Doğan Tarkan…
“Elbette, MDD’ci konuşmacılara bu özgüveni sağlayan en önemli şey, teorik üstünlükten çok, 1968 yılında yükselen öğrenci hareketleri ve büyük anti-emperyalist dalgaydı. Tezlerini, gençliğin anti-emperyalist mücadelesinde aktif olmak noktasında yoğunlaştıran MDD’ciler, böylece, yelkenlerini, yükselen gençlik mücadelesinin rüzgârıyla dolduruyorlardı. SD’ciler ise, bu konudaki ikircikli tutumlarıyla, gençliğin güvenini gün be gün yitirmekteydiler. Aslında, Türkiye’nin kapitalist olduğu, “milli burjuvazi” diye bir kesim olmadığı, “asker sivil aydın zümre” denen şeyin, Türkiye’nin yönetici bürokrat eliti olduğu yönündeki teorik tezleriyle, bir mitingde, SD’ci Doğan Tarkan‘ın bize karşı büyük bir inançla haykırdığı bugün gibi gözlerimin önünde olan, İspanya İç Savaşındaki anarşistlerin temel sloganlarından, “toprak köylünün, fabrika işçinin” sloganlarıyla (biz, “milli burjuvazi”yi ürküteceği gerekçesiyle bu slogana karşı çıkıyorduk) ve Çekoslovakya’nın işgaline karşı aldıkları doğru tavırla, bugün baktığım zaman, SD’cilerin, MDD’cilerin teorik tezleri karşısında daha bir üstünlükleri olduğunu düşünüyorum. Nitekim, içlerinde Sinan Cemgil, Hüseyin Cevahir, Necmi Demir, İlkay Alptekin (Demir), Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya, Hasan Yalçın gibi, daha sonraki dönemde en zorlu görevleri üstlenecek aktivistlerin de bulunduğu çok sayıda devrimci genç, eğer MDD’ci saflara gelmekte epeyce tereddüt etmişse, bunun nedeni, teorik tartışmada SD’cilerin daha tutarlı ve “sol” bir havalarının olmasıydı.” (Gün Zileli, Yarılma 1954-1972, İletişim, 2002, s. 332)
Doğan Tarkan’ı 1960’lı gençlik mücadelesi yıllarından tanırım. Sol içinde hep ayrı yerlerde olduk. 1990’larda, Stalin sorununda birbirimize yakındık. İngiltere’de görüşmelerimiz oldu. SWP’nin kimi toplantılarında ve Sosyalist İşçi Grubunun haftalık tartışma toplantılarında zaman zaman bir araya geldiğimiz oldu. 2000’lerin başlarında, Kadıköy’de bir sahafta bir kere karşılaştık ve ayak üstü görüştük. Referandum sürecinde karşı karşıya geldik. Hakkında sert yazılar yazdım. Ama şunu söylemek isterim: Son beş yıldaki hatalı çizgisine rağmen, ömrünü bir devrimci olarak sürdürdü ve hayatı boyunca egemen düzenden hiçbir ikbal talebi olmadı, her zaman devrimci tevazuyla yaşadı. Bir yoldaşı kaybetmenin üzüntüsü içindeyim. Siyasi ve ideolojik zemin kaygandır. Bu kaygan ortamda insan çeşitli hatalar yapabilir ama önemli olan, ayağımız kaysa da düşmemek, düşsek bile ikbal için karşı tarafa geçmemektir. Doğan Tarkan, hatalarından çok, sağlam karakterli bir sosyalist, bir devrimci olarak hatırlanacaktır. Başımız sağolsun.
Gün Zileli
25 Aralık 2013
Helal olsun senin güzel yüreğine. Twitter, çok korkunç ithamlarla alay etmelerle sallanmakta! Ne olursa olsun Doğan Tarkan, bir RTE değil!
Güzel bir uğurlama yazısı. Böyle olmalı işte…
‘Farklı’ cephelerden böyle mesajlar gelmesi, o dayanışma ruhunun özünün somutlanması, her şeye rağmen umut veriyor insana. Sağolun, eksik olmayın…
Gezi ruhunun gerektirdiği işte budur…
ahde vefa güzel şeydir. paylaştıklarınız üzerinden düzgün bir şekilde anmanıza saygı duyuyorum. ama Tarkan’ın kendisine saygı duyamıyorum. onu eski devrimciliğiyle değil yeni rezillikleriyle anacağız maalesef. keşke uzun yaşasaydı da akp’nin çöküşünü görseydi. belki utanırdı.
biraz daha insaflı olmak gerekir. Geçmişe şöyle bir dönüp bakarsak elde hiçbir şey kalmaz yoksa. Örneğin Lenin’in, istemeden de olsa devrime verdiği zararın yanında Doğan Tarkan’ınkiler hiç kalır. Bu konuda yeni bir tartışma başlatmak için söylemiyorum bunu. Benim için önemli olan, yapılan yanlışlıkların ötesinde, bir insanın açıktan karşı tarafa (örneğin Oral Çalışlar) geçip geçmediğidir. Artık sokakta rastlasam Oral Çalışlar’ın elini sıkmam, açıktan AKP yanlısı olduğu için. Ama Doğan Tarkan’ın AKP’ye cevaz veren politikaları tamamen düşünsel bir paradigma hatasından kaynaklanır. İkisi net bir şekilde ayırt edilmelidir.
Yarın,Oral Çalışlar,Gülay Göktürk için de buna benzer şeyler yazabilirsiniz.Hiç şaşırmam!
şimdiden şaşırsan iyi edersin.
Bakanların istifasını yüreği kaldırmadı.
Acı ironi, ironiyi tatsız kılar.
Başın sağ olsun sevgili Gün !
Öğrendik ki cenaze törenine de katılmışsınız, sevindim, hatta ağlamaklı oldum. ayrıştığımız 1 ton şey olmasına rağmen, bunu yapabilme erdemi ve karakterini gösterebilmek önemlidir, öyle bir iş yapmışsınız, canı gönülden tebrik ediyor, selamlarımı iletiyorum.
‘Devrimci Dayanışma’ böyle bir şey olsa gerek. BDP, HDP, SDP, YSGP, ESP ve daha nice nice yapıdan insanlar varmış cenaze töreninde.. Öz itibarıyla aynı yerde olduğumuzu bir kez daha anımsadım… Bu cenaze böyle bir hayırlı anımsamaya neden oldu.
Sağol Zeynep. Bugün cenazesindeydim.
Devrim, hepimizindir. Kimse dışlanmadan. Herkesin katkısıyla. Sevgi ve selamlarımla.
D. Tarkan’ı bu “yetmez ama evet” döneminde TV’da izlemiş, tiksinmiştim. Geçmişini de bilmemenin getirdiği eksikliğimle kolayca aşağılamıştım… Ona atfedilen sosyalist kimlik açısından, söylemini, savunularını, “at gözlüklü bakışını” acınası bulmuştum.. . Kim bilir? Belki kendi hayatına “sosyalist emeğinin” bir boşunalık duygusuyla vardığı umutsuzluğun savurduğu bir yerdeydi. Belki de, bu topraklarda yaşayan -sağcısı, solcusu, sıradanı dahil!- “akrep gibi ” insanlara ait büyük hayal kırıklıklarının korkunç uğrağında, kendi hayatının vardığını sandığı çıkmazın şaşkınlığında, bir yalana sığınmak ihtiyacı duymuş ve bu “çirkin” duruma düşmüştü.
O kadar da haksız değildi belki de!
Kendini sosyalist olarak tanımlasa da küçücük bir fikir ayrılığında “karşıtına” yok edilmesi zorunlu bir böcek muamelesi yapan insanlar arasında yolunu kaybetmek öyle kolay ki! Kaybetmişti…
Elbette ölüler de eleştirilmeli… Ama Stalin dahil (!), hiç bir eleştiri, ölülerin mezarının üstünde tepinerek yapılmamalı… Ölüm hiç bir şeyi bağışlatmaz değil… Nerdeyse tüm dinlerin “ölüm” karşısında sunduğu yanıtlarla ayakta durduğunu göz önüne aldığımızda, kendi cesedimizin de başına dururcasına, her ölümün karşısında ve her koşulda küçücük de olsa bir bağışlama duygusunu taşımak… Kolay değil… Belki de binlerce yıldır süregelen ve yararsızlığı kanıtlanmış öç alma duygusu; “rövanşın, rövanşının, rövanşının, rövanşı…” kısır sürecinden kurtulmanın bir yolu da bu zor yolu denemek… Bu ölen bir “canavar” da olsa bizi daha “insan” yapma olanaklarını içinde taşır… Ölen’in zaten hiç bir değişme, dönüşme olanağı yoktur… Ama bizim hala vardır! O. Gürsel
ölüm kavramıyla bağlantılı dinsel yargıları siz de sahiplenmeseydiniz şaşardım zaten. ölüm, siz insanların çekincelerinde yaşıyor.
görüşünüzü biraz daha açar mısınız?
aynen doğan tarkan gibi roniye ufuğa hemen hepisi senden çok daha özgürlükçü toplumsal devrimcilere demediğini bırakmadığını hatırlatırım.kimseyi dışarda bırakmayan toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci seçeneği içinde yer alıp bütün yetmezliklerine rağmen mücadele edenleri itibarsızlaştırmak için elinden geleni yaptığını hatırlayınca umarım utanıp bir öz eleştiri yaparsın.senin bile varsa toplumsal devrimci hayallerini gerçekleştirecek politik dinamiklere iyiki varsınız bu ceberrut sistemi birlikte yıkıp alternatifini birlikte inşa edebiliriz demen gerekirken sistemin partilerinin kuyruğuna takılın diyebildiğinide hatırlatırımj????neden yaptığını biliyorum hala milli duygularını tüketemedin ronide doğan tarkanda ufuk urasta senden daha tutarlı devrimcidir onlar seçeneğimiz HDK-HDP nin kıymetini bilirler sen ip beyaz aydınlık tkp milli cepheci devletçi projeler peşinde politika yapmıyorum ayağıyla en rezil politikayı yaptığını inşallah anlarsın yinede özgürlükçü toplumsal muhalefetin yüreği çok geniştir herkeze yer ve yapacak iş var çünkü önümüzdeki iş devasa çok büyük bir iş var sanada banada hepimize yer var asıl sistemin mağduru bütün halklara yer var en devrimci öncü benim deyip toplumsal devrimin asıl sahibi halkı engellememiz dileklerimle tarkanın devrimci mücadelesi hepimizin ortak mücadelemiz ve hepimizin anıları olarak özgürlükçü devrimci selamlarımızla uğurluyoruz
o.gürsel kimden tiksineceğini iyi bilir iyiki ölüpte seningibi değişip dönüşüp millici zillici eski efendi yalayıcısı devletçi olmamış özgürlükçü toplumsal devrimci kendi olarak ölmüş doğan tarkan sen istediğin kadar tepin ölünün üstünde tarkan toplumsal muhalefetin tek ve biricik özgürlükçü devrimci alternatifi HDK-HDP nin onurlu bir üyesiydi ama sen nesin eski efendilerin çanak yalayıcısı millici zillici cepheci devletçisin sistemin ve düzen partilerinin kuyruğundan hiç bir zaman kurtulup özgürleşemeyen kendi bile olamayan bir hiçsin toplumsal devrimcilerin sana niye ihtiyacı olsunki???senin işin asıl alternatifi itibarsızlaştırıp efendilerin bir türlü kendilerinin yapamadığını sol devrimci kendini tanıtıp içerden yapansın efendilerin en verimli elemanısın devam et
bizdeki ölünün arkasından konuşmakla ilgili tabular başka toplumlarda da varmıdır acaba? tuhaf şey. son süreçlerdeki tutumları itibariyle, doğan tarkan’ın bir oral çalışlardan ne farkı vardı? ikisinin de geçmişlerinde devrimci epizodlar var ama ikisinin de yaşamlarının sonlarına doğru geldikleri nokta akp yandaşlığı.
Gelecek kuşakların pek azı hatırlayacaktır kendisini. hatırlayanlar da haliyle genç bir ünv. öğrencisiyken savunduğu siyaseti değil, DSİP başkanı olarak yaptığı siyaseti hatırlar.
hayatta ellerine bir çakı bile değmemiş pırıl pırıl çocukların sokak ortasında linç edildiği, gaz fişekleri ile öldürüldüğü, sakat bırakıldığı günlerde, tarkan gibilere hayıflanmak zor.
Oral Çalışlar’la arasında çok fark var. Evet, siyasetleri benziyordu ama Doğan Tarkan, hiçbir zaman karşı taraftan şahsi menfaat elde etme peşinde koşmadı. Her zaman mütevazı bir hayat sürdü. Bir devrimci gibi yaşadı. Her şeyi siyasi görüşlere bakarak düzlemek zorunda mısınız?
Doğan Tarkan ve DSİP Gezi’deydi. Aynı günlerde Oral Çalışlar açıkça Tayyip Erdoğan’ın gayriresmi danışmanlığını yapıyordu. Sapla samanı karıştırmayalım.
neye bakarak düzleyebilirim ki? mütevazi hayat yaşıyorsa bundan kime ne? onun yaşadığı mütevazi hayat, türkiyeli halk sınıflarından bir yurttaşın hayatına olumlu ya da olumsuz ne etki edebilir?
Diğer yandan, çok yakın bir tarihte, kritik bir eşikte koltuk değnekliği yaptığı iktidar bugün takır takır gençlerimizi öldürtüyor.
65 yaşında bir adamın, eceli gelmiş ölmüş. ailesinin, dostlarının, aşklarının ya da yoldaşlarının üzülmesi normal de, bundan diğerlerine ne?
Bence çok önemlidir. İdeolojik saplantıların yol açtığı siyasi yanılgılar elbette önemlidir ama burada niyetler de göz ardı edilemez. Kimileri bunu ideolojik yanılgıları sonucu değil, doğrudan doğruya siyasi ve ekonomik ikbal için yapıyorlar. Bu ikisi arasında fark gözetmeyecek miyiz? Birincisinin hatasından dönmesi mümkündür ama ikincisi için yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Öte yandan, Doğan Tarkan’ın önderlik yaptığı DSİP, bütün AKP destekçiliğine rağmen, Kürt meselesinde ve Ermeni meselesinde oldukça düzgün bir yönelime de sahiptir. Ulusalcılığın bu kadar kabardığı koşullarda bu tutumlara ihtiyacımız var. Eleştiri eyvallah da herkesi birden bordodan aşağı atmayalım lütfen. DSİP bugün HDP’nin bileşenlerinden biridir. Bu partiyi bir çırpıda harcamak olacak şey midir? Bakın, bu sitedeki tartışmaları izleyin. Özgürlükçü arkadaş her mesajında bana ne olmayacak laflar ediyor. ama tüm dogmatikliğine rağmen ben onun da yararlı olduğunu düşünüyorum. Doğada binbir zehirli yaratık ve bitki var. Ama doğa onları dışına atmıyor. Zehirin bile yararlı olduğu bir yer vardır. Böylesi bir çokluk anlayışına sahip olmalıyız. elbette bu, hataları amansızca eleştirmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Doğan Tarkan’ı en sert şekilde eleştirenlerden biriyim. Doğan Tarkan kısmına bakarsanız görürsünüz. Ama eleştiri başka şeydir, onu silip atmak başka şeydir. Doğan Tarkan’ın ve DSİP’in her şeye rağmen HDP saflarında yer aldığını unutmayalım.
cenazenin fotoğraflarında gördüm sizi, çelenklerin oradan izliyorsunuz olan biteni. ömrünü kavgayla geçirmiş her bir devrimcinin ölümü, üzüyor, kahrediyor… ancak ne güzel hala dayanışma gösterebiliyoruz, umudumuz var, hala…
aloo zileli sana olmayacak laf etmiyorum yukardaki yorum 12 yi bi daha oku ne yaptığını ne olduğunu bizzat senin yapıp söylediklerinin ne olduğunu söylüyorum sonucundada çok eleştirdiğin tarkan seviyesinde özgürlükçü devrimci olmayıp devletçi olduğunu söylüyorum bu dogmatiklikse ben de şimendiferim sen ömründe bilinenleri tekrardan öte yeni bir cümle kuracak seviyede biri değilsin bana dogmatik diyorsun çünkü sen masa başı siyaseti yapıyorsun bense bizzat pratik yaşanan hayatın içinde siyaseti pratiklerimizden ve biriktirdiklerimizden deneme yanılmayla yeniyide yaşayıp üretecek seviyede yaratıcı geleceğin başarı siyasetini yapıyorum utanmadan bana dogmatik diyebildiğine göre sen donmatik olmalısın haaaa tarkanın ermeni ve kürt meşelisindeki özgürlükçülüğünü nasıl anladın şaşırdım hiç aklına tarkan kadar özgürleşemediğin milli duygularından olması gelmedimi???sırf onun için kürt özgürlük hareketi düşmanlığı yapıyorsun milli duyguların gereği ermeni soykırımınıda açıktan tarkan seviyesinde savunamazsın neden milli zilli duygular eleştirisi yaptığımı şimdi anladınmı?ö.gürsel eleştirdiğin tkp ip ile aranızda çok fark yok yakında birlikte iyi sevişirsiniz yada tarkan kadar özgürleşebilseniz asıl sistemin politik alternatifi toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci seçeneği HDK-HDP de olursunuz haaaa bak bizde ne seçenekler var benim gibi politik anarşistler HDP de çalışıyoruz politik olmayan diğer anarşistler HDK meclislerinde çalışıp partiye katılmayabiliyor daha ne olsun her türlü seçenek varken neden aklınıza bu seçeneği itibarsızlaştırmak için olmadık neden gelirken hayatta karşılığı olmayan kendilerinden menkul yeni eski efendilerin kuyruğundan çıkamayanları bir mok muşlargibi gösteriyorsunuz ip takıntın nedir hayatta ne karşılığı var son HDP açıklamasını okuda geleceğin alternatifi kimmiş öğren benim gibi dogmatik olup çevreyi zehirlemezsin çizmelerimin anarşisti
Doğan Tarkan rahat uyusun…darbelere asla fırsat doğmayacak, asla!
Ateist insanlar için ölüme ait kişisel bir sorunun olmaması gerekir; kaldı ki, bir materyalist için ölüm de yoktur; yalnızca dönüşüm vardır; ölen egolardır… İşte bu nedenle de “ateist” bir insanın yaşama ait bir kavrayış özgünlüğünü yakalaması gerektiği söylenebilir. Kaba materyalizme de sürüklenmemesi için…
Binlerce yıldır milyarlarca insanı ele geçiren dinleri küçümsemekten önce dinsel inançların insanları nasıl, hangi yollardan ele geçirdiğini anlamak gerekir. Bir Fethullah Gülen (ABD’nin çarpan etkisini şimdilik ihmal edelim) nasıl oluyor da insanların hangi sorularının yanıtını vererek, bugün yılların sosyalist partilerinden daha güçlü olabiliyor! Din insanların hangi gereksinimlerini doyuruyor? İnsan materyalist-tabiata ait-insancı bir Tinsellik ile Din’sel tinselliği geriletebilir mi?
Bugün “iyi yürekli”, “masum” ve “devrimci” muhalefet -elbette ezilen, mazlum halkı kurtarmak için!- iktidar ve gücü ellerine geçirdiklerinde “iktidar sahiplerinden” daha korkunç işler yapmayacağına emin olunabilir mi? “Mutlak ve saf gerçeği” bulmuş olmanın sarsılmaz inancıyla farklı görüştekilerin tamamını kurşuna dizmeye hazır ne çok “devrimci” vardır bu dünyada… İşte belki burada, bu kavrayış kaçınılmaz olarak kendi dünyası için de ölüm’ü önemsizleştirmek zorunda kalıyor… Sonra bilinen Totaliter toplum ve insani çürüme..
*
Yaşam ve ölüm kavrayışı madalyonun iki yüzüdür; örneğin ölüm önemsizse yaşam da önemsizdir! Diğer yandan yaşam önemli olduğu kadar, kimi zaman uğrunda ölmeye değer! Denilebilir; ölmeye değer bir şeyin yoksa, yaşamaya değer bir şeyin de yoktur! Örneğin hayat ölümle güzel olsa da bu deyim, İspanyol faşistleri gibi “viva la muerte” demek anlamına gelmez… Bu slogan, daha baştan insanca bir hayatın inkarı demektir…
Bir ölümün arkasından, onun duygu-düşünce dünyası, fikirleri-düşünceleri-felsefesinin değil de öncelikle ve özellikle cesedinin tekmelenmesinin kimseye bir yararı olur mu? Yoksa bu yaşayanları “hizaya sokmanın” bir yöntemi mi? (Acaba, bu “ceset tekmeleme” hadisesinin başlangıcı, burada ve bir çok tartışma yerlerinde “görüş farklılıklarında” ortaya çıkan üslup mu; söylenileni-yazılanı bırakıp, söyleyenin “fani gövdesiyle” alakası olmayan, binlerce yıl öncelere dayanan “fikirleri”, “nasıl olmuşsa inanarak”, “kısa” bir süreliğine seslendirene şahsen saldırma üslubu… )
Anlaşılmayan şey, bu dünyayı güzelleştirmek, adaletli bir hayatı kurmak için yapılan “devrimcilik” nasıl oluyor da hayatı “ölenler” için bile bir cehenneme çeviriyor! İşte belki “sosyalist ahlak”, materyalist bir tinsellik, hayata ve ölüme karşı saygı içeren bir insani ilişki bütününü-felsefeyi uygun “dozlarda” harman edemediği sürece Din’lerin sahte Tinselliği hep baskın gelecektir. Sanırım bir ölünün arkasından nasıl davranmalı sorunu, (tümüyle bizim gibi düşünen, “bizim fraksiyondan-partiden-gruptan olanların dışında kalan !”insan denilen varlıklar!” için), materyalist, sosyalistleri pek iyi bilemediği, henüz doyurucu yanıtı verilememiş bir durum… (Çok olmadı, bu ülkede herkes yalnızca kendi “ırkından” öldürülenlerin arkasından ağladı!; diğerinin cesedini de tekmeledi!)
Belki hayata ait yanıtını bilmediğimiz o kadar çok sorunumuz var ki, “ölülere” bir türlü sıra gelemiyor. O. Gürsel
Devrimci Solcu İşçi Partili kardeşimize Allah(ccc) rahmet eylesin.
Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur.
Anneannem olmeden once, ki o zamanlar nerede ise seksenine yaklasmisti, ” Olumlu Dunya derdi, bir sey anlamadan geldi gecti” Dogan Tarkan”da bu dunyadan hic bir sey anlamadan gelip gecenlerden.
Ben “Olenin arkasindan kotu konusulmaz gelenegini” sevmem, insani yalana ve riyaya surukler. Olenin ardindan yalan konusulmamali. Dogan Tarkan bu ulkede bulunan bir solcu tipolojisini cok iyi resmeder. Hic bir sey anlamadan, olaylarin arkasindan suruklenen bir kisilik.
Dogan Tarkan sasaali zamanlarinda TIP li birisi, TIP politik olarak iflas edince bu sefer kati stalinci bir orgut olan Kurtulus cevresine katilmis( buyuk ihtimalle TIP ten once de 27 Mayis ve YOn etkisi ile Kemalist idi) , ama 12 Eylul darbesi sonrasi yenilgi kosullarinda birden gunah ekcisi olarak Stalin”i bulmus ve Kurtulus cevresindeki bir cok kisi gibi bu sefer Trockist olmus birisi. Son yillarinda da sol liberal kesimin onemli kisiklerinden birisi olmustu.
Dikatinizi cekerim Tarkan her zaman moda goruslere yelken acan birisi. Ama bu konuda yalniz degil Burada Tarkan icin anma yazisi yazan iki yazar Gun Zileli ve Demir Kucukaydin dauc asagi bez yukari ayni ideolojik savrulmalari Turkiye solunun buyuk bir kismi ile beraber yasadilar. Bu savrulmalarda bir cok kez sosyalizm adina fasist partiler, gerici yazarlar vb savunuldu. Dogan Tarkan Turkiye nin gordugu en gerici fasist parti olen AKP yi sol adina desteklemis bu konuda AKP tarafindan plaketle odullendirilmisti.
Bu konuda ben Dogan Tarkan iyi niteli mi idi degil mi idi, hic ikbal pesinde kostu mu tartismasina girmem. Cunki bu niyet okumaya girer. Bence onemli de degil. Tarih onun hakkinda dusecegi kucuk notta AKP gibi fasist bir partiyi destekledigini, AKP fasizmine karsi cikan cesitli halk kesimlerine ettigi hakaretlerle anacak.
Bu savrulmalari yasayanlar, politik hatlarindaki degismeleri gercekleri gormekle acikliyorlar. Ben tam da aksini dusunuyorum. Dogan Tarkan ve onun temsil ettigi sol tipoloji hic bir zaman gercekleri algilayamadiklari icin bu savrulmalasi yasadilar. Bir olguyu kendin algilayamiyorsan saga sola bakarsin, daha iyi algiladigini dusundugun insanlarin politikalari kabul edersin. BU yuzden, herhangi bir politik hatti anlayarak savunmadlar, tam aksine, politik gelismeleri anlayamadiklari icin surekli olarak moda olan farkli politik cizgilere savruldular. Politik durumu anlayacak kapasiteleri olmadigi icin genel havayi kokladilar, o donemde en guclu politik egilim neyse oraya savruldular. Stalinism guclu iken stalinist sol liberalizim guclu iken sol liberal oldular. Daha da kotusu, her savrulmada, sanirim savrulmanin getirdigi asagilik kompleksinden dolayi yeni politik hatlarini savunmayan herkesi herkesi hain ilan ettiler. Durust insanlarin gorunce tuylerini diken diken eden bir kisilige burundular zamanla. Sevgisiz, kibirli ve aptal.
Aptalliklarinin sebebi ayri bir tartisma konusu ama sevgisiz ve kibirli olmalarinin sebebi surekli olarak yasadiklari politik savrulmalarin yarattigi eziklik duygusu olmali. O yuzden kendileri gibi dusunmeyen herkesi hain darbeci vb. ilan etttiler, giderek yalnizlastilar.
Ahmet Gezi’de yatıp kalkan kendinden 50-60 yaş küçük insanlarla birlikte o gazı yiyen kalp hastası bir adamın ikbal avcılığı yapmayacağını anlamadığına göre Gezi’ye pek katılmamış anlaşılan. Nedense referandum da kalmış. Gezi, DSİP hala “Yetmez ama Evet”de ne kadar doğru yaptığını iddia ederse etsin, onları da değiştirdi. En son gördüğümde HDP’nin bileşenlerinden biriydiler. Demek ki Ahmet’in iddiasında biraz Gezi öncesi durum var. Çünkü o kadar da “yalnızlaşmış” sayılmazlar.
Yusuf Cemal senin en buyuk sorunun okudugunu anlamaman, yukaridaki yazida Tarkan”in bu dunyadan bir sey anlamadan goctugunu soyledim, ikbal avcisi oldugunu degil.
Solda bu konu oldukca yaygindir, kim ikbal avcisi kim degil, kim CIA ajani, kim ergenekoncu vb. Bunlari en cok tartisanlardan birisi de Dogan Tarkan idi, Omrunun son yilari solda stalinist ve ergenekoncu aramakla gecti. Ben bu tur tartismalara girmem. Birincisi bu niyet okumaya girer, sacmadir. Ikincisi politikanin konusu degildir. Tarkan ikbal avcisi olsa bile bu sadece onun orgut arkadaslarini ilgilendirir, beni degil. Ne ben onun oldugu bir orgute girerim ne de o benle bir is yapar zaten.
Dogan Tarkan”in geziye katilmasi Dogan Tarkan”in degil ama Gezi’nin hanesine yazilmali. Dogan Tarkan Gezi bilesenlerinin yuzde doksani ile ortak sinemaya bile gitmezdi.
Yok yok, bu sefer değil Ahmet. Dediklerini gayet doğru anladım. Sen niyet okumayı aştığını düşündüğüm, insanların esas olarak eylemlerini kaale alan cevabımı anlamamışsın. Doğrusu son cümlelerinde anlamışsın. Ve o cümlelerde de haklısın: Bu Gezi’nin hanesine yazılmalı.
Ama Doğan Tarkan bu dediklerini hiç tartışmadı. Onların en büyük umacısı ulusalcılıktı. Ona buna ulusalcı yaftasını yapıştırdılar. Bunu yaparken sürekli devrim kavramını iğdiş ettiler. Onu burjuva devriminden sosyalist devrime giden bir tür otomatik mekanizma olarak yeniden yazdılar. Burjuva devlet aygıtının “temizlenmesi” için, egemen sınıfın bir bölümüne destek verme noktasına ilerlediler. 1905 devrimi sırasında, herkes Çar’ın Anayasa vaadini anlatan bildirilerine tav olmuşken, Troçki’nin kürsüde o bildiriyi yırtıp atma jestini tersine çevirip, vaadlere kanmamızı istediler. Sürekli devrim fikrinin “Bizi demokratik kazanımlarla durdurmaya kalkmayın, bu devrim ister istemez sosyalist devrime doğru ilerleyecek, bizi durduramazsınız” düşüncesini, “Devrim nasolsa sosyalist devrime doğru ilerleyecek, onun için demokratik mevziler elde edersek otomatik olarak sosyalist devrim için çabalıyor oluruz.” şeklinde mide bulandırıcı bir dönüşüme tabi tuttular.
Bunu o kadar inanarak yaptılar ki, zaten stalinist “demokratik devrim”, aşamalı devrim fikrine meyleden ama örgütlenmeyle bir ilgisi kalmamış toplumun süprüntülerinden müteşekkil bir çok solcuyu AKP destekçisi haline getirdiler. Bunlar için zaten onları teşhir ettik ve etmeye devam edeceğiz. Özellikle de “Yetmez ama Evet” rezaleti için. Özellikle de bunu yaptıktan sonra, sert bir jestle AKP’nin övgüsünü reddetmedikleri için. Kısacası, egemenlerin bir bölümüyle aralarına mesafe koymadıkları, bunu ta Gezi’ye kadar erteledikleri için.
Moda akımlar düşüncende ise bir gariplik yok mu? Hangi akımın neden moda olduğunu sağlamca analiz etmek gerekmiyor mu? Senin mantığının uç noktası fikirsel olarak asla ilerlenemeyecek olunmasıdır.
SSCB güçlüyken Sovyetler’in dostları’ndan olmak modaya uymak demektir. Oysa SSCB yıkılınca insanların “Biz ne yaptık yaf?” düşüncesiyle Stalinizme düşman olmaları bir moda değil, bir düşünsel ilerlemedir. Hem Poppercı yanlışlanan teoriler anlamında, hem de düşünsel sürecin aşırı derecede hızlandığı ve çeşitli fikirlerin ilk tomurcuklarını verdiği düşünsel ilerleme zamanları anlamında. 1930lar 40’lar yavandır, en küçük bir başka alternatife izin vermez. 1900lerin başındaki dehşet düşünce patlamasının boğulmasıdır. Oysa 1989 ertesi bütün yenilgi ruhuna rağmen binlerce fikrin tomurcuklandığı bir alandır. İlki modadır. İkincisi bariz bir düşünsel ilerleme.
bir de bu var :
http://deligaffar.com/2014/01/01/dogan-tarkanin-ardindan-yaptiklarina-degdi-mi-dogan-abi/
Bir akimin moda olmasi onun kendi basina dogru ya da yanlis oldugunun kaniti degildir. Terihsel olarak dogru ya da yanlis gorusler populer olabilir. Zaten konumuz da bu degil, konumuz solda bolca bulunan bir kisilik uzerine: Yukselen idelojiler neyse onun arkasina takilmak. Tarkan bunlardan birisi idi, ama Turkiye solunun 45 yas uzeri kesimine bak bunlardan yuzlerce gorursun.
Bircok solcu 12 Eylul yenilgisinin ardindan moral bozuklugu icinde bir suclu arama telasina dusmustu, bazilari bunu Stalin de ve onun politikalarinda buldu, bazilari ise sivil toplumcu tezlere sarildi, bircogu her ikisine de. Zaten anti stalinism ile sivil toplumculugu birbirinden ayirmak cok zordur. 12 Eylul sonrasi sivil toplumcular ve trockistlerin cogu anti komunist bir noktaya kadar suruklendiler.
1970lerin baslarinda solcularin cogu tartismadan SSCB ci ya da Cin ci vb olmuslardi. Tartismadan cok propaganda brosurleri okuyarak kati stalinist cizgilere ulastilar. Politikalarini o ulkelerin radyolarini dinleyerek belirliyorlardi. Ama 12 Eylul de yenilince ilk sucladiklari kibleleri oldu.
Bu konuda fazla dusunmeye gerek yoktu zaten hazir teoriler onlari bekliyordu. Yine tartismadan trockist ya da sol liberal oldular. Tek okuduklari birbirini tekrarlayan trockist ve anti komunist totalitarism tezlerini iceren yayinlardi.
Kapitalizm totalitarism tezini SSCB ve sosyalist bloka karsi bir ideolojik silah gelistirmisti. Aslinda totalitarizm kavrami onceleri fasist ulkeler icin kullaniliyordu ama emperyalist ulkeler bu kavrami sosyalizme karsi bir anlama donusturduler.
Trockist partiler ise, ki kitle tabanlari oldukca azdi,sovyet tarihini trocki-stalin kavgasi olarak anliyorlardi ve SSCB ye iliskin her turlu elestiri tanrinin bir lutfu idi. Bu noktadan sonrasi bir analiz yontemi olarak totalitarism kavrami bir cok trockistin de sarildigi bir ideoloji haline geldi. Ernest Mandel bu konuda ilginc bir ornektir. Sirf SSCB yi elestiriyor diye Gulag takim adalarini olumlayan yazilar kaleme almisti. Ekonomi alaninda ise omrunun son yillarinda kapitalist ekonomiyi Kontradiyev”in uzun dalgalar teorisi ile aciklamaya calismisti. Sosyalist devrimci gelenekten gelen Kontradiyev Stalin doneminde bir kac kere tutuklanmis sonra da cezaevinde olmustu. Sagliginda onemli bir ekonomist degildi, oldugunde propaganda amacli olarak Schumnpeter onu gundeme getirmek istemis ama tutmamisti. Ama mandel icin bunun onemi yoktu. Stalin’in gazabina ugramissa o zaman kesin iyidir mantigi ile onun tezlerini kendi analizin merkezine oturtmustu.
Burjuva ideolojisinde totalitarism terimi ile tanimladiklari sosyalizmin karsiligi Trockism degildir, onlar buna liberal ozgur dunya diyorlar, kapitalist duzendir. Emperyalist donemde bunun karsiligi fasizmdir. Totalitarism tezleri sol liberalizmin en onemli kaynaklarindan birisidir. Ama totalitarizm kavrami, sosyalist ulkelere karsi kullanildigi hali ile bilimsel bir kavram degildir, ideolojik bir kavramdir.
Dunyayi bu tezler yardimi ile aciklamaya kalkarsaniz, Turkiye size siniflar mucadelesinin yasandigi bir yer olarak degil ama asker sivil catismasinin yasandigi bir yer olarak gozukur. Asker vesayetine karsi cozum diye fasist partileri desteklersiniz. Kafadan emperyalist devletleri liberal ozgur devletler olarak nitelendirirsen o zaman ABD nin Irak’i isgal etmesi orada milyonlarca insani oldurmesi ve fasist bir devlet kurmasi size ilerleme olarak gozukur. ABD ya da Fransa niye Esad’i daha cok bombalamiyor diye uzulursunuz. Libya’nin fasist ceteler tarafindan yakilip yikilmasi size ozgurluk mucadelesi olarak gozukur.
AKP anayasasi 12 Eylul anayasasinin konsolide edilmis halidir. BU fasist anayasaya karsi cikanlara fasist anlaminda kullandiklari ergenekoncu yaftasini yapistirirsin. Bazan CHP gozunuze hos gozukur onu desteklerseniz bazan AKP, Dogan tarkan tam da bunlari yapiyordu.
Ha diyeceksin ki ama bunlari sosyalizm adina yapiyordu. O yuzden dedim ya zaten “bir sey anlamadan bu dunyadan gecti gitti” diye.
Yukarida ki yazida “Bazan CHP hosunuza hos gozukur onu desteklersiniz bazan da AKP” olucakti yanlisliktan dolayi ozur dilerim
Yuh. Mandel sırf sempati duydu diye tutup Kondratiev’in uzun dalgalarını mı savunacak? Ulaştığın kaynaklar berbat Ahmet. Birinci elden incelemeden böyle büyük lafları nasıl ediyorsun? Klasik stalinist taktikler tabi bunlar. Biri bir şey sallar. Diğerleri de direk papağan gibi tekrarlarlar. Çok kişi söyleyince doğruymuş gibi gelir. Ama artık yemezler. Yaptığın yalnızca boş bir karalama çabası. Daha önce yaptıklarının aynısı. Birisine kara çalmadan önce, iki kere düşün.
Normalde bu lafı edebilmen için Mandel’in Uzun Dalgaları nasıl kullandığını tamamen anlamış, onun elindeki grafiklerden verilere kadar herşeyi incelemiş, tamamen bomboş olduğunu görmüş ve ardından da neden bu teoriyi kullandığına ilişkin düşünmüş olman, üstelik yazışmalarından bunlara ilişkin ipuçları bulmuş olman gerek. Bunlardan bir tanesini bile yapmadığını biliyoruz. Çünkü Mandel’in Kondratiev’i kullanmasıyla, Kondratiev’in tezleri arasında acaip büyük farklar vardır.
Geç Kapitalizm’e ya da Marxist Ekonominin El Kitabı’na baksan çat diye görürsün. Üstelik hem Mandelgillerde, hem de ortodox olmayan troçkist akımların tümünde, Kidron vs., Kondratiev’in uzun dalgalarıyla, Marx’ın kapitaldeki dalgalanmaları arasındaki farka ilişkin baya bir eleştiri bulabilirsin. Kondratiev’i senin gibi ben de direk okumadım. Ama o eleştirilerden cycle’ları üretim-artı değer-arge yatırımları-mark-up’sız değerlendirdiğini, bu sebeple amprik gözlemlere dayansa bile, cycle’ların niteliğini açıklayamadığını çıkartabildim.
Doğan Tarkan konusunda ise, Cliff’çilerin kafasının nasıl çalıştığını bilmiyorsun ya da umursamıyorsun. Onların düşünsel yapılarından bürokrasi-liberal dünya fikri çıkmaz. Sivil-Asker çatışması şeklinde görülebilecek bir şey çıkmaz. Rizzi, Burnham, Shachtman’dan bu fikir çıkar. Dolayısıyla kullandığın mantıkla onları yalnızca yeteri kadar Cliff’çi olmamak, Shachtman’lara kaymakla suçlayabilirsin. “Neither Washington Nor Moscow” lafları boşuna edilmedi heralde. Tabi Mandel, Dunayevskaya vs. gibi hard-core troçkistlerin SSCB’yi Batı bloğuna karşı savunmaya çalıştıklarını da farketmemişsin gibi gibi. Ayrıntılar önemlidir.
Mandel kapitalizmin krizini degerlendirirken Kontradief”i analizinin merkezine oturtur. BU demek degildir ki Kontradief”i dogrudan tekrarlar, cumlem oldukca basit analizinin merkezine oturtur. Peki neden oturtur? Kontradief”in tezinde onemli olan ne var da Mandel bu teze o kadar onem veriyor?
Once Kontradief hakkinda basit bir bilgi verelim, kendisi sosyalist devrimci parti geleneginden birisi, Kerensky hukumetinde bir kac gun suren bakanligi var. Devrimden sonra hem ogretim uyeligi yapiyor hem de NEP ve Ilk yapilan planlarda onemli roller aliyor. Ama karsi devrimci faaliyetleri yuzunden once 1930 da tutuklaniyor sonra da 1930 larin sonunda kursuna diziliyor ya da cezaevinde oluyor.
Kontradief in uzun dalgalar teorisi aslinda o kadar ciddiye alinacak bir teori degildir. Zaten o siralar kimsde ciddiye almamis.
Marx zaten zamaninda kapitalist crislerin cycle niteligini aciklamisti. Kontradief ise bu cycleri daha uzun vadede istatiski verilerle aciklar. 1700 lerin sonlarindan 1920lerin sonlarina kadar genisleme ve daralmalardan olusan iki bucuk uzun cycle yani devre donem oldugunu ileri surer. Bunlari da bazi verilerle destekler.
Ama bu zaten ayanin beyani gibi bir sey. Kapitalist cycler dedigim gibi marx tarafindan zaten aciklanan bir seydir ama Marx bunu kriz teorisinin temeline oturtur. Bu noktada Kontradieff ne kapitalist ne de sosyalist dunyada kimsenin dikkatini cekmemisti. Bu yuzden kitaplari da diger dillere cevrilmedi.
Bu konuda ilk adim Schumpeter”den geldi. Kendisi liberaldir, Avusturya da ekonomi bakanligi yapmistir ve sonunda Harward”da hocalik yapmaya baslamistir. Kontradieff infaz edilince onun uzun dalgalarini benimser ve kapitalizmi desteklemek icin kullandigi “yaratici yikicilik” tezinin merkezine oturtur. Kapitalizm krizlerle yasamaktadir ama her kriz sistemin daha da yuksek teknoloji ile donanmasini saglar. Bu noktada krizler belki kapitalizmin dogasinda vardir ama kapitalizmi saglikli yapan da budur Schumpeter”e gore.
Tabii Schumpeter burada asil olarak Marx’in kriz teorisine gonderme yapmaktadir ama Marx’i elestirerek ona kredi kazandirmamak icin bu tezi Kontradieff uzerinden yapar ve bir tasla iki kus vurur. O donemde kapitalist kampta Marksin kriz teorisine karsi en onemli itirazlardan birisi olarak gorulebilinir Schumpeter’in Business Cycles calismasi. Ama Schumpeter daha bir kac yil gecmeden bir baska calismada dunyanin geleceginin sosyalizm oldugunu soyler.
Kontradieff”i bu sefer piyasaya suren bu sefer soldan Mandel olur. Ondan 1964 yilinda yazdigi Economics of neocapitalism adli calismasi ile bahseder. Daha dogrusu bu calismasini merkezinde Kontradieff vardir.
Ama Mandel Kontradief”i niye kriz uzerine yazdigi bir makalenin merkezine oturtur? Kontradief”in marksist Kriz teorisine katkisi olabilecek hic bir ozelligi yoktur. Kapitalizmin kriz cyclerinde oldugunu soylemek kapitalistlerin calistirdigi iscilerden para kazindigini soylemekten daha baska bir sey degildir. Ayanin beyanidir. Bu yuzden gerek Schumpeter gerekse de Mandel onu okadar degistirirler ki geriye cycle isminden baska bir sey kalmaz.
Kontradief”in Stalin yonetimi tarafindan iceri atilmak ve sonra infaz edilmek disinda hic bir ozelligi yoktur. Varsa da bilmiyorsam sen bana soyle. Ki mandel sadece Kontradief konusunda degil mesele Gulag takim adalari konusunda da aynidir. Kitapta tek karsi ciktigi yerler Stalin oncesine iliskin elestirilerdir o kadar. Onun disinda ne kadar sacma olursa olsun destekler kitabi. Stalin donemini elestirsin de kim olursa olsun mantigi.
Bu arada Ne Moskova ne washington slogani Tony Cliffciler tarafindan ABD Kore’yi isgale kalktiginda solculari bu isgal karsisinda tarafsizlastirmak, Kore komunistlerine destek vermesini engellemek icin atilmis bir slogandir. Hesapta KOre de emperyalist bir isgal yok ama iki saldirgan devlet Kore”yi paylasmaktalar. O yuzden bu savasa karismayalim sloganidir. Daha sonra bu slogan Turkiye’ye Ne ABD ne Rusya olarak tasindi.
Aslinda Gun”e hep sormak istiyordum. Bu slogan ozunde Trockist bir slogandir ama Turkiye ye Aydinlik tarafindan CKP kaynakli bir slogan olarak tasindi. Ama ben bu slogani kullanan pek fazla maocu siyaset gormedim. Bildigim kadari ile Venezuela da fasist koalisyonla beraber calisan bir grup var, Hindistan da bir baska grup var filan bu slogani kullanan ama pek fazla yok. Turkiye de Aydinlik disinda diger Maocu gruplar da bu slogani Aydinlik”tan alarak benimsediler ama bu sadece yuzeyde kaldi, bu gruplar arasinda slogani trockistler gibi kavrayan ve pratige geciren sadece aydinlik grubu oldu. Nato o zaman SSCB ye gore daha ehven sayildi. Ama diger maocu gruplar anti emperyalist tavirlarini tavissiz surdurduler.
Gun bize bu sloganin ve politikanin Aydinlik icinde nasil yer buldugunu anlatirsa baya sevinirim. Cunki dedigim gibi Trockist bir slogan. Simdi ayni anlayis dogal olarak Suriye bogazlanirken de destekliyor.
1975 yılında “iki süper devlet baş düşman” tahlili yapılınca ister istemez bu slogan gündeme geldi. Troçkizmle ilgisi yok.
Zaten Aydinlikcilar toplandi ve “ulan bu trockist slogan baya cool gorunuyor, onu alalim” dedigini hic dusunmemistim. Elbette sizler onu iki super devlet bas dusman tezinin bir sonucu olarak benimsediniz. Ama sordugum bu surec nasil gelisti?
Siz bu slogani kabul ettiginizde bu slogan ABD ve Ingiltere de Trockist cevreler tarafindan kullaniliyordu. Tarkan”in Trockizmi ogrendigi SWP nin ebedi lideri Tony Cliff ABD emperyalizmi KOre yi isgal ettiginde Kore yi desteklemeyi reddetti. Ona gore iki tarafta berbatti. Politikasini da Ne Moskova ne Washinton slogani ile ifade etti. Sosyalist Kore yoneticileri Devlet kapitalist bir ulke olan SSCB nin kuklasi idi ve olay iki emperyalist gucun paylasim savasi idi. Tabii Clifften once Dorduncu enternasyonal 1940larin sonunda ne wall sttreet ne Moskova benzeri sloganlar uretmisti zaten.
Daha sonra sanirim 1974 de idi Deng Sio Ping BM deki o konusmasini yaptiginda anladigim kadari ile bu Dunya daki bir cok maoist hareket gibi sizi de etkiledi. Bunun etkisi ile bu slogani benimsediniz.
Ama nasil? O donemde ki hemen hemen tum Maocu hareketler SSCB nin artik kapitalist oldugunu kabul etseler de bu slogani pek kabullenmediler. Bunun istisnalari var. Mesela yukarida da yazdigim gibi Venezuela da bir parti ki simdi hukumete karsi fasist koalisyon icinde yer aliyor birde hint partisi filan, baska gruplarda olabilir ama cogunluk partiler ne bu slogani ne de sonuclarini benimsediler, maocu partilerin cogunlugu bu slogani kulalnmadilar.
Turkiye de diger maocu gruplar sizi sevmese de sizden buyuk oranda etkilenmislerdi ve bu slogani onlarda kullandi ama sonuclarini hic bir zaman savunmadilar. Emperyalizme karsi oldukca tutarli davrandilar.
Bu slogan Turkiye sol tarihinde cok onemli bir slogandir. Sloganin kendisi ve yorumlanma bicimi Sol ici bolunmelerin ve sol ici siddetin en onemli kaynaklarindan birisidir. O yuzden bu sloganin tarihini cok onemsiyorum.
Benim bu konuda bir kac tahminim vardi. Birincisi sosyal emperyalizm teorilerinin kaynagi olan Deng grubundan bunu dogrudan aktardiginiz. Ama o zamanda su soru ortaya cikiyor o zaman neden diger gruplar bu slogani almadilar?
Ikincisi bu slogani, ki aranizda bol miktarda yurt disinda egitim goren ozellikle ABD ve Ingiltere de egitim goren insanlar vardi. Onlarin bu slogani gundeme getirdigi. O zaman bunu trockistlerden almis olmalari lazim.
Bir ucuncu ihtimal ise Hillary Summer Boyd cercevesinde kurulan iliskilerle bu slogan ve politikalarin kabul edilmesi olabilir. Boyd Robert Kolejde bir ogretmen ve Safak matbaasi sanirim onun evinde basiliyor. Su an Boyd”un MI5 ajani oldugu biliniyor. O zamanlar Turkiyedeki ABD elcisi False flag operasyonlarinda oldukca basarili olan Duane Claridge, adam anilarinda daha once hindistanda nasil Maocu bir partiyi komunist gorunerek nasil manipule ettiklerini anlatiyor. Claridge and Boyd beraber calisan iki kisi.
Boyd zamaninda Ingiltere de Trockist Kizil Bayrak orgutunun yoneticilerinden, 1937 de Trockiyi savunma komitesinde yer aliyor ( Ingilterede ki komite) Daha sonra Boyd adi ile Robert Kolej de ogretmenlik yapiyor, hatta 70 lerde Turkiye de oluyor. Safak matbaasi 1972 ya da 73 de bunun evinde yakalaniyor, 15 kadar aydinlikci le beraber. Tabii Boyd tutuklanmiyor ama Safakcilar tutuklaniyor. Perincek daha sonra bu konu gundeme geldiginde matbaanin Boydun evinde degil ama ayni binada bir baska dairede yakalandigini iddia etti.
Ingilizce ogrendigimde benim de ilk okudugum yayinlar cogunlukla Trockist yayinlardi, beni ilk carpan sey, SSCB nin kapitalist olduguna iliskin getirilen kanitlarin trockistlerle ayni olmasi idi. Bu noktada Aydinlik hareketinin 1980 sonrasi bir donem trockizm ile flort etmesi benim icin oldukca dogal. Cunki stalinist olarak savunulan tezler arasinda pek buyuk fark yok.Ama bu dedigim sadece aydinlik cevresi icin gecerli. Mesela diger SSCB karsiti ozellikle Arnavutlukcu gruplar icin gecerli degil.
Tamam anlaşıldı Ahmet. Troçkistler CIA ajanıydı. Aydınlıkçılar da öyle (baksana, onları da bir CIA ajanı örgütlemiş). Dolayısıyla bu sloganı CIA üretmişti. Bana soracak olursan, Arnavutluk’ta Mehmet Şehu da CIA ajanıydı (zaten bu yüzden öldürüldü). Tony Cliff de pek sağlam ayakkabıya benzemiyor. Aslında Deng konusunda da inceleme başlatılmalı. Benim onun da CIA ajanı olduğuna ilişkin kuşkularım var!
Gun
Kafan yine ters sarmaya basladi, ters ters cevaplar veriyorsun. Ben sana bilme ihtimalin oldugu bir konuda bir sey sordum, sen ise CIA ajani olmadigini ispatlamaya calisiyorsun. Benim derdim baska.
CIA nin faaliyetlerinden birisi de False Flag yani sahte bayrak calismalaridir. Yukarida bahsettigim Duane Claridge bu konuda uzman birisi ve hindistanda bu isi nasil yaptiklarini anilarinda ince ince anlatiyor. Mao’ya sempati duyan hintli komunist partilerinden birisine cinli gorunumlu bir ajanlari ile yaklasmislar, kendilerinin CKP temsilcisi oldugu konusunda ikna etmisler ve daha sonra sanki CKP den geliyor gibi bir suru makale yazi vb bu orgutun yayin organinda yayinlanmis. Tabii bu makalelerin CKP den cok CIA nin goruslerini tasidigi acik.
False flag operasyonlari gerek CIA gerekse de diger emperyalist istihbarat servisleri tarafindan cesitli duzeylerde kullanildi. Sanirim Belcika ya da Hollanda ki maoist partilerden biriside false flag operasyonu ile ele gecirilmis, politikalarina yon verilmisti. NATO sola karsi propaganda calismalarinda her zaman solcu denilen kisileri kullandi. Bu faaliyetlerin tuzagina dusenler iyi niyetle devrimcilik yaptiklarini kapitalizme karsi mucadele ettiklerini saniyorlardi ama sonucta ABD nin ve emperyalizmin politikalarini savundular.
Duane Claridge ve Boyde beraber calismislar. Claridge false flag operasyonlarinda uzman birisi. Benim sordugum Aydinlik boyle bir operasyonun kurbani olmus olabilir mi?
Turkiye solunun 1970-80 arasi tarihi yazilirsa bunun en onemli parcalarindan birisi sol ici yarilma ve siddet olusturur. Bu slogan ile kendini ifade eden sol ici yarilma o donem solun en onemli sorunu idi ve sol ici sidetin en onemli kaynaklarindan birisi idi. Tum sol DY gibi bazi gruplar haricinde CKP ve SBKP tarafi olarak ikiye bolunmustu ve her tarafta fasiztlerden cok birbiri ile mucadele ediyordu. 1 Mayis katliamina yol acan provokasyon da bu slogan ve politika cercevesinde gelismisti.
Rahmetli hayatında çok gitmiş gelmiş. Görünen o ki, sadece bir tarafın çok hoşuna gitmiş :Recep Tayyip Erdoğan. O gezerken hapiste siyasi mahkum olarak yatan Perinçek ikisinin de hoşuna gitmemiş.
Velakin D.Tarkan “yine de devrimci” olurken Perinçek devlet yanlısı(!) olmuş. Devletin cezaevinde yattığı için herhalde.
Rahmetlinin en yerinde kararı sakal bırakmak olmuş. Sakalın ardındaki halini gören kaçtığı için herhalde.
Rahmetli yaşasaydı şu yobaz yaratıkların da “inanç özgürlüğünü” savunurdu:
http://odatv.com/abdde-50-escinselin-olduruldugu-gun-turkiyedeki-escinsellere-karsi-islamcilardan-eylem-karari-1406161200.html
Rahmetlinin son sözleri: AK Parti son zamanlarda biraz otoriterleşti 🙁
Doğan Tarkan’ın ruhu ölmedi, Perinçek hapisten çıkınca reenkarnasyona uğradı.