri olarak sunuluyor, ben buna karşı çıkıyorum. Geçmiş sosyalizm deneyimleri, soğuk savaş tezleri ile anlaşılamaz. Çünkü bu tezlerin amacı zaten o dönemi anlamak değil, ama bir bütün olarak sosyalizm idealinin öldürülmesidir.

    SSCB de sosyalizmin neden sonunda karşıtına, yani kapitalizme evrildiğini anlamanın yolu 1917 dönemini iyi anlamaktan geçiyor bence. Tüm olanların sorumluluğunu Stalin’e vb yıkmak, bence tarih dışı ve yanlış bir yaklaşım. SSCB nin başında Troçki ya da Lenin, ya da anarşistler ya da menşevikler olduğunda da sorun bence pek değişmeyecekti. Nitekim SSCB den daha farklı sosyalizm anlayışlarına sahip olan Küba, Yugoslavya, Çin, Kuzey Kore vb de de durum pek farklı olmadı. Hepsi kısa zaman sonra parti diktatörlüklerine dönüştüler ve kapitalizme evrildiler. Bu konuda en sona kalan hem Küba hem de Kuzey Kore kapitalizme dönüş anlamına gelecek reformlara başlamış durumdalar.

    Asıl sorun bence, sovyet devrimini yapan emekçi kitlelerin öz örgütü olan sovyet komiteleri ile devrimci partiler arasındaki çelişkiden kaynaklanır. Tabii bunun yanında olayı karmaşıklaştıran bir çok faktörde vardır ama bence süreci belirleyen asıl sorun sovyet komiteleri ile devrimci yapılar arasındaki çelişkilerdir. Ne yazık ki bu çelişki sovyet komitelerinin zararına ve bolşevik partinin yararına çözüldü.

    Tabii burada bazı anarşistler asıl meselenin bolşeviklerden ve bolşeviklerin sosyalizm anlayışından kaynaklandığını iddia ediyorlar. Ama şunu unutuyorlar. O dönemde anarşistlerde belli bölgelerde iktidar oldular. İç savaşı başlatan Samara hükümeti aslında anarşistlerin ağırlıklı olduğu bir hükümettir. Ve hükümet oldukları dönemde Sibirya’da yaptıkları herkese rahmet okutur. Alexandre Berg olsun ya da Emma Goldman olsun, her ne kadar Makhno’nun ne kadar iyi bir devrimci olduğunu anlatıp dursalar da, mesela Bergman iş sovyet üyelerine geldiğinde onların Makhno kuvvetleri tarafından asıldığını hiç de kınamadan anlatır. Makhno ömrünün son yıllarını, kuvvetleri tarafından yapılan yahudi ve alman pogromlarını açıklamak için geçirir. ( Yine Bergman ve Goldman anılarında Makhno’yu aklamaya çalışırlar ama Ukrayna’da görüştükleri kişilerin hemen hepsinin halka ve yahudilere pogrom uygulamayan tek politik yapının bolşevikler olduğunu soylediklerini yazmak zorunda kalırlar. Bunun anlamı Makhno kuvvetlerinin pogrom uyguladığıdır) Keza bolşevikleri iktidara getiren olaylar zincirinde en önemli halka Kornilov darbesidir. Ama şu an biliyoruz ki Kornilov darbesinin arkasında aslında Kerenski hükümetinin sovyetleri özellikle Petersburg sovyetini dağıtma planı vardır. Kerenski hükümeti içinde anarşistlerin de bulunduğu bir hükümettir.

    Bunları söylememin sebebi şu, o dönemde sovyet komitelerinde örgütlenmiş emekçilerin çıkarlarını en iyi savunan solcular bolşeviklerdi ve sovyetler bazı diğer solcuları denedikten sonra iktidarı bolşeviklere verdi. Diğer gruplar, mesela gerek menşevikler gerekse anarşist gruplar ya halkın kendi öz örgütlenmeleri yerine burjuva parlemantoyu ya da doğrudan savaşı destekledikleri için kitleler arasında hızla desteklerini kaybetmişlerdi. Bolşevikler politikalarında samimi idiler, başa gelince de büyük bir adanmışlıkla savundukları tezleri gerçekleştirmeye koyuldular. Bu noktada emekçilerin bolşeviklere olan desteği hızla arttı ve süreklilik kazandı.

    Bolşevikler kendini devrime adamış insanlar olabilirler ama sovyetlerden gelmiyorlardı. Sovyetlerin taleplerini sonuna kadar savundular ama yine de eğitilmiş ve kendini adamış bir grup insan olarak sovyetlerdeki emekçi halk kitlelerinden ayrılıyorlardı. Aslında bu durum ta başından beri sorun yaratsa da halkın taleplerini savundukları sürece bu sorun herkes tarafından görmezden gelindi. Ama bu durum bürokratlaşmanın kaynağı oldu. Zaten bürokratlaşma bir eğilim olarak ortaya çıktıktan sonra onu durdurmak oldukça zor.

    Bolşevikler içinde başlangıcından beri bürokratlaşmaya teşne insan çoktu ama bir tüm olarak bolşeviklerin büroklaşmaya teşne olduğunu söylemek yanlış olur. Isaac Deutscher ki kendisi anti stalinisttir, Stalin’in bile bürokrasiye karşı olduğunu söyler (hem de 1960 lı yıllarda) ve 1937 büyük temizlik hareketinin asıl olarak bürokrasiye karşı olduğunu belirtir.Ancak bu temizlik bile bürokrasiyi güçlendirmekten başka bir işe yaramamıştır. Ancak bolşeviklerin parti yapısı sovyetlerle aralarındaki çelişkiyi demokratik bir biçimde çözebilmekten çok uzaktı.

  19. Ahmet

    Sevgili Mikhail,
    Getty, Naumov ve digerleri Sheila Fitzpatrick vb burjuva sovyetologlardir ama durustturler. Bu noktada Conquest, Service gibi soguk savas propagandacilarinin iddialarini curuten arastirmalara imza attilar, bu noktada da revizyonist denilerek baya saldiriya ugradilar. Burjuva terminolojide revizyonizm bunlari mesela yahudi soykirimini reddedenlerle ayni gruba koyuyordu. Ama mesela Conquest bu yazarlarin calismalarindan sonra bazi iddialarindan vazgecmek zorunda kaldi.

    Bu yazarlar 1990larda arsivler acildiktan sonra baya belgenin gun isigina cikmasini sagladilar. Ama tabi bu yazarlarinda burjuva dunya gorusunden kaynaklanan kafa karisikliklari yok degildir. Mesela Getty ve digerleri niye mahkemelerde saniklarin suclamalari kabul ettigine dair oldukca komik yorumlar ileri surer. Iskence diyemezler cunku eldeki deliller buna izin vermiyor. Bunun yerine ise parti disiplinini one surerler ve bu disiplin geregi partiyi destekleyen bir ritual olarak bu itiraflari yaptiklarini ileri surerler.
    Ama bunun disinda bahsettigin kitap ve Yale Universitesinden yayinlanan diger kitaplar sovyet tarihi ile ilgilenen herkesin okumasi gerekli olan kitaplardir.

  20. mikail firtinaci

    Sevgili Gün arkadaş,

    Sol komünistler ve bolşevikler konusunda ufak bir not: esasında bolşevikler içerisinden sol komünistlerin bir çok önemli ismi çıkıyor. Bunlardan en bilineni de G. I. Miasnikov. Miasnikov sadece anarşist yoldaşlarına yayın özgürlüğü talep etmekle kalmıyor Lenin’in DE hatalı olduğunu söylemeye cesaret eden partideki ilk önemli figürlerden oluyor. Miasnikov ile ilgilenenler için ne yazık ki henüz türkçe de fazla kaynak yok. Ama sovyet iktidarını sonuna kadar savunup parti liderliğini en sert bir şekilde eleştiren devrimcilerden kendisi – troçki’den çok daha önce… Ve parti içerisinde kesinlikle yalnız değil. Dolayısıyla Bolşevikler ile sol komünistler arasında sadece bir yoldaşlık değil süreklilik de var. Elbette burada miras kavgası yapmak değil derdim. En nihayetinde bolşevizm bir çok hataya ve yalnış kavrayışa sahip bir siyasi akım. Ama bolşevikler içerisinden çıkan sağlam devrimci unsurlar olmasaydı elimizde çok fazla materyal olmazdı bu akımın eliştirisi için.

    Sevgili Özgürlükçü,

    Goldman ve Berkman’ı yeniden okumak konusunda size katılıyorum. Şahsen benim en ilginç ve faydalı bulduğum rus anarşistleri Volin ve Maximoff. Ama kesinlikle haklısınız bu kuşaktan insanlara geri dönmek konusunda. Sorun şu ki bu devrimcilerin olayların ateşi içerisinde, kendi durdukları yerden resmin tümünü o anda görememiş olmaları son derece mümkün. Bu onların katkısını yadsımak anlamına gelmiyor. Tersine soğuk kanlı bir şekilde tekrar katkılarını değerlendirmeyi ve bir kere daha sabırla incelemeyi gerektiriyor kanımca.

    Sevgili Ahmet,

    Soğuk savaşın yarattığı ideolojik atmosfer konusunda size sonuna kadar katılıyorum. Stalin ve Hitleri birbirine denk tutmak sadece Rusya’da ki yenilgiyi anlamayı zorlaştırmaz aynı zamanda almanya’da nazi ki iktidarı da kavramayı imkansız kılar. Kişisel kanaatim 50’ler de amerikan devletinin ideolojik propagandasına soyunmuş arendt gibi isimlerin yeniden-ürettiği totaliteryanizm kavramının böylesi bir yanlış yönlendiriciliği olduğu. Lakin dikkatli bir okuyucu arendt’in totaliteryanizm üzerine adlı çalışmasında sürekli olarak ABD’yi “ideal demokrasi” gibi göstermeye çalışan ve burjuva sınıfı ile onun hegemonyası altındaki sivil toplumu özgürlüğün ve devlete karşı duruşun savunucu olarak göstermeye çalışan temelsiz ve tarih dışı yorumları fark edecektir.

    Bununla birlikte bu iyi niyetli ya da art niyetli kafa karışıklıklarının temelinde Rusya’da ki bürokrasinin abartılıp bir mite dönüştürüldüğü olgusu duruyor. Arşivlerden çıkan son belgeler sadece Stalin’in Rus emekçileri ve sosyalistlerine verdiği zararın bildiğimizden daha büyük olduğunu göstermekle kalmadı (bknz: Arch Getty’nin yukarıda referans verdiğim kitap bu konuda çok önemli dökümanlar içeriyor). Aynı zamanda rus devletinin zaman zaman kendi kontrolünü de aşan dev bir özerk ve hatta neredeyse demokratik katliam süreci yarattığını da gösterdi. Öyle ki, Rusya’da devrim, savaş ve iç savaşın ağırlığıyla ciddi anlamda yıpranmış merkezi devlet otoritesi, kitleleri kendi katliamlarına ikna edebilmek ve onları mobilize edebilmek zorundaydı. Dolayısıyla görünen o ki tablo sandığımızdan çok daha korkunç. Öyle ki 30’lar da fabrikalarda ki işçiler stalinist ispiyon hezeyanına kendilerini kaptırmış gibiler ve bunu “bürokrasinin eleştirisi” maskesi altında yürütmüşler. Ancak böylelikle 5 yıllık kalkınma planlarının yarattığı baskının yükü ve kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluğun gerilimi parti ve devlet aygıtında ki orta kademe uzmanlara ve eski sol muhaliflere (parti içinden ya da dışından) yönlendirilebilmiş gibi görünüyor.

    Hal böyleyken neydi şu bürokrasi sorusunu bir daha sormak lazım. Acaba kitlelerden ayrık bir şekilde ayakta durabilmekte miydi bu aygıt? Onların rızası olmadan? En başta neden sovyet temelli bir iktidar değil de sırtını devlete dayıyan ve sınıftan özerk bir bürokrasi kuruldu peki? Ya da nasıl oldu da bu bürokrasi kendisini işçi sınıfı gözünde meşrulaştırabildi?

    Burada stalinizmin kendini meşrulaştırmak için kullandığı demagojilere prim vermeden bu sorulara cevap aramaya çalışmak gerekir sanırım.

    Dostlukla

  21. mikail firtinaci

    Ahmet,

    son yorumunuzu şimdi gördüm. Dediklerinizin hepsine sonuna kadar katılıyorum. Fitzpatrick çok tuttuğum bir tarihçi olmasa da gerçekten “revizyonist” tarihçilik çok önemli şeyleri ortaya çıkardı. Bir çok miti yıktı. Artık bir adım öteye gidip komünistler ya da anarşistler açısından eldeki yeni verinin politik sonuçlarını çıkarmak lazım sanırım. Bilmem katılır mısınız?

  22. Ahmet

    Selam Mikail,
    Aslinda bu tarihcilerin hepsi burjuva tarihciler ama soguk savas propagandacilarindan farki gercegi anlamaya calismalari, bu noktada bunlari okumak oldukca faydali.

    Soguk savasta emperyalistlerin sosyalist kampa karsi yuruttukleri ideolojik savasin bir cok ayagi vardir. Bunun bir ayagi Conquers ya da Service gibilerin soguk savas propagandasi yayinlari iken bir baska ayagi ise cogunlugunu eski sosyalist marksist bir cok aydinin olusturdugu bir takimin totalitarizm turkusunu soylemeye baslamasidir. Arendt bu aydinlardan ilki olmasa bile onlardan birisidir.
    Arendt’in sanirim 1954 de Karl Jaspers’e yazdigi bir mektup vardir. Mektupta ABD deki baskici ortami cok guzel anlatir. Ama gercek hayatta ise ABD nin bu yonunden hic bahsetmez. Korkunc iki yuzlu bir kadindir. Alman emperyalizminden bahsetmeden nazizmi mahkum etmeyi basaran nadide bilim kadinlarindan. Nazizmi kotuluk gibi dinsel simgelerle aciklar. Hitler ‘kotu oldugu’ icin bu katliamlar yasanmistir. Alman devleti alman emperyalizminin yasam alani aramasi, sosyalizmi yok etmeye yeminli emperyalizm vb onun icin yok gibidir.
    Bu kesimin bence iyi okunup tartisilmasi lazim. Cunku Turkiye de insanlari AKP fasizmini desteklemeye goturen sol liberal tezler bu grubtan kaynaklanir. Bu grupta Franz Borkenau gibi frankfurt okulu kurucusu eski komunistler, James Burnham Irwing Kristol gibi eski trockistler ya da Karl jaspers Robert Montgomery gibi sagci dusunurler yer alir. Bunlarin yazdigi dergilerin hepsi (partizan review, encounter alnaya da Des Monat vb) dogrudan CIA tarafindan desteklenmistir.
    1936 sureci hakkinda yazdiklariniz bence biraz Getty vb den etkilenmis. Onlar da olayi aciklamakta zorlaninca boyle bir yoruma gidiyorlar ama bence olay cok daha derinde.

    Komunist parti ve burokraside korkunc bir ic catisma yasanir. Yani Stalinistler digerlerini tasfiye etti degil parti icinde ki degisik kanatlar birbirlerini tasfiye etmeye calisti ama zaferle cikan Stalin ci kanat oldu.
    Fitzpatrick devrim sonrasi emekci sinif cocuklarindan gelen yeni aydinlar grubunun eski burokrasiye karsi bir tasfiye hareketi oldugunu soyler olanlarin. Aslinda benzer tezleri 1950lerde yazdigi Stalin biyografisinde Nikolaus Basseches de savunur. Bu tez olaya biraz yaklasiyor ama bence tam aciklamiyor.
    Son yayinlanan belgeler, degisik kimselere ait anilar ozellikle Kamanev zinoviev davasindan sonra parti ici savasin birden kizistigini ve partideki kesimlerin hepsinin ellerindeki her turlu olanagi kullanip digerlerini tasfiyeye yoneldigini gosteriyor.

    Mesela Stalin’in ozellikle 1936-37 deki bir cok idama karsi ciktigi soyleniyor ama 1938 yilinda ise bir cok insanin idami icin ugrastigi soyleniyor. Karisi Stalin’in Bukharin’in tutuklanmasina karsi ciktigini anlatir.
    Bu tur tavirlar muhalefette olan insanlar icinde gecerlidir. Mesela Guinzburg anilarinda daha tasfiyeler baslamadan 1934 de Stalini bir torende gordugunde hic hoslanmadigini soyler. Ama daha sonra icerde iken Ukrayna Komunist partisi baskani su an ismini hatirlamiyorum Guinzburg’un anilarina bakmam lazim onun tutuklandigini ogrenince cok uzuldugunu soyler. Halbuki o kisi 1936-37 yilinda Ukrayna ad binlerce insanin idamina karar veren kisidir. Merkeze gonderdigi listede 160 000 kisinin idamini ister. Keza Kruscev anilarinda stalin’e 30 000 kisilik idam edilecekler listesi verdigini Stalin’in bu kadar hain olur mu diyerek sasirdigini yazar.
    Keza Bukharin’in esi Lara Bukharina hem kendisinin hemde esinin tutuklanma emrini veren Yezhov’un cok iyi bir adam oldugunu soyler. Bu idam donemi Beria ile bitmistir ama Beria ona gore cok kotu bir adamdir. acik ki Lara Bukharina Yezhov u politik olarak kendi safinda gordugu icin desteklemektedir. Halbuki Yezhov tum bolgelere kotalar vererek minimum idam edilecek kotasi koyan kisidir. Ama Yezhov’un Bukharin grubundan oldugu soylenir. Buda Bukharin’in esinin niye Yezhov’u savundugunu aciklar.
    Tasfiyeyeler basladiginda herkes elindeki yargi vb gucu ile karsi tarafa mumkun olan zarari vermeye calismis gibi gorunuyor bana.
    Mesela yine Guinzburg anilarinda cezaevindeki bir tatar millyetcisi liderin tanidigi herkesin ismini vererek sulandirmayi onerdigini yazar. Guinzburg bu yontemden dolayi binlerce sucsuz insanin tutuklanarak cezalandirildigini ( idam dahil) yazar. Zaten kamplara giden bir suru insan Stalin den nefret ederken bir cok insanda hala onu savunur. Benim kruscevin anilarindan da cikardigim benzer bir sulandirma yontemidir. 30 000 kisiyi, hah simdi hatirladim Ukrayna Komunist partisi yoneticisi Potshiev in ise 160 bin kisiyi idam etmeye kalkmasi nasil aciklanabilir?
    1930larda artik iktidar tamami ile partide bulunuyordu.Ancak tum politik hareketler farkli partilerin yasak oldugu bir noktada kendilerini partide orgutlemeye basladilar. Bu kacinilmazdi. Ama boyle farkli yapilarin hemde gizli olarak orgutlendigi bir partide ic savasta kacinilmaz bence. 1936 da olanda bu. Zaten o zaman Stalinist klik bu savastan galibiyetle cikti ama yapi devam ettigi icin savas bitmedi. 1948 de benzer bir yontemle Leningrad parti lideeri ve politburo uyesi birisi bazi arkadaslari ile idam edilir. Yine Kruscev anilarinda adamin tutuklanana kadar Stalin’in sofra arkadasi oldugunu, Beria ve digerlerinin Stalin onu ellerinden almadan hemen yargilayip idam etmeyi basardigini anlatir. Bu sefer Stalin’in olumunden sonra yine bir savas yasandi bu sefer Beria basta bir suru kisi tasfiye edildi. 1958 de Molotovlarin bu sefer kansiz tasfiyesi oldu. 1964 de bu sefer Kruscev tasfiye edildi. Mesela 1964 Kruscev tasfiyesinde devletin basina Kosigin Brejnev ikilisi gecer. Kosigin 1948 tasfiyesinde idamdan zor kurtulanlardan biridir. En sonunda da SSCB tasfiye edildi.

  23. Karanlık Çökerken / Bürokrasinin Yükselişi Bolşevizm’in Yenilgisi

    h2o Yayıncılık tarafından Prinkipo’dan Bakış serisiyle yayınlanan ilk kitap olan “Karanlık Çökerken”, Rusyalı Marksistlerin, 1917 Ekim (Kasım) Devrimi’nin ardından kurulan ilk işçi devletinin bürokratik çürümesine karşı verdikleri amansız mücadeleye ilişkin belgelerden oluşmaktadır. Gerek Ekim Devrimi’nin gerekse onun ardından kurulan devletin sınıf karakterine ilişkin tartışmaların Marksist yazında oldukça büyük bir yer tuttuğu biliniyor. Yalnızca Marksist yazında mı? Ekim Devrimi’nin ve Sovyetler Birliği’nin karakteri konusunda, burjuva aydınları tarafından yapılan ve çoğu “kapitalizmin aşılamazlığı”, “sosyalizmin ütopikliği” gibi ideolojik önyargıları kanıtlamaya uğraşan çalışmalar bile yüzlerce ciltlik bir literatür oluşturuyor.

    Bu ikinci kesim, Ekim Devrimi’ni bir “hükümet darbesi”, Marksistlerin (Bolşeviklerin) bürokratik çürümeye karşı mücadelesini ise “Stalin ile Troçki arasındaki iktidar mücadelesi” olarak ele almakta; nihayet, parti ve Sovyet bürokrasinin Stalin önderliğindeki kanadının totaliter diktatörlüğünü “sosyalizm” olarak göstermeye çalışmaktadır. Söz konusu kesim, “çalışmaktan başka bir işe yaramayan cahil işçi ve yoksul köylü” kitlelerinin hem kendilerinin hem de bir bütün olarak insanlığın yazgısını ellerine alabileceği ve savaşsız, sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya toplumunu kurabileceği düşüncesine bile tahammül edemediği için, bu çaba kolayca anlaşılabilir.

    Öte yandan, benzeri bir yaklaşımın, Bolşeviklerin bürokratik çürümeye karşı verdikleri ve 1920’li yıllara damgasını vurduktan sonra, 1930’ların ortasında kesin bir yenilgi ile sonuçlanan mücadele ile ilgili olarak, genel olarak “sosyalist hareket” içinde de yaygın biçimde kabul gördüğüne tanık oluyoruz. Bu, özellikle, sorgulama, inceleme ve okuma alışkanlığının pek fazla olmadığı; bilgiden çok inancın egemen olduğu Türkiye gibi toplumlardaki sosyalistler için fazlasıyla geçerli. Bu durumun en kolay açıklaması, çoğu kez yapıldığı üzere, “çeşitli türevleriyle Stalinizm’in onlarca yıllık ideolojik-siyasi hegemonyası” olabilirdi. Ama aynı anlayışın, kendilerini Stalinizm’e karşı konumlandıran kişi ve çevreler içinde de yaygın biçimde var olması, yanıtın başka yerlerde aranmasını gerektiriyor.

    Rusya’da, 1917 Ekim Devrimi sonrası 20 yıllık dönemde yaşananlara, örneğin, futbolun en temel kurallarını bilmeden taraf tutan fanatik taraftar gözüyle bakıldığında, Stalin önderliğindeki hizbin, devrimi gerçekleştiren Merkez Komite’nin ezici çoğunluğunu –binlerce “sıradan” Komünist ile birlikte- ortadan kaldırmasını, “dava uğruna” alkışlamak mümkün olabiliyor. Yine aynı yaklaşımla, Lenin, Troçki ve diğer Marksistler, hatta bir bütün olarak Marksizm de, yaşanan bütün felaketlerden sorumlu tutulabilir. Oysa ortada bir “kutsal mahkeme” yok. Mesele de, basitçe, kimin “haklı” kimin “haksız” olduğu değil; tarihteki ilk işçi devletinin en baştan sahip olduğu bürokratik yozlaşma sürecinin neden önlenemediği ve totaliter bürokratik bir diktatörlüğe evrildiğidir. Sovyet ve parti bürokrasisinin Stalinist hizbinin mutlak iktidarının Marksist kuramın kaçınılmaz sonucu olup olmadığına ise ancak sürecin gerçek bilgisine ulaştıktan sonra karar verilebilir. Bu kitapta derlenen belgelerin, okurun söz konusu dönem hakkında birinci elden bilgiler edinmesine yardımcı olması umuluyor.

    İlk işçi devletinin kurulmasına önderlik eden Rusyalı Marksistlerin Stalin’in adında cisimleşen ve işçi sınıfını onlarca yıl egemenliği altında tutmuş olan totaliter bürokratik eğilime karşı mücadelede yenilgiye uğramış olması, kuşkusuz, içinde bulunulan maddi koşulların sonucuydu. Bu tespit, elbette, söz konusu Marksist önderlerin o süreçteki hata ve zaaflarını yok saymak, onlara mutlak haklılık kazandırmak –bu yolla bir tür kutsallık atfetmek- anlamına gelmiyor. Bundan kastedilen şey, söz konusu hata ve zaafları anlayabilmek için de, aynı maddi toplumsal süreçlere bakmak gerektiğidir.

    Bütün bunlara, Sovyet devletinin totaliter bürokratik bir diktatörlüğe dönüşme (bürokratik karşı devrim) sürecinin ilk yıllarında yaşananların, sosyalist hareketin bugününden bağımsız olmadığını ve geleceğine yol gösterdiğini de eklemek gerek. Unutmayalım ki Marksistler, geçmişe, bugünü anlamak ve geçmişte yaşananlardan gerekli sonuçları çıkartarak geleceği daha sağlıklı biçimde kurmak için bakarlar. Dolayısıyla, bu derleme, günümüzden ve geleceğimizden kopuk bir “tarih hevesi” ile değil; tersine, sosyalist işçi hareketinin bugün içinde bulunduğu durumu daha iyi anlamak ve geçmişte yaşananlardan gerekli dersleri çıkartarak daha sağlıklı bir gelecek projesinin hazırlanmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmış ve okuyucuya sunulmuştur.

    Edinmek için: http://urun.gittigidiyor.com/kitap-dergiler/karanlik-cokerken-halil-celik-47619429

    http://www.sosyalizm.eu/?p=3424

  24. Troçkistler'e

    Gün Zileli denilen adamin “Siginmacilar” adli kitapta Yahudiliginden dem vurarak Troçki’ye ne kadar utanmazca küfür ettigini okuduysaniz artik bu adamla ne Troçki, ne de Lenin konusunda tartislamayacagini anlamis olmalisiniz, bu adam iktidar, söhret ve kariyer açligi ile gözünü hirs bürümüs komik bir kukladan ibarettir, siz de burada bu sözde adamla tartisarak bu tiyatroya alet olmayin.

  25. Gün Zileli

    24 nolu yorumun sahibi arkadaştan ricam şudur: Bi zahmet, yukardaki iddiasını doğruflayacak cümle ya da paragrafı Sığınmacılar kitabından aktarıversind de herkesle birlikte ben de öğreneyim ne kadar ırkçı olduğumu. Lütfen kırma beni. Çok zahmetli değildir buraya aktarıvermek. Ama aktarmazsan sadece iftiracı olarak anılacağını da unutma.

  26. Gün Zileli

    Hitler rejimi ile Stalin rejimini karşılaştıracak olursak Stalin rejimi çok daha boğucu bir baskı rejimidir. Bu yüzden Stalin’le Hitler’i bir tutmuyorum, Stalin rejimini çok daha berbat buluyorum. Stalin, Hitler’den çok daha fazla komünist öldürmüştür, çok daha fazla muhalif öldürmüştür, çok daha baskıcıdır, ceza hukuku çok daha berbattır, polisi çok daha işkencecidir. Örneğin Gestapo gerçek muhaliflerin izini sürerken GPU, muhalif imal etmiştir, Stalinistleri bile içeri alıp öldürmüştür (Bkz. Güney Yanığı filmi,) Stalin rejimi Hitler rejimi ile bir tek Yahudi katliamı konusunda yarışamaz.

  27. Gün Zileli

    24 nolu yapan arkadaşı zahmete sokmayayım da onun atıfta bulunduğu paragrafları ben buraya elektronik yoldan kolayca taşıyayım. Görüleceği gibi burada kimseye hakaret ya da küfür edilmemekte, sadece Londra’daki cemaatler tasvir edilmektedir:

    “Böyle ruhani konulara girmişken Londra’nın kuzey bölgesindeki Stanford Hill semtinde yoğun olarak yerleşmiş dindar Yahudilerden söz etmemek olmaz. Bu Yahudilerin, Rusya ve Doğu Avrupa kökenli olduğu, büyük çoğunluğunun yirminci yüzyılın başlarında, pogromlardan kaçarak bu ülkeye sığındıkları söylenir.

    Özellikle, Yahudilerin ibadet günü olan cumartesi günleri, öğle vakitlerinde Stanford Hill’den geçerseniz, sinegoglardan çıkmış kara bir yığının caddeleri doldurduğunu görürsünüz. Yüzlerine biraz daha yakından baktığınızda, koca burunlu, keskin bakışlı binlerce “Troçki”nin sokaklara döküldüğü zehabına kapılırsınız. Delikanlılar da dahil, yetişkin erkeklerin hepsi geniş kenarlı, arkadan bir bantla kafaya sabitlenmiş siyah fötr şapka ya da kenarları kürklü, tuhaf, kocaman bir kalpak giyerler. Bazıları da kafalarına avuç içi kadar bir Yahudi takkesi oturturlar. Kalpaklıların daha da aşırı dindar olduğu söylenir. Erkek çocuklar da dahil tüm erkekler siyah takım elbiselidir. Bazılarının ceketlerinin altından, bellerine bağladıkları, peştemala benzer bir bezin uçları sarkar. Yetişkin kadınların hepsi, birbirinden ayırt edilemeyecek kadar benzer peruklar takarlar, çünkü aslında kafaları sıfır numaraya vuruludur. Bu kesimde, üreme dışı cinsel ilişkinin, hatta tensel temasın günah olduğu rivayet edilir. Kız çocukları da dahil bütün kadınlar, kalın gri çorap, düz ayakkabı ve dizin epeyce altında tayyör türü etekler giyer.

    Fakat dindar Yahudilere ilişkin dış gözlemlerin en önemlisi bunlar değildir. Giyimden daha önemlisi, bu insanların yüzleri ve bedenleridir. On yaşına kadarki erkek çocukların neredeyse hepsi, solucan gibi ince, zayıftır (bazıları da “titreyen muhallebi” türünden şişman bir et yığınıdır). Dünyaya geldikleri andan itibaren iradelerinin dışında bir zorlamaya ve disipline tabi tutulmaktan kaynaklanan bir eblehlik ifadesi taşıyan yüzlerinde, sanki tursille yıkanıp oğulmuş gibi uçuk pembe bir beyazlık göze çarpar. Şakaklarından bukle bukle aşağı sarkar saçları. Kafalarında, saçlarına bir firketeyle tutturulmuş, Müslümanlarınkinden daha küçük, avuç içi kadar Yahudi takkesi vardır. Nedense çoğunluğu gözlüklüdür. Yürüyüşlerinde, bir sarsaklık ve titreklik vardır.

    Bu çocuklar, on yaşından sonra, “merkezden” verilen bir “emir” sonucu, hep birlikte, aniden balon gibi şişmanlar ve şişerler. Birdenbire, o çocuk titrekliklerinin yerini, acınası bir hantallık alır. Yüzlerindeki akça pakçalık, pembe şişkin yanaklarla daha başka bir anlam ya da anlamsızlık kazanır. Artık kafalarında bere yerine, arkadan şeritli kara fötr şapkalar, üstlerinde kendilerine bol gelen siyah takım elbiseler vardır. Gözlerinde, keskin zekâyla eblehliğin tuhaf bir karışımı fark edilir. Delikanlılıktan yetişkinliğe adım attıklarında tek değişiklik, yüzlerindeki sakallarıdır (hepsi değil). Eski aptalımsı akça pakçalık sakalla biraz gölgelenmiştir. Şişmanlık artarak devam etmektedir.

    Orta yaşa gelenler, şişmanlıktan çok kalınlıkla tanımlanabilir. Neredeyse hepsi kalındır, göbeklidir. O çocuk beyazlığının, saflığının ve kaderine boyun eğmiş eblehliğin yerini, hesapçı insanlara özgü, çevreyi kuşkuyla süzen bakışlar almıştır. Sakallar ağarmaya başlamıştır. Yaşlıları, iyice hantal bir kalınlık halini alırlar. Bazıları nur yüzlü olsa da genelde bencil ve kuşkucu insanlar oldukları izlenimini verirler. Dini inancın insanın fizik görünümünü ve fizyolojik yapısını belirlediğini gösteren en iyi örnek Stanford Hill Yahudileridir. Bu gelenekçi yapıyı nasıl böylesine koruyup, askeri bir nizam ve intizam içinde bu çocukları nasıl böyle seri imalat halinde üreterek ortalığa salıveriyorlardı, hep hayret etmiş, bu bağnaz ve gelenekçi topluluğun içinde doğmadığıma şükretmişimdir.

    Sanki Müslümanlar çok mu farklıdır? 20. Yüzyılın başlarında yoksul Yahudilerin yoğun olarak yaşadığı ama günümüzde artık Pakistanlıların ve Bengallilerin oturduğu bir Müslüman mahallesi sayılan White Chapel tarafına gittiğinizde de inançlı bir Müslüman kalabalığı ile karşılaşırsınız. Orada, White Chapel High Street üzerinde, minaresinden ezan okunan, oldukça güzel, büyük bir camileri bile vardır. Özellikle cuma günleri öğle vakti dolar taşar bu cami. Pakistanlı ve Bengalli Müslümanlar, daha çok Hint kültürünün etkisiyle, pantolonlarının üzerine etek gibi bir şey giyerler. Yaşlı erkekleri bıyıksız sakal bırakır. Hepsi Müslüman takkesi takar. Gözlerinde, tevekkülün doğurduğu koyunumsu bir donukluk vardır.

    Özellikle Somalili Müslüman kadınlar, sözleşmiş gibi koca kıçlıdırlar. Renkli çarşaflar giyen bu kadınlar, daha genç yaştan itibaren devasa kalçalar büyütüp katmerli göbekler salmayı ve fazla ağırlıklarından dolayı sağa sola devrilerek yürümeyi ortak bir örgütsel karar gibi hayata geçirirler. Somililerde kadın sünneti yapılmaktadır. Somalili kadınların seküler olanları da arasıra göze çarpar ve onlara baktığınız zaman bu kadın sünnetinin nedenini aşağı yukarı anlarsınız. Dindar olanlar gibi özel bir “emirle” şişmanlamayı reddeden bu Somalili kadınlar, çikolata rengi tenleriyle ve son derece güzel vücutlarıyla, aslında bu ırkın kadınlarının çok güzel ve çekici olduğunu net bir şekilde ortaya koyarlar. Somalili erkekler, demek çareyi, kadınların klitorisini kesip, onları, kadın olduklarını hatırlatmayacak ölçüde şişmanlatmakta bulmuşlar!

    Dünyanın en kozmopolitan kenti denebilecek Londra’da son derece komik manzaralarla her an karşılaşmanız mümkündür. Bir gün, büyük turistik mağazaların yoğun olduğu Oxford Street’de yürüyordum. Bir de baktım gözleri bile görünmeyecek ölçüde kara çarşaflara bürünmüş altı kadın (muhtemelen kadın) tek sıra halinde lüks bir mağazanın kapısından içeri giriyor. Arkalarında da, uzun ceketli İngiliz bodyguardlar. Herhalde Dubai Emirinin karıları alışverişe çıkmıştı!

    Londra’da böyle aşırı örtünen, sadece gözleri görünen, bazen gözleri bile örtülü kadınlara rastlarsınız. İngilizler bu tür görüntülere bir ilginçlik olarak bakarlar ya da hatta çoğunlukla bakmazlar bile. Biz, Müslüman ülkelerin sekülerleri daha çok bakarız bu tür manzaralara. Böyle aşırı örtünen kadınlar, daha çok Arap emirliklerinden ya da Suudi Arabistan’dandır. Kadınları sadece başlarını örten diğer Arap ülkelerinden Araplar daha çok Edgware tarafında yoğunlaşmıştır. İslamcı Türkiyeliler ise Hackney’in bir bölgesinde, Nazım Efendi camii çevresinde toplaşmıştır. Halen hayatta, yaşlı başlı bir zat olan Nazım Efendi’nin tekkesinin epeyce İngiliz müridi de vardır. Bazen sokaklarda, yerlere kadar uzun etek giymiş, başında takke, kızıla çalan sakallarını koyvermiş, ayaklarına kocaman sandallar geçirmiş, Nazım Efendinin müridi, Müslüman İngilizlere rastlarsınız. Kendileri gibi İngiliz olan karıları, tamamen İslam usulüne göre örtünmüş olarak, Müslüman kadınlara özgü bir mazbutluk ve baş eğmeyle, donuklaşmış gözleri yerlerde, bir adım arkalarında yürürler.

    Oxford Street’e kadar gelmişken, bu caddenin değişmez müdavimleri Krişnalara değinmeden geçmeyelim. Bu Budist tarikatının müritleri de esasen, kızlı erkekli İngiliz gençleridir. Krişna tapınağında yaşayan bu gençler, hangi mantığın ürünüdür bilinmez, sabahtan akşama kadar, grup halinde Oxford Street’de, teflerini çalarak bir aşağı bir yukarı gider gelirler. Turistler için eğlencelik bir görüntüdür bu. Üstlerinde, yerleri süpüren pembe kumaştan örtüleri, ayaklarında sandallar vardır. Kadın erkek, hepsinin başları traşlıdır. Sanki bu dünyada değillermiş gibi çevrelerinden kopukturlar, sebebi bilinmeyen bir neşe ve uçukluk içinde oldukları izlenimi verirler, sanırım bir tür meczupluk halidir bu.

    En meczupları ise Hristiyan sokak vaizleridir. Bunlar, önlerine ve arkalarına kayışla birbirine tutturulmuş tahta levhalar asarlar. Bu levhalarda “Chiris loves you” (İsa seni seviyor) türü yazılar yazılıdır. Ellerindeki İncili tehdit edici bir şekilde sağa sola sallayarak ve çevrelerine korkunç nazarlar fırlatarak, yüksek sesle bağıra bağıra bir şeyler anlatırlar. Çevrelerinde, ait oldukları kilisenin yazılı bildirilerini dağıtan birkaç meczup daha vardır. Sesleri kısılıncaya kadar saatlerce konuşur da konuşurlar. Gelip geçenler, bu korkunç ve tehdit edici vaazlardan pek etkilenmiş görünmezler.” (Sığınmacılar, s. 136-140)

  28. Ahmet

    Dini inanc cocuklari solucan gibi zayif yapiyor, bu insanlar kara bir yigin halinde sokaklari dolduruyorlar, yuzleri ebleh, kalin insanlar.. ve bu insanlarin hepsi de aynen Trocki. Trocki kismi komik aslinda.

    ”Dini inancın insanın fizik görünümünü ve fizyolojik yapısını belirlediğini gösteren en iyi örnek Stanford Hill Yahudileridir.”
    Yani bu irkcilik degilse sence irkcilik nedir?

    Senin yukarida behsettigin fiziki goruntu Stamford Hill yahudilerine ozgu degildir. Londra da yasayan siyah beyaz musluman yahudi hristiyan tum yoksul kesim cocuklarinin fiziksel goruntuleridir. Dini inacla degil tamamen aladiklari gidanin sonucudur. Ingiltere’de yoksullar oldukca sagliksiz ve sismanlatan kotu gidalar yerler. Ustelik bu sadece Ingiltere de degil, Dunyanin her yerinde boyledir. Ama irkci bir bakis acisi ile bakarsan insanlara tabii sebeb olarak halki besleyemeyen beslese de yanlis besleyen kapitalizmi degil o yoksul insanlarin inancini gorursun.

    Bu arada bana Stamford Hill yahudilerinin cok zengin oldugunu soyleyen ve Londrali turkiyeliler arasinda yaygin olan geyigi anlatma. O geyigin koklerinde de irkcilik yatar. Londra nin zengin yahudileri diger zenginler gibi zengin semtlerde yasar. Stamford hill Londranin en yoksul bolgelerinden biridir ve oradaki yahudilerin de cogunlugu inanclarindan baska sarilacak bir seyleri olmayan yoksul yahudilerdir.

    Musluman tanimlari ” somalili musluman kadinlar sozlesmis gibi koca kiclidirlar” simdi bu irkcilik degilse ne? bir etnik dini grubu olumsuz olarak genelleyen her sey irkciliktir.

    EE tabii sana gore Hitler Stalin den daha iyidir. Bu kafa ile sen Ikinci Dunya savasinda Hitlerin yaninda yer alir sovyetlere karsi dovusurdun.

  29. Gün Zileli

    ikimizden biri ırkçılığın ne olduğunu bilmiyor diye düşünüyonrum ahmet. Irkçılık, ırklarından dolayı insanları hedef almak ve aşağılamaktır. Ben ise burada sadece cemaatleri tasvir ediyorum. Cemaatylere yalakalık yapmayı doğru bulmam. Onların bağnazlıklarını eleştirmek de zorunludur. Bu ırksal bir hedef alış değil, cemaatlere yönelik bir eleştiridir. Görüldüğü gibi Yahudi cemaatin bağnazlığını eleştirdiğim gibi Müslamanları, krişnaları ve Müslümanları da eleştiriyorum. Eleştiri başka şeydir, hedef almak başka şey. Yahudie, Müslaman ya da herhangi bir cemaat ırkçı bir saldırıya uğrarsa onların yanında yer alırım ama eleştiriden de vazgeçmem.

    Hitler’in yanında dövüşmeye gelince. Senin Stalin’ien Hitler’le işbirliği yapıp polonyayı ezdi ben değil. Benim tutumuma gelince… O zaman yaşasaydım elimden geldiğince her ikisine karşı da direnmeye çalışırdım. Birinden birini tercih etmek söz konusu değil.

  30. Hitler rejiminin ve Gün Zileli'nin korku ve sefaleti

    Irkçiligin ne oldugun bilmedigini iddia eden (zaten bütün irkçilar “ben irkçi degilim ama..” diye söze baslar ) GZ Hitler rejimi ile Stalin rejimi karsilastirmasinda tam kendine yakisan bir hata yapmis. Bir kere, Stalin döneminde insanlarin siyasal fikirlerini gizleyerek baskidan kurtulma imkanlari vardi, Hitler Almanyasi’nda ise insanlar biyolojik gerekçelerle gaz odalarina gönderildikleri için hiçbir sekilde kurtulma sanslari yoktu. GZ anilarinda üniversite sinavlarinda tek bir matematik problemi bile çözemedigini söylüyor, GZ eger o dönemde Hitler Almanyasi’nda yasasaydi Sovyetlere karsi savasmayi tabii ki arzu ederdi ama savasamazdi. Neden mi? Cünkü tek bir matematik problemi çözemeyen biri olarak o da Yahudiler, komünistler, çingenelerle birlikte ölüme yollanan bir baska grubun arasinda gaz odasini boylardi.

  31. Anonim

    kadınların popolorunun boyutlarına değil, sınıfsal konumlarına bakacaksın gün.

  32. Gün Zileli

    Anlamak yerine yıpratma çabası genellikle düzeyi düşürür.

  33. Anonim

    stalin döneminde kp üyesi devrimciler ve devrimden sonra iktidarla paydaş olan entelektüeller için çok tehlikeli paranoyakça bir ortam oluşmuştu. fikirlerini gizleseler bile, sürekli sorgulanarak, sadakatlerini ispatlamakla yükümlüydüler.

    nazi almanyasında ise herhangi bir nazi partisi üyesi entelektüel için böyle bir sorun yoktu.

    yoksul emekçi kitlelerr ve azınlıkların durumu ise her iki ülkede üç aşağı beş yukarı aynıydı.

    gün zilelinin perspektifinden nazi almanyasının evla olmasının nedeni buradan ileri geliyor olsa gerek.

  34. Anonim

    neyi anlayacağız gün. refah toplumlarında yoksul ya da orta alt sınıf insanların sağlıksız beslendikleri için şişman olduklarını herkes bilir.

  35. Popodan ve Connery'den kim söz etti?

    Popodan söz eden sen, yahudilere ve müslümanlara igrenç tasvirlerle hakaret eden sen, düzeyden söz eden yine sen, nasil oluyor bu? Onu birak da kitapta sen toplumlara dis görünümlerinden dolayi hakaret ederken ikide bir Sean Connery’ye benzediginden söz edip, magazin yildizlari gibi kendini markalastirmaya çalisiyorsun, kitap kapaklarina koydugun profilden gençlik fotograflari gibi. Merak ettik, neren Sean Connery’ye benziyor? Düzeyli adama bak, düzeye bak, magazine gel. Connery’den söz etmen de ayrica komik. Durum connerie’nin ta kendisi..

  36. Gün Zileli

    33 nolu yorumu yapan arkadaşıma: Size katılıyorum. Ahmet rüya aleminde yüzüyor. Stalinist rejimin nasıl bir cehennem olduğunu zerre kadar anlamamış. Düşüncelerini gizleyerek ellerinden kurtulabilirmişsin. Yok böyle bir şey. Hatta düşüncelerini gizleyenler bir numaralı hedeftir. Ayrıca mesele düşünce değildir. En koyu Stalincisi bile kuşku altındadır ve her an güme gidebilir. Korku her yanı tutmuştur e herkes birbirini ihbar etmektedir. Bizzat sorgucuların bile yarına çıkıp çıkmayacakları belli değildir. Bunun binlerce örneği var. öte yandan, Hitler rejimi de zalim bir faşist diktatörlüktür ama eğeğr Yahudi veya çingene değilseniz ve rejime muhalefet etmiyorsanız yaşayıp giderdiniz. Hitler’in uzun bıçaklar gecesinde öldürdüğü SA’ların (yani kendi muhaliflerinin) sayısı 130’dur. Stalin’in öldürttüğü parti üyelerinin sayısı ile yüzbinleri vurur. Tabii sadece parti üyelerinden söz ediyorum.

    Ama şunu da net bir şekilde söyleyeyim. Ben anarşistim. Kötüler arasında ehvenişer seçimi yapmam ve “evla” diye bir şey söz konusu değildir. Hatta bana soracak olursanız, “batı demokrasileri” denen ekonomik diktatörlükler de benim için evlae değildir.

  37. "Hitler rejimi de zalim bir faşist diktatörlüktür"

    Hitler rejimi totaliter Nazi rejimidir. Fasist diktatörlük Mussolini rejimidir. Ne biliyorsun ki konusuyorsun, cahil. Soguk savas kitaplarini okuyup okuyup sen de Nazi olmussun.

  38. Anonim

    ‘Çarlık Rusyası Kürtlere Lenin’den daha iyi yaklaştı’

    ERİVAN – – Reya Teze’den Erivan Radyosu’na kadar Kürt dili üzerine önemli araştırmalar Kürdolog Wezire Eşo, yabancı halklar içinde en fazla Ermeni ve Rus aydınların Kürt hakkında yazılı kitapları bulunduğunu söyledi.

    ANF’ye konuşan Wezire Eşo, ‘’Kürdistan’a giden Rus aydın ve araştırmacıların Kürtler hakkında önemli araştırmaları var. Özellikle Çarlık Rusyası’ndan gidenler Kürtler hakkında olumlu izlenimler yazmışlardı. Ancak Ekim Devrimi’nden sonra kemalistler ile Lenin arasında imzalanan işbirliği anlaşması ile bu durum değişti. Bu Türkiye’nin NATO’ya girişine kadar sürdü. Türkiye NATO’ya girince Rusların Kürtler hakkındaki görüşleri de değişmeye ve olumlu bakmaya başladı’’ diyor.

    “Kürtler çoğunlukla günlük konuşma ve halk dilini bilirler. Şüphesiz ki bu bazı şeyler için yeterli değil ancak Kürtçe dünyanın en eski ve en gelişkin dilidir ki bu kadar baskı ve inkâra karşı ayakta duruyor. Kürt dili aynı zamanda dünyanın en onurlu dilidir. Çünkü her şeye rağmen kendisini kültürel yaşamda koruyarak bu halkın varlığı haline gelmiştir. Bunu zenginleştirip üretmek bizim görevimizdir. Ben 74 yaşımdayım hala Kürtçeyi öğrenmeye çalışıyorum. Bu dil bizim uzayı öğrenmemize de, şiire dökmemize de, romanı yazmamıza da yeter” dedi.

    Kürt dili üzerine araştırmalar yapan, Reye Teze gazetesinden Erivan Radyosu’na kadar birçok yerde Kürt dili üzerine eserler sunan Kürdolog Wezire Eşo ile yaşamı, Ermeni ve Rus edebiyatçılarının Kürtler hakkındaki düşüncelerini ve Kürt diline üzerine yaptığı çalışmaları konuştuk:

    KARS HİKAYELERİYLE BÜYÜDÜK

    Ailem Kars bölgesinde yaşıyordu. Kars 1. Dünya Savaşı’nda Rusya İmparatorluğu’nun sınırlarına girmişti. Bilindiği gibi Rusya, Lenin’in Ekim Devrimi’ni gerçekleştirmesinden sonra savaştan çekildiğini ilan etti. Kazım Karabekir Rusların savaştan çekilmesini fırsat bilerek Kars’ı geri almak için saldırdı. Bu dönem bazı Ezidi Kürtleri de Ermeni katliamına benzer katliamlardan korkarak, geriye kalan bazı Ermeni aşiretleri ile birlikte Erivan ovasına göç etti. Bu Kürtler Elegez’de Ezidi Kürt köyleriyle karşılaşırlar. Ama bir dönem Osmanlı orduları hızlarını alamayıp bu bölgelere de saldırınca ailemde buradaki Kürtlerle birlikte Tiflis’e gitmek zorunda kalmış. Yani Serhat’taki Ezidilerin bu dönemdeki yaşamları Osmanlı zulmünden kaçmakla geçmiştir. Çocukluğumda bu bölgedeki Axbaran Köyü’nde geçti. Babam köy akşamlarında Kars’ı anlatırken hep ülke derdi. Bu dönemi hatırlarken Kürdistan yakınımızda olmasına rağmen onu hep çok uzaktaymış gibi tahayyül ederdik.

    KÜRTÇE SEVDASI

    Dedem Tiflis’te kaldığı yıllarda yani 1921’lerde Osmanlılardan buraya gelen Bedirxan’i ailesinden Kamil Bedirxan Bey ile karşılaşır. Kamil Bedirxan Bey yerel Sovyet Hükümeti’ne başvurur ve bölge de yaşayan Kürt emekçilerin çocuklarının kendi dillerinde okuma yazma öğrenmeleri için bir imkân verilmesini ister. Yerel yönetim Kamil Bedirxan’in önerisini yerinde bulur ve ona bir derslik vererek Kürt çocuklarını eğitme imkân sağlar. Babamda bu dönem Kamil Bedirxan’ın yanında eğitim görür.

    Kamil Bedirxan’ın yanında Abdulrezak Bedirxan ve Şeyh Übeydullah ailesinden Taha Bey ile birlikte Maku’da Yeki Handir isminde bir Kürt hareketi kurar. Yine Abdurrezak bir dönem Rusya çarlığının başkenti St. Petersburg’da Asanda’nın sekreterliğini yürütür. Burada Kürt dili ve edebiyatının temellerini atmak için çalışıyordu. Yine bu dönemde bir Kürt alfabesi de yapar. İşte babamda Tiflis’te kurulan Kürtçe okula yazılarak Kürtçe okuma öğrenir.

    Benim Kürtçeye olan sevdam babamdan gelir. Babam Kürt dili üzerine Bedirxanilerden eğitim görmüştü. Ben de köy okulunu bitirdikten sonra orta öğrenimini Tiflis’te, yüksek öğrenimimi Erivan Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yaptım. Okulu bitirdikten sonra hayalim olan kendi çocukluğumu geçirdiğim Kürt köyü olan Sipan’da ki ilkokulun müdürü oldum. Bu okula geldiğimde okulun yıkılmak üzere olduğunu, sıra ve masaların çürüdüğünü gördüm. Okul açılmadan önce bölge Sovyetleriyle ve halkla yaptığımı yorucu bir çalışmadan sonra okulu toparlamayı ve yeni eğitim devresine hazırlamayı başardım. Bu köy bir Kürt köyü idi ve bu okulda Kürt çocukları okudu. Bu köy okulunda hem genç bir müdür hem de bir öğretmen olarak 3 yıl boyunca severek çalıştım. 1958 Açılan Doğu Bilimleri Akademisi’ne Haciye Cinde ve Emine Evdal’ın asistanı olarak alındım. Benimle birlikte daha sonra şair olan Şkoye Hasan vardı. Buraya yazıldıktan sonra daha iyi bir eğitim için Leningrad Üniversitesi’ndeki Kürdoloji Bölümü’ne gönderildik.

    KÜRDOLOJİ ÇALIŞMALARI

    Leningrad Üniversitesi Kürdoloji Bölümü’nün hikâyesi Rusya’nın Erzurum Konsolosu Aleksandır Jaba Mele Mahtut Beyazidi aracılığıyla Kürdistan’da çok sayıda yazılı çalışma getirmesine dayanır. Bu materyaller bu bölüm sayesinde korunuyor. Belki bunlar Rusya’ya getirilmemiş olsaydı diğer Kürt yazıt ve çalışmaları gibi Türk devleti tarafından yakılacak yAda tahrip edilecekti ki; Kürtlere ait binlerce yazılı materyalin Osmanlı ve Türk yönetimleri tarafından el konulup tahrip edildiklerini biliyoruz. Bu materyaller arasında Ortaçağ Kürt şair ve edebiyatçılara ait eserler de var. Daha önce okuduğumuz okullarda Ermeni Sovyet yâda batı tarihi hakkında eğitim görmüştük. Bize Kürt tarihini “Kürtler, Türklerle birlikte gelip Ermenileri öldürdüler” diye öğretilmişti.

    Leningrat’taki Kürdoloji Bölümü’ne gittiğimizde orada Kanade Kürdo ile karşılaştık. Kürdo oranın direktörüydü. Yine Ordixane Celil, Celile Celil, Maksime Xemo, Zera Usıf, Yahudi asıllı Serk Çuperman, ortaçağ Kürt edebiyatı Jinya Vasilyeva, yine edebiyatla uğraşan Jaka Güney Kürdistan’dan Marif Xeznedar, tarih konusunda ise Kaus Kaftan vardı. Bizde buradaki Kürt aydınları ile birlikte çalışmaya özellikle de Kürdistan tarihi ve edebiyatı ile ilgili eğitim görmeye başladık. Burada sadece Kürtlerle ilgili yazılan bazı yazı ve arşivleri değil, aynı zamanda bölge ile ilgili yazılan yazılarda da Kürtlerle ilgili birçok bilgi vardı. Biz bunları inceleyerek Kürtler hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyorduk. Ama şu kadarını belirteyim ki Rusya’da Kürtlerle ilgili biriken arşivler artık Avrupa’daki ve diğer tüm ülkelerdeki kaynaklardan daha fazladır. Çünkü Ruslar Kürdistan’a yakındı ve Kürdistan’ın kendi denetiminde olmasını istiyordu. Bu yüzdende Kürdistan’la direk ilgileniyordu. Birçok aydınını araştırmacını göndererek Kürdistan hakkında bilgi topluyordu. Devletler bir ülkeyi yönetmek için ne kadar çok bilgiye ihtiyaç olduğunu iyi bilirler. Özellikle Rusya’nın sömürge mantığı farklıdır ve yönetmek istediği topraklardaki toplunun tarihi, kültürü, eğilimlerini ve yönelimlerini derinlikli araştırır.

    ÇARLIK RUSYASI KÜRTLERE LENİN’DEN DAHA İYİ YAKLAŞTI

    Kürdistan’a giden Rus aydın ve araştırmacılar Kürtler hakkında iyi şeyler yazmışlardı. Özellikle Çarlık Rusyası’ndan bu konu için gidenler Kürtler hakkında olumlu izlenimler yazmışlardı. Ancak Ekim Devrimi’nden sonra yani Kemalistler ile Lenin arasında imzalanan dostluk ve işbirliği anlaşması ile birlikte Kürtler hakkındaki fikirleri bir süre içinde olsa değişti. Sovyetler 1950’lere kadar Lenin’in imzaladığı anlaşmadan dolayı Türklere olumlu Kürtlere olumsuz bakılıyordu. Bu dönemde Rusya, Kuzey Kürdistan’da gelişen yoksul köylü ayaklanmalarına karşı Türklerle birlikte Kürtlere de saldırdı. Kürtleri feodal, isyanları derebey ayaklanmaları olarak nitelendirip Kürtleri bir bütün gerici ve Avrupa ajanları olarak değerlendi. Bu yaklaşım Türkiye’nin NATO ya girişine kadar sürdü. Türkiye NATO’ya girince Kürtler hakkındaki görüşlerde değişmeye ve olumlu bakmaya başladılar. Bu dönem yazmaya başlayan Lazerev ve Xatil, Kürtlerden övgüyle söz etmeye başladılar. Xatil Kürtlerin kendi toprakları ve özgürlükleri için savaştıklarını anlatan kitaplar yazdı. Lazerev “Kürdistan ve Kürt Problemi” ve Kürtlerin 12. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar kadar Kürt tarihi ile ilgili kitaplar yazdı.

    KÜRT AYDINLARIN ÇALIŞAMLARI

    O zamanlar Kürtlerle ilgili Kürt aydınlarının çalışmaları vardı. Kürt aydınlarından Kanade Kurdo ilk olarak Kürt dili ve gramerini yazdı. Daha önce Haciye Cindi yazmıştı ama Cindi dilbilimci değildi. Kurdo Kürt dilini daha ayrıntılı ortaya koydu. Kürtçe-Rusça sözlük Kürt dili konusunda en kapsamlı yazılı çalışmaları Serk Çukerman ile Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nden sonra Rusya’ya sığınan Kerim Eyubi yaptı. Maruf Xaznadar doktora tezi olarak yazdığı Kürt Edebiyatı Kitabı Rusya’da yayınlandı. Celil ailesinden Cemile Celil Kürt edebiyatı, Ordixan Celil Kürt kültürü konusunda araştırmalar yaptı. Doğu Kürdistan’daki bir ayaklanmayı anlattığı “Kela Dimdimi u Xana Çem Zerin” Maksime Xemo Güney Kürdistan “Zarava Behdini” Masiyereva Kürt tarihi hakkında önemli bir çalışma yaptı. Kaus Kaftan Barzani ayaklanmaları üzerine araştırmalar yaptı. Yine aynı dönemlerde Haciye Cindi’nin çabalarıyla açılan ve yürütülen Erivan’daki Kurdoloji bölümü de önemli çalışmalar yürütülmeye başlanmıştı.

    Bu dönemin en büyük özelliği artık Kürtler sadece başka halkların aydınlarından bir şeyler beklemekten vazgeçmiş Kürdoloji konusunda aydınlanıp bir şeyler üretmeye başlamışlardı. Bu bizim için çok önemli bir yaklaşımdı şüphesiz tarihte Kürtler üzerine değerli çalışmalar yazan Kürt aydınları vardı. Ama son yüzyılda Sovyetlerde ortaya çıkan bu çaba Kürtlerin kendi çabalarıyla kendilerini anlatma düzeyine ulaştıkları bir dönemi ifade eder. Elbette ki yetersizdi azdı ama bizim kendimizi anlatmamız açısından önemliydi. Sovyetler yıkıldıktan sonra yaşananlar, milliyetçiliğin gelişmesi ve yine Kürdolojinin kendini üretememesi bu konudaki çalışmaların durdurma noktasına gelmesine yol açtı.

    REYA TAZE VE ERİVAN RADYOSU

    Kürt yayınlarıyla ilişkim Kürdoloji Bölümü’ne gitmeden önce öğrencilik yılların da vardı. Xuroşov cesur bir adamdı. Stalin’in ölümünden sonra Kürt kültürü üzerindeki baskıların kaldırılarak Kürt yayınlarının yeniden açılması istemlerine olumlu cevap verdi. Bu yaklaşımla 1954’te Ermenistan Devlet Başkanı Sver Tomasyan tüm Kürt aydın ve ileri gelenlerini Erivan’a toplayarak Kürtlerin istemlerini toparlamaya ve somutlaştırmak için bir toplantı yaptı. Bu toplantıdan sonra 1955’te Reya Teze gazetesi yeniden açıldı. Yine aynı dönem Erivan Radyosu da yeniden yayına başladı. Ancak bu kez bütün Kürdistan’ın dinleyebileceği vericilerle yayın yapıyordu.

    Biz sesimizi ülkemize duyurabilmenin heyecanını yaşıyorduk. Bende genç bir üniversite öğrencisi olarak daha başından yer almak istiyordum. O zaman radyonun başında Casime Celil vardı Celil bana bazı Rus yazılarını tercüme etmek için veriyor bende bunları büyük heyecanla tercüme edip veriyordum. Yani hem Ermeni ve hem de Rus edebiyatı ve yazılarını Kürtçeye çevirip yayınlıyordum.

    Leningrad Üniversitesi Kürdoloji Bölümü’nden döndüğümde de yine haftanın iki günü resmi olarak bu kurumlarda çalışmayı sürdürdüm. Ama resmi çalışmalarımın dışında Sovyet hükümetlerince yayınlamamızı istedikleri çalışmaların Kürtçeye çevrilip yayınlanması için de yoğun destek veriyordum. Bu dönem ayrıca radyo tiyatroları yazmaya başladık. Bu konu ben iki radyo tiyatro yazdım ayrıca bir kaçta Ermeni yazarın Kürtlerin yaşamları üzerine yazdıkları tiyatroları tercüme ettim.

    Yine Reya Teze’ye muhabir olarak girdim. Bu tarihten yani ikinci dönem yani 1955’in ilk günlerinden başlayarak yarım asırlık bir çalışma yaptım. Reya Teze gazetesi ve Erivan Radyosu için haber, çeviri, makale ve yorumlar yazdım. Bunların çoğunluğu yayınlandı.

    Ermenistan’da yayın yapan bu yayınların hem Sovyetlerde yaşayan Kürtlere hem de Kürdistan’a önemli bir katkı sunmuştu. Ebetteki Sovyet politikaları dışında kendi düşüncelerimizi özgürce yazıp yayınlama konusunda sınırlandırmalar vardı. Örneğin bir dönem Sovyetlerin Kürt politikaları konusunda yeni yeni yazmaya başladık. Örneğin 1991 den sonra Kürt ayaklanmaları konusunda 30 sayfalık bir çalışma yapıp Erivan Radyosu’nda yayınlayabildik. Ama Sovyetler döneminde bunu yapamıyorduk. Bütün sınırlandırmalar ve aksamalara rağmen Erivan Radyosunun Kürt ulusal bilincinin oluşmasına önemli bir katkı sunmuştur.

    ERMENİ AYDINLARININ GÖZÜYLE KÜRTLER

    Eski Sovyet cumhuriyetleri içinde Kürtler üzerine en fazla yazan halk Ermenilerdir. Ermeni araştırmacı, yazar ve tarihçiler Kürtler üzerine çok şey yazmışlardır. Çünkü bu iki halk Sovyetler yokken birlikte yaşamışlardı. Ermeni aydın ve yazarlarının çoğu tarih boyunca Kürtleri olumlu değerlendirmişlerdi. Elbette ki içlerinde Kürtleri kötü gösteren, Türklerle birleşip Ermenileri katletmekle suçlayanlar var. Ancak ağırlıklı olarak büyük aydın ve tarihçileri Kürtleri kardeş bir halk olarak değerlendirmişlerdi. Bunlar içinde Xaçatur Abovyan, Yerya Zavyan ve unutmayalım ki Obset Orbelli’de Ermeni kökenlidir.

    Xaçatur Abuvyan 19. yüyyılda yaşayan bir Ermeni aydınıdır ve aynı zamanda Ermeni edebiyatının kurucusu olarak kabul edilir. Ermeniler halen onu kutsarlar. Abuvyan tarihte Kürtleri cesur yiğit ve mert ve misafirperver olarak değerlendirir. Abovyan doğu halkları içinde dili ve kültürü en zengin halk olarak Kürtleri görmüştür. Çok ilginçtir Abovyan bütün Kürtleri şair olarak nitelendirmiştir.

    Sadece Sovyet yazarları değil Alman yazarları da Kürtler üzerine bir şeyler yazmak istediklerinde yâda Kürdistan’a gitmek istediklerinde gelip Abovyan’ı görür ve Kürtler hakkında bir şeyler öğrendikten sonra Kürdistan’a giderlermiş. Çünkü Abovyan yüksek eğitimini Almanya’da tamamlamıştı. Bu yüzden Alman yazarlardan Moris Vagner, Abovyan’ın yardımları ile Kürtlerle ilgilenmeye ve bir şeyler yazmaya başladı. Vagner Almanya’ya geri döndüğünde Abovyan’a mektup yazarak kendisine biraz Kürtçe şarkı göndermesini rica etti. Abovyan’ın gönderdiği şarkılar daha sonra Berlin’de yayınlandı yani Abovyan Kürtler ile Avrupa arasında da bir köprü olmuştur. Bu yüzdende bazı Kürtler aydınları Abovyan’ın Kürdolojinin temellerini atan kişi olarak değerlendirirler.

    Orbelli, birkaç defa yani Sovyetler yokken 1911 ve 1913’lerde birkaç kez Kürdistan’a gitmiş ve Van’ın Muks kazasına giderek Ermeni ve Kürtleri araştırmıştır. Akademisyen Mar onu göndererek oradaki Ermeni dili konusunda araştırma yapmasını sağlar. Oraya gittiğinde Kürt beylerinden Muhtullah beyin onu misafir edip bir yıl evinde kabul etmesi ve ona büyük bir misafirperverlik göstermesi onu çok etkilemiş ve burada önemli çalışmalar yapmıştı.

    ERMENİLER KÜRTLERİ HİKAYELERİNDE KAHRAMANLAŞTIRDILAR

    Abuvyan’ın “Kürtler” ve “Ezidi” adlı iki kitabını tercüme ettim. Bu kitap yazdığım 50 sayfalık bir önsözle birlikte 1986 yayınlandı. Yine 1982 Ermeni yazarların Kürtler üzerine yazdıkları hikâyeleri Kürtçeye tercüme ederek “Dostların konuştukları” adlı kitapta topladım bunlarda yayınlandı. Bu hikâyelerin kahramanları Kürt’tür. Ermeniler Kürtleri gördükleri gibi hikâyelerinde kahramanlaştırmışlar. Bu iki kitaptan dolayı 1985’te Kürt-Ermeni aydınlarının yaptıkları ortak bir toplantıyla Arabe Şemo özel ödülüne layık görüldüm. Bu ödülün verilmesi kararı da bu yıl Ermeni ve Kürt aydınlarının aldığı ortak bir karardı. İlk ödül de çevirdiğim kitap ve yazılarla Ermeni ve Kürt halkı arasındaki yakınlaşmaya yaptığım katkılardan dolayı bana verildi. Ama daha sonra yaşanan sorunlar bu ödülün bir daha verilmesini mümkün kılmadı. Yani bu yüzden bu ödülü alan ilk ve son kişi benim.

    HALA KÜRTÇE’Yİ ÖĞRENİYORUM

    Kürtler çoğunlukla günlük konuşma ve halk dilini bilirler. Şüphesiz ki bu bazı şeyler için yeterli değil ancak Kürtçe dünyanın en eski ve en gelişkin dilidir ki bu kadar baskı ve inkâra karşı ayakta duruyor. Kürt dili aynı zamanda dünyanın en onurlu dilidir. Çünkü her şeye rağmen kendisini kültürel yaşamda koruyarak bu halkın varlığı haline gelmiştir. Bunu zenginleştirip üretmek bizim görevimizdir. Ben 74 yaşımdayım hala Kürtçeyi öğrenmeye çalışıyorum. Hala yeni bir kelime öğrendiğimde onu not edip kullanmaya çalışıyorum. Bizim diğer milletler kadar kendi dilimizde yazma ve birikim oluşturma şansımız olmamış ama dilimiz halkımızın kültür ve yaşamın da kendini bütün zenginliği ile korumayı başarmıştır. Bu dil bizim uzayı öğrenmemize de, şiiri dökmemize de, romanı yazmamıza da yeter

  39. Kürtçe dünyanın en eski ve en gelişkin dilidir

    küçük, küçük kemaller

  40. Gün Zileli

    38 nolu yoruma yapan arkadaşa: Nazi diktatörlüğü facşist bir diktatörlüktür. Faşizm adı her ne kadar Mussolini faşizminden gelirse de Hitler’in diktatörlüğü de fgaşist bir diktatörlük olarak geçer. Yalnış mı biliyorum? (bu arada iltifatlarınıza teşekkürler) 🙂

  41. Gün Zileli

    faşist diktatörlük ve yanlış mı biliyorum demek istemiştim. harf hataları için özür dilerim.

  42. Timur

    “Dimitrov ile birlikte Leipzig’de yargılanan Popov ve Tanev’e Sovyetler Birliği vatandaşlık vermişti. 1937’de Sovyetler’de tutuklanan bu iki Bulgar komünistine faşist alman mahkemesinin veremediği cezayı Sovyet Mahkemesi verdi.” ((Mehmet İnanç Turan, Yıkıntının Tarihi ve Teorisi, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2011, s. 68)

  43. Timur

    Yüz kadar İtalyan komünisti, anarşist ve partili olmayan işçi öldürüldü. Bunlar arasında Alman komünisti Neumann’la birlikte Kanton Komünü’ne katılmış olan tanınmış gazeteci Edmondo Peluso da vardı. Togliatti’nin üvey kardeşi Paolo Robotti tutuklandı.” (age, s. 68)

  44. özgürlükçü

    diğer makalede irademe dokunma kck tutuklamalarına karşı kazlıçeşme mitinginin en ilgi çeken katılımcı gurubuna gün zileli sizinlemi diye sorup yaptığımız sohbeti ayın zileli okumuş olmalısınız.ordaki arkadaşlar sizin ingilterede olabileceğinizi söylediler bende ilişkiniz varsa selamımı iletin dedim.güzel bir dayanışma örneği sergileyenleri viva anarşia diyerek kutladım enseyi karartmamaları gerektiğini ve en ilgi çeken gurup olarak yeni yeni değeriniz anlaşıldığını ve benim gibi başka yer ve partilerde bu anlayışı savunmaya çalışanların çok olduğunu söyledim.bir saat sonra uğradığımda kendileride gerçekten çok ilgilenen olduğunu söylediler.gün zilelinin bu konuda diyecekleri olabilirdi yada benim bdp üyesi olarak katılmama karşı çıkmayacağını düşünürüm ama katılan anarşist grubun bu katılımı ve kendilerini kendi sloganları ve bayrakları ile gerçekleştirmeleri hakkındaki görüşlerini merak ettim.

  45. Gün Zileli

    KCK tutuklamalarına karşı yapılan bir yürüyüşe elbette anarşist olarak katılmak gerekirdi. Yalnız arkadaşlar yanlış biliyorlar, ben İngiltere’de değil, Türkiye’deyim. Yani 7 yıl öncede kalmış arkadaşlarımız:)

  46. cemal ayvataş

    Stalin meselesi devrimciler arasında yıllardır tartışılıyor.Gerek iç savaş sırasında yapılan baskılar,gerekse ikinci Dünya savaşına kadar geçen sürede sistemli bir baskı kurması,milyonlarca insanı sibiryadaki kamplara sürüp köleleştirmesi ve ikinci Dünya savaşında Alman faşizmiyle iş birliği yapıp Hitlere Avrupayı teslim etmesi.Bunları artık Stalini savunan insanlar dahi dolaylı olarak kabullenmek zorunda kalıyor.Ben daha az bilinen yada fazla önemsenmeyen Stalin dönemindeki çevre felaketine dikkat çekmek istiyorum.

  47. cemal ayvataş

    Aral gölünü besleyen Abuderya ve Sriderya nehirleri ortaasya çölüne yönlendirilmiş,göl kurumaya terk edilmiştir.Marmara denizinin 6 kat büyüklüğündeki göl Marmara denizi kadar kalmıştır.Başlangıçta dönüm başına 3kg gübre yeterken ilerleyen yıllarda bu miktar 50kg kadar çıktı.Toprak çoraklaştı daha su daha fazla gübre ister oldu.Sonuç kimyasal gübrenin yol açtığı hastalıklar sonucu binlerce insan hayatını yitirdi.Göl kilometrelerce çekildi kuşlar ve balıklar yok oldu.

  48. cemal ayvataş'a

    Aral’in kurutulmasi plani 1918’de yapildi. Ama Aral gölü çevre felaketi 1960’ta baslamistir. intansif pamuk tarimi 60’larda basladi. Yani Stalin’den 7 yil sonra. Stalin zamaninda pek birsey olmadi. Sadece Aral gölündeki bir adada biyolojik silah denemelri yapildi.

  49. özgürlükçü

    bizim ayrı sitemiz var diyen 30 cıvarında kırmızı siyah bayraklarıyla alanın en ilgi gören renkli gurbu anarşistler bütün iktidar ve devletler katildir pankartı ile mitingte ceberrut gayrimeşru sistemin diğer mağdurlarıyla örnek bir dayanışma gösterdiler.o kadar çok ilgi gördülerki kürt çocuklar onların bayraklarını alıp bütün alanda gezdirdiler.viva anarşiya diyerek sohbet ederken gün zileliyi arayıp sormuştum tanıdıklarını ama ilişkilerinin olmadığını fark ettim.bu sitede yorum yaptığımı bdp üyesi anarşizmi savunan biri olduğumu söyleyince kendi siteleri olup şu sıralar kömün kooperatif çalışmaları olduğunu söylediler.bu siteye mitingi yorumlayın dedim.zileliden hepimizin ve mitingin en ilgi gören anarşistler hakkındaki görüşünü merak ettim ordakiler gençlerdi sizi ingiltereden tanımış olamazlar sadece orda eskide yaşadığınız bilgisinden dediklerini sanıyorum kötü bir maksatla o cevabı vermediler hala anarşizmi savunan biri diye biliniyorsunuz en azıından ben zileli yanınızdamı diye sormam ve anarşizm konusundaki katkılarınız gençlercede taktir gördüğüne şahit oldum

  50. Anonim

    Sosyalistlerin hata yapmış olmasından ötürü, sosyalist sistemin çökmesi, sosyalizmin yanlışlığının değil, yanlış ele alındığının işaretidir. Bu çok basit bir örnekle izah edebiliriz. Uygun koşullara sahip olmayan bir bina inşa ediyorsunuz ve bu bina zamanla yıkılıyor. İllede depremle yıkılması da şart değil. Zaman aşımı içinde, gerek malzemesinin eskimesi ve gerekse dış etkilerle bina yıkılabiliyor. O halde olması gereken şey, sadece sağlam bir bina inşa etmek değil, aynı zamanda sürekli yenilenebilen, değişebilen ve sağlamlaştırılabilen bir yapı yapmaktır. Kapitalizm hala kendini yenileyebildiği için ayakta durabilmektedir. Ama nereye kadar?

    Sosyalist sistem çöktü diye, kapitalizmin kutsanması gerekmiyor. Aynı şekilde sosyalizm adına yapılmış bazı hatalar vardır. Marks, Engels, Lenin sosyalist teorinin kurucularıdır. Lenin, Stalin, Mao, Enver Hoca aynı zamanda uygulayıcılarıdır. Bunlar birer semboldür, aslında sayı bunlarla sınırlandırılamaz. Ama ister kurucu olsunlar ve ister uygulayıcı veya hem kurucu ve hem de uygulayıcı olsunlar, nihayet bunlar da insandır ve hata yapmışlardır. Bunların hiç biri ‘hata yapılamaz’ dememişlerdir. Marks’ın teorisinin üzerinden yüzelli yıl, Ekim devriminin üzerinden ise neredeyse doksan yıl geçmiştir. Yapılması gereken şey marksist teori ve pratiği sürekli geliştirmektir. Zaten onlar da bunu söylemişlerdir. Bugün iki kitap okuyarak, Marks’ı ‘palavracı’ ve diyalektik materyalizmi geçersiz ilan edenlerin, sarfettikleri ‘boş sözler’ olmaktan öteye gidemez.

    Stalin, Mao, Enver Hoca önemli hatalar işlemiş, bunların kurdukları rejimler ölümlerinden hemen sonra yıkılmışlardır. Bu hataları ortaya koymak, tahlil etmek, eleştirmek doğrudur. Özellikle Stalin’in muhalefete karşı yaklaşımı, demokratik yöntem yerine diktatörlüğü geçirmesi, sosyalist sistemde ve sosyalist gelenekte onarılmaz tahribatlar yaratmıştır. Ama Stalin’in Hitler ile aynı kefeye konulması kabul edilemez bir yaklaşmdır. Bu yaklaşım, burjuva ideologlarının jargonudur ve kapitalizmin sürdürülmesini vaaz etmektedir. Ama emekçi sınıfların bunda bir çıkarı yoktur.

    Türkiye ve Kürdistan solunun yapmış olduğu hatalardan ötürü, faturanın sosyalizme ve devrime kesilmesi kabul edilemez bir yaklaşımdır. Yukarıda işlediğim gibi, eğer devrimci veya sosyalist teori kavranılmadan uygulanmaya konulmuşsa, bu zaten sosyalist veya devrimci bir yaklaşım değil, bir sapmadır. Sapma olan şey sahtedir, gerçek değildir. Melem ağacı, aşılanırsa kiraza dönüşür. Ama tutmazsa, kökünden çıkan filizler kiraz olmaz, melem olur. Melem ise, kiraz değildir, sahtedir, piçtir, yabanidir. Dersimlilere ‘devrimci’ veya ‘sosyalist’ olmayın diye çağrıda bulunanlar,
    burjuva ideolojisini kutsuyor ve kapitalist köleliği öneriyor.
    http://www.geocities.ws/dersimsite/diasporadersim.html

  51. Gün Zileli

    Son yorumu yapan anonim arkadaşım. Hitler’le Stalin’i aynı kefeye koymam. Farklıdırlar. ama kıyaslamak mümkündür. Kıyasladığımız zaman Stalin’in Hitler’i fazlasıyla geride bırakan bir devrimci ve komünist düşmanı olduğunu görürüz. Tek bir örnek vereyim. Hitler’den kaçıp SB’ne sığınan alman komünistlerinin %99’u 1930’lu yıllarda öldürüldüğü halde, Hitler’in cezaevlerinden ve toplama kamlarından birçok komünigst sağ çıkabilmiştir. Alman Komünist Partisi’nin lideri Thelmann 1944 yılına kadar öldürülmemiş ve kamlarda tutulmuştur. Ne zamanki Hitler yenileceğini anlamış, 1944 yılındaı özel emir göndererek Thelmann ve diğer ileri gelen Alman komünistlerini öldürtmüştür. Eğer Thelmann,i 1933’ten sonra Hitler’e yakalanmayıp kaçabilen diğerleri gibi SB’ne sığınabilseydi, 1939’a kaüdar çoktan öldürülmüş olurdu. Toplayın Hitler’in öldürttüğü komünigstleri, sayıları ancak 5-6 bini bulur. Stalin’in öldürttüğü komünistler ise (anarşistleri vb. saymıyorum bile) 1 milyona varır. Buyrun kıyaslayın.

  52. Hitler'le Stalin karsilastirilamaz

    Stalin döneminde kendine “komünist” diyen çok sayida insan bulunmasi olagandir, çünkü rejim de kendisini komünist olarak tanimliyordu ve ne kadar kariyerist, ben merkezci, çikarci ve oportünist varsa hepsi kendine “komünist” diyordu. Tipki “komünist” elbisesi eskiyince gidip
    Ingiltere’den “anarsist” elbisesi alip giyenler gibi. Almanya’da ise Alman halkinin çogu su veya bu sekilde kandirilip Hitler’i destekledigi için zaten pek az komünist kalmisti ve gerçekte ve fiiliyatta Hitler rejimi için komünistler pratik bir tehlike de teskil etmedi. Olaylari kendine komünist diyenler etrafinda yorumlamaktan vaz geçersek, tarihteki en büyük ve en önemli soykirimi gerçeklestirmis olan Hitler rejiminin gelmis geçmis en felaket rejim oldugu anlasilir. Bu da komünist, liberal, sosyal demokrat, muhafazakar, sagci veya solcu dünyadaki hemen herkesin, bütün uluslararasi kurumlarin ve akimlarin kabul ettigi bir gerçektir, arasira Stalin karsitlarindan bazilarinin “Stalin rejimi de Hitler rejimi kadar kötü idi” seklinde vurgulamalar yaptiklari duyulmus ise de bugüne kadar hiçbir andavalli çikip da “Stalin Hitler’den de kötü idi” demedi. Bu saçmaligi da ancak kendini bilmez biri yapabilirdi, o da GZ oldu, benim elestirim GZ’ye degil, onu hâlâ birsey zanneden (kaldiysa) bir kaç hempasina.

  53. 1933'ten önce ve sonra

    Alman Komünist Partisi 1933’ten önce kuvvetliydi, Hitler ve diger siyasal güçler arasinda fark gözetmeyip “hepsi de ayni” politikalari izlemesi yüzünden 1933’ten sonra dagildi. Insanlara yaftalar yapistirman ve hakaret etmen dengenin tamamen bozuldugunu göstermekte , Hitler’in Stalin’den daha iyi oldugunu savunmaya devam ettigin sürece de düzelmeyecek.

  54. Gün Zileli

    kimseye hakaret etmedim, sadece küçük beyinli olduğunu söyledim, bu da gerçeğin ta kendisi. Senin o küçücük ticaretinden başka bir şeye zekan yetmez. alman komünist Partisi, esasen Hitler’den çok Stalin tarafından çökertilmiştir. Osözünü ettiğin yanlış siyaset de Stalin’in çizgisidir. Onca işçinin fedakarlıkla yaşattığı partiyi ne hale getirdiler. ona rağmen insanlar Hitler rejimine karşı da en zor şartlar altında, işkenceyi ve ölümü göze alarak mücadele ettiler. Zekan yeterse Jan Valtin’i oku da öğren. SB’ne kaçan alman komünistlerini kim katletti, Hitler’de yüzlerce alman komünistini ve anti-faşisti kim teslim etti.

  55. Gün Zileli

    Hitler’e kim teslim etti olacaktı.

  56. Hitler'i tercih eden GZ'ye

    KPD tarihini Duble ajan Jan Valtin’den degil Kurt Flechtheim ve Oskar Hippe gibi tarafsiz tarihçilerden oku. Ama senin düzeyin soguk savastan kalmis CIA ürünü kaldirim kitaplarini geçmez, bildigin kirik ve ilkel ingilizce ile de CIA kitaplarini bile anlayamazsin, zaten Türkçe bile olsa zor anlarsin ya .

  57. Anonim

    marxists.org daki biyografisine göre, oskar hippe:

    1900 doğumlu alman komünist. 16 yaşından beri komünist hareket içerisinde. kp üyesi. nazi döneminde iki yıl (1934-1936) hapis yatmış. Oysa savaş bittiğinde kurulan stalinist doğu almanyada derhal tutuklanmış ve 25 yıl hapse çarptırılmış. 8 yıl hapis yatmış ve ancak stalinin ölümüyle canını kurtarabilmiş.

    hippenin hayat hikayesi bile günün tezini destekliyor.

  58. Rote Fahne, Kasim 1931 ve findik beyinli GZ

    Oskar Hippe duble ajan degildir.Duble ajanlari savunmayalim.
    1928 Eylül tarihindeki KDP 6. Kongresi’nde Stalin SPD’ye karsi mücadeleye öncelik verdi, Alman komünistleri de onu takip etmek zorunda kaldilar. Sosyalizm tarihçisi Droz’a göre Stalin’in sosyal demokratlari Nazilerden daha tehliklei gören çizgisi yikima yol açti. Stalin Nazilerin asiriliklarinin devrime yol açacagini sanmaktaydi. Bu kosullarda sosyalist partiler arasinda bir isbirligi asla mümkün olamadi. Kasim 1931 tarihinde yayinlanan KDP yayin organi Rote Fahne söyle diyordu: “Bruning’in fasizmi Hitler’inkinden iyi degildir. Asil Mûcadelemiz sosyal-demokrasiye karsidir.”
    Tipki findik beyinli GZ’nin bugünkü saçmaliklari, Hitler övgüleri gibi.

  59. Findik beyinlinin tezi zaten olamaz

    Stalin’in Hitler’den daha iyi oldugu seklinde bir tez olamaz, saçmalama olur, insanlik düsmani bir sayiklama olur, böyle bir cümleyi herhangi biri kullansaydi onun bir kriminel olduguna hükmetmek gerekecekti, neyse ki GZ findik beyinli oldugu için mazereti var.

  60. "Kahrolsun fasizm, sosyal fasizm"

    Findik beyinli 1970’lerde yukardaki slogani atmaktaydi. Bunu pervasizca yaparken, bir yandan da “sosyal fasizm, fasizmden daha tehlikelidir” demekteydi. Bugün de “Stalin Hitler’den daha tehlikelidir” demekte. Arada ne fark var?
    Findik beyinli 1970’lerde diger sol grup mensuplarini polise ihbar etmekteydi, bugün de anilarini satarak isimleri desifre olmamis devrimcileri ihbar etmekte. Arada ne fark var?
    Findik beyinli 1970’lerde sosyalist hareketin içine sizmis bir kariyerist, ve nabza göre serbet veren bir oportünistti. Bugün de ayni islerle mesgul olmakta. Arada ne fark var?
    Pek rengine aldanma felek eski felektir Zira feleğin meşreb-i nasazı dönektir . Yasami boyunca bin türlü boyaya boyanmis bir dönekten ne beklenir ki?

  61. Martilar, martilar, findik beyinliler

    Findik beyinli 1970’lerde asagidaki soguk savas usulü siiri yayinlamaktaydi:

    “Martilar, martilar bizim martilar
    Açin kanatlarinizi
    Geçmesin Bogaziçi’nden Yeni çarlar..”

    Maocu Anti-sovyetizmle yetismis kadrolarin Mao ve Cin iliskisi de kalkinca geriye haskan amerikancilik kaliyor ki, bazi asirilar da böyle Hitlerci olup çikiyor iste.

    Gerçi findik beyinlinin Hitler sempatisinde daha önce ele aldigimiz Yahudi düsmanliginin da rolü var, kitabinda Yahudilere “solucan” diyen bir findik beyinliden baska ne beklenir.

  62. Anonim

    Sayın Zileli, daha önce de pek çok kez vurguladığınız gibi, Stalin’in tasfiye ve idam ettiği kişilerin önemli bir bölümü Stalinistti. Bu durumda, Stalinizmin bütün zulüm ve kötülüklerine rağmen, daha Lenin ve Troçki döneminde devrimi bitiren, Kronştadtlıları ezen vb. kişilerin Stalin tarafından tasfiye edilmesi yanlış mıdır, doğru mudur? (Bu arada ben de sizin gibi Stalinizme karşıyım, ve Lenin ve Troçki’ye olan eleştirilerinize katılıyorum, bunu belirtmem gereksiz sanırım, yalnızca bu noktaya dikkat çekmek istedim)

  63. Milena'ya mektup

    Findik beyinli gerçekten Margaret Buber’i anlamis olsaydi Stalin tarafindan Nazi Almanyasi’na gönderildikten sonra Ravensburg’daki Gestapo hapishanesinde kalan diger komünist Alman mahkumlarin da Buber’e nasil parya muamelesi, vebali muamelesi yaptiklarini düsünür, sorunun kisilerden degil o dönemki komünistlerin Zeitgeist’inden kaynaklandigini anlardi, iki satir kitap okumus kendini bir findik saniyor, zaten findik beyinlilerin en büyük hatasi baskalarini da kendileri gibi findik sanmalaridir. Bir kitap okuyor,cehaletinden o güne kadar bilmedigi seylere sasirip kaliyor, bundan o kadar etkileniyor ki saga sola çemkiriyor, findik iste.

  64. Gün Zileli

    Anonim arkadaşım, belirttiğin noktada bazı anarşistler de ne yazık ki, benzer bir yanılgıya düşmüşlerdir. örneğin Kronstadt ayaklanmasının lideri Petruçenko, Tukaçevski başta olmak üzere Kronstadt ayaklansını bastıranlardan bir kısmının Stalin tarafından temizlendiğini öğrenince, sürgünde olduğu Finlandiya’da Stalincilerle bağlantı kurmuş ve SB’ne dönmek istediğini söylemiştir. GPU ona “gel” demiş ve Petruçenko 1930’lu yılların ortalarında büyük umutlarla SB’ne dönmüş ve döner dönmez toplama kampına atılmış, orada ölmüştür. Düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışı büyük bir yanılgıdır ve bir devrimciye hiç yakışmaz. anarşistlerin karşısında zalim olanlar eğer yıllar sonra Stalin’in kurbanları haline gelmişse bir anarşiste düşen, onları Stalin’in zalim makinesi karşısında savunmaktır. Zalim her zaman zalim olarak kalmıyor. Farzedelim ki, günün birinde Stalin de mazlum durumuna düşseydi onu da savunurdum. Nitekim, Beria’nın Kruşçev tarafından idam edilmesini onaylamam. Çavuşesko’nun yeni yöneticiler tarafından apar topar idam edilmesini de onaylamadım. Saddam’ın idamını da onaylamadım.

  65. Lemon

    Nasrullah Ayan’ın menajeri olduğun belirlenmişti -kendin söylemiştin Sığınmacılar sayfasında- İrfantemur, niye döndün gene? Güzelim tartışmalara limon sıkmak da neyin nesi? Gün Zileli seni kendinle mi yüzleştirdi ya da kitlelerce maskesi düşmüş bir halde kaldığından depresyona mı girdin ne oldun?

    Ustandan öğrendiğini ustana satmansa çok komik. Gün, o dediğin, çarpıtarak ve boncuk bulup yeni keşfetmişçesine yazdığın 1 mayıs olayını Havariler’de anlatıyor zaten. Şu sıralar Havariler’i elinden düşürmediğin belli oluyor ama düştüğün çukurda debelendikçe komikleşiyorsun, eksik akıl! Seni tanımam etmem, ama şuradaki yorumlarını görünce gazetecilik hayatının Londra’da ateşelerin katıldığı cumhuriyet balolarında ellerini oğuşturarak boy gösterme çabaların. chp dernek başkanlığın ufff bir de çıkıp ‘kemalist rejimin sakladığı belgeleri günyüzüne çıkarttım’ mı diyorsun! Yalana geeeeelllllll
    : )

  66. Lemon

    http://www.avrupagazete.com/avrupa.asp?Id=13497

    Ucuz bir adamsın, bulaşma buralara.. halledilmişti senin mevzun ama canını yakmış Zileli, gerçekleri hazmetmek zor geldi değil mi? Depresyona girmişsin İrfantemur, dönüp dolanıp Gün’ün sitesindeki yorumlara bakıp ağlıyormuşsun. Tedavi için TR’ye geldiğinde paşalar destek olur sana. Olmazsa haber et. Düşürene kadar tekmelesek de, düşürdükten sonra el verenlerdeniz biz. Sen edebinle düşmüyorsun ama! Sorun burada!

  67. Johnny Walker: Day Zileli Londra'daki gazeteleri iyi bilir, satir satir takip ederdi

    Kendisi itiraf ediyor. Anisini sattigi son kitabin son sayfalarinda. Ingiltere’de oturma izni bitmis olan çocuk bakicisi genç kizlari agina düsürmek üzere bu gazetelerin evlenme ilanlarini takip ettigini anlatiyor. Burada kendisinden 28 yas küçük bir kizcagizi buluyor, gönül eglendiriyor, izah etmedigi bir sekilde artik nikah yapmayi da kabul ediyor. Neden acaba? Sahi, GZ neden Ingiltere’de kalamaz, yüz kizartici suçu mu var?

  68. Mehmet Çatık

    Gün bey, özgürlük anlayışınızın genişliğini elbette takdir etmemek mümkün değil ama bu tür ajanlara özgürlük tanıyarak bu siteyi okuyan insanların özgürlüğüne, tartışma yapma hakkına tecavüz edilmesine izin vermiş oluyorsunuz. Yani kısaca dediğim şu ki, birisi gelip boğazınıza bıçağını dayadığında, “özgürsün, kes boğazımı” demek doğru mudur? Bir süredir iizliyorum, AKP masası veya sehpası dediğiniz kişinin tutumu gerçekten provakatif ve bu durum siteye yorum yazacak birçok kişiyi caydırıcı nitelikte. Çünkü şarlatanlarla aynı platformda yer almak istemeyiz, provakatör ve polislerle de öyle. Sizden ricam, bu şahsın siteye yazmasına izin vermeyin, bu teknik olarak nasıl yapılır bilmiyorum ama bunu sağlayın.

  69. Aysun

    Mehmet beye katılıyorum. artık bu özgürlük düşmanı bukalemunlara yeter deyin lütfen.

  70. Ben onu seviyesine inmem (!)

    Seviye… Düzey…inmek…çikmak… bir anar’a yakisacak sözler mi bunlar. Ama çukur GZ’ye yakisir, oturma izni almak için çirpinan Alevi emekçi kizlara tasallut eden adamin düstügü çukurda çirpinmasini ibretle izliyoruz.

  71. junkie

    Gün hocam arkadaşlara ben de katılıyorum. Özgürlük sabotajcılarını istemiyoruz bu sitede. Bir yolunu bulun lütfen. Siteyi, yorumları takip edemiyorum bu parazitler yüzünden.

  72. junkie

    Benden hızlı davranmış, çukura düşesice.

  73. Özgürlük sabotajcılarını istemiyoruz

    Imza: Joseph Stalin

  74. junkie'ler ve yankee'ler

    Ne junkie ne yankee, bagimsiz Dundee

  75. Gün Zileli

    Arkadaşlar, bu şahıs altı adamın hakkımda yazdıkları beni zerre kadar etkilemez. Güler geçerim, ancak görüyorum ki, genel bir rahatsızlık var. Daha önce de aynı yönde talepte bulunan arkadaşlar olmuştu. Özgür bir site olma iddiam dolayısıyla buna direnmiştim, hatırlarsınız. Şimdi gelen talepler üzerine sorunu yeniden düşündüm. Evet haklısınız. ancak şu sıra böyle bir işlemde bulunmam (teknik olarak mümkündür herhalde, henüz teknik servisle görüşmedim) sanki hakkımda yazılanlardan rahatsız olmuşum da bu şahsiyet altı adamı (masayı veya sehpayı) bloke etmişim gibi bir zehaba yol açabilir. Bu yüzden inisiyatifi bu sitenin katılımcılarına bırakıyorum. Eğer siteye sürekli katılan arkadaşlar, bloke edelim derlerse (şu ana kadar 3 arkadaş bunu deklare etmiştir) ben de sizin kararınıza uyacağım ve masayı bloke edeceğim. Birkaç gün içinde görüşünüzü burada, site yorumlarına bildirmenizi rica ediyorum.

  76. Gün Zileli

    İmzalarından tanıdığım, Ertan, Çıracı, Özgürlükçü, Hurşit arkadaşlardan özellikle bir görüş ve öneri bekliyorum. Tabii diğer bütün arkadaşlardan da.

  77. anti troll

    bence yasaklansın… çünkü troll.. daha önce bu konuyu gündeme ben getirmiştim.

  78. arkadaşlardan özellikle bir görüş ve öneri bekliyorum.

    Tam Dogu Perinçek taktikleri. Ama Dogu Perinçek hiç olmazsa bir örgütün sorumlulugunu tasiyordu, GZ ise oyun oynuyor. Gerçi yasak koyarak bir risk aldiginin da farkinda degil. Yasak koyan bedelini öder.

  79. çıracı

    Hocam, bence bu arkadaşı bloke etmeyelim. Düzgün, iyi üsluplu ve tartışılabilir şeyler yazarsa (bir ihtimal) ona cevap verelim; küfürlü veya salakça şeyler yazmaya devam ettiği sürece bu arkadaşı hiç takmayalım, yokmuş gibi davranalım. Belki bu yolla insan gibi tartışmayı öğrenir.

  80. ...salakça şeyler yazmaya devam ettiği sürece..

    ????Arkadaşlar, bu şahıs altı adamın hakkımda yazdıkları beni zerre kadar etkilemez. Güler geçerim, ancak görüyorum ki, genel bir rahatsızlık var. Daha önce de aynı yönde talepte bulunan arkadaşlar olmuştu. Özgür bir site olma iddiam dolayısıyla buna direnmiştim, hatırlarsınız. Şimdi gelen talepler üzerine sorunu yeniden düşündüm. Evet haklısınız. ancak şu sıra böyle bir işlemde bulunmam (teknik olarak mümkündür herhalde, henüz teknik servisle görüşmedim) sanki hakkımda yazılanlardan rahatsız olmuşum da bu şahsiyet altı adamı (masayı veya sehpayı) bloke etmişim gibi bir zehaba yol açabilir. Bu yüzden inisiyatifi bu sitenin katılımcılarına bırakıyorum. Eğer siteye sürekli katılan arkadaşlar, bloke edelim derlerse (şu ana kadar 3 arkadaş bunu deklare etmiştir) ben de sizin kararınıza uyacağım ve masayı bloke edeceğim. Birkaç gün içinde görüşünüzü burada, site yorumlarına bildirmenizi rica ediyorum

  81. Anonim

    Bence de artık yeter. Hiç çekinmeyin Gün hocam. Buradaki eleştiri değil, hakaret ve provokasyondur.

  82. Gün Zileli

    Çıracı, ben de senin giebi düşünüyordum, tamam öyle yapılabilirdi ama bu siteyi ara sıra izleyen, belli tartıymalara ara sıra katılan arkadaşlar var. Bir örnek verecek olursam, şahsen de tanıdığım Mikail Fırtınacı arkadaş. Bu meseleler üzerinde ciddiyetle düşünen bir insandır. Bakın yukarda tartışmaya katıldı ama bu adam tartıqmayı provoke edince bir daha yazmaz oldu. Ahmet de öyle. Çünkü bu adam, bir arkadaşın dediği gibi tam bir bukalemun. Tam bir fırsatçı ve amacı ortamı bozmaktan ibaret. örneğin, benim açıklarımı bulmak için kitaplarımın her satırını didik didik ettiği halde Sığınmacılar kitabındaki “yahudi düşmanlığını” teşfedememişti. Çünkü tekelminde kendisi bir AKP’li olarak tam bir anti-semitisttir. Buralarda daha önce yazdıklarından biliyoruz.b Ama bir Troçkist (yukarda görebilirsiniz) benim Sığınmacılar’da Yahudiliğinden dolayı Troçki’ye küfür ettiğimi yazınca hemen buna sarıldı ve benim Yahudi düşmanı, ırkçı olduğumu yazmaya başladı. Sonuç olarak, benim derdim bana söylenen laflar değil. Derdim burada çeşitli konuylarda düzgün bir tartışmanın yürümesi ve bu adam bunu dağıtıyor. Özellikle burada AKP yanlılığının sökmediğini, AKP’nin halk düşmanlığına pirim toplayamayacağını iyice anladığından beri.

  83. Gün Zileli

    Şu ana kadar, bloke edilmesini savunanlar: Mehmet Çatık, Aysun, Gün Zileli, Junkie, Antitroll, Anonim bloke edilmesini istediler.
    Çıracı, kalsın, cevap verilmesin diyor. Bekleyelim diğer arkadaşların görüşlerini de. Şu anda aklıma gelen isimler, Hayloo, Kakara Karga, Zikrimce ne derler?

  84. Hurşit abi

    Biraz önce okudum efendim. Teaşekkür ederim oyumu istemişsiniz. Eh artık bana yol gözüktü gençler. Hastanedeyim. Şimdi sizi üzmeyeyim dea biraz umutsuz bir durum var. anlayacağınız efendim, gidiciyim. Bu dünyada herkes ziyaretçi hep söylenegeldiği gibi. Bu yüzden üzülmeye mhal yok. Hastanede doktor beyciğimden rica ettim, bana şu dizüstülerden arada bir getiriyor, bakıyorum maillerime, bir de sitenize Gün bey oğlum. Takdir edersiniz ki, giderayak kimsenin ipini çekmek istemem. Her ne kadar öbür dünyaya inanmasam da son tahlilde günah almak istemem. Şimdi bu AKP’li bey oğlumuz, gördüğüm kadarıyla tam bir dünyalı. Pek bir dindar geçinir gibidir ama bu dünyaya sıkı sıkı tutunmuş, çok hırslı. Allah onun da günahlarını affetsin. Yazdıklarını bene de pek ayıplarım. Geçen bana da bir laf ettiydi. Affediyorum. inanıyorum, bir gün o da islah olur. Gün bey oğlum gelin atmayın derim. Çıracı oğlum gibi düşünüyorum. Gücüm azaldı. Hepinizi kucaklıyorum. Benden haber alamazsanız anlayın ki gittim. elveda çocuklarım. Ümidinizi kesmeyin. Hayat iyilerin yüzüne gülecektir, er geç er geç…

  85. çıracı

    Hocam, bu adamın icraatları hakkında sonuna kadar haklısınız, buradaki özgür ortamı resmen sabote ediyor. Ama biz (diğer yorumcular) ona cevap vermezsek bu kişinin buradaki provakatif misyonu da kendiliğinden sönümlenir, kendi çalıp kendi oynamaya başlar, diye düşündüm. Tabi, bu kişi bloke edilirse hiç üzülmem ama sitenin özgürlükçü yapısına da zarar vermeden bu sorunun çözülmesi daha iyi olur diye düşünüyorum.

  86. çıracı

    Bu arada Hurşit abi’ye üzülerek elveda diyorum, yaşama şansınız varsa size acil şifalar diliyorum.

  87. Anonim

    Acil şifalar Hurşit abi. Ümit ederim ki durumunuz düzelir.

  88. Zikrimce

    sevgili Hursit abi, dilerim en kisa surede hastaneden sihhatle ayrilirsiniz. Cok uzuldum/ hastane yakismiyor size; veda etmek de… olmadi bir gun biz de geliriz nasilsa ‘oraya” varsa ora…. selamlar eder ellerinizden operim

    Gun Zileli, bu arkadas giibi hakaretcileri gormeye tum iyiniyetinize ve acikliginiza ragmen agizlarindan kopuk sacmalarina nasil dayanabildiginizi hic anlayamadim… Bence bos yere onun sesini duyuyoruz. Hic birimizin o kadar zamani yok saniyorum. Tum ozgurlukculuk iddialarinizi anlamakla birlikte blokeden yana oldugumu belirtmek isterim. Mac pcden yazmaya calisiyorum harf yazim hatalarim affola.

  89. Gün Zileli

    Şu ana kadar, bloke edilmesini savunanlar: Mehmet Çatık, Aysun, Gün Zileli, Junkie, Antitroll, Anonim, Zikrimce.

    Bloke istemeyenler: Çıracı, Hurşit abi

  90. özgürlükçü

    casusla bende tartışma ve yorumlarındaki provakasyon ajan,ihbar,ayrımcı ırkçı dil,tehdit gibi olumsuzluklarına rağmen insanı ve özgürlüğü temel alan sitenin blokaj dışındaki yöntemler geliştirerek bu sorunun aşılması görüşündeyim.bir an evvel görüşümü yazmak istedim çünkü casusunda ihbarları sayesinde kocaelinde HDK de birlikte iş yaptığımız hemen her siyasi parti ve devrimci özgürlükçü arkadaşlarımızın 30 a yakını gözaltına alındı.aslında göz altı tutuklanma casusun isteğinin yanında önemsizleşiyor zira bir yorumunda bana ölümümün yakın olduğunu yazmıştı haklı olabilir kendisi nede olsa devlet bütün devletler gibi itirazı olanları öldüren katillerin bunu isteyip söylemesi normal ama galiba bu kez işleri zorlaşıyor biz biraz beceriksiz olup casusun savunduğu düzeni değiştiremiyoruz hiç olmazsa bu yaptıklarıyla hem kendilerini tüketirler hemde birlikte iş yapma yeteneği sorunu yaşayan sistemin mağdurlarının bu yeteneklerini geliştirmelerine neden olup hayırlı olabilir bu gibi nedenlerle sadece olumsuz yanından değil casusun yorumlarının bile olumlu katkısıda olabilir düşüncesindeyim.mitingde çok ilgi gören anarşist gruba ilişkin zilelinin yorumunu merak etmiştik öğrenemedik

  91. Gün Zileli

    Şu ana kadar, bloke edilmesini savunanlar: Mehmet Çatık, Aysun, Gün Zileli, Junkie, Antitroll, Anonim, Zikrimce.

    Bloke istemeyenler: Çıracı, Hurşit abi, Özgürlükçü

  92. Gün Zileli

    Özgürlükçü arkadaşım, nasıl bir yorum istiyorsun, zaten fikrimi söylemiştim. anarşistler elbette KCK tutuklamalarına karşı yapılan bir gösöteride yer almalıdırlar, o arkadaşlar da bu katılımlarıyla olumlu bir şey yapmışlardır. Bir daha görürsen sevgilerimi söyle lütfen.

  93. Anka_kuşu

    Bence de ilke olarak hiç bir yorumcu bloke edilmemeli, küfür-şiddet içeren yorumlar siliniyor zaten, provakatif ve konuyla ilgisiz yazılar yazanlar da kaale alınmaz, olur biter.

  94. haylooo

    Daha önce bu konu açıldığında da söylemiştim, özgürlükse eğer kalsın, küfürleri zaten silinmekte, onun dışında yazdıklarında ciddi bir şey varsa ciddiye alınıp cevap verilir, yoksada ciddiye alınmaz ne yapalım, yeni yazanlar demişsiniz, bu konuda haklısınız insanların huzurunu kaçırabilir, ne yapalım, birleri kötü niyetli diye özgürlük kısıtlanmaya başlamaya görülsün…:)

  95. Gün Zileli

    Şu ana kadar, bloke edilmesini savunanlar: Mehmet Çatık, Aysun, Gün Zileli, Junkie, Antitroll, Anonim, Zikrimce.

    Bloke istemeyenler: Çıracı, Hurşit abi, Özgürlükçü, Anka Kuşu, Hayloo

    Şu anda durum 5-5

    bekleyelim bakalım bir iki gün daha

  96. özgürlükçü

    eşitlikte bile özgürlüğü temel alıpkendini gerçekleştırmesine fırsat verilmeli.bu tarz olumlu tükenmesine ne olup olmadığının daha görünür hale gelip arkasına saklanmaya çalıştığı olumlu değerlerle ilgisinin olmadığının anlaşılıp anlayış olarak tükenmesine yardımcı olabilir.kişisel olarak biz anarşistlerin her insanın özgürce kendi olup diğer insanlar ve doğa ilişkisini sürdürme hakkını savunuruz ki bu özgürlükçü ile tartışmalarında ölüm tehdidi bile yapabile casus bile olsa insan olduğundan bu haklarının olması gerektiği düşüncesindeyim.hiç olmasa ne olabiliriz sorusunun çok çeşitli seçenekleri varken ne olmamalıyıza güzel bir örnek olması için anlayışını sitede paylaşmalıdır

  97. Zikrimce

    Sevgili arkadaşlar,

    yorumlarınızı okuyunca utandım… O an neye o kadar kızgındım şimdi burada anlatmayayım ama şimdi siteye girince bu arkadaşa neden bu kadar tahammül edemediğimi anlayamayıp, utandım. Kafam karıştı sanırım. Oyumu geri çeksem-değiştirsem mi bilemedim. Ama utandığıma göre geri çekmeliyim değil mi? Kolektif akıl verirseniz sevinirim.

  98. Gün Zileli

    Şu ana kadar, bloke edilmesini savunanlar: Mehmet Çatık, Aysun, Gün Zileli, Junkie, Antitroll, Anonim,

    Bloke istemeyenler: Çıracı, Hurşit abi, Özgürlükçü, Anka Kuşu, Hayloo, Zikrimce

    Şu anda durum : Bloke: 5 (daha önce yanlış saymışım)
    Bloke edilmesin: 6

    Şu anda bloke edilmesin diyenler önde. yarın gece sonuçlandırırız. biraz daha bekleyelim.

  99. Zikrimce

    Vereceğiniz aklı vermişsiniz yorumlarla… Ben oyumu çekiyorum. Kalmalı.

  100. çıracı

    Durum 6’ya 6 değil mi şu an?

  101. anti troll

    geçmiş olsun hurşit abi. yanaklarından öpüyorum sevgili dost..

  102. Gün Zileli

    pardon yanlış saymışım. evet 6’ya 6

  103. Mrs. Dalloway

    Bu sitedeki yazılar kadar, yazı altındaki yorumlarla gelişen tartışmalar da çok öğretici oluyor. Arkadaşın amacı ortada. Yine de görmezden gelmek zor. Hele ki su gibi akıp giden tartışmalara kaptırıp gitmişken onun seviyesi düşük yorumları. sanal reklam etkisi yaratıyor. Dikkat etmesek, cevap vermesek de bilinçaltımıza akıtıyor küfürlerini. Hem yazı kalır demişler, onun hakaretleri neden bu güzel sitede kalsın? (Uzun zamandır takip edemiyordum, Nikita Tayyip isimli makaleni Facebook’tan görünce siteye bakayım dedim ama yazı henüz konmamış buraya. Muhteşem bir yazı olmuş, ellerine sağlık Gün Zileli. Eklendiğinde oraya görüşlerimi yazarım.)
    Eğer bu konuda benim de oyum varsa, bu kişinin yorum yazmasını istemiyorum. Selamlar

  104. Gün Zileli

    bloke edilmesini savunanlar: Mehmet Çatık, Aysun, Gün Zileli, Junkie, Antitroll, Anonim, Mrs. Dalloway

    Bloke istemeyenler: Çıracı, Hurşit abi, Özgürlükçü, Anka Kuşu, Hayloo, Zikrimce

    Şu anda durum : Bloke: 7
    Bloke edilmesin: 6

    Bu gece sonuçlandırırız. biraz daha bekleyelim.

  105. Gün Zileli

    Evet, Nikita Tayyip yazısı henüz konamadı. Bugün konur sanırım.

  106. haylooo

    Gün hocam,
    size bir mail attım, röportaj için mailinize bakar ve uygun bulup bulmadığınızı belirtirseniz sevinirim

  107. Gün Zileli

    Haylooo, benim bloke olan eski adresime atmış olabilir misin?
    gunzileli@hotmail.com adresine gönderiver. Mailden yazışırız.

  108. haylooo

    tamam hocam,
    gönderdim…

  109. Gün Zileli

    yeni yazığm sitede halen yayımlanamadı bir teknik aksaklık dolayısıyla. buradan okuyabilirsiniz:

    http://jiyan.org/2011/11/nikita-tayyip-gun-zileli/

  110. Gün Zileli

    arkadaşlar, oylamayı sonuçlandırıyoruz. Çoğunluk demokrasisi çok sakıncalı bir şeydir. Görüyorum ki; 7-6 sonuca rağmen 6 keşelek önemli bir rakam söz konusu. Bu durumda biz demokrasiyi ters yüz edelim ve azınlıkta kalanları dinleyelim. AKP masası şimdilik bloke edilmeyecek. Ancak ben kendi adıma bu masaya cevap vermeyeceğimi net bir şekilde belirteyim.

  111. ertan

    her şeyi yeni gördüm. bence bu adam en başından beri bloklanmalıydı (sorun akp’li olması değil, ondan hariç her şeyi) ama bunun mümkün olacağını sanmıyorum. belirli bir üyelik sistemi yok çünkü sitede. isteyen istediği isimle yorum yapabiliyor. kaldı ki herkes değişken ip no’ları kullanıyor, statik ip’si de yok ki adamın onu engelleyip kurtulabilesin. kaldı ki o bile olsa başka bilgisayarlardan devam eder bu ruh hastası.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑