İbrahim Özkurt/Devlet Kapitalizmi Çöktü, Kapitalizmin Topyekun Çöküşü İçin…
Binlerce yıl süren kölelik ilişkileri, kapitalizmin kurulması ile yeni bir evreye girer ve günümüzde de kabuk değiştirerek devam eder. Kapitalist zorbalığın ete kemiğe bürünüşü, 1789 da Parisli baldırı çıplakların devrimi başlatarak önceki yapıyı yerle bir etmeleri sonucu oluşur.
komun_bellek
Devrim, iktidarın dışında bir seçenek üretemeyen küçük burjuva diyebileceğimiz önderleri kanalı ile iktidar odaklı bir yapıya büründürülür ve aynı anda devreye, yaklaşık 150 yıldır feodalite içinde palazlanan burjuva sınıfı girer. Burjuvalar 100 yılı aşkın zamandır feodal beylerin yanında, çalıp çırpmaları sonu gittikçe güç kazanarak ortak olarak yürüttükleri işi baldırı çıplakların isyanı sonucu iş- ekmek- özgürlük şiarını da sahiplenerek yeni bir talan düzenin (kapitalizm) temellerini atarlar ve TEMSİLİ DEMOKRASİYİ keşfederler. O günlerden bu yana ise temsili demokrasi, emekçi kitleleri uyutma ve oyalama aracı olarak kullanılır. Ne var ki, Temsili demokrasi demokrasinin en ilkel yöntemi de olsa, insanların farklı ideolojilerde örgütlenmelerine olanak sağladığı gibi karar süreçlerine temsilen de olsa insanların katılmalarını, ya da muhalefet ve çeşitli eylem yoluyla kararları etkilemesini sağlar. Günümüze kadar da burjuvazinin ve yönetici taifesinin en etkin yöntemi olarak kullanılır.
Kapitalist sömürü mekanizması ise günümüze değin bir dizi aşamalardan geçer. Sistem eşitsiz ve insan doğası ile uyumsuz olması nedeni ile çökertilmesi için; 1830-1848-1871 de ki büyük devrimlerle sarsılmasına karşın çökertilemedi. Ve nihayet, 1917 de iktidar olan reel sosyalizmler (Çin ve diğerleri dahil) ise, has kapitalizmin uyguladığı temsili demokrasiyi bile rafa kaldırarak yaşamın her veçhesinde kararları parti iktidarınca aldığı, devrim öncesi mevcut olan tüm sol muhalefeti yasakladığı, İşçi sınıfı dâhil, toplumun tüm kesimleri süreç içinde atıl duruma düşürüldüğü, İnsanların içinde yaşadıkları, başta ekonomik olmak üzere tüm yaşamları tek görüş (parti) ile dizayn edildiği, dolayısıyla temsili demokrasi dahi rafa kaldırıldığı için bırakalım kapitalizmin hasını yıkmayı kendisi yıkıldı. Zira iktidarı ele geçiren parti bürokratik yapısı, iktidarcı ve devletçi uygulamaları ile doğal yaşamı da dizayn etmeye kalkıştı. Bütün bu ve benzeri iktidarcı tek görüşlü uygulamadan sonra yıkılmaması mucize olurdu diye düşünmekteyim.
Sanırım iktidar hırsı da genetik. Zira insan (özellikle eril insan) doğada varlığını ve yaşamını sürdürebilmek için akıl almaz yöntemlere başvurmuş, yaşamını sürdürmek adına her tür olumsuz koşullarda yaşam savaşı vermek adına egoizm, bencillik vb. karakterleri genlerine işlemiş. Bu nedenle iktidara gelen kişi her kim olursa olsun iktidar koltuğuna oturur oturmaz sanki genleri açığa çıkıyor, kimyası bile değişiyor. Artık o kişi koltuğa oturmazdan önceki kişi değildir. Bu nedenle hedefleri sınıfsız bir toplum da olsa iktidar sahipleri iktidarı ele geçirir geçirmez toplumsal dokuyu olağan seyrinden uzaklaştırarak toplum mühendisliğinden arınıp, toplumu özgürleştiremiyorlar. Tabi ki iktidarı ele geçiren devrimciler, devleti yıkmak üzere öncesinden kurumlar oluşturmadıkları, iktidarı ele geçirdikten sonra devleti sönümlemeyi amaçladıkları için devletin sönümlemesi mümkün olmuyor. Olmadı da.
Özgürlük!
Rosa Lüxemburg “düşüncesini her yerde ifade edemeyen insan özgür olamaz” demiş. Bu söze katılıyor ve diyorum ki, klasik Leninist örgütlenmelerde üyeler özgür olamazlar. Zira her örgütün bağlayıcı bir programı olduğu için üyeler siyasi yaşamlarında o programa aykırı düşünce ve eylemde bulunamaz. Örneğin bir referandumda farklı düşünse de, örgütünün aldığı karara uymak zorunda kalır ve o an özgürlüğünü kaybeder. (Parti üyesi olan yetmez ama evet çiler bu paradoksu yaşadı) Özgür olamayan bireylerden oluşan kurumlar da (parti) insanlığı, içinde yaşadığı tutsaklıktan kurtaramaz. Söz konusu kurumlar iktidar olunca hem iktidar sahipleri hem kurum üyeleri ve hem de halk kitleleri özgür değildir artık.
Reel sosyalizmde, devrimin gerçek özneleri olan başta işçiler, devrimci askerler ve köylüler başlangıçta özgürlüklerini kullanmaya yeltenmişler ama iktidarca derhal baskılanmışlar ve zamanla zorbalık galebe çalarak yöneticilerine tabi olmayı kabullenmişlerdir. Giderek sistem, çalışanların 3 maymunu oynamaya başladıkları bir devreye girmiştir. Bu süreçten sonra devletin sönümlemesi zaten mümkün olamaz. Olmadı da.
Sosyalist (devletçi) ekonomi üzerinde de biraz durmakta fayda var.
Demokratik olmayan, yani piyasayı tümden lağveden bir ekonomik model de asla başarılı olamaz. Yanlış anlaşılmasın, piyasa derken merkezi otoriter devletin yönlendirdiği, ürettiği kurallarla işleyen piyasadan söz etmiyorum. Merkezi devletin giderek sönmesi sonucu süreç içinde açığa çıkartılması gereken kooperatifçi, patronsuz, komünal özgürlükçü bir piyasadan söz ediyorum. Emekçi sınıfların özgür piyasasından….
Demem şu ki, ister kapitalist, ister sosyalist tek bir görüşün tüm insanlar arası ekonomik yaşamı dizayn etmesi demek, insanların sorumsuz ve duyarsız robotlara dönüşmesi demektir. Reel sosyalist devletlerde yapılanların çoğu doğru olmasına karşın, insanlar sürece dâhil olmadıkları için kendilerini geliştiremeyerek duyarsız ve sorumsuz robotlara dönüştüler. Robot insanlar yığını ile özgürlükçü, komünal bir topluma dönüşün gerçekleşemeyeceği, inşa edilemeyeceği sanırım kanıtlandı.
Nihayet, devletin ve partinin tepe yöneticilerinin aldığı kararla sistem çökertildi. Ve insanlar reel sistemin devamı için tepki dahi vermediler. İş işten geçtikten sonraki tepkiler ise (yerine eskinin dışında kooperatifçi ve komünal ekonomik sistem önerilemediği için) giderek sönükleşti.
Üstelik devletçi ekonomi ilk kez reel sosyalizm ile uygulanmadı. Kapitalizm öncesi tüm ekonomik sistemler de devletçi idi. Krallar, padişahlar hep devletçi ekonomi uyguladılar. Bunu bugüne kadar hiç düşünmedik. Bu nedenle devletçiliğin çözüm olmadığı, çözüme götürmediği artık belleklere kaydedilmeli.
Aslında kapitalizm her iki ekonomik sistemi (devletçi-piyasacı ) 1970’ li yıllara değin birlikte işletti. 70’li yıllardan sonra kapitalist devletlerin merkezi yöneticileri ise yeni liberal ekonomik sistem ile devletin elini ekonomiden çekmesini ve ekonominin tümüyle piyasaya yani tekelci sermayeye yani zorbalara devrini gerçekleştirdiler.
Reel sosyalizmde olduğu gibi, günümüzde de devletlerden de devralınan kısmıyla ekonomik sistem, tümüyle merkezi devlet ve yöneticileri eliyle yürütüldüğü için sistem, aynı devletçi sosyalizmdeki gibi çöküşe doğru gitmekte. Bu nedenle de her geçen yıl temsili demokrasiye bile tahammülün giderek azaldığına tanık oluyoruz.
Uzatmayalım, kapitalist ekonomik sistemin tepesindeki şirketler, son 40 yıldır devletin elindekileri de bünyelerine katarak biriken sermayelerine yeni yatırım alanı bularak büyümeyi sağlamışlardı. Ne var ki piyasanın reel durumu daha fazla büyümelerine müsait değil. Tıpkı imparatorlukların genişlemesi durunca çöküşe geçmesi gibi, kapitalist imparatorlukta büyümesi durunca çöküşü yaşaması kaçınılmazdır. Yaşanan da budur. Üstelik sistem ahlaki olarakta çöküş yaşatıyor. Son yıllardaki isyan ve devrimler kapitalist-emperyalizmin ideolojik hegemonyasının da çöküşe geçmesinin sonucunda yaşanıyor. Ve gezegenimizde hiç kimsenin önceden tahmin edemediği gelişmeler yaşanıyor. Sovyetlerin çöküşü, Çin’in kapitalist ekonomiye geçişi, Tunus’ta başlayıp tüm İslam coğrafyasını saran isyan ve devrimler, Gezi isyanı. Bunlar önceden tahmin edilemedi.
Peki, dünya nereye gidiyor? Sistemin yürütücüleri krizlerini çözmek için geçmiştekiler gibi büyük bir savaşı göze alabilecek mi? Sanırım büyük bir savaş ihtimali ortadan kalkmamasına karşın Suriye’de izledikleri politika, sistemin büyük bir savaşı göze alamadığını göstermiş olduğunu söyleyebiliriz. Göze alınsa dahi, 1. Ve 2. Paylaşım savaşı sonrası sistemin kendisini yeniden üretmesi olgusu yaşanmayacak ve çöküş yaşanacak.
Ekonomistler önümüzdeki yıl sistemin tüm dünyada resesyona (ekonomik durgunluk) gireceğini söylüyorlar. Krizlerin mesafesi gittikçe daralıyor. Yani sistem sanırım tıkanıyor ve sürdürülemez noktaya doğru hızla yuvarlanıyor.
Yeni, sömürücü bir ekonomik sistemin keşfi şimdilik gözükmüyor. Bir yandan da gezegenimizin ekolojik dengesi hızla bozulmakta. İnsanlık nasıl bir çıkış yolu bulacak bilemiyorum. Topyekûn sol, özgürlükçü-komünal bir gelecek inşasına pratik olarak hazır değil. Mevcutlardan yola çıkarsak, çıkış yolları olarak; Zapatista deneyinin, Venezuela komünlerinin ve Rojava örneğinin ve ulus devletler ve topyekûn sistemi parçalamayı hedefleyen demokratik özerklik projeleri dışında bir yol göremiyorum. Devletçi iktidarcı anlayışta ısrar eden sol, yeni bir dünyanın inşasına hazır değilken, kimbilir belki de su yatağını bulur. Belki de “dünya çapulcuları “dünyaya yeni bir şekil verebilir.(mi)? Yaşayarak göreceğiz. Aşağıda somut önerilerimi bulacaksınız.
Yeri gelmişken yüzlerce, binlerce yılın öğrettiği bir realitenin altını kalınca çizmek istiyorum. Devletler devrimlerle yıkılmıyor. Zira geçmişin tüm devrimleri devleti yıkmak şöyle dursun devleti ele geçirmekten ve devleti güçlendirmekten öte bir başarı sağlayamadılar. Çünkü klasik tüm örgütlenmeler devletleri yıkmak üzere istihdam olmamıştı. Kendiliğinden gelişen devrimler de öyle. Bu nedenle devrimlerden sonra hep iktidarlar değişti. Devletler ise dimdik ayakta kaldı. Zira tüm klasik örgütlerin amacı devrimle devleti ele geçirmeğe odaklanmıştı. Ele geçirmeyi başardılar da. Ama devleti yıkmakta ve komünal bir yaşam inşasında amaçladıklarının yanına bile varamadılar. Aksine defalarca belirttiğim gibi devleti daha da güçlendirdiler. Adı ne olursa olsun hiçbir devlet düzeni, ne işçi sınıfını ve ne de insanlığı özgürleştiremez. Bu yalın gerçek kafalara dank etmeden geleceğin özgür dünyası şekillenemez.
Yukarıya Rojava örneği verdiğimde ‘hadi oradan’ diyerek gülümseyenlerin olacağını da biliyorum. Ama gülümseyenlere, ABD-İran-İsrail-Batı Avrupa devletleri-Topyekun Arap devletleri ve tabi ki Türkiye Devleti’nin Rojava’ya karşı ittifak kurmalarına ne demeli? Düşünmelerini öneririm.
Geçmişte yaşanan bazı örneklerle yazımı sürdürmek istiyorum. Örneğin, Filistin. Filistin deki örgütlenme klasik, iktidar odaklı değil de Rojava’da olduğu gibi meclisler ve komünler şeklinde olsaydı İslami bir kesim ortaya çıkıp ikili bir iktidar organı oluşturamazdı. Şu an Rojava’da farklı ırk ve milliyetler, farklı dinlere mensup insanlar ve hatta farklı mezhep mensupları ortak meclislerde iktidar için değil özgürlük için güçlerini birleştirerek tarih yazmaktalar. Şimdilik başaramasalar bile çöküş değil yenilgi olur.
Güney Afrika’da Mandela’nın öncülüğünde başarılan mücadele iktidar olunca kirlenerek öncesini aratmaz konuma geldi. Yine Nepal’da İktidar olan Maocu gerilla yöneticilerinin yolsuzluk bataklığına saplandıklarını okuyoruz. Bunlar günümüzdeki yaşanan örneklerden bir kaçı. Geçmişte ve günümüzde sosyalizm adına yaşatılan iktidar odaklı tüm pratikler kirlendi, çöktü. Artık bunları görerek davranmanın, iktidar odaklı olmayan örgütlenmelerin üretilmesi, yaratılması zamanı geldi geçiyor.
İnsanlığın üç temel ihtiyacı var. Yiyecek-içecek, giyinmek ve barınmak. Acilen söz konusu alanlara yönelik üretim ve tüketim kooperatiflerini örmeliyiz. Metin Yeğin yazdı. Mevcut taşeron işçiler kooperatif kurarak taşeron sistemini tasfiye edebilirler. Mevsimlik işçiler kooperatif kurarak ortak mücadele edebilirler. Yine özellikle köy ve kasabalarda konut kooperatifleri kurularak kerpiç evler yapılabilir. Üniversite gençliği yazları imece oluşturarak bu kooperatiflerde çalışabilirler. Köylerde organik ürün kooperatifleri, kentlerde bir dizi giyim üretim kooperatifleri kurulabilir. Yine meslek liseli gençler yaşadıkları yerleşim alanlarındaki ve mesleklerini içeren kooperatiflerde hem destek hem de staj yaparak özgürlükçü komünal yaşama merhaba diyebilirler. Yine Üniversite gençliği yazları her alandaki kooperatiflerde, kooperatiflerin önceden ilan edecekleri alanlarda gönüllü çalışabilirler. İste size devrim. İşte size günlük yaşam devrimi… Okuyarak, çalışarak, yaşayarak, tartışarak geleceğin inşasında asla geriletilemeyecek bir devrimci gençlik.
Bunların gerçekleşebilmesi için sol, iç işleyişlerinde doğrudan demokratik yöntemli, iktidar kavgası da verilmeyeceği için ideolojik, stratejik sol kavgalar tarihin çöplüğüne atılacağı, yaşam ve çalışma alanlarında oluşturulacak meclisler, komünler kurarak; kurulu devlet düzenini gün be gün tarumar etme potansiyeli taşıyan örgütlenmeler yaratılabilir….. Böylelikle sol, yeniden ayağa kalkarak, devletleri ele geçirmek yerine devletleri çökertecek yepyeni özerk-komünal-özgürlükçü yaşam inşasında işlev görebilir. Söz konusu kurumlarda ırk, dil, din, cins gibi farklılıklar, zenginlik olarak işlev görür ve gelecek inşasının sloganı da BİRLİKTE DÜŞÜNMEK, BİRLİKTE ÜRETMEK, BİRLİLKTE PAYLAŞMAK, ÖZGÜR YAŞAMAK olabilir. Kısacası; Mevcut burjuva zorba devletlerinin varlığına son verecek olan ancak ve ancak bu günden başlayarak yaşamın her alanında kurulacak demokratik meclisler, komünler ve kooperatiflerdir.