Yenikapı mitingi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz başarısız darbe girişimi dolayısıyla yakın tehdit algıladığı ABD’ye ve genel olarak Batı’ya karşı sahneye koyduğu bir siyasi eylemdi. Erdoğan, yüzde 50’lik tabanının söz konusu tehdidi göğüslemek için yetersiz kaldığını vakitlice ve isabetli biçimde tespit eder etmez kutuplaştırıcı siyasetine bir süreliğine ara verdi ve HDP haricindeki muhalefetle“darbe barışı” yapmaya yöneldi. Toplumun önemli bir kısmının kendi arkasında durduğunu dünyaya gösterme ihtiyacı acil ve zaruri bir hal almıştı. Erdoğan bu amaçla gerekli geri adımları da attı. Darbe girişiminden birkaç gün sonra algıladığı tehdide karşı sürdürdüğü kitlesel mobilizasyonun zirvesi, Yenikapı mitingi oldu.
Önceki gün Yenikapı’daki miting alanında toplanarak tarihi bir kalabalık oluşturanların ezici çoğunluğu haliyle kendi kitlesiydi… Lakin bu kitle, mitingin anahtar kişisi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından kendilerine ikram edilmiş bir “milli birlik” zemininin üzerinde duruyordu. Kılıçdaroğlu Yenikapı’ya gitmeseydi, Erdoğan’ın görünmeyen düşmanı “üst akıl”a karşı koymak için çok arzuladığı bu “milli birlik” imajı da oluşmayacaktı. Dolayısıyla Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na borçludur.
Bakıyorum da Erdoğan’ın Yenikapı’da “yeni bir kapı”yı açmış olmasını temenni eden hüsnükuruntu sahipleri var. Hangi kapıyı açmış olursa olsun ya da açarmış gibi yapsın… Varsa bir kapı, Erdoğan önceki gün orada anahtar olarak Kılıçdaroğlu’nu kullanmıştır.
Erdoğan’ın taktik dehasına diyecek yok. Bence dünya çapında. Şapka çıkarmak gerekir.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın anahtarı oldu da tersi mümkün mü? CHP Genel Başkanı, Yenikapı mitingine katılıp Erdoğan’ın anahtarı olmak yoluyla Türkiye’ye, partisine ve kendisine ne kazandırdı?
Bu sorunun cevabını şimdilik bilmiyoruz.
Lakin soruya önceki günkü mitingde yaşananlar ile sınırlı bir çerçeve içinde cevap aramak gerekseydi, lafı fazla uzatmamak için Aydın Engin’in dünkü Cumhuriyet’te yayımlanan yazısını okumanızı önerirdim. Başlığı da zaten çok şey anlatıyordu: Erdoğan 4 – Kılıçdaroğlu 0.
Aynı soruya Türkiye’nin yakın vadesine nişan alan bir cevap arayınca, bizim anahtarımız da Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’dan beklentileri oluyor.
Bunlar gerçekçi beklentiler midir?
Kılıçdaroğlu, mitinge gitmeden önce “Ülkemizde uzlaşma kültürünün yerleşmesine öncülük yapmalıyız. Bu bir ülke meselesidir. O nedenle mitinge katılmayı uygun görüyorum” demişti.
Türkiye’de uzlaşma kültürünün olmadığı çok doğru bir tespit. Ve iktidardakiler de bu kültürden en nasipsiz olanların başında gelmektedirler.
Ne tuhaf ki bugün uzlaşmaya en çok ihtiyaç duyması gerekenler ise onlar.
“Uzlaşma kültürünü yerleştirmek” iyi, güzel de Kılıçdaroğlu’nun muhatabı olan Erdoğan bu kültürü almaya hazır mı bakalım?
Hüsnü kuruntu sahibi bazı kalem erbabına bakarsanız, evet. Onlar 15 Temmuz’un Erdoğan ve çevresini hakikaten de değiştirdiğine inanmak istiyorlar.
Ben de bu arada merak ediyorum, Erdoğan rejimiyle özlenen bu uzlaşma hangi asgari müşterekte gerçekleşecek diye…
Darbe karşıtlığı mı?
Geçiniz. Öyle asgari müşterek olmaz.
Gülencilerin artık darbe yapacak hali kalmadı, bu bir.
İkincisi de şu: Bu darbe karşıtları aynı zamanda demokrasiye de karşıt iseler onlarla uzlaşmak nasıl mümkün olacak?
Kılıçdaroğlu, Yenikapı’da “Ne darbe ne dikta, yaşasın tam demokrasi” derken kimin diktasını kastediyordu acaba?
Diktayla, asgari müştereki darbe karşıtlığı olan bir uzlaşma, saçmalıktır.
Gelelim demokrasiye…
İçi, Erdoğan rejimi tarafından boşaltılmış bir kavram. Sadece seçime indirgenmekle kalmadı, 7 Haziran’dan sonra iktidarın lügatinde demokrasi, “seçimlerin hep AKP tarafından kazanıldığı rejimin adı” oldu.
Demokrasinin adı da unutturulmaya çalışıldı. 15 Temmuz akşamına değin muktedir ve sözcüleri, “demokrasi”nin adını bile telaffuz etmez olmuşlardı.
Şimdi 15 Temmuz sayesinde yeniden hatırlanması güzel.
Hadi gelin demokrasinin içini dolduralım.
Önce laiklik. Mutlaka laiklik. Yoksa olmaz.
Özgür basın. Gazetecilerin yakasından düşün artık.
Bağımsız, tarafsız, profesyonel yargı. Adil yargılanma hakkı.
Hukuk devleti.
İnsan hakları. Kişisel hak ve özgürlükler.
Sendikal örgütlenme hürriyeti…
Üzerinde uzlaşılabilecek tek asgari müşterek var, o da gerçek demokrasidir.
Mevcut rejimle bu zeminde bir uzlaşma ise imkânsızdır.
Bir süreliğine geri adım atar, işbirliği yapar; siz uzlaştığını sanırsınız.
Ama uzlaşmaz, fıtratında yoktur.
Türkiye bu Yenikapı’dan yeni yola çıkmaz.
Necip bu yazıya ne diyecek şahsen çok merak ediyorum. Bu yazı bile onun AKP yanlısı görüşlerini (veya AKP’ye müsamaha gösteren diye yumuşatabiliriz bu ifadeyi isterse) çürütmeye yeter.
Sıla: Sözlerimin arkasındayım
Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ne katılmayacağını açıklarken “Böyle bir şovun içinde olmayacağım” diyen Sıla, aldığı tepkilere yanıt verdi: “Demokrasi demiyor muyuz? Ben de fikrimi söyledim işte. Sözümün arkasındayım.”
7 Ağustos’ta Yenikapı’da düzenlenen Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ne sanat dünyasından çok sayıda isim katılmış, Sıla ise birkaç gün önce yaptığı açıklamada orada olmayacağını belirterek “Kesinlikle darbe karşıtıyım ama böyle bir şovun içinde bulunmayı tercih etmiyorum” demişti. Bu açıklaması özellikle sosyal medyada eleştiri yağmuruna tutulan Sıla, tepkilere önceki gün çıktığı alışveriş turunda yanıt verdi.
İSTEYEN YANLIŞ TARAFA ÇEKTİ
Nişantaşı’nda bir mağazadan çıkarken görüntülenen Sıla, konuyla ilgili sorular üzerine şöyle konuştu: “Bu konuyla ilgili izahat vermek istemiyorum. Yanlış tarafa çekmek isteyen, tabii ki yanlış tarafa çekti. Ama ben sözümün arkasındayım. Demokrasi demiyor muyuz? Ben de fikrimi, düşündüğümü söyledim işte.”
Instagram’ı yorumlara kapattı
Instagram’daki paylaşımlarının altına yazılan hakaret içerikli yorumlar, Sıla’yı sinirlendirdi. Ünlü şarkıcı, Instagram’ın yeni özelliğini kullanarak hesabındaki paylaşımlarını yoruma kapattı. Takipçileri artık Sıla’nın paylaştığı video ve fotoğrafların altına yorum yazamıyor.
http://www.hurriyet.com.tr/sila-sozlerimin-arkasindayim-40188362