Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Louise Michel (1830-1905)

Portreler

 

Louise Michel, 29 Mayıs 1830’da Fransa’da Vroncourt şatosunda dünyaya geldi. Annesi şatonun hizmetçilerinden biriydi. Babası ise küçük Louise dünyaya geldikten kısa süre sonra ortadan kaybolmuştu. Küçük Louise, dede ve büyükanne diye çağırdığı şatonun sahiplerinin yanında büyüdü. Okuma-yazmayı Voltaire hayranı olan dedesinin gayretleriyle öğrendi.

Louise, ilkokul öğretmeni olmak istedi ve sınavları kazandı. Ancak bu mesleği yapabilmesi için imparatorluğa bağlılık yemini etmesi gerekiyordu; Louise Michel bunu reddetti. Sonuçta resmi okullar yerine özel okullarda çalışmak zorunda kaldı. Hatta 1853 ocağında Yukarı Marne bölgesinde Audeloncourt’da özgür bir okulu bizzat kendisi açtı.

Louise Michel Paris’e taşınmaya karar verdi. Onuncu bölgede Chateau d’Eau caddesinde bir okulda öğretmenliğe başladı. Paris Komünü’nün önde gelen isimleri arasında olacak olan Varlin, Eudes,Valles, Rigault ve Theophile Ferre ile de o zaman tanıştı. Bu sırada Paris’te katıldığı tartışmalarla anarşizmle de tanışmaya başlıyordu.

Komünle taçlanacak olan 18 Mart ayaklanmasında Louise mantosunun altında sakladığı karabinası ile yer aldı. Komünün yenilgisinin ardından yakalanıncaya kadar da silahını elinden bırakmayacaktı.

Louise Michel’in imzasını taşıyan “Anarşistler Bildirisi” onun yaşamına damga vuran belli başlı fikirleri yansıtmaktadır:

“Özgürlükten yanayız ve bunun, kökeni ve biçimi ne olursa olsun, ister dayatılmış, ister seçilmiş olsun, kralcı ya da cumhuriyetçi olsun herhangi bir iktidarın varlığıyla bağdaşmayacağına inanıyoruz… Eşitlik olmadan özgürlük olamaz!… Bizim istediğimiz eşitlik, özgürlüğün önkoşulu olan fiili eşitliktir.”

Louise Michel, Paris Komünü’nde yer almaktan yargılandı ve bir avukat tarafından savunulmayı reddetti. Kendi yaptığı savunmada şunları söyledi:

“Kendimi savunmak ve birilerinin beni savunmasını istemiyorum. Tüm varlığımla toplumsal devrime aitim ve bütün davranışlarımın sorumluluğunu kabul ediyorum. Yaptıklarımı bilerek ve isteyerek yaptım.”

Mahkeme başkanı son söz olarak söylemek istediği bir şey olup olmadığını sorduğunda ise;

“Kendini Savaş Konseyi diye adlandıran benim yargıcım olan heyetinizden…. tek isteğim yoldaşlarımın öldürüldüğü Satory meydanına gönderilmemdir. Beni de toplumunuzdan eksiltin. Zaten sizden bunu yapmanız isteniyor. Cumhuriyet savcısının hakkı var. Mademki özgürlük için çarpan her yüreğe bir parça kurşun nasip oluyor ben de hakkımı isterim.”

Ona sürgün cezası verdiler. Temyize gidip gitmeyeceği sorulduğunda, “Hayır bu kararı temyiz etmeyeceğim, ölüm cezasını tercih ederdim” yanıtını verdi.

Louise Michel’i Fransız Sömürgelerinden Yeni Kaledonya’ya (Kanakya’ya) gönderdiler. O sıra orada ayaklanma vardı. Louise Michel orada bulunduğu süre içinde sömürgeciliğe başkaldıran Kanaklarla dayanışma içinde oldu. Michel sürgün yıllarında da Kanak çocuklarının eğitimi ile ilgilendi.

1880 Kasımı’nda Paris’e döndükten sonra da mücadeleyi bırakmadı. Zatürreeden öleceği 1905 yılına kadar defalarca tutuklandı. Bazen işsizlerin mücadelesi içinde bazen anarşistlerin eylemlerinde boy gösterdi.

(“Kadınlar Sokakta” Sitesinden kısaltılarak alınmıştır.)

 

Louise Michel, Le Havre, Gaiety Music Hall’deki bir konferansı sırasında silahlı saldırıya uğradı ve başından ağır bir şekilde yaralandı. Saldırgan, Pierre Lucas adında, 32 yaşında bir Britanyalıydı. Karısı ve kendisi, Le Havre’deki bir dükkanda çok düşük ücretle çalışıyordu. Michel, karşıdevrimci propagandanın etkisi altında eyleme girişen bu kişinin mahkûm olması halinde ailesinin çok zor duruma düşeceği gerekçesiyle mahkemede onun aleyhinde ifade vermeyi reddetti.

 

Gün Zileli

8 Ocak 2012

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

        

    

 

9 Comments

  1. Louise Michel ve diger komüncüler

    Michel ile beraber Kaledonya’ya yüzlerce komüncü sürgün gönderildi. Bunlardan bir-iki kisi hariç hepsi de Fransiz sömürgeciligini destekledi. Bu da, Avrupa kültürünün soluyla, sagiyla, liberaliyle, komünistiyle, anarsistiyle sömürgeci ve ezilen halklara düsman oldugunu kanitladi. Evet Michel bir istisna olmustur ve istisnalar kaideyi dogrular.

  2. Komüncüler ve Müslümanlar

    Komüncüler 1871’de Kaledonya’ya sürgüne gönderildikleri sirada Cezayir’de de müslümanlar ayaklanmisti, çünkü topraklari zorla ellerinden alinip Fransiz vatandasi olarak kabul edilen Yahudilere verilmisti. Bu müslümanlardan da büyük bir grup 4500 adet komücüyle beraber Kaledonya’ya sürgün edildi. Komüncüler Kaledonya’da Fransiz sömürgecilgiyle anlasip, sadece yerli halka degil Kaledonya’ya sürgün edilen diger grup olan müslümanlara da çok kötü davrandilar. Michel yerlilere (onlari uygarlastirmak için!!!!) nispeten iyi davranirken müslümanlarin gördügü zulme de sesini çikarmadi, nitekim bir müddet sonra sömürdeci komüncüler ve bu arada Michel de Fransa’ya geri dönebildiler, ama müslümanlar asla Cezayir’e geri dönemediler, bugün Kaledonya’da onlarin torunlari var. Iste komüncülerin enternasyonalizmi de bu kadarmis. Bizim snop münevver kesim komünü pek iyi bilir de isin bu taraflariyla ilgilenmez bile, hatirlatayim dedim (malum bizim polis masasinda dünya tarihi de ögretiliyor).

  3. Ne mesaj veriliyor?

    Gün Zileli, son iki yazinin sonunu söyle bagliyor:
    1. Panagoulis yazisi:
    Oriana Fallaci, kitabında, Panagulis’in, Cunta’nın devrilmesinden sonra yargılanan işkencecilerini teşhis etmeyi, aleyhlerinde ifade vermeyi ve suçlamayı reddettiğini anlatır.
    2.Louise Michel yazisi:
    Louise Michel, Le Havre, Gaiety Music Hall’deki bir konferansı sırasında silahlı saldırıya uğradı ve başından ağır bir şekilde yaralandı. Saldırgan, Pierre Lucas adında, 32 yaşında bir Britanyalıydı. Karısı ve kendisi, Le Havre’deki bir dükkanda çok düşük ücretle çalışıyordu. Michel, karşıdevrimci propagandanın etkisi altında eyleme girişen bu kişinin mahkûm olması halinde ailesinin çok zor duruma düşeceği gerekçesiyle mahkemede onun aleyhinde ifade vermeyi reddetti.

    Benim anladigim kadariyla Ilker Basbug vb gibilerini AKP’ye karsi savunmasi elestirilince buna bir cevap vermek amaciyla bu örnekleri getiriyor. Ama kafalar daha da karisiyor. Ben (her ne kadar bu görüse de katilmasam da) mesela söyle dile getirilen bir görüse saygi duyarim: “Biz anarsistler (veya devrimci komünistler) olarak hakim siniflarin AKP veya Kemalist klikleri arasindaki kavgaya katilmayiz. Cumhuriyetçi veya liberal klik ile muhafazakar klik kapitalizmin savunmasinda birlestiklerine göre bunlarin hepsine karsi olmaliyiz.vs.vs.” Ama bu yapilmiyor, açikça ve hiçbir beis görülmeksizin generaller AKP’ye veya baska bir odaga karsi savunulup onlari masum gösterecek kadar asiri tutumlar aliniyorsa kusura bakmayin ben de bunu anlamam ve bu açidan amaç ve konumuna karsi olsam da Özgürlükçünün tavrina deger veririm, çünkü makul (kendisiyle tutarli) insanlarla her zaman bir çerçevede anlasilabilir ama irrasyonel tutumlar insanlari soke etmekten veya meçhule hizmetten baska da bir ise yaramaz.

  4. Gün Zileli

    Sanırım bazı şeylere açıklık getirmem gerekiyor:

    1. “Suçları Ayarlama Enstitüsü” yazımda savunduğum temel fikir şudur: “Devletin tepesindekilerin tutuklanması her zaman demokrasinin zaferi anlamına gelmez.” Buna şunu da ekleyeyim şimdi: Hele 28 Şubat “post-modern darbesi”nin mimarı Çevik Bir’ler vb. dışardayken.
    2. Anarşistlerin, devrimcilerin tavrı, bence, politika temelinde değil, ahlak temelinde olmalıdır. Bir sürü politik pis oyunun döndüğü ortamlarda bu çok daha sağlıklı bir yönelimdir.
    3. Kurum olarak ordu, polis kurumuyla birlikte en karşı olduğum kurumlardır. Dolayısıyla bu kurumları hiçbir koşulda savunmam. Ama bu kurumlarda yer alan bireyler haksızlığa uğramışsa onları da savunmaktan çekinmem.
    4. Bu iki yazının anlamı ve sonlarındaki mesaj doğru anlaşılmalıdır. Bugün toplum, tutuklamalarla, ihbarlarla vb. korkunç bir ahlaksızlığa sürükleniyor ki, bu tür pisliklerle birbirine politik olarak zarar vermek isteyenlerin yönelişleri bir yana, bunlar toplumun sağlam hücrelerine zarar veriyor, toplumu zehirliyor. Eğer bu furyaya karşı durulmazsa, yarın öbür gün bu, tüm toplumu zehirleyecektir, hatta bugünden zehirlemeye başlamıştır. Ahlaksızlığın sınıfı yoktur.
    5. İki yazının da (Panagulis ve Michel yazıları) sonunda verilmek istenen ahlaki mesaj şudur: Ordu mensuplarının yaptığı gibi, üstlerini ihbar etmeyi bırakın bir yana, düşmanlarınızı bile ihbar etmeyin. Egemen sınıf mahkemelerinde kimseyi suçlamayın. Geçmişte size karşı suç işlemiş bile olsalar. Bu, özellikle, 12 Eylül’cülerin yargılanıyormuş gibi gösterildiği bugünkü koşullarda zindan gardiyanlığına kalkışan eski devrimcilere, daha özelde “1978 kuşağı”na yapılmış bir uyarıdır.

  5. Apolitik bir tutum

    Ben de degerlendirmemi yapayim. Açiklama gelene kadar (kendimce hakli olarak) dogrudan politik bir tutum olarak algiladigim yazi veya yazilari Zileli’nin açiklamasindan sonra yeniden degerlendiriyorum.Kaçinilmaz politik sonuçlari olan apolitik bir tutum almaktadir. Bu sonuçlari burada tartismaya gerek yok. Kendisine s

  6. Apolitik bir tutum

    Ben de degerlendirmemi yapayim. Açiklama gelene kadar (kendimce hakli olarak) dogrudan politik bir tutum olarak algiladigim yazi veya yazilari Zileli’nin açiklamasindan sonra yeniden degerlendiriyorum.Kaçinilmaz politik sonuçlari olan apolitik bir tutum almaktadir. Bu sonuçlari burada tartismaya gerek yok. Kendisine sadece sunu hatirlatmak isterim ki politik bir varlik gösteremeyen insan gruplari yok olmaya mahkumdur (tabii grup olarak). Politikanin bu sekilde reddi ise sadece ve sadece klasik liberal bireyselciligidir ve dayandigi hipotetetik ahlak anlayisi ise taa Kant tarafindan çürütülmüstür. Suçlari ayarlama enstitülerini elestirirken size de ahlaki ayarlama çabalarinda basarilar dilerim.

  7. meemur

    Ailesi zor durumda kalacağı için o çocuktan davacı olmaması ahlakîdir ve doğrudur. 12 Eylül’cülerden davacı olmak ise politik ve ahlakî olarak zorunludur.

    Politikayı dışlayan bir ahlak değil, politikayla birlikte ahlak.

  8. Insan izole birey degil sosyal bir yaratiktir

    Marksist olmamam ragmen Marks’in birçok görüsüne ve özellikle Robonson efsanesiyle alay eden satirlarina hayranim. Izole insan hiçbir zaman mevcut olmamaistir. Insan her zaman sosyal, dolayisiyla politik bir yaratik olmustur. Politik olmayan bir ahlak dusunulemez. Zaten böyle bir iddia liberal burjuva düsünürleri disinda tarihte hiç kimse tarafindan savunulmamistir. Kendisine anarsist, devrimci diyen insanlarin böyle bir yaklasimda bulunmalari oldukça ilginç. Bana daha çok bohem burjuvalari hatirlatiyorlar diyerek kibarlik yapmaktayim, aslinda birbirine çok benzeyen bu iki gruptan digerine lümpenleri hatirlatiyorlar. Gerçi anarsistler içinde bireyci olanlari da var ama onlar kendilerini açikça sagci olarak tanimlamaktalar.

  9. Insan izole birey degil sosyal bir yaratiktir

    Ahlak bireysel anarsistlerin iddia ettigi gibi siniflarüstü degildir. Adam Smith’in ahlaki ile Katalunya’daki isçilerin ahlak prensipleri ayni miydi?

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑