Birgün gazetesinin Pazar eki geçenlerde Türkiye’ye gelen Žižek’i konu almış: “Zizek Fenomeni”.
Sungur Savran, Žižek’i “Filozof Meddah” diye buyur etmiş! Ali Şimşek, “Seyreltilmiş Filozof” diye ödüllendirmiş. Suat Hayri Küçük de “Elveda Zizek” diye uğurlamış.
Doğamdan gelen bir konukseverlik, saldırıya uğrayana acıma ve savunma güdüm vardır. Bu sefer de bunu yapayım dedim ama beceremeyeceğim galiba. Çünkü eleştiriler haklı (burada bir duvar esprisini yazmadan geçemeyeceğim: “Dağılın beyler, adam haklı”). Özellikle Sungur Savran’ın eleştiri okları tam yerine isabet etmiş. Ali Şimşek’in yazısının içine konan Žižek fotoğrafı ise, Žižek’in bunu sırf “provokatif” olmak için yaptığını düşünsek dahi yenir yutulur gibi değil: Žižek yatağında uzanmış ve arkasında bahriye subayı kılığında bir Stalin fotoğrafı.
Eleştiriler yerli yerinde olmakla birlikte bir eksiklik var. Žižek’in CNN Türk’teki Cüneyt Özdemir’in programında söylediği şu sözler:
“Siyasetçi bir arkadaşım siyasete girmemi önerdi. Ben de ona, hükümette yer alırsam, içişleri bakanlığı ve gizli polisi isterim dedim. Böyle olmazsa hükümette olmanın ne anlamı var. Bunu anlattığımda bir başka arkadaşım, ‘sen içişleri bakanı olur ve gizli polis sana bağlanırsa ben o zaman ülkeyi terk ederim’ dedi.”
Bir de Haber Türk’te Serdar Turgut’un kendisiyle yaptığı röportajda söyledikleri: “Ben Gulag’lara karşı değilim. Ancak Gulag’lar güler yüzlü olmalı.”
Bir Doğu Avrupa ülkesi olan Yugoslavya’da yetişen Žižek demek ki esaslı bir “komünist” eğitim almış.
II. Dünya savaşı sonunda Nazi’lerin yenilgisinin ardından Kızıl Ordu, özellikle Sovyetler Birliği’ne görece yakın Doğu Avrupa ülkelerine girdi. Yalta’da, esasen Churchill’le Stalin arasında gidip gelen bir kâğıtta yazılan, “Romanya %90 size, %10 bize; Yunanistan % 90 bize, %10 size; Yugoslavya %50 % 50” türü bir pazarlıktan sonra Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya, Doğu Almanya, Romanya, Moldovya ve Bulgaristan’ı aldı. Yugoslavya ve Arnavutluk’a Sovyet Kızıl ordusu girmeden, bu ülkelerdeki partizanlar kendi çabalarıyla iktidarı ele geçirdiler. Yunanistan’da, aslında ülkenin %90’ını ellerinde tutan partizanlar, Stalin’in emirleri ve YKP’nin çabalarıyla ezildiler ve Yunanistan batılılara teslim edildi.
Sovyet Kızıl Ordusu’nun girdiği ülkelerde iktidar hemen ve doğrudan bu ülkelerin komünist partilerinin eline geçmedi. Polonya Komünist Partisi, Büyük Temizlikler sırasında Stalin tarafından neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştı. Bu partinin sağ kalan elemanlarının Moskova’dan paraşütle gönderilmesi gerekti. Macaristan ve Çekoslovakya’da “iç” komünist partilerinin belli bir varlığı vardı. Örneğin Macaristan’da, sonradan Stalin’in polisi tarafından tasfiye edilip öldürülen Rajk gibi “iç” komünistler vardı ama Moskova onlara güvenemezdi. Bunun için Rakosi gibi Moskova’da el altında tutulan Stalin hempalarının paraşütle gönderilmesi gerekti. Tito da aslında Stalin’le uzlaşması sayesinde hayatta kalabilmişti ama iç partizanlara dayanmanın verdiği güvenle, iktidarı aldıktan sonra Stalin’e dirsek çevirebildi. Tito örneği, aslında Stalin’in “iç” komünistlere güvenmemekle ne kadar haklı olduğunu ortaya koydu. Gerçek iç mücadele güçleri (Mao örneğinde de olduğu gibi) her an denetimden çıkabilir ve “başına buyruk” bir tutum takınabilirdi.
Moskova, Kızıl Ordu’nun batılıların onayıyla işgal ettiği ve “Halk Demokrasileri” adını verdiği ülkelerde bir “iktidar mühendisliği” politikası izledi ve komünist partilerinin dışında kalan güçleri adım adım bu “halk demokrasi”lerine kattı.
İzlenen yol şöyleydi: Kimi ülkelerde eski sosyal demokrat partiler yeniden ortaya çıkmıştı, kimi ülkelerde de liberal partiler ve köylü partileri. Komünist partiler baştan bir “diktatörlük” yolu izlemediler. Bu partilerle koalisyona girdiler. Komünist partiler bütün ülkelerde “bize içişleri bakanlıklarını ve mümkünse savunma bakanlıklarını verin yeter” dediler. Kimi yerlerde koalisyon ortaklarının diretmesi sonucu savunma bakanlıklarını alamadılar ama içişleri bakanlıklarında kesinlikle ısrar ettiler. Neden? Çünkü içişleri bakanlığı demek polis demekti. Polisi ele geçiren devleti de ele geçirmiş demekti. Bu yüzden “reel sosyalizm”in yetmiş yıllık uygulamalarında ne kadar başarısız olduğunu saptarsak saptayalım, “polis”likte büyük başarı gösterdiğini inkâr edemeyiz. “Reel sosyalizm”in “komünist”leri (daha doğru ifade ile Stalinistleri) en iyi polis teşkilatlarını kurmuş, en esaslı ajanlık örgütlerini yönetmiş, en müthiş sorgulama yöntemlerini geliştirmiş, en harika itiraf ettirme mekanizmalarını yürürlüğe koymuş ve hatta Gestapo’ya bile örnek olmuşlardır (bkz. Jan Valtin, Karanlığın Ötesinde, Kibele, 2009).
Gerçekten de öyle olmuştur. İçişleri ve bazı durumlarda savunma bakanlıklarını ele geçiren komünist partiler “halk demokrasisi” devletlerini de ele geçirmiş ve bir süre sonra koalisyon ortaklarını hükümetlerden tepeleyerek atmışlardır. Hatta bunun hemen ardından Stalin’in emriyle bir komedi daha yürürlüğe konmuş ve bu sosyal demokrat ya da liberal veya köylü partileri zor yoluyla yapmak durumunda kaldıkları kongrelerinde “komünist partisine katılma” kararı almışlardır. Ellerin, arka tarafta bekleyen gizli polisin emirlerine uygun olarak kalkıp indiğini tahmin etmek zor değil tabii ki.
Žižek içişleri bakanı olmak istiyormuş, sonra da güler yüzlü Gulag’lar kuracakmış.
Žižek kardeşimiz, başucuna astığı Stalin’in yakışıklı(laştırılmış) portresinin bulunduğu yatağında rahat ve huzur içinde uyusun ve boşuna zahmet etmesin. İnsanlık bundan sonra da büyük yanılgı ve yanlışlardan geçebilir ama polis “komünizmi”nin ve Gulag’ların uzağından bile geçmeyecektir artık. Stalinistlerimiz “yalan, bunlar yalan” diye ne kadar haykırırlarsa haykırsınlar… Gerçekler yalancıları bile böyle bağırmak zorunda bırakır.
Gün Zileli
6 Şubat 2012
(www.gunzileli.com sitesinde, “Žižek Ne Yaptı” (1.8.2011) başlıklı bir yazım daha bulunmaktadır)
bilgilendirici bir yazı olmuş. teşekkürler.
“Emniyet teşkilatımız hem demokrasinin, hem hukuk sisteminin hem de daha genel anlamda rejimin sarsılmaz bir güvencesi, adeta bir sigortasıdır”
Recep Tayyip Erdoğan
“Dünyanın bütün polis devletleri, birleşin!” 🙂
“Troçkist-Buharinist terörü besleyen arka bahçe var, propaganda var. Terörü masum ve haklı gösterme gayreti var. Bir kısmı bu yapıyı görmüyor, göremiyor. Birileri de bildiği halde saptırma yaparak, kendine göre gerekçeler göstererek, makulleştirerek destek veriyor. Makalesine, fıkrasına, şiirlerine yansıtıyor. Resim yaparak tuvaline yansıtıyor. Hızını alamıyor. Görev alan askeri, polisi, NKVD’yi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize ediyor”
İdris Naim Žižek 🙂
İçişleri bakanları birbirini anlar:)
Konuyla alakasız ama Halk Silahlanınca’yı yeni bitirdim gerçekten çok güzel bir kitap ve ispanya devrimi ile ilgilenenlere diğer kaynaklarda olmayan, çok yeni bilgilerde sağlıyor. Gün Abi; çeviri için eline sağlık
çok sağ ol Çağrı. Şimdi Margaret Buber Neumann’ın İki Diktatörlük altında adlı anıları basımda bekliyor ve Erica Wallach’ın anılarını da çevirmeye başladım. Noel Field’ın üvey kızı babasını aramak için 1950 yılında doğu Berlin’e gider ve orada tutuklanır. Soluğu Kuzey Kutbu’ndaki Vorkuta’da alır.
Zileli ve Zizek , çok komik. Halil Berktay, Murat Belge derken hızıni alamadı. Zizek en azından okuma yazma bilmekte.
”Bu partilerle koalisyona girdiler. Komünist partiler bütün ülkelerde “bize içişleri bakanlıklarını ve mümkünse savunma bakanlıklarını verin yeter” dediler. Kimi yerlerde koalisyon ortaklarının diretmesi sonucu savunma bakanlıklarını alamadılar ama içişleri bakanlıklarında kesinlikle ısrar ettiler”. Tabii diğerleri de ayıp ediyorsunuz dükkan sizin alın dediler!
Gün nıye yalnızca Jan Valtın’den alıntı yapıyorsun, yazılar monotonlaşıyor, mesela Alis Harikalar Diyarından da alıntı yapabilirsin. Sonuçta o da hikaye, bu da hikaye.
Gerçekleri yazmaya gelince, Doğu Avrupa ülkelerinde komünistler İçişleri Bakanlığını ya da orduyu filan istemediler. Bu ülkelerde hitler faşizmine karşı dövüşen sadece komünistler olduğu için ordular zaten komünistti.
Yukarıda Polonya’dan bahsetmişssin, onu konuşalım o zaman. 1945 yılına gelindiğinde Polonya topraklarına giren Polonya ordusu zaten komünist bir ordu idi. Keza Almanya topraklarına iki ordu girer, birisi Kızıl Ordu, diğeri ise Polonya ordusu.
Ancak o dönemde iki Polonya ordusu vardır. Bir kısım polonyalı subay ( alman işgalinden sonra kendi genelkurmay başkanlarının emri doğrultusunda Kızıl Orduya teslim olmuş bulunan) ülkelerini kurtarmak için savaşma yerine sovyetler birliğinin silah ve ekipmanlarını da alarak İran üzerinden İngiliz ordusuna katılırlar. Ve savaş sırasında tek yaptıkları İngiliz ingiliz ordusunda ingiliz sömürgeleri için savaşmak olur. 1944 yılı sonuna kadar faşist Almanya’ya karşı Polonya da tek mermi atmazlar. Politik Liderlerinden Skorsky 1943 sonlarında Almanlarla flört etmeye başlayınca şüpheli bir uçak kazasnda ölür. Polonya milliyetçileri hala onun Churchıll tarafından öldürüldüğüne inanırlar. O dönemdeki gelişmeler dikkate alınınca pek de yabana atılır bir düşünce değil. Neyse kendi ülkesini korumak yerine ingiliz ordusuna katılan ve İngiliz emperyalizmi için dövüşen bu orduya Home Army ( Armıa Krajova) adı verilir. Askeri lideri Anders olduğu için Anders’in ordusu diye de anılır. Yukarıda dediğim gibi asıl gövdesini SSCB ye teslim olan general, subay ve erlerden oluşan ve techizatları başlangıç olarak Kızıl Ordu tarafından verilen bu ordunun tek başarısı, 1944 de varşova’da başarısız bir ayaklanma yapmak ve 100 binden fazla insanın almanlar tarafından katledilmesini sağlamaktır ( bazı rakamlara göre 180 000) . Halbuki iki ay daha bekleseler zaten Varşova Kızıl Ordu ve Berlıng’ın komutasındakı Polonya ordusu zaten şehri kurtaracaktır.
Polonya ordusu da tıpkı Home army gibi sscb de bulunan Polonyali savaş esirlerinden oluşur. Onlar da temel olarak Kızıl ordu tarafından techizatlandırılmıştır. Ama Home Army nin aksine onlar ingilizlere katılmayı reddederler ve Nazı ordusuna karşı olan savaşa katılırlar. Başlangıçtaki sayıları onbinler civarindadır ama 1945 yılına gelindiğinde mevcutları 350 bine ulaşır. Polonya’ yı Kızıl Ordu yanında Polonya Ordusu da özgürleştirir. Kızıl Ordu Berlin’e girdiğinde yanında Polonya Ordusu da vardır ve Berlin’e Kızıl Ordu yanında kendi sancaklarını ve Polonya bayrağını dikerler.
Polonya’nın kurtuluşunu sağlayan bu ordu doğal olarak Ülkenin ordusu olur. Ama bu sıra Churchıll Londra sürgün hükümetinin ( yani Home Army hükümetinin) yasal hükümet olarak tanınmasını talep eder. Stalin bunu reddeder. Seçimlere gidilir, ve seçimleri doğal olarak ülkeden kaçanlar değil kalıp dövüşenler kazanır.
Bu arada işin magazin kısmına ait Küçük bir not ; Polonya’yı nazılerden kurtaran kızıl ordunun komutanı da polonya asıllı bir komünist olan General Rokoossovsky’dir. 1937 Kızıl Ordu temizlikleri sırasında tutuklanıp bir süre içerde yatan bir generaldir. Hatta içerde iken yediği dayaktan kemiklerinin kırıldığı söylenir. Savaşın başlangıcında suçsuz olduğu anlaşılıp serbest bırakılır ve tekrar kızıl orduda göreve başlar. Savaştan sonra bir süre Polonya Savunma Bakanlığı da yapar. Ama 1956 da Kruşcev ondan Stalin’i mahkum eden bir konuşma yapmasını isteyince tüm görevlerinden uzaklaştırılır ve emekliye sevkedilir.
Eğer okumadıysan, sana bu sitedeki şu yazıyı da okumanı salık veririm Ahmet: http://www.gunzileli.com/2009/12/04/dusunmeyi-unutmak/
yel kayadan ne alabilir?sorusunun cevabı bilinmesine rağmen bilmemiz gereken zizek dahil bütün gelmiş geçmiş filozofların marks,engels,bakünin,kropotkin,lenin,troçki hemen hepsinin eleştirilmeye ihtiyacı olduğu gerçeğidir.zilelinin eleştiri konusunda uzmanlığı olup eline bu konuda kimsenin su dökemeyeceğini söylemeliyiz.aslında bu tarz yazılarındaki isabet özellikle özgürlükçü anarşizmin geldiği yerden zizek gibilerin eleştirilmesini tercih edip iç siyasi gelişmeler konusunda yorum yapmasa daha isabetli olacak.bizde zilelinin anarşizm sandalyesinden kemalizmin resmi ideolojisine millici sapması eleştiriside yapmamış oluruz.yazıdaki temel anlayış eleştirisine tamamen katılıyorum reel sosyalizm deneylerinin millici,güvenlikçi,militarist,devletçi,otoriter özgürlük ve evrensel etik insani birikimleri yok eden mühendislik programı ile yüzleşip günümüz değerlerinde geçmiş olumsuzlukları olumlu tüketip özgürleşemeyen anlayışların polis olmaktan başka kendilerine yükleyecek vizyon bulamayacağı açıktır.bütün devlet ve iktidarlar sorunlu olduğu gibi onların aparatı kurumlarda sorunun parçalarıdır
Gün Zileli espri anlama özürlü olduğu için Zizek’in ironisini anlayamamış, onun referans verdiği kemalist solcular ise hepten zeka küpü zaten, anlaşılan Türk solunun düzeyi Zizek’i kavramaya yetmemiş. “Güleryüzlü Gulag” esprisini ne yapacaklar, onlara Atatürk’ten espriler yeteeeeer de artar bile.
Tamam yaziyi saglik verdin de o yazinin yukaridaki tartisma ile alakasi ne? Sen Polonya hakkinda bir suru sey soyluyorsun ama Ikinci Dunya savasinda Polonyalilarin kimin safinda savastigini bile bilmiyorsun. Bence sen bu konularda okumayi niye denemiyorsun?
Bak sana bir soru? Stalin hem burjuva hem de sosyalist Polonya ordusunun ( burjuva Polonya ordusunun mevcudu kendi verdikleri rakama gore 25 000) subaylarini ve erlerini silahlandirip techizatlandiriyor.
Peki bunu yapan Stalin niye Katyn de ki Polonyali subaylari oldursun? Oldurecek olsa General Anders ve emrindeki adamlar oldurulur. 1922 de Polonya ordusu Kizil orduyu yenmis ve 100 bin civarinda Kizil Ordu eri esir dusmustu. Bu erlerin 90 bine yakini esir kampinda olduruldu. General Anders ve emerindeki subaylar bu katliamdan sorumlu insanlardi. Ama bunlar oldurulmedigi gibi ellerine silah verilip istedikleri yere gidebilecekleri soylendi . Onlarda Iran uzerinden Misira gidip Ingiliz emperyalizmi icin dovusmeyi tercih ettiler.
Senin okuduklarindan analdigim senin tum tarih bilgin izledigin filmler, haksizlik etmeyeyim bir de Isaac Deutscher’i okumussun. Eh o filmlerden ancak bu kadar ogrenilir zaten.
Neden? “Emniyet teşkilatımız hem demokrasinin, hem hukuk sisteminin hem de daha genel anlamda rejimin sarsılmaz bir güvencesi, adeta bir sigortasıdır” sözü yerine “kahraman TSK , laik ,demokratik, hukuk devletini koruyup, kollar” denilmedi diye. üzülme küçük asker, yazik sana.
Ahmet, sen iyi bir sorgucu olurdun o devirde yaşasaydın. Bak bunu gerçekten söylüyorum. bir de şuna bakar mısın: http://www.gunzileli.com/2010/03/18/wikipediadan-stalinin-infazcisi-vasili-blokhin-kismi-ceviri/
ihbarcı gelenekten Zileli herkese “polis”, “sorgucu” gibi yaftalar yapıştırmaya bayılır. Kendisi sorgucu bile olamayacak kadar cahildir, zamanında yasasaydı iyi Mahalle Bekçisi olurdu.
Ahmet arkadas,
Herkes tarihsel olaylari oturdugu koltuga gore yorumluyor herhalde…
Soyle ki;
‘Polonya’lilarin ikinci dunya savasinda kimin yaninda savastigini bile bilmiyorsun “diye bir cumle var..
Sanki butun Polonya ve polonya’liar birilerinin yaninda savasa girmis gibi bir anlam cikiyor ki bu yanlis..
2. Dunya savasinda Polonya ve Polonya’lilar kimsenin yaninda savasa girmediler..Bazi Polonya’lilar sonradan (ozellikle 1943 den sonra) savasan degisik taraflar yaninda savasa katildilarsa da, bu butun polonya’lilar icin soylenemez.Zavallilarin ulkesi iki fasist devlet tarafindan isgal edilmisti…(Belki biraz sert oldu ama, buradan bakinca oyle gorunuyor(:(:)
Bir soru sormussun..
Stalin hem Polonya ordusunu yeniden kurarken , neden Katyn ormanlarinda, Polonyali subay ve sivilleri oldursun”.
Simdi tarihleri karistirmamak gerekiyor..
Sovyetler ve Almanya,23 agustos 1939 da , saldirmazlik antlasmasi imzaladilar. 28 eylul 1939 da Polonya’yi paylastilar..(Burada bir soru..Almanlar fasist, yapmasi gerekeni yapiyor..sovyetler komunist? Onlar orada ne yapiyor.Amerikanin bugun dedigi gibi, “ozgurlestirmek” amacli bir operasyonmu???Stalin ve Hitler arasindaki farki burada varsa eger, birisi bana “ideolojik” olarak aciklasin)
Sovyetler, esir aldiklari Polonyali asker ve sivilleri, Ekim 1939 ‘da, onceden hazirladiklari Kozelsk,Starobelsk ve Ostashkow sehirlerinde, eski ortadoks manastirlarindan, hapishaneye donusturulmus ozel kamplara kapattilar.
NKVD;nin kontrolundeki bu kamplarda Subat 1941 sonlarina kadar sorgulamadan gecirildiler..(NKVD raporlari, 1939,tragedy of Kathyn, Natalia Lebedeva, foreign affairs, moskova, 1990).
Bu sorgulamalar kim olecek , kim yasayacak sorgulamalariydi..Bu sorgulamalarin hemen bitiminden sonra, 5 mart 1940 tarihinde, Stalin, NKVD sefi Lavrente Beria’ni onerisi uzerine hazirlanan, toplami 21.857 olan Polonyali esirlerin kursuna dizilerek oldurulmesi emrini kendi el yazisiyla imzaladi..(Bazilari hemen atlayip, bati propagandasi diyebilir..Ama ben onlara devekusu diyecegim baska birsey degil, artik belgeler ortada).Stalin in imzasinin altinda,ayrica politburo uyeleri olan,K.Voroshilov, V.Molotof, A. Mikoyan , L.Kaganovich ve M .Kalinin’ in imzalari da mevcuttur..
Kathyn’de oldurulunlerin hemen tamami Polonyali elitlerdi..
Yuksek rutbeli subaylar,Pilotlar, fizikciler, degisik branslardan muhendisler,avukatlar,ogretmenler,gazeteciler, yazarlar…. Amac belliydi..Ileride ortaya cikacak olasi bir direnisin tum alternatiflerini ortadan kaldirmak..
Bu kisiler 6 aylik sorustrmanin sonunda olum listesine girdiler…
Ruslarin, bundan sonra , Polonyalilardan , kucuk ordular kurmaya calismasi , sadece, ilerida kurulacak devletin cekirdegini kendilerine uygun bir sekilde hazirlama stratejisinin bir parcasiydi..Ozellikle Almanya 1941 Haziran’inda silahlarini Sovyetler’e cevirince, Stalin’in Polonya sevgisi artti.(:(:
Bu katliamlar 1943 yilinda Goebbels tarafindan aciklaninca Rusya Almanlari sucladi..Almanlar Ruslari.. Deliller Sovyetleri gostermesine ragmen Amerikalilar ve Ingilizler savas nedeniyle susmayi tercih ettiler..
Rusya, Katliamlari 1992 yilinda,baskan Boris Yeltsin ‘in, katliamin imzali belgelerini , Polonya devlet baskani Lech Walesa’ya vermesiyle resmi olarak kabul etti…
Fazla uzatmaya gerek yok..Herhalde bizim Turk solcularindan baska ,Stalin’i bu olayda savunan kimse kalmamistir dunyada(:(:(:Eger , “ben bu filmi seyretmedim”..dersen, bende sana
Ya arkadas, sanirim sen sadece ‘siyah beyaz” filmlere bakiyorsun herhalde..derim..
Saygilar
Polonyalilar da 1’inci dünya savasinin sonunda 30 bin Kizil Ordu subayini katletti. Stalin de onun intikamini aldi.(evet, almamaliydi) Ama sol kafa için bu çok normal. öte yandan Ukraynali anarsistler (Makno) iç savas döneminde yüzbinlerce Almani dogramadi mi, (evet dogramamaliydilar) koca ülkede protestan mezhebine geçmis olan hiç kimse kalmadi. Ispanya’da da anarsistler kiliselere inançli insanlari doldurup diri diri yakmadilar mi? (yakmamalari gerekmekteydi) Sonuçta, o kötü, bu kötü, herkese bir kulp tak, geç bir kösede otur.
bu yaziyi ve yorumlari ilk kesik kesik okudum, sonra parcalari birlestirdim tamamini okudum büyük bir keyifle….
metinde etkileyici olan sey, ideolojik ayriliklarini olmasi, birbiriyle carpismasi …
Ideoloji ile savas iliskisi, ideolojik bir aygit olarak savasin ideolojik üretimi, ideolojinin savas üzerinden elestirel okunmasi, oradan kültür ve kültür endüstrisi dolayiminda ideolojinin elestirisi, hepsi yazinin icinde dogrudan ya da dolayli olarak mevcut….Izm’cilerin, o’nun popüler savas-kültür alanini lacan’ci dönüsüme, bicimine, psikanalizik felsefe ve ideoloji elestirisinin birbrine temas ettigini noktalar üzerinden düsünce üretimine bakmak istedim. göremedim…
düsünülecek ne cok sey var, ama belli basli cümleler özellikle kayit altina alindi bellegimde.
ornegin,, “icislerini isteyis” cümlesi…ne cok sey var üretilecek/üzerine söylenecek bunun…sözü gecen ickin savas-spekülatif tarih-materyalizm konusunu önemsiyor ve ayrica bir dikkat halinde izliyorum….
Kant’ın içkin spekülatif materyalizmiyle Zizek’in ideolojik materyalizmi arasındaki farka açıklık getirmek ihtiyacı duydum yorumundan sonra Ali. Aynen Zizek’in -savaşçıl dünyevi ideolojik harmonisini Lacan’a formüle etmesi gibi. Hegel’in diyektiği/materyalist görüşle Zizek’e önderlik yapması bağlamında dünya tarihini yeniden yazacak olursak, Kant mezara giren ölümsüzlüğü nesnel tarifleme yapacağını söylerken, Zizek’in hocası Hegel ölümsüzlükten ideolojik savaş galipleri yaratacağını iddia eder…burada özneyle içkinleştirilmiştir ölümsüzlük. Tarih her zaman gerçek kaydedilmez. O zaman, arşiv ve tarih vesikalarının sadece bazı tespitler için kullanılabileceği, tam doğru olmadığı sonucunu çıkarabiliriz. Gerçek olduğunu varsaysak da, simgesel yapıda, bu hiçbir şeydir.Kocaman içi büyük bir boşluktan ibarettir. Hiç’liktir. Gerçeği, sadece özneye yüklemeye çalışan Lacan ın esrarengiz duruşunun, yanılgıda kalması belki de bundandır. Olmaması gereken gerçek simgenin öznesinin boş kalmışlığı, ancak zizek in spekülatif içsel savaşının imgesel temsilinin hiç’lik olduğu noktadan başka bir şey değildir. Biz, artık siyah-beyaz film değil, üç boyutlu gerçek filmler seyretmek istiyoruz. Bunun yoluda, varoluşçu “özgürlük”ten geçer, izm’lerden değil.
Bravo Beyaz Diş. İşte zihin açıklığı diye buna derim ben.
Gün sorgulamak iyi bir özelliktir keşke sende de olsa idi. Her on yılda bir savunduğun tüm şeyleri ”tüh yine hata yapmışız” diye reddetmek zorunda kalmazdın.
Bos işlerle uğraşan; evet Makhno alman çiftçilere ( sadece onlara değil yahudilere karşı da ) pogromlar düzenlemiştir ama yüzbinlerce alman öldürdüğü abartının da ötesi bir şey. Ben bu konuda herhangi bir rakam veren görmedim . Ama bu pogromlarda bir çok alman ve yahudi öldürülür. Ama Makhno kuvvetleri asıl sovyet üyelerine karşı büyük katliamlar yaparlar. O dönem bölgeyi gezen anarşist yazar Alexander Berkman Makhno kuvvetlerinin sovyet üyelerini ( sovyetler yoksul halk kitlelerinin oluşturduğu halk komiteleridir) nasıl idam etiklerini bolşevik efsanesi adlı kitabında bu katliamları destekleyen bir dille anlatır.
Beyaz Diş; Olayları oturduğum yerden yorumlamıyorum. Aslında daha yorum yapmadım. Gün ile tartışma yorum yapmaya kadar ilerlemiyor genellikle. Ben burada olguları ifade ediyorum. Polonyalıların kimin safında savaştığını bilmiyorsun sözünü o dönemdeki Polonya’da bulunan siyasi güçlerin kimlerle tavır aldıklarını bilmiyorsun anlamında söyledim. Yoksa zaten yazımda ben iki politik tavrı yani Home army ve Polonya Ordusunu anlattım. Elbette bunun dışında almanlarla tavır alan ya da farklı tavır alan polonyalı siyasi gruplar da vardı. Tabii hiç bir şey yapmayan polonyalılar da.
Sovyetler ile Almanya Polonya’yı paylaşmadılar. Bu 1945 sonrası soğuk savaş propagandası olarak geliştirilmiş bir tezdir. Şimdi yorumun ötesinde önce olgulara bakalım, gerekirse yorumu sonra yaparız. Mesela 1939 da Polonya hükümeti bile ( bırak İngiltere ve Fransa’yı) SSCB yi işgalci olarak görmemiştir. Hatta Kızıl Ordu Polonya devletine ait topraklara girdiğinde Polonya Genelkurmay Başkanı Marseşall Edward Rydz-Smigly tüm ordularına saldırılmadığı taktirde Kızıl Ordu’ya saldırılmaması, şehirerin ise Kızıl Ordu ile görüşerek Polonya askerlerinin Romanya ya da Macaristana transferini görüşmesini emretmiştir.
Yine aynı dönemde Polonya Almanya’ya savaş açtığı halde (hatırlayınız İngiltere Almanya işgalini bir savaş sebebi saymış ve 2. Dünya savaşı böyle başlamıştır) SSCB ye ise savaş açmamıştır. Gariptir Polonya SSCB ye Kızıl Ordu Finlandiya’ya saldırdığında savaş açmıştır ama hala bahaneleri Polonya’nın işgali değil Finlandıya işgalidir.
Keza ne İngiltere ne de Fransa O dönemde SSCB yi protesto etmemiştir. Hem Polonya hem de müttefik emperyalist ülkeler Kızıl Ordu’nun Polonya’yı işgalini tatsız ama doğal bir şey olarak karşılamıştır. SCB ile Polonya arasında bir savaş durumu olmadığı için de Kızıl Ordu kendisine teslim olan Polonyalı er ve askerleri Fin savaşına kadar savaş esiri olarak değil başka bir statüde elinde tutmuştur.
Bunun nedeni Nazi orduları Polonya’nın tümünü işgal ederken, Kızıl Ordu sadece Polonya tarafından iç savaş sırasında işgal edilen Ukrayna ve litvanya topraklarına geri el koymuştur. Sovyetler 1920 den beri Polonya tarafından işgal edilen bu toprakları Polonya devleti çöktüğü için ve varlık nedenini yitirdiği için işgal ettiğini ilan eder. Bu gerekçe ise yukarıda bahsettiğim gibi Polonya ordusu tarafından bile itiraz edilmeyen bir gerekçedir. Polonya devletinin SSCB ye savaş açmama nedeni budur.
Almanların Polonya işgali öncesi yapılan SSCB – Nazı almanyası saldırmazlık antlaşması ise Polonya ya yapılacak bir saldırı da SSCB tarafsız kalacağını ilan eder. Ama Polonya tarafından işgal altında tutulan topraklara el koyacağını da ilan eder. ( antlaşmanın gizli maddeleri bunlardır)Nazi işgali sonrası SSCB tam da bunu yapar. Polonya çöktüğü ve devlet vasfını yitirdiği için hiç bir devletin denetiminde olmayan Ukrayna topraklarını geri aldığını ilan eder.
Olayı daha iyi açıklamak için nette Polonya haritasına bir bakın, yani günümüz Polonya haritasına, iste Almanlar tafafından tamami ile işgal edilen bölge bu haritada gördüğünüz Polonya’nın tamamıdır. Bu haritanın doğu sınırı Curzon hattı ile de anılır.
Yeni kurulan Polonya devleti ile SSCB arasında barış görüşmeleri yapılırken İngiliz diplomat Lord Curzon en adil hat olarak bu hattı önermiş ( çünki bu hattın batısında Polonyalılar büyük çoğunluk oluşturur iken doğusunda ise ukraynalılar çoğunluğu oluşturmaktadır) Bolşevik hükümet ise bunu hemen kabul etmiştir. Ancak Alman devletinden ve diğer emperyalistlerden destek alan Polonya tarihi olarak bu toprakların Polonya’ya ait olduğunu iddia ederek SSCB ye saldırmış ve bu toprakları işgal etmiştir.
İşte Kızıl Ordunun 1939 yılında işgal ettiği iddia edilen topraklar bu topraklardır.
1945 den sonra ise Ukrayna Polonya sınırı yeniden Curzon hattına çekilmiş ama bu arada savaştan öncede Alman devlerine ait olan ama Polonyalıların öoğunlukta olduğu Silezya ve Kuzey Polonya ( Gdansk ve çevresi) Polonya devletine katılmıştır.
Zizek’le ilgili daha önce de bir yazı yazmıştınız. Eleştirilerinizden Zizek ile ilgili fazla bir bilginiz olmadığını fark etmiştim. Diğer yazılarınızı gidebildiğim kadar geriye gidip takip ettim, hemen hepsine ben de ufak eklemelerle katılıyorum. Hatta bu yazınızda Zizek’i yanlış yorumlayarak anlattığınız diğer düşüncelere de katılıyorum.
Fakat Zizek Stalinizm ve Sovyetler’e dair aynen sizin diğer yazılarınızda bahsettiğiniz bir üslup takınır. Evindeki Stalin fotografı ya da televizyon programında bakanlıktaki olası bir görev seçimiyle ilgili söyledikleri tamamen mizahtır.
Burada Stalinizm ile ilgili verdiği bir cevap sizin bahsettiklerinize çok benziyor:
THE BELIEVER: You have raised many eyebrows with your controversial rethinking of today’s accepted positions in philosophy. For example, you have said that Stalinism is worse than Nazism, despite the grand spectacle of the Holocaust. Can you describe your interest in Stalin here and why you think that his regime is a greater problem philosophically than Nazism?
SLAVOJ ŽIŽEK: It was typical in philosophy after World War II to evoke Nazism and the Holocaust as the most radical evil. You cannot comprehend it with any rational strategy. The idea is also that the experience of the Holocaust is something which undermines the entire traditional philosophy, which was basically the divine regulation, the idea that even if things appear thwarted, failed, and so on, ultimately, in some kind of rational totality, all of these tragedies are relativized as part of a harmonious project. It can be a divine plan; it can also be the development of humanity or whatever. The idea is that the Holocaust cannot be rationalized philosophically here.
Of course, I think that the Holocaust was horrific (my god, it is gross to even have to say that), but for me, Stalinism was even a greater philosophical problem than Nazism. For example, there is a basic difference between Stalinist and Nazi victim status, from a simple phenomenological approach. Under Nazism, if you were a Jew, you were simply killed, no questions asked, you had nothing to prove. You are guilty for who you are, you are a Jew, you are killed, that’s it. Under Stalinism, of course, most [victims] were on trial for false accusations; most of them were not traitors. Nonetheless, there is one interesting feature: that they were tortured or through some kind of blackmail forced to confess to being traitors.
BLVR: So your line of questioning is of the functioning of the system?
SŽ: Yes. Why this strange need to make them confess? And why the total absence of this in Fascism? In Fascism, if you were a Jew, you were simply killed. Nobody had the idea of arresting Jews and torturing them to confess the Jewish plot. Because in Fascism, you are guilty for your whole being. The very fact that you had to confess makes Stalinism paradoxical and perverse. The idea is that, in a strange way, it admits that you are still a free human being, you had a choice. You are guilty, you have to confess. This does not make Stalinism cause any less suffering; nonetheless, this pure quarrel of radical objectivization, “You are a Jew, you are guilty for who you are,” was absent in Stalinism. In a totally perverted, thwarted, and twisted way, some margin of human freedom was acknowledged under Stalin. So the result is that in Stalinism, everybody was potentially a victim in a totally contingent way.
BLVR: So your interest is not to forget Nazism, but to reexamine Stalinism.
SŽ: To put it in simplistic terms, Fascism is relatively easy to explain. It is a reactionary phenomenon. Nazism was some bad guys having some bad ideas and unfortunately succeeding in realizing them. In Stalinism the tragedy is that its origin is some kind of radical emancipatory project. In the origins you had a kind of workers’ uprising; the true enigma is how this project of emancipation went so wrong. This is a much greater enigma. The most representative orientation of Marxism in the twentieth century—critical theory of the Frankfurt school—obsessed over Fascism, anti-Semitism, and so on, and simply ignored the topic of Stalinism. Sure, there are a couple of small books, but there is no systematic theory of what Stalinism is. So for me, the key phenomenon to be accounted for in the twentieth century is Stalinism. Because again, Fascism is simple, conservative reaction going wrong. The true enigma is why Stalinism or communism went wrong.
BLVR: Any conclusions?
SŽ: It is very difficult; I am still working on it. My conclusions are not some kind of conservative or liberal vision according to which Stalinism should be pointed out as kind of a logical demonstration of any project of our so-called post-political era: the idea that the time for projects is over, all we can do is accept capitalist world-market economy, globalism, and so on. Today, whenever somebody tries to risk something politically, you immediately get, “Oh, didn’t you learn the lesson from history, this will end up in Holocaust.” This is the eternal topic of modern liberal-conservative skeptics, that the lesson of the twentieth century is that every radical attempt at social change ends up in mass murder. Their idea is a return to pragmatism, “Let’s strictly distinguish politics from ethics, politics should be limited, pragmatic, only ethics can be absolute.” What I aim at in my rethinking of all of these problems is precisely not to draw this conclusion.
http://www.believermag.com/issues/200407/?read=interview_zizek
Bu yorumları sakince okuyan herkes Ahmet’in bilgilendirici yazıları ile diğerleri, yani saçmasapan laga lugalar arasındaki farkı görebilir. Anti-komünizm histerisi artık ciddiye alınır boyuttan çıkmış. Gün Zileli’ye ise, kendisinden hala umudum olduğu, geçmişinden ötürü saygı duyduğum için şaşırıyorum. İnsan nasıl, bu kadar desteksiz, aptalca iftiralara inanmaya kendini zorlar. SSCBnin yıkılışı ve 80 darbesi herhalde Zilelide bir travma yarattı. Bütün ömrünü verdiği şeylerin bu kadar ayak altına alınması onu hemen bir suçlu arama telaşına düşürdü. İsyanı, devrimi reddetmemek için Stalini reddetti. Ama bu anarşizm maskaralığından sıkılacaktır tahmin ediyorum. İyi devrimciler yine kürkçü dükkanına, sınıf mücadelesine dönerler.
Ahmet arkadas,
bugun acikca gorebildigimiz gercekleri, surekli, soguk savas propagandalari diye aciklamak, pek gercekci olmuyor aksine kacamak bir durum yaratiyor.Sovyetler polonyayi paylasmamistir diyorsun…Kendilerine ait olan yerleri geri almislar guya..Hatta genelkurmay baskani smigly askerlere direnmeyin diye emir gondermis..
Smigly , 3 eylul 1939 dan itibaren almanlara karsi savasirken, Dogu sinirlarindan Sovyetlerin girdigini ogrenince,iki cephede birden savasmanin imkansiz oldugunu bildigi icin , Sovyetlerle zorunlu olmadikca catismaya girmeyin demistir.Yoksa o da cok iyi bilmektedirki Sovyetlere guvenilmez.. Bunu Ingiliz ve Fransizlarin , 1939 agustosunda Moskova’da yapilan gorusmelerde Sovyetlere , bir savas durumunda batiya gecis izni verin onerilerine,” Sovyetler Polonya’ya birkez girdimi birdaha cikmazlar” diye cevap vererek gostermistir .Yani , Polonyalilar bile Sovyetlerin polonya’ya girisini onaylamisti,polonyalilar Sovyetleri isgalci olarak gormuyordu, yada kendilerine ait olan topraklari isgal ettiler gibi aciklamalar dogru gorunmuyor… (Eger bunu kabul edersek Amerikanin bugun yaptigi tum isgal ve katliamlar mesru hale gelir).(aslinda Sovyetler guclerinin yettigi her ulkeye girdiler.Letonya, Litvanya, estonya, tum dogu bloku ulkeleri..Birtek finlandiya kahramanca direndi ve Sovyetlere gecit vermedi..
Ek bir bilgi: Stalin Finlandiya ya saldirdiginda esir olan askerlerin bir kismini,( Yaklasik 5000,) , esir degisimi ile geri donduklerinde,(Sovyetler 30 kasim 1940 ta saldirdiklari Finlandiya’da yenilince, 12-13 mart 1940 tarihinde anlasma yapmak zorunda kaldilar.Bu anlasma icinde esirlerin degisimi de vardi) NKVD sorguladiktan sonra ortadan kaldirtmistir..simdi, stalinistler bunada bati propagandasi diyecekler.Dogu propaganda yapmazmis gibi(:(:
Ayrica, hicbir durum Stalin’in 5 mart 1940 ta verdigi 21.857 polonya’linin olum emrini ortbas edemez..Bunun hicbir hakli(Stalin 1.Dunya savasinda oldurulen ruslarin intikamini aldi gibi) ve tutarli yani yoktur..Belgeler bugun Polonya hukumetine, Rus hukumeti tarafindan teslim edilmistir.Tabi bizim , “Stalin’e taparlar” bu gercekleri gormektense, eski siyah beyaz filmleri bakmayi tercih ederler…
Oyle ya “Stalin bir melekti” (:(:(:
Elinde hiçbir somut bilgi olmadan, konuyla ilgili en küçük bir ilgi göstermeden bodoslama “Israil’de tutuklu gazeteci yoktur” diyebilmek için ne zeka ne de düzey gerekir, bunun için Islamofob ergenekon durusu yeter de artar bile.
Zizek’in “güleryüzlü Gulag” terimiyle espri yaptigini anlayamayacak kadar ileri zekali olanlar ne zamandan beri “zeka”dan söz etme cesaretini buldular, çok komik.
Beyazdis
Sen burada yorumlarini aktariyorsun, olgulari degil, “”Smigly , 3 eylul 1939 dan itibaren almanlara karsi savasirken, Dogu sinirlarindan Sovyetlerin girdigini ogrenince,iki cephede birden savasmanin imkansiz oldugunu bildigi icin , Sovyetlerle zorunlu olmadikca catismaya girmeyin demistir.Yoksa o da cok iyi bilmektedir ki Sovyetlere guvenilmez” derken bu senin yorumun.
Polonya genelkurmay başkanının sözlerinden tek anlaşılan sovyetlere karşı savaşılmamasını emrettiğidir. Yoksa bunu hangi sebeblerle söylediği sadece yorumdur. Ama senin yorumun oldukça yanlış. Neden?
Çünki aynı Polonya bir kaç ay sonra SSCB Finlandıya’ ya saldırınca savaş ilan eder. Hatta Polonya konusunda Almanya’ya savaş açan ama SSCB ye bir homurdanma bile yapmayan Fransa bile Finlandıya tarafında yer alır ve SSCB ye karşı savaşmak üzere asker göderme kararı alır. demek ki öyle iki cephe de savaşma diye bir dertleri yokmuş.
Sovyetlere güvenilmez olmasına gelince; Sanırım 1792 yılında Polonya halkının üzerinde yaşadığı topraklar Almanya Rusya ve Avusturya tarafından işgal edildikten sonra Polonya sadece iki kez kuruldu. Birincisi 1917 de Bolşevik devriminden sonra. Hem Polonyalıların hem de Fınlerın bağımsızlık bildirisini okuyan Stalın’dır.
Polonya ikinci kez onları bir köle olarak gören nazi almanyası tarafından yok edildi. Polonya Genel kurmay başkanı Sovyetlere güvenmiyor olabilir, ama güvenen bir sürü polonyalı vardı. Sonuçta bu polonyalılar SSCB de kalıp nazılere karşı dövüştüler. Polonya ikinci kez nazi almanyasını yok eden sovyetler ve sovyetlere güvenen polonyalılar sayesinde kuruldu.
Polonya hem devlet olarak varlığını tekrar geri kazanmakla kalmadı hem de 1939 oncesı alman devletı tarafından hala ısgal altında tutulan polonya topraklarını gerı kazandı. Sovyetler Birliğinin ve ona güvenip onunla beraber savaşan polonyalı emekçilerin ( ve sovyetlerin yardımı ile kurdukları Polonya Ordusunun) direnisi olmasa idi, Polonya’nın bir devlet olarak tekrar ortaya çıkması hayaldi.
”Bunu Ingiliz ve Fransizlarin , 1939 agustosunda Moskova’da yapilan gorusmelerde Sovyetlere , bir savas durumunda batiya gecis izni verin onerilerine,” Sovyetler Polonya’ya birkez girdimi birdaha cikmazlar” diye cevap vererek gostermistir” diyorsun bu talep nerde oldu? benim okuduğum kaynaklarda böyle taleplerden bahsedilmiyor.
O dönemde İngiltere ve Fransa’nın en önemli çabası Nazi Almanyasının SSCB ye saldırmasını sağlamaktı. Munıh antlaşması tamami ile budur. Bu amaçla Çekoslavakya Almanya’ya peşkeş çekilmiştir. Bu arada Polonya da bır cakal gibi Çekoslavakya’ya saldırmış ve Zaolzie bölgesine el koymuştur.
Zaten Polonya’nın SSCB ile antlaşma yapmamasına en önemli sebeblerden biri budur. Almanya SSCB ye saldırdığında o da SSCB den daha fazla toprak elde edeceği hesabını yapıyordı. Bu hesapsızlıkları Polonya devletının bır daha yok olmasına ve Polonya halkının üçte birinin öldürülmesine yol açtı. Ondan sonra da dövüşmeden kaçtılar.
”Eger bunu kabul edersek Amerikanin bugun yaptigi tum isgal ve katliamlar mesru hale gelir).(aslinda Sovyetler guclerinin yettigi her ulkeye girdiler.Letonya, Litvanya, estonya, tum dogu bloku ulkeleri..Birtek finlandiya kahramanca direndi ve Sovyetlere gecit vermedi..”
SSCB nın ısgal edılen topraklarını geri alması ile ABD işgallerini nasıl bir tutabiliyorsun bilmem ama ABD li işgalciler bile bunu söylemez. Şimdi Irak ya da Bosna’nın işgalinin SSCB nin Polonya devletinin yıkılıp yokolması üzerine kendine ait olan işgal edilmiş topraklarına el konulması arasında ne gibi bir benzerlik var.
Ben Irak’ın ABD topraği olduğunu iddia eden bir belge hatırlamıyorum ama Curzon hattının öbür tarafının Ukrayna olduğunu kabul etmeyen yoktur. Başta emperyalist İngiltere ve Polonya devletinin kendisi olmak üzere.
Finlandiya’nın geçit vermediği doğru değil. SSCB Finlandiya karşı savaşı kazandı ve Lenıngradı korumak için gerekli toprak değişimini kabul ettirdi. 1945 de tüm finlandıya SSCB tarafından isgal edildi. Finlandıya Almanya safında savaşa katılmıştı ve Lenıngradda öldürülen 2 milyon sivilin ölümünden finlandiya devleti de sorumludur. Ama finladiya halkı mesela bir polonyanın aksine sosyalistleri seçmediği için SSCB onlara saygı duydu ve geri çekildi.
Stalın ne melekti ne şeytan. Sizin bütün sorununuz SSCB tarihini Stalin üzerinden okumaktan kaynaklanıyor. Bunun nedeni sanırım hemen hepinizin geçmişte stalinist olması.
Doğal olarak bir stalinist olarak Stalin’i melek görürseniz yılgınlığa kapıldığınız noktada bu sefer melek şeytan olur. Bu yüzden senin gibilerin SSCB tarihini anlaması taşın konuşması gibi bir şey, yani mümkün değil. Ben sizlerle tartışırken Stalinistlerle tartıştığım hissine kapılıyorum.
Yazidaki cogu bölüm gibi kendi basina ayrica alinmayi, uzun ve ayrintili olarak bahsetmeyi gerektiriyor. Zizek bir aptal veya dahi…umurumda degil. Bunu tarihle aciklamaya calismak felsefik dogru oldugu kadar elzemdir.Kant ile Hegel’i karsilastiran bir degerlendirme zaten sonuclanmasi kolay olmayan bir kalkismadir.buradak ideolojik materyalizm-ickin materyalizm konusuna hazirlanip girmek gerek kendi acimdan. Ama söyledigim gibi izliyorum. Keyifle ve kimi noktalari düsünmek, takip etmek üzere kaydederek. Kant’in, idealizmi“nin cesitli sorunlari oldugunu, su meshur „sentetik apriori bilginin olabilirligi“ni mesela basli basina bir mesele olarak düsünüyorum, ancak kant’la birlikte gelisen kavramsal ayrimlarin gecerli oldugu kanisindayim temelde. Marksist materyalizm, engeles ve özellikle de sonrasinda lenin’le birlikte bu ayrimlari yanlis anladi, yanlis yargiladi ve materyalizmi de bu nedenle bir tür pozitivizme ve ampirizme mecbur etti. Althuser’in materyalizmini bundan ayirmak gerekir, ancak o da temelde kantgil ayrimlara benzer bir yol izler.Bilgi nesnesiyle gercek nesne arasindaki epistemolojik ayrim gelir bunun basinda, kantgil ayrimi böyle indirgeyebiliriz. Bu da numen-fenomen ayriminin ima ettigi gibi, epistemoloji ontoloji ayrimidir ve ayrim esas itibariyle ve kacinilmaz olarak epistomolojiktir. Yani nesne ile bilgi arasindaki sinir kategorik olarak bilgi alaninda cizilebilir. Bu da bana kalirsa esas olarak sinirin belirlenemezligini gösterir. Gercek ister ideolojik, isterse ickin olarak tasarlansin, ister disarinin düsünülebilen ama bilinemeyen kendigili isterse icerinin bosluk halinde ama anlamlandirilabilir hicligi olarak alinsin, mesele kategorik olarak ontolojik olan’in bilgi nesnesi halinde paketlenemeyecegidir. Ben bu acidan hegelci özne-nesne özdesligi diyalektiginin, ondan türetilecek bir tür materyalizmin daha sikintili oldugunu düsünüyorum. Marksist materyalizm kabaca bu sikintilara sahip. Ötesinde materyalizm basli basina tartismali bir konu, ama tartismali derken bu tartismanin önemine isaret etmek acisinda söylüyorum bunu. Gecen yüzyilin ikinci yarisindan sonra materyalizm, malum ideolojik kanaat üretimiyle, dünyanin ruhsuzlasmasinin müsebbiblerinden biri olarak telkin edildi, kendi icinden pozitivizmin/ampirizmin düstügü durum, materyalizmin genel olarak aydinlanmaciligin kavram dünyasina ait konumlanisiyla hem gözden hem de captan düsmüs durumda. Ama bu önemli degil, materyalizm felsefenin imkansizlik siniridir ve tam da bu nedenle celiskili olarak, kendisiyle celiski halinde varolmak durumundadir. Simdi itibardan düsmüs olsa da felsefede nihai olarak materyalist olmak mümkün olmadigi icin materyalizmin teorik öneminin ve cazibesinin bitmesi olanaksiz. Bu iyi bir sey, hem kendisi hakkinda hem de felsefe hakkinda uyanik tutacak bir sey. Simdilik aklima gelenleri kaydetmis olayim böyle buraya.Dogrusu heyecan ve keyif duydum yazinin her noktasindan. Tam olarak konu üzerinde degilim su siralar ama yakindan ilgilenmek istecegim bir hadise, kayit altina aldim. Tesekkürler Zileli.
Hay allah, ben de birkaç yıldır seninle bir Stalinist olduğun için tartıştığımı sanıyordum Ahmet. Doğrudan Rus milliyetçisi olduğun hiç aklıma gelmemişti.
Gun Milliyetci herkesi milliyetci gorur. O yuzden senin gibi dusunmeyen herkesi milliyetci, stalinist, polis vb gormen daha dogal. Senin ithamlarin seni anlatiyor.
Peki ama her durumda Sovyetler Birliği’ni haklı çıkartmaya çalışmanı nasıl adlandırabilirim ki… Polonya’nın almanya ile Sovyetler Birliği anrasıanda paylaşıldığını, birlikte işgal edildiğini bile görmemeye çalışıyorsun. Bunu ya bir Stalinist ya da bir büyük Rus şovenisti yapabilir ancak.
Kanıtsız suçlama nedeniyle kaldırıldı.
Gun, sen hicbirseyi tartismadan sadece ithamlarda bulunuyorsun. Allahin olmadigi yuzune soylenen bir musluman gibisin. Sadece imanla konusuyorsun. Ve inandigin neyse onu tekrar ediyorsun o kadar. Imanin bozulacak diye de olumune korkuyorsun.
Benim dediklerimin hangisine itiraz ediyorsun? Bak kisaca soyleyeyim, ben diyorum ki Polonya Almanya tarafindan isgal edildi ve varligina son verildi ama SSCB sayesinde 1945 de yeniden kuruldu. Kurulmakla kalmadi 1939 oncesi alman isgalinde olan Polonya topraklari da Polonya’ya katildi diyorum. Sen bunun neyine itiraz ediyorsun. Benimki yorum degil bir olgu.
Ben diyorum ki ikinci dunya savasinda iki tane polonya ordusu vardi. Ikisi de baslangicta Kizil ordu tarafindan silanlandirildi, Ama birisi Polonya icin dovusmektense Ingiliz Emperyalizmi icin dovusmeyi tercih etti, Kizilordunun verdigi silahlari bile alarak Irana ve oradan Misira savustu. Digeri ise Kizil ordu ile Polonya”nin kurtulusu icin dovustu. Bu gercegin neresine itiraz ediyorsun?
Ben diyorum ki Polonya almanya tarafindan isgal edildi. 1945 yilina kadar da bu gercek surgundeki burjuva polonya hukumeti dahil olmak uzere tartisma konusu yapilmadi. Oyleki Fin savasi sirasinda Polonya SSCB ye savas ilan etti o zaman bile bu konu tartisma konusu yapilmadi. SSCB ancak Polonya Almanya tarafindan isgal edildikten ve Polonya hukumeti Almanya’ya karsi savasmayi biraktiktan ve bir devlet olarak varlik nedenini yitirdikten sonra, Polonya tarafindan isgal edilen kendi topraklarini geri ele gecirmistir diyorum. Kizil Ordu Curzon hattinin batisina gecmemistir. Sen bu dedigimin nesine itiraz ediyorsun?
Ben diyorum ki Alman emperyalizmi Polonya devletinin varligina son vermistir. SSCB ancak Polonya devleti yok olduktan sonra Polonya topraklarina degil ama Polonya tarafindan isgal edilen Ukrayna topraklarina girmistir diyorum. Sen bunun neresine itiraz ediyorsun anlamiyorum.
Ben diyorum ki Polonya SSCB nin kendi topraklarini ele gecirmesini birak savas nedeni saymayi hatta askerlerine kizil Orduya teslim olma emrini vermistir. Sen bunun nesine itiraz ediyorsun.
Belki farkinda degilsin ama ben yukarida daha yorum bile yapmadim, sadece olgulari siraladim. Yorum yapmak icin once olgulari ve gercekleri dogru koymak gerekir. Sen varolan olgulari bile tartisamayacak kadar berbatsin. Bu o kadar zor degil ki. Ya dersin bu olgular dogru, ondan sonra olaylarin yorumunu yapabiliriz ya da dersin bu olgular yanlis, mesela Polonya Genel kurmayi askerlerine kizil orduyla savasma emri vermemistir dersin ben de kanitimi sunarim. Ya da dersin yok SSCB hic bir polonya ordusunu silahlandirmamistir, ben de kanitimi sunarim.
Ama sen bunu yapamazsin, sen de biliyorsun ki ( bilmiyorsan bile yazilarimdan sonra kisa bir google taramasi ile dogruluklarini ogrenmis olman lazim) dediklerim dogru. Senin dedikleri 1945 sonrasi gelistirilen soguk savas propagandalarinin bir parcasi ve gerceklere dayanmiyorlar.
Gun sen elindeki bilgi kaynaklari ile hic birseyi tartisamazsin. George Orwell gibi bir idam memurunu ( George orwell Burma da polis iken mahkumleri idam eden heyettedir ve bir cok insanin infazini gerceklestirmislerdir. Hatta bu deneylerini Idam adli oykusunde anlatir, belki bir gun o oykusunu de cevirirsin, sana yarasir) birini Moskova durusmalari icin kaynak gosteren biri hic birseyi olgular uzerinden tartisamaz.
O yuzden tek yaptigin stalinist diye saldirmak. Sende onu yapiyorsun zaten.
yazar dahil kimsede üç kuruşluk espri anlayışı yok mu? neyi tartışıyorsunuz anlamadım. marksistim diyen, anarşistim diyen siyasete girmez. içişleri bakanlığıyla, polisle işi olmaz. o devrime katılır, ufukta devrim yoksa da eylemlerini devrim ihtimali yönlendirir. zizek bir espriyle liberal veya sosyalist demokrasilerin paradoksunu soruyu soranın yüzüne vuruyor.
ya da ben anlamıyorum neyin tartışıldığını yukarıda.
Sayin Zileli,
bende Ahmet arkadasi ,su katilmamis bir Stalinist sanmistim..
Kizinin bile savunmadigi bir “diktatoru” boyle canla basla savununca..Sizin tespitinize aynen katiliyorum..Ahmet arkadas, Rusya’yi boylesine savunduguna gore ,su katilmamis bir Rus milliyetcisi ki, bu durum, Turk solunda yeni bir ideolojik tavir ve hareket olarak kabul gorebilir(:(:(:
Aslında tartışmaya önem veren bir arkadaştır. Bu yanı olumlu ama tartışılamayacak kadar dogmatik. eskiden beri tartışırım kendisiyle ama artık tartışmak içimden gelmiyor. Çünkü ne yapar ne eder SB’nin her eylemini aklar. Ne yapar ne eder bütün dünyanın kabul ettiği katliamların soğuk savaş uydurması olduğunu söyler. “Ermeni soykırımı uluslararası bir yalandır” diyenlerin kafa yapısından farklı değildir yaklaşımları. Bir noktada da evet yahu burada böyle kötü bir şey yapılmış dese onu anlamaya çalışacağım ama demez. Yani Demirel’in “bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” dediği gibi bir bağnazlık. Yine de makul olmaya çalışalım. Söylediklerinin arasında gerçeğe daha çok yaklaşmamızı sağlayacak öğeler de olabilir. Araştıran birisi çünkü, amaçlı da araştırsa en azından somut olaylara ilişkin getirdiği argümanlardan yararlı bir şeyler çıkabilir.
Beyaz Dis, Gun, sizinki korlerle sagirlar birbirini agirlar muhabbeti olmus. Tartismaya iliskin tum soyleyebildiginiz, Ahmet Stalinist, Rus milliyetcisi o kadar.
Tabii simdi size Dogu perincek’in ergenokoncu olmadigini savundugunuz icin Perincekci mi oluyorsunuz desem, anlamsiz olur aslinda. Cunki sorun benim Stalinist olup olmamam degil, sizin tartisma yeteneginizin ortadan kaybolmasi. O yuzden tek diyebildiginiz Ahmet Stalinist (Bu arada bir tartisma sirasinda karsi tarafin argumanlarina iliskin bir sey getirmeden stalinist, anarsist, ergenokoncu komunist kemalist milliyetci diye yaftalar yapistirmanin ne kadar totaliter bir yaklasim oldugunu, Stalinist, anarsist kemalist ergenokoncu diye suclamanin karsi tarafin soz soyleme hakkini kisitlamaya donuk bir caba oldugunu anlatmaya calismam beyhude bir davranis olur. Yukaridaki olgulari anlayamayan insanlarin bunu anlayacagini hic sanmam)
O yuzden Beyaz Dis Stalin’in kizindan bahsederek vurmaya calisiyorsun. Stalin’in kizinin babasi hakkinda, sosyalizm hakkinda, Amerikali siyahlar hakkinda Hindistan hakkinda vb goruslerini anilarinda okuyabilirsin. Madem Stalin’in kizi ile ayni dusunuyorsun bu konularda ne diyeceksin.
Ben okumayanlar icin anlatayim. Bahsedilen anilar iki kitap halinda 1960 larin basinda yazilmis ve ABD de yayimlanmistir. Svetlana Alliluyeva anilarinda amerikali siyahlarin sscb li siyahlara gore ne kadar iyi oldugunu anlatir. Verdigi ornek ise Afrika uzmani olan siyah bir arkadasinin is bulmada ugradigi idari haksizliklardir. Dusunsenize ABD de siyahlarin daha secme secilme haklarinin olmadigi bir donemde ABD li bir tarim iscisini kizi SSCB okuyarak SSCB nin en onemli Afrika uzmanlarindan birisi oluyor, ve onun karsilastigi idari haksizliklardan dolayi secim hakki dahi olmayan ABD li siyahlarin durumu cok iyi oluyor. Bu kadin ABD dili ve edebiyati mezunudur ve hayatini ingilizce tercumelerle kazanmaktadir. Peki sen dusunuyorsun ABD deki siyahlarin durumu hakkinda? yani bosver o anilarin yazildigi 1960 li yillarin ortalarini, sen su andaki ABD deki siyahlarin durumu hakkinda ne dusunuyorsun?
Amerikaya kactiginda bir CIA uzmaninin ciftiliginde kalir. Ciftlikte kalan tarim iscisi ailenin refah seviyesini ove ove bitiremez. Sonra zaten parasi bitince ve propaganda degeri kaybolunca tekrar SSCB ye doner ve butun o sozleri CIA zorladigi icin soyledigini iddia eder.
Basta George Kennan olmak uzere tanistigi tum CIA yoneticileri ce calisanlari cok iyi kulturlu insanlardir, Sayin Beyaz Dis siz CIA yoneticileri hakkinda ne dusunuyorsunuz? Stalin’in kizinin CIA yoneticileri hakkinda ki goruslerine de katiliyor musunuz?
Cocuklugunu anlatirken annesini cok sevdigini soyler ama babasini sevmemektedir. Ama annesinin sadece masa ortusunu kirletti diye 4 yasindaki cocuga el falakasi cektigini ama kendisini babasinin kurtardigini soyler. Babasinin cocuk olarak onu cok sevdigini anlatir. Benim bunlardan anladigim annesi bizim toplumumuzda da bol bol bulunan couklarina siddet uygulayan bir kadin. Ama annesi alti yasinda intihar eder. Ya da oyle oldugu iddia ediliyor. Svetlana annesinin ailesinde sizofreninin genetik oldugunu ve bir cok aile uyesinde bulundugunu soyler.
Svetlana babasi ile arasinin bozulmasina yol acan ( bu olaydan sonra cok az gorusmuslerdir ve birbirlerine yabancilasmislardir) olayi soyle anlatir. Almanlar Moskova onlerine geldiklerinde tum parti ileri gelenlerin aileleri ve cocuklari Orta asya kentlerinden birine ( sanirim Taskent idi) nakledilirler. Svetlana 1.5 sene babasini gormez ama 1.5 sene sonra Moskovaya gitiginde savas hala tum hizi ile surmektedir ve babasini savas karargahinda gorebilir ancak. Orada kisaca Taskentte neler oldugunu anlatirken kendilerine yer acilmasi icin bir suru evin boslatildigini soyler, Stalin ofke krizine girer kizina bagirir, bu isin altinda der ve bu islerle sorumlu subayin adini soyler ve kastlasildigini soyler kizini da kastlasmaya katilmakla suclar suclar. Kizinin cevabi da hazirdir, Evet kastlasiyoruz.
Ya peki sen dusunuyorsun O donemde SSCB de olan kastlasma hakkinda? Parti yoneticileri icin insanlarin evlerinden surulmeleri sence iyi bir sey mi? Svetlana bunu acikca savunur. Babasi ile yabancilasmasina yol acan da babasinin bu kastlasmaya olan ofkesidir.
Ondan sonra Stalin ve kizi cok nadir gorusurler. Ama bu gorusmelerinde mesela bir seferinde Stalin kizini asalaklikla suclar der calismaya baslasana, aslinda bunu ona herkes soyler Kruscev de soyler.
Aslinda Stalin’in tum cocuklari ile sorunu vardir. Mesela Ikinci oglu savasta pilottur cesur biri oldugu soylenir ama ordu bu cocugu kisa zamanda general yapar ( sanirim 25 yasinda) SSCB de bu kadar genc yasta boyle bir yerlere ulasmis insan sayisi az degildir ama Stalin kendi oglunun yetenekleri sayesinde degil kendi oglu oldugu icin terfi ettirildigine inanmaktadir. Bu yuzden de kizgindir. 1950 de idi sanirim ya da 1951 de onun bir hatasini kullanip generalligini elinden geri alir. Bu oglu alkolik olarak 40 li yaslarinin basinda oldu. Soylenenlere gore o da babasini sevmezdi. Sence devlet baskanlari cocuklarini tepeden devlet gorevlerine yerlestirmeleri dogru bir sey mi? Tayyip in ya da Gul’un cocuklarina avanta dagitmalari dogru bir sey mi?
Pilot oglu ile ilgili olarak onun okulu ogretmenleri hatta kendisi ile yapilan yazismalari arsivlerden cokti son yillarda. Onlari niye okumuyorsun, gelecek tartismada bu sefer de dersin bak adam oglunu alkolik etmis ne feci baba diyebilirsin mesela.
Sonra karisi var intihar etmis, Stalin donemini olgulari ile tartismamak icin Stalin ailesinde malzeme cok. Ama hepsini bir seferde bitirmeyin tek tek kullanin. Merak etmeyin malzeme biterse ben size bol miktarda veririm:-) Bu da benden size kiyak olsun.
1980’lerde birilerinin evden dışarıya çıkıp mücadeleye katılmamak için bahane olarak ortaya attıkları Stalin tartışması Türkiye’nin bugünkü ortamında hiçbir önem taşımamakta.
Haa, maksat birilerinin düzeyini ortaya koymaksa o başka.
Ahmet, kafayı mı yedin nedir? Ne saçma sorular soruyorsun. Polemik bile diyemeyeceğim artık. Soruyu soruyor ve bizim yerimize cevap veriyorsun. Sinirlerin mi bozuk yoksa. Seni biraz gergin buldum. 🙂
ahmet bak, AKP masası da sana destek çıktı. 🙂
yoksa şu İP’li Bardamu mu bu? Ben de karıştırıyorum artık. Zihin yapıları o kadar benziyor ki birbirlerine…
İP’li Baranas değil miydi? Bardamu arkadaşla karıştırdınız.
Doğru ya… Bardamu kusuruma bakmasın. İlk heceleri benzeyen isimleri oldum bittim karıştırırım. Örneğin sedatlar, serkanlar ve serhatlar hep karışır birbirine.
pardon AKP masasıymış. ahmet senin yerinde olsam düşünürdüm AKP masası beni neden destekledi diye.
Bakıyoırum artık malzemeni İP’ten alıyorsun Akp masası. Bu “mücadele kaçaklığı” suçlamasının aynısını yıllarca İP’liler yaparlar bana.
Apır sapır etmeye başladın.
Gürbüz Çapan, bugün Cumhuriyet gazetesinde ilginç bir yazı kaleme aldı. Gürbüz Çapan yazısında yakın zamanda okuduğu Gün Zileli’nin “Yarılma” “Havariler” “Sapak” kitaplarını anlattı.
Kitaplarda Gün Zileli’nin anılarını irdeleyen Çapan, Gün Zileli’nin hayat deneyimlerinin “sol tarikatçılık” örneği olduğunu söyledi.
Gün Zileli, hayatını anlatan üç kitabında içinde bulunduğu “Aydınlık” hareketini eleştirmişti. Özellikle hareketin başında bulunan Doğu Perinçek’i suçlayan Gün Zileli, Doğu Perinçek’i hareketi tarikat gibi yönetmekle eleştiriyordu. Gün Zileli, Perinçek’in adeta bir şeyh gibi partiyi yönettiğini, insanların kişisel hayatlarına müdahale ettiğini anlatmıştı. Zileli’nin anılarına göre Perinçek, parti üyelerinin çocuk sahibi olmalarına dahi kara veriyordu.
Anılar değerlendirildiğinde Çapan’ın şeyh diye anlattığı kişinin Doğu Perinçek, tarikat olarak bahsettiği hareketin ise “Aydınlık” olduğu ortaya çıkıyor.
Gürbüz Çapan’ın bu yazısı oldukça tartışılacak gibi gözüküyor.
İşte o yazıdan ilgili bölümler:
“Yarılma”, “Havariler”, “Sapak”ı (İletişim Yayınları) okurken, yakın tarihimizin büyük bölümüne katılarak, yaşayarak dahil olduğum ‘sol’ gelişimde ‘şeyhlerin’ Türkiye’ye neler yaptıklarının, yapmakta olduklarının acısını duydum yüreğimde.
… Demek ki, ‘solcu solcunun celladı’ oluyordu. ‘sol tarikat’ yapılanmasında, karşı koyanlar ‘Gün Gibi’, açlığa, yokluğa ve hatta yılkıya bırakılıyordu…
Tıpkı tarikat odaklarında şeyhlerin yaptığı gibi. Bizim şeyhler de uzaktan adam gibi duran müritlerine sesleniyor, tarihin içinden; ‘gelme, gelme; gelirsen malını, dönme, dönme; dönersen canını!’
Bir kez daha anladım; sorun imamda değil, dinde! Solculuğun din haline getirilmesinde. Solculuk ‘din’ haline getirilince, peygamberi de oluyor, havarisi de, şeyhi de. Solculuğu din haline getiren aklın, ‘akıllıların’ ve bu düzenin, kör değirmen taşı gibi solu, ‘bizim çocukları’ öğütmesinin önüne geçmek mümkün değil.
Bakalım ‘sol tarikat’ın cinci hocaları ne yapacaklar?
Aynalara bakıp her şeyi anlatacaklar mı, yoksa?.. Kifayetsiz muhterisliğe devam mı?”
pes dogrusu..Ahmet arkadas Stalinist degilim diyor ama yedi sulalesinin psikolojik durumuna kadar detayli bilgisi var..Sana Stalinist deyisimin sebebi, sacma sapan iddialarla , kendini kucuk dusurme pahasina, burada artik Turk solcularindan baska kimsenin savunmaya calismadigi Stalin’i olumune savunuyor olman..Ahmet arkadas,
birak bu sovenist tavirlari..Yazilarin iyice ucmus…Sanirim neye veya kime taptigini pek goremiyorsun..neyse artik o senin sorunun…(:(:
Sen bana aciklayabilirmisin.
Stalin,eli kanli bir katil degildir, en azindan Polonyali 21.857 masum insanin (Ya da onlar Polonyali, kendi ulkelerini savunurken savasmis olabilirler) kanlari Stalin’in eline bulasmamistir diyormusun..??
Makno da katildi, bence Stalin’in olumlu yanlarını savunan herkese küfredilecekse Beyazdiş’in küfürlerini Makno hayranları da hak etmekte, hem de fazlasıyla. Birçok Türk sol fraksiyon mensupları gibi Rus Bolşevik Partisi liderleri içinde katiller vardı. Stalin gençliğinde Gürcistan’da yaptığı banka soygunlarında birçok masum insanı öldürmüştü. Iktidarı ele geçirince cinayetlerine devam etti. Banka soygunlarında masum insanları öldürmek…bu size birşeyler hatırlatıyor mu? Açın Birgün gazetesini bu konuda bilgiler var.
Beyaz Dis,
Turkiye deki anti stalinistlerle tartismak imkansiz gibi bir sey. Bu zorlugun iki nedeni var; Birincisi olay sizin icin bir inanc meselesi. Ikincisi ise okumuyorsunuz bilmiyorsunuz. Kutsal kitap (yani emperyalizmin soguk savas aygitlari) ne derse aynen iman edip tekrarliyorsunuz. Bu yuzden birisi mesela biz maymundan geldik dediginde sahkulunuz kayiyor. Tum diyebildiginiz ”ama herkes ademle havvadan geldigimizi soyluyor!”.
Sen ve Gun bu konuda iki iyi orneksiniz. Iddialarimin sacma sapan oldugunu soyluyorsun ama daha bir tanesi hakkinda bile bir sey diyemedin. Demen de mumkun degil Cunki bilmiyorsun. Tek yaptigin duyduklarini tekrarlaman. Gerci senin ki yine iyi, Gun bir de bunlari yazip kitap olarak yayinliyor. Yazdiklarini tartisacak kadar bile okumamis.
Turk solcusu diye kastettigin sanirim Turkiye li solcular: birincisi Turkiye li solcular Stalin’i savunmazlar, Turkiye solunun buyuk cogunlugu anti-stalinisttir. Senin ile ayni gorusleri savunurlar. O yuzden bana kizdin diye Turkiye soluna saldirman sacma. Tamam az miktarda Stalinist var ama onlarda zaten sesini cikaramiyor sizin terorunuzden.
SSCB ve ozellikle Stalin’in kendisi ve donemi ile ilgili soguk savas propagandalarina karsi cikan TC li solcu cok azdir. Genel olarak sen ve Gun’un yaptigi gibi bu soguk savas propagandalarini tekrarlarlar.
Ama bu tekrarlamalar bir bilgiye dayanmaz. Turkiye solu dogru durust ne SSCB hakkinda ne de Stalin okumadan Stalinist olmustu. O donem Turkiye’de sosyalizmin ve solun yukselme yillari idi. Yine ayni sol okumadan anti stalinist oldu. 1980 yenilgisine bir gunah kecisi araniyordu. Turkiye solu kendisini suclayacak degildi ya. Ustelik Birikim sayfasi ufaktan soguk savas tezlerini sol adina Turkiye’ye sokmaya baslamisti. Sonunda 1981 den baslayarak sol hizla anti -stalinist oldu.
Ama dedigim gibi bu SSCB nin ve reel sosyalist devletlerin detayli bir arastirma ve incelenmesine dayanmiyordu. Zaten mesele sosyalist tarihi anlamak degildi. Bir panik durumu vardi, yenilmistik, hayallerimiz yikilmisti, ama ayni zamanda megalomanyaktik, kendimize toz kondurmuyorduk. Iste o anda onumuze Stalin kondu…Rahatladik. Artik herseyin bas sorumlusu Stalin idi.
Ama bu arada anti stalinligi mesrulastiracak tezler lazimdi. Bunlari da soguk savas propaganladari gunluk burjuva basinda bol bol veriyordu zaten. Sonuc ise sizin gibi anti stalinistler oldu. Hayatta propaganda disinda hic bir sey okumayan, anti stalinistligi ideoloji duzeyinde algilayan solcular.
Gun bu tayfanin psikolojisini en iyi temsil edenlerden birisidir. Yazdiklarina bakilirsa iki Hollywood filmi ve Isaac Deutscher’i okumus ve anti stalinist olmus. Gorunuse gore sen ise Deutsher’i bile okumamissin. Gun gibileri okuyup idare ediyorsun.
O yuzden de senin gibi insanlarla tartisma olmuyor. Sanki kizinin anilarini okumussun gibi Stalin’in kizindan bahsediyorsun. Okumadigin belli. Ama senin mantiginda okumaya ne gerek var, basin yaziyor ya babasindan hoslanmadigi. Aynisini tekrarla gitsin. Sanki tek bir antlasma, o doneme iliskin bir kitap makale vb okumussun gibi Polonya’nin paylasilmasindan bahsediyorsun. Keske okuyarak bilerek anti- stalinist olsaniz. En azindan bu tartisma cok daha verimli olurdu.