Devletler, kendilerini tehdit altında hissettiklerinde iki illegal aygıt örgütlerler: Kontrgerilla ve paramilitar cinayet örgütleri. Bu iki örgütlenme iç içedir ve aynı zamanda devletin resmi istihbarat, polis ve ordu kurumlarıyla da bağlantılıdır. Esas olarak da devletin gizli istihbarat örgütünün denetimindedirler. Bu tür örgütlenmeler, devletin yasallıkla sınırlanmış kurumlarının tersine hiçbir yasallıkla sınırlı değillerdir ve devletin denetiminde her türlü işkenceyi fütursuzca yaparlar, her türlü cinayeti işlerler. En “demokratik” batı ülkelerinde bile devletlerin gizli istihbarat teşkilatlarının emri altında, yedekte tutulan bu tür örgütlenmeler bulunmaktadır. Elbette gerek olmadıkça devreye sokulmazlar. Ama özellikle Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri gibi, devletin görünüşte yasallıkla sınırlı olduğu ülkelerde bu iki illegal örgütlenme sık sık devreye sokulur, hatta bazen hiç devreden çıkmazlar. Öte yandan, devlet gücünün açık diktatörlük olarak tezahür ettiği, Stalin ve Hitler rejimlerinde ya da bugünkü tek parti diktatörlüklerinde devletin kendisi doğrudan doğruya kontrgerilla gibi çalıştığından ve yasal sınırlılık diye bir sıkıntısı olmadığından, daha doğrusu yasaları hukukla sınırlı olmadığından bu tür ayrı örgütlenmelere gerek yoktur. Örneğin, Gestapo varken, ayrı bir gizli örgütlenmeye gerek kalmaz.
Türkiye, 1950’de tek parti rejiminden parlamenter rejime geçince kontrgerillanın (1950’lerde) ve ardından paramiliter örgütlenmelerin (1960’larda) devreye sokulması kaçınılmaz oldu. Kontrgerilla’nın ilk fiili 6-7 Eylül olayıydı. 6-7 Eylül’ün MİT ve Kontrgerilla tarafından örgütlendiği çok açıktır. 1950’li yıllarda, Kıbrıs’ta Milli Mukavemet Teşkilatı’nı örgütleyen de MİT ve Kontrgerilla’dır. İlk üyelerinden biri de, geçenlerde vefat eden Rauf Denktaş’tır.
1960’larda sosyal muhalefetin ve anti-emperyalist akımın gelişmesi üzerine devlet, yine MİT ve Kontrgerilla aracılığıyla paramiliter sokak güçleri örgütlemeye girişti. O zamanki “Komando” kampları, MİT ve Kontrgerilla’nın denetiminde kuruldu. Zaten “Komandoların” lideri olan Alpaslan Türkeş’in de bir Kontrgerilla unsuru olduğunu tahmin etmek o kadar zor değildir.
12 Mart gelince, devlet paramiliter güçlerini geri planda tutup Kontrgerilla’yı ön plana çıkarttı. Solun silahlı örgütlenmelerine karşı ancak böyle bir illegal silahlı örgütle karşı konabileceği düşünüldü. 12 Mart döneminde Kontrgerilla elemanları, MİT karargâhlarında çok sayıda solcuyu işkenceden geçirdiler. Kızıldere operasyonu da MİT ve Kontrgerilla’nın denetiminde yürütülmüştür.
1974 yılında 12 Mart askeri rejimi sona erip parlamenter rejim ağırlık kazanınca bu sefer devlet, kontrgerilla’yı görece geri çekip yeniden paramiliter sokak güçlerini solun üzerine sevk etti. Burada “geri çekmek” derken söylemek istediğim, MHP’li militanların daha ön planda gözükmesidir. Yoksa onları yöneten Kontrgerilla yine devredeydi. Hatta 1980’e doğru Kontrgerilla askeri darbe ortamını hazırlayabilmek için iyice aktif bir konuma geçti ve ülkedeki şiddet ortamını arttırmak amacıyla elinden geleni yaptı. Öyle sanıyorum ki, bombalamaların büyük çoğunluğunu ve aydınlara yönelik suikastların çoğunu Kontrgerilla örgütledi. 1 Mayıs 1977’deki rolü ise hâlâ karanlıktadır.
12 Eylül darbesi, paramiliter sokak güçlerinin rolüne son verdiği gibi, Kontrgerilla’nın da bir ölçüde geri çekilmesine yol açtı. Çünkü artık darbecilerin hiçbir yasal kısıtlaması yoktu ve daha önce Kontrgerilla’nın yaptıklarını doğrudan doğruda devletin polis ve ordu gücü yapabilmekteydi. Elbette bu dönemde de Kontrgerilla devletin polis ve ordu gücüyle birlikte çalıştı ama özel bir rol oynamadı.
1980’lerin sonlarına doğru cunta geri çekilip parlamento yeniden ön plana çıkınca Kontrgerilla’nın da yeniden daha aktif roller alması zorunla hale geldi. Çünkü devletin başında bir Kürt savaşı belası vardı şimdi ve Kontrgerilla’yı aktif olarak devreye sokmak zorunlu olmuştu.
Kontrgerilla 1990’ların başlarında – hatta belki daha öncesinde – reorganize oldu ve Kürt bölgelerinde aktif bir “gayrinizami” savaş yürüttü. Kontrgerilla’nın bu yeni örgütlenmesinde eski paramiliter komandoların en eli kanlı tetikçileri (Abdullah Çatlı), Ordu ve Jandarmadaki (Jitem) subaylar (Veli Küçük, Korkut Eken, Cem Ersever, Mahmut Yıldırım), PKK itirafçıları (Abdülkadir Aygan), emniyet mensupları (İbrahim Şahin, Mehmet Ağar), Hizbullah adlı dinci örgütlenmeler, emniyetten ve jandarmadan derlenmiş tetikçiler (Ayhan Çarkın vb.), MİT mensupları (Mehmet Eymür, Tarık Ümit vb.) aktif rol aldılar ve Kürtlere karşı giriştikleri “kirli” savaşta, devletin koruması altında çok sayıda cinayet işlediler. Bu dönemde Kontrgerilla’nın doğrudan Tansu Çiller tarafından yönetildiğini gösteren epeyce delil vardır.
AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle birlikte, 1990’larda epeyce denetimden çıkmış kontrgerilla’nın yeniden denetim altına alınması gerekti. Zaten Kürt savaşı da, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra “düşük yoğunluklu” bir savaşa dönüşmüştü. AKP, Kontrgerilla’yı denetimi altına alırken bir kısmı bu denetime boyun eğdi (Mehmet Eymür, Mehmet Ağar, Korkut Eken) ve AKP iktidarının himayesi altına girdi. Özellikle yürüttükleri “kirli” savaş sırasında önemli rant kaynaklarına sahip olan bir kısmı ise bu denetimi kabul etmek istemedi ve AKP iktidarı ile anlaşmazlığa düştü, örneğin Veli Küçük bu anlaşmazlığı ideolojik bir ayrılık noktasına kadar götürerek ulusalcılara yaklaştı. Bunun üzerine tutuklanmaları gerekti. İbrahim Şahin, Veli Küçük gibi Kontrgerillacılar “Ergenekon” davasından tutuklanarak içeri atıldılar. Buna karşılık Mehmet Ağar, Mehmet Eymür, Korkut Eken vb. AKP’nin himayesini kabul ettiklerinden kendilerine dokunulmadı.
Kontrgerilla, AKP’nin denetiminde reorganize oldu ve Hrant Dink cinayeti başta olmak üzere bir takım cinayetler işlemeye devam etti. Bununla birlikte AKP’nin bugünkü baskı siyaseti esas olarak AKP-Devlet’in yasal organları tarafından yürütülmektedir. Ama bu, Kontrgerilla’nın görevinin bittiği anlamına gelmemektedir. Bugün de AKP-Devlet’in yedekte tuttuğu bir kontrgerilla örgütlenmesi MİT’e bağlı olarak varlığını sürdürmektedir. Yasal baskının yeterli olmadığı ya da Kürtlere karşı savaşta ordunun ve polisin yetersiz kaldığı koşullarda yeniden ve her an aktif hale getirilebilecektir.
Ne var ki, bugünkü AKP-Devlet, yasanın yetmediği yerde yasadışı bir örgütlenmeyi devreye sokmak yerine, bizatihi Devlet baskısını yasalar yoluyla yaygınlaştırmayı tercih eder görünmektedir. AKP-Devlet parlamentoya tamamen hakimdir, istediği yasayı çıkartabilmektedir. Bu hukuk dışı yasalarla devletin yasal güçlerini etkili bir şekilde halkın üzerine sürmek AKP’ye daha akılcı bir yol olarak görünmektedir. Yani bu anlamda AKP-Devlet’in, yasanın kendisini hukuksuzluk haline getiren ve bu yüzden de ayrı bir illegal örgütlenmeye pek de gerek duymayan Hitler rejimine gittikçe daha fazla benzemeye başladığını söyleyebiliriz. Yani bu aslında parlamentoya dayalı bir faşizme gidiştir. Deniz Feneri savcılarının yargılanması bunun en açık göstergesidir.
Gün Zileli
31 Ocak 2012
Dogu Perinçek, 60 kadar general, Oda Tv’ciler ve bizzat kendisi: Gün Zileli
Evet, doğrudur; 6-7 Eylül olayları İngiltere ve ABD, Fatin Rüştü Zurlu’yu yönlendirmesiyle tezgahlanmış ve DP iktidarınca, Gladyo’ nun devlet içindeki iki önemli ayağı, ÖHD (Özel Harp Dairesi) ve MAH (MİT) tertibi ile gerçekleşmiştir. Olaylara zemin hazırlayan sürece dönersek, 1955 yılında Kıbrıs sorunu kritik bir aşamaya gelmişti. Yunan Dışişleri Bakanı, Ada’nın Türkiye ve Yunanistan arasında taksimi yönünde açıklamalar yapıyor, bu fikri çıkarlarına aykırı bulan İngiltere Yunanistanla Türkiye’nin arasını açmaya çalışıyordu.Kıbrıs meselesi Türkiye’nin 1.gündem maddesiyken 15 Ağustoss sabahı Rum ve ermeni ailelerininin kapılarına, ‘gizli eller’ haç resimleri çiziyorrdu.29 Ağustos Londra Konferasnsı ‘nda dışişleri bakanı Zorlu’nun, konferanstan 1 gün önce A.Menderes’e çektiği şifreli telgraf, Yassıada duruşmalarında ortaya çıktı. Olumsuz havayı aktardıktan sonra, ” ilgili yerlere vereceğiniz emirler çok işe yarar, hemen harekete geçmenizde yarar var!” atatürk selanik evi bombalandı haberinden sona istanbul valisi Fahretttin Kerim Gökay, katliama göz yumarak, olaylar hızla şehre yayıldı, yunan konsolosluğu yakıldı. 6-7 Eylül günleri çoğu ermeni, rumlara ait 5583 işyeri ve ev edildi, yağmalandı.3 kişi öldü, 30 yaralı, 73 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır yakıldı. 32 rum, 8 ermeni okulu tahrip edilip, yağmalandı. o gece sabaha karşı sıkı yönetim ilan edildi. Yassıada’da, “polis niye müdahale etmedi,” sorusuna: Polise, “hısızlık ve yangın olayları dışındakilere göz yumun,” talimatı verildiği ortaya çıkktı.
Ayrıca olayları arabasından izleyen Menderes, suçluları bulmuştu. “Koministler”…polis kominist avına çıkarak, solcu yazar ve gazetecileri tutuklattırmıştı. Neden mi? O tarihte, CIA Başkanı Allen Dulles istanbuldaydı. Dulles, MİT Başkanı Behçet Türkmen’e, olayların kominist taktiğine uygun olduğunu söylemişti. Tabii, 2 konntrgerilla yanyana…27 Mayıs Devrimi, bir yönüyle ABD emperyalizmine, CIA ve NATO’YA bağlı olarak oluşan GLADYO’ya karşı yappılmıştı. Gladyonun iktidar sahiplerine hizmett eden bir gizli örgüt işlevi görmesi Menderes’le başlamıştı. 27 Mayıs, Gladyo’yu sadeece yassıada duruşmalarında mahkum etmedi, Özel Harp Dairesi’ne de cepheden tavır aldı. Ayrıca 27 Mayıscı subaylar, haklı olarak, ÖHD’yi Zorlu ve Menderes’in özel hüccre örgütü olarak da görüyorlardı.Cemal gürsel, Özle Harp Dairesini tamamen kapatacağını söylemesine rağmen, yine gladyocu Alpaslan Türkeş komutanlarının çoğunu kurtararak, ileride işlenecek faili meçhullerin ikinci Gladyo örgütlenmesini zeminin hazırlıyordu.
Bir yanlış anlaşılma olmasın. Ben burada II. Dünya savaşından sonraki soğuk savaş ortamında geliştirilen ABD kaynaklı kontrgerilla örgütünden söz ediylorum. Bu demek değildir ki, eskiden buna benzer örgütlenmeler yoktu. Vardı elbette. Örneğin ittihat terakki devrimdeki Teşkilat-ı mahsusa gibi. Bu eski örgütlenmelere değinmedim bu yazıda.
Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül yönetimi, MİT’i iktidarlarına yakışır hale getirmek için, 2003 yılı başlarında, MİT’den tepki alarak, kökten değişime gittiler. Asker kökenliler uzaklaştırılarak pasif görevlere tayin edildiler. Adım adım Ergenekon tertibiyle taçlanan noktaya gelindi. Ve Ergenekon olayı, MİT içinde kritik bir kırılmaya yol açtı önceleri.
Ergenekon Savcılığı’nın belgeleri arasından da açıkça görülebileceği gibi MİT, tarihinde ilk defadoğrudan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni suçlayan malzeme üretimini resmi rapor haline getirmiş oldu.Ergenekon İddanemesi eklerinde yer alan “Karargah Evleri” gibi düzmece belgeler, resmi raporlar olarak hem Genel Kurmay Başkanlığı’na hem de Başbakanlığa yollandı. Resmi yazılarda, Tuncay Güney mülakatının komik uydurmaca raporları iki kez resmi rapor olarak Başbakanlığa gönderidi.
Bütün bunlar, AKP iktidarınn beklenti ve istekleri doğrultusunda hazırlandı. Ancak bunlar da yetmedi. Çünkü “saltanat sahipleri” kendilerine bütünüyle biat eden MİT istiyordu.Bunun için yapılacak şey, eski dönemin kalıntılrını devre dışı bırakmak ve doğrudan “mutemetler” görevlendirmek. O dönem MİT Müsteşarlığı için 4 kişinin adı geçti. Adaylarda birincisi, RTE’nin en güvendiği ve Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nden Emniyet İstihbarat Dairesi’nin başına getirdiği Fettullah sicilli Ramazan Akyürek. Daha sonra zati muhterem, Hrant Dink davasında sanık olarak yargılandı.
Bir başka polis kökenli aday, Edirne Emniyet Müdürü Hanefi Avcı…ama olamadı, Susurluk kazası sırasında Emniyet İstihbarat Dairesi Başkan Vekiliydi. 32.Gün programında Avcı, Susurluk’ta ucu görünen devlet-mafya-tarikat bağlantılarının arkasında TürkSilahlı Kuvvetleri’nin olduğu suçlamasını ortaya atmıştı. Avcı, Susurluk kazası sırasında bütün yönleriyle ortaya çokan Emniyet bağlantısını ve kendi sorumluluğunu perdelemek için, suçu JİTEM’e yıkarak, ilk jitem saldırılarının propagandacısı konumunu başlatan kişi olmuştur. Adaletin takatı yok ki, Zekeriya Öz’ün tanığı iken, sanığı durumuna düşmüştür, malum kitap yüzünden…
Diğer emniyet kökenli “Bülent Orakoğlu”, eski İstihbarat.Daire.Başkanı olarak Çiller tarafından başa getirilmişti. Ancak yasadışı telekulakla Genelkurmayı ait bilgi topladığı, belgeleri sızdırdığı iddisı ile yargılanmıştı.
Yine MİT’den 2 kez kovulan “Mehmet Eymür” Abdullah Gül’le görüşüp, bütün Müsteşarlığı istemişti. Konjonktür uygun değil sonra gel yanıtını alınca; 2003 yılı ortalarında ABD’den gelmiş ve aynı talepte bulunmuştu. Her nedense? MİT ve Devlet içinden gelen itirazlar nedeniyle mümkün olmamıştı. 2005 yılında tekrar denemiş, yine başarılı olamamıştı. Daha önce MİT’den 2 kez kovulan Eymür, hakkında davalar açılınca Amerika’ya kaçtmıştı.
AKP iktidarının ilk günlerinden itibaren, MİT’in askerden temizlenmesine paralel olarak, devletin diğer kurumlarında olduğu gibi MİT içinde de AKP kadrolaşması tüm hızıyla başladı. Ve şimdi MİT tamamen AKP’nin örgütü/ özel timi haline geldi.
Aman sen geç kalma ÖZGÜRLÜKÇÜ….
değil mi bugün..?
Zileli’yi sen mi angaje ettin?
hepsi iyide 27 mayıs devrimi diyebilen zileliye sormak lazım sosyal devrimmi?politik devrimi?bunca çeviri ile toplumlsal mücadeleler tarihini bize kazandıran zilelinin şimdiye kadar toplumsal yada politik devrimi bilmemesine öğrenememesine imkan yoksa 27 mayıs devrimi cümlesi kurup birde bunun abd karşıtı olduğunu söyleyebilmesi kapitalist üretim ilişkilerini anlamayan bu ilişkilerin sınıf tahliliyle tarihsel materyalizmin t sinden anlamamış hala tsk da anti-emperyalizm arayan millici bir yorum olmuş.yazık yahu özgür üniversitede neler konuşulduğunu neler yazıldığını zileli fark edememiş galiba son resmi tarih tartışmalarında emperyalizm kapitalizm ve egemen ideolojinin siyaseti ile arasındaki çizgiyi netleştirip özgürlükçü devrimci bağımsız siyasetin ne olabileceğinin ip uçlarını hiç anlamış.bir diğer anlamadığı bizim cenahın tsk,mit,kontgerilla,paramilitler,ergenekon,jitem gibi sistem hegemonyasının organizasyonları hakkında kapsamlı derinlemesine bir inceleme araştırmamız varmı?bence yok olsa idi biz mit in son 3-5 yıla kadar dırekt tsk kontrölünde olduğunu bilirdik zilelide onun için bilemeyip yanlışada düşüyor mit yeni ordunun kontrolünden çıktı direk devlet-iktidara bağlanmasına rağmen halen ağırlıklı kadrosu tsk irtibatlı yada tsk personelinin akraba ve çocuklarından oluşur geçmişte ülke egemenleri kapitalist efendilerin tsk vasıtası ile miti ve bütün kurumları kontrol etmesine tsk yıda abd nin kontrol etmesine sınıfsal çıkarları gereği bizim efendilerin itirazı olmamasını hala zileli anlayamamış bizim efendilerle abd ab efendileri kaynaşıp evleneli çok oldu sen bu kafayla emperyalizme karşı çıkıyorum derken eski arkadaşların gibi yabancı düşmanı dile düşersin dikkat et bu analizler geldiğimiz yeri bilmeyen bu günkü evrensel egemen üretim işişkilerinin egemen uluslarla ilişkilerinin geldiği yeri anlamamış sınıf tahlili yanlış yapmaya mahkümdür bu yanlışlarıda efendiler iyi kullanır dikkat et
zileliden özür diliyorum mazeretli sinirli yorumundaki 27 mayısa devrim sözünü zilelinin makalesiyle karıştırıp zileli yazmış gibi eleştirdim eleştirimin tamamen arkasındayım tabiki yorumu yapan yerine zileli söylemiş gibi yanlış anlamayla eleştirdim demekki yazmadığı halde zilelininde 27 mayıs konusunda o cümleyi kurabileceği algısı oluşmuş bende sorun bende olabilir demeyeceğim gerçekten bu örnekte öyle olduğu gözüküyor yorumu gönderdikten sonra 27 mayıs devrimi cümlesini makalede aradım bulamayınca aşağıda bir yorumcunun yorumunu zileliye mal ederek büyük bir hata yaptım.yazının finalindeki deniz feneri savcılarının yargılanma örneği çok isabetlidir bunun anlamı egemen ideoloji hegemonyasını tahkim etmek için savcılara mesaj vferiyor kendi hukuğumu bile bana karşı kullanamzsın diye tehdit etmektirki bu durum toplumsal muhalefetin geldiği yerin önemini açıklar efendiler sıkışarak kendi hukuğunu bile çiğnemek zorunda kalmıştır.alternatif başarı siyaseti bunu şikayet edip ne yapayım her şeyi ele geçirdi diyen değil bu durumuda üretime çevirip sistemin efendilerinin geçek halk düşmanı yüzünü gösterebilip sistem mağduru halkın gelecek beklentilerinin programını birlikte başaracak organizasyonu inşa etmektir
Yazıdaki görüşlerin tamamına yakınına katılmakla birlikte kontrgerillanın devreye sokulduğu tarih olarak (1950’leri) işaret etmen açıkçası biraz kulağımı tırmaladı. Hani o ulusalcıların meşhur, “ her şey 1950’de Menderes ve Bayar gibi karşı devrimcilerin iktidara gelmesi ile başladı. O tarihten sonra ABD Emperyalizmiyle kol kola girildi’ şablonu vardır ya onu anımsatır gibi oldu.
Oysa nasıl ki Batı ve Emperyalistler ile kola kola girmenin başlangıcı 1950’den çok çok önceye, Atatürk’ün bizzat açış konuşmasını yaptığı İzmir İktisat Kongresi günlerine kadar giderse, Kontrgerilla’nın da başlangıcı taa İttihat ve Terakki’nin Galata köprüsü üzerinde güpegündüz işlediği gazeteci cinayetlerine, Ali Sedat’ın Ankara’da öldürülmesine, 1921’de Mustafa Suphi’ ve arkadaşlarının katline, Sabahattin Ali cinayeti vb.e kadar götürülebilir. Tıpkı DP’nin CHP’nin içinden çıkıp gelen bir parti olması gibi Kontrgerilla’nın da 1950 öncesindeki yapılanmanın bir devamı olduğu her zaman birbirinden ayrılmadan beraber vurgulanmalı diye düşünüyorum.
ben hiçbir yerde 27 Mayıs’a “devrim” demedim kardeşim. 27 Mayıs bir askeri darbedir.
Kontrgerilla soğuk savaş döneminin olgusudur. Daha önce de elbette devletin gizli örgütlenmeleri vardı ama ben bu yazıda sadece kontrgerillayı söz konusu ettim.
Lapsus: “Kürt savaşı belası”
Tabii ki onların açısından bela sayın müfettiş.
denktasi da saygi ve rahmetle aniyorum efendim.
Suzan (usa-california)
Bir azınlığı “ulus” yapıp mahveden Denktaş’a Bende rahmet okuyorum…
yeni bir iktidar ama yine ayni yontemler..Devletin kirli islerini yapan, illegal yapilanmalar ve ozellikle hukuk…Hukukun, bir adalet degil bir baski araci olarak kullanilmasi, sistemi, devleti, iktidari elestiren ,ya da ileride tehlike olusturabilecek herkesin tutuklanmasi yada hukuk yoluyla baski altinda tutulmasi,gercek suclularin yaninda,hic bir sucu olmayan ancak kendi sistemlerini ve uygulamalarini desteklemeyen kisilerin yine hukuk ve hukuku uygulayan, hakim ve savcilar yoluyla sindirilmesi(sorgulamaya cagirma,yada ilk durusmada serbest birakma..bunlar usti acik uyarilar oldu artik).. Eski donemlerden tek farki bu yeni donemin,artik kisiler kaybolmuyor, yerleri belli, Silivri…Acikcasi ,Turkiye ,hukukun, otoriter bir tek parti fasizmine yol acan uygulamalarinin olagan oldugu bir yonetim seklinden,hizla tek parti fasizminin mutlak egemenligine dogru giden bir ulke durumuna dustu…Gorunen o ki Turkiye bir kavga ortamina dogru ,son hizla ilerliyor..
“Karartılan Gündem” ve “Sahibinin sesi olan başbakan”
http://www.kurdinfo.com/arsiv/basin/pasa_yilmaz_02.htm
Anlayamadığım, hâlâ hizipcilik, hâlâ ben merkezcilik…geçmişten hiç ders almamak ne kötü. Benim de umudum yok, hızla bir iç
savaşa gidiyoruz ama bundan da nemalanacak, sevinç çığlıkları atacak kesimler çok…Zileli azınlıkta kalacak Türkler için yazmak zorunda kalmaz umarım.
20 yıl onun eniştesi olan Zileli nedir? Düşünün.
(ilk cümle hakaret nedeniyle kaldırıldı. Admin)
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/artik-yorum-yapmak-haber-paylasmak-basbayagi-suc-haline-geldi-haberi-51177
Yahu ne hakareti, “Bekçi köpeği” İngilizce “Watch dog”un, yani medyadaki paralı/parasız çalışan iktidar muhiplerinin (….) (noktalı yerler şahsi hakaret nedeniyle çıkarıldı) için söylenmiş bir terimin karşılığıydı.
Köpek güzel bir hayvan ayrıca 🙂
Köpeklere de hakaret etmek istemediğimiz için , Ertan
Sistem içindeki alt kadroları besleyen ideolojik devşirmenin aristokrat talepleri yetersizlikle desteklenirse, neo-convertion dönemine paralel irdeleme.
Erdoğan’ın hastalığını Cemaat nereden bildi?
25 Aralık 2012
AHMET ŞIK/BİRGÜN
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta NTV’de katıldığı bir programda, evinde “böcek” tabir edilen cihazlardan bulunduğunu belirterek kendisinin de yasadışı dinleme mağduru olduğunu açıklamıştı. Hozat’taki fişleme faaliyetleri ve yasadışı dinlemelerle ilgili soruya Erdoğan, “Devletin kurumları birimleri arasında bazı yanlış alışkanlıklar var. Bu yanlış alışkanlıkları tamamen atamıyorsunuz. Dinleme de buna dâhil. Bende dâhil bu dinleme bitmemiştir… Makama bir böcek koydular… Arama tarama esnasından ilgili birimlerimiz bunu buldu çıkardı… Evimin altındaki ofisimde olan şey… Birileri işte, derin devlet dediğiniz onlarda boş durmuyor ve çalışıyor. Bunlar devletin içine sızmış vaziyette bunlar var” yanıtını vermişti. Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı bu olayla ilgili Ankara Savcılığı’nın da aylar öncesinden soruşturma başlattığı, dinleme için kullanılan “böceklerin” Emniyet’in Bilişim Şubesi’nde incelendiği ortaya çıkmıştı.
Başbakanın bu açıklaması üzerine herkes, derin devlet faaliyetlerinin “sorgulandığı”, “hesaplaşıldığı” yalanı üzerine kurulan Ergenekon ve ilintili soruşturma süreçleri ile sanıklarının ima edildiğini düşündü. Hâlbuki bahsi geçen soruşturma ve dava dosyalarında illegal telefon dinleme kayıtlarına rastlanmamıştı. Son dönemde tartışmalı polis ve yargı operasyonlarıyla mağdur edilen herkesi aynı odağa, Gülen Cemaatine işaret ederken acaba Başbakanın, “Birileri işte, derin devlet dediğiniz onlarda boş durmuyor ve çalışıyor. Bunlar devletin içine sızmış vaziyette bunlar var” diyerek ima ettiği aslında kim anlamaya çalışalım.
KİMSENİN BİLMEDİĞİNİ BİLEN CEMAAT
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in şahsında simgeleşen AKP-Gülen Cemaati çatışmasını kamuoyunun gündemine taşıyan olay Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kriziydi. Bu olay aslında iktidarın bileşenlerini oluşturan iki gücün AKP ve cemaatin arasındaki çatışmanın görünen yüzünü oluşturdu. PKK ile yürütülen “müzakerelerde” görev alan MİT yöneticilerinin 7 Şubat 2012’de ifadeye çağrılmasıyla patlak veren olay kimilerine göre “sivil darbe girişimi” anlamına da geliyordu. Zaten Başbakan Erdoğan’ın da asıl hedefin kendisi olduğunu söylemesi de “sivil darbe” tanımını haklı çıkarıyordu. İktidar bileşenleri arasında yaşanan bu kirizin ilginç kılan bir diğer konu ise Başbakanın sağlık sorunlarıyla ilgili ameliyat olduğu dönemde ve ortalıkta olmadığı bir döneme denk getirilmesiydi. Cemaatin, Erdoğan’ın ameliyat olacağını kendisi ve yakın çevresindeki bir kaç kişiden başka kimsenin bilmediği bir dönemde böyle bir hamleye girişmesinden kuşkulanılınca Başbakan’ın Ankara Keçiören’deki evinde yapılan aramada dinleme cihazları bulundu. Bunun üzerine MİT, makam aracı da dahil olmak üzere Başbakanın kullandığı her yerde böcek araması yaptı. İddialara göre aramalarda Başbakan’ın AKP Genel Merkezi’ndeki makam odası ile Meclis’teki makam odasında da dinleme cihazları tespit edildi. Başbakanlık koruma ekibinin değiştirilmesinin de bulunan böceklerle bağlantısı olduğu da iddialar arasında.
İLGİNÇ TESADÜF
Aslında Erdoğan yasadışı dinleme mağduru olduğunu bu olaydan çok önce biliyordu. Daha önce de dinlenildiğini ima eden açıklamalar yapan Erdoğan’ın önce KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat’la ardından da iş adamı Remzi Gür’le yaptığı telefon görüşmeleri 2009’da sızdırılmıştı. Erdoğan’ı en çok kızdıransa Remzi Gür’le arasında geçen ve ABD’deki kızı için para istediği telefon konuşmasıydı. Başbakan ile cemaat arasındaki gerilimin ilk nüvelerinden birisini oluşturan bu olayla ilgili ilginç bir tesadüf de Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in aynı dönemde görevden alınmasıydı. Hrant Dink suikastında ihmali olduğu iddia edilen ve bu yönde ciddi kuşkular bulunan, hakkında cemaat mensubu olduğu iddiaları yöneltilen Akyürek, tıpkı cinayette ihmali olduğu öne sürülen diğer emniyetçiler gibi korunmuştu. Ancak Akyürek 16 Ekim 2009’da aniden görevinden alınarak merkeze çekildi ve Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığına uzman olarak getirildi. Daha sonra bu tasarrufla ilgili olarak İdare mahkemesine dava açarak görevine iadesi kararı verilse de Akyürek mahkeme kararına rağmen görevine dön(e)medi. Peki, Dink suikastı dolayısıyla eleştiri oklarının hedefi olmasına rağmen yerinden edilemeyen Akyürek ne olmuştu da görevinden alınmıştı?
Bu sorunun yanıtını elbet taraflardan birisi cevaplamadığı müddetçe öğrenemeyeceğiz. Ancak Akyürek’in görevden alınmasından önce söylentilere göre Başbakanın gizlice kaydedilmiş telefon konuşma kayıtlarının sızdırıldığı emniyet ve siyaset kulislerinde konuşuluyordu. Zaten 2 gün sonra bu söylentilerin doğru olduğu kanıtlandı. 18 Ekim 2009’da ve 25 Ekim 2009’da o dönem haftalık dergi olarak yayın yapan Aydınlık’ın kapak haberleri Başbakan Erdoğan’ın illegal biçimde kaydedilmiş telefon konuşmalarıydı. Dink suikastiyle ilgili Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun raporunda “görevini ihmal etmek”le suçlanmasına rağmen görevinin başında kalan Akyürek, tam da bu haberlerin yayımlanmasından kısa süre önce görevinden alınmıştı.
ULUSAL KANAL YAYINLAYINCA…
Bu arada illegal ses kayıtlarıyla ilgili haberlerin diyetini ödeyenler de gazeteciler oldu. Telefon kayıtlarıyla ilgili, 23 Ağustos 2011’de, “Ergenekon örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklanacak olan Önsel’in basın toplantısı ve derginin yayınından sonra Aydınlık ve Ulusal Kanal’a yönelik operasyonlar yapıldı. Sızdırılan telefon kayıtlarını haber yapan iki gazeteci Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ve Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya da tutuklanmaktan kurtulamadı. AKP ve cemaat medyasında konuşmaların içeriği değil de illegal kayıtların Ergenekon örgütünün yaptığına yönelik haberlerin ardından iki gazeteci hedef alınan herkese olduğu gibi 9 Kasım 2009’da “Ergenekon terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklandı. Gazetecilere “Özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, hukuka aykırı olarak kişiler verileri kaydetmek, kayda alınan konuşmaları basın, yayın yoluyla yayınlanmak” gibi suçlamalar da yöneltildi.
KAYITLAR HERKESE GÖNDERİLMİŞ
13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Silivri’de 11 Ekim 2012’de yapılan Ergenekon duruşmasında gazeteci Tayfun Devecioğlu’nun da bu konuyla ilgili tanıklığına başvuruldu. O dönemde Vatan gazetesi genel yayın yönetmeni olan Devecioğlu, aynı ses kayıtlarının kendilerine de ulaştırıldığını ancak yasadışı dinleme olduğu kanaatine vardığı için haber olarak kullanmadığını anlattı. Gazeteci Devecioğlu, Aydınlık’ın yayından 7 ay önce gazeteler ve kimi siyasilere gönderilen ses kayıtlarının arasında Başbakan Erdoğan’ın yanısıra Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, işadamı Cüneyt Zapsu’ya ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarının olduğunu da söyledi.
26 Mart 2009’da Vatan Gazetesinin Ankara bürosuna ses kayıtlarını içeren elektronik postalar gönderildiğini belirten Devecioğlu, “Kim tarafından gönderildiği belli olamayacak şekilde gece mail atmışlar. Benim ertesi gün haberim oldu. Bu ses kayıtları sadece gazetelere değil bazı kişilere de gönderilmiş. Ankara büro, ses kayıtlarını İstanbul’a gönderdi. 8-10 ses kaydı vardı. 2-3 tanesini dinledim. Yasa dışı dinleme olduğu kanaatine vardım. Bir miktarda özel hayatla ilgiliydi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir televizyon kanalında ‘Beni de dinliyor olabilirler, konuşmalarıma dikkat ediyorum’ diye bir beyanı oldu. Bunun üzerine Başbakan’ın bu beyanıyla birlikte Başbakan’a ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarının internette dolaştığına ilişkin, 28 Mart 2009’da ses kayıtlarının içeriğini yayınlamadan, ‘Erdoğan’ın ses kaydı mı var?’ başlıklı bir haber yaptık. 13 yıldır gazetelerde yöneticilik yapıyorum. Yasa dışı, illegal ses kayıtlarının içeriğini prensip gereği haberleştirmedim” dedi. Bir gazetecilik tercihinde bulunarak yasadışı elde edilmiş olsa da bir çok basın kuruluşu ve gazeteciye gönderilen ses kayıtlarını yayınladıkları için iki gazeteci 3 yıldan uzun süredir tutuklu.
http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=4995
Perinçek, Türk Gladyosu’nu teşhir ediyor-1:
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dou-perincek/5646-dou-perncek-susurlukun-intikam.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dou-perincek/6269-dou-perncek-mehmet-eymueruen-kontr-teroer-merkezinin-kanl-ileri.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dou-perincek/6305-dou-perncek-tansu-cillerin-mossad-ile-sraildeki-toplants.html
Perinçek, Türk Gladyosu’nu teşhir ediyor-2:
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dou-perincek/18338-sayin-cumhurbaskanimiz-demirel-ile-28-subat-surecinde-iki-gorusme.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dou-perincek/18558-ciller-ile-fethullah-gulenin-tarihi-bulusmasinin-gundemi.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dou-perincek/18571-erbakan-tansu-cilleri-hangi-suctan-yuce-divana-gondertecekti.html
Bu linklerdeki yazilari okuyunca benim kafam karisti simdi. Turk gladyosu Ciller’in mi? Ciller’den oncesi ne peki? Oyleyse bu gladyo kurtleri hedef aliyor, degil mi? E kurtleri hedef aliyorsa o zaman “bolucu”lere karsi hareket ediyor demektir, degil mi? Memleketin butunlugu felan da filan? Simdi biz kime karsi olacaktik en son? Gladyo tamam, iyi de Demireli nereye koyacagiz? Ona karsi degil miyiz simdi? Fettullahcilara da karsi olmak gerekiyor degil mi? Cunku onlar da Cillerle anlasmis. Simdi onlar da Tayyibe karsi di mi? O zaman Tayyibi mi tutucaz? Yok degildi, o da askerleri iceri attiydi. Ama askerler de kurtleri ezenlerdi degil mi? Offf…
Her sey cok karisik be Kamil. Cok karisik. Bu Boksor ne isler acti basimiza…
http://www.youtube.com/watch?v=bsWHafahbvs
Sibel Edmonds, Türk Gladyosu’nu anlatıyor:
http://www.youtube.com/watch?v=AARtO88G5Ag
http://www.youtube.com/watch?v=RHbqhy2DSxE
http://www.youtube.com/watch?v=D4zIQKAj7gM
http://www.youtube.com/watch?v=mOCYMU3zYH0
“Fethullah’ı abartmayın yahu” diyenler Sibel Edmonds’un üstteki Gladyo hakkında videolarını izlesin.
Sibel Edmonds’la Türk-Gladyosu üzerine röportaj serisinin son videosu:
http://www.youtube.com/watch?v=zccmyXIRfxU
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/soner-yalcin-gladio-dun-ulkuculeri-kullaniyordu-bugun-islamcilari-haberi-69552
bu devletperestlerin işi de çok zor yani…adamlar gece gündüz nerde kutsal devletlerini aklayacak bişeyler busa, buralara taşımak için olmadık zahmet çekiyo…
zavallılar diyesiydim yanil…
devletperestlik zor zenaat, vesselam.
komploteorist s.yalçın da tutmuş bizi ve bizim gibileri “devlet teorisini bilmemekle” itham ediyor.
kendisinin teorik kaynakları neymiş, anlatsa ya… belki feyz alırdık. marks mı carl schmitt ya da üstadı hegel mi
m.aliŞér arkadaşım, siz önce halka yönelik birtakım komploları aydınlatın, sonra devletin paravan çetelerinden ölüm tehdidi alın, sonra da düzmece bir davadan hapis yatın… Ondan sonra kimin objektif olarak daha “devletperest” olduğunu hep berarber tartışırız. Tamam mı?
Sen de anti-semit kitaplar yazari, Kurtlar Vadisinin irkçilik danismani, kürt katili katliamcilarin yagcisinin, Bay Pipo gibi yalakaliklarin ajan provokatorlügünü yapmis azili bir fasistin avukatligini birak, sonra baskalarina ayar ver bakalim, tamam mi ? Alayinizin kim oldugu belli.
m.aliŞér arkadaşım, polis-yorumcu ile aynı mevzidesin şu anda. Anarşizmin birtakım post-yapısalcı ve post-modernist fraksiyonları her zaman polislerle ve neoliberalizmin yürütücüsü otoriteyle aynı yöne ateş ederler zaten. Sınıf perspektifi olmayan bir “liberterlik”, insanı gerçek anarşizmin devrimci damarlarından uzaklaştırır, “vesayetçi-devlet küçülsün” diyen liberallerin ve muhafazakarların yedeğine düşürür.
Itiraf sezonu basladi galiba, gercek yuzunu ifsa etmeye basladin
m.alişere devletçiler yorumunda katılıyorum.s.yalçın tarzı devletçiler bir şekilde(darbe dahil)devleti kendileri yönetse sorun yoktur kapitalist üretim ilişkilerin egemen olduğu hegeomonyada devletin proleteryanın elinde olması bile sistemin zülmünün aracı işlevi göreceğini anlamayanlar oldukları için bu gün bu kesimin mücadelesi ne egemen üretim ilişkileri nede bu ilişkilerin yeniden üretim ve tahakküm aracı devleti hedef almazlar sadece bu anda kendilerinin dışında devleti yöneten o anki iktidarı hedef almalarındanda asıl niyetlerini açık ederler.insanlık tarihindeki bütün devletlerin katil olup egemenlerin zülmünü gerçekleştirdiğini(bolşeviklerin işçi devleti dahil) bilen bir devlet teorisine sahip olsalardı bizim gibi özgürlükçü toplumsal devrimci anarşist olabilirlerdi.bu da bizim millici ulusalcı aslında devletçi solumuz oluyor yer yer eski efendilerede güzelleme yaparlar sanki yeni efendilerden bir farkı olduğunu sanırlar.eee zihnindeki karakoldan kurtulamayıp özgürleşememiş halkın devrrimci pardon devletçi öncülerine fazla üzülmememek lazım insanlar ne yapar ve söyler kuşkusuz bildiklerini bildikleri budur bir miktar kömüntern ortodoks marksizmi ile geçtikleri kemalizmin tornasının zihinlerinde bıraktığı tortular.elinden bu gelir.bu yorumlarıda polisle ilişkilendirmekte o zihnin elinden ne geldiğini çok iyi açıklar halbüki bu yorumu yapanlar hayatın pratiğinde her gün sistemin devleti ve polisiyle mücadele edip efendileri asıl korkutan toplumsal muhalefet dinamiği olduğunu eski yeni bütün efendiler anlamasına rağmen bazılarının anlayamasının asıl nedeni onlarında efendilerin ve sistemin hizmetkarı olduğundan olabilirmi?
Polis beyefendi baktığı her yerde bir adet “ajan provokatör” ve bir adet “çıracı” görüyor; günde en az iki kez de “gerçek kimliğimi” deşifre ediyor(!).
Vaziyet harika! 🙂
Soner Yalçın ve diğer bütün rejim muhaliflerini savunmak için burada ayrı bir isim kullanmama gerek yok; bu konulardaki tavrımı herkes biliyor zaten. Fikirlerine büyük ölçüde ters düştüğüm Salih Mirzabeyoğlu’nu da savunurum.
Ve bu site bu kavramdan ne anlamakta? Bay ” anonim çıracı ” siz de Bay Soner Pipolu gibi bir rejim muhalifi misiniz? Bravo size (!)
Soner Yalçın’ı ve genel olarak Ergenekoncuları yeni iktidara karşı savunmak yerine, bunları birbirine kırdırmak en iyisidir derim;
http://www.ntvmsnbc.com/id/25427957/
Düşünceniz çok saçma ve vicdansızca.
http://www.youtube.com/watch?v=rgo-E7KhVAc
http://www.kaynakyayinlari.com/urun/ciller-ozel-orgutu_481.aspx?CatId=140