Hileli Referandum, Dikta Rejiminin Yıkılışa Gittiğinin İlanıdır!
Öncelikle “referandum”un gösterdikleri üzerine birkaç şey söyleyeyim.
İlk saptanması gereken şey, diğer faulleri bir yana bırakıyorum, rejimin elde ettiği %51.4’lük küçük farkın bile seçim hileleri yoluyla elde edildiğidir. YSK, ülke dışında kullanılmış mühürsüz zarfları geçersiz sayarken, ani bir karar değişikliğiyle, hem de oylama başladıktan sonra, bu zarfların geçerli olduğu kararına varmıştır. Oysa zarflar YSK matbu mührünü taşımaktadır ve ayrıca İlçe Seçim Kurulu’yla sandık kurulunun mühürleri de vurulmaktadır. Bir zarfın her üç mühürü birden atlatması ancak milyonda bir ihtimaldir (YSK başkanı, mühürsüz zarfların fligranlı olduğunu söylemiş. Diyelim ki öyle olsun, binlerde sandıktaki görevliler nasıl olmuştur da ilçe seçim kurulunun ve sandık kurulunun mührü olmayan zarfları “fark etmeden” seçmenlere vermişlerdir?) Bırakın milyonda biri, aşağı yukarı her sandıktan nasıl olmuşsa üçer beşer damgasız zarf çıkmıştır. Bunların devreye sonradan sokulan, içine “evet” oyu yerleştirilmiş (fligranlı bile olsa) hileli zarflar olduğu kesindir. Mühürsüz zarfların fligranlı YSK zarfları olması, sadece YSK’nın da seçim hilesine dahil olduğunu gösterir, başka bir şeyi değil. Kınalıada’daki bir sandıktan bile iki damgasız zarf çıktı. Kınalıada’da “evet”lerin oranı çok düşük olmasına rağmen (yaklaşık %25) şu “tesadüfe” bakın ki, ihtilaflı olduğu için sona bırakılmış bu iki zarftan da “evet” oyu çıktı. Oy kullanan seçmen sayısını tuttuğu için bu oylar geçerli sayıldı. Her şey apaçık ortadaydı. Damgalı iki zarf çalınmış, yerine hileli zarflar sokuşturulmuştu. Birçok yerde aynı şeyin olduğu kesin. Güneydoğu’da birçok yerde HDP sandık müşahitlerinin gözaltına alındığı ya da sandık başından uzaklaştırıldığı durumlarda neler yapılmış olabileceğini varın siz düşünün. Artık, standart “Tercih” mührü yerine, bazı yerlerde, nerden çıktığı bilinmeyen ve işi komedi boyutlarına taşıyan “Evet” mührünün vurulduğu oy pusulalarının bile geçerli sayılması, AKP’li sandık görevlilerinin hem kendi mahallelerinde hem de görevli oldukları sandıkta çifte oy kullanması gibi garabetlerin üstünde bile durmuyorum. Aslında, hele referandum gibi önemli ve verilen her oyun sonuca doğrudan etkisi olduğu bir oylamada bu durum, kesinlikle referandumun iptal gerekçesidir. Fakat sanırım bu olmayacaktır. Çünkü Türkiye’deki rejim artık zaten hileli oylamalarla ayakta durmaya çalışan bir diktadır. Bütün bunlara rağmen %48.4’lük HAYIR oyu büyük bir başarıdır ve aslında hile hurda olmasa HAYIR’ın çok daha yüksek bir orana ulaştığının göstergesidir. Durumu, Yücel Göktürk’ün bu sabah attığı tweet çok güzel özetlemektedir: “Fark 1 milyon 137 bin. Mühürsüz oy 2,5 milyon. O 2,5 milyon yüzde 5 demek. Sadece bu bile yeter. Herkes biliyor.”
İyimser olmayı gerektiren başka sonuçlar da var: AKP ile topal MHP ittifakı, yani sağcı muhafazakârlık, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerin tamamında kaybetmiştir. Bu, toplumun gerçek ruhunu oluşturan dinamik kesimlerin AKP diktatörlüğüne “dur” dediğinin en açık kanıtıdır. Anadolu muhafazakârlığı ise yerli yerinde durmaktadır ama o bile birçok yerde HAYIR karşısında ezici bir galibiyet sağlayamamıştır. Kısacası, diktatörlüğün dayandığı sağcı muhafazakâr taban bile artık çok güvenilir, fay hatları olmayan bir zemin değildir. Referandumda, Anadolu muhafazakârlığından alınan “evet” oyları, MHP ile AKP’nin daha önceki oy oranlarının toplamının oldukça gerisinde kalmıştır. Bu, AKP’nin kuyruğundaki MHP’nin artık iyice topalladığının göstergesi olduğu gibi, AKP’nin kendi oy depolarında bile eridiğinin işaretidir.
Kürt bölgeleri, üzerlerindeki ağır baskıya, oynanan çeşitli oyunlara ve manüplasyonlara rağmen, Amed başta olmak üzere ağırlıklarını HAYIR’dan yana koymuş ve baskıcı rejimi kabul etmediğini göstermiştir.
En önemlisi ise, HAYIR kampanyası boyunca çok farklı ideolojik yönelimleri olan kesimlerin bir araya gelmiş olması ve diktatörlüğe karşı dinamik halk kesimlerine dayanan birleşik bir toplumsal muhalefet hareketinin oluşmuş olmasıdır. Bu toplumsal muhalefetin bundan böyle de diktatörlüğe karşı bir SİVİL İTAATSİZLİK hareketi şeklinde sokaklarda, mahallelerde, işyerlerinde, her yerde devam edeceğini ummak için çok neden var. Bu dalga, kanımca yükselerek devam edecektir. Bunun ilk işaretini, İstanbul, Ankara ve İzmir’deki sokak gösterileri ve tencere tava protestoları ortaya koymuştur. Karamsar olmak için hiçbir neden yoktur. Diktatörlük, birleşik toplumsal hareket blokunu kendi elleriyle yaratmıştır. Bu fırsatı iyi değerlendirelim. HAYIR hareketinin doğurduğu çok olumlu işbirliği ve dinamizmi bir İTİRAZ hareketi olarak sürdürelim. Daha güncel olarak buna, #TANIMIYORUZ hareketi de denebilir.
Rejimler Üzerine
20. yüzyılın diktatörlüklerini kısaca tek parti diktatörlükleri olarak tanımlayabiliriz. Hitler ve Mussolini faşist diktatörlükleri malum. Bunlara, Franko ve Salazar’ın tek parti diktatörlüklerini de ekleyelim. Diğer yandan, Sovyet bloku da tek parti rejimiydi. Keza Sovyet modelini kendilerine örnek alan üçüncü dünya rejimleri de (Ortadoğu’daki Baas rejimleri ve Afrika’daki milli kurtuluşçu rejimler) tek partiye dayanıyordu.
Bu devir esasen geçti. Tek parti diktatörlüklerinin çoğu çöktü. Kuzey Kore gibi birkaçı ancak sıkı bir otarşik rejimle ayakta durabilmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti gibi bazıları ise tek parti rejimini reforme ederek döneme direnmeye çalışmaktadır.
Globalleşme dönemi olarak tanımlanabilecek 21. Yüzyıl’da ise tipik olan, artık tek parti diktatörlüklerinin yerini, “seçime” dayanan, görünüşte çok partili, fakat esasında tek partili rejimlerin almış olmasıdır. Bunun tipik örnekleri, Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye’ydi. Evet, Türkiye, aşağı yukarı 15 yıldır seçimli bir tek parti rejimiyle yönetilmektedir.
Son referandumla getirilen rejim değişikliği, aslında sonuna yaklaşmakta olan bu seçimli tek parti rejimini, tek kişi diktatörlüğü yoluyla, yıkılmayacak şekilde tahkim etme girişimidir. Yani aslına bakacak olursak, Türkiye’deki seçimli tek parti rejimi son rejim değişikliği ile yıkılmamak için bir savunma savaşı vermiştir. O kadar zayıflamış bir rejimdir ki bu, kendini tahkim edebilmek için bile hileye başvurmak zorunda kalmıştır.
Bana soracak olursanız, bu hileli referandum, yıkılışa doğru gittiklerinin ilanından başka bir şey değildir.
Gün Zileli
17 Nisan 2017
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Bu yaziyi yazamadan once referandum rakamlarina bir baksaydiniz keske. Mesela http://referandum.ntv.com.tr
“YSK, ülke dışında kullanılmış mühürsüz zarfları geçersiz sayarken”
Yurtdisi gecersiz oy: 1,338 adet
Yaziyla: Bin ucyuz otuz sekiz adet.
Bu mudur sizin arguman bina etmege calistiniz rakam?
“Bırakın milyonda biri, aşağı yukarı her sandıktan nasıl olmuşsa üçer beşer damgasız zarf çıkmıştır.”
Bayiliyorum sizin bu ‘-dir’, ‘tir’, ‘-dur’ veya ‘-tur’larla biten hukum cumlelerinize.
Bilmeyen de, sizin her sandikta gozlemci oldugunuzu ya da gozlemcilerle baglantiniz oldugunu sanacak.
Rakam vermis gibi yapip yuvarliyorsunuz.
Once mevcut rakamlara bakalim:
— Bu referandumda 174,456 sandikta oy kullanildi.
— Yurtici, gecerli oy: 48,934,116 adet.
— Tum referandumda ‘Evet’ler ile ‘Hayir’lar arasindaki fark: 1,379,934 adet.
Bu farki gidermek icin, her sandiktan cikan ‘evet’lerden en az 8 adedinin gecersiz sayilmasini gerekir.
Halbuki, siz, “aşağı yukarı her sandıktan nasıl olmuşsa üçer beşer damgasız zarf çıkmıştır” diyorsunuz.
‘Aşağı yukarı her sandık’ ne demektir, anlayan varsa beri gelsin.
O bir yana; ‘her sandik’ deseydiniz bile, ‘üçer beşer’ yetmiyor.
Kisacasi, en basit aritmetigi bile yapmadan, hile iddianizi tutarli bulmak mumkun degil.
Hileli Referandum Diktatorluge karsi, sanki normal bir Partiye karsi normal Parlementerist mucadele vermenin salakliginin ispatlandiginin ispatidir.
bu mücadele verilmeseydi bunu kanıtlamak da mümkün olmayacaktı.
Tabii, kime sandıklarda (iyice gözden uzak ve denetim dışı olanlarda) 50-60 oy çalınmış olabileceğini yazmayı unutmuşum. Çok zekisiniz anlamak için ama çok vicdanlı değilsiniz bence.
Fasist, Diktatoryal bir iktidarin sandikta yenilmesini beklemek.?
Öyle bir beklenti yok. Ancak sandıkta verilen mücadele rejimin yüzünü bugün olduğu gibi ortaya çıkarır ve rejim karşıtlarını ortak bir blokta, bir toplumsal muhalefet hareketinde bir araya getirebilir. Referanduma katılmak bu yüzden son derece hayırlı olmuştur.
mesele sudur: ikinci ve daha kapsamli bir Gezi ye ruhsal olarak hazirmidir muhalif kitleler. Ama sunlarda var bunlarda var bu eylemi BITIRTTIRELIM, bizimle çözüm sürecinde olan Iktidari kurtaralim(acikca söylediler bunu , biz kurtardik diye) bir egilim varmidir hala. Esme ruhuyla, yada Yenikapi ruhuyla hareket edebilecek KULLANISLI APTALLIK anlayisi varmidir hala?
Ey halkim ne yavsaksin, avrupada Yasar padisah ister padisahlikta yasamazsin, ulkende fasizmi secer avrupada sol partilere oy verirsin, ulkende papaz oldurur avrupada minare istersin haksizmi Avrupali fasistler, hadi turkiyede baski ver tirsar fasizme meyledersin ama avrupada neden fasizme meyledersin. ey benim Millet-i bi Idrak halkim.
…………….
Sağ popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi Türkiye’deki referandum sonuçlarına yönelik yaptığı açıklamada, Almanya’da yaşayan ve Evet oyu kullanan Türk vatandaşı seçmenlerin Türkiye’ye geri dönmeleri gerektiğini belirtti.
Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre açıklamayı yapan AfD merkez yönetim kurulu üyelerinden Alice Weidel, Almanya’daki Türk vatandaşı seçmenlerden çıkan Evet oyu oranlarının, Almanya’daki birçok Türkün topluma uyumu konusunda başarısızlık sağlandığının göstergesi olduğunu belirtti.
Weidel, “Erdoğan’ın beşinci kolu, belli ki daha fazla hoşlarına giden ve ait de oldukları Türkiye’ye dönsünler” şeklinde konuştu. AfD’li Weidel ayrıca söz konusu kişilerin Alman vatandaşlıklarını geri almanın da mantıklı olacağını sözlerine ekledi.
Weidel, vatandaşlığın ancak topluma yeterli düzeydeki bir uyumla mümkün olabileceğini ifade etti. Ancak bu şartın Evet oyu kullanan birinci, ikinci ve üçüncü nesil Türkler arasında söz konusu olmadığını belirtti.
AfD’li Weidel, ancak yeni memleketlerine ‘sadık olacaklarına yönelik şüphe bulunmayanların’ Alman vatandaşlığına geçebilmeleri gerektiğini savundu.
Türkiye’de 16 Nisan’da yapılan anayasa değişikliği referandumuna Almanya’daki Türk vatandaşı seçmenlerden büyük bir katılım oldu. Almanya’dan yaşayan Türk vatandaşı seçmenlerin Evet oyu yüzde 60’ın üzerinde bir orana ulaştı
Tesbitlerinizin çoğu doğru fakat, hileli de olsa, anahtarı aldılar. Artık yaptıkları her türlü baskıyı ve adaletsizlikler için hukuk da üretecekler. Bunun karşısında gibi görünen bloğun devam etme şansı var mı? Saadet Partisi, MHP’nin bir kısmı, BBP’nin bir kısmı, hatta AKP’li bile “hayır” oyu verenler sol muhaliflerle beraber bu tür bir mücadeleye gireceklerini düşünmüyorum şahsen. Büyük ihtimalle iktidar ilk iş olarak dini de kullanarak o kesimi yanına çekecek girişimlerde bulunacaktır. Bu da referandumda bir araya gelmiş farklı kesimlerin parçalanması demektir. Eğer iş seçimlere kaldıysa, bence bundan sonra hep sağ-muhafazakar kesimin adayları kazanacak ve Türkiye’yi elinde oynatacaktır. Yok eğer her türlü mücadele göze alınıyorsa, bu iç savaşı da göze almak demektir. Bu nedenle karamsar olmamak ve ümitli olmak bana çok gerçekçi gelmiyor doğrusu. Hileli de olsa, çok büyük bir fırsat kaçtı bence.
Esme Ruhuna, Yenikapi Ruhuna , Tayyip Erdogan Ataturkcu cizgiye geldi, Ruhuna sahip olan bir Muhalefet kime neye neden karsi oldugunu bilince cikarmismiki Diktatorlugu yenmeyi bekliyor.(yada gercekten istiyormu?)
Şimdi gördüm. Hiç hesapta olmayan ittifak önerileri başladı bile…
Altan Tan, “Tayyip Erdoğan’ın MHP’yle kurduğu ittifak çöktü. Ve yine enteresan bir durumdur ki sayın Tayyip Erdoğan’ı Kürtler kurtardı. Ve Tayyip Bey’in yeniden bir değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere olan bu vefa borcunu da ödemesi lazım.” dedi.
Altan Tan, kendisine yöneltilen “HDP Eşbaşkanları ve Milletvekilleri tutuklu olmasaydı bu sonuç değişir miydi?” sourunu ise “Değişirdi tabii. 500 600 bin oy yer değiştirdiği vakit bu tablo değişiyor. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğu vakit, Tayyip Bey’in MHP’yle bir ittifak değil, yine HDP’yle Kürtlerle, liberallerle, Türkiye’deki sosyal demokratlarla demokratk bir Türkiye yönünde adım atması lazım.” ifadeleriyle yanıtladı.
“Tabii, kime sandıklarda (iyice gözden uzak ve denetim dışı olanlarda) 50-60 oy çalınmış olabileceğini yazmayı unutmuşum.”
Yani, simdi de, 22,998 sandikta 60’ar adet, ya da 27,598 sandikta 50’ser adet ‘evet’ oyunun iptal edilmesinin gerektigini iddia ediyorsunuz.
Baska bir deyisle, sandiklarin yuzde 13 ila yuzde 16 kadarinda, kimsenin haberi olmaksizin boyle buyuk capta hile yapilmis. Kimsenin de ruhu duymamis.
Bunu mu diyorsunuz?
“Çok zekisiniz anlamak için ama çok vicdanlı değilsiniz bence.”
Hakim/Yargic olsam, delilleri sizin yaptiginiz gibi olusturulmus her dosyanin reddini vicdanim emrederdi.
Bir Oda Tv klasigi, kürtlere mok atmadan laf edemez.
http://odatv.com/erdogan-bahceli-barzani-hudapar-yanyana-geldi-1704171200.html
“artık tek parti diktatörlüklerinin yerini, ‘seçime’ dayanan, görünüşte çok partili, fakat esasında tek partili rejimlerin almış olmasıdır. Bunun tipik örnekleri, Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye’ydi.”
ABD ve Ingiltere’yi sayMAmanizin ozel bir sebebi mi var?
Malum, her ikisi de, cook uzun zamandir hep ayni 2 parti tarafindan yonetiliyor.
Yoksa, onlar –uzun mazilerine ragmen– ‘tipik’ mi degiller?
“demokratik demagoji”
demokrasi idealisti zileli’nin fikir sefaleti ve zileli’den demokrasi masallari
zileli’nin yazisindan alinti:
“Globalleşme dönemi olarak tanımlanabilecek 21. Yüzyıl’da ise tipik olan, artık tek parti diktatörlüklerinin yerini, “seçime” dayanan, görünüşte çok partili, fakat esasında tek partili rejimlerin almış olmasıdır. Bunun tipik örnekleri, Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye’ydi. Evet, Türkiye, aşağı yukarı 15 yıldır seçimli bir tek parti rejimiyle yönetilmektedir.”
zileli, akp iktidarina kar$i “demokratik argümanlar” ariyor, bulamadigi icin gercekleri carpitarak; “demokratik demagoji” yaparak sözümona demokrasi cephesi in$a etmek istiyor.
1. serbest secimler, referandum vs. demokratik yönetimlerin olmazsa olmazidir.
akp’nin yönettigi türkiyede serbest secimler var mi var, var.
secimlerde oy calindi, hile yapildi vs. gibi iddialar ya da vakalar amerika gibi en geli$mi$ demokratik devlette de olan $eyler. yani iktidar mücadelesinin olagan görüntüleri.
2. zileli’nin demagojik bir dille iddia ettigi “görünü$te cok partili esasinda tek partili” dedigi meselenin özü nedir?
türkiyede akp iktidari, rusyada putin iktidarinin serbest secimlerde üst üste secilmeleri.
peki amerika ve avrupada durum farkli mi? degil.
örnek: helmut kohl almanyayi üc dönem yani 15-16 yil yönetti. yine bayan merkel üc dönemdir almanyayi yönetiyor.
yani demokrasilerde, bir parti secildigi müddetce iktidarda kalma hakkina sahiptir.
“ben yönetmekten/iktidardan biktim” ya da “acgözlü olmak istemiyorum, biraz da muhalefet yönetsin” diyen bir siyasi parti tarihte görülmemi$tir.
yalniz, ayni ki$inin ba$kanlik yapmasina sinirlama getiriliyor.
örnek, ABD de bildigim kadariyla bir ki$i iki dönem ba$kanlik yapabiliyor, ondan sonra yerini yeni bir adaya birakir, ama partisi secildigi müddetce iktidarda kalmaya devam eder.
yani real demokrasi budur, ve erdogan da putin de oyunu kurallarina göre oynuyorlar.
bunu begenmiyosan o zaman demokrasiyi bir ideal olarak görme yanli$indan vazgecip, demokrasi’yi bir “yönetme teknigi” olarak degerlendirmek lazim.
umut fakirin ekmegi: demokrasiden umudunuzu kesmeyin
zileli’den mucizevi beklentiler ve vaatler
zileli’nin yazisindan alinti:
“Son referandumla getirilen rejim değişikliği, aslında sonuna yaklaşmakta olan bu seçimli tek parti rejimini, tek kişi diktatörlüğü yoluyla, yıkılmayacak şekilde tahkim etme girişimidir. Yani aslına bakacak olursak, Türkiye’deki seçimli tek parti rejimi son rejim değişikliği ile yıkılmamak için bir savunma savaşı vermiştir. O kadar zayıflamış bir rejimdir ki bu, kendini tahkim edebilmek için bile hileye başvurmak zorunda kalmıştır.”
zileli’nin burda vermek istedigi mesaj nedir: cikmayan candan umut kesilmez; “demokratik umudunuzu” kaybetmeyin; iktidar yikildi yikilacak.
zileli’nin kendi yazdiklarina kendisinin bile inanmadigini $urdan anlayabiliriz: “tahkim etmek” demek, kuvvetlendirmek, saglamla$tirmak demektir.
kendini bir $ekilde tahkim etmi$ bir iktidardan “yikildi yikilacak” $eklinde bahsetmek, ki zileli’nin önceki yazilarina bakin, bunu yillardir yapiyor, hem kendini hem okuyucularini kandirmaktir; ümit etmek, dilek dilemek gibi bir$eydir.
ümit etmek, dilek dilemek devrimci/anar$ist bir perspektif olabilir mi?
zileli’nin davrani$i $una benziyor: aci da olsa, var olan bir gercekligi önce idrak edip, sonra atilacak adimlari dü$ünmek yerine, “aci gercegi” bir türlü kabul etmemek, idrak etmek istememek: “allahim bir mucize olsa da $u islami rejimden kurtulsak”
“Ruhu duymamış”. Evet, bu o kadar da zor değil. Bakın dün doğrudan tanık olduğum bir olayı anlatayım. İki mühürsüz oy ihtilaf konusu olduğu için sona bırakılmıştı. Sandığın sonucu alındı. 154 Hayır, 61 evet çıkmıştı. ” mühürsüz zarf üzerine bir tartışma çıktı. YSK’dan gelen cevap geçerli olacakları yönündeydi. İki zarf da orada açıldı ve ikisinden de evet çıktı. Daha sonra bu sandıkta görevli olan arkadaşa sordum. Söyledikleri şunlar: “Bu olanaksız. Biz bütün zarfları mühürlemiştik ve zarfları oy kullanmaya gelenlere verirken özellikle dikkat ediyorduk mühürlü olmalarına. Bu iki mühürsüz nereden çıktı anlamadım.”
Buyrun “yargıç bey”!
Güçlü olan bir şey tahkim edilmez, zayıf olan veya zayıflayan bir şey tahkim edilir.
Veya zayıflamasa bile kendisinden daha güçlü bir varlığın tehdidi altında hissedilirse tahkim edilir.
Referandum hadisesinden sonra, Gezi parkı ayaklanmalarına benzer ayaklanmalar olur mu?
Bence olmaz.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, 10 Ekim 2015 Ankara Garı önündeki IŞİD saldırısından sonra, protesto yürüyüşleri azaldı, varsa bile tek tük var, kısa süreli ve katılan insan sayısı Gezi günlerindeki kadar çok değil.
Sanırım, canlı bomba saldırılarından ve yılbaşındaki Reina katliamından sonra insanlar herhangi bir şeyi protesto etmek için toplu halde sokaklara dökülmekten ister istemez korkar hale geldiler.
Bir de, 15 Temmuz darbe girişiminde at izi ile it izi birbirine karıştığından, Gezi zamanında sokaklara dökülenler kullanılmışlık veya kandırılmışlık hissi de yaşıyor olabilir: “Acaba Fethullah Gülen cemaatinin elemanları, sosyal medyadaki örgütlenmeleri ile 2013 Haziran Gezi protestolarının akışına da şekil vermiş olabilirler mi? Sonuçta, TSK’deki personel atama birimlerindeki başkanlıkların neredeyse hepsini, muhabere (haberleşme) birimlerini ele geçirecek kadar yayılmış olduklarından, sosyal medya yolu ile Gezi protestolarını niçin yönlendirmiş olmasınlar? Böyle bir ihtimal var.” diye şüphelenen kişi sayısı çok.
Bizler burada kendi aramızda konuşuyoruz ama kullanılmışlık hissi ve korkunun insanları gittikçe çekimser hale getirdiğini, yılgınlıga sürüklediğini, boşvermişliğe hapsettiğini göz ardı ediyoruz sanki, ne dersiniz?
ba$kanlik sistemi: türk usulü yönetim bicimi; milli demokrasi
zileli’nin nolu cevabina cevaben:
akp, referandum ve ba$kanlik secimi ile zayiflami$ olan iktidarini tahkim etmedi. peki olan biteni nasil aciklayacagiz?
cevap: akp, kemalist ordunun/generallerin di$lerini cekip iktidarini saglama aldiktan sonra, t. erdogan’nin deyimiyle, 2000’li yillardan itibaren “ustalik dönemi”ne gecti.
“ustalik dönemi” ne demek?
cevap: hedef büyütmek demektir; islami devlet iktidarinin kafasinda plandigi “rejim degi$ikligi”ni gercekle$tirmesi demektir; kisacasi kadayifin alti kizardi mercümek firina verildi.
ba$kanlik sistemi ise, islami rejimin türk devleti ve toplumu icin uygun buldugu türk usulü milli yönetim teknigini; milli demokrasi bicimini hem parlamento hem de halkin onayindan gecirip anayasaya koymasi anlamina geliyor.
hem parlamentonun hem de halkin onayini almi$ bir ba$kanlik sistemi bir degil hem de iki kere “demokratiktir”.
bundan dolayi, akp iktidarini demokratik argümanlarla ele$tirenler ister istemez celi$kili, demagojik bir söyleme ba$vurmak zorunda kaliyorlar.
her$ey bir yana, erdogan’in deyimiyle “ati alan üsküdari” gecti.
zileli gibi demokrasi idealistlerinin ve bati demokrasisi hayranlarinin demokrasiye umutla baglanmalari ve demokratik bir mucize beklemeleriyle, dindar bir insanin tanrisal bir mucize beklemeleri arasinda bir fark göremiyorum ben.
Ülkenin durumuna Gün bey kadar iyimser bakamıyorum ama sivil itaatsizliğin büyütülmesi konusunda kesinlikle katılıyorum. Elimizde kansız, risksiz, son derece etkili ve tamamen yasalara uygun (hatta kapitalist bir sistemde asla hukuksuz kılınamayacak) bir silah var: ekonomik boykot. İnsanca yaşamak isteyen herkese düşman haline gelmiş bir devlet mekanizmasını beslememek, ister umutlu ister umutsuz olun, bana göre ahlaki bir görev.
Kendimden bahsedeyim: devletin gerçek yüzünü gördüğüm Gezi günlerinden beri bu tarz bir boykot içindeyim. Mükemmel bir şekilde uygulayamıyorum maalesef ama elimden geleni yapıyorum. İnternet üzerinden yurtdışındaki müşterilerle freelance olarak çalışıp para kazanıyorum, kazandığım para üzerinden tek kuruş vergi ödemiyorum, genellikle de istediğim saatte çalışabiliyorum. Öyle deli paralar kazanmıyorum ama sabah 9 akşam 5 trafikte ruhumu tüketmek zorunda olmamak bile herşeye değer, ayrıca fazlasıyla da yetiyor. Son derece basit yaşıyorum, aslında lüks olan şeylerin birçok insan için ihtiyaç haline geldiğini fark ediyorsunuz, onları eleyince gerçek ihtiyaçlar kalıyor. Romantik olmak için falan yazmıyorum, hayattaki en güzel şeyler bedava. Ama bunu anlamak için bir tür “tüketim orucu” tutmanız gerekiyor. Bunu yapınca zaten önceden severek yaptığınızı zannettiğiniz şeylere aslında bağımlı hale gelmiş olduğunuzu anlıyorsunuz. Kurtulmak için sabretmek gerekiyor.
En temel haklarımızın bir bir elimizden kayıp gittiğinin farkında olan herkesi ekonomik boyuta çağırıyorum. İnanın ki tahmin ettiğiniz kadar zor değil. Ayrıca bir-iki sene içinde korkunç bir ekonomik krizin geliyor olduğu artık ortada, sırf bundan etkilenmemek için bile boykota hemen başlamalısınız. Bu sistemin insafına mahkum olmamak için öğrenmeniz gereken herşey İnternette, yalnızca birkaç tık uzağınızda.
Türkiye’nin yeni nesil İslamcı entelektüellerinden, yaşı da epey genç Selahattin Yusuf adlı bir romancı var.
1990’ların sonu 2000’lerin başında Haşmet Babaoğlu’nun medyadaki popülerliği ne idiyse, Selahattin Yusuf da şimdiki İslamcı medyanın popülerlerinden. (Hoş, Haşmet, Sabah gazetesine geçtiğinden beri İslamcı çevreyle raks ederek, Fazıl Say’ın piyano dinletilerini unutmayı istiyor şimdi. Artık, Nebil Özgentürk, Sunay Akın ve Hıncal Uluç’la aynı yolun yolcusu değil Haşmet.)
Referandumdan sonra neler demiş diye twitterına girdim, şunları yazmış, bir an şaşırdım Necip’le aynı evde yaşıyor olabilirler mi, Necip belki Balkan oligarşisinin çektirdiği çileleri, Mustafa Akdağ’ın kitaplarını inisiyasyon ediyordur Selahattin’e:
1. Bütün politbürolar dağıtılsın! İktidar yeniden narodniklere devredilsin.
2. Hiçbir zihinsel yeterliliği, kabiliyeti, muhakemesi olmayan, medya pozu verme yeteneği yüksek insan yükünün ayıklanması gerekiyor artık.
3. Anadolu’nun derinliklerini kavrayıp Türkiye’nin gövdesine, cesametine gıda olarak taşıyamayan her atıl insan, namusuyla geri çekilmeli artık
4. Milyonlarca yoksul, tarihsel mağdur insanın gözlerinin ta derinliklerine bakmayı bilmeyen, dertten anlamayan herkes geri çekilmeli artık
5. Bu hareketin içine, çantasında kule, pozisyon, ün, inşaat, rant, haram vs ile gelen herkes geri çekilmeli artık.
6. Kendini zihnen emekli hisseden, enerjisini yitirmiş, kahvehaneye gidecekken bu hareketin içine gelmiş herkes geri çekilmeli artık.
7. Bu harekete bir tür “kendi kendini ödeyen gayrimenkul” muamelesi çeken, atıl, kârcı, hesapçı, katkıdan uzak herkes geri çekilmeli artık.
8. Bu hareketi Türkiye’nin geleceği için taze bir nabız olarak gören, samimi, her görüşten aklı başında insan, taş üstüne taş koymalı artık.
9. Kötülüğü bertaraf etmenin en iyi yolu, onu ondan daha büyük bir iyilikle kavramak, kuşatmaktır. Bunu bilmeyenler geri çekilmeli hemen.
10. Karanlıkta halkın tercihini sokaklarda kıstırıp boğabilir miyiz diye gezinen zavallılar var. Bu gece uyurken avuçlarını yalayacaklar!
11. Darbeyi 67 günde anlayıp 6 ay sonra destekliyoruz demiş bir AB’nin, referandumu saatler sonra anlayıp desteklemiyoruz demesi beni şaşırtmadı
https://twitter.com/selyusuf/
kimsenin umudunu yikmak veya demoralize kesinlikle amacim degil!
bundan sonra daha ne yapila bilir?
nasil bir mücadeleye gitilecek?
dünkü referandum gösterdi ki secimle bu kisiler gitmeyecektir!!!
adil ve acik bir secim ortami yok manipulasyön net ortada nasil secim kazana bileceksin?
ah yurdum vah yurdum…….
islami fasizime bu ülke nasil teslim edildi ve önemlisi kimler tarafindan!
bunu halk bilsin ve ögrensin,türkiye 2011 sonrasi bir kaos ortaminda tutuluyor halk nefes alamiyor bundan bu kisiler güc aliyor.
siz merkez sag secmeni türkiye bu hale getirtiniz! klasik bir merkez sag secmen klasigi yasaniliyor dünyada bunun ögreni cok.elbette kapitalist davranis da diyebiliriz sermaye hep oppurtunist davranir merkez sag bunu hep yapar.
son sözüm: fasizime gecit yok!
içinde demokrasi övgüsü geçen bir cümlemi örnek olarak vermenizi rica edeceğim.
Hülagü bey,
Ekonomik boykot diyorsunuz da, kusra bakmayın lütfen, parasal yönden çok zengin bir ülke miyiz sizce?
Millet aç.
Zaten üç kuruşluk para ile zor geçinen insanlar, ağzına bir lokma ekmek koyabileceği parayı bulmak da bile zorlanan insanlar, hangi “ekonomik boykot”u yapacaklar? Ölüm orucuna mı başlayacaklar?
Şunu da ekleyeyim, eğer siz “emekli maaşı” alan bir vatandaşsanız, lütfen çözümlerinizi kendinize saklayın. (Eğer emekliyseniz) sizin aldığınız maaşı rüyasında bile göremeyen milyonlar var bu ülkede.
Gün bey geçen yazılarından birinde aylık 1,500 TL’yi zar zor kazanabildiğini söylemişti. Daha neyin boykotunu yapacak Gün bey gibi milyonlarcası bu ülkede. Elektrik, su, doğalgaz faturası, gıda harcamaları, ulaşım harcamaları, sigara, cep telefonu faturası…
Ekonomik boykot demek herhalde ölüm orucu demekle aynı şey olur Türkiye’nin ekonomisinde.
17 Nisan itibariyla anayasal demokratik laik duzeni yikma sucu, DE Facto De Jure , ortadan kalkmistir. Kim kimi ne icin suclayacak.Ilimli muhalefetin,provakasyon edebiyatcilarinin, istikrar tapinicilarinin tum renklerine ilan olunur.
Bence hayir da kazanmis olsaydi ezilen Türkiye halklarina karsi olan islamo-fasist baski da herhangi bir degisiklik olmayacakti, seksen milyon nufusu olan Türkiye de, elle tutulur bir muhalefetin olusturulamamasi ve kendisine muhalefet im diyen chp ve o nun gibi partilerin hayir kampanyasi yaparken fasizan ve milliyetçi argumanlar kullanmasi, Türkiye cografyasinda yasayan degisik etnik ve inanç farkliliklari olan insanlarin birbirine dusman olmasini saglamaktan baska bir etkisi olmamaktadir, dolayisi ile bu evet hayir komedisini bir tarafa birakip bu fasist diktatorluge karsi nasil orgutlenebiliriz sorusuna kafa yormamiz gerekiyor.
Oyları kimin verdiği değil, kimin nasıl saydığı önemlidir.
Josef Stalin
zileli’den alinti:
“içinde demokrasi övgüsü geçen bir cümlemi örnek olarak vermenizi rica edeceğim.”
benim cevabim: icinde batinin, ABD ve AB’nin demokrasisini, kapitalizmini, aktüel emperyalist politikalarini ele$tiren, te$hir eden bir cümlenizi örnek olarak vermenizi rica edecegim.
benim $öyle bir cümle -icinde sosyalizm/komünizm övgüsü gecen bir cümlemi örnek olarak vermenizi rica edecegim- kurmam ne kadar abes ise zileli’nin yukarda ki cümlesi de o derece abestir.
benim kapitalist sisteme yaptigim ele$tiriler nasil ki ismini anmasam da marxist bir devrim’e i$aret ediyorsa, zileli’nin yazdiklarinin sürekli olarak demokrasiy’e i$aret ettigini, zileli’nin bikmadan usanmadan kemalistler gibi “muassir medeniyeti” ula$ilmasi gereken asil hedef olarak ima ettigini anlamak zor degil.
zileli, ya kendisi neyi savundugunu gercekten farkinda degil, ki bu zayif bir ihtimal, ya da kendini cok uyanik kar$idakini siyaset cahili saniyor.
zileli’nin sürekli olarak tek parti, tek adam yönetimini bütün kötülüklerin, sorunlarin kaynagi olarak gösterip, bunun alternatifi olarakta cok partili, parlamenter rejimleri ideal alternatifler olarak dogrudan ya da dolayli gösterdigini anlamak icin siyaset profesörü olmak gerekmiyor.
zileli’nin yazilarinda ki ana mesaj: “beni ve toplumu hep ayni parti ve hep ayni $ahis yönetirse, bu benim zoruma gider, fakat beni ve toplumu güden cobanlar periyodik olarak degi$irse ve bu cobanlar tek bir partiye degil de farkli partilere mensup olurlarsa sorun yok”.
bu dü$üncenin batinin cok partili parlamenter rejimini tarif ettigini, yani gidasini demokrasi kültüründen aldigini anlamak icin cin olmak gerekmiyor.
dikkat edilirse, demokrasiyi idealize eden bu düsünce, yöneten-yönetilen, kumanda edilen-kumanda eden hiyerar$ik güc ili$kisini sorgulamiyor ve red etmiyor.
bunun kar$iliginda benim yorumlarimda defalarca yazdigim ve zileli’nin i$ine gelmedigi icin kesinlikle dikkate almadigi ele$tirilerim $öyleydi:
türkiyede basit bir hükümet kavgasi degil rejim kavgasi; devletin programinda köklü degi$iklik sözkonusu oldugu icin türkiyeyi ayri degerlendirmek lazim.
fakat örnek, ABD’yi ezelden beridir cumhuriyetci ve demokrat parti sirasiyla yönetirler.
amerika devletinin kapitalist devlet programi, emperyalist di$ politikasi üc a$agi be$ yukari bellidir.
bundan dolayi, ABD’yi, ufak tefek, dönemsel/konjöktürel degi$iklikler di$inda, demokratlar mi, cumhuriyetciler mi yönetmis, pek fark etmez.
hele hele de, amerikali siradan bir vatanda$ icin devleti ve toplumu cumhuriyetciler mi, demokratlar mi yönetmi$, hic bir$ey farketmez.
ABD’yi iki parti degil de sürekli olarak tek parti, sözü gecen iki partiden birisi yönetse, siradan bir amerikalinin hayatinda ne degi$ir?
amerika’da en cok iki dönem ba$kanlik yapma kurali olmasaydi ve obama tekrar secilseydi, bu, siradan bir amerikali vatanda$in hayatinda neyi degi$tirirdi?
son secimlerde trump degil de bayan clinton secilseydi, amerikali siradan bir vatanda$in hayatinda ne degi$irdi?
zileli, bu sitede yillardir bbc ve cnn’nin soguk sava$ döneminden kalma anti-komünizm propagandasinin borazanligini yapiyor, bunu yaparken de batinin “muassir medeniyetini” insanligin ula$ip ula$acagi en yüksek mertebe olarak görüyor. bunu da “kültüralizm” teorileriyle dile getiriyor.
zileli’ye, demokrasinin parlayan yildizi ABD’nin en cok atom, nükleer, biyolojik, teknolojik silahlara sahip olmasini ve yine bu devletin dünyada atom bombasini kullanmi$ ilk ve tek devlet olmasini nasil aciklarsiniz, diye sorsam, acaba cevabi ne olur?
ayni ABD’nin dünyaya $eriflik yaptigini, diger devletlere atom silahi yapma yasagi koydugunu, esad rejimine güya sarin gazi kullandi diye bilmem kac tane füze firlattigini, tüm bunlarin nedense bati demokrasisine ve “ileri” kültürüne yine de hic halel getirmedigini, toz kondurmadigini söylesem ve zileli’ye anti-komünizm ve anti-akp propagandasina ara verip birde bu konularda biraz yazmasini söylesem…
Faşizm geliyorsa nasıl yaşamalı?
Yale Üniversitesi’den Prof. Timothy D. Snyder’in öğütleri
Yale Üniversitesi’nde Holokost (Yahudi Soykırımı) çalışmaları yürüten Profesör Timothy Synder’in faşizm koşullarına göre nasıl yaşanması gerektiğini anlattığı öğütleri…
(Çeviren – Derleyen: Prof. Zeynep Direk – İstanbul Üniversitesi)
1. Öğüt
Otoriterliğin gücünün büyük bir kısmı bizim ona kazandırdığımız bir güçtür: Şimdilerde yaşadığımıza benzer zamanlarda, baskıcı bir hükümetin uygulamaları yüzünden zarar görmekten çekinen insanlar o hükümetin kendilerinden daha neler isteyebileceğini düşünürler. Hükümet bunları talep etmeyi henüz aklına getirmemiş olabileceği veya göze alamadığı halde, insanlar kendilerine uygulanacağını hayal ettikleri baskıya göre hareket etmeye başlarlar.
Öngörüye bağlı itaat, hükümete halka daha fazla ne yapılabileceğini işaret eder ve özgürlüğün kaybını hızlandırır.
Bunu şimdiye kadar yapmış olabilirsiniz, bundan sonra yapmamaya dikkat edin.
2. Öğüt
Elde kalan kurumları savun. Savunulacak kurum bir gazete, bir okul, bir üniversite, bir sivil toplum örgütü, bir dergi, bir sanat kurumu, bir dernek olabilir. O kurumlarda etkin olmaya çalış, hiç olmazsa varlığını hissettir. Bir davayı takip et. Bir gazeteyi satın alarak yaşat. Biz kurumları sahiplenmezsek, onlar için ve onlar adına harekete geçmezsek kurumlar hiçbir zaman bizim olmazlar. Kurumlar kendi kendilerini savunamazlar. Baştan beri sahiplenilip savunulmazlarsa faşizm geldiğinde kurumlar domino taşları gibi düşerler.
Ek: Başkalarıyla mutlu hayat ancak adil kurumlar varsa mümkündür diyor Paul Ricoeur. Kendi hayatına çekilmek, kendini toplumsal olayların akışına teslim etmek sana mutluluk getirmez, çünkü kurumsal adaletin olmadığı yerde mutluluk da yoktur. Mutluluk içte yaşanan bireysel bir ruh haline indirgenemez.
3. Öğüt
“Faşizm koşullarında en büyük devrimcilik, işini iyi yapmaktır.” (W. Benjamin)
Faşist rejimlerde devlet liderleri kötü örnek oluştururlar: Onların muktedir kıldığı bazı kişilerin artık yasaya uymama özgürlüğü vardır. Bazı kişilere, gruplara rant, talan, yalan özgürlüğü verilmiştir; zayıflara da sadece yalanlara inanma, katledilme, tecavüz edilme özgürlüğü kalmıştır.
Böyle zamanlarda, normal halde işler düzgün yürüdüğü için kullanılması pek gerekmeyen meslek ahlakı dilinizi hatırlayın. Meslek ahlakı, adil pratiği savunmaya yarar. Avukatlar işini iyi yaparsa, yargıçlar işini iyi yaparsa bir hukuk devletini yıkmak zorlaşır. Bu diğer kurumlar için de geçerli. Kurumlar insanlar sayesinde vardır. Meslek ahlakı, muktedirin sizden yapmanızı talep ettiği yanlış işleri niye yapamayacağınızı gerekçelendirmeye yarar.
4. Öğüt
Politikacıları dinlerken bazı kelimeleri nasıl kullandıklarına dikkat edin. Bu kelimeleri sorgulamayı öğrenin. “Terörist”, “vatan haini” gibi kelimeler çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. “Olağanüstü hal”, “aciliyet” gibi çok önemli kavramları duyduğunuzda uyumayın.
Olağanüstü halde hükümet yetkililerine göre terör, devletin bekasına karşı olduğuna hükmettikleri tutumların bütünüdür. Küçük bir çocuğun yaptığı yaramazlık, mini etekli bir kadın, öpüşen eşcinsel bir çift, bir popstarın bir mitinge katılma davetini geri çevirmesi, facebook’ta bir haber sitesinde çıkmış bir haberi paylaşmak, barış için verilen bir imza, bir gazeteyi okumak, sembolik dayanışma eylemleri terör ile yan yana getirilebilir. Terör unsuru olarak algılanan şeyler yeri geldiğinde taş, sopa, flama veya bir baret dahi olabilir.
Peki, gerçekte terör nedir? Terörist diye kime denir? Teröristlerin amacı veya hedefi nedir?Terör kelime anlamıyla herhangi bir amaç uğruna, konu ile ilgisi olmayan bireylere yöneltilmiş şiddet eylemlerinin bütünüdür. Terörist siyasal davasını kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak davranışlarda bulunan, eylemler yapan kimsedir. Politikacılar, gazeteciler, yazarlar terörist değildirler.
Yurtsever dil kullanılarak şiddete başvurmayan insanların “terörist” olarak adlandırılıp dışlanmasına veya cezalandırılmasına öfkelenin, öfkenizi uygun bir dille ifade edin.
5. Öğüt
Akıl almaz şeylerle karşılaştığında, örneğin ülkede bir yerde bir canlı bomba patlayıp yüz kişi öldüğünde veya başka bir terör eylemi gerçekleştiğinde sakin ol ve şunu hatırla: tüm otoriter rejimler, iktidarlarını daha da sağlamlaştırmak için böyle saldırılara gerek duyarlar, sivillerin zarar gördüğü böyle olaylara göz yumar, kışkırtır, hatta planlar ve gerçekleştirirler. Bu olaylara tanık olan insanlar korkacak, endişeyle yaşayacak, hayatlarını daraltacak, özgürlüklerini daha az talep edecek, kendiliğinden hareket etme güçlerini, bir araya gelme isteklerini kaybedeceklerdir. Bu duygulara kapılan bir halkın, güvenlik gerekçesiyle özgürlükleri elinden alınsa bile güçlü bir lideri destekleme eğilimi artar. Reichstag yangınını düşün. Hitler bu olayı bahane ederek güçler ayrımını ve dengesini ortadan kaldırmış, çok partili siyasal hayatı sona erdirmiştir. Bu eski bir oyundur, bu oyuna gelme.
6. Öğüt
Dile özen göster. Herkesin kullandığı cümleleri kullanmaktan kaçın. Herkesin söylediği bir şeyi söyleyeceksen bile onu nasıl söyleyeceğine kafa yor. Sadece ne dediğin önemli değil, nasıl dediğin de çok önemlidir. Faşizme karşı mücadele faşistlerin kullandığı dili kullanarak yapılamaz. Düşünen, kavramaya çalışan, kavramsallaştıran, sorgulayan, şüphe eden, ötekini dinleyen, duyan, hisseden, hatta konuşturan bir söyleme biçimi edinmeye çalış. Toplumsal olaylar karşısında kitlelerin kapıldığı heyecan, hiçbir ‘şok’ seni bu dilden vazgeçiremesin. Tepki dilini o anda kuramıyorsan tepki verme, daha sonra konuş.
Küfretme: küfrün kadın nefreti, cinsiyet temelli nefret söylemi, erkek iktidarını güçlendiren bir dil olduğunu aklında tut. Küfür, öfkesinin sebeblerini açıklayacak kadar düşünmeye ve konuşmaya vakti olmayanların çaresizliğidir. Lümpen faşistler böyle konuşur. Öfke dilini kullan, öfkeni ifade et, fakat bunu yaparken düşünmeyi bırakma.
Yatmadan önce internete girme. Elektronik aletlerini yatak odası dışında bir yerde şarj et ve oku. Bunun sebebi şu: Sadece sosyal medya okumamalısın. Düşünce dilini inceltmek, geliştirmek için kitap okumalısın. Yaşadıklarımızı daha iyi düşünmek için ne okumalı? Belki Václav Havel’in Güçsüzlerin Gücü’nü, George Orwell’in 1984’ünü, Czesław Milosz’un Tutsak Edilmiş Akıl’ını, Albert Camus’nün Başkaldıran İnsan’ını, Hannah Arendt’ın Totalitarizmin Kaynakları’nı ya da Peter Pomerantsev’in Hiçbir Şey Doğru Değil ve Herşey Mümkün’ünü.
7. Öğüt
İtiraz et. Birileri etmeli. Doğruyu söyle. Birileri doğruyu söylemeyi göze almalı. Bu senin karakterin için de önemli. Ne fazla gözü kara ol ne de çok korkak biri: Cesaret söyleyeceklerini doğru zamanda, uygun bir dille söyleyerek iki uçtan kaçınıp ortayı düşünerek bulmaya denir. Elbette hiçbirimiz kendimizi kolayca ele vermemeli, hapse girmemeye çalışmalıyız. Ama biz bile konuştuğumuz için hapse giriyorsak dışarısı içerisinden çok daha kötü hale gelmiş demektir. İnsan cesurca konuşa konuşa cesur biri olur. Bunu yapamazsak, yavaş yavaş yalanların içinde kendimizi de kaybederiz. Zamanla bizden eser kalmaz. En büyük kayıp hakikatin kaybı, kendiliğin kaybıdır.
Sözde ve davranışta etrafa uyum sağlayarak, sürüden biri gibi davranmaktan vazgeç. Çoğumuza çocukken öne çıkmamayı, göze batmamayı, böylece daha az zarar göreceğimizi öğretmişlerdir. Şimdi farklı bir şey yapmak ya da söylemek insana kendisini garip hissettirebilir. Çoğunluk susarken konuşmak seni tedirgin edebilir. Fakat zaten artık herkes tedirgin değil mi? Tedirginlikle yaşamayı başarıyorsak biraz daha tedirgin olmayı göze alabiliriz.
Aslında içinde bulunduğumuz şartlarda, bu huzursuzluk olmadan özgürlük mümkün değil. Sen bir örnek oluşturduğunda, sessiz çoğunluktan olmanın efsunu ortadan kalkar, korku eşiği daha kolay aşılır, diğerleri de seni takip edip itiraz etmeye başlayacaktır.
8. Öğüt
Doğru ile yanlışın birbirinden ayırt edilebileceğine, gerçeği bulabileceğimize ve doğruyu söyleyebileceğimize inan.
Gerçeğe ulaşma çabanda seni yoran, umutsuzluğa kaptıran, hakikat arayışından vazgeçmene sebep olabilecek bir bilgi kirliliği, siyasi çarpıtma, algı operasyonu, savaş propagandası var. Ülkede medya iktidarın söyleminin dışına çıkamıyor. Farklı düşünen gazetecilerin çoğu hapiste. Gerçeğe savaş açılmış sanki.
Medyaya bakarak savaş bölgelerinde ne olduğuna karar vermek zor. O bölgede çıkarları olan veya bilfiil savaşan devletler kendi amaçları doğrultusunda açıklamalar yapmaktalar. Sivil halktan kişiler kendi deneyimlerini aktarmaya çalıştıklarında onlar da, terörist olmakla suçlanıyor. Sosyal medyada muktedirlerin binlerce trolü dolaşıyor, sırf söyleme aykırı deneyimlerin bize iletilmesini engellesinler, biz gerçeğe ulaşamayalım diye.
Faşizmde yalanın toplumsal olarak örgütlendiğine tanıklık ederiz. Halkın bir kısmının bunu fark ettiğini, kabul ettiğini ve artık hakikatle, gerçekle, olgularla ilgilenmemeye başladığını hissederiz. Normal zamanlarda ahlaksızlık olarak görülen edimler artık kanıksanmaktadır. Muktedirin topluma söyledikleri yalanların, çelişkilerin, tutarsızlıkların, saçmalıkların artık önemi yoktur. Kitleler güçten yana olmayı varoluşunun koşulu gibi görmektedir.
Bu durumda sana da çeşitli söylemler arasında dolaşmak, farklı söylemleri, sözleri, yazıları birbiriyle karşılaştırarak hakikate ulaşmaya çabalamak kalmıştır. Her okuduğuna inanmaman, bağlamı gözden kaçırmaman, satır aralarını okuman, safsataları ayırt etmen, yapılan konuşmaların performatif boyutunu gözden kaçırmaman gerekir.
Dil gerçekliği şekillendiriyor elbette ve bunu yapmaya aday birden fazla dil var. Gerçeğe ulaşma çabanda başkalarının somut deneyimlerine, yaşananın diline öncelik vermeyi ilke edin. Tanıklıkları dinle.
Olgular çıplak değilse bile olgular yoksa özgürlük de yoktur. Eğer hiçbir şey doğru değilse iktidarı da kimse eleştiremez, çünkü eleştirinin bir zemini yoktur. Hiçbir şey gerçek değilse, herşey gösteriden ibarettir. Parası olan düdüğü çalıyor demektir.
“Evet, bu o kadar da zor değil. Bakın dün doğrudan tanık olduğum bir olayı anlatayım. İki mühürsüz oy ihtilaf konusu olduğu için sona bırakılmıştı. Sandığın sonucu alındı. 154 Hayır, 61 evet çıkmıştı.”
Bu anekdotta, sandiktan toplam 215 gecerli oy cikmis.
Gene rakamlara donersek:
– Bu referandumda 174,456 sandikta oy kullanildi.
– Yurtici, gecerli oy: 48,934,116 adet.
Buradan, her sandikta, ortalama 280.5 (yani, 280 veya 281) gecerli oyun kullanilmis oldugunu buluruz.
Siz, en son yaptiginiz duzeltme ile, her sandikta 50-60 oyun hile ile ‘evet’lere yazildigini soyluyorsunuz.
Eger her sandigin basindaki gozlemcilerin tamami su katilmamis moron degilse, ya da hepsi tek tek satinalinmis degilse, boyle bir seyin yapilmasi mumkun degil –hayatin dogal akisina uygun degil.
174,456 sandiktan en az birisinde, bir gozlemci bunu farkedip tutanak altina alirdi.
Boyle bir seyin vaki olduguna dair hic kimse bir sey demiyor –siz haric.
Bu durumda, bir adet anekdotla, ‘zor degil’ demekle bir yere varamayiz. Inandirici olamayiz.
Geriye, her zaman oldugu uzere, yenilgiye kilif aramak icin umutsuzca/caresizce verilen cabalara bir baska ornek daha kalir.
“bir an şaşırdım Necip’le aynı evde yaşıyor olabilirler mi”
Olay yerinden bildiriyorum 😉
Bizim evde (apartman dairesi) ben ve yengeniz haricinde bir duzineye yakin kediden baska kimse yok. Onlarin arasinda da Yusuf isimli birisi yok.
“İnsanca yaşamak isteyen herkese düşman haline gelmiş bir devlet mekanizmasını beslememek, ister umutlu ister umutsuz olun, bana göre ahlaki bir görev.”
Bu yazdiklarinizi okuyunca, ‘Devlet musluman degil; dolayisi ile, bu devlete vergi vermek de caiz degil’ diyen Islamcilardan cok farkiniz yok gibi geldi bana.
“İnternet üzerinden yurtdışındaki müşterilerle freelance olarak çalışıp para kazanıyorum, kazandığım para üzerinden tek kuruş vergi ödemiyorum”
Iyi.
Ama, ben yine de uyarmis olayim: Eger kazancinizi Turkiye’deki bankacilik sistemi uzerinden tahsil ediyorsaniz, odemediginiz gelir vergileriniz bir gun cezasi ile onunuze gelebilir.
Maliye’nin bunu yapmak yetkisi her zaman vardi zaten.
Kucuk mebaglara pek takmayislarinin nedeni, daha onceleri bu tur seyleri takip etmenin pahali olusu (attigi tas urkuttugu kusa degmemesi) idi.
Simdi oyle degil. Fazlasiyla bilgisayarlastilar. Basit bir sorgu ile, cok ucuz bir sekilde, sizi de tespit edebilirler.
Su siralarda, FETO vs’ye odaklandiklari icin, MASAK mesgul sayilir; ama, bu ne kadar surer bilemem.
Sizi incelemeye aldiklarinda takdir edecekleri cezanin ne olacagini kestirmek pek mumkun degil; ama, asil rahatsiz edici olan cezanin rakami olmayabilir: Iceleme surecini yasamak, her kurus icin hesap vermek zorunda kalmak, bunlarin yaratacagi endiseler vs., cok yipratici olur.
Benim onerim: Eger devam edecekseniz, elde ettiginiz gelirin asgari ucretin en cok 3 kati filani asmamasina dikkat edin. Yani, gozunuzu para burumesin. Boylece radara takilmak ihtimalinizi azaltabilirsiniz. Aksi halde, rus ruleti oynamis olursunuz.
[Not: Vergi/Hesap uzmani ya da maliye mufettisi degilim. Sadece, cevremde gorup duyduklarimdan yola cikarak yazdim bunlari.]
“En temel haklarımızın bir bir elimizden kayıp gittiğinin farkında olan herkesi ekonomik boyuta çağırıyorum.”
Bu ‘en temel haklar’a 3 adet ornek verebilir misiniz?
Bu konuda çok sayıda tutanak var. Hatta bazıları görüntülü de. Kendinize hayran olmayı bırakıp, biraz sağınıza solunuza bakarsanız görürsünüz.
Yenilgi yok ki kılıf arayalım. Gerçekte %54 olan Hayır oylarının sahte 2,5 milyon oyla %48.6’ya düşürülmesi var. Bize yardımcı olur musunuz lütfen: Nasıl oluyor da bu kadar çok sayıda zarf hem YSK, hem İSK, hem de Sandık kurulunun damgasından kurtuluyor? Böyle bir şey milyonda 1 oranında olsa bir şey demem. Ama toplam oyların %5’i oranında.
madeğm damgasız zarflar geçerli sayılacaktı, o kadar zahmete ne gerek vardı? Bir dakika geç kaldı diye gençleri sınava sokmayacak kadar kuralcı oylanlar nasıl oldu da bu kadar kritik bir konuda böylesine “kural takmaz” oluverdiler, izahı var mıo bunun?
yüzlerce örnek verebilirim. Bu sadece bir tanesi:
Birleşmiş Milletler’in kararı, batılı emperyalist bloğun (sonuçta devrimi bastırmak için) harekete geçtiğini gösteriyor. Bu durumda devrimin Kaddafi’den önce batılı emperyalistlerce sona erdirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu müdahale, Kaddafi’ye karşı devrimin haklılığını fiilen ortadan kaldırmış bulunuyor. Devrimci güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalist müdahalenin himayesine girmesi, devrimin yozlaştığının, hatta sona erdiğinin açık işareti olacaktır.
Read more: http://www.gunzileli.com/2011/03/19/devrimleri-bitirmenin-yollari%e2%80%a6/#ixzz4eZwcDdTZ
recep tayyip erdoğan
baş kan.
not: işbu entry’de herhangi bir yazım hatası yapılmamıştır.
https://eksisozluk.com/entry/67546605
“Bu konuda çok sayıda tutanak var. Hatta bazıları görüntülü de. Kendinize hayran olmayı bırakıp, biraz sağınıza solunuza bakarsanız görürsünüz.”
Boyle soylemek zorunda kaldigim icin uzgunum; ama, bence abesle ugrasiyorsunuz.
Ben, kac gun once buraya yazdigimda, bu referandumun bir ‘devlet karari’ oldugunu dusundugumu yazmistim. Hala daha da oyle oldugunu dusunuyorum.
Nitekim, surada [ http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/722923/CHP_den_YSK_ye_cagri__Ya_hileyi_duzeltin_ya_da_iptal_edin.html ] CHP Baskan Yardimcisi Bulent Tezcan da benzer seyler soyluyor.
Referandum yapilip bittikten sonra, tabii ki. Gunaydin.
Simdi, bu saatten sonra, ‘orada bir sandikta o olmustu, buradaki bu sandikta da bu olmustu’ diyerek bir yere varmak mumkun degil.
Degil, cunku referandumla ilgili tek itiraz mercii olan YSK hem her turlu datanin oldugu tek resmi merkez, hem de halen (gayr-i resmi olarak olsa da) sonucu ilan etmis durumda. 10 gun sonra da bunlari resmilestirecek.
Sonra ne olacak?
Eger CHP itirazlarinda israrci olursa, YSK ile kapismak zorunda kalacak. Her iddiasini tek tek ispatlamak zorunda kalacak –ama, tek tek her iddia ‘anekdotal’ da sayilabilcegi icin, cok mesakkatli bir ugrasi olacak, uzun bir surece yayilacak.
‘Fesih var mi, yok mu’ muhabbeti gibi, uzadikca kabak tadi veren, kimsenin de artik pek fazla onemsemeyecegi bir havanda su dovmek mesgalesine donecek.
‘AIHM’e gideriz’ filanlar da bos bence.
Gitseniz ve (cok uzak bir ihtimal olsa bile) AIHM sizi hakli bulsa dahi, ne olacak? En iyi ihtimalle, birkac sene sonra cikabilecek boyle bir karar ile referandum (butun sonuclariyla) iptal mi edilecek?
Sonucta bir siyasi mahkeme olan (benzer her mahkeme oyledir cunku) AIHM boyle bir kararin altina imza atabilir mi?
Mumkun degil. Cok olsa, karnindan konusarak bir seyler soyleyecek. Kimsenin de umurunda olmayacak.
En fazla, ‘her secimde bu tur seyler soylenir’ basligi altinda tozlu raflarda yerini alacak…
Butun bunlari bilmezmis gibi, bana, benim kendime hayran oldugumu soyluyorsunuz ya; ne diyeyim.
Sizdeki bu ayaklari yere basmayan idealizm bende olsa, keske, de, bir gece rahat uyusam. 🙂
“Bize yardımcı olur musunuz lütfen”
Malesef elimden birsey gelmez.
Cunku, kendisine faydasi olmayana baskasinin fayda etmesi cok mumkun degil.
Sunu demek istiyorum: Sizin sahsinizda –butun ‘muhalefet’leri dahil ederek– gozleme dayanarak olsuturdugum kanaat, iflah olmaz derecede tembel oldugunuz yonundedir.
Zihinzel tembellikten bahsediyorum.
Hep, sinavda caktiktan sonra, bir ‘beyaz atli prens(es) gelir de bizi kurtarir’ halet-i ruhiyesi icindesiniz.
Bu tur ‘deus ex machina’ beklemek aliskanligi, yani Bati’nin mudahil olup sizi –istemediginiz gelismelerden– siyirmasini beklemek eskiden anlamli olabilirdi; ama artik degil.
Bunu anlamak istemiyorsunuz. Davranislariniz hep bana bunu soyluyor.
Anlamak istemediginiz icin de, dersinizi calismak zorunda oldugunuzu kabul etmiyorsunuz.
Dersinizi calismiyorsunuz.
Siz dahil butun ‘muhalefet’in dersini calismadigina en bariz ornek bence bu referandumum bizzatihi kendisidir.
Yahu, hepi topu 18 madde degisecek.
Bu 18 maddeyi, harf be harf, okumak ve anlamak cok mu zor?
Anlamaktan kasdim, hem metni anlamak, hem de yansimalarini anlamak..
Ama, yok.
Okudugunuza bile emin degilim; ama, anlamadiginiza kesinlikle eminim.
[Isterseniz, neden –spesifik olarak referandum maddeleri konusunda– boyle dusundugumu bana ayrica sorabilirsiniz.]
Simdi cikmis, hersey olup bittikten sonra, herzamanki turden itirazlar dile getiriyorsunuz.
Gecmis olsun.
Ders çalışmayı oldum bittim hiç sevmemişimdir.
“Ders çalışmayı oldum bittim hiç sevmemişimdir.”
O asikar da, kopya cekerek de ancak bir yere kadar.. 😉
Bir de su var: Okul ile gercek hayatin farki, once sinav sonra ders almak gelir.
zileli’nin 23 nolu yoruma cevabi:
“yüzlerce örnek verebilirim. Bu sadece bir tanesi:
Birleşmiş Milletler’in kararı, batılı emperyalist bloğun (sonuçta devrimi bastırmak için) harekete geçtiğini gösteriyor. Bu durumda devrimin Kaddafi’den önce batılı emperyalistlerce sona erdirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu müdahale, Kaddafi’ye karşı devrimin haklılığını fiilen ortadan kaldırmış bulunuyor. Devrimci güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalist müdahalenin himayesine girmesi, devrimin yozlaştığının, hatta sona erdiğinin açık işareti olacaktır.”
yazinin tarihi 2011.
zileli’nin eski yazilarindan birini kanit olarak gösterecegini biliyordum, ondan dolayi özellikle “aktüel” kelimesini kullandim.
ben iki yildir bu siteyi takip ediyorum, ve bu iki yil icinde zileli’nin yazdigi yazilar icinde batinin demokrasisini, kapitalist ekonomisini, emperyalist di$ politikasini ele$tiren bir cümle orda kalsin, tam tersine, insanlarin ya$adiklari sorunlarin kaynagi sanki tek parti ve tek adam yönetimiymi$ gibi, sürekli olarak biktirircasina tek parti, tek adam/coban, diktatörlük vurgusu yapiliyor.
bütün sorunlarin kaynagini tek parti, tek adam yönetimine baglayan bir ele$tirinin gidasini cok partili, cok adamli/cobanli demokrasiden aldigini, böylesi bir ele$tirinin ayni zamanda demokrasi övgüsü/güzellemesi oldugunu anlamak zor degil.
zileli’nin yukarda yazdiklarinin yanli$ligina, tutarsizligina gelelim.
dikkat edilirse zileli de dahil, sol/sosyalist kesimde nerde bir grup toplansa, halk bir araya gelse, bu insanlar neyi, neden protesto ediyorlar, diye sorma ihtiyaci duymadan “hurra ya$asin devrim” deyip alki$liyorlar.
buna da “devrimcilik” diyorlar.
zileli’yi yukarda ki yanli$ $eyleri yazmaya iten fikri/dü$ünsel sefalet $udur:
1. mevcut düzene, iktidara isyan eden kim olursa olsun desteklenmeyi hak ediyor; dolayisiyla kaddafi rejimine isyan edenlerin bunu hangi nedenler ve hangi hedeflerle yaptiginin hicbir kiymeti yoktur; bu insanlari desteklemek her solcunun/sosyalistin/anar$istin boynunun borcu.
üstelik sözkonusu bu isyana direk “devrim” etiketi yapi$tirmnin da hicbir sakincasi yoktur.
2. kaddafi rejimi, üstelik de tek adam rejimi, zileli’nin cok sevdigi deyimle “tek adam diktatörlügü”.
böyle bir rejime isyan eden insanlarin isyanini da zaten gözü kapali desteklemek sevaptan öte farzdir.
sayin zileli, kaddafi sonrasi libya’da neler oldu, libya’nin ve libyalilarin durumu $u anda nedir, bu neden sizin ilgi alaniniza girmiyor?
dünyada olan bitenlerle ilgilenmek yerine, referandumla/secimle yatip kalkmanin, rüyada bile oy saymanin, sandik numarasi sayiklamanin bir insani nasil bir fikir fukarasina, medine fukarasina döndürdügünü fark etmiyor musunuz?
sizin davrani$iniz: sosyalist/anar$ist anlamda bir “devrim” ile alakasi olmayan halk hareketlerini “hurra ya$asin devrim” $eklinde destekle; bunun böyle olmadigini anladigin an hemen sirtini dön, ne oldu ne bitti, hic merak etme, hicbir ders/sonuc cikarma.
bu mantiga sahip zileli ve diger solculara soruyorum:
iki yanli$, savunulmayacak alternatiften birini muhakkak desteklemek zorunda misiniz?
batici/laik $ah pehlevi mona$isine kar$i ayaklanan sii molla humeyni halk hareketini icerigine, taleplerine, hedeflerine bakmadan “devrim” etiketi yapi$tirip desteklemek dogru mudur?
ortada bir devrim oldugu kesin, fakat sözkonusu devrim kapitalist sömürü ili$kilerini ve devleti bir üst otorite olarak red eden bir devrim degil, “islami devrim”.
ayni $ey misir gibi arap bahari rüzgarinin estigi ülkeler icin de gecerli.
misir’da ki halk hareketlerini “devrim” deyip idealize edenler, sonuc nereye vardi?
yukarda yazdigimi tekrar edeyim: misir halk hareketlerinin talepleri icinde kapitalist ekonomik sömürü ili$kilerini ele$tiren ve devleti bir üst otorite olarak tanimayan bir talep varmiydi? yoktu.
bütün mesele, bizi islamci coban mursi mi yönetsin yoksa laik general sisi mi gütsün?
bundan dolayi cobanlar degi$iyor fakat, halkin hayatinda hic birsey degi$miyor; vatanda$in ya$adigi sefalette bir iyile$me, en azindan kayda bir iyile$me olmuyor.
halk hareketleri, icerigine, taleplerine bakmadan otomotikmen desteklenmeyi hak ediyorlarsa, pe$inden on milyonlarca insani sürükleyen tayyip erdogan ve taraftarlarini neden “devrim” deyip desteklemiyorsunuz?
gezi isyani tertip komitesinin talepleri internette duruyor. o talepler icinde t.c.’nin kapitalist ekonomisine; kapitalist sömürüye ve devlet olarak t.c.’in varligina yönelik tek bir ele$tiri var mi?
suriye’de esad rejimine isyan eden sunni dinci/islamci/$eriatci halk hareketine “devrim” etiketi yapi$tirip sosyalistlik/anar$istlik adina desteklemenin neresi dogru?
batili emperyalistler libya’da olmayan devrimi yikmak icin müdahale etmediler; kaddafi rejimini yikmak icin müdahale ettiler. ve sizin “devrimci” dediginiz kaddafi muhalifleri batili emperyalistlerin destekledikleri bati müttefikleriydiler.
ingilizce basini, ingiliz, amerikan basinini takip etseydiniz bile bu kadarini anlayabilirdiniz, fakat siz gerceklere dayali analiz yerine uydurmayi tercih ediyorsunuz.
türkiye ile ilgili yazilarinizda oldugu gibi, gercekte olup biten yerine fantazi/kurgu dünyanizda ki senaryolara göre yazi yaziyorsunuz.
libya ile ilgili senaryonuzda da kaddafi muhaliflerine “devrimci” rolü bicmi$siniz, batili emperyalistleri de kaddafi rejimini degilde, kaddafi’nin muhalifi sözde devrimci hareketi bastirma rolü vermi$siniz.
senarist de sizsiniz yönetmende sizsiniz, rol dagilimini pa$a gönlünüz nasil isterse, öyle düzenlersiniz, kim ne diyebilir ki?
“Bu ‘en temel haklar’a 3 adet ornek verebilir misiniz?”
Güvenlik?
İktidarın göz yummak veya desteklemekten öte yaptırdığı açık olan ve IŞİD’in -veya adları her ne ise veya kim iseler- yaptığı katliamlar. Aklıma ilk gelenler HDP mitingini ve sosyalist gençleri hedef alan canlı bomba katliamları. Her iki olayı da iyi hatırladığımdan şimdi bakmaya ve haberlerinin linkini atmaya gerek görmedim.
İktidarın sonra IŞİD’le ters düşmesi nedeniyle bazı katliamların doğrudan iktidarı, devleti, orduyu hedef alması da bu gerçeği değiştirmez. Hükümetin Suriye’de hem Esad rejimine hem de Suriye’deki Kürt gruplarına karşı IŞİD gibi radikal İslamcı teröristleri desteklediği ortada: MİT tırları olayı, buna engel olmaya çalışan savcı ve askerlerin tutuklanması -bugün bir savcı daha kaçmaya çalışırken yakalanmış-, hükümet ve Erdoğan cephesinin silah yardımını önce inkar edip insani yardım olduğu söylemeleri, sonra “velev ki var” diyerek kabul etmeleri ve silahların Türkmen gruplara gönderildiğini iddia ederek kendilerini savunmaları.
Rusya: Erdoğan ve ailesi IŞİD’le petrol ticareti yapıyor – BBC Türkçe
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/12/151202_erdogan_rusya_petrol
Yukarıdaki örnekler dışında ÖSO da unutulmamalı. ÖSO’ya verilen destek hükümetten öte bir devlet politikası. TSK’nın Suriye’de IŞİD’e karşı ÖSO ile ortak harekat düzenlemesi, TSK’nın basın açıklamalarında “.. muhalif şehit olmuştur” şeklinde ifadelerle “muhalif”lerden “şehit” olarak bahsedilip meşru kabul edilmeleri.
ÖSO dünyadaki devletlerin çoğu tarafından, hatta belki Türkiye, S. Arabistan, Katar ve ABD gibi Esad rejimini meşru kabul etmeyen birkaç devlet hariç hepsi tarafından terör örgütü kabul ediliyor. Tıpkı PYD, YPG ve onların içinde yer aldığı SDG koalisyonunu Türkiye dışında kimsenin terör örgütü saymaması gibi.
Türkiye’nin siyasi tarihinde ‘lider kültü’ ön plandadır. Partiler gölgede bırakılır.
Referandumda Anayasa falan fişmekan değil, asıl olarak RTE’nin siyasi istikbal haritası oylandı:
10 Ağustos 2014 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi, RTE: % 51,79
16 Nisan 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumu: % 51,41
Bu iki oran, Anayasa’yı kimsenin umursamadığını, ‘lider kültü’nün geçerliği olduğunu hepimize gösteriyor.
iki yıl öncesinden küçük bir örnek 🙂
Artık Ukrayna, iki emperyalist kampın, belki de yeni bir dünya savaşına yol açacak bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durumda devrim her iki emperyalist kampı da hedef alır.
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/05/06/ukrayna-meselesi-ve-devrim/#ixzz4ebSDEFXX
“Güvenlik?”
Ben 3 rica etmistim, siz 1’de kalmissiniz.
Icinizi bosaltip rahatlamaniza yardimci olduysa, iyi; de, yazdiklariniz konuyla (‘temel hak’larla) alakali degil.
Ben, ‘elimizden kayip giden temel haklar’in neler olduguna dair 3 ornek bekliyorum.
“[Ukrayna] iki emperyalist kampın, belki de yeni bir dünya savaşına yol açacak bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durumda devrim her iki emperyalist kampı da hedef alır.”
Verdiginiz linki de okudum; ama, bahsettiginiz ‘iki emperyalist kamp’tan birisi, tamam, Rusya da, digeri kim, pek belli degil.
Oteki ‘kamp’in ismini de yazar misiniz lutfen.
bu seçimde sandığa gitmeyen 10 milyon kişi, bu sistemin kendisinden hiçbir ümidi olmadığını ve bir devrim beklediğini göstermiştir.
sandığa giden cici vatandaşlar aralarında demokrasicilik oynamaya devam etsinler. oyun kurucular isterse belki ortadoğuda olduğu gibi birbirlerini öldürmeye bile başlayabilirler. bizim hiçbirinizle işimiz yok. biz 10 milyonuz ve siz zavallıların figüran olduğunuz bu oyuna katılmıyoruz.
Necip, ‘Devlet musluman degil; dolayisi ile, bu devlete vergi vermek de caiz degil’ diyen İslamcılara da saygı duyuyorum. Kendi içlerinde tutarlılar en azından.
Kazandığım parayı Türkiye’deki bir banka hesabında tuttuğumu kim söyledi? Hani o klasik kalıbı kullanayım, yıl olmuş 2017. Paranı devletin gözlerinden uzakta saklamanın bin çeşit yolu var.
Elimizden alınan temel haklara üç örnek istemişsin, hayrola yazılı vatandaşlık sınavı mı oluyoruz 🙂 Gerçi kabul etmemek için bin dereden su getireceksin ama hadi yazayım yine de:
– Devletin imkanlarından belli bir kesim orantısızca faydalanıyor. İhaleler yandaşlara veriliyor, yandaş memurlar terfi ettiriliyor, devlet dairelerinde bile AKP üyelerine imtiyaz tanınıyor. AKP’yle çıkarları çatışan ticari yapılar sindiriliyor.
– Yandaş basın ihya ediliyor, muhalif basına devlet ilan bile vermiyor, THY uçaklarına aldırmıyor, gazetecileri sudan sebeplerle hapse atıyor. Sana bir şey söyleyeyim mi: şu ülkede başka herşey mükemmel olsa bile Ahmet Şık gibi bir gazetecinin içeride olduğu bir ülke sırf bu yüzden bile yarım demokrasidir. Gerçekleri yazacak insanların olmadığı bir ülkede insanlar hangi kriterlere göre oy kullanacaklar?
– Herhangi bir gerekçeyle, mesela muktedirlerin biraz gözüne batan bir sosyal medya paylaşımı yüzünden bile göz altına alınıp tutuklanabilirim, aylarca sebepsiz yere tutuklu kalsam haklarımı savunabileceğim hiçbir araç kalmamış durumda.
Daha da yazarım ama ne gerek var. Anlayana davul zurna az…
İşin ilginç tarafı, RTE’nin diktatörlük manevralarını bu sitede daha çok tartışmamız gerekirken, ne hikmetse RTE’nin manevralarını öteleyip solcuların kendi aralarındaki kısır didişmelere dönüyoruz hep beraber. Şimdi, Necip gibi troller de cirit atıyor. Her dönem, kendi kullanışlı okumuş-yazmışlarını piyasaya sürüyor. Şimdi dönem Necipgillerin dönemi, iktidar Necipgillerin iktidarı.
RTE 16 Nisan akşamı eline mikrofonu alıp ‘Şimdi, idam için referandum sandığını kuracağız. Milli irade, buna da karar verecek.’ diyor ve önündeki güruh RTE’yi elleri patlayana kadar alkışlıyor.
Hani, nerede müslümanlık?
Balkan oligarşisi, bu kadar fazla mı eziyet çektirdi bu güruha da, bu güruh sürekli idamla, sürekli ‘kefen giymelerle’, sürekli ölümü ve ahirete hazırlanmayı ima eden davranışlarla RTE’yi omuzlarında taşıyor?
Mustafa Akdağ’ın kitaplarında anlattığı ‘eziyet edilen güruh’ yukarıdaki gibi ‘ölümü sürekli yüceltenler’ olmasa gerek.
Hani nerede, ‘eziyet edilen güruh’ niçin şunları söylemiyor RTE’ye:
* ‘RTE, sana oy verdik artık başkan olacaksın. Eğitim reformu yap ve matematik başta olmak üzere, aritmetiği, analitik düşünceyi, rasyonelliği yaygınlaştırmak için seferberlik başlat.’
* ‘RTE, sana oy verdik artık başkan olacaksın. Ülkenin sanayi altyapısını dönüştürecek adımlar atmak senin elinde, sana tam yetki verdik. Artık, inşaat sektörüne verdiğin teşvikleri azalt, teknolojide atılımlar yapacak sektörlere teşvikleri arttır.’
* ‘RTE, sana oy verdik artık başkan olacaksın. Artık, kadın cinayetlerinin azaltılması için yasal mekanizmayı sağlamlaştırıcı, kadına şiddeti caydırıcı adımları at. Kadını, ikinci sınıf insan gördüğün gözlerini değiştir.’
RECEP TAYYİP ERDOĞAN: ANNELİĞİ REDDEDEN KADIN, EKSİKTİR, YARIMDIR (5 Haziran 2016)
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160605_erdogan_kadin
gibi şeyleri niçin RTE’ye söylemiyor, EVET oyu veren insanlar?
Niçin RTE’ye oy veren ‘ezilen güruh’, sürekli ‘idam isteriz’ diye bağırıyor, ölüme yakın hayata niçin uzak duruyor? Anadolu topraklarında etkileri bugün bile hissedilen Ahmed Yesevî, Abdülkâdir Geylânî, Taptuk Emre, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahî Evran ölümü sürekli ama sürekli yücelten kişiler miydi?
Mustafa Akdağ’ın kitaplarında analiz ettiği dönemlerdeki popülasyonla, günümüzdeki popülasyon bire bir aynı değil ki.
Balkan oligarşisi, acaba eziyet etmek için mi kuruldu?
16 Nisan’da, ‘eziyet edilen güruh’ iktidar koltuğuna oturduğuna göre, başkalarına eziyet etmek zorunda mı?
yüzlerce örnek verebilirim. Bu sadece bir tanesi:
Birleşmiş Milletler’in kararı, batılı emperyalist bloğun (sonuçta devrimi bastırmak için) harekete geçtiğini gösteriyor. Bu durumda devrimin Kaddafi’den önce batılı emperyalistlerce sona erdirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu müdahale, Kaddafi’ye karşı devrimin haklılığını fiilen ortadan kaldırmış bulunuyor. Devrimci güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalist müdahalenin himayesine girmesi, devrimin yozlaştığının, hatta sona erdiğinin açık işareti olacaktır.
Ayni seyi Suriye icinde soylermisiniz? (soylemiyeceginizi biliyorum) Neden?
Zileli yi demokrasi, Bati tipi Demokrasiyi ABD AB degerlerini savunmakla suclayan Marxist arguman, tüm ideolojik yapisini argumanlarini Tamamen AB standartlarina uydurmus Kürt Hareketi (suriye ve turkiyede) ve onun pesine takilmis Turkiye `ML `soluna bir iki laf edersiniz sanirim.
2013 Mayıs’ında tarafımdan kaleme alınmıştır:
BİZ, batılı emperyalistlerin Suriye’ye yönelik müdahalesine ve bu müdahaleye alet olan Suriye muhalefet hareketine bütünüyle karşı çıkar ve teşhir eder; Suriye emekçilerinin, her türlü emperyalist müdahaleye, halkı bölen ve birbirine kırdıran Baas diktatörlüğüne ve yalnızca yeni bir kapitalist diktatörlük isteyen, emperyalist işbirlikçisi Suriye muhalefet hareketine karşı topyekûn vereceği özgürlük ve devrim mücadelesiyle dayanışmasını ilan eder;
Read more: http://www.gunzileli.com/2013/05/21/bizin-suriye-ve-ortadogu-savasi-uzerine-duyurusu/#ixzz4edRuzn58
Sandığa gitmeyen 10 milyon kişi, bu toplumun en apolitik, en pasif, en bana neci, en devrimden uzak kesimidir.
Öteki kampın ismi bildiğiniz gibi batılı emperyalist kamptır.
Necip galiba bütün varlığı ile hizmet etmeye çalıştığı efendisinin çok istemesine rağmen Başkanlık nasip olmayacağı endişesi taşıyor.Şimdiye kadar bu hizmetlerinin başkan yardımcılığı gibi mevkilerle ödüllendirilmesini beklerdik ama galiba hanedandan Necibe sıra gelmeyecek!velihat çocuklar damatlardan Necipe evet savunusundan pek ekmek yok!
Devlet-iktidarın asıl tehdit algıladığı ekonomik ve ondan kaynaklı politik tehditlerdir ve bu seviyede ceberrut tekçi hegemonik otoriter yönetim modeli ihtiyacı gerçekçidir çünkü yakın gelecekte egemen efendileri tehdit edecek ekonomik politik alternatif bütün engellemelere rağmen sürekli büyüyüp gelişmekte sadece egemen iktidarı değil bütün sistemi tehdit edecek seviyede yeni bir model tarz ile alternatiflik içermektedir olup biten bunun içindir.Bu yakın gelecek tehdidinin asıl taşıyıcısı Özgürlükçü toplumsal devrimci toplumsal muhalefet olup HDP ve cıvarında kendini yeniden üreterek geleceğin belirleyeni olduğunu gören reel egemen hegemonya böyle büyük ve önlenemeyen tehdidi ötelemek için başkanlık sistemiyle daha kontrolcu otoriter hegemonik yönetim modeli ile ömrünü uzatmaya çalışmıştır.Son veriler beklenen yakın geleceğin büyük kentlerden başlayarak artık dikiş tutmayan akp iktidarını tehdit edeceğini görünür yapmıştır görmek isteyenlere!!
“‘Devlet musluman degil; dolayisi ile, bu devlete vergi vermek de caiz degil’ diyen İslamcılara da saygı duyuyorum. Kendi içlerinde tutarlılar en azından.”
Yok. Degiller. Hic de olmadilar. Hizmeti alirken sorun yok, da, vergi oderken ‘Musluman degil o yuzden vermiyorum’ demek tutarli degil. Ucuz uyanikligin bir turudur. Cok oenm verdiklerini soyledikleri ‘kul hakki’ konusunda da riya anlamina gelir.
Sizi bilemem tabii ki. Inanclariniz arasinda baskalarini somurmek konusunda bir takinti olmayabilir.
“Kazandığım parayı Türkiye’deki bir banka hesabında tuttuğumu kim söyledi? Hani o klasik kalıbı kullanayım, yıl olmuş 2017. Paranı devletin gözlerinden uzakta saklamanın bin çeşit yolu var.”
Yok –tekrar. O kadar yolu yok, malesef. Tek saglam yontem, mevcut ‘acik’lardan istifade etmek. Mesela, yurtdisina gidip, parayi yaninizda getirirseniz, meblag ne olursa olsun, kimse bir sey sormuyor. Sicak para gelsin diye yaptilar bunu. Size de faydasi olabilir.
“Elimizden alınan temel haklara üç örnek istemişsin, hayrola yazılı vatandaşlık sınavı mı oluyoruz :)”
Yok –tekrar. Ama, bir seyi merak ettiydim: ‘Temel hak’ olarak neyin gorundugunu.
Sizin cevaplariniza bakinca, saydiklariniza bakinca, ‘temel hak’larin ne oldugunu bilmediginizi gorebiliyorum.
“- Devletin imkanlarından belli bir kesim orantısızca faydalanıyor. İhaleler yandaşlara veriliyor, yandaş memurlar terfi ettiriliyor, devlet dairelerinde bile AKP üyelerine imtiyaz tanınıyor. AKP’yle çıkarları çatışan ticari yapılar sindiriliyor.”
Bu hangi ‘temel hak’ki ihlal ediyor?
“- Yandaş basın ihya ediliyor, muhalif basına devlet ilan bile vermiyor, THY uçaklarına aldırmıyor, gazetecileri sudan sebeplerle hapse atıyor. Sana bir şey söyleyeyim mi: şu ülkede başka herşey mükemmel olsa bile Ahmet Şık gibi bir gazetecinin içeride olduğu bir ülke sırf bu yüzden bile yarım demokrasidir. Gerçekleri yazacak insanların olmadığı bir ülkede insanlar hangi kriterlere göre oy kullanacaklar?”
Bu hangi ‘temel hak’ki ihlal ediyor?
“- Herhangi bir gerekçeyle, mesela muktedirlerin biraz gözüne batan bir sosyal medya paylaşımı yüzünden bile göz altına alınıp tutuklanabilirim, aylarca sebepsiz yere tutuklu kalsam haklarımı savunabileceğim hiçbir araç kalmamış durumda.”
Bu hangi ‘temel hak’ki ihlal ediyor?
“Daha da yazarım ama ne gerek var. Anlayana davul zurna az…”
Yazacaklariniz yukaridaki seyler gibiyse, yazmaniza gerek yok tabii ki.
Neyin ‘ozgurluk’ neyin ‘hak’ oldugu konusunu biraz incelemenizi oneriyorum.
İşin ilginç tarafı, RTE’nin diktatörlük manevralarını bu sitede daha çok tartışmamız gerekirken, ne hikmetse RTE’nin manevralarını öteleyip solcuların kendi aralarındaki kısır didişmelere dönüyoruz hep beraber.
“Şimdi, Necip gibi troller de cirit atıyor.”
Nasil diyordu, Ahmed Arif, o guzelim eserinde?
Hah, buldum:
“kirvem hallarimi ayni boyle yaz
rivayet sanilir belki”
Sizin beni ‘trol’ saymaniz, saymak istemeniz, bana onu –kendi sesinden– cagristiryor.
Rivayet (trol) sa[y/n]manizi anlayisla karsiliyorum: Hosunuza gidecek seyler soylemedigim icin.
“RTE 16 Nisan akşamı eline mikrofonu alıp ‘Şimdi, idam için referandum sandığını kuracağız. Milli irade, buna da karar verecek.’ diyor”
Bu tur bir soz sizi neden rahatsiz ediyor ki?
TBMM’deki sayimiz yeter, ya da CB kararnamesi ile cikaririz demiyor; bir baska referandumdan bahsediyor.
Neden ve neresi yanlis?
“Hani, nerede müslümanlık?”
Nasil yani? Seriat mi istiyorsunuz?
“Balkan oligarşisi, bu kadar fazla mı eziyet çektirdi”
Kendisi ilimli bir Alevi olan Asik Vesyel’i bile –kilik kiyafeti yuzunden– Ankara’ya sokmadiklarini biliyoruz.
Buradan baslayin. Gerisini artik siz de getirebilirsiniz.
“Mustafa Akdağ’ın kitaplarında anlattığı ‘eziyet edilen güruh’ yukarıdaki gibi ‘ölümü sürekli yüceltenler’ olmasa gerek.”
Hem Akdag’in bu spesifik konuyla ilgisi yok; hem de –olsaydi bile– ‘kelam-i kadim’ mi sayacaktik?
“Hani nerede, ‘eziyet edilen güruh’ niçin şunları söylemiyor RTE’ye:”
Siraladiklarinizda haklisiniz tabii ki.
Ilgili guruhu gordugumde, sizin selamlarinizi da ileterek, kendilerine aktaracagima emin olabilirsiniz.
‘Internet’te birisi, sizin coook eksiginizi goruyor, coook’ diyecegim.
Artik kendileri bilirler. 😉
“Niçin RTE’ye oy veren ‘ezilen güruh’, sürekli ‘idam isteriz’ diye bağırıyor, ölüme yakın hayata niçin uzak duruyor?”
Bu soruyu boyle sormaniz ilginc.
Ilginc, cunku, ulke secmeninin en az yarisi ‘evet’ verenlerden olusuyor. Yani, oyle, pek de ‘bir avuc’ –az sayida– degiller.
Muhakkak, sizin cevrenizde de vardir.
Onlara sorup anlamak yerine, gelip buralarda sormaniz ilginc.
“Anadolu topraklarında etkileri bugün bile hissedilen Ahmed Yesevî, Abdülkâdir Geylânî, Taptuk Emre, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahî Evran ölümü sürekli ama sürekli yücelten kişiler miydi?”
Bilmiyorum. Bu yazdiklarinizla ayni donemde yasamis degilim. Eserlerinin tamamini da okumus degilim.
Ama, yine de, Yunus’tan bir misra aklima gelmiyor degil:
“Ondan da gecupdurur goynum
Gayri sana varmag icun”
Bu misralarda, sanki, olumu yuceltmek var gibi. Ne dersiniz?
[Adamin hakkini da vermek lazim, gerci. Bu misralari evlendikten sonralari yazmis. Bazi esler insani, evet, intihara bile surukleyebilir 😉 olum ozlemine suruklemesi ne ki..]
“Mustafa Akdağ’ın kitaplarında analiz ettiği dönemlerdeki popülasyonla, günümüzdeki popülasyon bire bir aynı değil ki.”
Bunu, gecmiste yasamis herkes icin soyleyebiliriz.
“Balkan oligarşisi, acaba eziyet etmek için mi kuruldu?”
Ornek metin veriyorum:
“mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. bu behemehal olacaktır. burada içtima edenler meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Yukaridaki beyanattan ne anliyorsunuz?
“16 Nisan’da, ‘eziyet edilen güruh’ iktidar koltuğuna oturduğuna göre, başkalarına eziyet etmek zorunda mı?”
Degil, tabii ki.
Ama, hic kimsenin hic bir rahati bozulmayacaksa, o zaman ne degismis olacak?
“- Herhangi bir gerekçeyle, mesela muktedirlerin biraz gözüne batan bir sosyal medya paylaşımı yüzünden bile göz altına alınıp tutuklanabilirim, aylarca sebepsiz yere tutuklu kalsam haklarımı savunabileceğim hiçbir araç kalmamış durumda.”
Türkiye’yi alay konusu yapan Erdoğan’a Gollum benzetmesi davası geldi aklıma;
Yüzüklerin Efendisi’nin Yönetmeni Peter Jackson: Resimdeki Gollum değil Smeagol
Yüzüklerin Efendisi film serisinin yönetmeni Peter Jackson, Aydın’da görevli aile hekimi Dr. Bilgin Çiftçi’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile serinin unutulmaz karakterlerinden Gollum’u karşılaştırdığı bir Facebook paylaşımı için Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek suçu ile yargılanmasının ardından bir açıklama yaptı.
Jackson, film serisinin senaryo yazarları Fran Walsh ve Philippa Boyens ile yaptığı ortak açıklamada, Erdoğan’ın resmiyle karşılaştırılan karakterin Gollum değil, Smeagol olduğu, dolayısıyla karşılaştırmanın ‘hakaret’ sayılamayacağını belirtti.
Hollywood’dan haberleri gündeme getiren The Wrap’de yayımlanan açıklamada Jackson, filmde Andy Serkis tarafından canlandırılan Gollum / Smeagol karakterine ilişkin çok önemli bir noktanın atlandığını söyledi. Buna göre, uluslararası medyaya da yansıyan söz konusu resimlerdeki karakterlerden hiçbiri Gollum değil.
Jackson, “Eğer davaya konu olan resimler bunlarsa, kesin olarak söyleyebiliriz ki hiçbiri Gollum’u yansıtmıyor. Görüntülerdeki karakterin adı Smeagol” dedi.
PEKİ SMEAGOL KİM VE GOLLUM’DAN NE FARKI VAR?
Gollum, Orta Dünya Evreni’ndeki kurgusal karakter, aslında Smeagol adında eski bir Hobbit. Tek yüzüğü ele geçirdiğinde ömrünü uzattı, ancak yüzüğün gücü onu tanınmaz hale getirerek çirkin, şeytani, mideden konuşan ve ürkütücü sesler çıkaran bir karakter olarak bilinen Gollum’a dönüştürdü.
Açıklamaya göre, Smeagol tatlı ve neşeli bir karakter ve güçlerini iyilik için kullanıyor. Dolayısıyla, serinin kötücül karakteri Gollum’la karıştırılmaması gerekiyor.
Filme ilham veren epik roman serisinin yazarı J. R. R. Tolkien de iki karakter arasındaki bu ayrımın altını çizmişti.
Dr. Bilgin Çiftçi, kişisel Facebook hesabından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Gollum karakterinin fotoğraflarını yan yana paylaşmış, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı soruşturma başlatmıştı. Doktor Çiftçi, devlet büyüklerine hakaret’ suçundan devlet memurluğundan çıkarılmıştı.
Dördüncü duruşmada, Mahkeme Başkanı Hakim Murat Saz, dosyanın, Gollum’un kötü bir karakter olup olmadığıyla görüş belirtilmek üzere iki davranış bilimcisi veya psikolog ile bir sinema televizyon eserleri uzmanı tarafından incelenmek üzere bilirkişiye gönderilmesine karar vermişti.
Çiftçi, Tolkien’i son derece karmaşık bu karakterinin “kötü” olduğu ortaya çıkarsa, dört yıla kadar hapse mahkum olabilir.
http://www.hurriyet.com.tr/yuzuklerin-efendisinin-yonetmeni-peter-jackson-resimdeki-gollum-degil-smeagol-40022230
Çözüm ayrılmaktır. Herkesin kendi yoluna gitmesidir.
Tıpkı Kürt hareketinin yapması gerektiği gibi kıyılar da kendi yoluna gitmeli, karaların oylarıyla kendisini yukarıdan aşağı yöntemlerle yönetmek isteyen bu kitleyi karalarda kendi kara kültürleri ile başbaşa bırakmalıdır.
Bu iki toplumun, kara ve kıyı kültürlerinin aynı üniter yapıda yaşamasının mümkün olmadığını anlamak için 30 yıldır silahların susturulamadığı bir sürecin burada da tekrarlanmasını mı beklemek zorundayız?
“Bizim ülkemizin geçmişinde bunun bir örneği yok” derseniz “Her şeyin bir ilki vardır” derler. Diğer ülkelerdeki otonom yapılar ve bunlardan daha sonra devletleşen bazıları gökten zembille inmedi.
hitler de neciple geldi seçim bey
Hitler’in secimle geldigi bir sehir efsanesidir.
Dogrusu budur: Geli Raubal, Maria Reiter ve Eva Braun ile gelmistir.
Hiçbiriniz ‘ateşi ilk kaçıran’ olamayacağına göre, ilk arkadaşlardan Promete, elbette dünyanızda olmayacak. Oysa bu dünya, eşitlik ve paylaşım düşüncesi. Bir de eski bir defterinizde bile bir düşünce önderinin adı yazılı değil. O zaman dünyanız niye barış içinde özgür bir yer olsun? Yiğitlikten de tabii ki uzaksınız. Atın önünde et, itin önünde ot! Tükete tükete sis içinde, yoksullukla pus içinde; sömürene yanaşıksınız çoğunlukla. İnsanoğlu, avantasını bekleyen, haramiliği kutsayan düzeyi nasıl kabul eder? Çıkarcı, fırsatçı yoz bataklık. Çoklarına, iyiliği, güzelliği anlatmak bile zor; tıpkı o eski zaman kahramanları gibi. Hiçbirinizden, kimilerinin güzel şeylerin kaçırıp başkalarına dağıtan bir Promete, bir W.Tell olmayacağı gibi, ne bir kahraman ne bir özverili sürgün olur. Oysa benim kalbimi ısıtan, bu yaşta bile gözlerim ışıldatan Spartaküs, Ebuzer, Bedrettin, Börklüce, Köroğlu, P. S. Abdal, dadaloğlu, İnce Memed; Robin hood, Don Kişot, Ali Baba, bağdat Hırsızı, Sinbat… Hayal ya da gerçek, arkadaşlarım var. Halkın da umutları, hayalleri olmalı; belki Gerenimo, Zapata, Che, insan bakışlı, halden anlar atlarıyla gelip hepimizi başlarına biriktirir. Ömürlerinn baharında katledilmiş yiğit çocuklarınızı, şövalye yürekli aydınlarınızı, meydanlarda ve sokaklarda azgın saldırilarda, taşeron maden dehlizlerinde, katil şantiyelerde ve sayısız rant tuzaklarında, ihalelerde katledilmiş çocuklarınızın ve işçilerinizin mezarlarında hangi duygularınızla insanoğlu olabileceksiniz? Aşk ve isyan parayla değil. Zaten çoğunuzda yok ve olmadığı iyi sizler için.
Ben de erguvanlar, mecipler, manonimler gibi anlattım bozuğu bir yazı yazdım yukarıda; hele sonlara doğru. Ama en azından 7500 kelime israfıyla değil yine de.
“romantik devrimciligin” ve “romantik devrimci” zileli’nin fikirlerinin/mantiginin ele$tirisi 1
akli be$ kari$ havada, ayaklari yere basmayan, kitle/halk hayrani/kuyrukcusu devrimci kimdir diye sorulursa, zileli gibileridir, derim.
insanlari aydinlatan, bilinclendiren, yerine göre yol gösteren, yerine göre de ele$tiren degil de, kitlenin/halkin pe$inden rüzgara kapilmi$ gibi bir o yana bir yana savrulup duran “romantik devrimcilik” nedir, diye sorulursa, zileli’nin yaptigidir, derim.
zileli’nin ukrayna meselesi ve devrim yazisindan alinti:
“Büyük bir halk ayaklanmasına dayanan 1979 İran devrimi, Şahın diktatörlüğünü yerle bir etti. Bu devrim de içinde kendini yok edecek karşıdevrimci güçleri barındırıyordu. Nitekim devrimden hemen sonra mollalar diktatörlüğü kuruldu ve en önce devrimcileri duvarın önüne dizdi. Bu böyle oldu diye 1979 İran devrimini, yıkılan ve ülke dışına kaçan Şah yanlılarıyla birlikte suçlamak mı gerekiyordu? Ya da mollaların yaptıklarından dolayı 1979 devrimini mi suçlayacaktık? Mollaların duruma hâkim olması ihtimali var diye İran’daki ayaklanmanın dışında mı kalınacak, dolayısıyla objektif olarak Şah’ın yanında mı yer alınacaktı?
“Bu devrim de içinde kendini yok edecek karşıdevrimci güçleri barındırıyordu.”
bu cümleden $unu anliyoruz: zileli, ayaklanan halk kitlelerinin taleplerine bakmiyor, bakma ihtiyaci da duymuyor, -cünkü kendisi bir “devrim a$igidir”, bir “devrim idealistidir”-, önemli olan halkin ayaklanmasi, isyan etmesidir; neye, neden isyan ediyor, bu önemsiz bir ayrinti; bunun hicbir kiymeti yoktur.
zileli’nin bu cümlesinden birde $unu ögreniyoruz: megersem her devrim, kendini yok edecek kar$i devrimci gücleri de icinde barindiriyormu$, yani devrimin böyle bir toplumsal yasasi varmi$.
bu mantik gidasini büyük ihtimalle “zitlarin birligi” teorisinden aliyor.
oysa meselenin böyle sacma sapan teorilerle, mantik ile alakasi olmadigini biliyoruz.
iran’da üc cephenin varligindan bahsedebiliriz: batici/laik $ah’in monar$ik rejimi ve taraftarlari, humeyni önderliginde ki sii molla hareketi ve taraftarlari ve birde iran komünist partisi tudeh önderliginde ki sol/sosyalist cephe.
$ah rejimi ile sii molla hareketinin ortak yanlarindan biri anti-komünist olmalari, bunu da acikca söylemeleri ve bu komünizm düsmanligini pratikte de sol/sosyalist güclere kar$i takindiklari dü$manca tavir ile göstermeleri.
türkiyede ki kemalist fraksiyonla islami fraksiyona benzetmek yanli$ olmaz.
gelgelelim, bizim romantik devrimci zileli, $ah rejimi ve sii molla hareketinin bu acik komünist dü$mani karakterini görmezden geliyor ve sii mollalar iran’da devrim yaptiktan sonra komünistleri katletmeye ba$layinca romantik devrimci zileli bu durumu $öyle acikliyor:
“her devrim zaten karsi devrimci ögeleri de icinde barindirir; her ne kadar sii mollalar sosyalistleri katlettilerse, bu yine de,
sii/islami “devrimci” halk kitlelerini desteklemenin yanli$ oldugu anlamina gelmez.”
dikkat edilirse, bu sefil mantik, isyan eden kitlelerin ve bu kitlelere önderlik edenlerin taleplerine, ideolojik karakterine, hedeflerine bakmadan her türlü halk hareketine “devrim” etiketi yapi$tirip, kayitsiz $artsiz destekliyor.
tamamiyla romantik duygularla destekledigi bu sol/sosyalist dü$mani gücler iktidara gelip solculari/sosyalistleri katliamdan gecirince de, bunu devrimciligin kacinilmaz “diyeti” olarak kabul ediyor.
son olarak zileli’nin “halk”i nasil harmonik bir kütle/kollektif olarak idealize ettigine dikkat cekmek istiyorum.
oysa, “halk” denilen kütle icinde harmonik ili$kiler orda kalsin, bu kütlenin farkli, yerine göre zit/düsman fikirlerden, zümrelerden, cikar gruplarindan olu$tugunu biliyoruz.
örnek, türkiyede toplumun yarisini olu$turan akp’nin islamci taraftarlari ile chp’nin laik taraftarlari arasinda ki celi$kiyi biliyoruz.
yine, türk milliyetcileri/vatanseverlerin kürt ulusalcilarina hangi düsman gözle baktigini biliyoruz.
keza, islamci ve fa$ist halk kesimlerinin alevilere nasil düsmanca duygular beslediklerini de biliyoruz.
son olarak, birde kit kanaat ya$ayan cogunluk ile bir eli yagda bir balda ya$ayan zengin azinlik arasinda da harmonik bir ili$kiden bahsetmenin mümkün olmadigini biliyoruz.
“Sizi bilemem tabii ki. Inanclariniz arasinda baskalarini somurmek konusunda bir takinti olmayabilir.”
Necip, düzgün konuşmaya çalışıyorum ama haddini aşıyorsun. Kimseyi sömürdüğüm falan yok. Senin gibi ikiyüzlü, muktediri eteğinin altında yaşamaya alışmış insanlar için bir ülkenin başbakanının on milyon liralık rüşveti beğenmemesi, ne idüğü belirsiz paralarını sıfırladıktan bile sonra 30 milyon lirası kalması normaldir ama sıradan bir bireyin kendisine düşman olmuş (istersen kabul etmeyebilirsin, senin gibi tipler Nazi Almanya’sında yaşasa Yahudilere de aynı aklı verirdi) devlete katkı vermek istememesi gözünüze batar. Ben devletle bütün bağlarımı koparmaya çalışan bir insanım, boykotçu halimle bile emin ol ki aldığım hizmetten fazla vergi ödüyorum.
Senin gibilerin ciğerini biliyorum, o süslü lafların ve alttan alta laf sokmaların arkasına saklanma boşa. Özellikle Gezi’den sonra pörtlemiş, her ortamda en az bir kopyası bulunan AKP apolojisti sahte entellektüellerden birisin sadece, hepiniz karbon kağıdıyla üretilmiş gibi aynısınız. Büyük resmi (!) çok iyi görürsünüz ama burnunuzun battığı pislikleri görmek istemezsiniz. Kendini Heidegger falan zanneder senin gibi tipler, ama kötü bir kopyası bile değilsin.
“Yok –tekrar. O kadar yolu yok, malesef. Tek saglam yontem, mevcut ‘acik’lardan istifade etmek. Mesela, yurtdisina gidip, parayi yaninizda getirirseniz, meblag ne olursa olsun, kimse bir sey sormuyor. Sicak para gelsin diye yaptilar bunu. Size de faydasi olabilir.”
Allah Allah, yolu yok demek. O halde iki senedir yurtdışına hiç gitmediğim ve banka hesabımda hiçbir hareket olmadığı halde nasıl yurtdışından kazandığım parayla yaşayabiliyorum acaba? Belki de aslında yoğumdur 🙂 Diş çekmeyi dişçiden iyi bildiğini zannediyor olman komik. Merak edenler için söylüyorum: Bunu nasıl yaptığımı yanlış insanların görmemesi adına yazamayacağım ama biraz araştıran bulabilir. Tedbirli olursanız riski de oldukça düşük. Sıfır değil evet ama dikta rejiminde muhalif olmanın dikensiz gül bahçesi olduğunu kimse söylemedi.
“Neyin ‘ozgurluk’ neyin ‘hak’ oldugu konusunu biraz incelemenizi oneriyorum.”
Hak kavramından anladığımız şey farklı demek ki. Şaşırmadım açıkçası. Ben sana hiçbir şey önermiyorum, Allah ıslah etsin.
“romantik devrimciligin” ve “romantik devrimci” zileli’nin fikirlerinin/mantiginin ele$tirisi 2
zileli’nin “ukrayna meselesi ve devrim” yazisindan alinti:
“Mısır’da bundan birkaç yıl önce halk, Mübarek diktatörlüğüne karşı ayaklandı ve sonunda Mübarek’i devirdi. Fakat bunun ardından Mısır’da ordunun ve İhvan’ın ortak diktatörlüğü kuruldu. Halk, bu sefer İhvan diktatörlüğüne karşı ayaklandı. Rejimin tehlikeye girdiğini gören ordu, ortağı İhvan’ı deviren bir darbe yaptı ve Mübarek diktatörlüğünü aratacak ölçüde bir idam rejimini yürürlüğe koydu. Bu böyle oldu diye, Mübarek’e ve İhvan’a karşı ayaklanmamak gerekirdi mi demeliyiz?”
misir’da isyan eden halk bilinsiz fakat zileli onlardan da bilincsiz.
bizim aga ile moraba meselesi gibi: “sonucta sen yine aga ben yine moraba, e biz $imdi bu boku yedik?”
1. müslüman karde$ler lideri islamci mursi’ye isyan edenlerle, laik general sisi’ye destekleyenlerin yüzde yüz ayni halk kesimi olmadigi kesin.
zileli, her zaman ki gibi “halk” denilince “sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir kütle” dü$ündügü icin, halk denilen kütlenin farkli fikir ve cikar gruplarindan olu$tugunu görmezden geliyor.
2. misir halki gelene isyan gidene isyan ettigi halde neticede hic bir$ey degi$miyorsa, yani hedefledigi $eye ula$amiyorsa, o zaman hangi taleplerlerle ve hedefle isyan ettigini gözden gecirmesi gerekmiyor mu?
isyan eden misir halki “mübarek gitsin de kim gelirse gelsin; mursi gitsin de kim gelirse gelsin; sisi gitsin de kim gelirse gelsin” gibi motto/mantik ile isyan ediyorsa, sonra da gelen gideni aratinca da $a$acak bir durum yok.
cünkü, misir halkinin sikayet konusu ettigi yoksulluk/sefalet/i$sizlik ve siyasi baskilarin kaynagi nedir diye meseleyi mercek altina aldigimizda:
birincisi, ekonomik sorunlarin kaynagi dogal olarak o devletin ekonomi politikalari ve iktisadi sistemi ile, yani kapitalist ekonomi ile alakalidir. -misir ekonomisinin kapitalist ekonominin az geli$mi$ versiyonu olmasi hic bir $eyi degi$tirmez-.
peki misir’da isyan eden kitlelerin devletin ekonomi politikalarina ve kapitalist ekonomiye bir itirazlari var mi? yok.
sorunun kaynagi olarak bunu görüp bu konuya kafa yoruyorlar mi? yok.
misir halkinin ele$tiri konusu yaptigi ekonomide ki rü$vet ve kayirmanin kapitalizm ele$tirisiyle alakasi olmadigini belirteym.
bundan dolayi da gelene isyan gidene isyan ama sonu yine hüsran.
ikincisi, siyasi baskilardan $ikayet eden isyankar misir halkinin bir üst otorite olarak devletin varligina bir ele$tirisi, itirazi var mi? yok.
sorunun kaynagi olarak devleti görüp, buna kafa yoruyor mu? hayir.
mantik $u: “allah devleti ve devlet büyüklerimizi ba$imizdan eksik etmesin, yalniz bir ricamiz var: devlet büyüklerimiz adaletli olsunlar, devlet baba evlatlari arasinda ayirim yapmasin”
sonuc: gelene isyan gidene isyan ama sonu yine hüsran.
bizim romantik devrimci zileli’nin mantigi da $öyle: hic yoktan iyi, vatanda$ en azindan isyan edip de$arj oluyor.
zileli’nin “ukrayna meselesi ve devrim” adli yazisindan alinti:
“Son örneği de Gezi’den vereyim. Gezi de diktatörlüğe karşı büyük bir devrimci ayaklanmaydı.”
$imdi gezi parki isyancilarinin taleplerine bakalim:
* Gezi, park kalsın. Taksim’de gösteri yasaklanmasın
* Üç ilin vali ve emniyet müdürü görevden alınsın
* Gaz bombası ve benzerinin kullanımı yasaklansın
* Gösterilerde gözaltına alınanlar serbest bırakılsın
Taksim’de başlayan tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Parkı eylemlerinin ardından ilk sıcak temas dün yaşandı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Taksim Gezi Parkı eylemleriyle ilgili Taksim Dayanışması heyeti üyeleriyle Başbakanlık’ta bir araya geldi. Platform üyeleri Arınç,’a taleplerini içeren belgeyi iletti. Taksim Dayanışması’nın talepleri şöyle:
Gezi Parkı, Park olarak kalmalıdır. Gezi Parkına Topçu Kışlası adı altında ya da başka herhangi bir yapılaşma olmayacağı ve projenin iptal edildiğine dair resmi bir açıklamanın yapılmalı, Atatürk Kültür Merkezinin yıkılmasına ilişkin girişimler durdurulmalı.
Binlerce insanın yaralanmasına, iki yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumlular, İstanbul, Ankara, Hatay Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmalı.
Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılmasının yasaklanmalı.
Direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımız derhal serbest bırakılmalı, haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin açıklama yapılmalı.
1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarımızda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son verilmeli.
Gezi Parkına müdahale ile simgeleşen iktidar anlayışının yurttaşlarımızda “yaşam tarzına ve inançlarına müdahale ve hor görülme” biçiminde algılandığı ve buna yanıt verdikleri görülmeli. TMMOB Şehir Planlamacıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Kahraman da çıkışta yaptığı açıkamada şunları söyledi. “Yükselen bu tepkinin içeriğinin; ‘başta 3. köprü, 3. havalanı, Kanal İstanbul, AOÇ ve HES’ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve güncel olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’na ilişkin itirazların, ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşunu ve barış talebinin, Alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerinin, kentsel dönüşüm mağdurlarının haklı taleplerinin, kadın bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakar erkek politikalarına karşı yükselen sesin, üniversite, yargı ve sanatçılar üzerindeki baskılara karşı direncin, başta Türk Hava Yolu işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin, tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması istemleri’ olduğunu iktidar sahiplerine iletmek istiyoruz”
bu talepler icinde devleti/düzeni hedefleyen “devrimci/yikici” bir talep gören varsa bir adim öne ciksin.
devrim zaten talep edilmez, yapilir.
talep, bir üst otorite olarak tanidigin, kabul ettigin devlete/hükümete dilekce vermek, devletten/hükümetten arzu/istekte bulunmak demektir, ki yapilan da budur.
özellikle $u cümleye dikkat cekmek istiyorum:
“Bunun yanı sıra; 27 Mayıs 2013 saat 22.30’dan bu yana ülkemizin meydanlarında, caddelerinde, sokaklarında ve tüm kamusal alanlarında yükselen tepkilerinin içeriğinin, ruhunun, beklentilerinin, taleplerin yetkililer tarafından fark edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.”
“…yetkililer tarafından fark edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.”
bu cümlede ki “uslu/uysal/kul” vatanda$ ton’a dikkat buyurunuz.
sayin zileli, bu dil ve taleplerin devrimcilikle alakasi nedir?
istirham etsem, beni aydinlatir misiniz?
Ümit Özdağ: Erdoğan bir Pirus zaferiyle karşı karşıya
Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ, referandum sonuçlarına ilişkin “YSK’nın yardımıyla alınan yüzde 51, Erdoğan için büyük bir mağlubiyettir. Bunu o gece kameralar karşısındaki yüz ifadesi de ortaya koyuyor. Erdoğan aynı zamanda en büyük kaybedenidir, bir Pirus zaferiyle karşı karşıyadır” dedi.
Bağımsız Gaziantep Milletvekili Ümit Özdağ ve Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu TBMM’de düzenledikleri basın toplantısında referandum sonuçlarını değerlendirdi. Ümit Özdağ, referandum sonuçlarının meşruluğuna Yüksek Seçim Kurulu’nun gölge düşürdüğünü savunarak “YSK, yönetim tarzıyla ortaya şaibeli bir netice çıkarmıştır. YSK bu referandumda yaptıklarıyla anayasal suç işlemiştir. Buradan Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıyoruz. Erdoğan’ın bindiği son attan düştüğünü göz önüne alırsak sonucu merakla bekliyoruz.. Bu aşamadan sonra sarayın yapacağı tek şey, süngüyle bu anayasayı dayatmaktır. Süngüyle her şeyi yapabilirsiniz ama üzerine oturamazsınız. Erdoğan aynı zamanda en büyük kaybedenidir. Bir Pirus zaferiyle karşı karşıyadır. Özetle Erdoğan, millete sopa göstermiş, hatta sopayı millete karşı kullanmıştır. YSK’nın yardımıyla alınan yüzde 51, Erdoğan için büyük bir mağlubiyettir. Bunu o gece kameralar karşısındaki yüz ifadesi de ortaya koyuyor. Sayın Erdoğan sizinle demokratik bir mücadele içinde olsaydık, kazanma şansınızın olmadığını biliyoruz” diye konuştu.
Bu satırlar bana ait değil ve “Ukrayna Meselesi ve Devrim” yazısında da yukarıdaki alıntı yer almıyor. Belki de sitedeki bana ait olmayan bir yazıdan almış olmalısınız. Bir daha üçkâğıtçılığa tevessül ederek insanların kafalarını bulandırmaya çalışırsanız bizi bloklamak zorunda kalırım, haberiniz olsun. “Uknayna Meselesi ve Devrim yazısı aşağıdadır:
Ukrayna Meselesi ve Devrim
Ulusalcı cenahtan, Rusya yanlısı (muhtemelen İP’li ya da TKP’li) bazı arkadaşlar, Odesa’da sağcıların, bir sendikaya sığınan emekçi insanları canlı canlı yakmaları olayının ardından bana tarizde bulunan bazı twitler attılar. Twiterde, “ateist” olduğunu ifade eden bir başka arkadaş da, hakkımda “insanları yakan Nazileri destekleyen kişi” mealinde laflar etmiş.
Siyasi mücadelede meselenin özünü anlamaya çalışmadan yapılan yaftalamalara ve çarpıtmalara bir hayli alışığımdır. Bu yüzden, bu tür nitelemelere gülüp geçebilirdim ama iddia sahiplerinin böyle saçmalıklara gerçekten de inanmış olabilecekleri ihtimaliyle irkildim doğrusu. Bir de şu var: Demagojinin muazzam bir yayılma gücü vardır. Eğer zamanında müdahale edilmezse çok sayıda insan demagojiyi gerçek gibi kabul edebilir. Daha kötüsü, böyle bir bakış açısının çok sayıda insan tarafından benimsenmesi, önümüzdeki dönemde devrim mücadelesinin önüne büyük bir handikap olarak dikilebilir.
Tarihten örnekler vermek zorundayım.
Toplumsal devrim öyle büyük bir toplumsal altüst oluştur ki, içinde, ilerde, hatta belki de kısa sürede kendini ezecek ya da bastıracak birtakım güçleri de barındırır. 1789 devrimi, içinde devrimcilerin kellelerini uçuracak Milli Selamet Komitesini ve daha sonrasında devrimin bayrağını, Fransız milliyetçiliğinin işgalciliğinde kullanacak Napolyon diktatörlüğünü potansiyel olarak barındırıyordu. Ama sonradan bunlar oldu diye kimse 1789 devrimini suçlamadı. Ya da “bakın, gördünüz mü desteklediğiniz devrim nelere yol açtı” demedi. Ya da bunu diyenler sadece, devrimin devirdiği krallık taraftarlarıydı.
1917 devrimi, çarı ve burjuvaziyi deviren büyük bir toplumsal devrimdi. Fakat ne yazık ki, bu devrim de içinde kendini yok edecek unsurları barındırıyordu. Savaş komünizmindeki, köylülere kan kusturan ürünlere el koyma müfrezeleri, hem devrimin hem de devrimin bastırılmasının ürünüydü; milyonları ölüme gönderen Stalinist diktatörlük de öyle. Devrimden sonraki yirmi yıl içinde bütün olup bitenlerden dolayı bizzat 1917 devrimini suçlayanlar, sadece Çarlık rejiminin kalıntısı karşıdevrimci Beyaz Muhafızlardı. Oysa bu olup bitenler, karşıdevrimcilerden çok daha fazla devrimi ve devrimcileri yok etmişti. Yani devrimcileri, kendilerini yok eden devrim sonrası karşıdevrimci uygulamalar nedeniyle suçlamak büyük haksızlıktı ve son derece saçmaydı.
Daha yakın zamanlara gelelim.
Büyük bir halk ayaklanmasına dayanan 1979 İran devrimi, Şahın diktatörlüğünü yerle bir etti. Bu devrim de içinde kendini yok edecek karşıdevrimci güçleri barındırıyordu. Nitekim devrimden hemen sonra mollalar diktatörlüğü kuruldu ve en önce devrimcileri duvarın önüne dizdi. Bu böyle oldu diye 1979 İran devrimini, yıkılan ve ülke dışına kaçan Şah yanlılarıyla birlikte suçlamak mı gerekiyordu? Ya da mollaların yaptıklarından dolayı 1979 devrimini mi suçlayacaktık? Mollaların duruma hâkim olması ihtimali var diye İran’daki ayaklanmanın dışında mı kalınacak, dolayısıyla objektif olarak Şah’ın yanında mı yer alınacaktı? Aynı şeyleri, Romanya’da Çavuşesku diktatörlüğüne son veren 1989 Romanya devrimi ve sonrasıyla ilgili olarak da söyleyebilirim.
Mısır’da bundan birkaç yıl önce halk, Mübarek diktatörlüğüne karşı ayaklandı ve sonunda Mübarek’i devirdi. Fakat bunun ardından Mısır’da ordunun ve İhvan’ın ortak diktatörlüğü kuruldu. Halk, bu sefer İhvan diktatörlüğüne karşı ayaklandı. Rejimin tehlikeye girdiğini gören ordu, ortağı İhvan’ı deviren bir darbe yaptı ve Mübarek diktatörlüğünü aratacak ölçüde bir idam rejimini yürürlüğe koydu. Bu böyle oldu diye, Mübarek’e ve İhvan’a karşı ayaklanmamak gerekirdi mi demeliyiz? Ya da bugünkü idam rejimine bakıp bu ayaklanmaların yanlış olduğunu mu söylemeliyiz? Veya bugünkü idamlardan dolayı, Tahrir Meydanı mı suçlanmalıdır? “Bakın, sizin ayaklanmalarınız sayesinde iktidara gelenler neler yapıyor? ‘Sizinkiler’ bakın insanları nasıl ölüme mahkûm ediyor” mu demek gerekiyor? Unutulmamalıdır ki, Mısır’daki bugünkü ordu diktatörlüğü, geçmişteki ayaklanmaların en büyük düşmanıdır ve bastırdıkları, en başka devrimin kendisidir.
Son örneği de Gezi’den vereyim. Gezi de diktatörlüğe karşı büyük bir devrimci ayaklanmaydı. Bu ayaklanma da pür değildi, doğal olarak. Diktatörü yıkacak olsaydı, içinde, bizzat kendini ezecek ve hatta yıktığı diktatörü aratacak unsurları barındırıyordu: Ulusalcıları, aşırı ulusalcıları (Türk Solu) ve hatta bir kısım MHP’liyi. Ama buna rağmen, içinde böyle güçlü bir kanat var diye, Gezi mücadelesine omuz vermemezlik etmedik.
Belki de bu kadar örnek yeterlidir. Ukrayna’da halk, şıp demiş bizim diktatörün burnundan düşmüş Yanukoviç diktatörlüğüne karşı ayaklandı ve keskin nişancıların mermilerinin üzerine kahramanca yürüyerek ve çok sayıda ölü vererek diktatörü devirdi. Bu ayaklanmada elbette sağcı unsurların (İran’da molların olduğu gibi) önemli bir ağırlığı vardı. Fakat bu gerçek, bizi diktatörlüğü devirme mücadelesinden alıkoymamalıydı. Alıkoysa ne olacaktı? O zaman ya ayaklanma yenilecek ya da ayaklanmada sağcıların ağırlığı daha da artacaktı ve iki alternatif de kötüydü (Gerçi, ulusalcı arkadaşların Yanukoviç yanlısı olduğu açıktır). Peki, diktatör yıkıldı da ne oldu? Diğer devrimlerin birçoğunda olduğu gibi, devrim karşıtı unsurlar, sağcılar yine duruma hâkim oldu. Bu elbette olumsuz bir durumdur. Ama devrim durduğu yerde durmaz ya da tamamen sönümlenip gitmez. Sağcıların azgınlıkları ve karşıdevrimci eylemleri, ayaklanmayla diktatörleri devirmenin tadına ve kendi gücünün farkına varmış insanları bir kere bir kere daha ayağa kaldıracaktır.
Bugün Ukrayna’da manzara şudur: Halk devrimi geri çekilmiş ve Ukrayna’nın batısında, geriye, batı yanlısı sağcı güçler bırakmıştır ve bizzat bu sağcı güçler artık devrimin düşmanı ve bastırıcısıdır. Karşılarında, Ukrayna’nın doğusunda yoğunlaşmış, Rusya’dan fiili destek alan Rus yanlısı güçler vardır ve bunlar da rakipleri Ukrayna milliyetçileri kadar karşıdevrimcidirler. Artık Ukrayna, iki emperyalist kampın, belki de yeni bir dünya savaşına yol açacak bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durumda devrim her iki emperyalist kampı da hedef alır.
Dolayısıyla, Ukraynalı sağcılar, yaşanan genel vahşet ortamında, ister Rus yanlısı olsun, ister başka bir şey yanlısı, emekçi insanları bir sendikada sıkıştırıp yaktıkları zaman buna en temelden ve en yürekten karşı çıkanlar devrim yanlıları olacaktır.
Bu yazıyı, bu iki kamptan birinde, Rusya kampında yer alan ve bana demagojik dokundurmalarda bulunan ulusalcı arkadaşların gerçek duruşumu ve bakışımı anlamaları ve demagojilerinden vazgeçmeleri dileğiyle kaleme aldım.
Gün Zileli
6 Mayıs 2014
http://www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/05/06/ukrayna-meselesi-ve-devrim/#ixzz4egu9AecW
“düzgün konuşmaya çalışıyorum ama haddini aşıyorsun.”
Duzgun konusmaga calismak gayretinizi takdir ettim.
Haddimi astigim konusunda ise pek isabetli degilsiniz malesef.
“Kimseyi sömürdüğüm falan yok.”
Dogrudan dogruya somuruyorsunuz demedim. Baskalari vergilerini (az cok) oderken, geliriniz oldugu halde, siz hic odemiyorsaniz, kucuk capli da olsa onlarin katkilarini somurdugunuzu soyleyebiliriz.
Sizin bundan alinmaniz da, aslinda, iyi bir seydir. Farkinda oldugunuza isaret eder.
“Ben devletle bütün bağlarımı koparmaya çalışan bir insanım,”
Gayretlerinizi takdir ediyorum. Ama, sehirde yasiyorsaniz, bunun pek de mumkun olmadigini biliyorsunuzdur. Dagda, bir magaranin kovugunda yasasaniz; belki.
“boykotçu halimle bile emin ol ki aldığım hizmetten fazla vergi ödüyorum.”
Aldiginiz hizmetin fiyatini da siz biciyorsunuzdur, muhakkak.
“Allah Allah, yolu yok demek. O halde iki senedir yurtdışına hiç gitmediğim ve banka hesabımda hiçbir hareket olmadığı halde nasıl yurtdışından kazandığım parayla yaşayabiliyorum acaba?”
Illa sizin gitmeniz sarttir anlaminda soylediysem, yanlis ifade etmisim. Kurye araciligi ile de getirilebilir. Onun haricinde, BitCoin ve turevleri de var; ama, ben guvenir miyim; hayir.
Neyse.. banka hesabinizda hic hareket yoksa; ne adiniza kesilmis, ne de sizin kestiginiz fatura da sozkonusu ise; sevkiyat kayitlariniz da (nasil oluyorsa) kayit-disi ise, sorun yok demektir.
“Tedbirli olursanız riski de oldukça düşük.”
Ben de, zaten, tedbirli olmak gerektigini vurguluyorum.
Radara takilmazsaniz, dikkat cekmezseniz, bir omur de surdurebilirsiniz.
Hatta, bir cok kuyumcunun pekala yapabildigi gibi, yesil kart bile alir, saglik hizmetlerine de pek para harcamayabilirsiniz.
“Sıfır değil evet ama dikta rejiminde muhalif olmanın dikensiz gül bahçesi olduğunu kimse söylemedi.”
Dikta ya da degil, her devlet vergi almak konusunda cok ciddidir. Ne kadar becerebildikleri ise, ayri mesele.
“Hak kavramından anladığımız şey farklı demek ki. Şaşırmadım açıkçası.”
‘Hak kavrami’ dediginiz sey subjektif degil. Her ulkenin hukugunda –lafzen degilse bile, ruhen– tanimlanmis bir seydir bu.
Denemek isterseniz, bir otobus firmasina mesela, ‘seyahat hakkim var’ diye bir gidin bakalim.
Sasiracaksiniz, belki, ama bedelini almadan size bilet filan vermeyeceklerdir. Cunku, o sizin dediginiz ‘seyahat ozgurlugu’dur ve her ozgurluk gibi bir bedeli vardir.
Bedelini odemeksizin ozgurluk kullanmak demek, baskasinin odemesi anlamina gelir. Vergi verMEmek gibidir.
Romantik anarsistlerimiz (ve bir kesim Islamcilarimiz) bunu gozardi eder; sonra da suret-i haktanmiscasina ovunerek soylerler.
Düzen savunucusu Necipgiller bir açıklama yapmış. Referandum sonuçlarının tartışılmasından, meşruiyetinin sorgulanmasından rahatsız olmuşlar:
http://www.hurriyet.com.tr/izmir-is-dunyasi-artik-ekonomi-konusulsun-diy-40429516
necip ve mistifikasyon
necip’in 29 nolu yorumundan alinti:
“Ben, kac gun once buraya yazdigimda, bu referandumun bir ‘devlet karari’ oldugunu dusundugumu yazmistim. Hala daha da oyle oldugunu dusunuyorum.
Nitekim, surada [ http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/722923/CHP_den_YSK_ye_cagri__Ya_hileyi_duzeltin_ya_da_iptal_edin.html ] CHP Baskan Yardimcisi Bulent Tezcan da benzer seyler soyluyor.
Evet, devletin tüm imkanlarının sımarıkça kullandığı, hayır ise milletin tüm yoklukları içerisinde mükevazi bir biçimde yürüttüğü kampanyaydı ve bu kampanyanın sonunda Türkiye’nin yarısı hayır dedi. Kamu vicdanında devletin evet kampanyasına karşı, milletin hayır kampanyası kazanmıştır.”
mistifikasyon, bir $eyin anla$ilmasini gücle$tirme, bir $eye esrarengiz, gizemli bir hava vermek anlamina geliyor.
necip’in olaylara baki$ ve aciklamalarina bu mistifikasyon mantigi damgasini vuruyor.
1. ba$kanlik sistemi iktidarda ki islami rejimin projesi. bu projeyi referanduma sunma talebi de yine iktidar tarafindan yapildi ve uygulandi.
bundan, türkiyede, necip di$inda ku$kusu olan ikinci bir insan daha var mi, bilmiyorum.
akp iktidari bu ba$kanlik sitemi ile ve degi$tirdigi anayasa maddeleri ile neyi amacliyor, bunu akp’nin secim kampanyasinda ki argümanlarina bakarak anlamak zor degil.
fakat bizim neco kül yutmaz biri oldugu icin, akp’nin ve erdogan’nin “biz bu ba$kanlik sistemini $u sebeplerden dolayi getirmek istiyoruz, gerekcelerimiz $unlardir” $eklinde ki sayisiz aciklamalarini dikkate almiyor, almak istemiyor.
2. necip’in ima ettigi gibi iktidarin üstünde ba$ka bir devlet yapisi, kimsenin bilmedigi, kimsenin aklinin ermedigi ve de aklinin eremeyecegi bir “derin devlet” ya da “paralelel devlet” yok.
eskiden bir derin devletin varligindan söz edilirdi. bununla kastedilen de kemalist generallerin/milli güvenlik kurulunun askeri devletiydi.
akp hükümeti, kendini devletin asil sahibi ve koruyucusu olarak gören bu askeri yapiyi, kemalist orduyu kismen tasviye ederek/budayarak kendi kontrolü altina aldi.
bilindigi gibi akp’nin devlete ve orduya ayar verme, budama, restorasyon faaliyetleri son hizla devam ediyor.
ba$kanlik sistemini ve referandumu da bu cercevede dü$ünmek lazim.
3. chp baskan yardimcisi bülent tezcan’in söylediginden necip’in tez’ini destekleyecek hic bir veri yok.
necip, b. tezcan’in söyledikleri icinde sadece “devlet” sözcügünü algilami$ ve “aha, aradigim kaniti buldum” diye dü$ünmü$.
oysa, b. tezcan acik ve anla$ilir konu$mu$: b. tezcan, necip gibi esrarengiz ve gizemli bir derin devlet yapisindan bahsetmiyor; $unu diyor: akp, iktidarda olmanin avantajini kullanarak, devletin imkanlarini, referandum kampanyasinda sonuna kadar kullandi, diyor.
tabii tezcan’a sormak lazim: sen ne bekliyordun ki?
diger yandan tezcan’in: bütün bunlara ragmen bu kadar hayir cikti, bunu göz önünde bulundurursak, “hayir” cephesi ba$arilidir, demek istedigini anlamak zor degil.
“Son örneği de Gezi’den vereyim. Gezi de diktatörlüğe karşı büyük bir devrimci ayaklanmaydı.”
yukarda ki cümle sizin adi gecen yazinizda var ve ben alinti derken de bu cümleyi kast ediyorum, bundan dolayi da bu cümleyi tirnak icine aldim.
gezi parki isyancilarinin taleplerini ise internetten alinti yaptim.
sizin”bu satirlar” dediginiz en a$agida ki paragraf, gezi parki isyancilarinin taleplerinden alinma. ben de orda zaten gezi parki isyancilarinin talepleri oldugunu belirtmi$im, ve ona göre ele$tirmi$im.
gezi parki isyancilarinin taleplerini tek blok halinde alinti yapmadigim icin belli ki siz kari$tirdiniz ve hemen damgayi vurdunuz: “ückagitcilik”
“Diş çekmeyi dişçiden iyi bildiğini zannediyor olman komik.”
Benim o yazdiklarimi yazisim, malumatfurusuluk etmek ya da ukalalik degildi. Bemzer bir tecrubem oldugundan, belki istifade edersiniz diye yazdim.
Arkaplani soyledir:
Yirmi seneden fazla bir zaman once, ABD’de 3-4 kisilik bir arkadas grubu bir araya geldik ve bir yazilim peydahladik. Bunu Internet uzerinden pazarladik. Bir ihtisas yazilimi oldugu icin, ‘cok satan’ degildi; ama, birim fiyati yuksekti.
Internet uzerinden satislarda satis vergisi (sales tax) olmadigi icin, bir de ben ABD vatandasi olmadigim (orada yerlesik de olmadigim) icin, benim payima dusen hasilatin neredeyse tamami ‘net’ benim ABD disindaki (off-shore degil; cunku onlara itimat etmem) hesabima yatiriliyordu. Ben de, borsada yeterince saglam ve karli gordugum hisselere yatiriyordum.
Iyi de, gel zaman git zaman, 20+ senede o hesapta epeyi para birikti. ‘Nasil yapsam?’ diye dusunurken, bir gun, bankanin ‘Compliance’ departmanindan, Turkiye ile kendi devletlerinin yaptigi anlasma yuzunden artik benim hesabimin detaylarini TC Maliyesine bildireceklerini soylediler. ‘Nasil yapsam?’ sorusu acillesti, tabii ki.
Neyse ki, kisa bir zaman sonra, ‘Varlik barisi’ diye birsey cikardilar ve devlete yuzde 5 harac verip TC’ye getirdim. O gun bugundur de, pasa pasa her kurusunun vergisini veriyorum cunku kedi-fare oynamaktan gina geldi.
O surec icinde, ben de bircok alternatifi gozden gecirdim. Mali musavirlere filan sordum ettim. Bir suru sey mumkundu ama hic birisi su gecirmez degildi.
‘Death and taxes are inevitable’ lafi dogruymus. Kacis yok.
Gün abinin eline sağlık.
Yukarıda Necip diye muhalefete muhalefet bir hesap makinesi dahisi, evet hayır farkı oy sayısını sandık sayısına bölüp yuvarlak hesap 8 demiş. 8 oy lazımmış.
Belki yazılmış, kusura bakayım okuyamadım tüm yorumları ama;
bir sepetten öbür sepete yumurta geçerken farkı ikiye bölersin vicdansız Necip.
Üç dört yazdı diye canın sıkılmış. 7.9’u böl bakayım bir ikiye…
“ba$kanlik sistemi iktidarda ki islami rejimin projesi. bu projeyi referanduma sunma talebi de yine iktidar tarafindan yapildi ve uygulandi.”
Benim yazdiklarimi, keske, bir de ‘acaba oyle de olabilir mi?’ gozuyle okusaydiniz.
“bundan, türkiyede, necip di$inda ku$kusu olan ikinci bir insan daha var mi, bilmiyorum.”
‘Bilmiyorum’ diye bitirdiginiz bir konuda, ne kadar da keskin konusuyorsunuz boyle.
Bravo.
“necip’in ima ettigi gibi iktidarin üstünde ba$ka bir devlet yapisi, kimsenin bilmedigi, kimsenin aklinin ermedigi ve de aklinin eremeyecegi bir “derin devlet” ya da “paralelel devlet” yok.”
Bu yapilar her yerde vardir.
Sizin ‘iktidar’ dediginiz sey, esasen, bir tur sirketin gunluk yonetimi ile mesgul olan taifedir. Bildigimiz ‘management’ yani. CEO’su basbakan (ya da, yakinda, Cumhurbaskani), YK’si bakanlar filan. 3-5 senede bir de degisirler genelde. Bunlar vitrindekilerdir.
Bir de, geri planda, –sirket benzetmesine devam edecek olursak– ‘genel kurul’a katilmak hakki olan ortaklar vardir.
Her vatandas, nufus kagidi uzerinden, hissedar sayilsa dahi, ‘genel kurul’a katilmak imtiyazi olanlar farklidir –‘imtiyazli hisse’ yani.
‘Genel kurul’a katilmak hakki olan ortaklara ‘vasi’ de diyebiliriz; cunku onlarin olusturdugu ‘genel kurul’a ‘vesayet’ diyoruz.
Bugunlerde dillerden dusmeyen ve kaldirilmasi raddelerine gelinmis olan ‘vesayet’ ‘Balkan Oligarsisi’ninkidir.
‘Balkan Oligarsisi’nin Abbas yolcu oldugu kanatindeyim; ama, bu, butun ‘vesayet’lerin kaldirilacagi anlamina gelmez.
Zaten mumkun de degildir. Sadece eski ‘vasi’ler gidecek, yerine baska ‘vasi’ler gelecektir. O bakimdan, bir bosluk olmayacak yani –merak/endise buyurmayiniz 😉
Eski ‘vesayet’in muttefiklerinin kim oldugu, mucadelenin sertlesmege basladigi bu gunlerde iyi-kotu belli oluyor: Kita Avrupasindaki birkac ulke.
Ne kadar demokrasi asigi kesiliverdiler bu surec boyunca.. Degil mi?
AB’ye almamak icin her turlu taklayi attiklari Turkiye’yi ne kadar seviyor ne kadar da dusunuyorlarmis.. gozleri yasariyor insanin…
Peki, yeni ‘vesayet’in ortaklari kim, sizce?
Dikkat ettiniz mi hic: ABD ve Rusya daha sonuclar kesinlesmeden tebrik mesajlari gonderdiler –ardindan, diplomatik nezaketsizlik etmis olmamak icin, ‘bu onayliyoruz anlamina gelmez’ lafini da ekleyerek tabii ki.
Peki.. sizce, ABD’nin ve Rusya’nin (ayri ayri) ilgili cenahlari ile bu konu onceden hic konusulmamis midir?
‘Konusulmamistir!’ diyorsaniz, benim dha soyleyecegim bir sey yok. ‘Turkiye bagimsiz bir ulkedir ve her turlu kararini kendisi alir ve uygular’ der ve uykuya dalarim.
arkadaş, o yaptığın alıntıyı ben bile son cümleye gelinceye kadar kendi yazımdan bir alıntı sanarak okudum, ancak son cümleye gelince bu benim yazım değil dedim ve yazının aslına baktım. Neden böyle yollara başvuruyorsun ki. Aynı şeyi şöyle de ifade edebilirdin: Benden alıntıyı verdikten sonra, “Zileli böyle diyor madem, bir de gezicilerin kendilerini nasıl tanımladıklarına bakalım” derdin ve ardından da bana sorardın: “Zileli, siz Gezi’yi pek övüyorsunuz ama bakın geziciler yukarıda devleti nasıl tanımlamışlar. Bu satırlara ne diyorsunuz?” Dürüst tartışmayı ne zaman öğreneceksiniz?
“bir sepetten öbür sepete yumurta geçerken farkı ikiye bölersin”
Yumurtacilik bile yapmamissiniz anlasilan.
Bir sepette beyaz, diger sepette de kahverengi yumurtaniz olsun.
Beyaz yumurtalar kahverengi olanlardan 10 tane fazla olsun.
Baslayalim.
Beyaz yumurtalardan 5 tanesini alip kahverengi sepetine ekleyemezsiniz; cunku onlar ‘beyaz’ –sayilmis ve o sepete konmus.
Tek cozum, o 10 adet beyaz yumurtayi iptal etmektir. Yani, sepetten cikarip cope atmak.
Bunu boyle yapmazsaniz, siz –alenen– hile yapmis olursunuz.
Tevekkeli degil, ulke olarak, PISA listesinde yerlerde surunuyoruz.
CHP’den son dakika referandum çıkışı
CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke, canlı yayında referandumla ilgili açıklamalarda bulundu. ”İlan edilen bu referandumun sonucunu tanımıyoruz” diyen Böke, ”Bunun için demokratik tüm haklarımızı kullanacağımızdan şüpheniz olmasın. Her türlü deyince Meclis’ten çekilmekten de çalışmaya devam etmek de buna girer” ifadelerini kullandı.
Selin Sayek Böke, şunları söyledi:
”BU REFERANDUMUN SONUCUNU TANIMIYORUZ”
”Çalınmış olan milletin iradesidir. Hileyle, alel acele yapılan balkon konuşmalarıyla algı operasyonu yönetilmektedir. İlan edilen bu referandumun sonucunu tanımıyoruz tanımayacağız da…
TEKRAR EDİLMELİ
Bu referandum tekrar edilmelidir. Biz olmayan bir anayasa varmış gibi davranmayacağız. Oldu bittilere boyun eğmeyeceğiz.
MECLİS’TEN ÇEKİLMEK DE ÇALIŞMAYA DEVAM ETMEK DE…
Bunun için demokratik tüm haklarımızı kullanacağımızdan şüpheniz olmasın. Her türlü deyince Meclis’ten çekilmekten de çalışmaya devam etmek de buna girer.
Türkiye yıllardır seçim yapıyor. İlk defa bir seçimin meşruiyeti hem ulusal hem uluslararası düzeyde şaibeli hale geldi. Bunu Türkiye’ye yaşatmaya kimsenin hakkı yok. AGİT gözlemcileri Türkiye’nin davetiyle geldi. Siz bunlara ‘Haddini bil’ diye söylediğinizde suçu kabul ettiğiniz anlama geliyor. Kimseye had bildirmeye değil Türkiye’de demokrasiyi yükseltmeye ihtiyacımız var.
KARŞIMIZDAKİLERDE BUNU BİR MAÇ OLARAK GÖREN ANLAYIŞ VAR
Bizler meselenin Türkiye meselesi olduğunu her yerde anlattık. Oysa karşımızdakilerde bunu bir maç olarak gören anlayış var. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kullandığı cümleler bunu Türkiye meselesi olarak değil siyasi bir mesele olarak gördüğü ortadadır.”
“Sizin bundan alinmaniz da, aslinda, iyi bir seydir. Farkinda oldugunuza isaret eder.”
Hiçbir şeye alındığım yok, birilerini sömürdüğüme dair iftira attın, ben de öyle olmadığına dair açıklama yaptım. Hala da arkasındayım. Ben sana ya da başkasına kendi ahlaki duruşumu dayatmıyorum, sen de milletin ahlakını tepeden bakarak yargılayacağına kendininkiyle ilgilen.
Referandum Sonucu Gayrimeşrudur! Mücadeleye Devam!
Marksist Tutum
Muhalif tüm kesimlerin ağır bir baskı altında tutulduğu, parti liderlerinin ve kadrolarının hapse atıldığı, Kürt illerinde açık devlet terörünün uygulandığı, yüz binlerce insanın yerinden edildiği, muhalif medyanın kısıtlı bir alana hapsedildiği, devlet olanaklarının inanılmaz bir savurganlık ve hoyratlıkla evet oyu lehine kullanıldığı şartlarda ortaya çıkan bu sonuç kesinlikle şaibeli bir sonuçtur, meşruiyeti yoktur.
Olağanüstü hâl şartları altında, korkutma, tehdit, şantaj, sindirme, karalama, iftira, küfür, yalan, çarpıtma, manipülasyon terörünün estirildiği, rüşvet ve ulufenin bol keseden dağıtıldığı bir kampanya sürecinin ardından yapılan referandumda, hilenin ve açık kanun ihlallerinin de devreye sokulmasıyla, gayriresmi sonuçlara göre %51 evet, %49 hayır oyu çıkmış görünmektedir. Başta Kürt siyaseti olmak üzere, muhalif tüm kesimlerin ağır bir baskı altında tutulduğu, parti liderlerinin ve kadrolarının hapse atıldığı, Kürt illerinde açık devlet terörünün uygulandığı, yüz binlerce insanın yerinden edildiği, muhalif medyanın kısıtlı bir alana hapsedildiği, devlet olanaklarının inanılmaz bir savurganlık ve hoyratlıkla evet oyu lehine kullanıldığı şartlarda ortaya çıkan bu sonuç kesinlikle şaibeli bir sonuçtur, meşruiyeti yoktur.
Sandıklar kapanır kapanmaz YSK’daki AKP’li üyenin isteği üzerine mühürsüz pusula ve zarfların da geçerli sayılacağının açıklanması gerçek sonucun farklı olduğuna dair güçlü bir işarettir. Böylesi bir referandum sonucu üzerine bina edilecek bir yeni rejimin geniş kitlelerin gözünde de meşruiyeti olmayacaktır. Gerçek şu ki, toplum içinde totaliter tek adam rejimine karşı büyük direnç vardır ve hem bu rejimi istemeyenlerin gerçek sayısı hem de oylamadaki hayır oylarının gerçek sayısı yarıdan çoktur. Tüm baskı, şiddet, yalan, dolan, hileye rağmen elde edebildikleri sonuç ancak yarı-yarıyadır. Bunun anlamı, sadece bu görüntü veri alınacak olsa bile, her iki kişiden birinin bu rejimi istemediğidir. Anayasal düzeydeki değişiklikler için mecliste basit çoğunluk değil nitelikli çoğunluk arandığı düşünülecek olursa, bu sonucun bir rejim değişikliğine asla meşruiyet temeli sağlamayacağı açıktır.
Tüm baskılara, hile ve usulsüzlüklere rağmen, Bursa hariç en büyük 6 ilde hayır oyu çıkmıştır. Büyükşehir statüsündeki en büyük 30 ilin 17’si hayır demiştir. AKP’nin yıllardır hep önde geldiği ve övündüğü en büyük iki il olan İstanbul ve Ankara’daki hayır oyları da İzmir, Antalya, Adana’nın yanı sıra üstün gelmiştir. Modern işçi sınıfının asıl mekânı olan bu illeri içeren Marmara bölgesi, Ege bölgesi, Akdeniz bölgesi bu rejim değişikliğini reddetmiştir.
Kürt illerindeki sonuç, referandum sürecinin baskıcı, anti-demokratik karakterinin gerçek bir aynasıdır. Yüz binlerce insanın evleri yakılıp yıkıldı, siyasi temsilcileri hapislere atıldı. Kürt halkına siyasi alanda yön verecek, onları örgütlendirecek, legal siyasi çalışmayı yürütecek örgütleri büyük oranda çalışma yapamaz hale getirildi. Böylece Kürt halkı referanduma eli kolu bağlı olarak girmek zorunda bırakıldı. Öte yandan devlet baskısı ve terörü altında, halkın bir bölümü de satın alınmaya çalışıldı. Bunların üstüne, silahların gölgesi altında sandık güvenliği olmaksızın oylama kotarıldı, sandık mahalleri değiştirildi, HDP’nin bazı sandık görevlileri gözaltına alındı, müşahitler seçim salonlarına sokulmadı, bazı Kürt köyleri “hayır çıkarsa siz bilirsiniz” diye tehdit edildi. Tüm bunların sonunda Kürt illerinde AKP cephesi ortalama 10 puan daha yüksek oy aldı. Erdoğan’ın savaş yürüttüğü ve abluka altına aldığı Kürt illerinde elde ettiği bu 10 puanlık artış şaibelidir.
Oylama sonucunun meşruiyet zaafı anlamına geldiğinin gayet bilincinde olan Erdoğan, tam da bu nedenle kalabalığa yaptığı daha ilk konuşmada, meşruiyet tartışmalarını ve soru işaretlerini bastırmak için “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demiş ve hemen idam meselesini gündeme getirmiştir. Hiç kuşkusuz idam sorunu bu zaafı giderme yolunda yapılacak girişimlerin tek örneği olmayacaktır.
Referandum sonucu doğan durum ne Erdoğan cephesi için bir zaferdir, ne de ilerici hayır güçleri açısından bir hezimet ya da bir yenilgidir. Başta Erdoğan’ın kendisi olmak üzere taraftarlarının hiç de zafer coşkunluğunu yansıtmayan yüzleri çok şey anlatmaktadır. Öte yandan hayır cephesi de bir yenilgi ve ümitsizlik ruh hali içinde değildir. Mevcut durum, meşruiyet krizini de içeren bir siyasi krizdir. Önümüzdeki günler bu siyasi krizin boyutlarının belirginleşmesini sağlayacaktır.
Erdoğan ve şürekası evet oylarının yüzde 50’ler düzeyine çıkarılmasının hiç de coşku ve ikna temelinde olmadığının, tabanda ciddi bir hoşnutsuzluğun birikmekte olduğunun farkındadır. Bazı önemli AKP kaleleri yıkılmıştır. Evet oyu verenlerin de önemlice bir bölümü isteksizce ve şüpheyle vermiştir. Önümüzdeki dönemde, ekonomik krizin bastırılmış ve ertelenmiş sonuçları zincirlerinden boşanarak açığa çıkacaktır. İktidarın sermaye sahiplerine referandum gününe kadar kimseyi işten çıkarmamaları yönünde açık baskı uyguladığı biliniyor. Kıdem tazminatı hakkının ve kamu çalışanlarının iş güvencesinin ilk eldeki saldırı konuları olarak çoktan belirginleştiği de malûm. Gündeme gelecek yeni grevlerin yasaklanacak olması ve daha saymaya gerek olmayan nice saldırı, AKP’ye oy veren emekçi kitledeki hoşnutsuzluğu daha da arttıracaktır.
Burada önemli nokta bu emekçi kitlelerin ne yazık ki bir alternatifsizlik sorunuyla yüz yüze olmalarıdır. Bu kitlelerin önemli bir bölümü kötünün iyisi saikiyle bir çıkışsızlık duygusu içinde oy vermektedirler. O nedenle örgütlü güçlerin önemi daha da artmaktadır. Önümüzdeki dönemin saldırıları ve çok boyutlu krizin çalkantıları karşısında örgütlü mücadele önemli rol oynama şansına sahiptir. İşin doğrusu bu referandumda da örgütlü sınıf güçleri tüm baskılara rağmen önemli ve başarılı bir çalışma yürüterek, sayısız işçinin oy yönelimini ve bakışını değiştirmiştir. Bu zemin, daha ötesi için umut ve azim kaynağıdır.
Ekonomi cephesinin yanı sıra Erdoğan uluslararası alanda da bir sıkışmışlık içindedir. Erdoğan’ın eski ve yeni emperyalist müttefikleri de referandum sonuçlarını hemen kabul etmemiş, temkinli yaklaşmışlardır. Erdoğan’ın kitleye yaptığı ilk konuşmada uluslararası güçlere seslenerek referandum sonucunu kabul etmelerini talep etmesi boşuna değildir. Bölgedeki emperyalist savaş sürecinde Türkiye tam bir sıkışmışlık yaşamaktadır. ABD ve Batı’ya yaranamadığı gibi Rusya’ya da yaranamamaktadır. Referandum öncesi gibi milliyetçi kışkırtmalara ve hamasete pek ihtiyaç duyulan bir dönemde Fırat Kalkanı operasyonunun bitirildiğini ilan etmek zorunda kalmaları bu sıkışmanın hazin bir itirafı niteliğindedir. İşte bu çok boyutlu kriz ve sıkışmalar içinde Erdoğan’ın hızla gündem değiştirmeye ve yeni bir rüzgâr oluşturmaya ihtiyacı var.
Bu krizin temelde iki yönlü eğilimler taşıdığını iyi kavramak gerekiyor. Bir yandan Erdoğan arzuladığı totaliter rejimi oturtmak için girişimlerini ilerletmeye çalışacak, bir yandan da dayandığı zeminin kayganlığı ve istikrarsızlığının doğuracağı sorunlar üzerinden yükselecek muhalefet dinamikleriyle yüz yüze kalacaktır. Devrimci işçi sınıfının mücadelesi açısından yılgınlığa, ümitsizliğe kapılmak için hiçbir neden yoktur, yeni bir mücadele süreci başlamıştır. Şüphesiz yeni şartların yeni zorlukları olacaktır. Erdoğan yeni rejimi oturtma yolunda demokratik hak ve özgürlükleri daha da bastıracaktır. Ancak bu tereyağından kıl çeker gibi rahat olmayacak, dirençlerle karşılaşacaktır.
AKP ve Erdoğan’ın genel olarak bir gerileme sürecinde olduğu bu referandumla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin sanayileşen, modernleşen bölgelerinde AKP eskisi gibi at oynatamamaktadır, aksine AKP karşıtlığı ya da AKP’den hoşnutsuzluk artmaktadır. Referandumu kazanmışlık görüntüsüne rağmen, AKP’nin tarihsel eğrisindeki düşüş süreci aslında ilerlemektedir. Bu referandum söz konusu düşüşü teyit etmektedir. Kente akmış olan, ama sosyo-kültürel olarak henüz işçileşmemiş, kent kültürünü içselleştirmemiş kır ve taşra kökenli emekçi kitleler yavaş yavaş ve sancılı biçimde olsa da değişmektedir. Bu süreç çelişkilidir, ama genel yönü tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde nettir. Emekçi kitleler deneye deneye, kafayı taşa vura vura öğrenmektedir. Devrimcilerin görevi bu süreci baltalayacak tutumlar değil, teşvik edecek ve ilerletecek tutumlar almak, bu doğrultuda bir hat izlemektir.
Sonuç olarak, Erdoğan’ın temsil ettiği totalitarizmin zemini göründüğü kadar güçlü değildir, bu rejim hemen yarın yıkılıp gitmeyecektir, ama çok uzun yıllar da sürmeyecektir. İstikrar söylemiyle getirilmeye çalışılan ve AKP’ye oy verenlerin bir kesiminin de bu niyetle ama ancak kerhen destek verdiği bu rejim, hiçbir surette istikrar getirmeyecektir. Çok uzak olmayan bir gelecekte çözülme günü geldiğinde devrimci işçi sınıfının önünde önemli fırsatlar doğabilir. Marifet, bir yandan morali yüksek tutarak örgütlü mücadeleyi sürdürmek, bir yandan da o günlere hazırlanmaktır.
http://marksist.net/node/5592
43 nolu yorumu buraya aliyorum:
“Zileli yi demokrasi, Bati tipi Demokrasiyi ABD AB degerlerini savunmakla suclayan Marxist arguman, tüm ideolojik yapisini argumanlarini Tamamen AB standartlarina uydurmus Kürt Hareketi (suriye ve turkiyede) ve onun pesine takilmis Turkiye `ML `soluna bir iki laf edersiniz sanirim.”
birincisi, ben burda kimseyi suclamiyorum. peki ne yapiyorum: ele$tiriyorum
dikkatini cekerim, suclamak ile ele$tirmek farkli $eylerdir.
ikincisi, senin niyetin üzüm mü yemek bagciyi dövmek mi, biraz ku$kuluyum.
ücüncüsü, zileli’nin “boykotculara son sesleni$” yazisinin altina senin ML (marxist leninist) $eklinde tarif ettigin sosyalistlerden “halkin günlügü” dergisinin secimlerde/referandumda oy kullanma tavrini ele$tiren iki yorum yazdim.
“anonim” mahlasini kullansan da, senin daha önce yazdigin yorumlari biliyorum.
sen, sürekli olarak suriyede ki kürt ulusal hareketinin/ypg’nin ABD ile i$birligi yapmasini ele$tiriyorsun. bunu yaparken de hic tereddüt etmeden esad rejiminden yana tavir koyuyorsun.
bunu da burda “devrimcilik” olarak sunmaya cali$iyorsun.
1. kürtlerin, ya da $öyle ifade edeyim anadili kürtce olan insanlarin sirf etnik kimliklerinden ve kültürel taleplerinden dolayi türkiye, iran, irak’in yanisira suriye’de de ugradiklari baski ve katliamlari sen de en az benim kadar bilirsin.
suriye arap cumhuriyeti kuruldugundan beri ikinci sinif vatanda$ muamelesi gören kürtler, ortadoguda kürtlerin asimilasyon ve katliami üzerine kurulmu$ anti-kürt statükonun catlamasini firsat bilerek mümkünse bir otonomi/federasyon gibi bir statü elde etmeye cali$iyorlar.
bunun icin de kim kendilerine yardim ederse, onunla cikara dayali i$birligi yapiyorlar.
yerine göre rusya ile de yapiyorlar. bunu sen de biliyorsun.
fakat sen ABD’yi $eytanla$tirmissin, buna kar$ilik esad rejimini de acikca savunuyorsun ve kürtleri ABD ile i$birligi yaptigi icin ele$tiriyorsun.
peki sen kürt ulusal hareketinden ne bekliyorsun, kürtlere ne tavsiye edersin?
belli ki sen kürtlerden $unu bekliyorsun: kendilerini yillarca ezen, asimile eden, a$agilayan, katliamdan gecieren türk, arap, fars ulus devletlerinin yaninda; türk, arap, fars milliyetcileriyle beraber ABD’ye kar$i sava$sinlar, öyle mi?
kürtlerin hak hukukunun senin umrunda olmadigi acik.
sen, devrimci duygularini tatmin pe$indesin.
anti-amerikanciligin devrimciligin tek kistasi/ölcüsü oldugunu sana kim söyledi?
iran molla rejimide anti-amerikanci. sunni cihatci i$id örgütüde anti-amerikanci, hatta i$id örgütü $u anad yedi düvele kar$i sava$iyor.
bizim marxistler olarak $imdi bu i$id’ci cihatcilari ve sayisiz sosyalisti katletmi$ iran molla rejimini ABD’ye kar$i desteklememiz mi lazim?
komünist düsmani iki devlet, iki rejim arasinda taraf olmak, -zayiftan yana- tercih yapmak zorunda miyim?
senin anti-amerikanci devrimciligin perincek/aydinlik grubunun devrimciligi ile ayni kategoriye giriyor:
birincisi, sen, genel olarak “milliyetcilik/ulusalcilik” fikrini ele$tirmiyorsun, yanli$ligini te$hir etmiyorsun.
ikincisi, kürtlere kar$i egemen ulus milliyetciligi olan arap/baas, türk, fars milliyetciligini ele$tirmiyorsun, tersine destekliyorsun.
kendisine ML diyen sosyalist gruplarin kürt ulusal hareketi ile i$birligine gelince:
evet, yanli$tir, savunulacak bir tarafi yoktur, sosyalizm davasina hizmet etmez.
fakat bir$eyi yargilayip mahkum etmek yetmez, yanli$ligin kaynagini da aydinlatip anlamak lazim ki ayni yanli$ tekrar tekrar yapilmasin:
türkiyeli sosyalistlerin kürt ulusal hareketi ile ortak hareket etmesinde rol oynayan etkenler:
1. pragmatist/faydaci yakla$im: birbirinden kar$ilikli faydalanma. buna bir ce$it muhtaclik/dayani$ma/yardimla$ma ili$kisi de diyebiliriz.
2. sosyalistlerin benimsedigi ve benim $ahsen yanli$ buldugum $u dü$ünce: ulusal hareketleri, ezilen ulus milliyetciligini ezen ulus milliyetciligine kar$i desteklemek, sahiplenmek, taraf olmak her sosyalistin görevidir.
sayin zileli,
“dikkatsizlikten fark etmemi$im” deyip hatanizi kabul edeceginize, yazdiklarimda kötü niyet, ückagitcilik aramaya devam ediyorsunuz.
“$imdi gezi parki isyancilarinin taleplerine bakalim” diye yazmi$im ve sonra da bu talepleri siralami$im.
o talep listesinin sizin yazinizla alakasi olmadigi, o listenin gezi parki isyancilarinin talepleri oldugu apacik ortada degil mi?
yazdiklarimda “manipülasyon” aramakla ne kadar abartili bir “ku$kucu” davrani$ icinde oldugunuzu farkinda misiniz?
site sizin siteniz, benim size ele$tirilerimi yayinlayip yayinlamamak sizin bileceginiz bir$ey.
fakat yazdiklarimda “ückagitcilik/manipülasyon” aramaniz son derece tuhaf bir baki$ acisi.
Tepeden inmeci, yukarıdan dayatmacı, kibirli, hoyrat argümanlar.
Hayat hep düz çizgi izlemez. Toplumsal mücadele de hep birilerinin kafasındaki modele uygun biçimde gelişmez.
Sevgili sözel dahisi ukala necip beyefendi hazretleri,
Yukarıda Zileli’nin yazdığı yazıdan anlaşılan: Kahverengi yumurtanın hokus pokus ile beyaz eylendiğidir. Zileli’nin yazdığı yazının yorum kısmında sanırım bu yazıya dair konuşuyoruzdur.
Buradaki iddia üzerine Pisa listesini filan bir kenara koyup, ufacık düşünüver.
Varsayalım 15 kahverengi, 10 beyaz yumurta var. yani fark kaç: 5.
Toplam yumurta kaç: 25.
Adamlar yumurta sayısını değiştirmemiş.
Ne yapmışlar? 3 tane kahverengi yumurtayı beyaza boyamışlar.
Ne olmuş o zaman?
12 kahverengi, 13 beyaz. Bu defa ne olmuş:-1.
Yani neymiş: 60-40 farkı, 48-52 haline getirmek için %12 yumurtayı boyaman lazım.
Yani %20 farkı kapatmak için %12 yumurta lazım.
Artık bunları gerçek rakamlara çevirip hesap yapabilecek kadar da anlarsın sayılardan sanırım.
Zileli nin yukaridaki Suriye aciklamasi (biz) tam bir fifti fifti ci aciklama , yani objektif olarak emperyalist saldiriya karsi cikmiyor , sarki soyluyor, zaten emperyalizmin , Ozgurlukcu sola verdigi gorevde bu. Hele Ukrayna Donbass meselesende yenilen herzeler yenilir yutulur degil. Iste ozgurlukcu solun son tahlilde pratik Politik tavri ve yeri bu ornekte guzel anlasiliyor.
benim açımdan seninle tartışma bitmiştir arkadaş.
Ermenisi hristiyani sunni laiki Esad in yaninda iken Esad diktatorlugunun ayristiriciligini hangi Sunni Muhalefet yayinindan aparttin Zileli. bunu birde Suriye halkina sorsan?
Esad rejimi, emperyalist ve bölgesel hegemonyacı TC gibi devletler tarafından dışarıdan komplolarla yıkılmaya çalışıldığı için 5 senedir bu rejimin ne menem bir diktatörlük olduğu konusunda herhangi bir argüman ileri sürmemeye dikkat ettim. Ama işin aslına bakacak olursanız, bu rejim de diğer bütün Baas rejimleri gibi tek partili polis devletidir. Muhaberat adlı polis örgütü işkenceleriyle ünlüdür. Şimdi açtırma kutuyu söyletme kötüyü.
ihtiyar coban, 51 de yazdiklarin makbul degil ne yazik ki.
necip (fazil kisakurek ozentisi) veri istiyor, data istiyor. sense nostaljiyle harmanlanmis hayal satmaya gelmissin.
Eğer bu ülkede bir demokrasi mücadelesi veriliyorsa ve siyasal taktiklerin bu mücadeleye katkılarına göre değeri varsa…
1. Seçime Hayır denilerek katılmış olanlar, iktidarı çılgın hilelere mecbur etmiştir. Suçüstü yakalanmalarını sağlamıştır.
Seçimi boykot edenler (bence) yanıldıklarını kabul etmeli.
2. CHP nin bu “referandumu yok sayıyoruz, tanımıyoruz” tavrı sonuç olarak yine Demokrasi Mücadelesine katkı verecektir.
3. Bu mücadele süreci herzamanki gibi zorlu geçecek. Ama seçim hilesi ile hakkı gaspedilmiş muhalefet mağduriyet üzerinden enerjisini yükseltecek. Bu olgu da boykotçuları mahcup eder.
4.Muhalefete polis baskısı artacak. Sindirme operasyonları başladı. Ama bu “mağduriyet” ve haklılık duygusu kitleleri geriletmeyecek kadar güçlü.
5. Politikleşme yükselecek. Hayır diyen Türk ve Kürtler arasında diktatörlüğe karşı ortak taktikler gelişebilir. Mücadele süreci tüm halkı daha önce düşünmediği olumlu yerlere taşıyacaktır…
……. Velhasıl boykotçular bir geveze durumuna düşmüştür.
aynını yapmayı da sürdürüyorlar.
Necip’e onun diliyle de cevap verilebilir.
AKP iktidarı artık bölünmeye, toplumun parçalanmasına, dolayısıyla kendisinin savunucusu olduğu DÜZENin ortadan kalkmasına hizmet etmeye başlamıştır.
Fakat DÜZEN kendisiyle birlikte toplumun da sonunu mu getirecek, yoksa yerine başka bir şey koymak suretiyle buna engel olmak için mücadele mi etmeliyiz, mesele bu.
Aklı öldürürsen, ahlak da ölür.
Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür.
Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür.
Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.
Fatih Sultan Mehmed
30 Mart 1432 – 3 Mayıs 1481
Gezi’ye burun kıvıran ortodoks devrimcilere gelsin bu haber:
İstanbul’da referandum protestolarına 19 gözaltı
İstanbul’da, halk oylaması sonuçlarını bahane ederek izinsiz gösteri düzenledikleri, grupları provoke ettikleri ileri sürülen 19 kişi gözaltına alındı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğünden yapılan açıklamada, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunca kabul edilen 18 maddelik anayasa değişikliğine ilişkin 16 Nisan 2017 günü yapılan halk oylamasından çıkan “Evet” kararının meşru olmadığı iddia edilerek kent genelinde birtakım protesto eylemleri yapıldığı belirtildi.
Açıklamada, “Protesto eylemlerinde, grupları yönlendirip provoke ederek, gerek sosyal medya üzerinden gerek izinsiz gösteri ve yürüyüşler ile halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevk eden, 2013 yılında ülkemiz genelinde yaşanan Gezi olaylarına benzer olayları başlatmaya çalışarak referandumun iptal/tekrar edilmesini sağlamaya çalıştığı tespit edilen şahıslara yönelik olarak 19 Nisan 2017 günü saat 04.30 da yapılan çalışmalar doğrultusunda 19 kişi tarafımıza gözaltına alınmıştır.” denildi.
http://www.hurriyet.com.tr/istanbulda-referandum-protestolarina-19-gozalti-40432205
http://marksist.net/marksist-tutum/hayir-oylarinin-gaspina-karsi-tepkiler-buyuyor.htm
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/uskudari-kaybettin-dikkat-et-de-yine-attan-dusmeyesin
#HAYIR Hareketi Sokaklardan Çekilmemeli– CHP ve HDP Meclisten Çekilmelidir
https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/04/hayir-hareketi-sokaklardan-cekilmemeli.html
Erdoğan’ı Türkler Kurtardı – Evet’in Mimarı Türkler
https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/04/erdogan-turkler-kurtard-evetin-mimar.html
E v e r y d a y I’m Ç a p u l i n g !
G E Z İ #2
G E L İ Y O R U Z . . .
https://www.youtube.com/watch?v=QV0NTUY0Zls
“Yukarıda Zileli’nin yazdığı yazıdan anlaşılan: Kahverengi yumurtanın hokus pokus ile beyaz eylendiğidir.”
Yok. Zileli, benim anladigim kadariyla, “Kahverengi yumurtanın hokus pokus ile beyaz eylendiği”ni soylemiyor.
O yorumda soylediklerini kisaca ozetlersem:
— Sandikta kayitli toplam secmen sayisi 217.
— 154 hayir, 61 evet, yani 215 oy sorunsuz.
— Fakat, 2 adet muhursuz zarf da cikmis sandiktan.
— Zarflari acmislar, ikisi de ‘evet’ cikmis. YSK’nin karari uzerine, mesru gorup kaydetmisler. 61 evet + 2 daha = 63 evet olmus.
Burada ilk onemli detay, toplam sayinin asilmamis olmasidir.
Yani, kimse ‘hokus pokus’ ile sandiga 500 oy filan sokusturmus degil.
Durumu aciklamaga calisan kisi (sandik gorevlilerinden birisi, Zileli ile konusan sahis) ise sunu soylemis:
“Bu olanaksız. Biz bütün zarfları mühürlemiştik ve zarfları oy kullanmaya gelenlere verirken özellikle dikkat ediyorduk mühürlü olmalarına. Bu iki mühürsüz nereden çıktı anlamadım.”
‘Ozellikle dikkat ediyorduk’ filan guzel ama; ‘butun zarflari onceden muhurledik ve herkesin gozunun onunde tek tek saydik’ demiyor, diyemiyor.
Sonunu da, “anlamadım” diyerek tamamliyor, zaten.
Kisacasi, o ifade bence muglak.
215 zarf icinde 2 tanesini atlamis da olabilirler, pekala.
O degilse, kendi gozleri onunde, 2 adet zarf baska 2 adet zarfla degistirilmis olmali.
E, iyi de, sandik gorevlilerinin (ki, herbir ayri partidendir) baska ne isi var? Zarflarin calinmasini onlemekten baska?
Son olarak, diyelim ki, evet, o iki zarf baska iki zarfin yerine konmus. O isi yapan kisi, her kim ise, cikardigi iki zarfta ‘hayir’ oldugunu nereden biliyor? O kadar zamani nasil buluyor?
Bu sorularin anlamli bir cevabini vermek lazim.
Bir baska sey daha: Muhursuz cikan butun zarflarin icinden ‘evet’ ciktigini varsayiyor, oyle konusuyoruz.
Bunun boyle olduguna dair bir data/veri var mi? Yok.
“12 kahverengi, 13 beyaz. Bu defa ne olmuş: -1.”
Yanlis anlamissiniz. Kimse, acikca, yumurtalarin farkli renklere boyandigini (‘hayir’ yerine ‘evet’ kondugunu) iddia etmiyor.
Dahasi, oy kagitlari da fligranli. Yani, isteseniz dahi, sahtesini kolayca uretemezsiniz. Bayagi ciddi bir teknik imkan ve genis bir organizasyon gerekiyor.
Mumkun mudur? Tabii ki. Ama, lafta kalmayip, bunun boyle yapildigini ispat etmek gerekiyor.
“Yani neymiş: 60-40 farkı, 48-52 haline getirmek için %12 yumurtayı boyaman lazım. Yani %20 farkı kapatmak için %12 yumurta lazım.”
Oyle degil. Yukarida izah etmege calistim.
1) Sandiklardan cikan, kullanilmis toplam oy sayisinda bir acayiplik yok.
2) Zarflarin icinden cikan oy kagitlari arasindan fligransiz cikan da yok.
Sadece, bazi zarflar muhursuz cikmis.
Zileli’nin verdigi ornekte bu 215 adet icinde 2 adet. Yani, yuzde 0.93 (yuzde bir bile degil).
Bunu, pekala, sandik heyetinin insani hatasi olarak (dalginlikla 2 taneyi atlamislar) aciklamak da mumkun.
“Artık bunları gerçek rakamlara çevirip hesap yapabilecek kadar da anlarsın sayılardan sanırım.”
Hangi rakamlara ceviriseniz, cevirin; bir sey cikmaz.
Butun muhursuz zarflardan ‘evet’ ciktigina dair bir kanit/delil/veri/data yoksa elinizde, sizin argumaninizla bir yere varamayiz.
“AKP iktidarı artık bölünmeye, toplumun parçalanmasına, dolayısıyla kendisinin savunucusu olduğu DÜZENin ortadan kalkmasına hizmet etmeye başlamıştır.”
Once sunu soyleyeyim: Bu bolunme laflari bence konunun ozunu iskalamak, belli bir gundeme yakit tasimak amaciyla ediliyor.
‘Evet’ veya ‘hayir’ gibi sadece iki alternatifi olan bir soruyu nerede, kimlere sorarsaniz sorun; bir kismi ‘evet’ digeri de ‘hayir’ diyecektir.
Sonra da, cikip, ‘biz bolunduk’ demek de ne oluyor?
Cocuksuluk, naiflik, salaklik, ya da ahmaklik degilse.
Ya da, aslinda sunu mu demek istiyoruz: ‘Demokrasi, oylama ve secimler secmeni boluyor; dolayisi ile demokrasi boluculuge hizmet ediyor’..
Kaldiralim gitsin.
Bu mudur muradiniz?
Degilse, ne?
Simdi de, gelelim, AKP meselesine.
15 senedir iktidarda olduklarini dikkate alirsam, aslinda beklenenden cok uzun surdu. Baska yerlerde de cok nadirdir bu kadar uzun sure iktidarda kalmak.
Baska hicbirsey olmasa bile, secmen yorulur; farkli bir seyler, bir alternatif arayisina girer.
Fakat, thanks to CHP –mainly–, secmenin boyle br alternatif arayisina zemin bile bulunamiyor.
O yuzden, istediginiz kadar AKP’yi itham edin; ama, yerine bir alternatif olamayanlarindir bence en buyuk kabahat.
“Fakat DÜZEN kendisiyle birlikte toplumun da sonunu mu getirecek, yoksa yerine başka bir şey koymak suretiyle buna engel olmak için mücadele mi etmeliyiz, mesele bu.”
Sizce mesele ‘o’ olabilir. Ama, ‘o’ sadece bir hedef.
Pratik hayatta nasil saglanacagini da soylemek, gostermek gerekiyor.
“Hiçbir şeye alındığım yok, birilerini sömürdüğüme dair iftira attın, ben de öyle olmadığına dair açıklama yaptım. Hala da arkasındayım. Ben sana ya da başkasına kendi ahlaki duruşumu dayatmıyorum, sen de milletin ahlakını tepeden bakarak yargılayacağına kendininkiyle ilgilen.”
Aslinda haklisiniz. ‘Somuru’ kelimesi, soldan kalma bir jargon ve ahlakcilik da ima ediyor. Baska bir kelime kullanmaliydim.
Fakat, soyle bir senaryoyu alalim, ornek olarak:
10 arkadas, beraber bir yemek yiyip sohbet etmek icin bir lokantada bulustuk diyelim. Yemek bitti; fatura geldi. Dokuz kisi kendi payina duseni verdi, bir kisi ise vermeden sivisti.
Bunun icin hangi kelimeyi kullaniriz?
Not: Yanlis anlasilmasin. Ben vergi vermek icin can atiyor filan degilim. Hatta, anlattigim hikayede, 20+ sene boyunca o paradan tek kurus vergi vermedigimi de yazdim. Fakat, ‘ben yaptim, dolayisi ile dogrudur’ da diyemiyorum; cunku baskalari o fikirde olmak zorunda degiller.
Hile şu şekilde uygulandı. Evet mührü basılmış oy pusulalarını içeren mühürsüz zarflar, büyük bir ihtimalle para karşılığında bazı kişilereönceden verildi. Onlar da oy kabininde kendilerine vcerilen mühürlü zarfı ve pusulayı ceplerine atıp kendilerine verilen mühürsüz zarfı sandığa attılar. Mühürsüz zarf sandığa atılırken bunu fark edebilecek bir görevli çıkmamış mı derseniz, bu durumda cevap “çıkmamış” oluyor. Bu tür oy kullananlardan bazıları çıkıp hileyi açıklamaları halinde olay çözülür. Fakat mühürsüz zarfların, seçmen sayısını bozmadan oraya girmesinin tek izahı budur. Üç mühürü birden atlatacak bir zarff ancak milyonda bir olabilir, bunu görebiliyorsunuz değil mi?
Dünyanın her yerinde buna hileli seçim denir. 1946 genel seçimleri de tarihe böyle geçmiştir.
“Hile şu şekilde uygulandı.”
“Uygulanmis olabilir” demek istediginizi zannediyorum.
“Evet mührü basılmış oy pusulalarını içeren mühürsüz zarflar, büyük bir ihtimalle para karşılığında bazı kişilere önceden verildi. Onlar da oy kabininde kendilerine verilen mühürlü zarfı ve pusulayı ceplerine atıp kendilerine verilen mühürsüz zarfı sandığa attılar.”
Aciklamalardan birisi, evet, bu olabilir.
Ama, bir de ‘Hanlon’un usturasi’ yaklasimi var, malum:
https://en.wikipedia.org/wiki/Hanlon%27s_razor
{Mealen} ‘Ahmaklikla yeterince aciklanabilecek seylerin arkasinda illa kasit aramayin’ der.
Yani, ‘durduk yerde kotu amac aramak yerine, ihmal ve/ya yanlis anlama olup olmadigina bakin’..
Bu yaklasimdan istifade edersek, butun sandik heyetlerinin gorevlerini tam ve eksiksiz yaptigini farzetmek biraz abartmak olur. Kac senede bir olan, ve rastgele secilen bu heyete katilanlarin hepsi, muhur basmak konusunda beklenen titizligi gostermemis olabilir –sonuc olarak, karsiliginda az para verilen bir tur ‘angarya’dan bahsediyoruz.
Dolayisi ile, bu da bir aciklamadir.
Bir baska aciklama da, illa da kasit arayacaksak, neden tek yonlu bakiyoruz. Tersi de olamaz mi?
Yani, bazi sandik heyetleri (ya da uyelerinden bazilari) referandumu saibelendirmek icin bunu yapmis olamazlar mi?
Cok mu uzak bir ihtimaldir bu?
“Mühürsüz zarf sandığa atılırken bunu fark edebilecek bir görevli çıkmamış mı derseniz, bu durumda cevap ‘çıkmamış’ oluyor.”
Ve, bu mutlu/mutsuz ‘tesaduf’ butun 1 milyon 360 bin kusur oy icin de gecerli olmus –mu diyorsunuz?
“Bu tür oy kullananlardan bazıları çıkıp hileyi açıklamaları halinde olay çözülür.”
Ama, siz, kimse cikip ‘itiraf etmez’ ise, yine de hileli oldugunda israr edeceksinizdir, eminim.
“Fakat mühürsüz zarfların, seçmen sayısını bozmadan oraya girmesinin tek izahı budur.”
Tek izahi o degil. O sizin tercih ettiginiz ‘izah’tir.
En az iki tane daha –genellenebilir– ‘izah’ daha var; ama, size uymuyor.
“Üç mühürü birden atlatacak bir zarf ancak milyonda bir olabilir, bunu görebiliyorsunuz değil mi?”
Ve, siz, simdi cikip o 3 muhuru de her sandikta hep 3 ayri kisinin bastigini; kimsenin (hic bir sandikta) bunlarin 3unu birden basmak angaryasini bir kisiye yuklemedigini, onun da savsaklamadigini soyleyeceksinizdir.
[Bu arada, muhur sayisinin 3 olduguna dair bir sey bulamadim. Boyle bir sey var mi; nereden kaynakldigini bilen var mi?]
“Dünyanın her yerinde buna hileli seçim denir. 1946 genel seçimleri de tarihe böyle geçmiştir.”
Ziyadesiyle abartiyorsunuz. 46 secimleri ‘acik oy, gizli tasnif’ idi. Bugun bunun benzeri bir sey oldugunu iddia eden bir tek kisi –olsa olsa– siz olacaksiniz.
Ayrica, “dünyanın her yerinde buna hileli seçim denir” mi; hic de emin degilim.
Ama, sonucu yakin cikan her secimde/referandumda, kazanamamis olanlar, asagi yukari ayni argumanlarla ortaya cikar hep (Bkz Brexit refereandumu ve Trump’in secildigi son ABD secimi).
Her iki ornekte de, onlar, daha dogrudan gidip, imza toplayarak sonuclari iptal etmek istediler.
Bir sey cikmadi, tabii ki.
ABD, bu konuda cok daha zengin bir gecmise sahip; malum.
“Dünyanın her yerinde” hep olan, aslinda, sudur: Bir zaman konusulur; sonra gundemden duser.
Üç mühür şöyle: 1. YSK’nın matbu mühürü; 2. ilçe seçim kurulunun mühürü; 3. Sandık kurulunun ‘belirlenen sabit bir noktaya vurulmuş) mühürü (belli bir noktaya vurulmasının nedeni, araya başka zarf kaydırılmasını önlemektir; yani buna kadar düşünülmüş). Takdir edilmelidir ki, bir zarfın bu üç mühürü de atlatması milyonda birden bile daha az bir ihtimaldir. Dolayısıyla mühürsüz zarfların varlığı, hiç tereddütsüz hile yapıldığını ortaya koyan en açık delildir.
“Üç mühür şöyle: 1. YSK’nın matbu mühürü; 2. ilçe seçim kurulunun mühürü; 3. Sandık kurulunun ‘belirlenen sabit bir noktaya vurulmuş) mühürü”
Soyledikleriniz mantikli. Ama, yanlis anlamayin lutfen, bunu baska bir kaynaktan –mumkunse kanunun kendisinden ya da YSK’nin yayinlamis oldugu mevzuattan– teyid etmek istiyorum.
Fakat, su siralar herkes bu konuyu yazip durdugu icin, Google’dan bu temel kaynaklari bulmak mumkun olmuyor; cunku, cok fazla ‘gurultu’ var. Bu ‘gurultu’yu asabilecek uygun bir anahtar kelime seti de bulamiyorum.
“Takdir edilmelidir ki, bir zarfın bu üç mühürü de atlatması milyonda birden bile daha az bir ihtimaldir. Dolayısıyla mühürsüz zarfların varlığı, hiç tereddütsüz hile yapıldığını ortaya koyan en açık delildir.”
Yukaridaki 3 muhur konusunu kendi adima acikliga kavusturabilirsem –yani, YSK daha onceleri, hic istisnasiz bu 3 muhuru de sart kosmussa–, o zaman sizin goruslerinize yaklasacagim.
‘Yaklasacagim’ diyorum; cunku, ‘muhursuz zarf’ adedini bilmemekle beraber, sizin isaret ettiginiz olcekte bir hileye AKP’nin curet edebilecegini kabul etmekte zorlaniyorum.
Taraf tuttugum icin degil; ama, AKP’nin boyle buyuk capli bir hileyi yapmaktaki cikarlarini; yani, bu operasyonun rasyonalitesini birisinin bana anlatmasi gerekiyor.
2019’un sonlarinda yapilacak secime kadar, mevcut referandumla degisecek 3 sey var:
1) Cumhurbaskani, yani RTE, partisine uye (sonra da, baskan) olabilecek.
2) HSYK’da bazi duzenlemeler yapilacak ve adi HSK olacak.
3) Askeri yargi (sadece disiplin davalarina bakacak sekilde) kaldirilmis olacak.
Bu 3 madde icinde sadece birincisi dogrudan dogruya AKP’nin (RTE’nin) isine gelir. Geri kalani simdi olsa da olur, olmasa da.
2019’un sonlarinda yapilacak secimde kimin secilecegi kesin degil.
Bu yuzden, AKP’nin, simdiden bu kadar curetli davranmasini gerektirecek pek bir sey goremiyorum.
Bir de, tabii, YSK’nin –eger hile sozkonusu ise– tartismali olacagi bu kadar bariz bir karari nasil alabildigini de sormak geliyor icimden.
Ozellikle de, YSK’nin, muhursuz zarflarin ayrica tespit edilmesini ve kayit altina alinmasini, onlarin ayrica incelenecegini soylememis olmasi garip.
Bu noktada, ciddi bir bit yenigi oldugunu dusunmeden edemiyorum.
Bitmedi…
CHP, ilk agizda, hersey sicagi sicaginayken, hem Meclis’ten cekilmegi hem de sine-i millete gitmegi dillendirdi. Sonra, ufak ufak, bunlardan vazgecti.
Hala daha ‘referandum sonuclarini tanimiyoruz’ noktasinda midirler; emin degilim.
Benim anladigim, CHP, esasen, milletin gazini/havasini aliyor; sonra da ‘eski hamam eski tas’a devam edilecek.
Aydinlik’a baktim: Yazarlardan birisinin dedikleri ilginc geldi bana. [ https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/mehmet-yuva/2017-nisan/erdogan-a-karsi-cia-dan-medet-umana-da-hayir ]
Asagi yukari ‘herseye hayir’ diyor da, yazinin basligi da ‘Erdoğan’a karşı CIA’dan medet umana da hayır’..
Yani, her turlu gunahini siralasa da, bu konuda –RTE’yi degil de– sadece YSK’yi topun agzina suruyor gibi. Yani, konu giderek muhatapsiz kalacak..
Butun bunlar ve baska sebeplerle, ben hala daha bunun bir ‘devlet projesi’ oldugunu dusunuyorum.
sizi, gittikçe Costa Gavras’ın Missing (Kayıp) filminde, Şili’deki darbenin arkasında CIA’nin olduğuna ve damadının işkenceyle öldürüldüğüne bir türlü inanmayan ABD vatandaşı babaya (Jack Lemmon oynar) benzetmeye başladım. Sonunda baba hayretler içinde gerçeği görmüştü!
“Sonunda baba hayretler içinde gerçeği görmüştü!”
Hemen inanmak kolay.
Yeterince tufaya dusmus birisi olarak, ugrasip arastirip ‘sonunda’ olmasini tercih ederim.
Bu arada, filmi izledigimi sanmiyorum. Indirip bir bakayim 🙂
Necip ile tartışmanın AKP militanı İslamcılarla tartışmaktan ne farkı var? AKP’li AKP’lidir.
Bu sitede başından beri sömürü düzeninin doğallığını ve bu düzenle mücadelenin imkansızlığını savunan, bu doğrultuda anti-kapitalist ideolojiye savaş açan birinin bir muhatabını sömürücülükle suçlaması rekorlar kitabının tutarsızlıklar bölümüne kaydedilmeli.
establishment/elit, macera ve kaos
necip’in 88 nolu yorumundan alinti:
“Butun bunlar ve baska sebeplerle, ben hala daha bunun bir ‘devlet projesi’ oldugunu dusunuyorum.”
necip’in, hükümet ve iktidar di$inda var olan güc odaklarini kast ederek “devlet” dedigine bati dillerinde “establishment” deniyor.
manasi $udur: siyasi, ekonomik ve toplumsal gücü temsil eden elit tabaka.
bu “establishment” denilen siyasi, ekonomik ve toplumsal güc odaklari cin, peri gibi görünmeyen yaratiklar degildirler.
peki kimdir bunlar?
1. siyasi gücü siyaset sinifi temsil eder, yani siyaseti meslek olarak/profesyonel olarak yapanlar.
arti, bürokrasi, yani kamu kurum ve kurulu$lari, örnek: adalet bakanligina bagli hakimler ve savcilarlar yüksek kurulu
2. ekonomik gücü temsil edenler “i$ dünyasi” denilen kapitalistler/i$verenler sinifi ve bu kesimi temsil eden tüsiad, müsiad gibi i$veren örgütleri ve cesitli meslek odalari
3. toplumsal güc odaklari, benim anladigim kadariyla, sivil toplum kurulu$lari oluyor.
örnek: dini cemaatler. bunlarin en me$huru fethullah gülen cemaati, nami diger fetö.
günümüz türkiyesinde siyasi, ekonomik ve toplumsal esteblishment necip’in yansittigi gibi blok halinde hareket etmiyor.
örnek: i$verenler örgütü müsiad akp’nin islami rejimini desteklerken, tüsiad, kemalist fraksiyona yakin vs.
necip’in bir türlü aklinin almadigi ba$kanlik sistemi ile t. erdogan ve tayfasi neyi amacliyor?
cevap: devleti; devlet kurumlarini; kamu kurum ve kurulu$larini yüzde yüz kontrol altina alma; sözkonusu bu kurum ve kurulu$lara islami düsünceyi benimsemi$ ve t. erdogan’in otoritesini tanimi$; tayyip reis’e biat etmi$ kadrolari/müminleri atamak, böylelikle devlet kurumlarinda islami rejime muhalefet olabilecek kemalist/laik ve fetöcü güc odaklarinin olu$umuna set cekmek.
anayasanin degi$tirilen maddelerine bakillinca bunu amacladigini anlamak zor olmadigi gibi, t. erdogan da bircok $eyi zaten acikca ifade ediyor.
yine baskanlik sisteminin öngörülen i$leyi$ine baktigimizda, yani ba$kanlik sistemi ile t. erdogan’da toplanan yetki/güc, arti, partisi akp’nin parlamentoda cogunluga sahip olmasini da buna ekledigimizde, e birde akp de erdogan’in sözü üstüne söz söylenmedigini de hesaplarsak ortaya cikan manzara $öyle:
t. erdogan baskanlik sistemi ile hem yasama, hem yürütme ve hem de yargiyi kendi kontrolü altina almi$ oluyor.
bu kadar güc ve yetki ayni zamanda devasa bir sorumluluk altina girmek anlamina gelir. yani memlekette t. erdogan’dan habersiz ku$ ucmayacak.
t. erdogan’in cesaret ettigi $ey aslinda rus ruleti gibi bir kumardir. ve bu kumarda erdogan’in yüzde yüz güvendigi tek güc odagi, kendi beyaniyla millet, yani kendi taraftarlari oluyor.
t. erdogan, baskanlik sistemi ile devleti ve milleti $aha kaldiracagini söylüyor, dogal olarak herkes $imdi kemerleri baglami$, nefesini tutmu$ $aha kalkmaya hazirlaniyor.
reis, son kozlarini da oynadi; duruma bakilirsa maceranin sonuna yakla$iyoruz; $ahlanip zirveler mi fethedilecek yoksa gidi$at ucurum ve kaos’a dogru mu, ya$ayip görecegiz.
Demir Küçükaydın’dan:
Türkiye gibi Şark despotluklarında halk örgütsüzdür. Bir tek örgütlü güç vardır: Devlet.
Şark devleti Burjuva toplumunun devleti ile karıştırılmamalıdır. Roma imparatorluğunun feth edemediği kuzey Avrupa ülkelerinde hiçbir zaman Şark’taki gibi merkezi bürokratik devletler olmamıştır. Avrupa Feodalizmi denen şey aslında bu merkezi firavun devletlerinin ortaya çıkamadığı, komünal ilişkilerin hala yaşadığı. İşte batı demokrasisi bu komünal ilişkilerden güç almış, İngiltere’deki kimi kabile şefleri içlerinden Tayyip Erdoğan, Muaviye veya Naram Sin (Nemrut) gibi Firavunlaşmak isteyenlere “Yavaş ol bakalım. Bizim iznimiz olmadan ne vergi koyabilirsin ne de harcama yapabilirsin” demişlerdir.
Onların harcama ve vergi alma yollarını kontrol altına alarak Firavunlaşmalarının Nemrutlaşmalarının, yani bir Şark Despotu olmalarının, yani devletin bir şark despotluğuna dönüşmesinin yolunu kesmişlerdir.
İşte burjuvazi ve kapitalizm bu ortamda ortaya çıkabilmiştir. Bu nedenle Şark’ta ne burjuvazi ortaya çıkabilmiş ne de kapitalizm gelişebilmiştir.
Batı ve doğu evrimlerinin farklı yol izlemesinin özü buradadır.
Kuzey Avrupa’da ikinci bir şans daha olmuştur. Devlet daha modern biçimiyle burjuva devleti olarak ortaya çıkarken, İşçi Sınıfı da ortaya çıkmış ve demokratik talepleriyle genel oydan sosyal devlete kadar bir yığın kazanımı burjuvaziye rağmen elde etmiş, bunlar da o burjuva devletlerin bir şark devletine dönüşmesini belli bir ölçüde engellemiştir.
Buralarda ise, yani Türkiye ve tüm Şark’ta ise, halk hala örgütsüzdür. Hala kimse Ordunun harcamalarını ve bütçesini bile soramaz. Bırakalım onu Erdoğan’ın “Örtülü Ödenek” adı altında vergilerle alınmış paraları keyfi olarak kullanmasını bile sorgulayan yok.
Bu Türkiye’deki demokrasinin, Magna Carta’yı Krala dayatan Britanya kabilelerinden bile bir kat daha geri olduğunu gösterir.
*
Bu Şark Devleti bütün gücünü halkın örgütsüzlüğünden aldığından, halkın örgütlenmesini her şekilde engeller.
Halk örgütsüz kaldığı için Devlet biricik güç olarak kalır; devlet biricik güç kaldığı için Halk örgütsüz kalır. Bu fasit daire sürer gider.
Tarihte bu fasit dairenin kırıldığı anlar çok istisnaidir.
Ancak devlet çürüdüğünde, içindeki fraksiyonlar çatışmasıyla felç olduğunda ya da bölündüğünde veya başka bir güçle savaşta parçalandığında, halk bir parça olsun örgütlenme olanağı bulur; başını kaldırmaya çalışır.
Örneğin Anadolu’da Bizans’ın ve onun topraklarını Selçuklu ile feth etmiş Pers devletinin (Selçukluların) çürümesi; her ikisinin de bu çürüme sonucu Moğol akınlarıyla parçalanması, merkezi devletin dağılması sonucunu doğurmuş, bu da iyi kötü Halkın bir parça olsun örgütlenmesinin ve ayaklanmasının olanağını ortaya çıkarmıştır.
Baba İshaklar, Baba İlyaslar, Cimri’ler, Hacı Bektaşlar vs. hepsi bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Hatta Anadolu’da bir parça eskiden kalmış sanat eseri bile görseniz, yine bu “beylikler” veya “fetret” (anarşi) döneminden kalmadır.
Benzer şekilde Timur’un Osmanlı’yı yenmesi ve parçalaması ile yine bir “fetret (anarşi) devri”nde, Şeyh Bedrettin’ler, Torlak Kemal’ler, Börklüce Mustafa’lar ortaya çıkma olanağı bulmuşlardır.
Son dönem tarihi de böyledir. Osmanlı çürüdüğü ölçüde halk bir parça örgütlenme olanağı bulabilmiştir. “Balkan komitacıları” veya Egenin efeleri veya “Ermeni örgütleri” hep bu dönemlerde ortaya çıkmışlardır.
“hükümet ve iktidar di$inda var olan güc odaklarini kast ederek ‘devlet’ dedigine bati dillerinde ‘establishment’ deniyor.”
Evet, Ingilizcede ‘the establishment’; yeni dilde kavramsal bir karsiligi varsa bile benim aklima gelmiyor.
Eski dilde (hala daha da kullaniliyor) bu ‘muesses nizam’dir –yani, ‘kurulu duzen’.
‘Muesses nizam’i olusuran unsurlar listenize de katiliyorum.
“günümüz türkiyesinde siyasi, ekonomik ve toplumsal esteblishment necip’in yansittigi gibi blok halinde hareket etmiyor.”
Bu da dogrudur bence.
Fakat, bu baglamda iki noktaya temas etmek gerekir.
1) ‘Muesses nizam’i bir blok olarak algilamak dogru degil. Kendi icinde fikir ayriliklari veya catismalar/celismeler hep olur. Her ulkede de olur.
Mesela, su anda ABD’de bunu gorebiliyoruz. AB ulkelerinde de gorulebiliyor. Radikal kararlarin arefesinde hep olur.
Gucler birbirine yakin ise, catismanin taraflara verecegi zarar cok buyuk olacagi icin, bir sekilde uzlasilir.
2) Turkiye’deki durum AB’den ve ABD’den biraz daha farkli. Bizde ‘muesses nizam’ dedigimiz zaman, uzun suredir, ‘Balkan Oligarsisi’ anlamina geliyordu. Yakin zamanda ise, Anadolu menseli oyuncular ortaya cikti ve zaten gucten dusmus olan (dogal omrunu tamamlamakta olan) ‘Balkan Oligarsisi’ni kusatir hale geldi. Yerine gecmek ya da basat oyuncu olmak istiyor.
Bu tur ‘kitasal kayma’lar (‘continental drift’ler) yavas yavas ilerler fakat beklenmedik zamanlarda buyuk enerjiler aciga cikarir ve derin depremlere yol acarlar.
Biz bu depremleri epeyi zamandir yasiyoruz –herzaman adini koyamiyoruz ama yasiyoruz.
Dogal bir surec gibi gerceklesenlerde (dogal omrunu tamamlamakta olan varsa; yani, yenilgiyi kabul etmek egilimi varsa), ic savas gibi cok buyuk kirilmalar yerine, belli bir noktada, uzlasma sozkonusu olabilir.
Bu bakimdan, su referandum konusu benim kafami epeyi mesgul ediyor –ya da karistiriyor da diyebilirsiniz.
Referandum yapilabilmis olmasi, basli basina, onemli bir gosterge –bir derin uzlasmanin varligina isaret ediyor gibi.
Yani, devir-teslim ‘kansiz’ olacak gibi gorunuyor –Erbakan’in o sozunu burada hatirlatmak gerekir.
Fakat, referandumdan sonraki su son gelismeler benim o kadar emin olaMAma yol aciyor.
Bu acidan emin olamadigim sey sudur: Daha once de bu baslik altinda yazdigim uzere, acaba bu itirazlar filan –durumun cok da farkinda olmayan– ahalinin gazini almak midir –yani, kayikci kavgasi midir?
Yoksa, uzlasma halen devam ediyor da, o pazarliklarin yansimalari midir bunlar?
Bunun cevabini, bu referandum konusunun nereye evrildigini gorerek verebilecegimizi dusunuyorum. O da zaman alacak tabii ki.
“ba$kanlik sistemi ile t. erdogan ve tayfasi neyi amacliyor?”
Yukarida degindim: Muesses nizamin devir-teslimi amaclaniyor, bence.
“cevap: devleti; devlet kurumlarini; kamu kurum ve kurulu$larini yüzde yüz kontrol altina alma; sözkonusu bu kurum ve kurulu$lara islami düsünceyi benimsemi$ ve t. erdogan’in otoritesini tanimi$; tayyip reis’e biat etmi$ kadrolari/müminleri atamak, böylelikle devlet kurumlarinda islami rejime muhalefet olabilecek kemalist/laik ve fetöcü güc odaklarinin olu$umuna set cekmek.”
Bu uzun cevaptir. Ama, oznesi (ya da, ‘muteharrik gucu, ‘prime mover’i) –hicbir sekilde– RTE degildir bence. RTE’yi gozunuzde cok fazla buyuturyorsunuz. O vitrindeki aktordur.
“anayasanin degi$tirilen maddelerine bakillinca bunu amacladigini anlamak zor olmadigi gibi, t. erdogan da bircok $eyi zaten acikca ifade ediyor.”
Evet. Mesela, 104 nolu madde.
Bir madde daha var, aslinda. Hangisi oldugunu simdilik soylemeyim; fakat, o kadar radikal degisikler/yetkiler veriyor ki, bunu ‘muhalefet’in gormemis olmasi bana imkansiz geliyor.
Gore gore bu maddeyi (‘muhalefet’ dahil) hic kimsenin gundeme dahi getirmeyisi cok ilginc buluyorum. Bir uzlasmanin varligina yoruyor ve –pismis asa su katmis olmamak adina– detaylarina girmiyorum. Kusuruma bakmayiniz.
“bu kadar güc ve yetki ayni zamanda devasa bir sorumluluk altina girmek anlamina gelir. yani memlekette t. erdogan’dan habersiz ku$ ucmayacak.”
Yasi musait olanlar hatirlayacaktir: 12 Eylul darbesinin hemen akabinde, Kenan Evren’e Basbakanlik’i da kendi uhdesine almasi onerildiginde, “Beni Cemal Gürsel gibi felç mi etmek istiyorsunuz” demisti…
Belki Kenan Evren’in genel anlamda devlet tecrubesi daha azdi, o yuzden cekindi; ama, Turkiye gibi (cok fazla seyin merkezden yonetildigi) bir devlette, butun yurutme yetkilerinin tek elde toplanmasinin buna yelteneni kisa surede felc etme ihtimali hic de az degildir. RTE’nin bunu bilmemesi mumkun degil.
“t. erdogan’in cesaret ettigi $ey aslinda rus ruleti gibi bir kumardir. ve bu kumarda erdogan’in yüzde yüz güvendigi tek güc odagi, kendi beyaniyla millet, yani kendi taraftarlari oluyor.”
Dogru. Fakat eksik. Dunyanin ‘muesses nizami’nin destegi olmadan bu mumkun degil bence.
Hem Gezi olaylari, hem de 15 Temmuz, boyle bir destegin varligina isaret ediyor bence.
“duruma bakilirsa maceranin sonuna yakla$iyoruz; $ahlanip zirveler mi fethedilecek yoksa gidi$at ucurum ve kaos’a dogru mu, ya$ayip görecegiz.”
Evet. Aynen oyle. Bence de.
“Necip ile tartışmanın AKP militanı İslamcılarla tartışmaktan ne farkı var?”
Cok farki var: Ben, ne AKP militaniyim (ne de sempatizani) ne de Islamci.
[Beyazlarin gozunde] ‘Butun Cinliler birbirine benzer’de oldugu uzere, siz de –anlasilan– sizinle birebir rezonansta olmayanlari kolayca karsi/hasim saydiginiz kamplara ait goruyorsunuz.
Benim degil, sizin sorununuzdur o.
“Bu sitede başından beri sömürü düzeninin doğallığını ve bu düzenle mücadelenin imkansızlığını savunan, bu doğrultuda anti-kapitalist ideolojiye savaş açan birinin bir muhatabını sömürücülükle suçlaması rekorlar kitabının tutarsızlıklar bölümüne kaydedilmeli.”
Onun dogrusu, bunu, ‘mevzuyu anlaMAmakta isra eden bir kisi daha cikti’ basligi altinda kaydetmektir.
Ben, anti-kapitalist ideolojiye savas acmadim. Sadece ‘kapitalizm’ diye bir ‘ideoloji’ var zannettiklerinden dolayi ahmakliklarini dile getirdim.
Simdi gelelim ‘somuru’ meselesine.
Eger ‘somuru’yu karsiliksiz almak olarak tanimliyorsak, ‘somuru’ taa anne karnindan (cenin iken) baslar.
Butun canlilar da doganin bizzatihi kendisini –turlu cesitli sekillerde– ‘somurur’ler.
Bu boyledir ve ‘dogal’dir da.
Fakat, her ‘dogal’i kutsadigimi kim soyledi?
Yilan zehiri de dogaldir.
Burun karistirmak da dogaldir; ama, alenen yapilmasi hicbir toplumda makbul karsilanmaz.
Sonuc?
Sonuc su: ‘Biyolojik evrim’ sonucu ortaya cikmis bazi davranis bicimleri ‘sosyal evrim’ surecinde zararli bulundugu icin torpulenmege calisilir.
‘Somuru’ de bunlardan bir tanesidir.
Kedileriniz nasıl Gün bey, iyiler mi?
Referandumdan çıkan sonuçla ilgili açıklama yapıyorlar mı?
“Cok farki var: Ben, ne AKP militaniyim (ne de sempatizani) ne de Islamci.”
Fakat RTE/AKP iktidarını meşru kabul etmek, bu iktidarın gayrımeşru olduğu görüşüne karşı çıkmak, onun bir diktatörlük olduğunu kabul etmemek açısından bir fark yok. Bu da sizi RTE/AKP iktidarının sempatizanı yapmasa bile bu iktidara karşı güç odakları karşısında onun yanında yer alan pasif bir RTE/AKP destekçisi yapar.
[ Lenin’in de söylediği gibi siyasette tarafsızlık olamaz. O, “Sosyalist Parti ve Parti-Dışı Devrimcilik” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“Siyasete ilgisizlik siyasal bakımdan doygunluk anlamına gelir. İyi beslenen bir insan bir ekmek parçasına karşı ‘ilgisiz’, ‘duyarsız’dır; ama aç bir insan bir ekmek parçası konusunda her zaman ‘partizan’ bir tutum alacaktır. Bir kişinin bir ekmek kırıntısı karşısında ‘ilgisiz ve duyarsız’ kalması, onun ekmeğe gereksinimi olmadığı anlamına gelmez; bu sadece onun ekmek bulacağından, asla ekmek sıkıntısı çekmeyeceğinden ve iyi beslenenler ‘partisi’ içindeki yerinin sağlam olduğundan emin olduğu anlamına gelir.” (“The Socialist Party and Non-Party Revolutionism”, Collected Works, Cilt 10, Moscow, Progress Publishers, 1965, s. 79)
Garbis Altınoğlu
Mevlana Celaleddin-i Rumi: Dünya ve Türkiye Burjuvazisinin Sevgilisi
http://kutuphane.halkcephesi.net/Yazarlarold/Garbis/Mevlana.htm ]
Evinsiz, gereksiz, dedikoducu, geveze bilumum elemana:
İNCE BECERİ: Herkesin aynılaştığı, lafın, kandırmacanın maharet olduğu bir yerde düzenlenen yarışmada, en iyi beceri ödüllendirilecektir. Kimisi, kendiliğinden örtülen yorgan, kimisi, ağızda patlayan biber vb. her türlü beceriyi sergiler. Birisi çıkar,önce on metreden, sonra 100 metreden bir iğnenin yurdusundan, uzaktan attığı ipi geçirir; ödülona verilir. 100 altın. Ama bir de bir ödül daha eklenir: 100 sopa! Niçin? -Çünkü bu becerinin insanlığa yararı yoktur. İnce beceriniz, 7500 kelime edip sıfır anlatmak mı?
Manonim’lerden biri, benim yukarılardaki bir anlatımımı, makbul değil eylemiş ve beni nostaljik hayalci saymış. Ben size, eksik yanlarınızı sıralarken, siz cips filan yiyerek niye yorum israfı yaparsınız?
Ben, altı üniversiteye devam edip hiçbirini bitirmeyen, kökü ve doğası gereği çobanlık sanatında doruk bir adamım. Altı köpekle, çeyreği caralı kuzu 2000 koyunu, ekili alandan yaylaya yürüymüş kişioğluyum. Kuzunun koyunun eziyetini çekmiş biri, sizden daha bilge, yiğit ve algılı değilse, bu yeryüzü safsatadandır.
misyon adami: RTE
necip’ten alinti:
“RTE’yi gozunuzde cok fazla buyuturyorsunuz. O vitrindeki aktordur.”
necip, erdogan’in kendine bictigi misyonu ve bu misyonu ba$ariyla tamamlamak icin her türlü rizikoyu, cilginligi göze aldigini henüz anlamami$sin bence.
RTE’nin siradan bir siyasetci gibi emekli olmasinin artik mümkünati yok; cok canlar yakti; cok kan döktü.
“ben bu yola kefen giyerek ciktim” diyen bir siyasetci siradan bir devlet adami degildir. RTE, m. kemal’in kalibresinde bir devlet adamidir.
15 temmuz darbe giri$iminde RTE kendisi itiraf etti: “milletimden ba$ka kimse yanimda yoktu.”
RTE gibi rüzgar ekip firtina bicen devlet adamlarinin tek garantisi, $iddet aparatinin koruyuculugu, yani ordu ve polisin RTE’ye yüzde yüz bagliligi, sadikligidir.
bunun böyle olmadigini RTE kendisi itiraf ediyor.
güc dengelerine bakilirsa RTE’nin mutlak monar$ik bir rejim kurmadan ba$ka secenegi kalmami$ gibi.
türk tipi ba$kanlik sistemi ile RTE kursa kursa türk tipi bir mutlak monar$i in$a eder.
ilk söyleyen de ben olmu$ olayim: padi$ahim cok ya$a!
Onların adına konuşamam!
“erdogan’in kendine bictigi misyonu ve bu misyonu ba$ariyla tamamlamak icin her türlü rizikoyu, cilginligi göze aldigini henüz anlamami$sin bence.”
Yanlis degerlendiriyorsunuz. Tabii ki, ben de, bu dediklerinizin bilhakkin mudrikiyim.
Fakat, sizin de anlamaniz gereken sey sudur: Delicesine cesur olmak, tek basina, hic bir anlam ifade etmez.
Sizin, biraz Nazim Hikmet okumanizin zamani geldi. Su misralarini, ozellikle:
Bu ‘destan’dakilere ‘umit’ olabilmek icin bir ‘sicil’ lazim. Ama, yetmez. Bir de, ‘muesses nizam’a talip olanlarla uzun bir hukugunuzun olmasi sart.
Aksi halde, uzerinde cesur bir ‘nobody’ yazan bir mezar tasiniz belki olur; belki o da olmaz.
CHP’nin, Konak Meydanı’na at getirmesine polis izin vermedi
CHP İzmir Konak İlçe örgütü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın referandum sonuçlarıyla ilgili “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözlerini protesto için Konak Meydanı’na at getirip açıklama yapmak istedi, ancak polis izin vermedi.
CHP Konak İlçe Başkanı Mehmet Şakir Başak ve partililer, referandumda mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli sayılması kararını eleştirmek ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sonuçla ilgili söylediği “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözüne yönelik basın açıklaması yaptı. Parti tarafından bu açıklamada kullanılmak üzere bir at kiralandı. Sembolik olarak hazırlanan oy zarf ve pusulalarının içinde olduğu çuvalların yüklü olduğu bir at mizanseni yapmak isteyen CHP’lilere, polis izin vermedi. Konak Meydanı Kemeraltı Çarşısı girişinde yapılacak basın açıklamasına getirilmek istenen at, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Başbakanlık Ofisi’nin bulunduğu bölümde polisler tarafından durduruldu. CHP Konak İlçe Başkanı Başak, polisin ‘atın basın açıklamasında yer alamayacağı’ gerekçesiyle izin vermediğini söyledi. Üzerindeki çuvallar alınan at, buradan götürüldü.
CHP İlçe Başkanı Mehmet Şakir Başak yaptığı açıklamada, referanduma hakemlik yapanların uyması gereken kanun ve anayasayı yok saydığını, bu nedenle referandumun yok hükmünde olduğunu söyledi. Seçim Kanunu’nun 98. maddesinin, ‘Üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan zarflar geçersiz sayılır’, 101’inci maddesinin ise ‘Arkasında sandık mührü bulunmayan oy pusulaları geçersizdir’ dediğini belirten Başak, buna karşın seçim kanunu maddelerinin yok sayıldığını, bunun da referandumu gayrimeşru hale getirildiğini savundu.
“AT ÜSKÜDAR’I GEÇEMEMİŞTİR”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın referandum sonuçlarının ardından “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözüyle, hükümsüz olan referandumu hükümlü hale getirmek istediğini öne süren Başak, “Sayın Cumhurbaşkanım, At Üsküdar’ı geçememiştir. Kaçırmak istediği oy yüküyle at suçüstü yakalanmıştır. Bugün bu basın açıklamasını, yakalanan atı ve mühürlü oy pusulalarımızın mühürsüz oy pusulalarıyla değiştirildiğini göstermek adına yapıyoruz. Bu at yakalama operasyonunu İstanbul’un Üsküdar İlçesi’nin ‘hayır’cı cephesiyle, İzmir’in Konak ilçesinin ‘hayır’cı cephesinin yapmış olduğu ortak bir operasyondur” dedi.
Başak, atı getiremediklerini, sadece oy çuvallarıyla açıklamayı yaptıklarını belirtti.
http://i.hurimg.com/i/hurriyet/75/590×332/58f894d9eb10bb21d0896969.jpg
zileli, 15 yılda bu akp’nin yıkılışa gittiğini söylediğin kaçıncı yazı 🙂
eh elbette er ya da geç bir gün yıkılacaklar. o gün geldi mi ben bildim diyeceksin. tam troll kurnazlığı.
“Ben, altı üniversiteye devam edip hiçbirini bitirmeyen,”
Ne guzel. ‘altı üniversiteye devam edip hiçbirini bitirme’mek ile ilgili aklimiza takilan soru oldugunda kime danisacagimizi biliyoruz artik.
“kökü ve doğası gereği çobanlık sanatında doruk bir adamım.”
Bu da guzel. Bu konuda da kime danisacagimiz belli oldu.
“Altı köpekle, çeyreği caralı kuzu 2000 koyunu, ekili alandan yaylaya yürüymüş kişioğluyum.”
‘Caralı kuzu’ nedir; neden burada onemli imis gibi bahsediliyor, hicbir fikrim yok; ama, ekili alandan o kadar koyunu gecirmeniz cok da akillica bir davranis gibi gelmedi bana.
“Kuzunun koyunun eziyetini çekmiş biri, sizden daha bilge, yiğit ve algılı değilse, bu yeryüzü safsatadandır.”
‘Yalan dunya’ lafini duymussunuzdur. Ondan hareketle, ‘safsata dunya’ da diyebiliriz pekala.
Bu durumda, sizin ‘daha bilge, yiğit ve algılı’ olmadiginizi soylemis olmuyor musunuz?
Simdi..
Butun soyleyecekleriniz bunlar idiyse, siz, ‘altı köpekle, çeyreği caralı kuzu 2000 koyun’a ayar vermege devam edebilirsiniz.
Sizi ‘bilge, yiğit ve algılı’ sayacaklarina eminim.
Lenin’in siyasette tarafsızlık üzerine yaptığı yukarıdaki yorumdaki alıntıda geçen benzetmeleri hemen her toplumsal alana uyarlanabilir. Örneğin;
“Karşı cinse ilgisizlik ona olan ihtiyaç bakımdan doygunluk anlamına gelir. Karşı cinse ihtiyacını iyi karşılayabilen bir insan ona karşı ‘ilgisiz’, ‘duyarsız’dır; ama bu ihtiyacını karşılayamayan bir insan bu konuda her zaman ‘partizan’ bir tutum alacaktır. Bir kişinin karşı cins karşısında ‘ilgisiz ve duyarsız’ kalması, ona gereksinimi olmadığı anlamına gelmez; bu sadece onun bu gereksinimiyle ilgili asla sıkıntı çekmeyeceğinden ve bu gereksinimlerini iyi karşılayabilenler ‘partisi’ içindeki yerinin sağlam olduğundan emin olduğu anlamına gelir.”
Necip mecip, farkında mısın, belki de ilk kez farklı bir şeyler üzerine yazdın. Az ve öz de olabilmişsin biraz. Demek ki başka dünyaların varlığı da seni biraz şaşırttı. Meraklarına ilaçlar:
Altı üniversiteyi, zorunlu nedenlerle sürünün başına dönmek için bıraktım. ‘Caralı kuzu’, henüz göbeği yeni düşmüş, bebek kuzu. Sürü yürürken hızı oldukça düşürür bu. Ekili alandan çok kişi sürüyü geçiremez. Zarar ziyansız yürütebilmek için aralardan, tarla anlarından akbaş ve kangalların sabrı ve çobanın ana koyunlarla diyaloğu ile bu başarılır. niye kamyonla gitmedin der, senn gibi gevezenin biri. Çünkü ikinci doğuma yaklaşan anaçlarda o zaman düşük olur. Bilgelik, yiğitlik algıyladır. Kendilerini bir yerlere yamamışlar, çov çov ağayı paşayı savunanlar bunu beceremez. ben güzelim koyunlarıma niye ayar vereyim; onlar işini bilir. Ayar, senin gibilere!
Yeryüzünün ilk ve tek çoban ve sürü romanını Talip Apaydın yazmıştır: YOZ DAVAR
Bulup okumanızı öneririm
“Cok farki var: Ben, ne AKP militaniyim (ne de sempatizani) ne de Islamci.elimden
“Fakat RTE/AKP iktidarını meşru kabul etmek, bu iktidarın gayrımeşru olduğu görüşüne karşı çıkmak,”
Isizn ilginci, ben, ‘gayrımeşru olduğu görüş’lerine karsi ciktigimi hic sanmiyorum. [Oyle bir ifadem olmussa, hatirlatir misiniz lutfen.]
Ama, sunun gibi bir seyler soylemisimdir, eminim:
Ayni mekanizma ve surecleri gecip gelenler mesru iseler, bu da mesrudur.
Sizce bu bakis yanlis midir?
Yanlis ise, sizin olcutunuz nedir?
“onun bir diktatörlük olduğunu kabul etmemek açısından bir fark yok.”
Oyle degil.
Bu ‘diktatorluk’ benzetmesi, ‘kedi, yavrusunu yiyecegi zaman onu fareye benzetirmis’i luzumundan fazla cagirstiran bir yaklasim.
‘Diktator’lerin nasil isbasina geldiginin kirk turlu cesidi olsa bile, isbasindan nasil gitmediklerinin esasen tek bir cesidi var: Secime gitmemek.
15 sene icinde bilmem kac defa secime gitmis ve sandiktan secilerek isbasina gelmis birisine/birilerine hala daha ‘diktator’ demek, ‘ben ne dedigimi bilmiyorum’la esdegerdir benim gozumde.
Benim bu titizligim sizi memnun etmiyor olabilir. Ona bir sey demem. Ama, sirf siz istediniz diye de sizinle hemfikir olmami beklemeyin benden.
“Bu da sizi RTE/AKP iktidarının sempatizanı yapmasa bile bu iktidara karşı güç odakları karşısında onun yanında yer alan pasif bir RTE/AKP destekçisi yapar.”
Yok. Onu yapmaz.
Ama, sizin benim olmami istediginiz ‘cephe’, beni, ‘Cevre’ye karsi ‘Merkez’in yaninda olmaga mahkum eder.
Uzgunum, ben, o ‘cephe’de olmayacagim.
“Lenin’in de söylediği gibi siyasette tarafsızlık olamaz.”
Hz Lenin’in her dediginin kelam-i kadimden sayilacagi kanatinde degilim, bu bir.
Ikincisi, Lenin ile benim cok temel bir farkim var:
Ben, Lenin’in aksine, ‘siyasette’ degilim.
Yani, siyasetin icinde degilim. Sahne-i siyasetteki oyuncularin hicbirine sadakat/vefa vb bagi ile bagli degilim.
Aklima yatarsa, birisini bir zaman; digerini de baska bir zaman desteklerim –belki.
Bu, tabii ki, benim tarafsiz oldugum anlamina gelmez: Vefasiz oldugum anlamina gelir. Yani, serbestim.
Bu size uymuyorsa, uzgunum, gayrisi elimden gelmez.
Ayrica, Lenin’in (veya sizin ya da bir baskasinin), ‘ya bizdensin ya da topragin’ demek mesruiyetini kendinde gormesini ben onda gormuyorum.
Necip, başka ve daha somut örnekler verelim.
AKP mi 15 Temmuz mu? (Mısır için, Mursi mi 3 Temmuz mu?)
Bunlar genel planda. Daha özelde AKP mi 17 Aralık mı?, MİT (yani AKP) mi, MİT tırlarını durduran savcılar ve askerler mi? şeklinde de sorabiliriz.
Görüldüğü gibi örnekler çoğaltılabilir.
Böyle durumlarda tarafsızlığın mümkün olmadığını da görüyorsunuz.
Seçimlerle ilgili söylediklerinize de itiraz edilebilir.
“Seçime git[me]mek” bakımından “27 Mayıs ile giden iktidar”ın “15 Temmuz ile gidemeyen iktidar”dan ne farkı var?
Herşeyden önce kim kimi nasıl seçiyor?
Yine bir alıntı yapmama itiraz etmezseniz aşağıdaki yazı da buna değiniyor. Gerçi burada söylenenler zaten bilinen ve birçok kişinin katıldığı görüşler olduğundan alıntıya da gerek yok, ama şimdi bu yazı aklıma geldiği için aktarıyorum.
[ Ha ! Bir de “Türkiye’de, 1925-1945 yılları arasında tek partiye dayanan bir siyasal hayat vardı. Doğal olarak anti-demokratik bir siyasal sistem, anti-demokratik bir siyasal rejim egemendi. Genel seçimler aslında atama şeklinde cereyan ediyordu. Milletvekilleri Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından atanıyordu…” demişsiniz.
Allah aşkına! Şimdi Bölge milletvekillerini kim atıyor/pardon seçiyor.
http://tornethuji.blogspot.com.tr/2009/12/dersim-bilincinin-uyanisi.html ]
Yukarıda verdiğim 27 Mayıs örneğiyle ne demek istediğimi açayım.
Bugün ülkede büyük bir kitlenin AKP’yi diktatör kabul etmesi gibi o dönemde de DP’nin diktatörlük olduğu kanısı yaygındı. DP’nin kitle desteği de aşağı yukarı AKP’ninki kadardı. Dolayısıyla arada bir fark yoktur.
İlk verdiğim örnekte (hükümet/askeri darbe ikilemi) eksik bıraktığım bir noktayı tamamlayayım.
Bu durumlarda bazı kesimler (yani bütün devletleri ya da mevcut devleti reddeden devrimci ve etnik ayrılıkçı gruplar gibi) devlet içindeki fraksiyonların birbirlerini tüketmelerini istedikleri için her iki güç odağını da tutmadan tarafsız kalmayı savunabilir.
RTE’nin gayrımeşruluğuyla ilgili asıl hatırlatılması gerekenleri Necip’e kimse söylememiş.
Milletvekili seçilmesinin önündeki engellerin 2003’te nasıl kaldırıldığı, cumhurbaşkanı seçilmesinin bir şartı olan üniversite mezunluğu kuşkulu ve bunun kamuoyunda büyük tartışmalara ve iddialara neden olduğu bir kişi söz konusu.
“demokratik illüzyonlar” ve “demokratik mantigin” sefaleti
necip ile 109 nolu yorumcunun tarti$masina atfen:
“demokrasi”, günümüz dünyasinda tarti$ilmaz bir deger; bireylerin ve toplumlarin degerini/modernligini belirleyen uygarlik ölcüsü; bireylerin ve toplumlarin eylemlerini/pratiklerini me$rula$tirdiklari me$ruiyet kaynagi; yakinla$tikca uzakla$ilan serap; bitmez tükenmez “demokratik” kisir tarti$malari üreten verimli bir kaynak vs.”
dikkat edilirse, sonu gelmez demokrasi tarti$malarinda icerik; öz tarti$ilmiyor; tarti$ilan $ey bicim, form, teknik, yani secme ve secilme bicimi/teknigi.
örnek: RTE, idam cezasini referanduma sunmak istedigini belirtti.
$imdi kabul edelim, idam cezasi referanduma sunuldu ve oy cogunluguyla, yani demokratik bir yöntem ile kabul edildi.
biz $imdi idam cezasi oy cogunluguyla kabul edildi diye “me$ru” mu olmu$ oluyor?
tarti$mamiz gereken, idam cezasinin kabul edilmesinin yöntemi/teknigi midir, yoksa icerik/öz, yani idam cezasinin kendisi midir?
dikkat edilirse, dünyada ve türkiyede ki siyasi rejimler tarti$ilirken, örnek, menderes hükümetinin ya da akp hükümetinin siyasi ve ekonomik politikalari nasil, siradan insanlarin hayatina faydasi ve zarari nelerdir, gibi konular tarti$ilmiyor.
tarti$ilan nedir? ba$ta zileli olmak üzere, demokrasi hayranlari/demokrasi idealistleri sürekli $ekilde tarti$tiklari $ey: RTE bir diktatör müdür, degil midir; RTE, kararlari tek ba$ina mi aliyor, yoksa partisine ve diger devlet kurumlarina dani$iyor mu, kisacasi RTE demokratik prosedüre uygun davraniyor mu, davranmiyor mu?
ba$ta zileli olmak üzere,demokrasi hayranlarina soruyorum:
madem ki özgürlügünüze cok düskünsünüz, paranin/sermayenin/kapitalin egemenligine neden tek bir itiraziniz yok?
insanlarin adeta paraya köle oldugu; paran varsa insanca ya$arsin yoksa sefaleti kader kabul etmeyi dayatan iktisadi düzene neden tek bir itiraziniz yok?
hergün patronlarin/i$verenlerin kapisinda i$ dilenmeye neden tek bir itiraziniz yok?
hergün i$inden/a$indan olma, i$ten atilma korkusuyla ya$amaya neden tek bir itiraziniz yok?
patronlarin verdigi ücret ile kit kanaat ya$amaya neden tek bir itraziniz yok?
bir yanda para/zenginlik icinde yüzen bir azinlik, diger yanda kit kanaat ya$ayan cogunluk, bu durumu neden “dogal” kabul edip itiraz etmiyor sunuz?
sizin yatiginiz demokrasi ve özgürlük $övalyeliginin sizin hayatinizda köklü olarak hicbir $ey degi$tirmedini fark etmiyor musunuz?
Paranın, sermayenin, devletin ortadan kalktığı bir düzende işler nasıl yürüyecek?
Sermaye medyası, devletin radyo-TV kanalları kalkınca haberleri nereden alacağız? (İnternet, sosyal medya vb. de bir yere kadar)
Devlet hastaneleri ve özel (sermayenin) hastaneler, devlet okulları ve özel (sermayenin) okullar kalkınca nereye gideceğiz?
Kullandığımız otomobili, yaşadığımız evi, giydiklerimizi, yediklerimizi, içtiklerimizi devletin ve sermayenin emrinde çalışan bir işçi sınıfı üretmeyecekse kim üretecek?
“Böyle durumlarda tarafsızlığın mümkün olmadığını da görüyorsunuz.”
Ama, ben, mutlak anlamda, ‘tarafsiz’ oldugumu ya da olabildigimi hic soylemedim; hic de iddia etmedim ki.
Dahasi, mutlak anlamda, ‘tarafsizlik’ kadar ‘tarafLIlik’in da herhangi bir birey icin mumkun olmadigi kanaatindeyim.
O yuzden, nerden ve neden buraya geldik bilmiyorum; ama, ‘taraf’ konusuna cok fazla onem vermekle bir yere varamayacagimizi dusunuyorum.
Bu tur bir yaklasim, solun tarihinde ziyadesiyle gordugumuz ‘amip bolunme’lerini hatirlatiyor: *BUTUN* konularda tipatip ayni dusunmuyorsak, bolunelim ve yeni bir faksiyon kuralim..
Yanlis anlasilmasin, bolunmelere, faksiyonlara karsi degilim; ‘blok’ seklinde herkesin hersey konusunda hep ayni seyi dusunmesi beklentisine karsiyim –yanlis bulurum.
Cunku, boyle bir beklenti, ayrismalarin kanli-bicakli olmasina yol actigi gibi, ilerde de tekrar isbirligi (beraberlik) imkanlarini da (kan davasi gutmek gibi bir yaklasim yuzunden) sifirliyor.
“Seçimlerle ilgili söylediklerinize de itiraz edilebilir.”
Tabii ki, edilebilir. Edilmese sasardim.
“Herşeyden önce kim kimi nasıl seçiyor?”
Bu soru mesru bir sorudur. Ama, cevabi hicbir zaman kolay olmamistir.
Yani, benim gercek hayat ile ilgili muhendislik problemlerine cozum gelistirmek surecinde hep tercih ettigim uzere, temel prensiplerden/kanunlardan yola cikarak, lazim olan butun formulleri kendimin cikarsadigi bir yaklasim burada yurumuyor.
Bundan ben de cok ve fazlasiyla rahatsizim; ama, dunyanin geri kalani bana sormadigi icin, ‘bu boyledir’i (delili/kaniti kendisi olan, ayrica ispat gerektirmeyen) bir tur ‘axiom’ saymak zorunda kaliyorum –aksi halde kafayi yemek isten bile degil.
Oyle olunca, mecburen, daha bir felsefik (olani-biteni bir ust platforma cikip gozlemek anlaminda) bakmaktan baska yol kalmiyor: Genis kalabaliklari elestirmek veya onlarla tartismak anlamli olmadigi icin, ‘demek ki devranin ruhu bu’ gibi bir ‘gozlemci kanaati’yle yetinmek zorunlu oluyor.
[Not: Spesifik olarak Dersim ve Alevilik konusunda sorup anlamak istedigim cok sey var; ama, lanet olasi konunun her tarafi turlu cesitli militanliklarla cevrili oldugu icin, birgun konusulabilir olacagi umidiyle, oylece ve caresizce bekliyorum. Insallah ben hayattayken olur da, gozlerim arkada gitmem 😉 ]
“Bu durumlarda bazı kesimler (yani bütün devletleri ya da mevcut devleti reddeden devrimci ve etnik ayrılıkçı gruplar gibi) devlet içindeki fraksiyonların birbirlerini tüketmelerini istedikleri için her iki güç odağını da tutmadan tarafsız kalmayı savunabilir.”
Bu, evet, pragmatik yaklasimlardan birisidir.
Fakat, daha buyuk olcekte bakinca, sorulmasi gereken bir soru daha var:
Bir ulkenin, dunyanin ya da belli bir insan toplulugunun nasil yonetilmesi gerektigi konusunda neden –talep anlamina gelen– fikirler dile getiriyoruz?
Noktasal olarak kendi cikarlarimiza hizmet etsin diye mi; yoksa, cevremizin (ve sonraki nesillerimizin) cikarlarina himet etsin diye mi?
Birincisi ‘bencillik’ ikincisi de ‘filantropislik’ (insan sevgisi) olarak nitelendirilebilir. Ama, aslinda, her ikisi de ayni kapiya cikiyor.
‘Ayni kapi’dan kasdim da su: Ongorulemezlere recete yazmak..
Sunu demek istiyorum: Bugun kendi cikarlarimiza hizmet etmesi icin istedigimiz seylerin ilerde de kendi cikarlarimiza olacaginin ne garantisi var? Sonucta insaniz ve ihtiyaclarimiz/cikarlarimiz gunden gune degisiyor.
Ayni sekilde, ayni sey, philantrophism cercevesinde de gecerli. Hem, baskalarinin ne istedigini ne kadar biliyoruz; hem de, ilerde de ayni seyleri isteyeceklerinin ne garantisi var?
Peki, bu durumda geriye ne kaliyor?
Walla.. durust olmak gerekirse, ne bencillik, ne de flantropi tukaka ya da makbul.
Ya da [daha anlasilabilir bir sekilde yazacak olursak], her iki yaklasimin da isabetli (ve isabetsiz oldugu) durumlar/haller var. Ve, hangisinin hangisi oldugunu ancak zamanla gorebiliyoruz.
[ Bir batman laf sonucunda geldigimiz yer ‘relativism’.. 😉 ]
Para düzenini ortadan kaldırmanın tek yolu bozkır Türklerinin, dağ Kürtlerinin, çöl Araplarının, ova Kızılderililerinin çağına, yani kısacası doğal hayata geri dönmek değilse nedir?
Onun dediklerini yaparsak büyük resmin ne kadar kırılgan olduğunu görebileceğimizi vaat eden bütün bu yazılar (Gün Zileli, Demir Küçükaydın, Fikret Başkaya, Ergin Yıldızoğlu, hatta ogürsel) aynı torna tezgahından çıkmış gibi duruyorlar:
Her fırsatta kanaat önderliğine soyunan, sürekli sola akıl veren, ama solun çoğunluğunu da stalinistler ve kemalistler oluşturduğu için hep duvara toslayan, nihayetinde ÖDP’li, TKP’li, EMEP’li toplumsal blok formülleriyle solculara dışarıdan bilinç aktarmaktan fazlası elinden gelmeyen, çaresiz bir aydın türü.
Bir zamanlar, Sosyoloji’de öğrenciyken, derslere pek devam etmez, durmadan memleketi özler, şehrin caddelerini, sokaklarını aşar, kıyıda köşede nerede eşek semeri satan yer, koyun kuzu çanı bulunan mekan, incik boncuk arardım. Şehrin duvarlarına bir iki kez yıldız, yumruk filan da çizmiştim.
O yıllardan en güzel kazanımım, hangi hocamdan duyduğumu unuttum; Mustafa Akdağ kitaplarını arayıp buluşumdur. Bedrettin’le ilgili kitaplar, bir de o yıllarda Asım Aslan adlı bir aydının, Türkiye koşullarını belgelediği görsel bir iki kitabı. O kitapları sosyoloji eğitiminden çok üstte görürdüm. Bunları daha sonra ninem, sacın altında yakmış ekmek ederken.
Yukarıda, Mustafa Akdağ’ı söz konusu eden bir kişi var. Mümkünse, Akdağ’ın düşüncelerinin günümüz koşullarındaki yeri ve konumu üzerine beni aydınlatmasını isterim.
necip’ten alinti:
“[Not: Spesifik olarak Dersim ve Alevilik konusunda sorup anlamak istedigim cok sey var; ama, lanet olasi konunun her tarafi turlu cesitli militanliklarla cevrili oldugu icin, birgun konusulabilir olacagi umidiyle, oylece ve caresizce bekliyorum. Insallah ben hayattayken olur da, gozlerim arkada gitmem.”
necip, dersim ve alevilik ile ilgili merak ettigin nedir?
sor sana anlatayim, bu konularda seni aydinlatacak bilgim var.
“dersim ve alevilik ile ilgili merak ettigin nedir?
sor sana anlatayim, bu konularda seni aydinlatacak bilgim var.”
Yanlis anlamayin; ama, Alevilik sozkonusu oldugunda, kitaplardan edinilmis bilgiye itibar etmemege karar vereli cok oluyor.
Benim aradigim kisi, Alevi toplumun icinde yasamis, ve onde gelen ihtiyarlarla uzun uzun sohbetler etmek sansi bulmus birisi..
Boyle birisine denk gelmek basli basina buyuk bir tesaduf olur, da; karsilikli samimi bir dille konusabilmek icin, oyle bir kisinin guvenini kazanmak da cok zaman ister.
Yani, bu omur icin konusacak olursam: Benden gecti gibi duruyor.
Not: Siz, bu tanima ne kadar uyarsiniz bilemem; ama, benim ilgimi ceken konularin (ya yuzyuze ya da eposta vb gibi) birebir ve dogrudan iletisimi zorunlu kilacagini dusunuyorum. Forumlarin veya kamuya acik bloglarin cok da uygun olmadigi kanaatindeyim. Yeterince acik ve samimi olunamiyor.
Avrupa, Rusya, Yugoslavya, Arnavutluk, Çin, Küba, Latin Amerika’nın
devrimci “işçi sınıfı”
ile
Türkiye’nin
AKP’li, Muhammed’ci-RTE’ci, dinci, vatan-milletçi
CHP’li, M.Kemal’ci-KK’ci, sözde laikçi, ulusalcı
MHP’li, A.Türkeş’çi-DB’ci, Türk-İslamcı, ülkücü
“işçi sınıfı” aynı işçi sınıfı mıdır?
rte kaçınılmaz olarak bütün tarikat ve cemaatleri ortadan kaldıracaktır. 90ların dypsine dönüşüyor ve daha da hızla dönüşecektir. ondan sonra kendisi tarihten çekilecektir. bekleyin ve görün.
siyasetin niyetlerle kişilerin ideolojileriyle falan alakası yok. global ve bölgesel güç dengeleri, konjonktür ve “zamanın ruhu” asıl belirleyici etmenlerdir.
türkiyedeki toplumsal sistemi kökten değiştirmeden kim iktidara gelse ya global güç merkezlerinin piyonu olmak ya da onlara nispeten karşı durarak otoriterleşmek zorunda. isterse hdp tek başına iktidar olsun farketmez.
necip’in 121 nolu yorumuna atfen:
insanin, insan aklinin inceleyip anlayamayacagi hicbir olgu, fenomen olamaz; yalniz, inceleme/merak konusu yapilan olgu hakkinda somut bilgi ve veriye ihtiyacimiz var.
tabii birde tek tek insanlarin bu bilgi ve verilerden hangi sonuclara vardiklari önemli.
senin, örnegin bir alevi dedesiyle yüzyüze görü$me dedigin $eyi hic yapmami$sa yüzlece insan türkiyede yapmi$tir; o görü$meleri inceleme/ara$tirma olarak yayinlami$tir.
bu demektir, senin alevilik ya da dersim konularinda bir karara varman icin lazim olan biligi, veri aslinda internette ve yayinlanmi$ kitaplarda mevcut.
fakat sen belli ki hicbir ara$tirmaya giri$memi$sin, inceleme yapmami$sin; kararini pe$inen vermi$sin.
senin ki son derece tuhaf bir dü$ünce/davrani$ bicimi.
dikkat edersen, sözü gecen konularda henüz günyüzüne cikmami$, söylenmemi$, itiraf edilmemi$ bilgilerin varligina inaniyorsun.
önce günyüzüne cikmi$ bilgileri incele; seni aydinlatmazsa, tatmin etmezse ondan sonra inceleme/ara$tirmaya devam edersin.
fakat dedigim gibi, sen aslinda kafanda bir karara varmi$sin, ve sadece kendince vardigin o hükmü tasdikleyecek bilgi/itiraf pe$indesin gibi bir görüntü veriyorsun.
Necip mecip, Dersim ve Alevilik konusunda seni okutabilirim amabulmaca çözüyorsun; senin gibi bir öğrenciyi tercih etmem. öğrenmek isterken bile mızmızlanan seni kim ne yapsın! Sanki bulmaca çözüyorsun; kişioğlu sana gel öğreteyim demiş; sen mız mız da mız mız. Adam olmaz senden. Bu çocuk okumaz!
DERSİM: Ülkede renkli tv’lerin yeni yeni başladığı yıllarda, ben bir meydan savaşında iki üç ağayı paşayı dırşınlayıp nakavt edip, bir düzine düzenbazı patakladıktan sonra kendimi yarı kaçakçı, yarı eşkıya, yarım bütün çoban olarak Dersim dağlarında, yaylalarında, ovalarında, köylerinde buldum. İki üç yıl. Sizlerin hayatında yiyemeyeceği mor yeşil ”ışkın”ı, ”babiko”yu, ”Şavak peyniri”ni iştahla yedim geçtim. İhtiyarından çocuğuna, kadınından kızına dürüstlüğü, adamlığı gördüm.
Atımla gelip, kaçak mal dolu incik boncuk yükümle akşam karanlığına doğru bir köyün duvar dibine yaygımı açtığımda, sadece aliş veriş ederler; karanlık çöktüğünde herhangi bir köylü gelip atımı alır ahıra, beni de misafir odalarına konuk ederler karnımı doyururlar, nerelisin demeden sevgi saygı gösterirlerdi. Odalarında Hz. Ali resmi, zülfikar kılıcı resmi, Şahmaran seccade, Atatürk resmi olurdu. Saz da bulunurdu resimlerin yanında. Alevlikleri teolojik değil, insacıl ve doğacıldır.
Necip mecip, ihtiyarlarla sohbet meselesine gelince; örneğin bir Hıdır Emmi, kışta karda sırında sakosu, kartal gibi burnuyla bir tür insan-kartaldı. Bana, ”Sen cin gibisin.” der ve kalbinin, mazisinin sırlarını açardı.
Hey yavrum Necip mecip! Yuh sana!
Küçükaydın son yazısında şöyle yazmış:
Sanılmaktadır ki, Ermeni Soykırımından bahsetmek ve Özür dilemek, Türk milliyetçiliği ile çelişir. Hayır çelişmez, aksine tam da Türk milliyetçiliği bunu gerektirir ve ister.
Akıllı ve uzun vadeli düşünen; Türk milletinin ve devletinin uzun vadeli çıkarlarını savunan; onun daha çağdaş; daha esnek olmasını isteyenler bu devletin bu soykırımı tanımasını; Türklerle Ermenilerin böylece barışmasını; Türk devletinin bir başbakanının örneğin Erivan’a gidip Willy Brantd gibi 1915’in kurbanları önünde diz kıvırmasını hayal ederler.
Taner Akçam’dan Baskın Oran’a, bu konuda yazan bütün “establishment”e bakın, hepsi milliyetçidir, hem de Türk milliyetçisidirler, demokratik bir milliyetçi bile değildirler.
Çünkü bunların hepsi de, bunları okuyanlar da aynı milliyetçilerin milliyetçilik kavramına sahiptirler. Milliyetçiliği başka milletlerin haklarını tanımama veya inkar etme olarak tanımlarlar. Bu tamı tamına milliyetçilerin milliyetçilik kavramıdır.
Milliyetçilik ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini kabul etmektir.
Yani başka milletlerin de devlet kurma hakkını kabul etmektir.
Peki milliyetçiliğin nasıl bir milliyetçilik olduğunu ne belirler.
Ulusal olanın nasıl tanımlandığı belirler.
Ulusal olanı, yani milleti, Türklük, Ermenilik, vs. gibi bir dille, dinle de tanımlayabilirsiniz; bir dille dinle tanımlamaya karşı da tanımlayabilirsiniz.
Bunların ikisi de milliyetçiliktir. Birincisi gerici milliyetçiliktir
İkincisi demokratik milliyetçiliktir.
Peki milliyetçi olmamak nasıl olur.
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini reddetmektir milliyetçi olmamak.
Yani en demokratik biçimiyle bile uluslara ve ulus da politik bir birim olduğundan devletlere karşı bir savaş gerektirir milliyetçi olmamak.
—Ben, sadece ‘kapitalizm’ diye bir ‘ideoloji’ var zannettiklerinden dolayi ahmakliklarini dile getirdim.—
Senin gibi “kapitalizmin müstahdemliğini yapmak”tan tüm benliğini yitirmiş bir zibidinin, kapitalizmi daima savunmasıyla beraber, onu ideoloji zannedenlerin saptamasını yapmaya uğraşmasına ve ahmaklık dereceleri yontmasına hiç şaşırmadık. Sen; anne karnında bile kapitalizmi mutlak ve meşru göstermeye hevesli, caniye yakın bir şahıssın.
—Simdi gelelim ‘somuru’ meselesine. Eger ‘somuru’yu karsiliksiz almak olarak tanimliyorsak, ‘somuru’ taa anne karnindan (cenin iken) baslar. Butun canlilar da doganin bizzatihi kendisini (turlu cesitli sekillerde) ‘somurur’ler. Bu boyledir ve ‘dogal’dir da. Fakat, her ‘dogal’i kutsadigimi kim soyledi? Yilan zehiri de dogaldir. Burun karistirmak da dogaldir; ama, alenen yapilmasi hicbir toplumda makbul karsilanmaz. Sonuc? Sonuc su; ‘biyolojik evrim’ sonucu ortaya cikmis bazi davranis bicimleri ‘sosyal evrim’ surecinde zararli bulundugu icin torpulenmege calisilir. ‘Somuru’ de bunlardan bir tanesidir.—
Kapitalizmin müstahdemliğini yapmakta ustalaştığın gibi, yalan atmakta da maharetini gösteriyorsun.
Demek “…bazi davranis bicimleri ‘sosyal evrim’ surecinde zararli bulundugu icin torpulenmege calisilir. ‘Somuru’ de bunlardan bir tanesidir.” ha zibidi Necip, niçin yalan atıyorsun:
=== 1 ===
Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:
=== 2 ===
Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:
=== 3 ===
Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:
=== 4 ===
Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:
( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/ )
14 Temmuz 2013, “Paris Komünü ve Esnaf”, Yorum no 7
=== 5 ===
Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:
( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/ )
16 Temmuz 2013, “Paris Komünü ve Esnaf”, Yorum no 16
Kapitalist sistem; insanın evrimsel süreciyle ilişkili olsa da, aslen “sosyo-ekonomik” bir konudur; ve bu konuda, en net analizi yapan ilk iki kişi Karl Marx ve Friedrich Engels’tir. Eğer Charles Darwin ve Herbert Spencer; bu sitede, bu sayfada, “zibidi patron” Necip’in yazdıklarını okuyabilseydi; Necip’in suratına tükürür ve Necip’i kızılcık sopası ile kovalarlardı.
Necip gibi bir zibidi patronun; “Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü”nün 16 Nisan 2017’de resmen ilan edilişine alkış yağmuru yağdırmasının pek çok sebebi var, fakat ilk sebebi; kapitalizmin müstahdemliğini yapan Necip’in “istikrar rüyası”ndan başka bir şey değildir.
Eğer önümüzdeki günlerde, “Türkiye Varlık Fonu A.Ş.”nin yönetim kurulu üyeleri arasında; otomotiv sektöründe deneyimli, laf hokkabazlığı kursları verebilecek kalibrede bir kişiyle karşılaşırsanız, o kişinin zibidi Necip olduğuna emin olabilirsiniz.
Mevcut yönetim kurulu şu şekilde:
( http://www.turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/YonetimKurulu/2/yonetim-kurulu- )
114’e ve 117’ye
—Paranın, sermayenin, devletin ortadan kalktığı bir düzende işler nasıl yürüyecek? Sermaye medyası, devletin radyo-TV kanalları kalkınca haberleri nereden alacağız? (İnternet, sosyal medya vb. de bir yere kadar) Devlet hastaneleri ve özel (sermayenin) hastaneler, devlet okulları ve özel (sermayenin) okullar kalkınca nereye gideceğiz? Kullandığımız otomobili, yaşadığımız evi, giydiklerimizi, yediklerimizi, içtiklerimizi devletin ve sermayenin emrinde çalışan bir işçi sınıfı üretmeyecekse kim üretecek? Para düzenini ortadan kaldırmanın tek yolu bozkır Türklerinin, dağ Kürtlerinin, çöl Araplarının, ova Kızılderililerinin çağına, yani kısacası doğal hayata geri dönmek değilse nedir?—
Okulların, hastanelerin, radyo-TV kanallarının, internet & sosyal medyanın, fabrikaların, otomobillerin, evlerin, kıyafetlerin, gıdanın (ve milyonlarca diğer mal ve hizmetin) ortadan kaldırılacağını kim söyledi!
Siz, kapitalizme karşı mücadeleyi; akşamdan-sabaha, bugünden-yarına çarçabuk başlayıp bitebilen bir kıvılcım mı zannediyorsunuz!
İnsanların beynine yüzyıllardır zerk edilen “sömürmek ve sömürülmek doğada olduğu gibi insan hayatında da normaldir, bu düzene asla karşı gelmeyin” zırvasına karşı mücadele edip, bu zırvayı yok etmeden; yukarıda saydığınız hiçbir yapıyı dönüşüme uğratamazsınız, ve birçoğunu da kökünden söküp atamazsınız.
Yukarıda yazdıklarınız arasında özellikle “para”, “sermaye” ve “devlet” üçlüsüne karşı mücadele etmek; sözde kolay, “icraat”da zordur! Bu konuda üfürülen pek çok teori, pratikte uygulanamayabilir.
Geçmiş yıllara dönmek mümkün olmadığına göre, bugün gidin dikkatle araştırın bakalım:
Sayıları azalmaya yüz tutmakla beraber, bir tür müze dekoru niyetine misyon yüklenen (yukarıda sıraladığınız) kavimler; bozkır Türkleri, dağ Kürtleri, çöl Arapları, ova Kızılderilileri günümüzde para kullanmadan yaşayabiliyorlar mı / yaşayamıyorlar mı! Araştırmanız sonucunda ulaştıklarınızı bir rapor hâline getirip, bu sayfada yayınlayabilirsiniz.
Araştırmanıza başlamanızdan önce, şu iki uyarıyı dikkatle incelemenizi tavsiye ediyoruz:
=== 1 ===
=== 2 ===
filmin adi: demokrasi (demokratik kapitalizm)
yapim, senaryo ve yönetmen: devlet (burjuva devlet)
aktörler: zengin ve seckin elit tabaka
figüranlar: halk/vatanda$
“Türkiye’de çocukların üçte biri şiddetli maddi yoksunluk içinde. Yoksulluğun şiddeti doğuya gidildikçe artıyor.
Türkiye’de 7 milyon 210 bin çocuk maddi yoksunluk çeken hanelerde yaşıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (Betam) raporuna göre bu durum, 0-15 yaş aralığında 20 milyon çocuğun bulunduğu Türkiye’de her üç çocuktan birinin yoksul olması demek. AB’nin yoksunluk ölçütüne göre kira ve faturaların ödenmesi, evin ısınma ihtiyacının yeterince karşılanması, beklenmeyen harcamaların karşılanması, her iki günde bir et, balık ya da protein eşdeğer gıdalarının tüketilmesi, evden uzakta bir haftalık tatil masrafının karşılanması, bir arabaya, bir çamaşır makinesine, bir renkli televizyona ve bir telefona sahip olunması olarak belirlenen dokuz kriterden dördünü yerine getiremeyen hanelerde yaşayan bireyler şiddetli maddi yoksunluk içerisinde kabul ediliyor.
Veriler, Türkiye’nin Avrupa ülkeleri arasında Bulgaristan’ın ardından şiddetli maddi yoksunluğun en yoğun yaşandığı ikinci ülke olduğunu gösteriyor.” (basin)
ba$ta zileli olmak üzere, bu sitede demokrasi ve özgürlük $övalyeligi yapanlar, kapitalist ekonominin ürettigi yoksulluk ve sefalet neden sizin ilgi ve tarti$ma alaniniza hic girmiyor?
“establishment” denilen seckin/elit tabakanin varligini hepiniz kabul ediyorsunuz.
devlete/düzene kendi cikarlari dogrultusunda asil ayar veren aktörlerin sözkonusu bu siyasi, askeri, ekonomik elit/seckin tabaka oldugunu da kabul ediyorsunuz.
bu durumda sizin gibi benim gibi siradan vatanda$lara kalan rol ne oluyor: figüranlik.
bu demokrasi filminde size bicilen rolün figüranlik oldugunu bile bile, sanki filmin aktörleri sizlermi$siniz gibi tavirlariniz, tarti$malariniz biraz gülünc olmuyor mu?
zileli gibi romantik devrimciler demokrasi filmlerinin kalabalik figüran (halk) grubuna bakiyorlar ve bilerek ya da bilmiyerek $u gercegi karartiyorlar: o kalabaliklar asil aktörlerin iktidar mücadelesinde sadece manevra kütlesi; faydali ahmaklar kütlesi oluyorlar.
“senin, örnegin bir alevi dedesiyle yüzyüze görü$me dedigin $eyi hic yapmami$sa yüzlece insan türkiyede yapmi$tir; o görü$meleri inceleme/ara$tirma olarak yayinlami$tir.”
Bunlarin sayisini bilmiyorum; tabii ki. Ama, yuzlerce bile olsa, yapilan isin dogasi geregi, bunlarin herbiri anekdotal olmak zorundadir.
Bunca tekil anekdotun icinden hangisinin/hangilerinin geneli temsil ettigine birisi/birileri karar vermek durumunda.
Sorun da burada. Boyle bir degerlendirmeyi yapabilecek birisi var mi? Kim?
“bu demektir, senin alevilik ya da dersim konularinda bir karara varman icin lazim olan biligi, veri aslinda internette ve yayinlanmi$ kitaplarda mevcut.”
Bunun boyle oldugunu varsaymam bile kolay degil. Degil, cunku, Alevilikte ‘zahiri’den maada ‘batini’ olanin onemsendigi soylenir hep. Bir ‘sir’dan bahsedilir..
Bunlar dogru ise, hala daha bir ‘sir’ varsa, soylenmemis (kamuya aciklanmamis) bir seylerin var oldugunu dusunmek cok mu yanlis olur?
“fakat sen belli ki hicbir ara$tirmaya giri$memi$sin, inceleme yapmami$sin; kararini pe$inen vermi$sin.”
Tersine. Ben, Alevilerin kendi aralarinda dahi, henuz bir anlayis birligine vardigina emin degilim. Bkz. Alisiz Alevilik konusu, mesela.
“senin ki son derece tuhaf bir dü$ünce/davrani$ bicimi.
dikkat edersen, sözü gecen konularda henüz günyüzüne cikmami$, söylenmemi$, itiraf edilmemi$ bilgilerin varligina inaniyorsun.”
‘Itiraf’ yanlis kelime. Dogrusu, belki, ‘ifsa’ olabilir.
Bunu da, yukarida bahsettigim, ‘sir’ ile ilgili olarak soyleyebiliri. Yani, hala daha bir ‘sir’dan bahsediyorsak, aciklanmamis (ifsa edilmemis) bir seyler anlamina gelir bu.
“önce günyüzüne cikmi$ bilgileri incele; seni aydinlatmazsa, tatmin etmezse ondan sonra inceleme/ara$tirmaya devam edersin.”
Benim de anlatmaga calistigim tam da o. ‘Gunyuzune cikmis’ bilgilerin resmin ne kadarini temsil ettigini bilmiyorum.
“fakat dedigim gibi, sen aslinda kafanda bir karara varmi$sin, ve sadece kendince vardigin o hükmü tasdikleyecek bilgi/itiraf pe$indesin gibi bir görüntü veriyorsun.”
Yok. Benim sorunum, okuduklarimdan bir hukum olusturabilecegime ikna olmamis olmak..
Dahasi, benim bakisimdan kaynaklanan seyler var. Ben, mesela, bir ‘bilimsel’ makale okurken, metinin icinde ‘2 + 2 = 5 olduguna gore’ gibi bir ifade gorursem, o andan itibaren aklim oraya takili kalir ve metnin tamami iskat olur.
Sunu demek istiyorum:
Sizin gecenlerde buraya ismini yazdiginiz yazar (hay, aksi, ismi su anda aklima gelmiyor) uzerinden yaptigim kisa bir arastirma sonucunda (onun da ait oldugu) Sinemili asireti konusuna vardim.
http://sinemilli.org/sinemilli-asireti
Kendilerini soyle tanitiyorlar:
“Alevi/Sinemilli Ocağı çalışma grubu olarak, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesinde Sinemilli ocağı ve aşireti üzerine müzikal ve teorik çalışmalar yapmaktayız. Yaptığımız okuma ve dinleme çalışmalarında elde ettiğimiz bilgi ve birikimleri aşağıdaki gibi toparlamak istedik.”
E. Iyi. Her turlu etiket yerinde. Akademik bir ortamda, calismalar yapiyorlarmis.
Simdi de bu linkteki su paragrafa bakalim (ilginc buldugum kismi ben ‘bold’ yaptim).
“Dilbilgisi
Sözdizim itibariyle Kurmanci’nin bütün özelliklerini istisnasız taşır. Kelime dağarcığı olarak da yine çok büyük ölçüde Kurmanci’nin dağarcığına sahiptir. Buna ek olarak Türkçe’den geçmiş sözcüklerin de varolduğu söylenmektedir. Bunun sebebleri arasında, Alevilikte ibadet dili olarak Türkçe’nin kullanılması ve ‘Sinemilli’ konuşulan yörelerde Türkler ile komşuluk ilişkilerinin olması sayılabilir. Ayrıca Sinemilli’nin, Kurmanci’nin başka şivelerinde kullanılmayan kendine has sözcükleri de vardır. Her ne kadar Sinemilli ve Kurmanci’nin diğer şiveleri arasında telaffuz farklılıkları olsa da, konuşanlar arasında herhangi bir anlaşma sorunu olmadığı belirtilmektedir.”
Geriye kalan metnin neredeyse tamami hangi kelimenin nasil degisime ugradigina dair bazi ornekler vermekle doldurulmus. Gecelim.
Ama, odadaki file temas eden yok: ‘Alevilikte ibadet dili olarak Türkçe’nin kullanılması’ olgusu yazilip gecistirilmis.
Yahu, ibadet sirasinda baska bir dilden dua filan okunmasindan degil, butun bir ibadet dilinden, butun ‘procession’larin bambaska bir dilde yapilmasindan bahsediyoruz.
Ibadet sirasinda baska bir dilden dua filan okunmasi, asagi yukari her inanc kumesinde gorulur.
Mesela, Almanca konusan bir Protestan toplulugun dualarinda/ilahilerinde Latince; Turkce konusan bir Sunni grubun dualarinda/ilahilerinde Arapca kelimlerin gecmesi yadirganmaz (istisnai degildir).
Ama, gunluk hayatinda Kurmanci konusan bir toplulugun ibadet dilinin Turkce olmasi oyle kolay gecistirilecek bir sey olmasa gerek.
Boyle bir ‘syncretism’in gecistirildigini gordugum andan itibaren, benim aklim ona takili kaliyor ve metnin diger kisimlari onemini kaybediyor.
Benzer sekilde, sizin ismini verdiginiz (ve benim hala daha hatirlayamadigim) yazarin kitaplarina baktigim zaman, iclerinde birisinin Alevi katliamlarina hasredildigini gorudugumde, kitaptaki ana basliklara baktim.
Basliklardaki en eski Alevi katliaminin gecmisi Tanzimat donemine filan gidiyor.
Taa Malazgirt’ten beri gel gel, pek bir sey yok; sonra Tanzimat civarinda olan biteni butun bir tarihe ornek say.. Bu bana, metodism acisindan, biraz carpik geliyor.
‘Metodism acisindan, biraz carpik geliyor’ olabilir; ama, (tarihsel data ile desteklenemedigi halde) boyle bir inanisin varliginin bir sebebi olmali.
‘Sunniler bizi kesecek’ inanisinin arkaplani ancak Tanzimat donemlerine gidebiliyorsa, ondan onceki 7-8 yuz yilin bir aciklamasi olmali.
Yok, daha eskilere gidiyorsa, elde bir takim tarihsel veriler olmali. Varsa, bunlar nerede?
Bunlar su anda calaklavye aklima gelenler. Bunlari aciklayan var mi?
Neyse. Daha uzatmayayim..
Umarim meramimi anlatabilmisimdir.
“ben bir meydan savaşında iki üç ağayı paşayı dırşınlayıp nakavt edip, bir düzine düzenbazı patakladıktan sonra kendimi yarı kaçakçı, yarı eşkıya, yarım bütün çoban olarak Dersim dağlarında, yaylalarında, ovalarında, köylerinde buldum. İki üç yıl.”
Burada bahsettiginiz, ve yazinizin devaminda da islediginiz, pastoral hayat benim ilgi alanima girmiyor malesef.
Coban, ya da eskiya.. sorulmasi gereken sorulari sormadan gunubirlik yasamis cok kisi tanidim. Onlarin tasvirleriyle, cok olsa, rustik tablolar cizilebilir.
“Odalarında Hz. Ali resmi, zülfikar kılıcı resmi, Şahmaran seccade, Atatürk resmi olurdu.”
Bir an icin, digerlerini aciklamagi gereksiz sayalim da, ‘Atatürk resmi’ neden orada asiliydi?
Yani, kutsallarini arasina Ataturk nasil ve nicin yerlesti?
Bunu hic sordunuz mu?
Buradan ikinci soruya gecebiliriz:
Dersim Katliaminin emrini veren kisiyi kutsallarinin arasina aldiklarina gore, iki seyden birisi gecerli olmali:
1) Dersim Katliami, Sunniler tarafindan yapilmadigi icin, onemli degildir.
2) Dersimde katliama ugrayanlar Alevi degildir.
Hangisi?
Missing (1982)
http://www.imdb.com/title/tt0084335/
Seyrettim. [Turkce dublaj degil, orjinalini]
Kanaatim:
1980’lerde Insan Haklari bugunkunden farkliymis demek. Yoksa, bugun, bu kadar sIkIcI bir seyi –film degil de bir belgesel olarak dahi– kimseye seyrettiremezsiniz.
Bastan basa ‘konusan kelle’ler (‘talking head’s) ve theatric/static sahnelerle dolu.
Film, basladigi gibi bitiyor: ‘Uneventful’ ve yavan.
Iki cumleyle anlatilacak bir seyi 54 dakikaya sigdirmak ancak bu kadar olur.
sen neymi$sin be milli irade!
demokrasilerde faydali ahmaklar toplulugu olan ‘halk’in/vatanda$larin secimlere katilip oy kullanmasi, siyasi liderlerden birine “bizi yönetebilirsin/güdebilirsin” yetkisi vermesi anlamina gelir.
devleti ve toplumu yöneten siyasi liderlerin “egemenlik kayitsiz $artsiz milletindir; me$ruiyetin tek kaynagi halktir” gibi söylemlerini fazlasiyla ciddiye alan faydali ahmaklar toplulugu halk kendi kendine: “vay be, biz neymi$ be!” $eklinde böbürlenir; kendini yönetilen/kumanda edilen degilde, yöneten/kumanda eden pozisyonunda görür.
bu durumu $una benzetebiliriz: fabrika sahibi bir patronun i$cilerine: siz olmasaniz ben bir hicim; beni siz var ettiniz; bu i$yerini ayakta tutan sizlersiniz” gibi övgülerini fazlasiyla ciddiye alan i$cilerin kendini fabrikanin sahibi gibi görmelerine ve sanki kendi i$leriyimi$ gibi i$e dört elle sarilmalarina benzer.
i$te demokrasilerde me$ruiyet/halkin egemenligi denilen $ey a$agi yukari budur.
lafi $uraya getirmek istiyorum. t. erdogan, t.c. devletini hallac pamugu gibi atiyor; harman gibi savuruyor; hamur gibi yoguruyor, sonra da dönüp diyor: millet istiyor ben de yapiyorum; milletim bana yetki/me$ruiyet vermi$ bana da geregini yapmak dü$er; ben milletimin hizmetindeyim; milli irade bende tecelli ediyor vs..
demokrasilerde ki milli irade/halkin egemenligi söylemi tamamiyla bir aldatmaca; bu, demokrasinin yönetim teknigi oluyor.
t. erdogan bu teknigi ustaca kullanan bir devlet adami. dikkat edilirse erdogan’i yönlendiren halk degil, erdogan halki yönlendiriyor; ‘lider’lik de böyle bir$ey degil midir zaten?
bu durumda, halkin erdogan’a verdigi yönetme yetkisinin erdogan’in kendi siyasi projelerini hayata gecirmede sadece bir arac, bir me$ruiyet gerekcesi oldugunu söylemek yanli$ olmaz.
sözkonusu bu lider, yani erdogan, siyasi projelerini halka anlatiyor, halka bir $ekilde benimsetiyor, sonra da dönüp diyor: mili irade bende tecelli ediyor.
evet sayin okuyucular, demokrasilerde ki demokratik yönetim teknigi üc a$agi be$ yukari böyledir.
madalyanon diger yüzü de $öyle oluyor: faydali ahmaklar toplulugu halk, erdogan’a destegini kesince, rakipler erdogan’in ba$ina cullanacaklar.
edogan’in ba$ina cullananlar ne deseler iyi: milli iradenin geregini yapiyoruz; milli irade bizde tecelli ediyor.
sen neymi$sin be milli irade!
“Siz, kapitalizme karşı mücadeleyi; akşamdan-sabaha, bugünden-yarına çarçabuk başlayıp bitebilen bir kıvılcım mı zannediyorsunuz!”
Yok, canim. ‘Kivilcim’ oldugunu kim soyledi.
Aradiginiz kelime ‘hezeyan’dir.
Ve, boylece duzeltildiginde, cevabi ‘evet’tir; ‘zannetmiyorum, eminim’ anlaminda.
—
Ben, disciye gitmekten, ‘dentist’lerden, nefret ediyorum.
‘Dentism’e karsi bir amansiz mucadele baslatmak niyetindeyim; bana katilir misiniz?
O olmazsa, guzelim cicekleri omrunun baharinda koparip tezgahlarina koyan ‘florist’ler de olabilir.
‘Florism’ karsi amansiz bir mucadaleye ne dersiniz?
“sen neymi$sin be milli irade!”
‘Milli irade’, tipki ‘Allah’, ‘isci sinifi’ filan gibi, joker kelimelerdendir.
Yadirgayisinizi garipsedim.
Siz burada (dunyada) hayli yenisiniz galiba.
Hos geldiniz.
necip’in dersim ve alevilik ile ilgili yazdiklarina cevaben:
necip, gercek, bazen yalin ve basit olabiliyor; fakat sen tabiatin geregi biraz ku$kucu oldugun icin yalin/basit gercekler seni tatmin etmiyor. sordugun sorularin cevaplari son derece basit; aha sana “if$a” ediyorum, ister inan ister inanma.
1. sözünü ettigin yazar mehmet bayrak. bu yazar kürt ulusal hareketine yakin oldugu icin, devletin resmi tezi olan “bütün aleviler türktür” iddasini kendince cürütmeye cali$mi$.
2. alevilikte “sir” gibi $eylerden bahsedilmesine gelince. hangi inancta “sir”dan bahsedil miyor? inancin/din’in kendisi zaten esrarengiz, gizemli hurafelerden, dogmalardan, masallardan olu$uyor.
benim bir ateist ve komünist olarak böyle safsatalari ciddiye almadigimi tahmin edebilirsin sanirim. sen ciddiye aliyorsan o da senin bilecegin i$.
3. anadili türkce, arapca olan aleviler oldugu gibi, anadili kürtce/kurmanci ve zazaca olan aleviler de var.
anadili kurmanci ya da zazaca olan alevilerin ibadetlerini türkce dili ile yaptiklari dogru degildir; tabii ki kurmanci ve zazaca dualar, deyi$ler vs. vardir.
kemalistler kürdistani zapt edip kontrol altina almadan önce; öldürdüklerini öldürüp geri kalanlari da asimile edip türkle$tirmeden önce dersim de dag ba$inda ya$ayan kürt ya da zaza tek kelime bile türkce bilmiyordu. (osmanli ordusunda askerlik yapanlari vs. saymazsak)
yalniz dersim’de de az da olsa “saltiklar” gibi aslen türkmen kökenli oldugu söylenen bazi a$iretler var tabii.
4. dersim’liler icinde bugün kürt ulusal fikirlerini benimsemi$, bundan dolayi pkk’ye katilmi$ ve t.c.’ye kar$i sava$irken ölmü$ ya da hala faaliyet yürüten yüzlerce gerilla ve binlerce taraftar var.
yani dersim de hdp’ye oy verenler “dersim katliamini kemalistler ve atatürk gercekle$tirdi; bunu da dersim kürtlerini türkle$tirmek/asimile etmek icin yaptilar” $eklinde dü$ündüklerini ve atatürk’e sempatiyle bakmalarinin mümkün olmadigini dü$ünmek senin icin de zor olmasa gerek.
yani dersim’de/dersimliler icin de bugün t.c.’ye ve o’nun resmi ideolojisi/devlet doktrini olan kemalizme kar$i olan “ulusalci/pkk’li” insanlar oldugu gibi, politize olmami$, siyasetten de pek anlamayan, devletin asimilasyonunu, türkle$tirme propagandasini özümsemi$, bundan dolayi da “biz türküz” ya da “biz aleviyiz kürt degiliz” diyen ve evlerinde atatürk resmi olan insanlar da mevcut.
birde iki arada bir derede kalmi$, ne dedigini bilmeyen, sacmalayan, efsane uyduran dersimler de var: dersim katliamini atatürk yapmadi; atatürk hastaydi, haberi yoktu vs.
kaldi ki, katliamdan gecirilmi$ ve sonrasinda da kesintisiz bir $ekilde devletin $iddeti, olaganüstü hali, sikiyönetimi altinda, kisacasi kesintisiz bir $ekilde askeri bir rejim altinda ya$ami$ insanlardan mantikli, gercekci, korkusuz fikir, kanaat dile getirmelerini bekleyen sen, bu insanlarin ya$adiklarini görmezden geldigini farkinda misin?
senin, alevilik konusunda aleviler hemfikir degiller, söylemine gelelim.
müslümanlar müslümanlik hakkinda hemfirler mi? hemfikir olsaydilar, sunnilik, siilik olur muydu? biri digerini “sapkin, dindi$i” olarak görüp düsman olur muydu?
hristiyanlar hristiyanlik hakkinda hemfikirler mi? hemfikir olsaydilar ortadox, protestan ve o din savaslari olur muydu?
din’i gecelim, biz marxistler bile sosyalizm konusunda hemfikir degiliz; “sosyalizm” diye ba$i sonu belli standart bir fikir yok; sadece bazi ana konularda hemfikir olunuyor.
insanlar kapitalizm konusunda hemfikirler mi? degiller.
örnekler cogaltilabilir. hal böyleyken, standart bir alevilik aramakla yanli$ bir i$le me$gul oldugunu farkinda misin?
Yahu ben Necip’i en son pavyonda dansöz yapmıştım. Kıvırma konusundaki uzmanlığı nedeniyle. Faşizmi Necipler besler zaten. Cahil mühendis Necip. Ignorance is bliss indeed.! Küçük esnaf, ev hanımları ve Necipler…Gramschi, Trotsky ve Thalheimer gibiler faşizmi analiz ederken ortaya Necipler çıkmaktadır….Necip’in son sözlerinden biri: “Materyalist Diyalek”…Çok iyiydi bu…Evladım dansöz Necip iklim mülayimliği konusundaki uzmanlığına bir de girişimcilik, vergi konuları, seçim güvenliği falan eklemişsin….
dersim ve alevilik konusunda necip icin ek bilgi:
necip, dersimli alevilerin hepsinin evinde atatürk resmi asili oldugu iddiasi bir efsanedir; sen bu efsaneye inanmi$sin.
bu efsaneyi cürütecek somut bilgi/veri sana sunayim.
68 ku$agindan ibrahim kaypakkaya adli bir sosyalist genc vardi. i. kaypakkaya kendisi corumludur; 1971 cuntacilari tarafindan dersim’de yakalandi, diyarbakir’da i$kencede öldürüldü.
i. kayapakkaya, zileli’nin eski $efi dogu perincek’in örgütünde yer alan maocu sosyalist olarak, dogu perincek’in ve örgütünün fikirlerini revizyonist ve kemalist buluyor, bundan dolayi ayrilip ayri bir örgüt kuruyor.
diyecegim, i. kaypakkaya türkiye sosyalist solu icinde kemalizme “askeri fa$ist diktatörlük” diyerek en “sert” ele$tiriyi yapmi$ bir sosyalisttir.
$imdi bil bakalim, i. kaypakkaya’nin anti-kemalist fikirlerinin türkiyede en cok taban buldugu $ehir neresidir?
cevap: dersim
ayni $ekilde dersim, türkiye sosyalist solunun en cok taraftar buldugu yerlerden birisidir.
ve sosyalist bir dersimlinin evinde atatürkün resmini astigina ben $ahsen hic tanik olmadim.
Necip mecip, tam bir sığ ve art niyetli kafayla dil döndürmece oyuncusu olmak, nasıl bir tarz? Ben sana o yıllarda gördüğümü söylüyorum: Atatürk resmi olgusundan palazlanıp içini, ciğerini belli ediveriyorsun. Gerçekten o insanlar, Atatürk’ü devrimci, aydınlıkçı bir önder görüyorlardı, mazideki olayın, taassubun, ırkçılığın, yezitliğin sonucu sayarlarken bile. Bir Atatürk’ün resmi değil, onların evlerinde Lenin’in, Mao’nun da resimlerini de gördüm. Çocukların adları, İhtilal, Devrim, Özgür, Eylem gibi isimlerdi.,Senin arzuların ve hevesin, insanları Sünni, Alevi ayrımına götürüp, kapışma ve tartışma ortamı sonucundaki acılara, sonuçta kehkeheler atmak değil umarım. O insanların kimseye Alevi misin, Sünni misin dediklerine tanık olmadım. Bu şeytanlık senin gibilerin dilinde niye daha çok?
O yıllarda öyle değildi oralar. Belki sonradan sahtekar dinci çabalarla, şövenist ırkçılıklarla, akpkk düzenekleriyle senin tarzında düşünceler belirmiştir.
Hey sığ ve sağ kafalı, kurnaz, cahil, entel çocuk!
Bir de beni beğenmiyorsun. Gel seni çomaçla besleyeyim.
Çomaç: Garibim çobanın, rençberin iş güç arasında yiyebildiği, içi biraz çökelikli yufka ekmek dürümüdür. Fakat çok lezizdir.
Erguvan, biraz zeka! Bir Atatürk resminden ahiretiniz şaşıyor. Bu kadarcık mı evrenin? Kaypakkaya yoldaşı bile yanlış anlatıyorsun. halkın içinde, şuymuş buymuş kaygısı olmadan savaşıp öldürülüp, dağlarda adına ateşler yakılan bir halk çocuğuydu o zamanlar da. Entel bir sosyalizm algısı, şehirlerde kafelerde, geri zekalı ortamlarda olabilir.
Erguvan, sen de buyur gel; sana kavurma,, bal, katmer ikram edeyim. Yersen yutarsan biraz açılırsın.
“gercek, bazen yalin ve basit olabiliyor; fakat sen tabiatin geregi biraz ku$kucu oldugun icin yalin/basit gercekler seni tatmin etmiyor.”
Sosyolojide ve psikolojide, disaridan bakarak, ‘yerindelik’ hukumleri verilemez. Hicbir gozlemcinin oyle bir hakki ya da yetkisi yoktur.
Ama, su yapilir: Gozlemcinin celiski gordugu yerde sorular dile getirmek yoluyla, celiski zannettiklerinin giderilmesine yardim/katki istemek.
Benim sorduklarimi lutfen bu baglamda gormege calisiniz.
“1. sözünü ettigin yazar mehmet bayrak. bu yazar kürt ulusal hareketine yakin oldugu icin, devletin resmi tezi olan ‘bütün aleviler türktür’ iddasini kendince cürütmeye cali$mi$.”
Tamam iste. Ben de, ‘bu konunun saglikli konusulamasinin zamani henuz gelmedi’ diyerek bu tur seyleri kastediyorum.
Mehmet Bayrak (ve cok sayida digeri) kendisine (kendilerine) ‘Aleviler Turk degildir’ (ya da ‘Aleviler Turktur’) gibi bir sey ispat etmegi misyon edinmis(ler).
Yani, bir propoganda be karsi propoganda curcunasi almis yurumus.
Butun bunlara itibar etmek istemeyisim haksiz/yanlis midir?
“2. alevilikte ‘sir’ gibi $eylerden bahsedilmesine gelince. hangi inancta ‘sir’dan bahsedil miyor? inancin/din’in kendisi zaten esrarengiz, gizemli hurafelerden, dogmalardan, masallardan olu$uyor.”
Sosyolojide ve psikolojide, disaridan bakarak, ‘yerindelik’ hukmu verilemez demistim ya; iste burada siz de tam olarak yapMAmaniz gerekeni yapiyorsunuz.
Sizin ya da benim (veya baskalarinin da) “inancin/din’in kendisi zaten esrarengiz, gizemli hurafelerden, dogmalardan, masallardan olu$uyor” oldugunu dusunmemizin konuyla alakasi yok –tamamen kapsam disi.
“benim bir ateist ve komünist olarak böyle safsatalari ciddiye almadigimi tahmin edebilirsin sanirim. sen ciddiye aliyorsan o da senin bilecegin i$.”
Gercekten bir ‘sir’rin var olup olmadigi degil, onemli olan.
Sosyolojisinde, boyle bir ‘sir’rin varliginin zikrediliyor olmasiyeterlidir.
Yani, bir ‘sir’ra ve o ‘sir’ri bilen cok az sayida insanin olduguna inaniliyorsa, siz (Alevi olsaniz bile) ya da ben (Alevi degilsem de) bu konuda hukum veremeyiz. Vermemeliyiz.
Hele de derinlemesine incelememisken.
“3. anadili türkce, arapca olan aleviler oldugu gibi, anadili kürtce/kurmanci ve zazaca olan aleviler de var.
anadili kurmanci ya da zazaca olan alevilerin ibadetlerini türkce dili ile yaptiklari dogru degildir; tabii ki kurmanci ve zazaca dualar, deyi$ler vs. vardir.”
Uzgunum, ama siz bu konuyu cok da iyi bilMIyorsunuz –ya da ilgili cografyadan degilsiniz.
Su Google linkini tiklarsaniz
https://www.google.com/search?&ie=utf-8&oe=utf-8&q=Martin+van+Bruinessen+%22Asl%C4%B1n%C4%B1+ink%C3%A2r+eden+haramz%C3%A2dedir!%22
Martin van Bruinessen’in ‘Aslını inkâr eden haramzâdedir!’ baslikli yazisini/tebligini okuyabilirsiniz.
Ilk cikan PDF linki onun tebligine, digerleri de tercumelerine sizi goturur.
Martin van Bruinessen de kimmis derseniz, suradan baslayabilrsiniz: https://www.uu.nl/staff/MMvanBruinessen
Okursaniz, Martin van Bruinessen, ‘Aslını inkâr eden haramzâdedir!’ baslikli yazisinda sunlari da soyledigini goreceksiniz.
Baska bir deyisle, ibadet dili ile gunluk dili tamamen farkli olan pek baska bir ornek yoktur yeryuzunde.
Sirf bu bakimdan da olsa, merak edilmege degerdir bence.
“kemalistler kürdistani zapt edip kontrol altina almadan önce; öldürdüklerini öldürüp geri kalanlari da asimile edip türkle$tirmeden önce dersim de dag ba$inda ya$ayan kürt ya da zaza tek kelime bile türkce bilmiyordu. (osmanli ordusunda askerlik yapanlari vs. saymazsak)”
Yok. Her ne kadar Kemalistler hakkinda soylenen bircok seye itiraz etmesem de, bu dedikleriniz hikayenin tamami degil.
Galiba ilk defa Yavuz’un Kizilbaslari, ustlerine ordu da gondererek, kovusturmasiyla baslamis, sonra da baska sebeplerle olmus cok sayida Turkmen asiretinin Kurdistan cografyasina sigindigi, orada kendilerini Kurt gibi gostererek gizlendigi, zamanla da asimile oldugu biliniyor.
Tam olarak bilinmeyen su: Hangi asiretler ve nerelerde?
En azindan ben bilmiyorum.
“yani dersim de hdp’ye oy verenler ‘dersim katliamini kemalistler ve atatürk gercekle$tirdi; bunu da dersim kürtlerini türkle$tirmek/asimile etmek icin yaptilar’ $eklinde dü$ündüklerini ve atatürk’e sempatiyle bakmalarinin mümkün olmadigini dü$ünmek senin icin de zor olmasa gerek.”
Benim ne dusundugum cok da onemli degil.
Fakat, ilginc buldugum nokta su: Madem Ataturk’e sempati ile bakmiyorlar, Cem Evlerine asilan Ataturk fotograflarina neden itiraz etmiyorlar?
Baska bir deyisle, bu ikisi arasinda bir celiski oldugunu dusunuyor ve acikliga kavusmasina yardim almak icin soruyorum.
“yani dersim’de/dersimliler icin de bugün t.c.’ye ve o’nun resmi ideolojisi/devlet doktrini olan kemalizme kar$i olan ‘ulusalci/pkk’li’ insanlar oldugu gibi, politize olmami$, siyasetten de pek anlamayan, devletin asimilasyonunu, türkle$tirme propagandasini özümsemi$, bundan dolayi da ‘biz türküz’ ya da ‘biz aleviyiz kürt degiliz’ diyen ve evlerinde atatürk resmi olan insanlar da mevcut.”
Hala daha tam anlatamadim galiba. Kimin evinde ne resmi oldugu degil benim ilgilendigim.
Alevilerin ortak ibadet mekanlari olan Cem Evlerinden bahsediyorum.
Buralarda, eger itiraz eden olsa, Ataturk resimleri olamazdi; ama, var.
Bunu nasil acikliyoruz?
Siz bana hala daha birilerinin bilincsizliginden bahsediyorsunuz..
“kaldi ki, katliamdan gecirilmi$ ve sonrasinda da kesintisiz bir $ekilde devletin $iddeti, olaganüstü hali, sikiyönetimi altinda, kisacasi kesintisiz bir $ekilde askeri bir rejim altinda ya$ami$ insanlardan mantikli, gercekci, korkusuz fikir, kanaat dile getirmelerini bekleyen sen, bu insanlarin ya$adiklarini görmezden geldigini farkinda misin?”
Aleviler, kendi soylediklerinden yola cikarsak, en fazla zulmu Sunnilerden (ve bilhassa da Yavuz Sultan Selim’den) gorduler.
Peki, hangi Cem Evinde bir Sunni isareti ya da Yavuz’un bir resmini goruruz?
Dahasi, TC’den zulum gorduklerini dusundukleri halde, kac Sunni ibadethanesinde MKA’nin resmi var?
O yuzden, benim baktigim yerden, MKA’nin resminin olmasi, bir tur, ‘kutsallarinin arasina katmak’ gibi gorunuyor ve ben bunun hangi surecle otaya ciktigini merak ediyorum.
“müslümanlar müslümanlik hakkinda hemfirler mi? hemfikir olsaydilar, sunnilik, siilik olur muydu? biri digerini ‘sapkin, dindi$i’ olarak görüp düsman olur muydu?
hristiyanlar hristiyanlik hakkinda hemfikirler mi? hemfikir olsaydilar ortadox, protestan ve o din savaslari olur muydu?”
Bu bahsettikleriniz pek de yakin/alakali analoji degil.
Ne sunnilik ile siilik arasinda Hz Muhammed’i reddetmek var; ne de ortadoksluk ile protestanlik veya katoliklik arasinda Hz Isa’yi reddetmek.
‘Ali’siz Alevilik’ bunlardan cok baska.
Belki de bahsedilen ‘sir’ budur –bilemem.
“hal böyleyken, standart bir alevilik aramakla yanli$ bir i$le me$gul oldugunu farkinda misin?”
Olabilir tabii ki. Ama, bu ne benim meslegim (yani, bundan para kazaniyor degilim) ne de butun zamanimi alan bir tutku.
“Gerçekten o insanlar, Atatürk’ü devrimci, aydınlıkçı bir önder görüyorlardı, mazideki olayın, taassubun, ırkçılığın, yezitliğin sonucu sayarlarken bile.”
O gunlerden bahsetmiyorum; bugunden bahsediyorum.
Dersim’de kimin ne halt ettigi gun gibi aciga cikmis olan ‘bugun’den.
Ha, eminim o gunlerde siz de dunyayi kurtaracaginiza, iktidarin namlunun ucunda olduguna filan inaniyordunuz…
Hey gidi gunler.. Sultan Palamut, Sarikamis, Galicya cepheleri.. falan filan..
“Bir Atatürk’ün resmi değil, onların evlerinde Lenin’in, Mao’nun da resimlerini de gördüm. Çocukların adları, İhtilal, Devrim, Özgür, Eylem gibi isimlerdi.”
Bir. Size, evlerinde ne gordugunuzu sormadim. Ben, Cem Evlerindeki resimlerden bahsettim.
Iki. Kimin kime ne isim verdiginin bir olcusu yok. Vaktiyle, Dallas dizi oynarken, yeni dogan ogullarina ‘Jeyar’, kizlarina da ‘Suellen’ isimleri verenler olmustu.
Bu tur seyler gunun aktualitesini yansitir. Ama, konumuz moda degil.
“Senin arzuların ve hevesin, insanları Sünni, Alevi ayrımına götürüp, kapışma ve tartışma ortamı sonucundaki acılara, sonuçta kehkeheler atmak değil umarım.”
Bir. Bu dediginiz kotu ihtimaller benim arzularim uzerine gerceklesebilcekse, is o raddeye gelmisse, geri donulemez noktayi coktan gecmisizdir demektir.
Iki. Sizin farkinda olmadiginiz nokta su: Ben, Sunni ve Aleviler arasinda –kendi bakis acimdan– gordugum iki kirilma unsurunu anlamaga calisiyorum.
Bu ikisi, eger karsilikli huzur tesis edilecekse, edilmek isteniyorsa, taraflarca konusulmali ve karsilikli yanlis anlasilmalar –ve kusatilmis duygulari– giderilmelidir.
Siz, bu konularin konusulmasindan rahatsiz olabilirsiniz; ama, biliniz ki, konusmaksizin harcanan her gun karsilikli guvensizligin ve kusatilmislik duygusunun artmasina hizmet ediyor.
Sizin istediginiz bu olabilir; ona bir sey demem, tabii ki.
“O insanların kimseye Alevi misin, Sünni misin dediklerine tanık olmadım.”
Hicbir yerde, hic kimsenin hic kimseye Alevi misin, Sunni misin dedigine ben de sahit olmadim. Ama, kendi aralarinda baskalari hakkinda bunlari konustugunu da bilirim.
“Bir de beni beğenmiyorsun.”
Ben, herkesin emegine saygi duyarim –hakkiyla isini yapiyorsa.
Rencber de olabilir, coban da, bir baskasi da.
Ama, bu, bilgisi ve gorgusu itibariyle herkese her hal u karda saygi duyacagim anlamina gelmez.
“dersim ve alevilik konusunda necip icin ek bilgi:”
Ek biliye ek yorum 🙂
“dersimli alevilerin hepsinin evinde atatürk resmi asili oldugu iddiasi bir efsanedir; sen bu efsaneye inanmi$sin.
bu efsaneyi cürütecek somut bilgi/veri sana sunayim.”
Laf nereden geldi de “evlerideki resimler”e donustu bilmiyorum. Ben, ibadethanelerdeki resimlerden bahsediyorum.
“i. kayapakkaya, zileli’nin eski $efi dogu perincek’in örgütünde yer alan maocu sosyalist olarak, dogu perincek’in ve örgütünün fikirlerini revizyonist ve kemalist buluyor, bundan dolayi ayrilip ayri bir örgüt kuruyor.”
Ilginc bir konu olabilir bu; ama, baska bir baslik altinda.
Kaypakkaya’nin anti-Kemalizminin Alevilik baglaminda bir karsiligi yoksa, bunu Stalin’in aslen Gurcu olmasi turunden bir trivia olarak gormek durumundayim.
“$imdi bil bakalim, i. kaypakkaya’nin anti-kemalist fikirlerinin türkiyede en cok taban buldugu $ehir neresidir?
cevap: dersim”
Yine ayni sey: Anti-Kemalizm ile Alevilik’in bir iliskisi oldugunu soyluyor degilsiniz. “Dersim’de cok Alevi var; cogu da anti-Kemalist” demek, bu baglamda bir sey ifade etmiyor.
Dahasi, Dersim haricindeki Alevilerin, MKA’nin Dersim’e yaptiklarini kaale almaksizin resmini Cem Evlerine asmalari bana yukarida sordugum su sorulari sorduruyor:
Siz bu konuda bir sey demediniz.
“ve sosyalist bir dersimlinin evinde atatürkün resmini astigina ben $ahsen hic tanik olmadim.”
Bana ne kimin evinde ne veya kimin resminin oldugundan.
Ben Cem Evlerinden bahsediyorum.. Cem Evlerinden..
globalist postmodernist sol, (azınlık) kimlik fetişistidir. tıpkı geçmişteki işçi tapınmacılığının işçilere bir faydası olmaması gibi, bu yaklaşım da, bırakalım toplumun çoğunluğunu, sözümona savunduğu kimliğe bile bir fayda getirmez. toplumsal mücadelenin önünü açmak şöyle dursun onu arkaik bir çatışmanın tarafı yaparak hakim sisteme hizmet eder.
100 sene önce atalarınızın ne haltlar yediği beni hiç ilgilendirmiyor. zulme uğradığını iddia edenlere lafım: ataların güçlü olsaymış zulme uğramasaymış. kaldı ki sen bugün hayatta olduğuna göre, canlı yaşamının tek nesnel gerçeği olan doğal seleksiyon açısından başarılı olmuşsun. ne diye bu neo- atalar kültü?
karanlık fabrikalara, yıldızlararası yolculuğa, hakiki yapay zekaya geçmemize ramak kalmış şu günlerde gündelik geçim sıkıntısı çeken milyarlarca insan varken adeta çocukça benim babam seninkini döver düzeyinde bir kimlik tartışması, üstte değindiğim toplumsal bağlamını da geçelim, bizatihi kişi olarak sizin ömrünüzü çalar ve aptallaştırır.
tarihte zulme, adaletsizliğe, kıyıma uğramayan tek bir topluluk bile yoktur. boş işler bunlar. globalistlerin böl yönet taktiğine kurban olmayın.
Necip’in Balkan oligarşisi ile Alevilerin kurduğu “mecburiyetler ittifakı”nı iyi anlayamaması, buna esrarengiz anlamlar yüklemesi tuhaf.
Biri pozitivist, öbürü heterodoks müslüman olan bu iki zümreyi birleştiren şeyin Sünni ortodoksiye karşıtlık olmasında garipsenecek bir durum yok.
Tıpkı ilk zamanlar kanlı bıçaklı olan Ermeni ve Kürt milliyetçiliklerinin bugün benzer bir nedenle müttefik olmaları gibi. Ya da Abdülhamid istibdadına karşı birlikte mücadele eden Ermeni örgütleri ve İttihatçıların sonra düşman olmaları gibi.
Buna en yakın örnek Ergenekoncuların ve FETÖcülerin durumu aslında.
Dün gibi daha! Sürü, 2800 civarında. 12 köpek, 3 eşek,2 at; dedem, babam, annem, ben ve iki kardeşim, yeni evli abim ve yengem; bu işe yetişemiyoruz. Yağmurlu, soğuklu bir kış-baharda abim ve yengem ıslanıp üşüyüp birer hafta arayla zatürreden ölüp gitti. Dedem, uzak bir bölgeden üç yetişkin çocuklu bir aileyi getirdi sürüye. Bana da bir boşluk oluştu. İkinci kez ÖSS diye bir sınava girip Türkoloji denilen bir bölüme, Edebiyat fakültesine gittim.
Sosyolog olamadıydım, bakalım Türkolog olacak mıydım?
Nasıl olunacak? Arablog ve gericilog olunur burada. Eski edebiyatı Necip Fazıl’la, Yeni edebiyatı Yahya Kemal’le, Halk edebiyatını ilahilerle örüntüleyip, mirimli, azizimli bir muhabbette işi götürüyorlar. Dil, uyduruk bir Osmanlıca çorbası; arada Fransızcalı filan. Böyle nasıl öğretmen olacaksınız diyorum arkadaşsılara, halkın içinden gelip halkın içine gideceksiniz; saraya filan değil! diyorum. Adamlarda bilinç tersine. Hepsi obezit veya obezite aday tipler. Hocalar alem; 5 vakit namaz ve nafile namazlarından öğrencilerle görüşecek zamanları bile yok.
Usluca duruyorum ya; adım ”kominist”. Baktım olmuyor, Ben de adımın gereği itirazlarla anfide estim rüzgar gibi. Caddelerde yürüdüm çayan çayan. Korkak ama sürü haline gelince saldırabilenlere ben müthiş saldırdım. çocukcakları hastanelik ettim; yurttan atıldım, okuldan uzaklaştırıldım.
Bunlar beş ay içinde oldu. Nisan ayı gelmişti, Kuzular koyunlar rüyalarıma giriyordu; bavulumu alıp döndüm sürüye. Ben ne sosyolog olabilecektim artık ne de Türkolog. Yuh be!
Devrimci yalnız efe duygularıyla bir süre canım sıkıldı. Sonra ivesi koyunun biri gözümün önünde dördüz doğurunca bütün dertlerim silindi. Okulda Merih adlı bir kızla arkadaş olmuştum; onun mektubu da gelince Dikbaşlı deli efe gibi sevinip şapkamı havaya attım.
Hey gidi günler!
“Ergenekoncular”dan söz etmişken, sn.Zileli’nin bu tanımın kullanılmasına itiraz etmesine bir eleştirim olacak.
Burada önemli olan böyle bir örgütün (grubun değil) olup olmaması, ilgisi olmayan birçok kişinin bugün FETÖcü diye tutuklananlar gibi haksız yere tutuklanması (ki karşı çıkılmalı elbette ve onlardan bazılarına kimse Ergenekoncu demiyor zaten) değil bence. Bir topluluğa başkalarının verdiği ad anlamında “dış isim” (egzonym) diye bir kavram vardır. Örneğin, Nişanyan bahsetmişti, Ermeni kilisesine batılı hıristiyanların verdiği “Gregoryen” adı müslümanlara “Muhammedan” demek gibi bir şeymiş. Dolayısıyla bu ulusalcı gruba da böyle bir tanım uygun düşebilir.
necip’in kuyuya attigi ta$
necip kuyuya bir ta$ atti, cikarabilene a$k olsun.
necip, birincisi karnindan konu$mayi birak, sorularini acik ve net sor.
ikincisi, ben burda ne seninle ne diger yorumcularla ucuz polemik ya da sidik yari$i yapmak icin yorum yazmiyorum. istisnasiz her yorumumda bir fikir, bir mesaj, bir bilgi vardir. bana cevap yeti$tirmeye cali$acagina, önyargilarini/saplantilarini bir yana birak ve sana sundugum verilerden dogru sonuclara varmaya cali$.
sana, istisnasiz bütün cemevlerinde atatürk resmi asili oldugunu kim söyledi, ezbere konu$uyorsun.
ben sana yukarda “aleviler” diye ayni tornadan cikmi$, ayni fikirlere sagip bir kollektif olmadigini anlatmaya cali$iyorum. sen ise bir noktaya takilmi$ durmu$sun.
senin cemevi dedigini cinler periler mi kurmuyorlar.
kim kuruyor peki?
benim yukarda sözünü ettigim ve kemalizm konusunda farkli fikirlere sahip aleviler kuruyorlar.
peki burdan hangi sonuc cikar?
cevap: kemalizmi benimsemi$, devlete/iktidara/hükümete yakin duran, özellikle türk aleviler kendi cemevlerinde atatürk resmi asarken; kürt/zaza aleviler, ama özellikle de kürt ulusal hareketine/pkk’ye yakin duran aleviler atatürk’ün resmini kendi cemevlerine asmak orda dursun, kapidan iceri bile sokmazlar.
bu fikir farkliligindan dolayi alevilerin farkli isimlerde kurduklari cesitli federasyon, dernek ve cemevleri var: devlete/iktidara yakin olan var, uzak duran var; atatürk resmini asan var, asmayan var.
hatta ayni dernek/cemevi catisi altinda bile bu fikir ayriliklari ve fikir cati$malari var, ve hepte var olacak.
ayni dernek/cemevi catisi altinda devlete ve kemalizme yakla$im konusunda farkli grupla$malar var ve hepte var olacak.
örnek: bir dernek/cemevinde kemalizmi red eden fraksiyon dernek yönetimine gelmi$se, atatürk’ün resmi duvarda asili ise indiriyor; birkac yil sonra kemalizmi benimseyen fraksiyon dernek yönetimine gelmi$se geri asiyor ya da “biz ayni dernek/cemevi catisi altinda olamayiz” deyip, gidip ayri bir dernek/cemevi kuruyorlar.
senin yukarda iki madde halinde yazdiklarin sacma $eyler, neden?
birincisi, dersim katliamini yapan kemalist kadro sunni degil miydi? sen ne konu$tugunu bilmiyorsun. kemalistlerin resmi “dersim raporlarina” bak bakalim, alevilerden/kizilba$lardan nasil a$agilayici/di$layici bir $ekilde bahsediyorlar.
ikincisi, kemalistlerin cumhuriyeti osmanli gibi bir din/islam devleti degildi. kemalistler her ne kadar kizilba$lagin t.c.’nin “türk/sunni” kimligine uymadigini dü$ünüp ona göre di$layici muamele yapmi$larsa da, kemalistlerin dersim ve kürdistana yönelik politikasi esasen türkcü/irkci bir politikadir.
sivas kocgiri ya da dersim katliamlarini kemalistler dini/mezhebi motivasyondan cok, ulusalci/irkci motivasyon ile yapmi$lardir.
bu dediklerimin hepsi kemalistlerin dersim ve kürdistan raporlarinda, o zaman ki ismiyle “$ark islahat plani”larinda sabittir.
devletin bu raporlarini okumadan meseleyi anlamak mümkün olmaz.
meseleye yanli$ bir acidan bakiyorsun, bakmakta da israr ediyorsun.
yukarda da yazdim, “aleviler” diye yüzde yüz ayni fikirlere sahip bir kollektif olmadigi gibi, tüm türkiye alevileri adina baglayici söz söyleyecek, konusacak bir kurum ya da sahis da mevcut degildir, olamaz da.
kemalizmi öven bir türk alevisiyle, kemalizmin zulmünü ya$ami$ bir kürt/zaza alevisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?
alevi, ama ayni anda türk milliyetcisi olan bir türk alevisi ile, alevi, ama ayni anda kürdistan davasini savunan bir kürt milliyetcisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?
zileli’ye yaptigim ele$tirilerden kendine biraz pay cikarsan, bunlari tekrar etmeme gerek kalmaz.
zileli’nin romantik devrimci duygularla “halk” denilen soyut kavrami, “sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir kollektif” olarak hayal etmesini sen de kendi muhafazakar dünyanda yapiyorsun.
günümüz kapitalist toplumunun, farkli fikir ve cikar gruplarindan olu$tugunu, dahasi toplumda ki bu cikar cati$masinin zit/uzla$maz bir karaktere sahip oldugunu bilmek icin karl marx’i okumak $art degil, fakat sen ve zileli gibi insanlar mümkün olmadigini bile bile bir “harmonik toplum” hayaline sarilmi$siniz.
“harmonik bir toplum” mu arzuluyorsunuz, o zaman paranin/sermayenin egemenligini, devlet denilen cisimle$mi$ $iddeti, milliyetcilik/ulusculuk denilen irkci/ayri$tirici fikirleri, din/inanc denilen safsatalari red etmeniz lazim.
bir taraftan kiran kirana bir kapitalist rekabeti “dogal” deyip savun, diger taraftan da “sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir toplum” arzula.
ikisi ayni anda maalesef mümkün degil.
sen türk olarak devletini kur, kendi dilini kültürünü yücelt, diger azinliklarin yanisira kürtleri de sirf etnik kimliginden dolayi katlet, yetmedi asimile et, yetmedi a$agila, kendi etnik/dini kimliginden utanir hale getir. buna itiraz eden kürtleri de “bölücü terör” deyip tirpan gibi bic, ondan sonra da “ya bu kürtler, kizilba$lar ne istiyorlar, niye huzurumuzu bozuyorlar” diye dalda gecer gibi soru sor.
necip, son bir bilgi: yanli$, sacma sorular sorular soruyorsun dedim ya.
bir türk alevisi, kemalistlerin kocgiride, dersimde alevileri katlettigini bildigi halde neden buna ragmen kemalizmi savunuyor, cemevine atatürk resmi asiyor manasinda soru sormu$sun.
cevabi cok basit: kemalistler, dersim de dahil, $ark islahat planlarini ve kürdistan seferlerini nasil gerekcelendiriyorlar?
cevap: kürtlerin dagli vah$iler olduklarini, kürdistana “uygarlik” götürdüklerini; kürdistanda ki feodal aga, seyh, dede ili$kilerini tasviye ettiklerini vs. söylüyorlar.
o zaman ki cumhuriyet gazetesi bu argümanlari irkci ve a$agilayici bir dille yazmi$, merak eden bakabilir.
yani günümüz emperyalistlerinin “ortadoguya demokrasi, insan haklari, liberal pazar ekonomisi götürüyoruz” argümanin bir ba$ka versiyonu.
i$te kemalizmi benimsemi$ bir türk alevisi, hatta kemalist bir dersim alevisi bile ayni argümani dile getiriyor.
sana göre celi$ki, o’na göre degil.
neden sürekli olarak insanlarin ya da alevilerin fikirlerinden, olaylara baki$ acisindan bahsettigimi $imdi anladin mi?
anonim 146
“globalistler” gibi kavramlarla konu$mak, cinlerden, perilerden bahsetmek gibi bir$ey oluyor.
soru 1. globalistler’den kastin kimlerdir?
soru 2. sana göre, globalizmin kendisi neden red edilmesi gereken bir olgudur, gerekcelendirir misin?
ayrica dikkatini cekerim, anti-globalistlerin hareket noktasi da ulusalci/milliyetci fikirdir.
globalizm diye bir ideoloji falan yok; günümüz dünyasinda ki ic ice gecmi$ligi, küresel hareketleri anlatan bir kavram aslinda.
fakat milliyetcilik/ulusculuk günümüz ulus devletlerinin ideolojik harcidir; globalizm gibi soyut bir olguya sava$ acmak yerine milliyetciligi/irkciligi te$hir etmek daha dogru ve anlamli olur.
İnanç diye, din diye, peygamber diye bir şey yoktur. Zihinleri bulandıran bu kavramların kendisidir.
Muhammed kabileden devlete geçiş sürecinde lider rolünü oynamış bir aktör.
Halifeler devlet başkanları. Şiilerin Oniki İmam’ı gibi başarısız halife adayları da muhalefet liderleri.
Zekatlar, cizyeler birer vergi.
Gaza ve cihad, Haçlı seferleri gibi adlandırmalar fetihçi ve ganimetçi bir ekonomik düzene uydurulan kılıflar.
Kabe putlar döneminden beri gelir getiren bir ziyaret yeri. Yukarıda mahiyetleri açıklanan kişiler ve benzerlerinin mezarları gibi. Muhammed’in, Ali’nin, Hüseyin’in, Eyüp Sultan’ın, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın kabirleri ile Anıtkabir arasında getirdikleri gelir bakımından bir fark yok.
Görüldüğü gibi hepsi geçim düzenlerine ve toplumsal liderliklere verilen isimler.
marxist argümana,
tabi burdan bir yorumun sınırlarını çok aşan bir tartışma bu ama kısa kısa ve gelişigüzel yanıtlayayım:
öncelikle globalism ile globalization arasındaki farka vurgu yapmam gerekiyor. türkçe karşılığı sanırım küreselcilik ile küreselleşme şeklinde ayrılabilir.
globalization (küreselleşme) bir olgudur. bir tarihsel evredir. teknik, teknolojik, kültürel vs. gelişmelerin kaçınılmaz sonucudur. hepimizin ingilizce bilmesi ve internet-bilgisayar sayesinde iletişime geçebilmemizdir örneğin. ve genel olarak da tüm insanlık için olumlu bir süreçtir. *insanlık kavramını soyut felsefi anlamıyla değil gerçek biyolojik tekil insanların toplamı anlamında kullanıyorum.
globalism ise postmodernizm ve kimlikçilik ile beslenerek yeni teknoloji şirketleri (apple, google, microsoft, tesla vb), spekülatif finans (wall street), hollywood, küresel medyanın dünya çapında hakim kıldığı yeni resmi ideolojimizdir. google ın lgbt renklerinde doodle hazırlamasıdır. cnn in sürekli ırkçlık diye yaygara koparmasıdır. falan filan.
geçmişin piyasa devleri petro-kimya, otomotiv ve askeri endüstridendi. organik ideolojileri anti-komünizm, ulusalcılık, natoculuktu. bunu her ülkenin yerel tonlarına yediriyorlardı. müttefikleri her ülkenin sağıydı.
eski tekeller azami kar ve yeni piyasalar ile birbirleriyle rekabet ederlerdi, devlet ise hakemdi. şu andaki tekeller ise azami büyüme (kar önemli değil) ve bilgi kontrolü için devletleri arkalarına alarak %99 ile rekabet ediyorlar. %1 vs %99 hikayesi.
günümüzdeki yeni global resmi ideolojinin müttefiki ise her ülkenin solu, liberalleri ve azınlıklarıdır.
bugün milliyetçilik (ırkçılık diye bir şey zaten yok) de sadece globalist ideolojiye bir reaksiyon düzeyindedir. çünkü milliyetçiliği besleyebilecek gerçek bir sermaye ve kurumsallaşma kalmadı. en fazla geçmişin kalıntısı olarak giderek sönen bir milliyetçilikten bahsedilebilir.
günümüzde en büyük tehlike, yeni tipte köleliği özgürlük, en yıkıcı savaşı (beyinlerimizi kontrol için verilen savaşı) barış ve kişinin kendine yabancılaşmasını isyan diye sunan postmodern global soldur.
globalizme karşı çıkınca ne kadar istersen iste, kendine ne kadar o süsü verirsen ver artık milliyetçi ulusalcı kapalı ekonomici olamazsın. çünkü onun maddi dayanakları ortadan kalktı. en fazla fantezi yapmış olursun. tutarlı anti-globalizm kişiyi komünizme götürür. bugün dünya çapında komünizm tarihte ilk kez mümkün hale gelmiştir. 100 sene önce istediğin kadar uğraş insanları ortak dil konuşturamazdın. nasıl kaldıracaktın sınırları? bugün 5 milyar insan aynı dili konuşuyor. 100 sene önce istediğin kadar uğraş birbirine uzak iki bölge ile anında iletişim kuramazdın. 100 sene önce bir yığın veriyi işleyecek işlemci gücün yoktu. işlemek istersen sscbdeki gibi bir teknokrat ordusu yaratman ve boğazına kadar yolsuzluğa batman gerekiyordu. bugün bunların hepsi ve daha fazlası mümkün.
insan türü doğa yasaları gereği her zaman mümkün olan en iyi şartları seçmeye eğilimlidir.
artık fiziki sermaye giderek önemini yitiriyor çünkü 1. kapasite kullanımı inanılmaz verimli hale geldi 2. tüketimin nesnel sınırlarına dayandık, o yüzden saçma sapan nesnelerin fiyatı spekülatif biçimde şişiriliyor.
globalist ideoloji ve kurumsallaşmanın yıkılması demek tarih başka bir alternatif sunamayacağı için komünizm demektir.
Devlet Terörüyle Mücadele Kanunu:
(Tek maddelik)
Devlet terörüyle mücadelede her yöntem meşrudur.
“necip, birincisi karnindan konu$mayi birak, sorularini acik ve net sor.”
Bu cok da kolay degil.
Iki sebebi var: [onem sirasi ile]
1) Konuyu cok da iyi bilmedigimi zaten soylemistim. Insan, yeterince bilmedigi konuda noktasal sorular soramiyor kolay kolay.
2) Konu hassas bir konu. Farkinda olmaksizin edilecek bir laf ile ya bir tarafi ya da obur tarafi –ya da ikisini birden– gucendirmek isten bile degil.
Bu da, benim isime gelmez; cunku, o noktadan sonra ne soru sormak mumkun olur ne de cevap almak.
Bu yuzden, ister istemez, Incili Cavus’un ‘Semaver’ darb-i meseline donuyor muhabbet. Anlayisla karsilaycaginizi umuyorum.
“bana cevap yeti$tirmeye cali$acagina, önyargilarini/saplantilarini bir yana birak ve sana sundugum verilerden dogru sonuclara varmaya cali$.”
Iyi de, sizden gelenlerin ne kadari ‘veri’ ne kadari da subjektif anekdotal gozlem.. bunu kestirmek cok kolay degil.
Dahasi, ‘Bazi Aleviler oyle, digerleri baska turlu’ anlamina gelen seyler –malesef– cok da aciklayici degil.
“sana, istisnasiz bütün cemevlerinde atatürk resmi asili oldugunu kim söyledi, ezbere konu$uyorsun.”
Tabii ki, bilmiyorum. Birakin ‘butun cemevlerini’, bir tanesinden dahi iceriye adim atmis degilim. Ozel bir sebebi yok. Ama, boyle.
[Turistik amaclarla –yabanci misafirler istedi diye, ya da lise yillarinda okulca ziyaretler yuzunden–, bazi camileri ziyaret etmisligim vardir. Ama, o kadar. Hacibektas’a yolum da dusmedi hic; dolayisi ile, turistik dengeleme acisindan istemdisi bir eksigim oldugunu kabul ederim.]
Ben, sadece sagda solda rastladigim bazi cemevi resimlerine bakarak bunu soyluyorum. Gordugum o resimler hep ayni cemevine de ait olabilir –eger oyleyse, birisi benimle ugrasiyor demektir; o ayri.
“ben sana yukarda ‘aleviler’ diye ayni tornadan cikmi$, ayni fikirlere sahip bir kollektif olmadigini anlatmaya cali$iyorum. sen ise bir noktaya takilmi$ durmu$sun.”
Iyi de, Aleviler de –hic olmazsa– bu konuda bir fikir birligine varsinlar canim. [Gordugunuzde selamini soyleyip; boyle boyle dediydi dersiniz 😉 ]
Ben, cikip, “Ege’nin Alevisi ile Konya’nin, Sivas’in, Ordu’nun Alevileri ayni degil; aralarinda cok fark var” turunden birsey dedigimde bir suru itiraz/tenkit/sitem/firca yiyorum.
Ya da, “farklidirlar; fakat, ozunde aynidirlar” gibi cevaplar aliyorum.
Kafasi karisik olan tek ben degilim gibi. Ne dersiniz?
[Bunun devaminda yazdiklariniz aslinda Alevilerde de –en azindan Ataturk ve Dersim baglaminda– ciddi kafa karisikligi ve farkliliklar oldugunu teyid ettigi icin, onlari alintilamadim.]
“birincisi, dersim katliamini yapan kemalist kadro sunni degil miydi? sen ne konu$tugunu bilmiyorsun.”
Iste bu –tek basina– tartisilir bir onermedir.
Ilk 2 hatta 3 imzanin Sunniligi cok su goturur.
“kemalistlerin resmi ‘dersim raporlarina’ bak bakalim, alevilerden/kizilba$lardan nasil a$agilayici/di$layici bir $ekilde bahsediyorlar.”
Baktim. Aynen dediginiz gibi.
Iyi de, bu, benim sorumu gecersiz (ya da cevaplanmis) kilmiyor ki.
Tersine.
“sivas kocgiri ya da dersim katliamlarini kemalistler dini/mezhebi motivasyondan cok, ulusalci/irkci motivasyon ile yapmi$lardir.”
Iyi de, bunun neresi bir mazeret olabilir?
“devletin bu raporlarini okumadan meseleyi anlamak mümkün olmaz.”
Aciklanmis butun devlet raporlarini okudum. O raporlardaki, ve o gunlerde yayinlanmis gazetelerdeki dil, bana, (bazi fakat onemli sayida) Alevilerin neden Kemalizmle bu kadar bitisik nizam olabildiklerini aciklamiyor.
Daha dogrusu, zaman icinde bu raporlar filan gun isigina ciktiktan sonra, duruslarin degismesini beklemek sozkonusu iken, bu, olmuyor.
Mesela, sol.org’da cikan su yazi: [ http://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/dersim-uzerine-49063 ]
Yazinin hemen basinda “Erdoğan’ın Dersim özrü araçsaldır.” dedikten sonra, yazinin geri kalan kismi ise, satir aralarinda, statukonun nasil da –sol icin– ‘araçsal’ oldugunu izah eden uzun bir tiraddan ibaret.
Bir tur, Sener Sen filmlerinden birindeki “yaptim; ama, bir sor, neden yaptim” ‘apologetics’i..
Ya da, ‘bu tur ufak seyler yuzunden ittifagi bozmaga degmez’ turunden ortulu nasihatler.
Peki, bir ‘ittifak’tan soz edebilir miyiz? Galiba edebiliriz: ‘Pirevi Protokolu’. [ http://www.aleviweb.com/forum/archive/index.php/t-12561.html ]
Gerci, icerigini bilen yok (Hacibektas ileri gelenleri ve devletin ilgili birimleri haric; fakat kimse aciklamiyor); ama, hakkinda soylenenler dogruysa, onemli bir protokol.
Acaba, yine icerigi bilinmeyen ama dillerden de dusmeyen, ‘Cumhuriyetin ilkeleri ve kazanimlari’ ayni sey midir; bilmiyorum.
“kemalizmi öven bir türk alevisiyle, kemalizmin zulmünü ya$ami$ bir kürt/zaza alevisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?”
Peki. Bilmedigimden soruyorum: Kurt/Zaza alevileri Haci Bektas Dergahina bagli degil midirler?
“alevi, ama ayni anda türk milliyetcisi olan bir türk alevisi ile, alevi, ama ayni anda kürdistan davasini savunan bir kürt milliyetcisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?”
“‘harmonik bir toplum’ mu arzuluyorsunuz, o zaman paranin/sermayenin egemenligini, devlet denilen cisimle$mi$ $iddeti, milliyetcilik/ulusculuk denilen irkci/ayri$tirici fikirleri, din/inanc denilen safsatalari red etmeniz lazim.”
Sizin gul hatirinizi mi kiracagim.
Ahan da buraya yaziyorum: Red ettim.
Simdi sorunlar cozulmus oluyor mu?
“bir taraftan kiran kirana bir kapitalist rekabeti ‘dogal’ deyip savun, diger taraftan da ‘sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir toplum’ arzula.”
Benim demedigim seyleri benim agzimdanmis gibi yazmayin lutfen.
Benim ‘sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir toplum’ gibi hamhayal bir arzum hic olmadi. Sizin sevmediginiz o kelime var ya, ‘fitrat’, evet, ona aykiri bu.
Fakat, catismalara yol acan seylerin kaynagini merak etmek, ogrenmek de mi tukaka oldu?
“sen türk olarak devletini kur, kendi dilini kültürünü yücelt, diger azinliklarin yanisira kürtleri de sirf etnik kimliginden dolayi katlet, yetmedi asimile et, yetmedi a$agila, kendi etnik/dini kimliginden utanir hale getir. buna itiraz eden kürtleri de ‘bölücü terör’ deyip tirpan gibi bic, ondan sonra da ‘ya bu kürtler, kizilba$lar ne istiyorlar, niye huzurumuzu bozuyorlar’ diye dalda gecer gibi soru sor.”
Demistim ya, konu hassas.
Iste, burada da goruldugu uzere, benim hic soylemdigim, ima dahi etmedigim (en azindan bilerek etmedigim) bir seyi bana mal etmissiniz.
Benim, ‘ya bu kürtler, kizilba$lar ne istiyorlar, niye huzurumuzu bozuyorlar’ diye bir serzenisim olmadi.
Ben, ‘kürtler, kizilba$lar’ ile neden konusamiyoruz; neden hemen birbirimizi yanlis anliyoruzu da anlamaga calisiyorum.
“o zaman ki cumhuriyet gazetesi bu argümanlari irkci ve a$agilayici bir dille yazmi$, merak eden bakabilir.”
Biliyorum. Yukarida da bahsettim zaten.
“i$te kemalizmi benimsemi$ bir türk alevisi, hatta kemalist bir dersim alevisi bile ayni argümani dile getiriyor.”
Iyi de, neden HALA DAHA bu boyle?
Materyalist bakalim: Bu baglilgin sebebi oyle kuru sevgi filan olamaz. Maddi bir (ya da bircok) sebebi olmali.
“sana göre celi$ki, ona göre degil.”
Size gore nedir?
Ve, sadece ‘o oyledir’ demek yetmez –en azindan benim icin yeterli degil– bunun daha bir ‘tangible’ aciklamasi olmali.
“Usluca duruyorum ya; adım ‘kominist’. Baktım olmuyor, Ben de adımın gereği itirazlarla anfide estim rüzgar gibi. Caddelerde yürüdüm çayan çayan. Korkak ama sürü haline gelince saldırabilenlere ben müthiş saldırdım. çocukcakları hastanelik ettim; yurttan atıldım, okuldan uzaklaştırıldım.
Bunlar beş ay içinde oldu.”
Genclik iste.
Bosuna ‘delikanli’ demiyorlar –kani ‘deli deli’ akiyor insanin o donemlerde.
Cekinerek de olsa, ‘deger miydi?’ diye soracagim; ama, biliyorum, hayatin saglamasi yok.
“Biri pozitivist, öbürü heterodoks müslüman olan bu iki zümreyi birleştiren şeyin Sünni ortodoksiye karşıtlık olmasında garipsenecek bir durum yok.”
Benim garipsedigim bu degil.
Ittifakin kaynagini merak ediyordum. Onu buldugumu saniyorum: MKA’nin Hacibektas Postnisini ile yaptigi gorusme ve ardindan da (farkli bir zamanda) teati edilen Pirevi Protokolu.
Benim merak ettigim: Yaklasik 48-50 bin kisinin katline ferman vermis birilerine, bu konu artik aciga ciktigi halde, hala daha neden bu baglilik?
Daha iyi bir ittifak alternatifi olmadigi icin mi; yoksa –herseye ragmen– mevcut ittifaka bagli olmak icin baglayici baska sebepler oldugu icin mi?
emperyalizme karsi bisey yapacaksan mao culara, ve cin lilere guvenmeyeceksin.
Kapitalizmin müstahdemliğini yapan Necip, KOBİ-irisi şirketindeki (sözde!) “istikrar”ın sürmesi için; “Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü”ne alkış yağmuru yağdırıyor.
Şaşırdık mı? Hayır, şaşırmadık!
Necip’in mentor’u (guru’su) Vehbi Koç; 12 Eylül 1980 darbesinden sonra diktatör Kenan Evren’e mektup yazmış, “ülke (elbette ‘kendi şirketi’nin!) ekonomisinin yalpalanmaktan kurtulması ve derhâl istikrara kavuşması için” 15 maddelik bir liste hazırlamış, “nazik bir üslup” kullanmış ve mektubu göndermişti.
Güneşin altında değişen bir şey yok; 37 sene sonra, bu kez Necip, Recep Tayyip Erdoğan’ın sırtını sıvazlıyor.
Sermaye diktatörlüğü = Devlet diktatörlüğü
Vehbi Koç diktatörlüğü = Kenan Evren (ve Turgut Özal) diktatörlüğü
Necip diktatörlüğü = Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü
Vehbi Koç’un, Kenan Evren’e gönderdiği mektubun tamamı:
Sayın Orgeneral Kenan Evren,
Devlet Başkanı
Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı
ANKARA, 3 Ekim 1980
Sayın Başkan,
Atatürk, 1919’da Ankara’ya geldiği zaman, 18 yaşında idim. Balya çemberlerinden süngü yapılarak, Kurtuluş Savaşı’nı veren ordunun donatıldığını hatırlıyorum.
Aradan 60 yıl ve pek çok olay geçti. Yaşadığımız iyi ve kötü günlerin sonunda vardığım hüküm şudur:
Türk milleti, kendisine birlik ruhu verildiği takdirde, her işi başarır, her hedefe varır.
İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.
Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın, bütün olduğu milletin tek ümidi olduğuna inanıyorum. Bilgi ve tecrübe arasındaki muvazeneye verdiğiniz önem ise bütün kamuoyunun malumu. Bu bakımdan, faydalı olacağını sandığım hatırlatmalarımı size iletmeyi, bir memleket görevi olarak görüyorum.
Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek İstiklal Savaşı’na başlama kararı vermesinden sonra, memleket kurtarıldı ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kuruldu.
Cumhuriyetimizin 57 yıllık hayatında, memleketimiz şu tarihi olaylarla karşı karşıya kaldı:
* 1946’da, Demokrat Parti’nin kurulması ile çok partili sisteme geçildi.
* 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir grup ihtilal yaparak, iktidarı ele aldı.
* 25 Haziran 1962’de, idare sivillere bırakıldı ve “İnönü Hükümeti” kuruldu.
* 12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler muhtıra vererek “Demirel Hükümeti”ni düşürdü, 20 Mart 1971’de Nihat Erim, partiler üstü bir hükümet kurdu.
* 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde ve emirle Parlamento’yu feshetti. 21 Eylül 1980’de “Bülend Ulusu Hükümeti” kuruldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri, daima şerefli hizmetler yapmış ve millet hayatımızın her döneminde, milli bütünlüğümüzün devamını sağlamıştır. Memlekette işler çıkmaza girdiği zaman, Türk Ordusu müdahale etmekte ve sonradan kışlasına çekilerek, devlet idaresini sivil hükümetlere terk etmektedir.
1973 seçimlerinden sonra yedi sene boyunca, iktidara gelen hükümetlerin aldıkları kararlarda parti menfaati ve rey politikası ağır bastığı için memleket bir çıkmaza girmiştir.
O hâle gelinmiştir ki;
Öğretmen öğrencisinden,
Amir memurundan,
Anne ve baba çocuğundan,
Fabrika müdürü işçisinden korkar olmuştur.
O zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk ile Milli Güvenlik Kurulu’nun uyarıları nazarı dikkate alınmadığı için, Silahlı Kuvvetler, mecburen devlet idaresini ele almıştır.
12 Eylül 1980 Cuma günü, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in radyo ve televizyon konuşmasında, devlet idaresinin niçin ele alındığı, bundan sonra ne yapılacağı, gayet açık bir lisanla millete duyurulmuştur. Orgeneral Evren’in anarşi, bölücülük, din istismarı, ekonomik ve politik durumla ilgili sözleri millet üzerinde müspet tesir yapmış ve tam bir tasvip görmüştür.
Nelere Dikkat Edilmeli?
1. İki seneden beri devam eden sıkıyönetim yüzünden, Silahlı Kuvvetler asli görevi olmayan konularla karşı karşıya gelmiş ve yorulmuştur. Devlet idaresi bütünüyle ele alındıktan sonra, uygulamaya konacak önemli yeni kararlar yüzünden, Silahlı Kuvvetlerimiz’in yıpranması mukadderdir. Bundan dolayı “temel” kanuni düzenlemeler yapıldıktan sonra ordunun kışlasına dönmesi, demokrasimizin devamı için elzemdir. Ordu, yanlış kararlar alır ve yıpranırsa, memlekete diktatörlük, onun arkasından komünizm gelebilir. Bu tehlike karşısında, Silahlı Kuvvetlerimiz’in bu devrede alacağı kararlardan kendisine yardımcı olmak, vatanını seven her Türk için milli bir vazifedir.
2. Türkiye, birçok anlaşmalarla Batı Dünyası’na bağlıdır. Bu anlaşmalar “Hür Demokratik Parlamenter” sisteme göre düzenlenmiştir. Demokrasiye dönüş uzadığı takdirde, Batılı ülkeler ve onların kuruluşları, endişe duyarlar, birtakım taahhütlerini yerine getirmezler. Bundan dolayı, konuşmalara ve beyanlara çok dikkat etmek, “vaktinde demokrasiye dönüleceği” inancını sarsmamak lazımdır.
3. İki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canını kaybetmiş olması ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulunması, vaziyetin ciddiyetini, vahametini göstermektedir. Bu durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar, bir an önce çıkarılmalıdır.
4. Şimdi; “Faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek, Türk işçisini istismar ediyor” propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında, işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar; dikkatle incelenerek, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.
5. Kıdem tazminatı karşılıkları, kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra geriye kalan kısım, kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faiz ile kullandırılmalı, bu fonun, yeni işgücü yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarını kapatmaya kullanılır ve ekonomik fayda sağlamaz.
6. Vergi kanunları dikkatle hazırlanmalı, vergi yükü yayılmalıdır. Bu defa herkesin, kazancı nispetinde vergi ödeyeceği bir sistem getirilmelidir.
7. 1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen partiler; valiler, emniyet müdürleri, müsteşarlar ve devlet kadrolarından çalışanlar arasında kendi görüşlerine göre değişiklikler yaptıkları için, bir kısmı korkudan hiçbir karar alamamıştır. Bundan dolayı hizmetler aksamış, işler yürümez olmuştur. Gazetelerde okuduğumuza nazaran, bugünkü idare de, bazı değişikliklerle başlamıştı. Bu değişiklikler yapılırken son derece dikkatli olunmalı, 12 Eylül’den sonra şevkle işe başlayan memurların itibarı ihya edilmelidir.
8. Hatalı bir tebliğ veya kanun çıkmaması için, Anayasa Mahkemesi üyelerinin veya tarafsız hukukçuların mütalaaları alınmalıdır.
9. Türkiye’nin enerji meselesi de, öncelikle ele alınmalıdır. Petrol sarfiyatını azaltmak için elden gelen her çareye başvurulmalı, 1981’de petrol ihtiyacımızı temin etme çareleri süratle alınmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile aranmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile uyarılmalı, enerji tasarrufuna yönlendirilmelidir.
10. Doğu Berlin’de kurulan Türk Komünist Partisi, memleketi dışarıdan ve içeriden yıkmak için son yıllarda çok şeyler yapmıştır ve hâlâ da yapmaya devam etmektedir. 12 Eylül Harekâtı’nın ilk günlerinde sinmiş gözüken solcular, aldıkları emirlerle şimdi yeniden harekete geçmişler, bomba atmışlar, pankart asmışlar, polislerimizi şehit etmeye, vatandaşlarımızı öldürmeye devam etmişlerdir.
Bu defa girişilen ıslahat hareketinin, muvaffak olmaması için;
* Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin arasını açmak,
* Konsey üyeleri ile hükümetin arasını açmak,
* Silahlı Kuvvetler kademeleri ile hükümetin arasını açarak, cunta kurmaya yöneltmek,
Amacıyla; Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir.
11. 1960 yılında zararı görülmüş olan ihbarlar, bu devrede de başlamıştır. Kötü niyetli insanlar, şahsi düşmanlıkları yüzünden, bu gibi ihbarları yaparlar. İhbarlar yüzünden çok vakit kaybedilir ve birtakım yanlış işler yapılır. Bu kötü niyetli teşebbüslere fırsat verilmemelidir. Nitekim Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal hakkında, birtakım dedikodular başlatılmıştır. Turgut Özal, bir dahi değildir. Onun da hataları olabilir. Fakat bu nazik dönemde, mevcudun içinde, meselelerimizi en iyi bilen insandır. Dedikodulara bakmadan, kendisini tutmakta fayda vardır.
12. Yunanlılarla olan ihtilaflı meselelerimizi, başta Kıbrıs, Ege Kıta Sahanlığı ve FIR hattı olmak üzere, bu dönemde, milletimizin Silahlı Kuvvetlerimiz’e olan güveni içinde, muhakkak çözüme bağlanmalıdır.
13. Sık beyanatlarda bulunarak veya kamuoyuna tepkisini dikkate almadan basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir. Mesela 31 Ekim 1980 tarihinde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılan Bülent Ecevit’in yazdığı istifa mektubunun kamuoyuna açıklanmasının mahzurlu görüldüğü hakkındaki beyanat, yanlış olmuştur. Bu mektubun açıklanmasında, hiçbir mahzur yoktu.
14. Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde düzene sokulmalıdır.
15. Bugünkü yönetim kadrosunun “iktidar hastalığı”na yakalanmasına ve “Biz, en iyi düşünürüz” görüşüne saplanmasına imkân verilmemelidir.
Sayın Başkan,
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulması için birbirimize yardımcı olarak, Kuvayı Milliye devrinde olduğu gibi elbirliği, iş birliği yaparak geceli gündüzlü çalışmamız, güçlüklere katlanmamız, maddi manevi fedakârlıklar yapmamız şarttır. Bu memleket ayakta durursa, hepimiz mesut oluruz. Aksi takdirde, bugünleri çok ararız. Varlığımızın, memleketin varlığına bağlı olduğuna inanan ben ve arkadaşlarım, memleketimizin kalkınmasında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da elimizden gelen bütün imkânları kullanacağız.
Bize, ancak bizden hayır geleceğini bilmekteyiz.
Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıâlilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum.
Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim.
Vehbi Koç
Kaynak:
Abdullah Köktürk
“Vehbi Koç’un Mektubu”
25 Ocak 2016
( http://www.aynahaber.org/yazarlar/abdullah-kokturk/vehbi-koc-un-mektubu/183/ )
iki teke, necip ve anonim anar$ist
159 nolu anonim anar$ist arkada$ necip’i “diktatör” ilan etmi$; biz daha tayyip’in diktatörlügünü hazmedememi$ken, üstüne birde necip’in günzileli.com sitesinde kurdugu diktatörlük.
allah bize sabir versin.
necip, tayyip kendine rakip ikinci bir diktatöre asla tahammül etmez; seni tipki fetullah gülen cemaati gibi önce kriminalize, sonra terörize, sonra da minimize eder.
en sonunda da pensilvanya’ya gülen’in yanina sürgün eder, benden söylemesi.
necip ile bu anar$ist arkada$in tarti$malarini takip edenler bilirler: bunlar dü$man ikizler gibidirler. tarti$maya türkce ba$larlar sonra bir bakmi$sin ki kanal degi$tirmi$ler, ingilizceye gecmi$ler.
bu dü$man ikizler bana $unu hatirlatti: bizim köyde bir kom$unun iki teke’si (erkek keci) vardi. bu tekeler yaban yazida kavgaya tutu$urlardi, dövü$e dövü$e köye giri$ yaparlardi.
günlerden bir gün bu iki teke dövü$e dövü$e, fakat bu sefer ters istikamete, yani köyden cikip ormana dogru gidiyorlar. sahibi durumu fark edip aramaya gidiyor ki; kurt ya da kurtlar tekelere saldirmi$, birini parcalami$, diger garibanda korkudan kendini bir ta$in altina gizlemi$, o $ekilde canini kurtarmi$.
madem necip, diktatörlük ilan etti, zileli’linin de artik “necip diktatörlügünün sonu görünüyor” ba$likli bir yazi yazmasi farz oldu.
corbada benim de tuzum olsun: an itibariyla “necip diktatörlügüne kar$i birle$ik cephe”nin kurulu$unu ilan ediyorum.
necip’in 155 nolu yorumuna cevap 1:
1. ben “sen türk olarak devletini kur….” $eklinde söze ba$larken, sen böyle demi$tin, demek istemiyorum, türklerden, türk milletinden, türk milliyetcilerinden bahsediyorum.
seni de onlarin icine katiyorum ama sen on milyonlardan birisin sadece. yani alinmana gerek yok.
2. benim “harmonik toplum” gibi özlemlerim yok diyorsun. ne sen ne de zileli bu ifadeleri kullanmadiniz ama yazdiklariniz bu kapiya cikar. yani ben size gönüllü ve bedava tercümanlik yapiyorum.
“Ben, ‘kürtler, kizilba$lar’ ile neden konusamiyoruz; neden hemen birbirimizi yanlis anliyoruzu da anlamaga calisiyorum.”
anlamaya cali$iyorsun, iyi güzel de, anlamayacak ne var:
kürtler de kizilba$lar da türk devleti ve türk toplumu tarafindan artik ikinci sinif, parya muamelesi görmek istemiyorlar.
bunu anlamak cok mu zor, yoksa i$ine mi gelmiyor?
senin bir türk olarak türkiyede sahip oldugun ana dilini baskiya, a$agilanmaya maruz kalmadan konu$ma; anadilinde okuma yazma, basin yayin haklarina kürtler ve diger azinliklar ya hic sahip degiller, ya da kisitli/sinirli bir hakka sahipler.
üstelik o kisitli/sinirli hakki elde edinceye kadar da bir sürü mücadele ve bedel ödemi$ler.
bunlari anlamak cok mu zor yoksa sen bir türk/sunni olarak kendini 1. sinif, geri kalanlari da 2. sinif olarak görmeyi artik “dogal” bir durum olarak icselle$tirdigin icin mi anlamkta zorluk cekiyorsun?
türkiyede yakin zamana kadar büyük $ehirlerde insanlar aleviyim demeye korkuyorlardi; alevilik hakkinda sunni toplumunun yaydigi “mum söndü” gibi iftira ve efsanerin kaynagi nedir acaba?
alevilerin mara$ta, corumda, sivasta sunni dinci ve fa$istler tarafindan nasil katledildiklerini; canli canli yakildiklarindan haberin olmadi mi?
sunni ve milliyetci türklerin bu kininin, nefretinin kaynagi nedir acaba ve dinci fa$istlerin sirtini sivazlayan türk devletinin politikasini nasil yorumlamak lazim?
sivasta alevileri canli canli yakan dinci/fa$ist barbarlarin ve barbarlarin avukatligini yapanlarin eski refah partili yeni akp’li insanlar olduklarini gercekten bilmiyor musun yoksa bilmek i$ine mi gelmiyor?
3. senin linkini verdigin, sol haber portal da ki fatih ya$li’nin “dersim üzerine” adli yazisinda ki 5. maddeden itibaren yaptiklari tespitler yüzde yüz dogru. dikkat edersen benim yazdiklarim ile de paralel.
ilk maddelerde ki “aydinlanma, modernite” gibi fransiz devrimi ve avrupa uygarligini cagri$tiran ifadeleri net olmadigi icin yorum yapamayacam.
necip’in 155 nolu yorumuna cevap 2
“Bir tur, Sener Sen filmlerinden birindeki “yaptim; ama, bir sor, neden yaptim” ‘apologetics’i..
Ya da, ‘bu tur ufak seyler yuzunden ittifagi bozmaga degmez’ turunden ortulu nasihatler.”
sol haber portalinda ki fatih ya$li’in dersim üzerine yazilan yazi hakkinda ki bu yazdiklarin tamamiyla yanli$.
belli ki sen yazardan “kemalistler $öyle barbarlar, böyle barbarlar” gibi yargilamalar duymak istiyorsun, bunu duymayinca da “kemalistleri/chp’yi ho$ göstermeye cali$iyor” kannatine varmi$sin. yüzde yüz yaniliyorsun. neden?
cünkü sol/sosyalistler kürt/kürdistan meselenin direkt tarafi ya da muhatabi degildirler.
kürt/kürdistan/dersim vs. meselesinin muhatab ya da taraflari devlet ve kürt ulusal hareketi, yani pkk, arti diger kürt örgütleri, arti dersim toplumunu temsil eden dernekler vs.dir.
senin, pkk’nin yayinlarini ya da kürtcü internet sayfalarini okuman lazim. orda kürt milliyetcilerinin/ulusalcilarinin, kemalistlerin ve t.c.’nin kürt/kürdistan politikasini nasil yargiladiklarini göreceksin.
“Iyi de, bunun neresi bir mazeret olabilir?”
necip, ben ya da fatih $anli, kemalistlerin hangi hedef ve amaclarla kürt katliamlarina giri$tiklerini yazdigimizda, o yazdiklarimizda bir mesaj, bir ele$tiri var. sen o mesaji, o ele$tiriyi algilamiyorsun. hangi mesaj/ele$tiri?
cevap: genel olarak ulusalcilik/milliyetcilik fikrine ve bu irkci/ayri$tirici/ötekile$tirici fikri kendine rehber etmi$ insanlara ele$tiri.
özel olarakta kemalistlerin kurdugu türk ulus devletine ve türk egemen milliyetciligine ele$tiri.
sonra, homojen bir toplum ve bir ulus devlet kurmak icin soykirimlar, katliamlar yapmi$ tek ulusalcilar/milliyetciler/irkcilar jöntürkler ve kamalistler degildirler.
bundan dolayi sol/sosyalistlik adina jöntürkleri ve kemalistleri yargilayip mahkum etmek yetmez.
bu insanlari soykirim, katliam yapmaya motive eden fikri, ideolojiyi, amaci te$hir etmek lazim; yani ne$teri melanetin köküne vurmak lazim ki, ele$tirinin kalici bir faydasi olsun.
bu ele$tiriyi kim nasil algilar, ikna olur mu olmaz mi, bilinmez.
fakat sen marxistlerin $öyle slogan atmalarini bekliyorsan, dogru degil: “kahrolsun kemalistler, kahrolsun chp, kahrolsun milliyetcilik, kahrolsun devlet vs.”
necip’in 155 nolu yorumuna cevap 3
“Ilk 2 hatta 3 imzanin Sunniligi cok su goturur.”
insanlarin, hele de söz konusu olanlar ellerinde diger insanlarin kaderine hükmedecek yetkiye sahip devlet adamlari, siyasetciler ise, etnik/dini kökeninin hicbir kiymeti yoktur; sözkonusu bu insanlarin hangi davaya hizmet ettiklerine; hangi fikri/ideolojiyi benimsediklerine bakmak lazim.
örnek: t.c.’ye kar$i sava$an kürt ulusal hareketine/pkk’ye kar$i, devletten silah ve maa$ alarak pkk’ye kar$i sava$an kürt korucularin etnik kökenine mi yoksa kürt sorununda ki rolüne/pozisyonuna mi bakmak lazim?
ayni $ekilde, t.c. ulus devletini kuran jöntürk/kemalist kadronun tek tek dini ve etnik kökeninin hicbir kiymeti yoktur.
birincisi, sözkonusu bu kadro kurduklari devletin ulusal ve dini kimliginin “türk/sunni” olmasi gerektigi konusunda hemfikirler.
ikincisi, bu devlet kadrosu ayni zamanda uzun yillar osmanli devletine hizmet etmi$, yani osmanlinin dini kimligi olan “sunnilik” ile yogrulmu$ bir kadrodur.
“Peki, bir ‘ittifak’tan soz edebilir miyiz? Galiba edebiliriz.”
necip’i $u hafiyelik yapma huyundan bir türlü vazgeciremedik; göz önünde olana bakmiyor; onu cekici bulmuyor; gizli anla$malar/sözle$meler pe$inde.
olgular hakkinda dogru bir kanaate varmak icin yaniltici/yanli$ bir yöntem, neden?
m. kemal’in alevi bekta$i toplumu ile görü$tügünden, onlari “kurtulu$ sava$ina” seferber etmek icin birtakim sözlü ya da yazili vaatler vs.de bulunduguna inanmamak icin herhangi bir sebep yok. neden?
m. kemal ve tayfasi, osmanlinin enkazindan en azindan ulusal bir devlet cikarmak icin yola koyulmau$ insanlar. bu amaclarina varmalari icin de mümkün oldugunca cok sayida insani yerine göre ikna ya da vaatlerle yerine göre yasanin zoru ve tehdidi ile seferber etmeye cali$mi$lardir.
m. kemal bu hedef dogrultusunda ayni $ekilde hem sunni hem de alevi kürtlerle görü$mü$, onlari da ikna ve vaatle mücadeleye katmaya cali$mi$tir.
sonra padi$ah ve halifelik taraftarlariyla da görü$mü$, onlarin da ikna ve vaatle destegini almaya cali$mi$tir vs.
$imdi biz m. kemal’in t.c. devletini kurduktan sonra ki politikalarina, örnegin kürt/kürdistan politikasi; padi$ahlik/halifelik kurumuna tavir; din ve mezheplere/dini kurumlara tavrina mi bakmaliyiz, yoksa m. kemal’in devleti kurmak icin kime hangi vaatlerde bulunduguna mi bakmaliyiz?
m. kemal’in dersimli diyap aga ve diger kürt a$iret reisleriyle ile cektirdigi fotografa bakarak mi bir kanaate varmaliyiz, yoksa kemalistlerin devleti kurduktan sonra ki kürt/kürdistan politikasina, $ark islahat planina ve devletin pratik uygulamalarina bakarak mi?
m. kemal’in devleti kurmadan önce alevi/bekta$i temsilcilerine verdigi sözlere bakarak mi bir kanaate varmaliyiz yoksa kemalistlerin devleti kurduktan sonra tekke ve zaviyeler kanununa ve bu kanun kapsaminda kapatilan alevi/bekta$i kurumlarina bakarak mi?
m. kemal’in devleti kurmadan önce padi$ah ve padi$ah yanlilarina verdigi sözlere, samsuna cikmadan önce vahdettin ile yaptigi $ahsi sözle$meye; cemaat ile birlikte kildigi namazlara, ettigi hayir dualarina bakarak mi bir kanaate varmaliyiz yoksa kemalistlerin devleti kurduktan sonra padi$ahligi/halifeligi kaldiran yasalarina ve padi$ahlik/halifelik taraftarlarini “irtica” diyerek kriminalize/terörize etmelerine bakarak mi?
necip, senin “balkan oligar$isinin alevilerle gizli ittifaki” tezinin gercekte hicbir kar$iligi yok.
sen, göz önünde olan basit gerceklerden gizli manalar cikaramaya cali$iyorsun.
alevilik inanci, sunnilik, siilik, $afilik ile vs. kar$ila$tirildiginda görece daha az bagnaz, daha az tutucu, “liberal” bir inanctir.
bundan dolayi da aleviler, laik/modern kemalist cumhuriyeti kolayca benimsemi$lerdir.
arti, birde alevilerin bir din devleti olan osmanli zamaninda ugradiklari ayrim ve katliamlari da buna eklersen, alevilerin neden laik kemalistlere sempatiyle baktiklari ortaya cikar.
bu basit gercegin altinda gizli anla$malar, derin manalar aramakla sikca yaptigin gibi öküz altinda buzagi aradigini farkinda misin?
http://i.hurimg.com/i/hurriyet/75/699×500/58ff08447af50726744b961c
necip’in 155 nolu yorumuna cevap 4
necip’ten alinti:
“Bilmedigimden soruyorum: Kurt/Zaza alevileri Haci Bektas Dergahina bagli degil midirler?”
necip, bundan 100 yil önce anadolu ve kürdistanda ki aleviler arasinda koordinasyon olup olmadigini merak ediyor.
kiymeti kendinden menkul “balkan oligar$isi ile alevilerin ittifaki” tezine dayanak ariyor.
bütün ocaklar icin olmasa da bazi ocaklar icin “manevi baglilik”tan söz edilebilir. bu “manevi” bagliligin pratikte bir kar$iligi var mi, varsa nedir, tarti$mali.
bundan yüzyil önceki ula$im ve ileti$im imkanlarinin göz önünde bulundurdugumuzda, alevi ocak ve dergahlari arasinda düzenli bir koordinasyon ve kominikasyondan bahsetmek mümkün degil; olsaydi belli bir hiyerar$ide anla$abilir miydiler, bence o da mümkün olmazdi.
bütün bunlar bir yana, bizi bu konuda dogru bir te$hise vardiracak veriler bunlar degil. neden?
cünkü “alevilik” denilen $ey milyonlarca insani yapi$tirici gibi birbirine baglayan; milyonlarca alevinin ortak kararlar alip ortak hareket etmesini saglayan bir fonksiyona kesinlikle sahip degildi/degil.
anadolu, balkanlar ve kürdistan alevilerinin bir bütün olarak ortak bir karar dogrultusunda hareket etmeleri orda kalsin, dersim alevi toplumu gibi bölgesel/lokal alevi toplumu bile kendi icinde yüzlerce a$irete bölünmü$ ve bu a$iretlerarasi ili$kiler dostca olmaktan cok dü$manlik ve rakiplik ili$kileriydiler.
bundan dolayidir ki, osmanli ve t.c., dersim’e askeri seferler yaptiklarinda, bu seferler daha cok belli isyankar a$iretlere yönelikti.
yani devlete kar$i tüm a$iretler arasi bir güc birligi olmadigi gibi, tam tersine rakip a$iretlere kar$i devlet ile i$birligi yapan a$iretler de mevcuttu. bu dengeler dönemden döneme degi$irdi.
buna birde devletin böl yönet; maddi rü$vet ve vaatlerle araya nifak sokma giri$imleride eklenince manzara tamamlaniyor.
sonuc: aleviligin bir inanc olarak geni$ bir cografyaya dagilmi$ farkli etnik kökenden insanlari bir cati altinda toplama fonksiyonu orda kalsin, dersim gibi ayni dili konu$an, ayni cografyada ya$ayan insanlari bile bir cati altinda toplayacak gücü sInIrlIdIr/sInIrlIydI.
günüzde ise köyden kente göc sonucu a$iret ili$kileri tamamiyla olmasa da büyük ölcüde bitti ve köy toplumu dagildi.
$ehir toplumunda kapitalizmin ve para’nin hükmü geciyor. herkes ya$amak icin para pe$inde ko$turuyor, ne de olsa alevilik/inanc karin doyurmuyor.
$ehir alevi toplumunda var olan din/inanc ili$kilerine de yine damgayi vuran parasal/maddi cikar ili$kileri.
yani siyasetten ve para ili$kilerinden azade bir inanc/din yok.
Can Yücel’in şu sıradan sözü, necip mecip, erguvan gibileri için çok büyük bir atasözüdür: ”Gidiyorum ben boş çakallar; .. .. fosforuyla aydınlanın siz artık.”
Hoşçakalın.
Sermayenin ve devletin [düzenin] sözcülerinden ortak tepki:
Bakan Çelik’ten AKPM’nin kararına sert tepki
AB Bakanı Ömer Çelik, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) Türkiyeyi siyasi denetime alma kararına ilişkin şu ifadeleri kullandı:
“Tartışmaların hiçbiri Türkiye’nin gerçekleri ile örtüşmüyor. O kadar şaşırtıcı şeyler var ki işkencenin Türkiye’de olduğundan, Çin’den daha fazla tutuklu gazeteci olduğundan, Türkiye’de tek adamlık rejimi olduğundan şimdiye kadar duyduğumuz tek yönlü kara propagandaların orada maalesef tartışma gündemi olması çok üzücü.
ADİL OLMAYAN HAKSIZ, YANLIŞ BİR KARAR
Bu karar alınırken doğru değerlendirmeler de yapıldı. Türkiye’nin orada dostları da var. Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu şimdiye kadar Avrupa’nın gelişmesine, şekillenmesine büyük katkıları olduğunu söyleyen üyeler de oldu. Şaşırtıcı olan bir şey de şu; AKPM gibi bir kurulda bu üyelerin yarısının katıldığı bir toplantıda bu karar alınıyor. Türkiye gibi büyük bir ülke değerlendirilirken bu derece bir katılım ile bu konunun ele alınması da son derece yanlış. Adil olmayan haksız, yanlış bir karar. Alınan karar ile Türkiye gerçekliğinin bir ilgisi yok.”
http://www.hurriyet.com.tr/bakan-celikten-akpmnin-kararina-sert-tepki-40438027
—
İTO’dan AKPM’ye tepki
İZMİR Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu’nun Türkiye’nin yeniden denetime alınması kararını eleştirirek, “Türkiye’nin tam üye olmasını elbette isteriz. Ama ülkemizin gururu ve onuru her şeyin üzerindedir, Avrupa’nın bize ders vermesine ihtiyacımız yok” dedi.
İTO Yönetim Kurulu Başkanı Demirtaş, Türkiye’nin batılılaşma yönündeki kararlılığının Tanzimat’tan bu yana devam ettiğini söyledi. Bunun son noktasının ise ekonomik bir birlik olarak kurulan ve zamanla siyasi bir birliğe dönüşmüş olan Avrupa Birliği’ne tam üye adayı olması olduğunu aktaran Demirtaş, “Ancak bu süreç bugüne kadar çeşitli engeller ve kesintiler ile gelebildi. Arzumuz bu sürecin devam etmesi ve tam üye olmamızdır” dedi. Bu hedefin ve uzun soluklu sürecin AKPM’nin bugün Türkiye’yi siyasi denetim altına alma kararı ile ciddi darbe aldığını belirten Demirtaş, “Ülkemizin gururu ve onuru her şeyin üzerindedir. Avrupa Birliği’nin bize ders vermesine ihtiyacımız yok. Artık kendi varlığını sorgulayan hale gelmiş olan Avrupa Birliği’nin, ülkemizin iç meselelerine taraf olması kesinlikle kabul edilemez. Bu son alınan kararı da bu açıdan haksız ve yanlış buluyoruz” diye konuştu.
http://www.hurriyet.com.tr/itodan-akpmye-tepki-40438133
‘Kutsallarin arasina nasil girdi?’ sorusuna cevap buldugumu saniyorum. Tahmin ettigimden de eskiymis.
Baki Oz – Kurtuluş Savaşında Alevi-Bektaşiler
https://www.nadirkitap.com/kurtulus-savasi-nda-alevi-bektasiler-baki-oz-kitap858584.html
Sayfa 39-40
https://issuu.com/sacittademir/docs/baki___z_-_kurtulu___sava____nda_al
Bunun boyle olmasini yadirgamiyorum.
Yenicerilerle Bektasilik uzerinden olan baglarini koparmadiklari icin kriminalize olan/edilen Alevilerin, bu yeni durumu bir firsat olarak gormeleri ve degerlendirmek istemeleri son derece normal.
MKA’nin da, bir ihtilalci pragmatizmi ile, ‘yol teorisi’ mantigi ile, ittifa kurmak, yanina taraftar toplamak istemesi de normal –nitekim benzer seyi Kurtlerle de yapti.
Kurtlerle yapilan ittifak, verilen sozlerden cayilmasi uzerine, cok kisa zaman icinde coktu.
Alevilerle ise, galiba 15 sene kadar surdu. Bkz. Dersim.
Sunniler ile bir ittifaktan soz edemiyoruz; nitekim, bu yuzden Anadolunun muhtelif yerlerinde isyanlar devam etti uzun bir sure icin.
Buraya kadar olan kisimlarini tek tek irdelemekle cok bir yere varamayiz.
Kurtler, coken ittifak (cayilan vaadler) sonrasi cesitli toplu tepkiler verdi.
Alevilerde ise boyle bir toplu (veya surekli) tepki goremiyoruz.
Bunun bir aciklamasi olmali.
Necip’in son sorusunun (Sünniler ve Kürtlerin aksine neden Alevilerin genelinin rejime muhalefet etmediğinin) cevabı coğrafi nedenler olabilir mi?
Türkiye’de gerek Kürtler, gerek Sünni-İslamcı Türkler çoğunluğu oluşturdukları homojen bir coğrafi bölgede yaşadıklarından bu direnmelerine elverişli bir zemin sunuyor. Oysa Dersim ve Koçgiri gibi küçük bölgeler hariç “Alevi bölgesi” diyebileceğimiz bir yer yok (Ermenilerin direnişinin başarısızlıkla sonuçlanması da aynı nedenden kaynaklanıyordu. Hatta benzer şekilde, AKP karşıtı toplum güçleri dağınık olduklarından başarılı olamıyor. Sahil bölgelerinde yaşayan CHP kitlesi ve asker-sivil bürokrasinin tek bir çatı altında toplanamamasından söz ediyorum). Bu nedenle de -rejim karşıtı veya egemen sınıf içi muhalefetten- diğer toplum güçlerinin duruma göre desteklerini alacakları bir denge politikasına muhtaçlar. Bu nedenle çoğunluk Kemalist olsa da Kürt, sosyalist-devrimci ve hatta liberal-sağ (DYP ve sonra AKP’ye katılan R. Çamuroğlu gibi) gruplara katılan Aleviler de var.
m. kemal ve ki$ilik kültü (personenkult)
necip’in 169 nolu yorumundan alinti:
“Kutsallarin arasina nasil girdi?’ sorusuna cevap buldugumu saniyorum. Tahmin ettigimden de eskiymis”.
baki öz, kemalizmi ve devletin empoze ettigi m. kemal kültünü iliklerine kadar özümsemi$ bir yazar.
b. öz, kemalist masallar/hikayeler/efsaneler anlatiyor; necip de inaniyor.
b. öz’ün m. kemal hakkinda alevilere mal ederek anlattigi efsaneler aslinda kendi $ahsi dü$ünceleri.
aleviler icinde, özellikle türk alevileri icinde b. öz gibi dü$ünen tek tek aleviler de muhakkak vardir.
yalniz, b. öz ve bazi alevilerin m. kemal hakkinda ki efsanevi söylemlere inanmalarinin “kurtulu$ sava$i” ile direk bir ili$kisi yok; ondan cok t.c. kurulduktan sonra devletin vatanda$larina okul, askerlik egitimi ve resmi propaganda ile empoze ettigi m. kemal hakkinda ki ki$ilik kültü ile alakalidir.
kemalist yazar b. öz’in “aleviler m. kemal’i anadoluyu kurtaracak mehdi olarak görüyorlardi” iddiasi, gercekleri ba$üstü ceviren ve aleviler icinde inanilan m. kemal kültünün aslinda kemalist cumhuriyetin vatanda$larina empoze ettigi resmi propagandanin ürünü bir kült oldugu gercegini karartmaya yönelik bir saptirmadir.
necip sormu$: bunu dogru kabul edersek neden sunni vatanda$lar arasinda bu m. kemal kültü camilere resmini asmaya kadar, yani bu dereceye kadar varmami$tir?
cevap: birincisi, sunni islamda benim bildigim kadariyla resim de put’a tapma kapsamina girdigi icin yasaktir/günahtir.
yani alevilikte günah/yasak olmayan cemevine dini ya da siyasi bir liderin resmini asma olayi sunni islamda günahtir/yasaktir.
bundan dolayi camilerde m. kemal orda kalsin, muhammedin resmini bile asilmaz; dahasi muhammedin resmini cizmek günahtir/yasaktir.
ikincisi, devletin resmi kemalizm propagandasi, m. kemal kültü aleviler icinde sunnilere oranla daha fazla taraftar bulmu$tur; bunun sebebi de bilindigi gibi kemalistlerin laik/modern din anlayi$i ile alakalidir.
günümüz türkiyesinde görülen erdoganizm propagandasinin, t. erdogan kültünün sunniler icinde kar$ilik bulurken aleviler icinde taraftar bulamamasina benzer.
yine kürt ulusal hareketinin a. öcalan cevresinde olu$turmaya cali$tigi apocu ki$ilik kültü kürtler icinde kismen benimsenirken, türklerin icinde dogal olarak hic taraftar bulamamasi gibi.
“Kürtlerle yapilan ittifak, verilen sozlerden cayilmasi uzerine, cok kisa zaman icinde coktu.
Alevilerle ise, galiba 15 sene kadar surdu. Bkz. Dersim.”
tam degil kismen dogru.
birincisi, devletin “kürt isyanlari” seklinde yansittigi olgu bütünüyle gercege takabül etmiyor.
yani devletin kürt isyanlari dedigi itirazlar, kürtlerin “m. kemal sen bize $öyle $öyle sözler vermi$tin, ne oldu” $eklinde ki itirazlarindan cok, devletin $ark islahat plani cercevesinde kürdistanin en ücre köylerine kadar devletin otoritesini tesis etme; bu cercevede karakollar, garnizonlar kurma, kürt a$iretlerini yüzde yüz kontrol altina alma; vergiye baglama, askere alma, silah toplama gibi uygulamalarini kürt a$iretlerinin kendilerine dogal olarak “tehdit” olarak görme; sahip olduklari otonomilerini kaybetme, devlete kar$i tamamiyla savunmasiz kalma; devletin/ordunun otoritesine kayitsiz $artsiz boyun egmek zorunda kalma gibi durumlara olan itirazlardir.
tabii necip gibi ömrü boyunca devleti/otoriteyi idealize etmi$; devleti, insanlar üzerinde siddet ile otorite kuran bir kurum olarak görmeyip, tam tersine devleti, insanlarin hizmetinde bir kurum olarak gördügü icin bu gercekleri algilamasi, anlamasi imkansiz degil ama biraz zor; i$ine de gelmez.
cünkü necip, hic tereddüt etmeden yönetenlerden/egemenlerden yana taraf olan bir insan.
t.c.’nin kürtlerle sava$i
“TSK’dan yapılan açıklamada şöyle denildi:
“Ülkemizin ve milletimizin birlik, bütünlük ve güvenliğine kast eden bölücü terör örgütü PKK’ya ait terör yuvalarının yok edilmesi maksadıyla; uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız kapsamında 25 Nisan 2017 günü saat 02.00’de, Irak kuzeyi/Sincar Dağı ve Suriye kuzeydoğusu/Karaçok Dağı bölgelerine hava harekâtı icra edilmiş ve belirlenen terörist hedefleri tam isabetle vurulmuştur.
Çeşitli kaynaklardan; hava harekâtı sonrasında BTÖ’ne ait barınma alanları, mühimmat depoları ve kritik muhabere tesislerinin imha edildiği, örgüte ağır kayıplar verdirildiği Irak kuzeyi/Sincar Dağı bölgesinde 40, Suriye kuzeydoğusu/Karaçok’ta ise 30 civarında BTÖ mensubunun etkisiz hale getirildiği; terör örgütü mensuplarının morallerinin son derece bozuk olduğu bilgisi alınmıştır.” (basin)
CHP’den TSK’nın Sincar operasyonuna ilk yorum
“Bölgesel Kürt yönetiminin bu operasyona çok fazla karşı gelmediğini görüyoruz. PYD, YPG lideri Salih Müslim’in buna karşı açıklamalar yaptığını görüyoruz. Ama şu bilinmelidir ki, Türkiye sınır güvenliğini korumak zorunda ve PKK ile her tarafta mücadele etmekte, uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkımız. Bu gayet normaldir, gecikmiştir. Orada, Sincar bölgesine hakim olmak istiyorlar. Sincar’ı koparıp, Suriye’deki sözde Rojava’ya bağlamak istiyorlar ve orada yuvalanmak istiyorlar. Yani ikinci bir Kandil yapmak istiyorlar ama daha sağlam bir Kandil. Arkasını, tırnak içinde Rojava’ya dayadığı bir Sincar dağı yapmak istiyorlar. Dolayısıyla bu operasyonu olumlu buluyoruz.”
kemalistlerin kurdugu 1. cumhuriyetin ic dü$manlari “irtica” ve “bölücü terör” idi. (ikinci dünya sava$i sonrasi t.c.’nin emperyalist nato cephesine dahil olmasiyla beraber 3. ic dü$man da komünizm idi. sovyetler birliginin kendini feshetmesiyle beraber komünizm tehlikesI bir “tehdit” olmaktan cikti)
erdogan’in kurdugu 2. cumhuriyetin, nami diger t.c. islam cumhuriyetinin ic dü$malari ise birincisi fetö terör örgütü ve ikincisi yine ve hala bölücü terör/kürt ulusal hareketi,
islamci akp iktidarinin kürt ulusal hareketi ile mücedeleyi sinir di$ina da ta$iyarak, ve suriye ile irak $engal/sincar kürtlerine de acik sava$ ilan ederek pkk’ye kar$i sava$i geni$ bir cepheye yayacagi anla$liyor.
akp iktidari, pkk ile yurt ici ve yurtdi$i sava$inda mhp, bbp’li fa$istlerin yanisira, chp’li kemalistlerin de tam destegini almi$ durumda.
anti-kürt ve anti-fetö koalisyonu ile “milli irade” bayragi altinda bir araya gelen t.c. devlet fraksiyonlarinin kendi aralarinda ki rejim kavgasini gecici olarak ikinci plana atacaklari anlamina geliyor.
hal böyleyken, g. zileli, d. kücükaydin, f. ba$kaya gibi demokrasi idealistlerinin islami rejime kar$i hayal ettikleri, chp’yi ve hdp’yi de icine alan o sol cephe hayalinin gercekte kar$iligi olmadigi görülüyor.
bu böyledir diye g. zileli, d. kücükaydin gibi solcular chp’ye umut baglamaktan, chp’ye akil vermekten, chp’yi sola cekmeye cali$maktan, chp’ye sitem etmekten vaz mi gececekler? hayir. neden?
cünkü sözkonusu bu demokrasi idealistlerinin insanlara anlatacaklari, kendilerine ait hicbir argümanlari yok. bundan dolayi da tilkinin dönüp dola$ip kürkcü dükkanina gitmesi gibi, zileli ve d. kücükaydin gibi solcularin da dönüp dola$ip gittikleri yer chp’nin kemalist dükkani oluyor.
demokrasi hayranligindan kaynakli anti-stalinizmin fikir/ideoloji sefaletidir bu.
islamci akp rejiminin emperyalist emelleri ve hayalleri
islami rejimin emperyalist emellerinin ideologu ibrahim karagül’ün yeni $afakta ki yazisindan alinti:
“Erdoğan, dünyanın beş merkez gücü ile masada ne konuşacak?
ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Brüksel-NATO ziyaret takvimi de, işte o içerideki ziyaretlerin dışarıdaki trafiğidir. Dünyanın merkez iktidar alanını oluşturan başkentlerine, merkezlerine yapılacak bu yolculuklar, Türkiye’nin geleceğin dünyasını şekillendirmede ana aktörlerden biri olacağına dair güçlü işaretlerdir.
Türkiye artık büyük oynayacaktır, belli başkentlerden yönetilen ülke olmaktan çıkmıştır, o tarih değişikliğine kendini içeride hazırlamış ve dışa dönük harekete başlamıştır.
İsteseler de istemeseler de bu böyle olacaktır. Küresel ölçekte güç hareketliliği, rekabetler, çekişmeler, örtülü dünya savaşı, yeni bloklaşmalar, arayışlar Türkiye’ye inanılmaz bir hareket alanı sağlamaktadır.
Türkiye’yi bu yüzden durdurmak istediler
Referandum kampanyasında bütün Avrupa’nın ortak cephe olarak “Türkiye’yi durdurmaya” çalışması bile Türkiye’nin nasıl bir güç haline geldiğinin göstergesidir.
İşte 15 Temmuz çokuluslu darbesiyle bu sonucu engellemeye çalıştı onlar. İç savaşa sürükleyip diz çöktürmeyi planladıkları ülke, çok daha büyük bir güç olarak öne çıktı. 16 Nisan’da durdurmak istedikleri de buydu. Sistem sorunlarını çözmüş bir ülkenin nasıl küresel oyuncu olacağını, ayaklarında prangalardan kurtulan bir Türkiye’yi durdurmanın artık mümkün olmayacağını biliyorlardı.
Fatih’le, Kanuni ile, Yavuz’la masada yerimizi alacağız..
Türkiye çok ağır bedeller ödedi ama zafer üstüne zafer kazandı. Bundan sonra istedikleri kadar tehdit etsinler, istedikleri kadar “Erdoğan’ı öldürün” çağrıları yapsınlar, Türkiye yükselecek, Avrupa ülkelerinin birçoğu tarihi hezimetler, çöküşler yaşayacak.
Türkiye büyük oynayacak, büyük söz söyleyecek, bu iddialarla yoluna devam edecek. Bu büyük yürüyüşe karşı duranların zamanla nasıl küçüleceğini göreceğiz.
17 Nisan ziyaretlerinden sonra “artık Erdoğan’a bu yürüyüşte Fatih, Yavuz, Kanuni de eşlik edecek” demiştim. Menderes, Özal, Erbakan birer iç siyasi semboldü, onlarla Brüksel’de masaya oturuyor, onlardan oralardaki pazarlıkta güç alıyorduk. Ama Çin’e, Rusya’ya, ABD’ye, Brüksel’e, Hindistan’a Fatih’le, Kanuni ile, Yavuz’la gidiyoruz.
Türkiye tek başına AB’den daha büyük siyasi güçtür
Artık böyle bir Türkiye var. Ölçek büyüdü, hesap büyüdü, iddia büyüdü, Türkiye büyüdü. “Büyük yürüyüş” derken, “tarih yapıcı rol” derken, “tarih dönüşü” derken bunu söylemeye çalışıyorum. 16 Nisan bir başlangıç” derken de öyle.
Ben buna hep inandım. Yıllardır hep bu yönde, bu mücadele için yazılar yazdım. Ve o dönüş gerçekleşmiştir. Türkiye büyükler liginde yerini almıştır! Bugün Türkiye, dünyanın en güçlü on siyasi gücünden biridir. Tek başına bir Avrupa Birliği kadar siyasi nüfuza sahiptir. Uluslararası ilişkilerde belirleyici en güçlülerden biridir. Merkez güçlerin masasında yerini ayırmıştır ve bu böyle devam edecektir.”
“senin ‘balkan oligar$isinin alevilerle gizli ittifaki’ tezinin gercekte hicbir kar$iligi yok.”
Uzerinde dusundum, galiba haklisiniz.
‘Gizli ittifak’ terimi cok da dogru degil.
Dogru olmayan ‘gizli’ oldugu degil; ‘ittifak’ demek fazlasiyla nazik bir abarti gibi duruyor.
“sen, göz önünde olan basit gerceklerden gizli manalar cikaramaya cali$iyorsun.”
Yazdiklarinizdan sezinledigim kadariyla, bir tur ‘savunma modu’na gecmis gibisiniz.
Oyle yapmayalim.
Yani, ben size tek tek cevap vermek yerine, dusunduklerimi yazayim. Siz de, kendi goruslerinizi yazarsiniz –uygun gorurseniz.
Simdi..
Yukarida, “‘ittifak’ demek fazlasiyla nazik bir abartma gibi duruyor” dedim ya, onu biraz (epeyi) acmam lazim.
Siz itiraz etseniz de, istisnalari oldugunu soyleseniz de, ben, Alevilerin kutsallarinin arasina Mustafa Kemal’in eklenmis/katilmis oldugu gorusumde israr ediyorum.
[Soydan Alevi olup da Alevi inancini benimsemeyenler icin bu sozkonusu olmayabilir; ama, konustugumuz kitle onlar degil. O tarihlerde ne ‘Ateist Alevi’ ne de ‘Alisiz Alevi’ kavramlari vardi. Bu ayrismalari temsil eden bireylerin anlamli bir kitle halinde var olup olmadiklari da apayri bir sorudur.]
Bu eklemenin Hz Ali ile ayni seviyede mi, yoksa ‘mehdi’ veya ‘evliya’ mertebesinde oldugu konusunda bir sey demek bence gereksiz detaylara takilmak olur.
Fakat, su acik: Alevilerin kutsallari arasinda ‘Balkan Oligarsisi’nden birisi yer alirken; bunun mutekabilinin ‘Balkan Oligarsisi’nde oldugunu soyleyemiyoruz.
Yani, ‘Balkan Oligarsisi’nin kutsallari arasinda bir Alevi dedesi vb yok; yine Mustafa Kemal var.
Karsiliklilik/mutekabiliyet sozkonusu degil.
Bu tespit onemli.
Cunku, bunu isabetli kabul edersek, ‘Balkan Oligarsisi’ ile Aleviler arasinda bir esitlerarasi ittifaktan bahsedemeyiz.
Bir tur ABD-Turkiye arasindaki ‘ittifak‘ diyebiliriz, cok olsa.
Yani, bir tur ast-ust iliskisi.
Veya, isin icinde ‘kutsal’ girdigine gore, bir tur ‘ummet’ ya da ‘kulluk’ iliskisi.
Neticece, son derece asimetrik bir iliski.
Iyi de, o zaman, Hacibektas Postnisini ile yapilan gorusmede konusulanlar ve daha sonra kaleme alinmis olan ‘Pirevi Protokolu’ne ne diyecegiz?
Yukaridaki cercevede bakarsak, bu esitler arasindaki bir sozlesme olamayacagindan dolayi, olsa olsa, ‘celp-icabet’ misali bir asimetrik alisveristir denebilir. Yani, ‘Balkan Oligarsisi’ protokolu kaleme almis, Postnisinlik ise sadece detayda bazi degisiklikler onermis olmali. Ne oloduklarini ve ne kadarinin kabul edildigini bilmiyoruz. Ama, gelecekteki gelismelerden haber verilmis oldugu aciktir.
Peki, bu kanaate nereden variyorum?
Ilk olarak, ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ ile Alevilere DE ait egitim kurumlarinin ve ibadethanelerin kapatilmasi getiriliyor.
Alevilerin itirazlari olmus olsa bile, dikkate bile alinmamis oldugu ortada –cok olsa, birkac yerde kacak faaliyete izin verilmistir.
Ama, asil onemli olan ‘Dersim Katliami’dir.
Daha dogrusu, Dersim Katliami sonrasinda nelerin olamadigi.
Dersim Katliamini kimin yapti(rdi)gi ayan beyan ortadayken, Alevilerin geri kalan kisminin giki bile cikamamissa, bunu iki sekilde aciklayabilecegimizi dusunuyorum:
1) Islam’da da var. Esma-ul Husna arasinda, mesela, ‘kahhar’ (kahreden) ve ‘muntakim’ (intikam alan) gibi sifatlar. Bunlar, ‘kutsal’in acimasizligini mesrulastiran niteleme sifatlaridir.
Alevilikte de MKA icin benzer bir mesrulastirma sozkonusu olmus gibi gorunuyor. [MKA’nin sagliginin yerinde olmadigi; haberinin olmadigi soylenebiliyor mesela. Halbuki, harekat planlari 5 sene onceden yapilmis.]
2) “Sizin de istediginiz sekilde, Saltanati, Hilafeti, Hanefi Ilmihalini ve diger bir suru seyi kaldirdik. Cumhuriyet kurduk. Oturun otudugunuz yerde, halinize sukredin; sesinizi de cikartmayin!” gibilerinden bir ultimatom da alinmis olabilir.
Bunlar, esasen, ‘reddedilemeyecek teklif’ turunden seylerdir ve ‘Balkan Oligarsisi’nin bu gucu, haydi haydi, vardi.
O oyle de, sirf sozel propoganda ile surdurulebilirligini saglamak mumkun degildi.
Bunun, zaman zaman, konsolide/tahkim edilmesi gerekiyordu.
O yuzden Malatya (1978), Maras (1978), Corum (1980) ve Sivas (1993) gibi ‘katliam’lar gerekir.
[Ben bu ‘katliam’lari su sebeplerle sentetik buluyorum:
1) Her ne kadar Alevilerin soyleminde hep Osmanli doneminde olmus kiyim ve katliamlardan bahsedilse de, bunlarin spesifik olarak neler oldugu hic dile getirilmez –tadat edilmez; en azindan ben rastlamis degilim.
Gecmise yonelik bir ‘extrapolation’ misali, varsayilir ve oyle olmus oldugu kabul edilir –bir tur ‘urban legend’ (sehir efsanesi) misali.
Selcuku’yu da katarsak, 1,000 kusur sene boyunca elegelir ornekleri sozkonusu degilken, 15 sene icinde 3-5 tanesinin birden (‘spontane’ bir sekilde) zuhur etmesi bana cok garip geliyor.
2) Durduk yerde, 1978 ila 1980 yillari arasinda 3 adet mezhep-bazli (hadi, din-bazli da diyebiliriz) ‘katliam’; ardindan da 13 sene sonra bir de 1993’te bir baska ‘katliam’in ortaya cikmasini fazlasiyla manidar buluyorum.
Anladigim kadariyla, Cemaat’in ‘seni severim, yanlis yapmani istemem; seni patakliyorsam bir sebebi var; sevildigini bil’ anlamindaki ‘Sefkat Tokadi’ uygulamasi cok da yeni bir icat degil. ‘Balkan Oligarsisi’, bu yontemi cok daha oncelerden beri kullanageliyor gibi gorunuyor.
]
‘Balkan Oligarsisi’nin ‘Sunniler sizi kesecek, sizi biz koruyoruz’unun en basarili sahnelenisinin orneklerinden birisi de 28 Subat’tir bence.
‘Laiklik elden gidiyor’ samatalariyla birlikte ‘Cumhuriyetin kazanimlari’ ve ‘hayat tarzi’ yaygaralariyla, Aleviler de teyakkuza gecirip ortalik toza dumana burunduruldu; olanlar oldu, ve sonunda 100 milyar kusur para beyaz Turklerin cebinde uctu gitti.
Son ornek de, Gezi Olaylari..
‘Balkan Oligarsisi’nin ‘Burada esas iktidar biziz; bizim borumuz oter’ anlamindaki deklarasyonunun son (ve, galiba, nihai) orneginde de (agirlikli olarak) Aleviler, zinde kuvvet olarak, sokaklara suruldu.
Tutmadi, gerci.
Ama, tutsaydi bile, Aleviler icin bir sey degismeyecekti.
Fakat, her zaman oldugu uzere, oldurenler ‘Sunni’, olenler de Alevi.. kusatilmislik duygusu da artarak berdevam.. Yani, bir basari da sozkonusu.
Bir baska, fakat cok daha buyuk, basari da su: ‘Balkan Oligarsisi’, Anadolu’da hic yoktan Turk-Kurt ve Sunni-Alevi fay hatlari peydahladi; bunlar uzerinde cok uzun zaman boyunca da jokerlik yapti.
Ama, o sahne artik kapaniyor.
Simdi…
Aleviler baglaminda, benim endisem su:
Vaktiyle, gonul baglari yuzunden, (Osmanli doneminde) Yenicerilerle olan irtibatlarini koparamadiklari icin, cok uzun bir sure boyunca ciddi sorunlar yasamis olan Aleviler, –‘Muesses Nizam’in el degistirdigi bu donemde– benzer bir hataya simdi de dusmek uzereler bence.
Bu onlenebilir mi?
Cok umitli degilim. Cunku, cok uzun zamandir Alevi toplum fazlasiyla hassaslastirildi. Cok derine islemis bir kusatilmislik duygusu var ortada.
Bu ‘kusatilmislik duygusu’ ve diger hassasiyetler kasimaga o kadar acik ki, ne denirse densin, ne yapilirsa yapilsin, kisa zaman icinde teskin etmek pek mumkun gorunmuyor.
“yani devletin kürt isyanlari dedigi itirazlar, kürtlerin ‘m. kemal sen bize $öyle $öyle sözler vermi$tin, ne oldu’ $eklinde ki itirazlarindan cok, devletin $ark islahat plani cercevesinde kürdistanin en ücre köylerine kadar devletin otoritesini tesis etme; bu cercevede karakollar, garnizonlar kurma, kürt a$iretlerini yüzde yüz kontrol altina alma; vergiye baglama, askere alma, silah toplama gibi uygulamalarini kürt a$iretlerinin kendilerine dogal olarak ‘tehdit’ olarak görme; sahip olduklari otonomilerini kaybetme, devlete kar$i tamamiyla savunmasiz kalma; devletin/ordunun otoritesine kayitsiz $artsiz boyun egmek zorunda kalma gibi durumlara olan itirazlardir.”
Bu saydiklariniz, aslinda, verilen ve tutulmayan vaadlerin detaylari degil midir?
“tabii necip gibi ömrü boyunca devleti/otoriteyi idealize etmi$; devleti, insanlar üzerinde siddet ile otorite kuran bir kurum olarak görmeyip, tam tersine devleti, insanlarin hizmetinde bir kurum olarak gördügü icin bu gercekleri algilamasi, anlamasi imkansiz degil ama biraz zor; i$ine de gelmez.”
Yok. Tamamen yanlis anlamissiniz.
Ben devleti idealize filan etmiyorum. Benim baktigim yerden, devlet, en buyuk eskiyadir.
O oyledir de, alternatifi nedir; daha iyi midir? gibi sorulari da sormak zorunda kaliyorum.
Diyelim ki, ben, yukaridaki vaatlerin verildigi ve tutuldugu bolgede yasayan siradan bir insanim…
O kadar sayidaki asiretin herbirinin ozerk (ic islerinde bagimsiz) oldugu bir yerde, hangi ozgurlugumu kullanabilirim –hangisinin garantisi olabilir?
Bir asiretin alanindan digerine gecmek icin bile kimbilir ne tur kisitlamalar olacak; asiret reisi degistiginde acaba neler degisecek ve ne kadar zaman icin?
Daha boyle yuzlerce soru isareti var.
Bu durumda, kurumsallasmamis, kurumsallasmak icin cok kucuk olan, bu tur yapilar bana daha cazip gelmiyor.
Bu, beni, devletci mi yapar?
Ehven-i ser cinsinden bakarsak, evet.
“cünkü necip, hic tereddüt etmeden yönetenlerden/egemenlerden yana taraf olan bir insan.”
Bu da nereden cikti?
Yonetenleri/egemenleri kutsadigimi, onlarin degistirilmemesi gerektigini nerede soylemisim ben?
http://marksist.net/hakan-sonmez/emperyalist-savas-ve-terorun-ardina-gizlenen-gercekler.htm
“Milliyetçiliğin uzun bir süredir yükselişte olduğu tespiti genel kabul görüyor. Gerçekten de bu yükseliş ne yazık ki bir yanılsamayı değil hakikati yansıtıyor. Ne var ki milliyetçiliğin yükseldiğini sevinçle dile getirenlerin tüm iddialarının aksine, bu, kendiliğinden bir yükseliş değil, son derece planlı ve örgütlü bir şekilde yürütülen bir sürecin ürünü olan bir yükseliştir. Milliyetçilik söz konusu olduğunda işin doğası gereği kendiliğinden bir yükselişten zaten bahsedilemez. Çünkü milliyetçi ideolojinin temel direklerinden olan “ulusal çıkarlar” söylemi bir aldatmacadan, bir kurgudan öte bir anlam taşımaz. Sınıflara bölünmüş bir toplumu oluşturan tüm bireylerin gerçek ve nesnel çıkarlarının aynı olduğu ya da olabileceği düşüncesi büyük bir yalandan ibarettir. Hayali bir çıkar ortaklığını ve hayali bir kader birliğini vazeden milliyetçi ideoloji, o toplumun mülk sahibi sınıflarının çıkarlarını tüm toplumun çıkarları olarak sunan bir kurgudur. Bu nedenle milliyetçi ideolojinin en geniş anlamıyla halk kitleleri arasında kendiliğinden doğması ve yükselişe geçmesi tarihin hiçbir döneminde mümkün olmamıştır ve olamaz da. Bugün Türkiye’de yaşanan milliyetçi yükseliş de bu genel tarihsel kuralın bir istisnası değildir. Demek ki, milliyetçi ideolojinin belli bir yaygınlığa kavuşması için, bu ideolojiyi her türlü araçla pompalayacak güçlü ve etkin siyasal odaklara ihtiyaç vardır.”
“Siyasal-ideolojik bir kavram olan milliyetçiliği, insanın içinde yaşadığı topluluğa sahip çıkması, kendisini o topluluğun bir parçası olarak hissetmesi ve ona yararlı olmaya çalışması gibi insani-etik bir duyguyla tanımlamak, milliyetçiliği popüler ve kolay kabul edilebilir bir politik kimlik haline getirme amacını güden kaba bir çarpıtmadır. Söz konusu duygular, insanı milliyetçi yapan değil, insanı insan yapan duygulardır. İnsanın sosyal bir varlık olması o denli baskın bir ağırlığa sahiptir ki, kapitalist toplumun tüm bencil ve atomize edici basıncı ve baskısına rağmen, etik düzeyde övülen ve bir erdem olarak görülen şeylerin tümünün kökeninde, dayanışma, yardımlaşma, işbirliği, fedâkarlık gibi bencilliği dışlayan davranışlar yatar.”
“Milliyetçilik (ulusalcılık) bir duygu, bir aidiyet hissi vs. değil, bir burjuva ideolojisidir. Marksizm, milliyetçiliğin hiçbir türüyle bağdaşmaz. Hele ki Türkiye’deki gibi egemen ve ezen bir ulusun milliyetçiliğine, yurtseverlik, vatanseverlik, ulusalcılık vb. kisvelerle verilebilecek en küçük bir tavizin bile, gerici burjuvazinin ekmeğine yağ sürmek olacağı asla unutulmamalıdır.”
Statükocuların Saçtığı Milliyetçilik Zehri / Oktay Baran
(Kaynak: http://www.marksisttutum.org)
http://marksist.net/oktay_baran/statukocularin_sactigi_milliyetcilik_zehri.htm
Kürt alevi kürt alevi kürt alevi…
Valla bu sol beni çok darlıyor. Kendim de bizzat bu iki kimliği barındıran daha karışık kimlikli bir insan olmama rağmen (malatya) 21. Yüzyılın meseleleri değil bunlar. Devletin dayatmalarına karşı çıkabilmek için kimlik meselesine bu kadar gömülmek gerekmez.
“…Türkiye’de yasama ve yürütme yetkisinin münhasıran TBMM ve hükümete ait olduğunu söyler. Yani: İslam hukuku lağv edilmiştir, bundan böyle hukuki bir referas olarak ileri sürülemez. Filan yasa Kuran ayetine yahut İmam-ı Azamın içtihadına aykırı mıymış? Eh, uğurlar olsun, umurumuzdaydı sanki!
Prensipte büyük bir devrimdir. Önceki seksen beş yılda adım adım hayata geçirilmişti gerçi, ama gene de bu berraklıkta formüle edilmesi cesur adımdır. İslam ülkeleri tarihinde – belki Sovyet cumhuriyetleri dışında – bir ilktir; halâ da benzeri azdır. Alkışlamak gerekir. Yaşatılabilse ve kamu vicdanında yer etmesi sağlanabilse bugün bambaşka bir ülkede, hatta bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk. Olmadı, başka mevzu.
Prensipte böyle. Şimdi pratiğe bakalım.
Pratikte İslam hukuku birçok alanda çoktan yürürlükten kaldırılmıştı. En can alıcı mesele olan zimmi hukuku, yani gayrimüslimlerin statüsü alanında Kuran’a ve hadise dayalı hukuki düzen, 1839 ve 1856 fermanlarıyla tarihe karışmıştı. Ceza hukukunda şeri hükümlerin geçerliliği öteden beri muğlaktı; 1840 ve 50’lerdeki ceza kanunnameleri ile büsbütün kaldırıldı; Fransa’dan ceza ve ceza muhakemeleri usul yasaları ithal edildi. Özel hukuk alanında dahi İslami statüko çoktan sarsılmıştı. Mesela İslam hukukunun yerleşik kurumlarından olan kölelik ve cariyelik, 1840’lardan itibaren peyderpey yasadışı ilan edildiler. 1850 ve 60’larda çıkarılan yasalarla, İslam hukukunda yeri olmayan faiz, kambiyo senedi, anonim şirket, kamu tüzel kişiliği, belediye gibi kavram ve kurumlar benimsendi.
1924’te geriye ne kalmıştı? Adı üstünde, evkaf ve umuru şer’iye kalmıştı. Evkaf, yani vakıflar; vakfedilmiş mülklerin yönetimi ve özellikle satılabilirliği. Umuru şer’iye, yani özel hukuk işleri; nikâh, miras, velayet, vesayet, nafaka, borçlar, basit ortaklıklar vb.
Şer’i hukukun bu alanlardaki temel işlevi, özel mülkiyeti olağanüstü muğlak, içinden çıkılmaz bir içtihatlar, yorumlar, kıyaslar ve fetvalar labirenti içine hapsetmekti. Lağvedilmesi özel mülkiyetin yolunu açtı. Ekonomik değerlerin paraya çevrilmesi sürecini hızlandırdı. Şark mahallesinin eciş bücüş sokaklarına buldozer sokma etkisi yaptı. 1924 reformunun ve onun ayak izlerinden giden 1926 Medeni Kanununun net sonucu budur. Gerisi detay.”
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/04/3-mart-1924te-neler-oldu-1.html
“O tarihlerde ne ‘Ateist Alevi’ ne de ‘Alisiz Alevi’ kavramlari vardi.”
Burada Aleviliğin Ali kültüyle (ve Kerbela, Ehl-i Beyt, Oniki İmam gibi Şii kültlerle) ilgisini kısaca açıklamak gerekir.
İlk olarak, aslen “Ali soyundan” anlamına gelen Alevi teriminin sözkonusu topluluklar için kullanılması 19. yy. sonlarında başlar (Aynı dönemde Türklük, Kürtlük, Osmanlılık, vatan, millet gibi kelimelerin bugünkü anlamlarını kazanmaları gibi). Bu zümreler daha önce Kızılbaş, Bektaşi, Babai, Kalenderi, Rum Abdalları gibi isimlerle tanınırdı.
Ali kültü ve ilgili Şii kültlerin bunlar arasında yayılması da esasen 15. yy. sonlarında İran’ı Şii bir devlete dönüştüren Safevi propagandasıyla başlar.
Yani aslında bu kültler tıpkı M. Kemal kültü gibi onlara dışarıdan propaganda edilmiştir demek çok da abartılı sayılmaz. Neticede Ali de M. Kemal de Aleviler arasında gerçek tarihsel kişiliklerinden farklı bir kimlik kazanmıştır. Bunlara yol açan koşullar temelde aynıdır.
yahu ali, muhammedin kuzeni değil mi kesin tarihi kayıtlara göre?
ali allahtır, ali peygamberdir, ali haklı halifedir. işimiz gücümüz yok bu saçmalıklarla mı uğraşacağız?
demek ki bizim toplumun hasbelkader çoğunluğu şii olsa bugünden hiç farkı olmayacaktı. sadece sünni abukluğunun yerini şii manyaklığı alacaktı.
işte kimlik siyasetinin ne kadar saçma bir uğraş olduğunu gösteren bir diğer örnek. türk değil hepimiz kürd olsak, sünni değil hepimiz alevi olsak, beyaz değil hepimiz siyah olsak vs. insanların çoğu yine boncuk varmış gibi böyle saçmalıklarla uğraşacaklardı. bu toplumun kumaşı, kalitesi, düzeyi budur. gerçekten giderek ümidimi kesiyorum. türkiyeden bi bok olmaz.
“İlk olarak, aslen ‘Ali soyundan’ anlamına gelen Alevi teriminin sözkonusu topluluklar için kullanılması 19. yy. sonlarında başlar”
Surada ‘Seyyid’ basligi var Wikipedia’da. [ https://tr.wikipedia.org/wiki/Seyyid ]
Genelde Turkce Wikipedia’ya cok fazla itibar edemem; cunku, makalelere katilim azdir ve uzmanlik dereceleri daha dusuktur.
Ama, bir an icin, yukaridaki baslik altinda yazilanlarin dogru oldugunu dusunelim.
Bu da beni hep merak ettigim bir soruya goturur:
Alevi dedelerinin bircogunun ‘Seyyid’ sifati da var.
Simdi..
‘Seyyid’, eger Hz Muhammed soyundan demekse, Hz Muhammed soyu bu kadar nasil yayginlasmis olabilir?
Tamam, Kerbela’dan sonra, Hz Hasan’in ve/ya Hz Huseyin’in soyundan gelenlerin bir kismi Tarsuslara (oradaki Turkmenlere) siginir –derler–; ama, bunlarin herbiri damizlik gibi Anadolunun geri kalan kismina dagitilsa bile, bu kadar cok ve degisik yerlerdeki ‘Seyyid’i aciklamaga yetmiyor gibi geliyor bana.
Bu konuda bir seyler diyebilir misiniz?
[Konumuz Aleviler oldugu icin o baglamda sordum; ama, Turk(men)lerde ve Kurtlerde de ziyadesiyle ‘Seyyid’, ‘Mir’ ‘Mizra’ vb var. Ayni soru onlar, tabii ki, icin de gecerlidir.]
“ali allahtır, ali peygamberdir, ali haklı halifedir. işimiz gücümüz yok bu saçmalıklarla mı uğraşacağız?”
Boyle de bakilabilir, tabii ki.
Ama, bence eksik olur.
Tamam, amacimiz, fikih tartismasi/tokusturmasi degil; Islam’da birligi tesis etmek filan da hic degil –en azindan benim degil.
Ben, bir arkeologdan maada, bir tur jeolog gibi –hatta, sismolog gibi– bakiyorum.
Bir tarihte, bu topraklara yasayanlarin bir kismi Islam’in Sunni versiyonunu kabul etmis.
Neden? Hangi sosyoekonomik sartlarin dayatmasiyla?
Diger bir kismi pek de kabul etmemis.
Neden?
Bu ‘pek de kabul etmeyen’ kisim, nasil olmussa, ayrisirken, muhalefetlerini Hz Ali’ye dayandirmislar (ya da kuvvetli bir sekilde irtibatlandirmislar).
Neden?
Iletisimin cok daha zor ve verimsiz oldugu bir donemde, daginik kitleler (bugunku Alevilerin o gunku durumunun bu oldugunu farzediyorum), hep beraber (ya da cogunlukla) Hz Ali’yi benimsemisler.
Nasil?
Ve, nicin?
Iste, benim bu baslik altinda ilgimi ceken seyler bunlar.
Bunlari merak etmek gercekten de sacmalik midir?
Bunların bugüne göre saçmalık olduğu kesin. Fakat kendi dönemlerinin aşiretlerini, yerel-feodal egemenlerini, onların beyliklerini daha gelişmiş ve merkezi bir yapıya dönüştürüp ilerlettikleri de bir gerçek.
Seyyid oldukları iddiasıyla kutsallık kazandırılmaya çalışılan kişiler sadece Alevi dedeleri değil. Seyyid oldukları söylenen Şah İsmail, Abdülkadir Geylani (Kadiri tarikatının kurucusu) gibi kişilerin durumu da böyledir.
Şah İsmail’in dedelerinden Safevi hanedanının atası Şeyh Safi’nin Sincarlı bir Kürt olan Firuz Şah soyundan geldiği söyleniyor (Daha sonra Akkoyunlulardan ve Trabzon Rum imparatorlarından kız aldıkları da biliniyor). Fakat sonraları Ali torunlarından ve Oniki İmam’dan Musa Kazım soyundan geldikleri iddiasıyla ortaya çıkmışlar.
Kuzey İranlı olan Abdülkadir Geylani’nin kendisi ve oğulları da seyyidlik iddiasında bulunmamış. İlk kez torunu Ali’nin oğlu Hasan soyundan geldiklerini iddia etmiş.
necip, vikipedia da “ehli hak” maddesine bak. bunlar irak ve iran da ki kürt aleviler oluyorlar. anadolu alevilerine en yakin tarikat budur.
anadolu ve suriye arap alevilerinin (nusayriler) anadolu aleviligi ile bir ilgisi yok. esad ailesinin de dahil oldugu arap “alawi”lerin sunnilikten hic bir farki yok; tek fark bunlar ali’yi isa gibi tanrisal bir varlik olarak görüyorlar, bundan dolayi da sunniler tarafindan “dindi$i” olarak görülüyorlar.
anonim 181, anladigim kadariyla sen anar$istsin.
1. sen birkac konu önerisi yap, onlari tarti$alim.
2. yukarda “irkcilik kalmadi; yüzde 99 yüzde 1’e kar$i” gibi $eyler yazmi$tin. tamamiyla yaniliyorsun. kapitalist ekonominin global geli$imini otomotikmen insanlara uyarlamaya cali$iyorsun; hic gercekci degilsin.
dünyanin en geli$mi$ demokrasisi ve ekonomisi olan amerikada siyahlara yönelik irkciliktan haberin yok mu?
demokrasinin anayurdu avrupada $u anda yükseli$te olan irkci/sagci partilerden haberin yok mu?
yani dünyanin neresine bakarsan bak dini ve etnik/ulusal irkcilik, milliyetcilik, fanatizm yerli yerinde duruyor. sen bu konulari hic ele$tirmeden atlayarak, tarti$madan yokmu$ gibi davranarak kime ne anlatabilirsin?
yukarda “kimlikci” solu hedef almak lazim gibi $eyler yazmi$tin. dinci fanatikler, fa$istler, irkcilar, milliyetciler dururken solculari hedef koymak lazim demekle ne demek istiyorsun; aciklar misin?
İki serseriye canım sıkıldığı için ‘hoşçakalın’ desem de, bugün eriştiğim iki bilgi yüzünden; Sayın G. Zileli bağışlasın; geri dönüp bir iki yazmak istedim: Teknolojiye sonradan ulaşabildiğim için, iki eski dostumun, yoldaşımın ölüp gittiğini yeni öğrendim: Birisi, Yozgat’ta tanıdığım Abbas Sayar, diğeri tiyatrocu Çetin Öner. Biri 99’da, biri 2016’da göçmüş gitmiş. Bu adamlar, ülkenin en karakter yiğit insanlarıydı. Benim de yaşım ilerledi. Keşke onların yerine ben gitseydim. Yuh bu kalleş düzeneğe.
Bu adamlar, entelit İstanbul Bizans’ına ve kültürel faşoluğa karşı yerli Anadolu kalpleriyle uğraşmış dağ gibi kişilerdir. Üniversitelerde bulunduğum yıllarda, arayıp bulduğum benim gibi kahraman kişioğullarıydı bunlar.
“Türkiye’de sağ, demokratik özgürlüklerin, inanç ve düşünce özgürlüklerinin karşısında yer aldığı sürece, tarihi boyunca İslam’ı yorumlarken gereksindiği biricik şey özgürlük olan Alevîlik, şüphesiz solun yanında yer alacaktı. Bu konuda pişmanlık dilekçeleri vermeye, solun yanında yer almanın hata olduğunu vurgulama gayretlerine hiç mi hiç gerek yoktur. Günümüz Türkiye sağı, yıllarca şiddetle karşı çıktığı “solcu” görüşlere bugün birer birer sahip çıkarken muhasebesini kendisiyle yapmalıdır. Amerikan donanmasını protesto eden “solcu” gençler, İslam sloganlarıyla “Kanlı Pazar” saldırısına muhatap alınırken, günümüz Türkiyesi’nde bu kez yine İslam sloganlarıyla Amerika Birleşik Devletleri eleştiri konusu yapılıyorsa, burada vicdan muhasebesi yapmak zorunda olanlar, o gün solu destekleyen Alevîler değildir. Yine aynı şekilde Kahramanmaraş ve Çorum’da Türkiye sağının en aşırı uçları, Sünnî halkı Alevîlere karşı galeyana getirirken, komünist, sosyalist ya da herhangi bir siyasî ideolojinin mensubu olması mümkün olmayan 2-3 yaşındaki çocuklar sırf Alevî ana babaların çocukları oldukları için katledilirken, Türkiye’nin Alevîlerinden sağı desteklemeleri beklenebilir miydi? Belki Türkiye, insanların özgürlüklerini rahatça kullanabildikleri, özgürlüklerin kullanımının bedelinin bu kadar ağır olmadığı bir ülke olsaydı, Aleviler solun ya da sağın değil, bu özgürlüklerin yanında olurlardı. Bu düşüncemizin en güzel örneklerinden birine Arnavutluk tarihinde rastlanır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Arnavutluk’u işgal ettiklerinde nüfus içerisinde azımsanmayacak bir yere ve örgütlülüğe sahip olan Arnavut Bektaşîleri, Nazi işgaline karşı direniş kararı alırlar. Bu doğrultuda silahlanan Bektaşîler, kendileri gibi Nazilere karşı harekete geçen komünist partizanlarla işbirliğine girerek bir ittifak oluştururlar. Enver Hoca’nın önderliğinde süren mücadelede Bektaşî babaları direnişin kurmayları arasında yerlerini alırlar. Savaş bittikten sonra Enver Hoca’nın diktatörlük rejiminin, bu güç birliğine gösterdiği vefa, Bektaşîliği yasaklamak olmuştur.”
[Reha Çamuroğlu, Alevîlik ve Sol Üzerine – Değişen Koşullarda Alevîlik s. 91-92]
Bu konuda Abdülbaki Gölpınarlı’nın “100 Soruda Türkiyede Mezhepler ve Tarikatler” adlı kitabında anlattığı benzer örnekler;
Mevlevîlik, efendimiz anlamına gelen Mevlânâ diye anılan Belh’li Celâlüddîn Muhammed’e nisbet edilen bir tarîkattir. Celâlüddin Muhammed, Ahmed Hatîbî oğlu Huseyn Hatîbî’nin oğlu Belh’li Bahâüddün Muhammed Veled’in oğludur. Bahâüddin Veled, «Sultân’ul-Ulemâ – Bilginler pâdişâhı» diye anılacak kadar bir şöhrete sâhiptir. Sonradan, I. halife Ebû-Bekr’in soyundan olduğu, birbirini tutmayan ve târihe uymayan iki soy zinciriyle ispatlanmaya çalışılmış, buna dâir menkabeler bile uydurulmuşsa da (Tahsin Yazıcı tashihiyle «Manâkıb’ul-Ârifin»; I, s. 365 – 368) kendisinin, Mevlânâ’nın, oğlu Sultan Veled’in eserlerinde ve bilhassa Mevlânâ için yapılan, üstünde «Mesnevî»den, «Dîvân-ı Kebîrûden seçme beyitler, ön tarafında da Mevlânâ’nın kadrini, yüceliğini belirten, vefat yılını, ayını ve gününü bildiren ve Selçuk oymacılığının bir şaheseri bulunan sandûkada böyle bir kaydın bulunması, bunun sonradan uydurulma bir rivayetten, belki de Sultân’ül-Ulemâ’nın, Şems’ül-Eimme diye anılan ve ana tarafından imâm Muhammed’üt-Takıy’nin soyundan gelen Ebû-Bekr Muhammed-i Serahsî’nin torununun kızı Firdevs Hâtun’un kızıyle evli olmasından doğan bir zanının ifâdesinden başka bir şey değildir. Fakat sonradan bu rivâyet, ilk yazılan manâkıb kitaplarına girmekle kalmamış, Sultan Veled’in «lbtidâ Nâme» sine bile iki beyit eklenerek kuvvetlendirilmek istenmiştir. İnsan, gerçeklik üzerine kurulduğu söylenen tarîkatlere mensup kişilerin bu yalancılıklarına, gerçekten de şaşıp kalıyor (Mevlânâ Celâleddin, III. basım; s. 35 – 40 ve bilhassa 85. Sahifedeki 1. not).
http://www.corumehlibeytvakfi.com/Ehlibeyt/mevlevilik-1396
Sıffîn savaşında Hz. Alî’ye, düşmanlariyle ölünceyedek savaşmak üzere bey’at eden ve savaşa girip şehit olan Üveys’ül-Karanî’den de bir tarikatin yürüdüğünü söyleyenler olmuşsa da esasen Üveys hakkındaki hikâyelerin çoğu, muhayyile mahsulü olduğu gibi, Hz. Peygamber’in Hz. Alî’ye, yahut Ebû-Bekr’e zikir telkîn etmediğini, Hırka vs. hususundaki rivâyetlerin uydurma olduğunu “100 Soruda Tasavvuf” adlı kitabımızda bildirmiştik.
islami rejimin devleti restore cali$malari; bicme budama faaliyetleri hiz kesmeden devam ediyor:
“Özel Güvenlik’te FETÖ temizliği
Emniyet Genel Müdürlüğü, FETÖ’yle mücadele kapsamında 9 bin 103 polisi dün gece açığa aldığını duyurdu. Açığa alınan polislerin isimleri belli olurken, listede Özel Güvenlik Denetleme Başkanlığı’ndan kritik isimlerin de bulunduğu ortaya çıktı.
Emniyet’ten yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“667 sayılı Olağanüstü Hal kapsamında alınan tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin ikinci maddesinde zikredilen ve milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü ile iltisakı veya irtibatı olduğu gerekçesiyle 9103 emniyet teşkilatı mensubu görevden uzaklaştırılmıştır.”
FETÖ’nün 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından FETÖ ile mücadele kapsamında çıkarılan KHK’larla ihraç edilen ya da açığa alınan memurlar arasında çok sayıda polis de bulunuyordu. İhraç edilen ya da açığa alınan polis sayısı son kararın ardından 40 bini aştı.” (basin)
“fetöcü” denilerek kriminalize edilen bu devlet memurlari türkiyede kalirlarsa ilerde erdogan rejimini yikmak isteyecek muhalefetin bir parcasi olacaklar. (o durumda zileli bu fetöcülere de “devrimci” etiketi yapi$tirip desteklemede tereddüt etmeyecek)
yahudilerin dünyaya dagilmalari gibi, dünyaya dagilirlarsa -huruc/hicret- ilerde amerikada mini bir “fetö cumhuriyeti” kurma ihtimalleri de var.
bütün bunlar bir yana, bu “fetö tehditi” islami rejimin elinde adeta bir makas i$levi görüyor; devlete ayar vermek, kesip bicmek icin kilit sözcük “fetö”; tasviye edilen devlet memurlarina “fetöcü” damgasi yapi$tirmak yetiyor.
“terör örgütleriyle mücadele” argümani erdogan rejiminin halki ve muhalefeti “milli irade” etrafinda toplamak, olaganüstü halin devami icin kullandigi temel argümana dönü$mü$ durumda.
bu cercevede son dönemde özellikle kürt örgütü “pyd”nin, ismi türk basini tarafindan özellikle ön plana cikarilmaya ba$landi.
islami rejimi icerde in$a itmek icin “ic tehtid” olarak “fetö” gösterilirken; yeni t.c. rejimin ortadoguda ki emperyalist politikalari icin ise suriye kürtleri, -pyd- “di$ tehtid” olarak ön plana cikarilmaya ba$landi.
https://eksisozluk.com/misir-tanrisi-ranin-ses-kaydi–5353347
mısır tanrısı ra’nın ses kaydı
türkçe çevirisi şu şekilde;
“sevgili yurtdaşlarım, sevgili mısırlılar. bu başkanlık seçimi ülkemiz için çok önemli. bizim pramitlerimizi kıskanan sümerler ve hititleri görüyorsunuz sürekli bize saldırıyorlar. geçen benin firavun yardımcımın konuşmasına izin verilmedi. eyyy sümerler… ” kayıt sonra bitiyor.
https://eksisozluk.com/entry/67754566
“islami asparagas”: reji, ver mehteri; pompala gazi!
“Haç şeklinde kolye” çıktı
Etkisiz hale getirilen teröristler arasında Bestler-Dereler bölgesinin sözde cephe sorumlusu İran asıllı “Saro” kod adlı Salar Acem de bulunuyor. Terörist Acem’in boynunda Hazreti İsa figürlü haç şeklinde kolye bulundu.” (yeni $afak)
“Raporu Kandil hazırlamış!
Referanduma şaibe bulaştırmak için yanlı rapor hazırlayan AGİT gözlemcilerinin PKK destekçisi çıkmasının ardından bir skandal da AKPM’de yaşandı. Türkiye’yi 13 yıl sonra ‘izlemeye’ alan Avrupa’nın dikkate aldığı raporu da PKK-FETÖ destekçileri hazırlamış.” (yeni $afak)
“ihtiyar coban” sürüyü otlatti geri geldi
ben tam “ihtiyar coban 7. üniversiteyi de, günzileli.com üniversitesini de yarim birakti koyun otlatmaya gitti” diye dü$ünürken, ihtiyar coban geri döndü.
ihtiyar coban, böyle kararsizlik ve devamsizlik yaparsan zileli’den mezuniyet diplomasi alamazsin, benden söylemesi.
cobanlik diplomasi da biliyorsun modern kapitalist toplumda artik gecerli degil.
senin heves ettigin zaloglu rüstem kahmamanligi da kapitalist toplumda para etmez.
egemenlerin yönetme araclari para ve siyasi güc.
egemen düzene kar$i olanlarin mücadele araclari: bilgi ve bilinc
sen belli ki okumayi sevmiyorsun: okumazsan, zihnini yormazsan bilgi ve bilince nasil ula$acaksin?
türkcü kemalist ideolojinin irkciligini te$hir edince bize “cakal” diye küfür ediyorsun.
senin gibi kemalistlerle islamci akp’liler bir madalyonun iki yüzüsünüz; mesele kürt sorunu olunca nasil da birle$iyorsunuz.
ya türkcülügü/irkciligi/milliyetciligi, dolayisiyla devlet savunuculugunu tercih edersin ya da insanlari etnik kökenine göre ayirmayan; devleti ve egemen seckin/elit tabakayi hedefleyen bir devrimci anlayi$i; ikisi ayni anda olmaz; birbiriyle bagda$maz.
kemalizmi “anti-emperylist devrimcilik” olarak pazarlama dönemi gecti.
T.C., ABD’yi tercih yapmaya zorluyor
“ücüncü taraflara mesaj
Suriye ve Irak’ta en az 70 PKK/PYD’linin öldürüldüğü operasyon sonrası Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, ABD’li ve Rus meslektaşlarını aradı. ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ve Rusya Genelkurmay Başkanı Valeri Gerasimov ile görüşen Akar, muhataplarını yürütülen harekâta ilişkin bilgilendirdi. Operasyon öncesi temas trafiğine ilişkin bir açıklama da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Müftüoğlu’ndan geldi. PKK/PYD hedeflerine yönelik harekâta ilişkin, “Operasyon öncesi, çakışmalara mahal vermemek üzere ikili düzeyde hayata geçirilmiş olan askeri düzenlemeler çerçevesinde ABD ve Rusya askeri ataşelerine, Ankara’da askeri makamlarımızca bilgi aktarılmıştır” diyen Müftüoğlu, şunları söyledi:
“Sayın Genelkurmay Başkanımız, ABD’li ve Rus muhataplarıyla birer telefon görüşmesi yapmış, ayrıca DEAŞ ile Mücadele Küresel Koalisyonu’nun hava harekatlarının yönetildiği merkez olan Katar’daki Birleşik Hava Harekat Merkezi’ne (CAOC) bilgi iletilmiş, ABD ve Rusya’nın Ankara’daki büyükelçilikleri kanalıyla da gerekli bilgilendirmede bulunulmuştur. Esasen terör örgütünün ülke ve sınır güvenliğimize, Irak ve Suriye’nin kuzeyinden yönelen eylemlerine misliyle mukabele etme kararlılığımız, sınırımızın Suriye ve Irak bölümünün 30 kilometreye kadar olan derinliğinde DEAŞ’a karşı harekat icra eden üçüncü tarafların terör örgütünün mevzi, eğitim kampı ve faaliyet bölgelerinden uzak durmaları yolunda gerekli uyarılar da bir süre önce gerek askeri gerek diplomatik kanallardan ABD ve Rusya nezdinde yapılmıştı.” (yeni $afak)
bir yandan esad rejimini devirme diger yandan anti-amerikanci islamcilikla, i$id ile mücedelenin orkestra $efi ba$ emeperyalist ABD’yi müttefigi T.C. “ya biz ya kürtler” $eklinde tercih yapmaya zorluyor.
t.c.’nin milli cikarlariyla kürt ulusal cikarlarinin zit/uzla$maz karakterini ABD de farkinda. buna ragmen her iki tarafi da idare ve amerikan cikarlari dogrultusunda fonksiyonalize etmeye cali$an amerikayi, akp iktidari bir tercih yapmaya zorluyor.
t.c.’nin suriye kürtlerine, pyd’ye acik sava$ ilan etmesi ne anlama geliyor?
1. suriye’nin kuzeyinde, rojavada otonom bir kürt bölgesine kesinlikle izin vermem.
2. ABD ve rusya tarafindan kürtlere, suriye ic sava$inda ne aktör ne de figüran olarak rol bicilmesine de ayni $ekilde izin vermem.
diger yandan suriye kürtleri rusya’dan, ama özellikle de suriyenin kuzeyini kontrol eden ABD’den, t.c.’nin kendilerine yönelik hava ve kara saldirilarina engel olmalarini talep ediyorlar, bekliyorlar.
t.c.’nin suriye ve $engal kürtlerine saldirilari devam etmesi ne gibi sonuclara yol acabilir:
1. pkk’nin t.c.’ye topyekün sava$ ilan etmesi. ne demek bu?
kürt ulusal hareketinin intihar eylemleri de dahil, sava$i türkiyenin batisina, metropollere yaymayi cali$masi, arti, hdp’yi, parlamenter mücadeleyi tamamiyla devre di$i birakmasi.
2. suriye kürtleri, mecburen esad rejimi ile anla$ip, suriye ordusunun rojavaya yerle$mesine razi olacak.
buna da ABD razi olmayacak, cünkü ABD’nin rojava da askeri üsleri bulunmakta; bu, ABD ile suriye/rusya/iran güclerinin kar$i kar$iya gelmesi anlamina geliyor.
“vikipedia da ‘ehli hak’ maddesine bak. bunlar irak ve iran da ki kürt aleviler oluyorlar. anadolu alevilerine en yakin tarikat budur.”
Baktim. Oradaki linklerin bir kismina da baktim.
O link senin, bu link benim.. git git bitmiyor. Bir derya da orada var.
Genel olarak merak ettigim sey su:
Bu topraklardaki inanc cesitliliginin bu kadar zengin olmasinin sebebi ne olabilir?
Insanlarin maddi refahi yeterince yerinde oldugu icin, ruhani cesitlilige mi yoneldiler; yoksa tersi mi?
“anadolu ve suriye arap alevilerinin (nusayriler) anadolu aleviligi ile bir ilgisi yok. esad ailesinin de dahil oldugu arap ‘alawi’lerin sunnilikten hic bir farki yok; tek fark bunlar ali’yi isa gibi tanrisal bir varlik olarak görüyorlar, bundan dolayi da sunniler tarafindan ‘dindi$i’ olarak görülüyorlar.”
Dolayisi ile, bizim Alevilerimiz ile Suriye ALewilerinin rezonansinin arka planinda inanc benzerligi degil, siyasi anlamda muhalefette ortak hedeflerinin olmasidir diyebiir miyiz?
“dinci fanatikler, fa$istler, irkcilar, milliyetciler”
Bir istisna ile buradaki her kelimenin Ingilizcesini biliyorum.
O istisna ‘dinci’dir.
Bunun Ingilizce ya da Almanca bir karsiligini bilen var mi?
erguvan… (admin) ben hiç kimseye burada ”çakal” demedim; Türkçülük etmedim. Sosyal faşist beynin hayaller mi kuruyor?
necip’in 196 nolu yorumundan alinti:
“Bir istisna ile buradaki her kelimenin Ingilizcesini biliyorum.
O istisna ‘dinci’dir.
Bunun Ingilizce ya da Almanca bir karsiligini bilen var mi?”
necip ve zileli, her zaman degil ama ara sira, yazilan $eyin icerigi ile ilgili söyleyecek bir söz bulamayanci, bu sefer bicim hakkinda ahkam kesmeye, yani gramer/dilbilgisi hocaligi yapmaya ba$larlar.
$imdi bilmeyende sanacak necip yazilanin manasini anlamadi, ondan soruyor.
din-ci ne demek? din-dar, softa, cihad-ci vs. anlamina gelir.
ulus-cu, ulusal-ci, türk-cü, ückagit-ci vs. örneklerinde ki kelime türetimi gibi.
necip, daha önce yazmi$tim, tekrar edeyim, benim sözcüklerle, kavramlarla derdim yok, ben bir olguya, manaya i$aret etmek istiyorum; bicime degil icerige bak; dersimiz de türkce bilgisi degil zaten.
yine de senin bu konuda tavsiye edecegin ba$ka bir sözcük varsa, ben o’nu da kullanmaya hazirim.
ben sizin gibi dil, kültür idealisti degilim; dil benim icin sadece bir ileti$im aracidir, bundan öte de benim icin bir anlami yok.
bu böyledir diye ben dile özenmiyor muyum? özeniyorum, ama imkanlar ve zaman elverdigi ölcüde.
rica ediyorum, yine türkce ögretmenligine ba$lama.
“Dolayisi ile, bizim Alevilerimiz ile Suriye ALewilerinin rezonansinin arka planinda inanc benzerligi degil, siyasi anlamda muhalefette ortak hedeflerinin olmasidir diyebiir miyiz?”
güneyde ki arap alevilerini saymazsak, geri kalan diger türkiyeli alevilerin esad rejimini ne kadar desteklediklerini; balkanlar, türkiye ve kürdistan aleviligi ile arap alaviligi/nusayriligi arasinda ki farki ne kadar bildiklerini bilmiyorum, merak da etmiyorum, fakat 80’li ve 90’li yillarda türkyede ki “irtica” tehlikesine dikkat cekip “türkiyeyi iran’a cevirecekler” diyen kemalistlerin ve bir kisim alevi kesimin bugün iran molla rejiminin müttefigi esad rejimine sempati ile bakmalarinin sebeplerini anlamak zor degil:
1. esad rejimini kar$i sava$an güclerin alevi/yezidi/nusayri dü$mani sunni cihadci örgütlerden olu$masi.
2. esad rejiminin tipki kemalizm gibi laik/modern bir din anlayi$ina sahip olmasi.
3. kemalist ordunun/kemalist fraksiyonun “esad rejimi yikilirsa otorite bo$lugu dogar, kürtler bundan faydalanarak siyasi/kültürel statü elde edebilirler; bu durum bizim kendi kürtlerimize cesaret verir; örnek olur” $eklinde ki anti-kürt kaygilar/hesaplar.
ihtiyar coban,
167 nolu yorumunda yazdiklarina bak bakalim, “cakal” diye küfür etmi$ misin etmemi$ misin.
“din-ci ne demek? din-dar, softa, cihad-ci vs. anlamina gelir.”
Ben, ‘dinci’nin anlamini sormamistim. Ingilizce veya Almanca karsiligi nedir diye sormustum. Ikisi farkli seylerdir.
Yani, Turkce bilmeyen birisine anlatmaga kalktiginizda, hangi kelimeyi kullanirsiniz?
Ote yandan, sizin de cok iyi bildiginize emin oldugum sekilde, ‘dinci’ denildiginde, herhangi bir ‘din’e (baskalarindan biraz daha fazla) inanan birisinden/birilerinden bahsedilmiyor.
Yani, kastedilen sey ‘herhangi bir din’ degil.
Bu yuklu (loaded) bir kelimedir.
Tipki, ‘yobaz’, ‘murteci’ vb gibi..
Dislayicilik ve asagilayicilik, bu kelimelerde –eski dille soyleyecek olursak– ‘mundemic’tir.
Turkiye’deki belli bir kesimin, ya da dunya gorusunun, anahtar (isaret fisegi) kelimelerindendir ve sirf bu nedenle bunlarin uluslararasi karsiliklari mevcut degil.
196 nolu yoruma yanit,
dincinin karsiligi religious opportunist veya spiritual opportunist
Gun abi merhaba. Soru cevap bolumunde yorum kismi kaldirilmis, dolayisiyla soru soramiyoruz. Problem mi var, yoksa soru cevap bolumune hala soru almiyor musun?
selamlar, teknik bir arızadan dolayı soru-cevap bölümü çalışmıyor ne yazık ki. Uğraşıyor teknik arkadaş. Sorularınız varsa buralardan sorabilirsiniz.
erguvan, bir şiir, bir dize nasıl küfür oluyor? Hadi küfür diyelim, o küfrü ben mi ediyorum, Can Yücel mi? O dizelerde Can Yücel, sitemini, çekip gitme isteğini ”edebi”leştirmiş. Başkaları da, boş bomboş olmasın diye ‘boş çakallar’ diyerek, kurt gibiliğin, aslan gibiliğin önemini vurgulamış. Bence atasözü gibidir bu. Ne var buncağız anlatımda? 3500 kelime israf edeceğime, 3 dört kelime etmişim. Bana bunu bile çok gürüyorsun; sen binlerce anlatım insanı hafakanlara boğuyorsun. Yapma abim böyle yahu!
Onceden en son yazilan yorumlar gozukuyordu sayfanizin acilisinda, onu da ayarlatabilir misiniz?
DUYURU: 1 Mart’ta ‘Yorumlar Bölümü’ yeniden açılıyor! un oldugu yerdeydi.
Necip’in dikkat çektiği gibi, hangi dinin dinciliği?
Mesela Kemalizm dininin dincilerine ne demeliyiz bu arada? (“Kemalperest” olur mu mesela? Bu tabiri ekşisözlükte görmüştüm. Bu da “putperest” gibi dışlayıcı ve aşağılayıcı bir ifade. Ama böyle tanımlanmayı hak ettikleri de savunulabilir.) Bir kısım Kemalcilerin yobazlığının Muhammedcilerinkinden geri kalır bir yanı var mı?
Ya Marksizm dinine ve özellikle de onun Stalinizm mezhebine mensup yobazlar?
Bu arada bu pejoratif kelimelerden bazılarının başlangıçta böyle bir anlamı yoktu. Daha sonra hakarete dönüşen “Kızılbaş” ve “Faşist” kelimeleri gibi.
Bir benzeri de “Zındık”tır. Aslı “Zendik” (yorumcu) olan bu kelimenin kökü “Zend”dir (yorum) ve Manici/Maniheist anlamına gelir. Zerdüşt dininin kitabı Avesta’ya Zend-Avesta adında bir tefsir yazarak Zerdüşt dinine yeni yorum getiren sapkın peygamber Mani’nin müritlerine verilmiş bir addır.
Yobaz kelimesiyle ilgili şu açıklamalar da ilginç:
=? Tü yabız kötü → yavuz
Türkçe yabız “kötü” sözcüğü ile eş kökenli olabilir; ancak bu kesin değildir.
“iri, kaba saba, kuvvetli adam, köylü, cahil, kaba sofu” [ Ahmet Vefik Paşa, Lugat-ı Osmani (1876) ]
Anadolu ağızlarından alınmış olması muhtemel olan sözcüğün İstanbul dilinde ilk kez 1875 dolayında birtakım siyasi gösteri ve yürüyüşler dolayısıyla popülerlik kazandığı anlaşılıyor.
RTE buyurmuş:
“Tehditler sürdüğü müddetçe gereken her türlü tedbiri alacağız. Güney sınırımız boyunca bir terör koridorunun oluşmasına asla izin vermeyeceğiz. Hele hele Kuzey Suriye’de bir devlet kurma teşebbüsü içerisine giren malum bazı cahiller var, ‘Cahil cesur olur.’ diyorlar ya o da o havalarda, kendine göre bakanlar kurulu oluşturuyor vesaire… Biz bunları karşılıksız bırakmayız ve Kuzey Suriye’de böyle bir devlet kuruluşuna da asla müsaade etmeyiz. Çünkü Suriye’nin bölünmesine karşıyız, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yanayız. Terörle mücadeleyi sınırlarımız içinde ve dışında sürdürmekte kararlıyız. Bu konuda tüm dost ve müttefiklerimizden dayanışma bekliyoruz.”
Eyyy RTE! Sen kimsin ki Suriye halklarını bölücülükle suçluyorsun? Sen değil misin Suriye’de savaşı başından beri körükleyerek toprak bütünlüklerini tehlikeye sokan? Suriye’deki bölücü terörist tekfirci gruplara destek veren? Kendilerini yönetmek isteyen Suriye halklarının milli iradesine nasıl müdahale edebilirsin? “Üst akıl”ların Suriye halklarına akıl veremeyeceğinin farkında değil misin?
“dincinin karsiligi religious opportunist veya spiritual opportunist”
Pek tutmuyor.
‘Dindar firsatci’ ya da ‘ruhani/uhrevi firsatci’ terimleri universal bir kavrama karsilik gelmiyor.
Ya da, soyle soyleyeyim:
Ingilizce bir metinde ‘religious opportunist’ veya ‘spiritual opportunist’ terimlerini gordugum zaman, ibadet/ayin sirasinda on saflara gecmege calisan, ya da daha fazla bagirarak veya abartili hareketlerle ‘kutsal’in dikkatini cekmege calisan birisi benim gozumde canlanir.
Bunlarin yerine, mesela, ‘religion peddler’ gibi daha ‘literal’ ceviriler denenebilir (‘din saticisi/pazarlayicisi’ anlaminda); ama, o zaman da –yine anlam eksik kaliyor. Ustelik, Bati kulturunde hic de yadirganmayan misyonerleri cagristirdigi icin, gene olmuyor.
Kisacasi, bizim kendi aramizda, ‘karsi taraf’ bellediklerimizin sinir uclarina –acitacak sekilde– dokunmak icin kullandigimiz boyle cok kelime var ve kullanan herkes de suret-i haktanmiscasina davraniyor.
Hani, su Yahudi anekdotta oldugu uzere:
Her iki taraf, daha dogrusu butun taraflar, buradaki ‘anne’ gibi davraniyor.
[Bu darb-i meselin kendisi de sorunlu; o ayri.]
“Türkiye’de sağ, demokratik özgürlüklerin, inanç ve düşünce özgürlüklerinin karşısında yer aldığı sürece, tarihi boyunca İslam’ı yorumlarken gereksindiği biricik şey özgürlük olan Alevîlik, şüphesiz solun yanında yer alacaktı.”
Reha Camuroglu, burada, ‘sarigi almadim ki cuppenin parasini vereyim’ turunden bir elcabuklugu yapiyor bence.
Ozellikle bahsettigi donemde, ‘sol’un derdi ‘kimin ne kadar ihtiyaci varsa, ona o kadar ozgurluk’ filan degildi ki.
Oyle olsaydi, ‘Sunni’lerle de bu baglamda bir pazarliga acik olurlardi ve bir orta nokta bulmak icin bazi gayretler gorulurdu.
Boyle birseyden benim haberim yok; bilen varsa, aydinlatirsa memnun olurum.
‘Sol’un dertlerinin arasinda universal ozgurlukculuk diye bir sey hic yokken, ‘devrim’ gerceklesseydi, Alevilere ozgurluk bahşedeceklerini soylemek ham hayal degilse nedir?
[Nitekim, metnin sonunda, Arnavutluk’ta Enver Hoca’nin –Bektasilerin butun beklentilere ragmen– birakin ozgurlukleri artirmagi, tersine, Bektasiligi yasakladigini da kendisi soyluyor.
Dediklerinin nasil bir perhiz, nasil bir lahana tursusu oldugunun kendisi de farkinda degil gibi.]
Halbuki, ‘Balkan Oligarsisi’nin bir devami olan ‘sol’ ile Alevilerin ‘anti-Sunni’lik baglaminda uzun zamandir birarada oldugunu soyleseydi bence cok daha durust olurdu.
“Amerikan donanmasını protesto eden “solcu” gençler, İslam sloganlarıyla “Kanlı Pazar” saldırısına muhatap alınırken, günümüz Türkiyesi’nde bu kez yine İslam sloganlarıyla Amerika Birleşik Devletleri eleştiri konusu yapılıyorsa, burada vicdan muhasebesi yapmak zorunda olanlar, o gün solu destekleyen Alevîler değildir.”
Vicdan muhasebesi neyi cozer bilmiyorum; ama, yontemin dogru olup olmadigina bakmanin –gelecege yonelik– faydalari olabilir.
Bu baglamda, ‘sol’un ABD’ye karsi gosterdigi tepkinin bir kesrini (kucuk bir oranini) dahi neden Avrupa’ya gostermedigini sormak kimsenin aklina gelmez pek.
Bu soru, bilhassa su acidan mesrudur: Bu topraklarda emperyalizmin en aci tecrubeleri ABD’ye karsi degil, muhtelif Avrupa devletlerine karsi yasandi.
Buna ragmen, Avrupa’ya degil de, hep ve sirf ABD’ye karsi duruslar sergilemek, ‘anti-emperyalist’likle pek de ortusmuyor bence.
“Yine aynı şekilde Kahramanmaraş ve Çorum’da Türkiye sağının en aşırı uçları, Sünnî halkı Alevîlere karşı galeyana getirirken, komünist, sosyalist ya da herhangi bir siyasî ideolojinin mensubu olması mümkün olmayan 2-3 yaşındaki çocuklar sırf Alevî ana babaların çocukları oldukları için katledilirken, Türkiye’nin Alevîlerinden sağı desteklemeleri beklenebilir miydi?”
Baska bir deyisle, yukarida sayilan olaylar, Alevilerin ‘sag’ ile herhangi bir sekilde bag(lanti) kurMAmasini garanti ediyordu.
Bu sekilde degerlendirmek, bence, daha sogukkanli ve saglikli bir analiz olurdu.
Nitekim, bir zamanlar ve epeyi uzun sure boyunca, ‘sol’un duzenledigi protesto eylemlerinde, eger polisle catisma cikmamis, dahasi en az bir eylemci oldurulmemisse, eksik sayilirdi.
En makbul olani da, oldurulenin Alevi olmasiydi; boylece Alevilerin kusatilmislik duygularini tahkim etmek ve onlari ‘zinde’ tutmakta devamlilik saglaniyordu.
“Belki Türkiye, insanların özgürlüklerini rahatça kullanabildikleri, özgürlüklerin kullanımının bedelinin bu kadar ağır olmadığı bir ülke olsaydı, Aleviler solun ya da sağın değil, bu özgürlüklerin yanında olurlardı.”
Burasi, ozunde, dogru olmakla beraber, genellenebilir degildir malesef.
Yani, Alevilerin ‘herkese, sonuna kadar, ozgurluk’ askiyla yanip tutustugu intibaini verecek seyler kaleme almak, bence, parlatmak, iltimas gecmektir.
[Dunyanin hicbir yerinde, hicbir zaman diliminde, ‘herkese ozgurluk’ derken gercekten de ‘herkes’i kasteden bir toplum gorulmus degildir.]
Aleviler, Osmanli’nin son 2-3 asirindaki tecrubelerinden dolayi, Sunniligin baski altina alinmasindan memnun idiler.
Bu, onlara, kendileri icin arzu ettikleri ozgurluklerin bir kismini tanimis idi. Amenna.
Bunu da ‘Balkan Oligarsisi’nin sayesinde edinmislerdi. Buna da amenna.
Ama, ulkenin geri kalan %80-85’inin sonsuza kadar baski altinda tutulAMAyacagini da dikkate almak fena fikir olmazdi; bazi noktalarda uzlasmaya gidip ‘kazanim’larin en azindan bir kismini kalici hale getirmek mumkun olurdu.
Oyle yapilmadi.
Nesv u nemasini Avrupanin dumen suyundaki ‘Balkan Oligarsisi’nin kucaginda bulmus olan ‘sol’ ile surekli ve kalici bir isbirligi tercih edildi.
Bu durumda, ‘Sunni’lerin de ABD ile isbirligine gitmesi ve –vakti geldiginde– ‘mueses nizam’i devralmasi gercekten bir surpriz midir?
“Savaş bittikten sonra Enver Hoca’nın diktatörlük rejiminin, bu güç birliğine gösterdiği vefa, Bektaşîliği yasaklamak olmuştur.”
Hadi, Sovyet Muslumanlarinin basina ne geldigi Alevilerin radarinda degildi diyelim; peki Arnavutluk’taki Bektasilerin macerasindan dahi ders almayislarinin bir aciklamasi vardir muhakkak.
cikar birligi: t.c.’nin milli cikarlari ve suriye’nin toprak bütünlügü
206 nolu yorumcunun RTE’den yaptigi alintiyi buraya aliyorum:
“Tehditler sürdüğü müddetçe gereken her türlü tedbiri alacağız. Güney sınırımız boyunca bir terör koridorunun oluşmasına asla izin vermeyeceğiz. Hele hele Kuzey Suriye’de bir devlet kurma teşebbüsü içerisine giren malum bazı cahiller var, ‘Cahil cesur olur.’ diyorlar ya o da o havalarda, kendine göre bakanlar kurulu oluşturuyor vesaire… Biz bunları karşılıksız bırakmayız ve Kuzey Suriye’de böyle bir devlet kuruluşuna da asla müsaade etmeyiz. Çünkü Suriye’nin bölünmesine karşıyız, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yanayız. Terörle mücadeleyi sınırlarımız içinde ve dışında sürdürmekte kararlıyız. Bu konuda tüm dost ve müttefiklerimizden dayanışma bekliyoruz.”
gerek erdogan’in gerekse de ba$ emperyalist ABD ve müttefiklerinin en azindan $u anda suriye’yi bölüp parcalamak gibi plan ve gayretleri olmadigini; bunlarin esasen esad rejimini devirip bati ve amerikan yanlisi sunni bir rejim -akp ve müslüman karde$ler cizgisinde- tesis etmek istediklerini ve rejim degi$ikligi ile bir devleti bölüp parcalamanin ayni $eyler olmadigini daha önce yazmi$tim.
yalniz, bir ülkede ki rejim degi$ikliginin, irak’ta oldugu gibi, ne gibi sonuclara yol acacagini ba$ aktör ABD’denin de önceden tam olarak hesaplayabildigini söylemek yanli$ olur.
ayni $ey suriye icin de gecerli. gerek türkiye olsun gerekse de ABD olsun, esad rejimi sonrasi kurulacak yeni rejim icin birtakim yeni adaylar, örnek ÖSO, tabii ki hazirliyorlar. fakat bu hesaplar her zaman tutmayabilir.
bundan dolayi t.c., amerika, AB, körfez arap monar$ileri ve israil’in $u anda kesinlikle hemfikir olduklari $ey: esad rejimi yikilmali, sonrasina sonra bakariz.
$imdi gelelim sunni islamist erdogan’in suriye’nin toprak bütünlügünü savunmasina.
bu konuda erdogan’in samimiyetini sorgulamak yanli$ olur, cünkü erdogan gercekten de suriye’nin toprak bütünlügünden yanadir, fakat erdogan’in asil derdinin suriye’nin toprak bütünlügünden cok suriye kürtlerinin siyasi/kültürel bir otonomi elde etmelerine engel olmak oldugu acik.
yani t.c.’nin milli cikarlari suriyenin toprak bütünlügünün korunmasina denk geliyor; cikarlar üstüste düsüyor; uyu$uyor.
erdogan’in dediklerini basitce formüle edersek: suriye’nin toprak bütünlügünden yanayim cünkü kürtlerin devlet ya da otonomi/federasyon kurmalarina kar$iyim.
tersi de uyar: kürtlerin devlet ya da federasyon/otonomi kurmalarina kar$i oldugum icin suriye’nin toprak bütünlügünden yanayim.
yani erdogan’in suriye’nin toprak bütünlügü argümaninin, t.c.’nin anti-kürt politikasina uluslararasi siyasi, hukuki ve ahlaki bir kilif uydurma söylemi oldugunu anlamak zor olmasa gerek.
kürtlerin ya$adigi iran, irak ve suriye’nin yanisira, t.c. neden kürtlerin siyasi/kültürel otonomisini kendi milli cikarlari icin “tehdit” olarak görüp, kürt ulusal hareketlerini “terörizm” olarak siniflandiriyor?
cevap: cünkü t.c.’nin kendi sinirlari icinde de hatiri sayilir bir kürt nüfus ve ulusalci bir akim var. iran, irak ve suriye’de ki kürtlerin siyasi/kültürel bir statü elde etmeleri:
birincisi, kom$u devletlerde ki kürtlerin lehine olan bu geli$melerin türkiye kürtlerini ulusal yönden etkilemesi, t.c.’ye kar$i mücadelede cesaretlendirmesi vs. anlamina gelir.
bu da t.c.’nin cumhuriyetin kurulu$undan beri sürdürdügü “bölücü terörle mücadele”; kürdistan fikrini tarihe gömme cabalarini baltalar.
ikincisi, türkiyede ki kürt ulusal hareketinin iran, irak ve suriye kürdistanini lojistik acidan “hinterland” olarak kullanma, dolayisiyla bunun kürt ulusalcilarina geni$ manevra alani sunmasi; bunun da yine t.c.’nin “bölücülükle mücadelesini” baltalamasi anlamina geliyor.
demokratik cogulculuk ve kavramlar/manalar/fikirler
necip’in 200 nolu yorumuna atfen:
kavramlar konusunda dünyada fikir birligi yok. bu tamamen insanlarin dünya görü$ü ve bununla baglantili olarak kavramlara yükledikleri olumlu, olumsuz, nötr anlamlarla ve hatta duygularla alakalidir.
örnek “özgürlük”: kabaca söylersek bos-bele$ bir kavramdir; lastik gibi ne tarafa ceksen oraya cekilecek kadar soyuttur.
buna ragmen zileli gibi romantik devrimciler “özgürlük” kavramini duyunca duygulanirlar; “özgürlügü” bir olgu olarak idealize ederler; cölde ki bir serap’a benzeyen bu idealler icin mücadele ettiklerini söylerler.
tabii bu “özgürlük” ideali bir nevi “hayali” bir olgu oldugu icin, gercek hayatta kar$ilgi olmadigi icin; böyle kavramlarla siyasi bir program/konsept olu$turmak mümkün olmadigi icin zileli gibi romantik devrimcilerin dönüp dola$tiktan sonra vardiklari yer chp’nin kürkcü dükkani oluyor.
dinci kavramina gelirsek: bunun bati dillerinde en bilinen kar$iligi “fundamentalist” , türkce cevirisi “köktenci-kökten dinci” oluyor.
radikal dinci, radikal solcu; a$iri dinci, a$iri solcu gibi kavramlarda devletler ve insanlar tarfindan ayni anlamda kullaniliyor.
“a$iri” ve “radikal” kavramlarini üreten günümüz demokratik devletleri $una i$aret etmek istiyorlar:
mevcut düzeni/devleti kökten red eden ve yikilmasini amaclayan fikir.
bilindigi gibi “demokrasi kültürü” $unu icerir: senin fikrin de bir fikirdir, benim ki de; senin fikrin sana benim fikrim bana; ali’nin de fikirdir, veli’nin ki de; ali’nin fikri ali’ye, veli’nin fikri veliye.
buna demokrasi kültüründe fikir özgürlügü, cogulculuk ve tolerans deniliyor.
bu, demokratik devletlerin yönetim tekniklerinden biri oluyor. bu teknik ile, fikirler relative edilir; ici/özü bo$altilir; zararsiz hale getirilir.
yani mantik $u: ya abartma, neticede, alti üstü bir fikir!
bu demokratik mantik, bununla genel olarak bir fikrin gecerliligini, dogrulugunu relative eder; bo$a cikarir: neticede seninki de binlerce fikirden sadece bir tanesi.
bundan dolayida demokrasilerde agzi olan konu$ur; ele$tiri yapar; fakat neticede hicbir $ey degi$mez: ne ele$tiri konusu yapilan durum degi$ir, ne de ele$tirenler ele$tirmekten bikarlar.
demokrasilerde devlet adamlari bundan dolayi $öyle davranirlar: birak vatanda$ konu$sun, de$arj olsun; icini döksün; rahatlasin. rahatlayan vatanda$tan devlete/millete zarar gelmez; tam tersine, bu ele$tiriler aslinda vatanda$larin vatan/millet icin ne kadar kaygilandiklarini gösteriyor.
evet, idealize edilen demokratik tarti$ma kültürünün özü budur.
bu sitede yanli$ kapitalizm ele$tirileri yüzünden ele$tirdigim anar$isit arkada$ da bu cogulcu demokratik fikir tarti$masini özümsemi$ bir arkada$. bundan dolayi bana sürekli $öyle tepki gösteriyor: sen de kapitalizmi ele$tir ben de ele$tireyim; ele$tiri olsun camurdan olsun; ele$tirinin dogrulugunu yanli$ligini ele$tiri konusu yapma.
fikir tarti$masinda cogulculugu ve görecelilik prensibini benimseyen demokratik düzen, i$ doga bilimlerine geldiginde hicte öyle davranmiyor.
örnek: matematikte 2+2= 4 bu da dogru olabilir; 2+2= 5, bu da dogru olabilir, birincisi de bir fikirdir, ikincisi de bir fikirdir; ikisi de dogru olabilir, ikisi de yanli$ olabilir; ille de biri dogrudur digeri yanli$tir; biri dogru ise digeri yanli$tir, bütün bunlara ne lüzüm var canim; fikirlere kar$i töleransli olalim, deniliyor mu? hayir.
su hangi elementlerden olu$ur? kimya’da bu kesinle$mi$ bir sonucu var midir? vardir. yani su, $u elementlerden de olu$uyor olabilir, bu elementlerden de; o da dogru olabilir bu da, gibi bir akil yürütme mümkün mü? degil.
dogru olan nedir: su’yun kimyasal formülü: h2o, hidrojen ve oksijen atomlarindan olu$uyor.
fakat marxistler, kapitalist ekonominin “kimyasal” formülünü aciklayinca, bu ekonomin sömürüye ve paranin sonsuz birikimi üzerine in$a edildigini; ekonomik gücü elinde bulunduran aktörlerden/i$verenlerden ve “bagimli degi$ken” olan figüranlardan/cali$anlardan olu$tugunu söyleyince, demokratik cogulcu mantik hemen cevapliyor: fikrinin dogru oldugundan bu kadar emin olma, neticede senin fikrin fikirlerden sadece biridir; herkes olaya senin gibi bakmiyor, bu da gösteriyor ki hicbir fikir tek ba$ina “dogruluk” iddiasinda bulunamaz.
evet, idealize edilen demokratik cogulcu mantik tam olarak bu oluyor.
“bu konuda erdogan’in samimiyetini sorgulamak yanli$ olur, cünkü erdogan gercekten de suriye’nin toprak bütünlügünden yanadir, fakat erdogan’in asil derdinin suriye’nin toprak bütünlügünden cok suriye kürtlerinin siyasi/kültürel bir otonomi elde etmelerine engel olmak oldugu acik.”
Yazinizin butunu icinde, yer yer isabetli olan analiziniz, etnik aidiyetiniz yuzunden malesef zedelenmis.
O kadar ki, yanlis oldugunu dusundugum kisimlarina isaret etmek beni RTE’nin durusunu savunmak noktasina surukluyor.
Bu riskin farkinda olmakla beraber, soylemek zorundayim:
Analizinizde ‘Erdogan’ degil de ‘Kemalistler’ demis olsaydiniz onemli derecede hemfikir olabilirdim; bunu da Kemalistler ile Kurtler arasindaki (yakin) tarihte yasanmis catismalarla izah edebilirdik.
Erdogan’in ‘Islamist’ligini (anladigim kadariyla, ‘dinci’ yerine simdi bu kelimeyi tercih ettiniz) de bence gereksiz yere one cikariyorsunuz.
Halbuki, cok uzaga gitmege gerek yok: Gurcistan-Turkiye iliskilerine bakarsaniz, Gurcistan’in Musluman olmadigini da eklersek, ‘gul gibi’ gecinip gittigimizi gorebilirsiniz. Iki devlet arasinda pasaport da kalkmis durumda, esasen.
[Bunu, umarim, RTE’nin –soylentiler dogruysa– Gurcu asilli olduguna baglayacak degiliz.]
Uzatmayayim. Sizin de pekala bildiginiz gibi, aslolan cikarlar.
Guney hudutlarimizin hemen bitisiginde bir (tane daha) Kurt devleti olmasinin (ihimalinin) Turkiye’yi rahatsiz etmesinin tek sebebi, bu devletin Turkiye’nin cikarlarina halel getirmek olasiligidir.
[Kemalistlerin ve milliyetcilerin onca hop oturup kalkmalarina, bayrak krizi cikartmak icin onca ugraslarina ragmen, Barzanistan ile ciddi bir sorunumuzun olmadigini goremiyor muyuz?]
Kimsenin cikip da ‘Turkiye’nin cikarlarina halel getirmek olasiligi’ni bertaraf etmek icin oralarda bir uydu devlet olsun dedigi de yok –tabii ki, arzu edilir ama dayatilamaz.
Ama, kur(dur)ulmak istenen devlete bu yolda yardimci olanlarin –kurmak isteyenlerden bagimsiz olarak– Turiye’nin daha guneydeki cografya ile ticaretine ket vurmak amaci tasidigi suphesi de bos degil.
Bu, ‘haksiz rekabet’ olarak yorumlaniyor ve –dolayisi ile– arzu edilmeyen bir gelisme olarak algilaniyor Turkiye tarafindan. [Turkiye derken, sadece ve tek basina istanbul Sermayesi filani da kasdetmiyorum. Guney sinirimiza yakin butun illerimizi bu cok daha fazla ve daha negatif etkiler.]
Bu alginin giderilmesi, aslinda, cok zor degil.
Heyetler gelir, heyetler gider ve muzakereler sonucunda karsilikli guvenceler verilir ve hallolur.
Teoride, bu kadar basittir; ve ondan sonra Turkiye kurulmasina katkida bile bulunabilir.
Ama, pratikte o kadar basit degil, tabii ki.
Cunku, muzakerelerin asil tarafi oradaki etnik topluluk degil. O tur muzakerelerin karar alicisi oradaki etnik topluluk degil de ondan. Dahasi, Turkiye de degil bile diyebiliriz.
Suradaki analizi de bir okumak isteyebilirsiniz.
http://www.star.com.tr/yazar/abdturkiye-iliskilerinde-ikinci-kandil-sorunu-yazi-1212230/
“fakat marxistler, kapitalist ekonominin ‘kimyasal’ formülünü aciklayinca, bu ekonomin sömürüye ve paranin sonsuz birikimi üzerine in$a edildigini; ekonomik gücü elinde bulunduran aktörlerden/i$verenlerden ve ‘bagimli degi$ken’ olan figüranlardan/cali$anlardan olu$tugunu söyleyince, demokratik cogulcu mantik hemen cevapliyor: fikrinin dogru oldugundan bu kadar emin olma, neticede senin fikrin fikirlerden sadece biridir; herkes olaya senin gibi bakmiyor, bu da gösteriyor ki hicbir fikir tek ba$ina ‘dogruluk’ iddiasinda bulunamaz.”
Marxistlerin formulizasyonu butun degiskenleri icermiyor.
Ama, yine de, o degil esas sorun: Cok bilinmeyenli butun denklemlerde oldugu uzere, hangi bilinmeyene gore cozmek istediginiz siyasi bir tercihtir.
Marxsistler, denklemin neye yonelik cozulmesi gerektigine de kendileri karar vermek, yani ‘dogru’nun ne oldugunu tayin etmek isteyince sorun cikiyor/cikti.
Gun abi merhaba. Sorumu sorayim. Demir Kucukaydin’in goruslerine karsi temel olaral elestiriniz nedir? Marksizm diye gecistirmeyin lutfen. Mesela, dinin ve milletin politik alandan cikarilmasi ile hukuki yani bicimsel bir esitligin belli bir cografi alan icinde kalan herkes icin gecerli oldugu demokratik ulus konsepti hakkinda ne dusunuyorsun? Once hukuki esitligi saglayalim sonra bu cografi alan kisitlamasini da kaldirarak, bir kuresel devrim ile devleti yikip insanlarin sosyal ve ekonomik esitligini yani komunizmi kuralim gibi ozetleyebiliriz sanirim dusuncelerini. Bunu asamacilik olarak gordugun icin mi elestiriyorsun? Tam olarak elestirinin ana noktalari nelerdir?
Selam, ben Demir Küçükaydın’ın görüşlerini değil, kendisini eleştiriyorum. Neden mi? Fazlasıyla megaloman bulduğum için. Dünyanın en zeki ve akıllısı benim tavrını eleştiriyorum. Yani bu akıl ve zekâ narsizmidir. Bu yüzden eleştiriyorum. Fikirlerine gelince. Her türlü fikir benim için azizdir, o da böyle düşünüyormuş, düşünsün, düşünmemekten iyidir. Öte yandan millet, ulus şudur budur palavralarının hiçbirine inanmıyorum, en uylusalcısından en uluslarötesicine kadar bütün tezlerin çıkmaz olduğunu düşünüyorum. Kısacası benim slogaanım şudur: Bütün uluslar ve ulusal devletler toptan yıkılmalıdır. Kısacası, ulus, millet, ulusal, devlet, sınır, din, mezhep vb. hepsi bataklıktır.
http://marksist.net/ilkay-meric/suriye-savasi-alti-yilda-gelinen-nokta.htm
Küçükaydın’ın bu önerileri aşamacılıktan çok (ki aşamacılık bence yanlış bir yöntem de değil) ütopik, uygulanması imkansız yukarıdan aşağı yöntemlerdir.
“Camera Obscura” benzetmesindeki gibi, gerçeğin ters algılanmasından kaynaklanan bir yöntem yanlışıdır.
Sosyolog ve Türkolog olamadıktan sonra, ne olunabilir düşüncesi… Çobanlık serüvenimde, arazide eski çağlardan kalma ufak tefek antik vb. şeyler görürdüm. Bir gün bir çeşmenin yanında otururken, kıvrak bir tilki taşların dibinden bir deliğe girdi, uzun bir süre çıkmadı. Aşağılardan, 50 m. uzaktan ıslak bir şekilde çıkıp silkinip koştu gitti. Yerin altında bir şehir mi vardı, merak ettim. O delikten bakılınca birkaç taş mezar, su akıntıları, başka bir şey yok. Delifişek çoban, Arkeolog olabilir.
Bu alanın zorluğu, Latince, arkeoloji dili. Okuldan bende iz bırakan tek anı: Eski bir kentin yamacındakı devam kazılarında, eskilerden mezarlar, iskeletler çıkmış; bu arada Müüslüman mezarları da bu arada bunlarla karışık. İskeletler birbirine karış kuruş. Çevredeki köyün hocası devreye sokulmuş, o, bir ayrım yaptırtmadan çıkanları şu yana, bir arada gömüp geçelim; yeryüzünde kavga dövüş; ama yer altında kardeş kardeş uyusunlar demişti.
Bir de o yıllarda, müzelerdeki Helenistik çıplak resimlere olan cahil düşmanlığı! Çoğunun memeleri, organları kırık, yok edilmiş.. Bir müzede de köylülerin bulup getirdiği Roma, Bizans kalıtlarına hor bakılması olayı. Aklımda kalan bunlar.
7 ay da burada okuduktan sonra, çantamda Halikarnas Balıkçısı’nın, Azra Erhat’ın, Eyüboğlu’ların kitapları, sürünün başına dönüp gelmiştim.
İnsanoğlunun 100 yıl bile ömrü yok. Anadolu binlerce yılın tanığı. Velhasıl arkeoloji iyi bir şeydir. Arkeolog olsam ne olacaktı; o da var!
“Bu alanın zorluğu, Latince, arkeoloji dili.”
Su yazacaklarim, birinci elden aktarilmis, bir gercek hayat hikayesidir.
Kendisi Rizeli olan ve mesleki acidan cok saygi duydugum bir buyugum anlatmisti.
Once biraz arkaplan:
Sene 1940’lar. Lisede ogrenci.
O yillarda, bugunkunun aksine, lise ogrencileri hep ayni yaslar civarinda degilmis. Iclerinde 20’li yaslarini asmis, sakali biyigi coktan cikmis, gencler de var.
Bunlarin cogu da, yasak olmasina ragmen, atesli ya da atessiz silah tasiyabiliyormus. Yani, okul yonetimi herseye cok da hakim degilmis.
Neyse. Konumuza donelim.
Bir hocalari varmis, enteresan bir sahsiyet. Sinav yapmadan once sinifa sorarmis: “Hazirliksiz olan var mi; mazereti olan, sinavi ertelememi isteyen var mi?”
Eger bir kisi dahi el kaldirirsa, sinavi –sorgusuz sualsiz– ertelermis.
Boyle bir kac erteleme sonrasinda, bir gun, artik sinifta kimsenin mazeret beyanina yuzu tutmaz, ve nihayet sinav yapilirmis.
Ogretmenin bir baska ozelligi de, sinav kagitlarini hemen oracikta –daha siniftan cikmadan– okumak, degerlendirmek ve herkesin notunu orada vermekmis.
Iste boyle bir gun, yine sinav yapilir; yine hoca sinifta kagitlari okur. Fakat, iclerinden birisi cok berbat bir not almistir.
Bunun uzerine, hoca, o ogrenciye sorar: “Oglum, kac defa erteledik, eger calisamamis isen, tekrar soyleseydin, yine ertelerdik. Bu kadar kotu bir not almanin sebebi nedir?”
Bunun uzerine, bu kart ogrenci, ayaga kalkar ve “Hocam benim mazeretim var” der.
Bunu duyan hoca, hem kizar hem de merak eder. Sesini normalden fazla yukselterek: “Neymis bakalim mazeretin?” der.
Ogrenci: “Hoca, bende kafa yok, kafa. Mazeretim bu!” diye cevap verir.
“Şapşal Şaban” mahlasıyla bana gönderilen bu “politik hicvi” yazarının ricası üzerine (kendi teknik bakımdan yapamadığından) buradan yayınlıyorum. Bölüm bölüm devamı gelecekmiş:
SERGÜZEŞT-İ BAŞDRAL
-Sultan 4. Murat tarafından hiciv yazması yasaklanan Nefi,
“Bugünden ahdim olsun, kimseyi hicvetmeyim, illâ
Ger icazet verseydin, hicvederdim bahtı nâsazı”
diyerek hiciv yazmaktan vazgeçerken kendi bahtını hicvetmiştir.
Bense kimseyi hicvetmeden yalanlar düzüyorum.
Ola ki alınan olursa kabahat benim değil.
“Aldanma ki şair sözü elbette yalandır”-
-I-
Gidiyor onyedi yi’mbeşi takmış peşine
Gidiyor rasgelemez bir daha millet eşine
Bir elinde kasetler bir elinde ses kaydı
Sıkıysa hayır desin Bohçacı mı ne baydı
“-Baylara bayanlara ayrı servisimiz var
Türkücü’ye verecek daha çok dersimiz var
İnandı salak millet “aldatıldık” dememe
Beni aldatacağı susuz salarım Memen’e
O Mapo salağı da beni kandırdı sandı
Anladı da sonunda keten helvası yandı
Aldım mı ayağımın altına milliyeti
Dürbünle arasa da bulamaz hürriyeti
Canımı sıkarsanız Divanı bombalarım
Hem bu defa boş değil dolusuna atarım
Kimsede bırakmadım bu güne dek öcümü
Morbakan ve Mül’e de gösterdim ben gücümü
Yıllarca huzurunda sap gibi durdurdunuz
“Matam Matam” diyerek başımıza vurdunuz
Gördünüz mü nasıl da sürüdüm heykelini
Ödeteceğim size Memalizm’in bedelini
Bundan böyle hiç kimse izinsiz öksüremez
“Gör” dersem eğer görür “görme” dersem göremez
Günde üç kezden fazla kimseler osuramaz
Taktırırım kıça egzost havamızı bozamaz
O neydi öyle geziler gösteri nümayişler
Kımıldayın da görün açılır başa işler
Kızdırmayın lan beni yoksa size buğz ederim
Uslanmayanlarınızı Mensar’a devrederim
Beğenmeyenler varsa buyursun gitsin derim
Parayı bastıranı vatandaş kaydederim
Cebinde yok parası ne de bir parsel arsası
Dikilir karşıma bir de vatandaş maskarası
Yok öyle Mürk ırkıymış bilmem neymiş anlamam
Paralı bir gâvuru yüz bin Mürk’e satamam
Ok hedefe ulaştı gel sen bu derde dayan
Kiliseden çal eğer bir mum yetmez diyorsan
Bu diyar var oldukça ben Drallar başıyım
Sade Drallar değil her bir şeyin başıyım”
Şapşal Şaban
OHAL kapsamında izdivaç programlarına yasak konmuş. Çok iyi bir haber. Bu yozlaşmaya kim dur dese iyidir.
Sayın Zileli ve bu sitedeki başka bazı yazar ve yorumcular gibi özgürlük kavramını idealize edenler (M. Argüman’ın deyimiyle) bu yozlaşmaların “özgürlüğe” halel gelmeden nasıl kalkmasını umuyorlar? Onların çözüm önerileri nedir? (Tabii burada devrim olana kadar, kapitalizm koşullarında nasıl kaldırılabileceğini soruyorum.)
devlet’i ticari bir firma gibi gören; siyasi cikar ile ekonomik cikari bir ayni $eyler sanan cehalet
necip’in 211 nolu yorumuna cevaben:
necip’in linkini verdigi star gazetesinden “beril dedeoglu” adli yazarin yazisindan alinti:
“Karaçok, Suriye’nin Rojava bölgesinde ve Türkiye sınırına çok yakın. Şengal (Sincar) ise Irak’ta ve Suriye sınırına çok yakın. Türkiye’nin bu bölgeye askeri operasyon yapma nedeni, PKK, YPG ve Şengal Direniş Birlikleri’nin Türkiye’ye yönelik saldırılarını buralardaki yığınakları sayesinde gerçekleştirmeleri.”
yazarin bu ilk paragrafindan devletin resmi tezini dillendirmek suretiyle islami rejimin borazanligini yaptigini anlamak güc degil.
dahasi yazar, bu yazdiklari ile kürt sorununda cehaletini gözler önüne serdigi gibi, devletin resmi tezine birde eklemeler yapmi$.
birincisi, “$engal direni$ birliklerinin” t.c.’ye saldirdigi yazarin uydurmasi ve t.c. yöneticilerinin de “$engal direni$ birlikleri türkiyeye kar$i eylem yapiyor” gibi bir iddiasi hic olmadi.
“$engal direni$ birlikleri”, yezidilere saldiran i$id’ci sunni cihadcilarin kürt gücleri -pkk+pe$merge- tarafindan $engalden uzakla$tirilmalarindan sonra oranin yerli yezidilerinin kendilerini sunni cihadcilara kar$i korumak icin olu$turduklari silahli birlikler oluyorlar.
yani, bu silahli birliklerin türkiye ile uzaktan yakindan alakasi yok. pkk’nin yezidi birliklerini askeri yönden egitmesinin t.c.’ye yönelik bir tehdit olarak degerlendirmek gülünc olur, cünkü yezidilerin t.c. devleti ile hicbir ali$ veri$leri olmadigi gibi, t.c.’ye saldirmak orda kalsin, yezidilerin kendilerini i$id’e kar$i savunacak gücleri bile yok. peki t.c.’yi rahatsiz eden nedir?
cevap: pkk’nin, “yezidileri savunan/koruyan güc” olarak sahneye cikip i$id’ci cihadcilara kar$i sava$masini nakite cevirme gayretleri.
pkk bu sayede hem $engal’de/irak’ta/güney kürdistan’da kendine yer edinmeye cali$ti hem de yezidilerin hristiyan olmalarindan dolayi avrupa ve amerika kamuoyunda yezidileri sunni cihadcilara kar$i savunan güc olarak pkk, “terörist” imajini kismen düzeltme imkani buldu.
bütün bunlar t.c. devlet adamlarini ve pkk’yi kendine rakip olarak gören barzani’yi fena halde rahatsiz etti, ediyor.
ayrica ypg’nin, t.c.’nin son hava saldirilarindan kadar, t.c.’ye yönelik tek bir eylemi olmami$tir; aksine t.c., ypg’yi/suriye kürtlerini “terörist” olarak kategorize edip, rojavada ki kürt kantonlarini da kendi milli güvenligine “tehdit” olarak gördügünden beri rojavaya yönelik sürekli taciz ve saldirilarda bulunmasina ragmen ypg, t.c.’yi “tahrik etmemek” düsüncesiyle sürekli alttan aldi.
yazarin yazdiklarinin hepsini buraya alinti yapip argümanlarini cürütmeye kalksam yorum cok uzayacak.
yazinin genel icerigi t.c.’nin kürtlere yönelik saldirilarini “me$ru” göstermeye cali$an resmi devlet argümanlarinin yeniden üretiminden ba$ka bir$ey degil.
yazar, ABD’nin suriyede neden t.c. ile degil de kürtlerle ortak i$ yaptigini “ABD’ye pahaliya patlar” gibi sacma sapan bir gerekce ile aciklamaya cali$iyor. ABD’ye neden pahaliya patlar, bunun aciklamasini da yapmami$.
yazarin diger bir iddiasi “ortada i$id ile mücedele diye bir$ey yokmu$”.
demek ki ABD öncülügünde kurulan koalisyon ucaklarinin kac yildan beridir i$id’e yönelik hergün yaptigi bombarduman kandirmaca ya da antreman.
kürtler/ypg de, i$id’in kobani’ye saldirmasindan $u anda ki rakka’ya dogru ilerleyi$e kadar, i$id ile degilde hayaletlerle sava$iyorlarmi$.
ABD suriyede neden islamci erdogan ile degil de ypg ve ypg ile beraber hareket eden arap ve türkmenlerle i$ yapiyor?
cevap: sunni islamist akp rejimi en ba$indan beri, körfez arap monar$ileriyle beraber, -i$id ve el kaide de dahil olmak üzere-, esad rejimini yikmak icin dünyanin dört bir yanindan suriye’ye dolu$an bu sunni cihadcilara hem sponsorluk yaptilar hem de lojistik destek sundular.
bu projenin sahibi ve orkestra $efinin ba$ emperyalist ABD oldugunu belirtelim.
i$id’in güclenerek ön plana cikmasi, ardindan “halifelik” ilan etmesi ve tüm hristiyan alemine “haclilar” diyerek sava$ ilan etmesi sonucu ABD, “ilimli islamcilar” ve “amerikan düsmani islamcilar” ayrimi yapti; yapmak zorunda kaldi.
i$te bu noktadan itibaren ABD ile sunni cihadcilarin sponsorlugunu yapan türkiye ve körfez arap monar$ileri arasinda görü$ ayriliklari belirmeye ba$ladi.
obama’nin türkiye, suudi arabistan, katar, BAE gibi devletlere yaptigi “cihadcilari destege devam fakat i$id’i ayirin; i$id’e destek vermeyin” uyarilarini bu devletler ya hic dikkate almadilar ya da ancak kismen dikkate aldilar. neden?
mesela islamist erdogan i$id’i sadece esad rejimine kar$i degil, ayni zamanda kürtleri ezmek icin, kürtlere kar$i da sava$tiracak “faydali” bir güc olarak görüyordu/gördü. erdogan’in müjde verir gibi “kobani dü$tü dü$ecek” söylemini hatirlayalim.
i$te ABD’nin suriye’de i$id’e kar$i i$id’in sponsoru islamist erdogan’in yerine, zaten i$id ile sava$ta olan ypg/kürt güclerini tercih etmesinin asil sebebi budur.
bilindigi gibi, daha sonra erdogan, ABD’yi sirf kürtlerle ortak i$ yapmaktan caydirmak icin direksiyonu kirip, i$id’e destegini kesti kesmesine ama, i$ i$ten gecmi$ti ve ABD artik kararini kürtler lehine vermi$ti.
necip’in yukarda linkini verdigi islamci akp medyasinin anlattigi “maddi cikarlar” safsatasinin asli budur; gercekler bundan ibaret.
Necip mecip, sende dürüst bir kalp ve insan erdemi var mı diye sorsalar, lafazan cevapların yetişir. Önce çene, sonra beyin! Motor ters sarıyor.
Ben, arkeoloji dili, Latin meselesi kötü bir şey demedim ki! Zor yanı dedim ve bunu da arkeolojinin tatlılığına bağladım.
Sen, eveleme geveleme, dil döndürmece, bilmece bulmaca, kandırmaca, dönmece uzmanı mısın? Değilsin; hiçbirşey de olamazsın. İnsanlık, adamlık, pazarda satılsa alırdın ama, satılmıyor.
Çoklarının sıkıntısı, tek tasası para ise, bir zamanlar o para denen kağıtları kamyonla taşıdığımı bilirim; gözümde hiç bir değeri yoktu. Sizin emperyalizminize, kapitalizminize, faşizminize de hiç pabuç bırakmadım. Karşımda zedeli şeyler oldular: Afetzede, depremzede gibi.
Sizin okuduğunuz okullara ben oyuncaktan eğlence evleri gibi baktım. Sonunda ”log-loji” olan alanlarınızı zeka katliamı oyunları saydım. Benim gerçek okulum, hayatın kendisi, doğallık, anlayışla çözümleme ve yararlı olma üzerinedir.
Durunuz daha, devam edip bitirmediğim 3 okul mokul daha var. Firari, eşkıya, delifişek çoban ağabeyiniz, çoğunuzun ‘kariyer’ , ‘istikbal’ , vb. dediğiniz şeylerin bir gübre etmediğini gördü geçti.
‘Bataklık’ yurt olsa, İhtiyar çoban, dağ doruğunda ateş yakmayı seçer.
İzdivaç programları ev hanımlarını uyutmak için bir afyon niteliğindedir.
“devlet’i ticari bir firma gibi gören; siyasi cikar ile ekonomik cikari bir ayni $eyler sanan cehalet”
Rica etsem, icinde ‘ekonomik cikar’ (yani, maddi getiri ya da maddi ziyandan kacinma) amaci barindirmayan herhangi bir ‘siyasi cikar’ ornegi verebilir misiniz?
Yazdiklarinizin geri kalan kismi uzerine cok fazla sey yazacak degilim.
Ama, su kadarini soylemekle yetineyim: Ateist oldugunu soyleyen birisinin ‘Allah’ inancinin bu kadar derin ve kuvvetli olabilecegi kirk yil dusunsem aklima gelmezdi…
Su bakimdan soyluyorum: Siz, anlasilan, (dunyanin askeri ve istihbarat gucunun en az yuzde 80’lerine denk gelen) 60’dan fazla devletin (koalisyon) karsisinda ISID diye bir seyin ortaya cikmasini ve varligini devam ettirebilmesini ‘onlara Allah yardim ediyor’ seklinde acikliyorsunuzdur herhalde.
Oyle ya; dunyanin %80’ine denk gelen 60+ ulkenin karsisinda ancak ‘Allah’ durabilir; cunku herseye ‘O’nun gucu yeter.
Yok, eger sizin aciklamaniz bu degilse; o zaman, bir zahmet, bana ayaklari yere basan –akil suzgecinizden gecirdiginiz– ciddi bir aciklama lutfedin.
Yalniz, anlatacaginiz hikayenin icinde, lutfen, dag baslarinda, magaralarda ya da colun ortasinda karnini zor doyuranlarin onca silaha, paraya ve iletisim imkanlarina nasil eristikleri de olsun.
“Durunuz daha, devam edip bitirmediğim 3 okul mokul daha var.”
O da bir sey mi?
Benim –bitirmek bir yana– hic gitmedigim binlerce (hatta, sayisiz) okul-mokul var.
“Firari, eşkıya, delifişek çoban ağabeyiniz, çoğunuzun ‘kariyer’ , ‘istikbal’ , vb. dediğiniz şeylerin bir gübre etmediğini gördü geçti.”
Hic alamadigi Ferrari’sini hic satamamis –ama, ‘birakip gittim’ diyen– bir ‘bilge’ ile muhatabiz, anlasilan.
Dunya denen bu ‘zerzevat sepeti’nde bir tane de bundan olmasini yadirgaMAmak lazim.
Ergenekon hükümlüsü Ergün Poyraz’ın bir kitabında okumuştum, Şerif Mardin’in Nurculuğu Kemalizm karşısında göklere çıkardığından bahsediyordu.
Sizin de aklınıza AKP’yi Balkan oligarşisi karşısında göklere çıkaran Necip gelmedi mi?
[Şimdi hatırladığım o cümleleri arayınca buldum, alıntılıyorum;
“Said Nursi’yi ve Nurculuğu güncelleştirmek ve uluslararası düzeyde önemli kılmak yönündeki çabalar, Şerif Mardin’in tam da “Yeni Dünya Düzeni”nin doğuşuyla birlikte piyasaya sürülen, Said Nursi hakkındaki kitabıyla yeni bir halkaya kavuşmuştur. Halen Amerika’da Washington Üniversitesinde görev yapmakta olan Şerif Mardin, 1998 Mart ayı başında Türkiye’ye geldiğinde, basına yansıyan açıklamalarından anlaşıldığına göre, daha özgür olduğu için Amerika’da yaşadığını ifade etmiştir. Oysa, Türkiye’de özgürlüklerin en çok kısıtlandığı 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde bile, bilindiği kadarıyla, bu zatın başına en ufak bir şey gelmiş değildir. Said Nursi’yi ve Nurculuğu Kemalizm karşısında göklere çıkaran kitabı da Türkiye’de özgürce basılmış ve satılmıştır.
Bütün bunlardan sonra, Şerif Mardin’in kendisini Aksoy’lar, Üçok’lar, Mumcu’lar… safında bir özgürlük kahramanıymış gibi göstermeye kalkışması biraz garip kaçmıyor mu!
Ayrıca sorulması gerekir: Şerif Mardin, Martin Luther King gibi veya Kennedy kardeşler gibi, Amerika’da mevcut özgürlüklerin sınırlarında dolaşmasını gerektiren bir şeyler mi yapmıştır ki orada daha özgür olduğu sonucuna varabilmiştir?”]
O kadar rahatsızsanız seyretmezsiniz olur biter. İslami faşizmin hiçbir yasağına alkış tutmam. Nitekim, Wikipedia da yasaklanmıştır biliyorsunuz. Dünyanın en büyük ve kolektif ansiklopedisini bile yasakladılar.
necip’in 224 nolu yorumundan alinti:
“Rica etsem, icinde ‘ekonomik cikar’ (yani, maddi getiri ya da maddi ziyandan kacinma) amaci barindirmayan herhangi bir ‘siyasi cikar’ ornegi verebilir misiniz?”
$imdi de necip’n linkini verdigi akp medyasindan star gazetesinin kö$e yazarzi “beril dedeoglu”nun yazisindan iki alt ba$lik:
“Rusya’ya karşı ‘en karlı’ oyunu oynama”
“Türkiye’ye karşı ‘en az maliyet’ oyunu kurma”
anla$ilan beril hanim uluslararasi/devletlerarasi siyaseti bir monopoli oyunu gibi görüyor.
önce $u akp’li islamci madrabazlarin ve basininin sahte “anti-emperyalizm” söylemini te$hir etmek lazim.
akp basinini okuyan ve erdogan’in “ver mehteri” manasinda ki demeclerini okuyanlar, birde perincekci/aydinlikci ulusalci fa$istlerin söylemlerine bakanlar türkiye’yi ABD ile sava$ta sanir. kendilerini ABD’ye kafa tutan k. kore sanan ve öyle sunan islamci madrabazlarin devleti t.c. kimdir?
cevap: ikinci dünya sava$indan sonra kurulan amerikan dünya düzeninde safini amerika/nato cephesinde belirlemi$; o yillardan beri de nato’nun güney kanadi olarak komünizme kar$i kalkan olmu$; bu hizmetleri kar$iliginda amerika ve almanya’dan her yil düzenli olarak askeri/mali yardim almi$; on küsür kere IMF’nin kredileriyle ekonomik krizden cikarilmi$ bir devlet.
islamci madrabazlara ve aydinlikci fa$istlere sormak lazim: madem amerika ile sava$tasiniz nato üslerini neden kapatip, amerikan askerlerini yurtdi$i etmiyorsunu?
türkiyede ki amerikan ve AB sermayesini neden yurdi$i edip ticari ili$kinizi kesmiyorsunuz?
ya da tersinden soralim, madem ABD ve AB ile sava$tasiniz, sosyalist blok’u, küba’yi, k. korey’yi, iran sii molla rejimini, esad rejimini, kaddafi rejimini devirmek icin elinden geleni ardina koymayan ABD ve AB; türkiyeye neden tek bir yaptirim uygulamiyor; tam tersine “türkiye nato müttefigimizdir; ticari ortagimizdir” gibi aciklamalar yapiyorlar, ona göre de davraniyorlar?
islamcci madrabazlar ve aydinlikci fa$istler devletleri t.c.’nin ABD ve AB ile “cikar cati$masini” $anli bir anti-emperyalist mücadele olarak pazarlamaya cali$iyorlar.
kime, alicisi kim? “halk” denilen
necip’in 224 nolu yorumuna cevaben:
yukarda ki yorumum bitmeden yanli$likla gönderildi, kaldigim yerden devam ediyorum:
islamcci madrabazlar ve aydinlikci fa$istler devletleri t.c.’nin ABD ve AB ile “cikar cati$masini” $anli bir anti-emperyalist mücadele olarak pazarlamaya cali$iyorlar.
kime, alicisi kim? “halk” denilen faydali ahmaklar toplulugu: reji, ver mehteri, pompala gazi!”
devlet neden ticari bir firma degildir ve devleti yöneten siyasetciler neden ticari bir firmanin sahibi gibi hesap yapmazlar?
türkiye ile yunanistan arasinda ki “be$ para etmez” kardak kayaliklari bilmem, keci kayaliklari krizlerini, tarti$malarini göz önüne alalim: o kayaliklarin ihtiyar coban’in deyimiyle gübre kadar kiymeti yokken, bu kadar gürültü neden?
ayni $ekilde güney cin denizinde cin devletiyle vietnam, filipinler, japonya vs. arasinda da yine ekonomik olarak kayda deger bir anlami olmayan adalar icin bu kadar gürültü neden?
t.c., “hava sahami ihlal etti” diye neden o kadar riski göze alip rusya ucagini dü$ürdü; t.c.’nin bundan maddi cikari orda kalsin bir sürü ekonomik zarari oldu.
t.c. devlet adamlari cumhuriyetin kurulu$undan beri neden kürdistanda bir sava$ yürütüyorlar, bu sava$ cercevesinde vatanda$larini katlediyorlar; kendi dagini, arazisini bombaliyorlar?
t.c. devlet adamlari “bölücü terörö” ile sava$inin t.c. maliyesinin en az 30-40’na mal oldugunu bildikleri halde, neden kürtlerin ana dilde egitim, yerel otonomi gibi kültürel/siyasi haklarini taniyip, kürt sorununun maddi külfetinden kurtulmuyorlar?
böyle sorulari ve örnekleri cogaltmak mümkün ama devletin ticari bir firma olmadigini anlamak icin bu örnekler yeter.
her devletin bir ekonomisi oldugunu, ve ekonominin önemini bilmeyen ya da inkar eden mi var? hayir.
necip’ten alinti:
“Yok, eger sizin aciklamaniz bu degilse; o zaman, bir zahmet, bana ayaklari yere basan –akil suzgecinizden gecirdiginiz– ciddi bir aciklama lutfedin.
Yalniz, anlatacaginiz hikayenin icinde, lutfen, dag baslarinda, magaralarda ya da colun ortasinda karnini zor doyuranlarin onca silaha, paraya ve iletisim imkanlarina nasil eristikleri de olsun.”
bunun cevabini yukarda zaten verdigim halde necip ya demagoji yapiyor ya da dünyadan haberi yok cünkü ingilizcesi oldugu halde dünya basinini takip etmiyor; tutucu/muhafazakar duygularinin asiri bir mantik ile sadece islamci madrabazlarin “ver mehteri” babinda yazdiklari safsatalara dayanarak burda yorum yaziyor.
i$id’ci sunni cihadcilarin dag ba$inda, cöllerde, magaralarda ya$adigi nerden cikti?
anla$ilan necip’in, i$id’in kurdugu halifelik devletinden haberi yok; i$id’in yakin zamana kadar icinde musul gibi büyük $ehirlerde dahil, türkiyenin yarisi büyüklügünde bir cografyayi kendi egemenligi altina aldigindan haberi yok.
i$id örgütünün gücü nerden geliyor?
yukarda yazdim: sponsorlarindan. kimdir bu sponsorlar?
para, ba$ta suudi arabistan ve katar olmak üzere, körfez arap monar$ilerinden ve sunni cihadci arap zenginlerinden. silah,mühimmat ve personel sevkiyati, lojistik türkiye üzerinden.
t.c. ayni zamanda cihat sava$cilarin tedavi olup dinlendikleri, hatta egitim gördükleri bir devlet oluyor.
bunun birde güney cephesi var: israil’in esad rejimini devirmek icin güneyden i$id de dahil, sunni cihadcilara verdigi destek var.
arti, i$id’in musul merkez bankasinda ki paralara el koymasi; i$id’in ba$ta petrol olmak üzere, yaptigi ticaret; halktan topladigi vergiler; i$id’in artik kendisinin ürettigi patlayici ve silahlar vs.
bu yazdiklarim sir falan degil, necip, türk yazar “fehim ta$tekin”in yazdiklarini okusa bile meseleyi anlayacak, fakat o kendi kücük muhafazakar dünyasinda ya$iyor.
“Sizin de aklınıza AKP’yi Balkan oligarşisi karşısında göklere çıkaran Necip gelmedi mi?”
Eger akliniza gelen o ise, ya ben yanlis anlatmisim ya da siz yanlis anlamissiniz.
Ben, ‘Balkan Oligarsisi’ artik kaybettigini (ya da kaybetmek raddelerinde oldugunu) soylerken, bunu gerceklestirenin AKP oldugunu soylemedim.
Sebebi de basit: AKP, tek basina, boyle bir sonuca ulasmak icin cok kucuk, hatta onemsiz bir yapidir.
Bir tur ‘spearhead’ (‘mizrak ucu’) gorevi yapmis olabiir; ama, butunsel anlamda sonucu tayin edici bir rol icin cok kucuktur.
Yani, aslinda, AKP’yi ortaya cikaran sosyolojiye bakmak gerekir.
Bu sosyoloji, ayni zamanda, ‘Cemaat’i de ortaya cikaran, ona insan kaynagi olan sosyolojidir.
Yani, ‘Cevre’nin ‘Merkez’de olmak, pastanin/lavasin asil bolusuldugu yeri ele gecirmek (elde etmek) arzusudur/hevesidir/hirsidir.
Isin ilginci, bu arzusunun/hevesin/hirsin en yogun kristalize oldugu –en iyi odaklamanin yapildigi– yer de, Milli Gorus filan degil, bence, Cemaat’tir.
Derdim Cemaat guzellemesi yapmak degil, su siralarda bu hic de ‘politically correct’ de degil zaten; ama, geriye dogru dikkatle bakarsaniz, ‘Balkan Oligarsisi’ ile en derin, en kiran kirana ve en uzun soluklu mucadeleyi veren bu yapidir.
Bu bakimdan bakarsak, basarili oldugunu da teslim etmeliyiz.
Bunu (bu ‘basari’yi), tabii ki, sonuca bakarak soyleyemeyiz; cunku, sonucta –ulkeyi devralmak baglaminda– Cemaat kaybetmis gorunuyor; o ayri.
Ama, ‘Balkan Oligarsisi’nin bir daha belini dogrultamayacak noktaya gelisinde Cemaat’in payini (daha dogrusu, Cemaat’e insan kaynagi olan kitlenin sosyolojisini) gozardi etmemizi gerektirmez bu.
AKP (ve Milli Gorus tabani), Cemaat bu canhiras mucadeleyi yaparken, cogunlukla kenarda beklemis ve her iki taraf da birbirini yeterince zayiflattiktan sonra ‘live to tell the story’ (hayatta kalip hikayeyi anlatacak birisi olmak) cinsinden ortaya cikarak boslugu doldurmaga aday olmustur.
Buna firsatcilik diyebilir miyiz?
Emin degilim.
Buna ‘result of unintended consequences’ (niyetlenilmemis sonuclarin/hedeflerin neticesi) veya ‘sans’ demek daha uygun gibi geliyor bana.
Gunumuze, bugune donelim:
Ben, referandum sonuclarina itirazlarin bir ise yaramayacagini, bunun bir ‘devlet projesi’ oldugunu dusundugumu daha once yazmistim. Benim kanaatim buydu ve hala daha da bu.
Fakat, ‘Balkan Oligarsisi’nin temsil ettigi ‘muesses nizam’in el degistirmesinin nasil olacagini kestiremiyordum. Vurusarak mi cekilecekler; yoksa, daha bariscil (sulh ile) mi olacakti?
Galiba, ikincisi soz konusu. Bunu da, Disk’in 1 Mayis kutlamalarini Taksim’de degil de bundan boyle Bakirkoy’de yapacagini aciklamasindan cikarsiyorum.
“önce $u akp’li islamci madrabazlarin ve basininin sahte ‘anti-emperyalizm’ söylemini te$hir etmek lazim.”
Iyi olur da, bunu militan diliyle, tek tarafli sloganlarla yapmaniz hic de kolay olmayacak.
“islamci madrabazlara ve aydinlikci fa$istlere sormak lazim: madem amerika ile sava$tasiniz nato üslerini neden kapatip, amerikan askerlerini yurtdi$i etmiyorsunuz?
türkiyede ki amerikan ve AB sermayesini neden yurdi$i edip ticari ili$kinizi kesmiyorsunuz?”
Cevabi hayli basit olan seyler uzerinde cok fuzuli zaman harcamissiniz: Bu adimlari atmanin potansiyel zarari elde edilebilecek faydadan coktur. O yuzden, o adimlar atilmaz.
Yani, ekonomik acidan, fayda-maliyet hesabi, negatif cikiyor.
Diger yazdiklariniz, malesef, icinizi bosaltmak, soyleyerek rahatlamak bakimindan tabii ki faydali; ama, konumuzla alakali degil.
“devlet neden ticari bir firma degildir ve devleti yöneten siyasetciler neden ticari bir firmanin sahibi gibi hesap yapmazlar?”
Yeni bir ‘devlet’ teorisi mi duyacagim diye merakla devamini okudum.
Heyhat, nerede bende oyle bir sans.
Onun yerine, klasik kahve muhabbeti yazmissiniz.
“türkiye ile yunanistan arasinda ki ‘be$ para etmez’ kardak kayaliklari bilmem, keci kayaliklari krizlerini, tarti$malarini göz önüne alalim: o kayaliklarin ihtiyar coban’in deyimiyle gübre kadar kiymeti yokken, bu kadar gürültü neden?”
Ihtiyar Coban nam arkadasimiz bu konularda bir tur uzmandir, tabii ki; ama, o kadar uzmanlik kendisinden degil bekledigi binlerce koyunun herhangi birinden de edinilebilcegi icin, kendisini kolayca gozardi edebiliriz.
Simdi gelelim Kardak ve diger ‘kayalik’lara.
Sizin bilmeniz gerekli degil tabii ki; ama, yine de tamaminin bir ekonomik degeri olmayan Yunanistan’in neden AB’ye alindiginin uzerinde biraz dusunmeniz lazim.
Amac, antik Grek medeniyetine sahip cikmak idiyse, bu medeniyetin (Atina haric) tamami Turkiye’nin Ege sahillerinde tecelli etti. Bunu da, konuyla ilgili her Avrupali bilir zaten.
Mesele eger Atina olsaydi, orada zaten duruyordu, hala daha da duruyor; herkes gibi, her Avrupali turist de her zaman gidip gorebilirdi, gorebilir.
Yok, mesele Yunanistan topragi idiyse; walla, kirac daglarinda zeytin agaclari ve keciden baska bir sey yetismeyen bu toprak parcasini hic de oyle kiymeti yok. Keci eti/sutu ve zeytin icin kimse Yunanistan’a mahkum da degil zaten.
Geriye ne kaliyor?
Ege denizindeki hidrokarbon yataklari. Ziyadesiyle zengin petrol ve dogalgazdan bahsediyorum.
Bunlari sizin gibi kahve kosesi ufkundan bakanlar bilmek zorunda degil; ama, bilenler pekala biliyor.
Bundan 30+ sene once Yunanistanli isadami ahbabimla sohbet ederken, muzip bir tebessumle, “bizi ceyizimiz icin aldilar” demisti. Ikimiz de ‘ceyiz’in yukarida bahsettigim kaynaklar oldugunu biliyorduk.
Ayni sey, Kibris icin de gecerlidir.
Icecek yeterince suyu olmayan, elektrigini de dizel jeneratorlerle uretmege calisan Kibris’in kiymeti –olsa olsa– bazi bolgelerinin sayfiye yeri olmasi olabilir.
Ama, tam olarak oyle olmadigini yakin zamanda gorduk: Etrafinda, denizde, zengin hidrokarbon yataklari var.
Bunlari cikartip satabilirlerse, paraya para demeyecekler. Dahasi, AB de, enerjide disa bagimliligini yok denecek seviyeye indirgeyebilecek.
Bu baglamda, yakin gecmiste, cikacak olana ortak olmak icin, Turkiye, Kuzeyi de AB’ye devretmegi teklif etti.
AB, ve Guney ahalisi, bunu kabul etmedi. Turkiye’ye zirnik koklatmamak niyetine tamam da, arkasini getirmek onemli.
Yapamadilar ve sonucta geldi ABD sermayesi oturdu oraya. Onlar da, Turkiye ile anlasmazlarsa, maliyetlerinin cok yukselecegini biliyorlar. ABD ile anlasmak daha kolay; cunku, onlar Kibris’tan cikacak olana cogunlukla sadece ticari gozle bakiyorlar; AB’ninki gibi ‘yasamsal’ bakmiyorlar.
Donelim Kardak ve diger ‘kayalik’lara.. Buradaki gorsel atismalarin arkasinda hep su vardir: Ege denizindeki hidrokarbon kaynaklarindan Turkiye’nin payini vermezseniz, ya yapazsiniz ya da size cok pahaliya patlar.
50 senedir devam eden bir pazarliktir bu –Hora gemisini hatirlayanlar bilecektir.
Kisacasi, ornek diye verdiginiz sey tam olarak ekonomik cikarlara ornektir ve konuyu bilmediginizi ifsa etmenizden oteye bir sey yapmis olmuyorsunuz.
[Sahi.. Siz, Turkiye’nin NATO semsiyesi altinda olmayan tek ordusunun Ege Ordusu oldugunu da bilmezsiniz, buyuk bir ihtimalle. O ordunun neden kuruldugu hakkinda da, muhakkak, cok heyecanli magazinel/Marksist teoriler de yazarsiniz.]
“böyle sorulari ve örnekleri cogaltmak mümkün ama devletin ticari bir firma olmadigini anlamak icin bu örnekler yeter.”
Siz, bakkal dukkani seviyesinde yapilan faaliyete ‘ticari’ dediginiz icin, ondan daha uzun erimli/menzilli ve daha kapsamli faaliyetlerdeki ticari vizyonu goremiyorsaniz, kabahat benim mi?
“anla$ilan necip’in, i$id’in kurdugu halifelik devletinden haberi yok; i$id’in yakin zamana kadar icinde musul gibi büyük $ehirlerde dahil, türkiyenin yarisi büyüklügünde bir cografyayi kendi egemenligi altina aldigindan haberi yok.”
Bu kadar ufuksuzluk gormek beni kahrediyor.
Bahsettiginiz ‘halifelik’ ya da ‘devlet’, yer ile yeksan edilen Irak’in bir kisminda ortaya cikmis degil mi?
Yani, ‘koalisyon’ dedigimiz 60+ devletin halen her sekilde mevcut oldugu bir toprak parcasinda..
Bu ‘halifelik’in hava gucu yok. Sifir.
Sadece kara gucu ve insan kaynagi var.
Bir yerden bir yere, tanklar ve Toyotolar ile gitmiyorlar mi?
Kolaisyonun, birakin kara gucuyle bir seyler yapmasini, hava kuvvetleri, roketler ve drone’lar ile birkac saat icinde cil yavrusu gibi dagitacagi bir seyi siz benim ciddiye almami istiyorsunuz.
Siz ciddiye alabilirsiniz; ona bir ey diyemem. Ama, bunlari deyince, sizi ciddiye alamayacagimi bilmeniz lazim.
“i$id örgütünün gücü nerden geliyor?
yukarda yazdim: sponsorlarindan. kimdir bu sponsorlar?”
Guldum simdi. Asil sponsorlari gormeden, aracilari onemserseniz, yapacaginiz analiz de bu kadar olur.
Keske, siz de, ‘onlara Allah yardim ediyor; o Kadir-i Mutlaktir; Onun herseye gucu yeter’ filan gibi seylr soyleseydiniz.
Ona da itibar etmezdim; ama, en azindan itiraz etmek daha zor olurdu.
“arti, i$id’in musul merkez bankasinda ki paralara el koymasi; i$id’in ba$ta petrol olmak üzere, yaptigi ticaret; halktan topladigi vergiler; i$id’in artik kendisinin ürettigi patlayici ve silahlar vs.”
Kuzum, gercekten.. Cocuk musunuz siz?
Musul’un ele gecirilmesini ISID’in yetenekleri arasinda sayiyorsaniz, kolaisyonun (uzaktan kumandayla tamamini silmek mumkunken) mudahale etmeyisini dikkate almiyorsaniz, siz, bana kurt masali anlatiyorsunuz demektir. Sizin inandirildiginiz kurt masallarini bana anlatmayin, karsilik bulmaz, demek istiyorum.
“bu yazdiklarim sir falan degil, necip, türk yazar ‘fehim ta$tekin’in yazdiklarini okusa bile meseleyi anlayacak, fakat o kendi kücük muhafazakar dünyasinda ya$iyor.”
Kilavuzunuz Fehim Tastekin gibi amigolar oldugu muddetce kendi burnununuzun ucunu dahi goremeyisinizi anlayisla karsiliyorum.
“OHAL kapsamında izdivaç programlarına yasak konmuş. Çok iyi bir haber. Bu yozlaşmaya kim dur dese iyidir.”
Izdivac programlarinin OHAL ile baglantisi nedir?
RTUK’un pekala duzenleyebilecegi bir sahaya OHAL/KHK ile mudahale etmek de neyin nesi?
Sarılaşan sendikaların, işçiden başka bir şeye benzemiş işçilerin, düzenek partilerinin, İşçi Bayramında gereği yok.
Eşitlikçi, özgürlük tutkunu devrimci insanların 1 Mayıs’ı kutlu olsun; böyle işçilerin de!
“özgürlükcü/idealist” devrimcilik neden dünyayi anlamaktan ve aciklamaktan acizdir?
zileli’nin yorumunu buraya aliyorum?
“O kadar rahatsızsanız seyretmezsiniz olur biter. İslami faşizmin hiçbir yasağına alkış tutmam. Nitekim, Wikipedia da yasaklanmıştır biliyorsunuz. Dünyanın en büyük ve kolektif ansiklopedisini bile yasakladılar.”
dikkat edilirse zileli olgunun kendisini, yani tv’lerde ki izdivac/evlilik programlarini mercek altina alip incelemiyor; bu programlarin toplum yönelik amaci ve fonksiyonu nedir, kimler düzenliyor, bu i$ten kazanclari nedir, islami rejim ve taraftarlari bu programlardan neden rahatsiz oluyorlar, aciklamiyor; olgunun kendisi hakkinda bir kanaat sahibi degil, kanaat sahibi olma gibi bir niyet ve ilgi de yok.
zileli’nin mantigi $u: ben “özgürlükcü” bir devrimciyim; yasaklari savunamam hele bu yasak islamci rejimin koydugu bir yasak ise hic savunmam.
zileli, kendi baki$ acisinin ne kadar isabetli oldugunun altini cizmek icin “wikipedia’yi bile yasakladilar” diye yazmi$.
zileli’ye sormak lazim: wikipedia ile izdivac/evlilik programlarinin arasinda ki ili$ki nedir; bu iki olgunun birbiriyle uzaktan yakindan alakasi olmadigi halde, neden sanki birbiri ile ili$kili imi$ gibi gösteriyorsunuz?
dikkat edilirse islami rejim wikipedi’yaya eri$imi neden engelliyor, gerkcesi nedir, wikipedi’nin hangi icerigi islamci madrabazlari rahatsiz etti, zileli ve zileli ile ayni mantiga sahip okuyuculari bunu merak etmiyorlar; olani biteni anlamak ve kanaat/fikir sahibi olmak, böyle $eyler zileli ve okuyucularinin ilgi alanina girmiyor?
zileli icin önemli olan sözü gecen iki $eyin de yasaklanmasi; yani zileli, izdivac programlari ile wikipedia’nin yasaklanmasindan yola cikarak iki durum/olgu arasinda otomatikmen bir ili$ki kuruyor: “haaa, söz yasaklardan acilmi$ken, bu arada wikipedia’yi da yasakladilar, onu da belirteyim.”
böylelikle yasaklanan $eylerin kendisi tarti$ilmami$ oluyor, yasaklama eyleminin kendisi tarti$ma konusu oluyor; zileli’nin derdi de zaten o.
zileli ve okuyucularinin bu yanli$ ve entellektüel düzeyi/derinligi sifir olan yüzeysel mantigi, bu sefil mantigin sahiplerini izdivac/evlilik programlari gibi en sacma, en savunulmayacak $eylerin savucusu pozisyonuna sürükledigi halde kendilerini “hic ayrim gözetmeden her türlü özgürlükleri savunan; üstün bir ahlaka sahip kahramanlar” olarak görürler.
bu yanli$ mantigin beslendigi kaynak demokrasisi hayranligidir; demokrasi idealistligidir. böyleleri “diktatörlük”, “yasak” gibi kavramlari bir küfür gibi algilar ve kullanirlar. (bkz. zileli’nin yazilari)
özellikle avrupada cocuk pornografisini bile “özgürlük” adina savunan mantik i$te bu mantiktir.
gün kusura bakma ama propaganda yazısı ile umut vermeye çalışmışsın, bu nasıl bir iktidar zayıflığıdır ki göz göre göre hile yapmasına rağmen kimse itiraz edemiyor ? carl schmitt’in tespitini hatırlayalım, egemen olan hukukun üzerine çıkandır. adamlar hukukun üzerine çıktı mı ? çıktı, demek ki egemenlikte zirve noktadalar. kaldı ki arzusu güç olan, iktidarı nasıl elde ettiğini önemsemez. bu yüzden anarşist değil miyiz ? güç ile ahlak arasında tezat bir ilişki var.
şimdi diyorsun ki sonları geldi, hiç sanmıyorum. bilakis bu dönemi alt kültürü ideolojik olarak örgütlenmede, orta sınıfı ise sallanan ekonominin istikrarsız yapısı içinde üst sınıfı ise kendilerine yakın tutmak vesilesiyle tüm sınıfsal katmanlara ideolojik gömleklerini iktisadi ilişkilerle perçinleyeceklerdir. dolayısıyla 2023’de gerçekten çok katı ve halk desteği çok güçlü bir iktidar ortaya çıkacaktır.bu durumda daha çok temel hak ve özgürlüklere eğilmek ve mücadeleyi bu eksende tutmaktan başka yapılacak bir şey yok.
Küçükaydın’dan:
Enternasyonalizm, kendisinin milletin değil sınıfın çıkarını öne aldığını söylerken, aslında milliyetçilerin milliyetçilik tanımını kabul etmiş ve savunmuş olur. Bu nedenle enternasyonalizm aslında içi dışına çevrilmiş bir milliyetçiliktir.
Milliyetçilik, bir milletin çıkarını öne almak değildir; Milliyetçilik, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini savunmaktır.
Milliyetçiliğin biricik doğru tanımı budur.
Enternasyonalizm, milliyetçiliğin millet ve milliyetçilik anlayışlarına dayandığından, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini hiçbir zaman ve hiçbir şekilde sorgulamadı, dolayısıyla kendisi milliyetçiliğin ufkunun dışına çıkamadı ve dolayısıyla da milliyetçiliğin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamadı ve ona karşı hiçbir program geliştiremedi.
Bizzat Enternasyonal sözcüğü bile, yani uluslar arası sözcüğü bile, bu milliyetçi ufkun damgasını taşır. Yani uluslar arası, uluslara karşı değil. Yani a-nasyonal ya da anti-nasyonal değil.
…
Bu uygarlığın temel var oluş biçimi olan uluslara ve ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesine karşı çıkmadan, yani a-nasyonalist, anti-nasyonalist olmadan, (buradaki anti nasyonalizm, politik olanla ulusal olanın çakışması ilkesini reddetmek olarak anlaşılmalı, yani milliyetçilerin nasyonalizm tanımı anlamında anti ya da a-nasyonalizm değil) ona karşı bir program geliştirilemez
…
Bu, “dünyanın bütün işçileri” niçin birleşecek?
Ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesine son vermek için.
Yani nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ister demokratik ve cumhuriyetçi, her hangi bir dil, din, etniye gönderme yapmayan uluslar olsun, ister bunlara gönderme yapan, ulusal olanı bunlara göre tanımlayan gerici ulusçuluğa göre olsun, politik olanı ulusal olana göre tanımlamaya son vermek için. Ulusal olanı, apolitik yapmak, onu kişinin bir vicdan sorunu yapmak için. Anti-nasyonalizm ya da a-nasyonalizm budur.
…
Ama burada iş biter mi?
Hayır?
Bu bir sosyalist devrimin şiarı olur, ama işçi sınıfının gerçek hedefi, ulusal olanı özel, bir inanç ve vicdan sorunu olarak tanımlamak değildir. Bu sadece burjuvazinin siyasi biçimine son vermek olur. Halbuki işçi sınıfı için hedef burjuvaziyi alaşağı etmek, onun siyasi ve ekonomik ilişki ve biçimlerine son vermekle yetinmek değildir; o devleti ve sınıfları yok etmekle de yükümlüdür.
Emeğin, emekçiliğin ne kadar zor olduğunu anlatmak istiyorum: Eliniz keser tutar, bir rüzgarlı gün; cereyan, akım; yel girer; yürüyemezsiniz bile, çalişılamaz hal. İşten geri kalsanız, yövmiye 50 lira, uçar. (Gerizekalılara not: Yel girme, rüzgar meselesidir ve biz çalışkan fedaileri hep hasta eyler.)
Otları biçmişsinizdir; direkler sarılacak otla. Gecede, ay ışığında koyun kuzu yiyebilir, siz yaparsanız. (Ben hep yapardım; çocuklarımdır kuzular bilinciyle.) Koyun kuzu, emeğinizi sayar sever; iştahla yerler, sizin damak tadınız olurlar. Siz, eşek tarzı, yer, içer, uyur, …ar geçersiniz.
Demirci, tamirci dükkanınızı açmışsınızdır, kapitelo, faşingo, paramete, düzenbaz tezgaha rağmen. iki kira, iki vergi
üç düzenek, beş bokepe olayı… Küsersiniz bilemediğiniz üçkağıda.
Neyse! ağır ve derin konular buradaki ”zerzevat”a.
Bugün 1 mayıstı ve bir traktör çalı, söğüt, ardıç odunuyla emektar traktörle doruğa çıktım bu yaşımla. Müthiş bir ateş yaktım, Mahirli, Kaypakkayalı, Denizli, Bedrettinli, Zapatalı, Pancholu bir ateş yaktım aşağılara. Aşağılarda sirenler, alarmlar çaldı. ben kaç yaşımda adamım; herkesten çok fazlasını bilirim. yanıma bile yaklaşamadılar; Delifişek çoban var orada, dediler.
Ulan, ben ölüp gitsem, sanki bu insanların üzerine faşizm çöreklenecek. Bu yüzden, 100 yaşıma kadar yaşamaya karar verdim. ne mutlu bana, ne mutlu toprağıma, ne mutlu insanlığa.
Tanrı topraktır; evinizdir, bahçenizdir, el emeğiniz ve kararlarınızdır.
İşçi bayramı üzerine lafazan faşoluğun taa ebesini bir de!
Hala eller toprak, demir, tebeşir, bulaşık kremi filan, kuzu boku, mermer fabrikası tozo filan kokuyorsa hala umut var.
Bir uyanış var. Hissettiniz mi?
“Kartaca Yıkılmalı” – Erdoğan Gitmeli
“Raviyanı ahbar ve muhaddisanı ruzigar rivayet ederler ki”, Roma’lı, yaşlı senatör Cato, hangi konuda konuşursa konuşsun, her konuşmasını “körün değneğini bellediği gibi” daima, “bu vesileyle de şunu eklemeliyim ki Kartaca yıkılmalı” diye bitirirmiş. (Ceterum censeo Carthaginem esse delendam)
Kartaca, Fenikelilerin açtığı Akdeniz ticaret yollarının yine Fenike kökenli bir koloniden çıkmış mirasçısı idi.
Genç Roma ancak yaşlı Kartaca’nın Akdeniz ticaretindeki egemenliğine, Kartaca’yı taş üstünde taş bırakmamacasına yok ederek son verdikten sonra, Roma-Bizans-Osmanlı diye sürecek Akdeniz-Ortadoğu uygarlık alanının birliğini ve ticaret yollarının güvenliğini sağlayabilmiştir.
Hıristiyanlık da Akdeniz-Ortadoğu uygarlığının ekonomik temeldeki bu birliğinin üstyapıdaki bir yansımasından başka bir şey değildir özünde.
Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olan Paulus, o dönem Akdeniz-Ortadoğu uygarlık alanının, Efes, Korint, Roma, Antakya, İskenderiye şehirlerindeki Hıristiyan cemaatleriyle haberleşiyordu.
Kartaca’nın yıkılışı neredeyse iki bin yıl sürecek bir düzenin maddi ön koşulunu oluşturmuştu. Akdeniz uygarlığında kentler dönemi bitiyor, ticaret yollarının emniyetini sağlayan İmparatorluklar dönemi başlıyordu.
Benzeri binlerce yıl önce, Mezopotamya’da, Sümer kentlerinin yerini Sargon’un kurduğu Akad imparatorluğunun kuruluşu ile yaşanmıştı.
*
Evet, Erdoğan gitmeli.
Erdoğan gitmeden, sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da kimseye gün yüzü görmek yok.
Bunun için 2019 veya Erdoğan’ın kendi ihtiyaçlarına uygun olarak tespit edeceği başka bir tarih beklenmeden derhal yola koyulmalı, ona güçlerini toparlayacak; yeni saldırılar örgütleyecek zaman ve imkân tanınmamalı.
Erdoğan’ın gitmesinin tek yolu seçimler değildir.
Politika gerçek güçlerin konumlanışları ve ilişkileri üzerinden yürür.
Seçimler bu gerçek güç ilişkilerini yansıtan araçlardan sadece biridir.
Seçimlere odaklı olmayan, gerçek toplumsal güçler arasındaki ilişkileri değiştirmeye yönelik bir strateji izlenerek pek ala Erdoğan tecrit edilebilir ve istifası veya mahkemeye çıkarılması veya mahkemeye çıkmamak için kaçmasına yol açılabilir.
Bu nedenle, #HAYIR cephesinin, Erdoğan’ın 2019’a kadar bulunduğu yerde kalmasını veri olarak kabul eden, 2019 seçimlerine yönelik strateji oluşturmaya yönelik yaklaşımları kategorik olarak reddetmesi gerekiyor.
Erdoğan’ın gitmesinin ilk koşulu budur.
Her kim ki, 2019’a odaklı bir politika önermektedir, o Erdoğan-Ergenekon ittifakının sorunsuzca sürmesini istiyor demektir.
Doğmamış çocuğa don biçiyor demektir.
*
Erdoğan’ın gitmesi demek elbette demokrasinin gelmesi demek olmayacaktır.
Ama Erdoğan’ın gitmesi en azından az çok hukukun geri gelmesi anlamını taşıyabilir.
Erdoğan tüm hukuku ayaklar altına alandır ve aynı zamanda hukukun ayaklar altına alınmasının sembolüdür.
Erdoğan orada olduğu sürece kimsenin canı, malı, ırzı emniyette değildir.
Yaşamın ve siyasi mücadelenin bu asgari koşullarını tekrar kazanabilmek için temel hedef Erdoğan’ın bir an önce gitmesi olmalıdır.
“Erdoğan gitmeli” hedefi ve vuruş yönü, demokrat olmayan ama aynı zamanda devletin uzun vadeli çıkarları açısından bir hukuku olması gerektiğini düşünen geniş kesimlerden Erdoğan’ı tecrit etmek için de şarttır.
Erdoğan’ın gitmesini hedef alan bir mücadele çizgisi, Erdoğan’ın gitmesi ve can, mal ve ırz emniyetinin gelmesi için olmazsa olmaz koşuldur.
*
“Erdoğan giderse bir şey değişmez, Erdoğan’ı baş hedef göstermek yanlıştır” diyenler ise siyasi mücadelenin dinamik karakterini anlamıyorlar.
Toplumsal mücadeleler değişmez birimlerin mekanik hareketlerinden oluşmazlar.
Mücadeleye giren güçlerin kendisi mücadele içinde değerlerini değiştirirler.
Erdoğan’ı götürme, Hukuk’u getirme mevziinde kurulacak bir savunma hattı ile Erdoğan ve Ergenekon ittifakının saldırısı durdurulabilir.
Daha sonra bu birikmiş potansiyel ile çok daha ilerilere gidilebilir.
Bu nedenle “Kartaca Yıkılmalı”.
Erdoğan gitmeli.
Basta.
3 Mayıs 2017 Çarşamba
Demir Küçükaydın
https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/05/kartaca-yklmal-erdogan-gitmeli.html
11 nolu yoruma tamamıyla katılıyorum. Bu Zileli aslında Fransız devrimiyle Bolşevik devriminin evlenmesinden doğma bir modern vatandaş, yani bilir bilmez konuşan bir medya soytarısı.
3 Mayıs 2017
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP’ye yakınlığıyla bilinen gazetelerin köşe yazarları arasıda yaşanan tartışmayla ilgili açıklama yaptı.
Gazeteci Cem Küçük’ün “Mavi Marmara’daki manyak tipler” şeklindeki sözlerinden sonra başlayan “İslamcılar AKP’den tasfiye ediliyor” tartışmasına değinen Erdoğan,
“Son dönemde, çok çirkin, kabul edemeyeceğimiz yaklaşımlara şahit olduk. Bu bir defa, yolda, çizgide istikrarsızlıktır. Sırat-ı müstakim’den sapmadır. ‘İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor’ deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını, milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi, kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındakileri de ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler.” diye konuştu.
“Aralarında, kurucusu olduğum partiyi geçmişte desteklemiş olanlar bulunabilir. Ama onların bu desteklerini daha sonra da aynen sürdürdüklerini düşünmüyorum. Daha sonra ibreleri değişti.” görüşünü dile getiren Erdoğan, “yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil, mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler” dedi.
http://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-dan-yandas-yazarlara-tekkeye-murit-aramiyoruz-157903.html
1. grup: Hakiki-İslamcı Erdoğanistler
2. grup: Sahtekar-İslamcı Erdoğanistler
3. grup yok.
Erdoğanizme göre, kainatta iki tür insan vardır: Müslümanlar ve kefereler.
Sen hangi gruba mensup Erdoğanistsin Necip?
“aslında Fransız devrimiyle Bolşevik devriminin evlenmesinden doğma bir modern vatandaş”
Ya da D. Küçükaydın’ın ifadeleriyle [yani modern toplumun dininin, yani Aydınlanma ve onun karşı devrimci biçimi olan ulusçuluğun]* mensubu da denilebilir.
* https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/05/demokrasi-ve-islam-demokratik-islam.html
https://www.youtube.com/watch?v=upnrXooMh4s
Sitenin üstündeki “Aşk ve Devrim” başlığından aklıma geldi bu parça. “Devrim” de “Aşk” gibi aceleye gelmez. Devrimcilerin hatası belki de budur.
Balkan oligarşisi ile Başkan oligarşisinin (ve bu ikisi içindeki hiziplerin, örneğin bugün cemaati, geçmişte “Ergenekoncu” denilen ulusalcıları iktidara karşı savunduğumuz gibi) mücadelesinde hangi tarafın zayıfladığını görüyorsak o tarafa yardım etmeliyiz ki bu şekilde birbirlerini mümkün olduğunca çok kırsınlar. Bugün Başkan’ın ve oligarşisinin bu güçlü durumuna aldanarak muhalefete düştüklerinde onlara bir tekme de biz vurmamalı, aksine böyle bir durumda yeni bir Balkan oligarşisi diktatörlüğü tehlikesine karşı bu sefer onları desteklemeliyiz.
“Sen hangi gruba mensup Erdoğanistsin Necip?”
Sizi sorguculuga kim tayin etti?
Ozgurlukcu (!) ‘sol’un gelenegi mi?
Once, kendiniz, durdugunuz yeri detaylariyla hele bir yazin (baska yerlerden kopyala-yapistir yapmak yerine), sonra yorum yapmaga degip degmeyecegine bakarim.
“‘Devrim’ de ‘Aşk’ gibi aceleye gelmez.”
Butun bir gece boyunca surse, yine de ‘aceleye geldi’ mi sayilir?
Bu Zileli aslında Fransız devrimiyle Bolşevik devriminin evlenmesinden doğma bir modern vatandaş, yani bilir bilmez konuşan bir medya soytarısı.
Sayın şef,m,z Gün Zileli’ye dil uzatanların dilini keseriz. Gün amcamız aynı Stalin amcamız gibi Kapitalizm ve baskı düzenlerine kariı gelen cesur bir önderimizdir. Bu önderimiz Erdoğan’dan bile korkmaz.
Necip, seni Erdoğanistlik yapmaya kim tayin etti?
Sen ilk önce bunu detaylarıyla bir yaz hele, sonra sana soru soran kişilerin saçmasapan ‘özgürlükçü’ ve saçmasapan ‘sol’ gelenekten olup olmadığıyla ilgili fal bakmaya devam edersin. İlk önce önyargılarını kırıp, sorulara cevap vermeye çalış, sonra kişilerin geçmişini didiklemek için sorular sorarasın.
Erdoğan ‘İflah olan yok’ dedi Abdüllatif Şener cevap verdi
Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP’nin kurucularından olan Abdüllatif Şener’den, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AKP’ye tekrar üye olurken yaptığı konuşmada “Bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görülmemiştir” şeklindeki sözlerine yanıt geldi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AKP’ye tekrar üye olurken yaptığı konuşmada ‘Bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görülmemiştir’ dedi.
Eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener de Erdoğan’ın bu sözleri hakkında “Başarının, iflah olmanın, hakkın hakikatin ölçüsü güç ve koltuklar olsaydı dünyanın en iflah olan insanları firavunlar olurdu” açıklamasını yaptı.
Erdoğan’ın sözlerini RS FM’de Yavuz Oğhan’dan Bi De Bunu Dinle’de değerlendiren Şener, şu açıklamaları yaptı:
“Siyaset yapan herkes kendi pozisyonunu güçlendirmek için, kendi durduğu yerde ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylemeye çalışır. Cumhurbaşkanı’nın değerlendirmesi, kendisine özgü bir değerlendirmedir. İflah olmak ne demektir? İflah olmak, başbakan, milletvekili, bakan ya da cumhurbaşkanı olmak mıdır? İflah olmak birilerine göre makam, mevki sahibi olmak ve bununda ötesinde mevkii kullanarak, haram veya helal bol para sahibi olmak olarak değerlendirilebilir. Bulunduğu konuma gere topluma faydalı olan insanlar, iflah olan ve başarılı insanlardır. Ama konumu, makamı, unvanı, serveti yükseldiği halde ülkesine zarar veren insanlar, başarısız ve iflah olmayan insanlardır. Türkiye’de ortam o kadar felakete doğru gidiyor ki, şu anda ortaya çıkan bu tablodan dolayı sorumlu hissetmesi gereken devlet büyükleri, başarısız gözüküyorlar. Nedir o başarısızlık? En basiti ekonomi. Türk lirası değer kaybetmiştir. Son 9 yıldır kişi başına düşen milli geliri düşüren, insanları yoksullaştıran, bir siyasi iktidar ve iktidarın tepesinde bulunan kişiler başarısızdırlar. Başarısız olmaksa, iflah olmamayı gerektirir.”
‘ERDOĞAN’IN ‘BİZİM KARDEŞLİĞİMİZ MEZARA KADAR’ CÜMLESİ GERÇEĞİ YANSITMIYOR’
Şener, iflah tartışmasını değerlendirmeye devam ederek şunları söyledi:
“Hayatımın en önemli dönemini Adalet ve Kalkınma Partisi’nin var olması için harcadım. Ancak dava dediğiniz şey kurumsal bir yapı değildir. İçinde bulunduğunuz kurumsal yapıda eğer sizin dava dediğiniz temel ilkelere aykırı şeyler varsa orada durmak davaya ihanet olur, oradan ayrılmak değil. Benim dışımda partinin kurucuları arasında yer alan, partinin var oluşunu sağlayan isimlerin hemen hemen hiçbiri şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi’nde değildir. Ayrılmak ve bırakmak istemedikleri halde Sayın Erdoğan tarafından partiden dışlanmışlardır, diskalifiye edilmişlerdir. Dolayısıyla böyle bir tablo ortadayken, Erdoğan’ın ‘Bizim kardeşliğimiz geçici bir kardeşlik değildir. Uzun süre beraber yol almak gerekir. Mezara kadar gidilir’ gibi sözleri yaptıklarını değil, yapmadıklarını bastırmaya yöneliktir.”
‘BU MU BAŞARI, BU MU İFLAH OLMAK?’
Türkiye’nin şu anki politikasını da değerlendiren Şener, “Türkiye dış politikası arapsaçına dönmüştür, bir curcunadır. İslam alemini kan gölüne çeviren politikaları sahiplenmek yine aynı şekilde bir başarısızlığın sonucudur. Devletin tepesindeki insanların siyasi tarzı insanları ayrıştırmayı derinleştirmiştir ve huzur kalmamıştır. Bu mu başarı, bu mu iflah olmak? Her tarafında bombaların patladığı bir Türkiye’yi inşa etmek, yanlış politikalarla var kılmak iflah olamamanın resmidir. Başarının, iflah olmanın, hakkın hakikatin ölçüsü güç ve koltuklar olsaydı dünyanın en iflah olan insanları firavunlar olabilirdi” dedi.
https://i.hizliresim.com/vbWPAm.jpg
Emperyalizmden kurtuluş burjuva milliyetçiliğinde değil proletarya enternasyonalizminde
Gerçek
Mayıs 3, 2017
Soner Yalçın, Sözcü gazetesinde yazdığı yazıda meseleyi sonunda “emperyalizmi kurtarıcı görerek 1 Mayıs kutlanmaz” demeye getirmiş. Sonuç doğru gibi gözüküyor ama yarım. Gidiş yolu ise tümden yanlış.
Soner Yalçın “meramımı anlatmak için bazı bilgiler vermeliyim” diye yazıya başlamış ama verdiği bilgiler eksik. Eksik bırakılan bilgiler de özensizlik ya da unutkanlıktan değil, işine gelmediğinden… Çünkü “emperyalizm kurtarıcı değil” diyen Soner Yalçın’ın kurtarıcı olarak gördüğü şey burjuva milliyetçiliğinden başka bir şey değil.
Yalçın yazısında, II. Enternasyonal’in Birinci Dünya Savaşı’nda nasıl bölündüğünü, kimi sosyal demokrat partilerin kendi emperyalist hükümetlerinin savaş bütçelerine onay verdiğini hatırlatıyor. Doğrudur. Ve ekliyor… “Dünya işçi sınıfının en güçlü örgütü II. Enternasyonali emperyalizm böldü.” Eksik. II. Enternasyonal’i bölen emperyalizm, baş silahı olarak burjuva milliyetçiliğini kullandı. Emperyalist hükümetlere verilen destek itina ile yurtseverlik sosuna bulanmıştı.
II. Enternasyonal bölündü ama iş orada kalmadı. İşçi hareketi içinden bunun cevabı da verildi elbet. Almanya’da Rosa Luxemburg, Karl Liebcknecht ve arkadaşları canları pahasına bu emperyalist yurtseverliğe karşı mücadele etti. Rusya’da Lenin ve Trotskiy’in önderliğinde savaşta da barışta da bütün ülkelerin işçileri birleştiren Komünist Enternasyonal (III. Enternasyonal) kuruldu. Bu bilgiler de Soner Yalçın’ın yazısında yer almıyor. Soner Yalçın II. Enternasyonal’in 1907, 1910 ve 1912 kongrelerinden bahsediyor bu kongrelerde alınan kararları benimseyen ve ileri götüren ne Zimmerwald Kongresi’nden ne de Komünist Enternasyonal’den bahsetmiyor. Çünkü emperyalizme enternasyonalizmle cevap veren komünistler, milliyetçi Soner Yalçın’ın işine gelmiyor.
Soner Yalçın’a bakarsanız Birinci Dünya Savaşı da sanki kendiliğinden bitmiş. 1917’de Ekim Devrimi olmamış, Rusya’yı emperyalist savaştan çeken Bolşeviklerin önderliğindeki işçi iktidarı değilmiş ve bu devrim emperyalist paylaşım savaşını bitiren esas olay değilmiş gibi kulağının üstüne yatıyor. Devrimi ve devrim seçeneğini gizlemeye çalışıyor. Çünkü burjuvazinin içindeki milliyetçi kesimlerden kendine kurtarıcı arıyor. O yüzden de soruyu işine geldiği gibi soruyor: “Solcu arkadaş hangi Paris’ten yanasın: II. Enternasyonal’e mi yoksa Barış Konferansı’na mı ev sahipliği Paris’ten yanasın?”
Ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesi çoktan seçmeli test sorularına indirgenemez. Biz Zimmerwald’den Komünist Enternasyonal’den yanayız, Bolşevizmin geleneğini her türlü milliyetçi yozlaşmaya karşı savunduk ve bugün Dördüncü Enternasyonal saflarında savunmaya devam ediyoruz. Emperyalizme de her zaman hayır dedik demeye de devam ediyoruz. Ama Soner Yalçın gibilerin meseleyi getirmek istediği yeri de biliyoruz. Dün nasıl II. Enternasyonal oportünistleri sınıf işbirlikçiliklerini yurtseverlik maskesiyle gizledilerse bugün de Kürt düşmanlığının anti-emperyalizm olarak yutturulmasına karnımız tok.
Türkiye solunun önemli bir bölümünün Avrupa Birliği hayranlığı ve Türkiye’nin geleceğini bütünüyle AB’nin himmetine bağlayan tavrı dolayısıyla, solun, geçmişinde var olan son derecede sağlıklı anti-emperyalist dürtüyü yitirmiş olduğu bizim sürekli vurguladığımız bir nokta. Ama Soner Yalçın’ın yaptığı gibi bütün solu aynı torbaya koymak aslında bir yanılgı falan değil, kasıtlı bir çarpıtma. Amacı da anti-emperyalizmin sosyalist solun gündeminden çıktığını, dolayısıyla çözümün burjuva milliyetçiliğinde aranması gerektiğini savunmak.
Biz, Devrimci İşçi Partisi olarak, 1 Mayıs’ta taşıdığımız en büyük pankarta “NATO’dan, Gümrük Birliği’nden çıkılsın, İncirlik Üssü kapatılsın” yazdık. Sloganlarımız arasında şunlar vardı: “NATO’dan çıkılsın İncirlik kapatılsın!”; “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!”; “Kahrolsun ABD, Avrupa emperyalizmi!”; “Emperyalistler işbirlikçiler 6. Filo’yu unutmayın!”. Rojava’daki ABD varlığına da her zaman karşı çıktık. Ama ABD aradan çıksın Kürtleri ezelim diyen, sonunda da Ortadoğu’da ABD çıkarlarının askeri olmaya soyunan NATO milliyetçiliğinin de foyasını ortaya çıkarmaktan geri durmadık. Biz, “Kürtlerle barış ABD’yle savaş” diyoruz. Çünkü emperyalizmin en iyi dostunun burjuva milliyetçiliği olduğunu da hem tarihten hem bugün yaşanlardan gayet iyi biliyoruz.
Biz, Soner Yalçın’dan farklı olarak, işine geldiğinde milliyetçilik yapan, işine geldiğinde NATO’yu destekleyen Sözcü gazetesinden de yana değiliz! Biz halkların kardeşliği uğruna emperyalizmin karşısına burjuva milliyetçiliğini değil enternasyonalizmi çıkaran Komünist Enternasyonal’den yanayız! Onun devamı olan Dördüncü Enternasyonal’den yanayız!
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/emperyalizmden-kurtulus-burjuva-milliyetciliginde-degil-proletarya-enternasyonalizminde
http://gercekgazetesi.net/sites/default/files/main/articles/anti-emp_pankart_2.jpg
Hileli Referandum, Dikta Rejiminin Yıkılışa Gittiğinin İlanıdır!
Ne kadar derin, ne kadar doğru, ne kadar sık sık olan yıkılışların tellalığı, yıkılış komisyonculuğu! Bunu yazan bir kahin, bir kahve falcısı, bir müneccim maşallah! On bin yıldır yıkılması beklenen ama bir türlü yıkılmayan bir düzenin hödüğü! Bir gerçek kıro! Kısacası gam tüccarı!
Ah nerede o eski çok güzel konuş-konuş bitmez demokrasi günler! Ah nerede o özgürlük, kardeşlik, eşitliğin hüküm sürdüğü çok güzel eski günler! Ah nerede o her kafadan yalancı sahtekarların çıkan hoş ve can okşayıcı ninnilerin uyuttuğu eski güzel günler!
Türkiye başıkanlı cumhuriyet olacak. Sahtekarlık aynı kalacak ama tek bir sahtekar kafa olacak ve yalanlar da tek bir kafadan çıkacak. Eski dinler açısından bakıldığında, çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçişin yeniden yaşanması, bir tarihsel ilerleme! Yeni din olan bilim açısından bakıldığından tek bir “doğa yasa”sıyla (herşey teorisi) yalanların ekonomisi, basitleştirme, hazmı kolaylaştırma. Bu süt inekleri bilim adamları dünyayı devletler ve endüstriler uygunlaştıran, azınlığa hizmet eden, coğunluğun ağzını sulandıran adamlarının veya yeni imam-papazların yalanı. Bu yeni süt inekleri imam-papazların ayıplarını saklama donları “insanlık için” yalanı; bitmez tükenmez çirkin karnından konuşmaları, asıl sahtekarların alt sahtekarları. Aynı yukarıdaki yazıyı yazan enayi bu yeni imam-papazlardan biri olmalı.
Aslında bu, düzeni incleyen ineklere bol ot; saray yakını yazarların, düşünürlerin, devlet memuru profesörlerin çenelerini gevşetme, kendileri gibi enayilere akıl verme fırsatı sağlama.
Firavun = RTE
Hâmân = Davutoğlugiller, Yıldırımgiller (ve Perinçekgiller)
Kârûn = Doğangiller, Koçgiller, Sabancıgiller (ve Necipgiller)
“İlk önce önyargılarını kırıp, sorulara cevap vermeye çalış, sonra kişilerin geçmişini didiklemek için sorular sorarasın.”
Once sunu bir duzeltelim: Kisilerin gecmisini didiklemek degil; hangi gecmiste saplanip kaldiklarini tespit etmek.
Sonra da, madem sorulara cevap vermek konusunda bu kadar titizsiniz, once siz su soruyu cevaplayin lutfen:
Mars’a gitmege ne dersiniz?
1. Mars’a yolculuğu tartışmıyoruz. Saçmasapan, konuyu saptırıcı bir soruyla bulanıklık yaratamazsın.
2. Soruya soruyla cevap verme geleneğinin timsallerinden biri de sensin.
Kişilerin geçmişini didiklemek ve hangi geçmişte saplandıklarını tespit etmek ‘falcılığına’ sonra devam edersin, diye yazmıştım.
Soru açık, net cevap ver:
http://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-dan-yandas-yazarlara-tekkeye-murit-aramiyoruz-157903.html
1. grup: Hakiki-İslamcı Erdoğanistler
2. grup: Sahtekar-İslamcı Erdoğanistler
3. grup yok.
Erdoğanizme göre, kainatta iki tür insan vardır: Müslümanlar ve kefereler.
Sen hangi gruba mensup Erdoğanistsin Necip?
devlet ve ekonomi ili$kisi: emperyalist rekabet ve AB
necip’in 8 nolu yorumundan alinti:
“Sizin bilmeniz gerekli degil tabii ki; ama, yine de tamaminin bir ekonomik degeri olmayan Yunanistan’in neden AB’ye alindiginin uzerinde biraz dusunmeniz lazim.
Ege denizindeki hidrokarbon yataklari. Ziyadesiyle zengin petrol ve dogalgazdan bahsediyorum.
Bundan 30+ sene once Yunanistanli isadami ahbabimla sohbet ederken, muzip bir tebessumle, “bizi ceyizimiz icin aldilar” demisti. Ikimiz de ‘ceyiz’in yukarida bahsettigim kaynaklar oldugunu biliyorduk.”
necip, fehim ta$tekin’in yazdiklari seni tatmin etmediyse, sana alman politikacilarina dani$manlik yapan dani$manlarin $u sayfasini tavsiye edeyim:
“https://www.swp-berlin.org”
bu sayfada ki almanca yazilarin hepsinin ingizcesi de var. türkiye ve suriye de dahil, dünyada ki hemen hemen her ülke ve her türlü siyasi/ekonomik konularda analiz/ara$tirma yazilari var. f. gülen cemaati hakkinda bile uzun analiz yazilari bulabilirsin.
benim fikirsel olarak beslendigim kaynak olan almanca marxist “gegenstandpunkt” yayinevinin yayinlari icinde aradigim hemen hemen her konuda yazilar olmasina ragmen, devlete dani$manlik yapan yukarda ismini verdigim sayfada ki ara$tirma yazilarini da tamamlayici ve daha güncel oldugu icin takip ediyorum.
sana ve zileli’ye $iddetle tavsiye ederim; belki de kendi kücük dünyanizda ya$amaktan ve yorum yapmaktan kurtulursunuz. böylece sizinle fikir tarti$msi yapmak benim icin bu kadar yorucu olmaz.
senin yunanistan ve avrupa birligi (AB) üzerine yazdiklarina gelelim.
önce AB’nin kurulu$ amaci/hedefini tespit etmemiz lazim ki meseleyi anlayalim:
1. kendi aralarinda ki bitmez tükenmez sava$larla birbirlerini iflas ettirme noktasina getiren avrupali emperyalist devletler 2. dünya sava$indan sonra $iddet ve sava$a dayali; rakibe boyun egdirme amacli rekabet yerine ekonomik rekabette karar kildilar ve bu amacla bugünkü AB olu$umuna giri$tiler.
2. ikinci dünya sava$i sonunda birbirlerini kar$ilikli yikima ugratan ve bundan dolayi dünya emperyalist önderligini ABD’ye kaptiran avrupa devletleri yeni ba$ emperyalist ABD ile rekabet edebilmek icin almanya ve fransa’nin öncülügünde güclerini birle$tirip bugün ki AB’nin temellerini attilar.
soru: AB ile ABD’nin kapitalist/emperyalist rekabetinde belirleyici faktörler nelerdir:
birincisi, dünya parasi olan dolar ile rekabet edecek ortak bir para birimi. AB, bu hedefine bugün dolar ile dünya capinda rekabet eden “euro” para birimi ile ula$mi$ durumda.
“euro”nun asil gücü almanya’nin eski ulusal para birimi olan “mark”a ve alman ekonomisine dayanir. bugün alman ekonomisi ile yari$amayan fransa’nin sagci/irkci/ulusalci marine le pen gibi politikacilarin euro’yu birakip yeniden ulusal paramizi kullanalim, demesinin sebebi budur.
ingiltere ise kendi ulusal parasi zaten kiymetli oldugu icin ve bir de londra’nin dünyanin sayili finans merkezlerinden olmasi dolayisiyla “euro” para birimine geci$i cikarina uygun bulmami$ti.
3. genel olarak AB, özel olarak AB’nin en fazla söz sahibi iki devleti almanya ve fransa birlige yeni üye alirken, üye devletin “ceyizine” bakmazlar; AB’ye üyelik kriteri “ceyiz” olsaydi türkiye ve rusya’nin yunanistan’dan cok daha fazla ceyizi olmasina ragmen AB’ye alinmadilar.
(rusya’yi AB’ye aday ülke olarak bile kabul etmediler ve yine rusya’nin nato’ya alinma istegini de red ettiler)
“ceyiz”den bahsedenler hem kapitalist ekonomiyi hem de AB’yi anlamadiklarini gözler önüne seriyorlar.
kapitalist devletlerarasi rekabette belirleyici faktörlerden ilki tüm dünyada gecerli kiymetli bir para birimine sahip olmaktir, demi$tik. bununla ili$kili olarak avrupali firmalarin kapital/sermayesinin ABD, cin gibi küresel rakiplerin firmalari ile boy ölcü$ecek derecede büyük olmasi. AB devletleri ekonomik güclerini birle$tirerek; avrupali bazi firmalarda sermayerini birle$tirerek; ticari ortaklik yoluyla vs. bunu ba$ardilar.
kapitalist rekabette belirleyici ikinci faktör “pazar”dir; pazar’in büyüklügüdür. ne demek bu?
yani AB’ye üye ülkelerin sahip olduklari nüfus; üretici/i$gücü ve tüketici olarak nüfusun mümkün mertebe kalabalik olmasi.
i$te yunanistan gibi kücük devletlerin AB’ye alinmalari jeostratejik vs. faktörlerin yanisira, AB ortak pazarini mümkün mertebe geni$letme amaciyladir.
bu geni$leme rastgele ve ölcüsüz bir geni$leme degil tabii ki.
yunanistan’nin kisa bir süre önce AB ortak pazari icinde ki kapitalist rekabette devlet olarak iflas etmesinin sebebi, yunan sermayesinin ve ürünlerinin büyüklük, kalite ve fiyatta üstün alman, fransiz vs. sermayesi ve ürünleriyle rekabet edemeyi$iydi.
yunanistan’in ege denizinde ki zengin petrol ve dogalgaz yataklarindan dolayi AB’ye alindigi iddiasi neden bir hurafedir/efsanedir?
cevap: cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil. yani, yunanistan AB’ye üye oldu diye ege de eger varsa petrol/dogalgaz yataklari otomatikmen AB’nin mali olmuyor; AB’ye üye ülkelerin yeralti zenginlikleri yine o ülkerin ulusal kaynagi olarak kaliyor.
örnek, yunanistan o yeralti kaynaklarini AB ülkelerine satmak zorunda falan da degil, istedigi devlete satma hakki var, yani yunanistan’in varsa ceyizi, AB o ceyize kafasina göre el koyamaz.
soru: yunanistan gibi kücük, önemsiz ülkeler AB’ye alinirken türkiye, rusya gibi ülkeler neden AB’ye alinmiyor?
cevap: cünkü AB denilen emperyalist kulüb üyeleri arasinda da kiran kirana bir kapitalist rekabet var. ve AB’nin asil kazancli devletleri fransa ama özellikle de almanya’dir.
örnek, bayan merkel bugün diyelim ki bir putin ya da trump ile pazarlik yaparken sadece alman devletini degil ama ayni zamanda AB’nin lider gücü olarak pazarlik yapiyor ve putin, trump, erdogan gibi liderler tarafindan da öyle görülüyor; ona göre muamele ediliyor.
yani bayan merkel’in dünyada sözü gecen bir lider olmasi sadece almanya’yi degil ayni zamanda AB’yi de temsil ettigi icindir.
bundan dolayi türkiye, rusya gibi ülkelerin AB’ye üye olmasi almanya, fransa gibi devletlerin i$ine gelmez, cünkü:
birincisi, türkiye, rusya gibi ülkeler AB tarafindan yunanistan, dogu avrupa ülkeleri gibi kolaylikla hazmedilecek; entegre edilecek ülkeler degiller.
ikincisi, türkiye ve rusya gibi devletlerin üye oldugu bir AB de almanya ve fransan’in liderligi tehlikeye girer; almanya ve fransa AB icinde istedikleri gibi borusunu öttüremezler.
“teke dövü$ü” yine ba$ladi; necip ile 32 nolu yorumcudan bahsediyorum.
sayin zileli, necip ile bu anonim arkada$a sitenizde özel bir yer tahsis edin; teke dövü$ünü orda yapsinlar, cünkü böylesi bo$ bele$ polemikler, ki$isel sata$malar bu sitenin “rayting”ni belki biraz yükseltir ama yorum bölümünün kalitesini/seviyesini/verimliligini dü$ürür.
Firavun: Ben sizin en yüce Rabbinizim (Ene rabbükümü’l-a’lâ)
RTE: Ben sizin en yüce Başkan’ınızım (Efendinizim = Rabbinizim)
[Muhtemel itirazlara: İlahlık davasına kalkışan Firavun dahi “Ene rabbükümü’l-a’lâ = Ben sizin en yüce Rabbinizim” demiş fakat “Enellah = Ben Allah’ım” diyememiştir. Allah’ın Rab ismini kullanırken, Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir.]
“1. Mars’a yolculuğu tartışmıyoruz.”
“1. Mayıs’a yolculuğu tartışmıyoruz.” diye okudum yorumu görünce.
“Mars’a yolculuğu tartışmıyoruz.”
‘Soru’ demisim sehven. O bir oneriydi.
‘Soru açık, net cevap ver’
Yoksa ne? Filistin Askisi mi Domuz Bagi mi?
“böylesi bo$ bele$ polemikler, ki$isel sata$malar bu sitenin ‘rayting’ni belki biraz yükseltir ama yorum bölümünün kalitesini/seviyesini/verimliligini dü$ürür.”
Sitenin reytingi benim umurumda degil. Sozkonusu arkadas, burada benim icin bir eglence kaynagidir; lutfen keyfimi azaltacak onerilerde bulunmaktan vazgeciniz.
“bu sayfada ki almanca yazilarin hepsinin ingizcesi de var. türkiye ve suriye de dahil, dünyada ki hemen hemen her ülke ve her türlü siyasi/ekonomik konularda analiz/ara$tirma yazilari var. f. gülen cemaati hakkinda bile uzun analiz yazilari bulabilirsin.”
Cok tesekkur ederim. Benim de hep arayip, aramakla da bulamadigim, sey tam da bu tru sitelerdir: ‘Tales for public consumption’, yani ‘buyuklere masallar’ anlatan siteler.
“benim fikirsel olarak beslendigim kaynak olan almanca marxist ‘gegenstandpunkt’ yayinevinin yayinlari icinde aradigim hemen hemen her konuda yazilar olmasina ragmen, devlete dani$manlik yapan yukarda ismini verdigim sayfada ki ara$tirma yazilarini da tamamlayici ve daha güncel oldugu icin takip ediyorum.”
Aferin size –yani, ‘bravo’ demek istemistim.
Biz, milletce, okuyan insanlari severiz; bastaci ederiz. Su turkude oldugu uzere:
Evlerinin önü bulgur kazanı,
Herkes sever okuyanı yazanı.
Kimse sevmez meyhanede gezeni.
[Not: Kimse pek dikkat etmez; ama, buradaki asil anafikir, meyhanede gezilMEmesidir. Oturup efendi efendi ickinizi icmelisiniz; nedir o elinde kadeh/sise dolanip durmalar; yani.]
“sana ve zileli’ye $iddetle tavsiye ederim; belki de kendi kücük dünyanizda ya$amaktan ve yorum yapmaktan kurtulursunuz. böylece sizinle fikir tarti$msi yapmak benim icin bu kadar yorucu olmaz.”
Sizi yormak istemem –hasa.
Kendi kucuk dunyamdan kurtulmami isteyisinizi de tekdir ediyorum.
Ediyorum da, sizin kucuk dunyaniza hapsolmak bana cok daha klastrofobik geliyor.
Sizi kim kurtaracak diye gam kasavet keder icindeyim.
“önce AB’nin kurulu$ amaci/hedefini tespit etmemiz lazim ki meseleyi anlayalim:”
Evet, evet. Baslangicini bilmek iyidir.
Hatta, orada da kalmayip, ‘Big Bang’den baslayip ‘Kaal-u Bela’ uzerinden Erenler Meclisinde oturum yapalim..
Kuzum, siz kendinizle niye boyle dalga geciyorsunuz hep. O kadarina mustehak degilsiniz.
“soru: AB ile ABD’nin kapitalist/emperyalist rekabetinde belirleyici faktörler nelerdir:”
Hadi bakalim. Uluslararasi Iliskiler. Ders 1.
Yahu, gecin bunlari. Bunlar beylik sayfa doldurma, okuyucuyu bezdirme gayretleridir. Konumuza gelelim, konumuza.
“3. genel olarak AB, özel olarak AB’nin en fazla söz sahibi iki devleti almanya ve fransa birlige yeni üye alirken, üye devletin ‘ceyizine’ bakmazlar; AB’ye üyelik kriteri ‘ceyiz’ olsaydi türkiye ve rusya’nin yunanistan’dan cok daha fazla ceyizi olmasina ragmen AB’ye alinmadilar.”
Azicik anlar gibi olmussunuz. Fakat, sadece ‘azicik’.
TR’yi ve RU’yu AB’ye almayislarinin sebebi, evet, iri geldikleridir. Birakin 2sini birden, sadece bir tanesini bile almaga kalksa, AB ortadan yarilir.
Yani, ceyizi yerin dibine batsin, oyle bir ‘partner’ ki, abaninca altinda kalmak var ve cok da gercek.
“‘ceyiz’den bahsedenler hem kapitalist ekonomiyi hem de AB’yi anlamadiklarini gözler önüne seriyorlar.”
Evet, iki siteden dunya gorusu edinen birisinden bu konuda dersler almam lazim. Gercekten.
Yaziklar olsun bana ki, kirk senemi verdigim halde ‘kapitalist ekonomiyi’ anlammamisim; dogumuna sahit olmama ragmen, AB’yi de..
“kapitalist devletlerarasi rekabette belirleyici faktörlerden ilki tüm dünyada gecerli kiymetli bir para birimine sahip olmaktir, demi$tik.”
Hikaye.
Emisyon hacminden dahi haberiniz yok, gelmis makro ekonomi dersi vermege kalkisiyorsunuz.
‘Kiymetli para birimi’ bir kriter degildir. Az para basarsiniz, paraniz ‘kiymetli’ olur; cok basarsiniz, ‘kiymetsiz’.
“i$te yunanistan gibi kücük devletlerin AB’ye alinmalari jeostratejik vs. faktörlerin yanisira, AB ortak pazarini mümkün mertebe geni$letme amaciyladir.”
Neler yaveliyorsunuz boyle siz?
Yunanistan’in nufusu, en son baktigimda, Istanbul’un 4’te 3’u filandi (10 milyon gibi). Yillik binde 6 gibi de azaliyor.
Nufusun %20’den fazlasi da 65 yas ve uzeri.
Yani, hem yasli hem de yaslaniyor.
Yunanistan’in, eger parasi olsaydi, tek gelisen sektoru huzurevleri olurdu; ama, kader utansin ki, paralar suyunu cekti.
Kisacasi, Yunanistan’dan ‘pazar’ anlaminda bir cacik cikmaz.
“yunanistan’nin kisa bir süre önce AB ortak pazari icinde ki kapitalist rekabette devlet olarak iflas etmesinin sebebi, yunan sermayesinin ve ürünlerinin büyüklük, kalite ve fiyatta üstün alman, fransiz vs. sermayesi ve ürünleriyle rekabet edemeyi$iydi.”
Dalga mi geciyorsunuz siz?
Yunanistan, hicbir zaman, hicbir tur ve sekilde sanayilesmek, sanayi yatirimlari filan yapmak niyetinde olmadi ki; rekabet filan gibi seylerden bahsedelim.
Bunun boyle oldugunu, AB dahil, herkes biliyor.
Siz haric, tabii ki.
Bilmeyince de, gelip burada, fuzuli diskurlarla (‘discourses’) kafa sisiriyorsunuz.
“yunanistan’in ege denizinde ki zengin petrol ve dogalgaz yataklarindan dolayi AB’ye alindigi iddiasi neden bir hurafedir/efsanedir?”
Sahi.. merak ettim simdi. Neden hurafeymis?
“cevap: cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil. yani, yunanistan AB’ye üye oldu diye ege de eger varsa petrol/dogalgaz yataklari otomatikmen AB’nin mali olmuyor; AB’ye üye ülkelerin yeralti zenginlikleri yine o ülkerin ulusal kaynagi olarak kaliyor.”
Ah ha. Buymus iste.
Ya da, demek ki, neymis?
‘Cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil’mis..
Vay canina..
Evrim. Sen nelere kadirsin –hem de 100-150 sene icinde gecirilmis bir evrim..
“örnek, yunanistan o yeralti kaynaklarini AB ülkelerine satmak zorunda falan da degil, istedigi devlete satma hakki var, yani yunanistan’in varsa ceyizi, AB o ceyize kafasina göre el koyamaz.”
El koymaktan bahseden kim?
Yunanistan, o kaynaklari paraya cevirmege basladigi andan itibaren onune gecmisten gelen her turlu faturayi dayarlar.
Su anda dayamayislarinin iki temel sebebi var:
1) Hala daha bu kaynaklara yonelik umutlar devam ediyor.
2) Bugunku Yunanistan’da AB’nin el koyacagi bir sey yok. Yani, ‘hacize gitsen, ev tamtakir’ misali.
“soru: yunanistan gibi kücük, önemsiz ülkeler AB’ye alinirken türkiye, rusya gibi ülkeler neden AB’ye alinmiyor?”
Bunu konustuk. Yunanistan ufak tefek ve potansiyel ceyizi ona yapilacak masraflari korutuyor –henuz ve hala daha.
“yani bayan merkel’in dünyada sözü gecen bir lider olmasi sadece almanya’yi degil ayni zamanda AB’yi de temsil ettigi icindir.”
Aferin. ‘Game Theory’e kucuk basit dokundurmalar yapabiliyorsunuz.
Eee.. sonra?
Sonrasi yok.
Yok, cunku, en degme Marxist dahi, konu uluslararasi iliskilere gelince, gak guk demekten oteye gidemiyor.
Sizi yadirgamiyorum demek istiyorum.
“Allah’ın Rab ismini kullanırken, Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir.”
Bana pek de yeterli bir aciklama gibi gelmedi bu.
‘Rab’ eger ‘Allah’in karsiligi ise, daha nasil bir ‘curet’ten bahsedebiliriz.
Bence, daha aciklayici cevap, soylenisteki siirsellik kaygisidir. Yani, ahenge uymamistir.
Onbin yıllık düzen[ler]in başlangıç[lar]ı
“Son Buz Çağının günümüzden yaklaşık 11.000 yıl önce kapanmasını izleyen iklim değişiklikleri, Neolitik ekonominin gelişmesini mümkün kıldı. Bu gelişme, Orta Doğu’da bir yerlerde başladı. Buz kuzeye doğru çekildikçe, bu bölgenin daha önceki ılıman iklimi, daha da ısınarak süb-tropikal oldu. Bir zamanlar Fas’tan İran’a kadar hemen tamamen kesintisiz bir şekilde uzanan uçsuz bucaksız otlak arazi, kısmen kuruyarak, içine yeşil vahalar ve orman kaplı nehir yatakları öbek öbek serpiştirilmiş bulunan yarı-çöl alanlara dönüştü. O ana kadar her tarafı yemyeşil otlak arazide serbestçe dolaşan gezgin avcı ve yiyecek toplayıcı topluluklar, hareket kabiliyetlerini büyük ölçüde kaybettiler. Yiyerek yaşadıkları hayvanlar ve bitkiler gibi, onlar da daralan verimli alanlarda toplaşmaya mecbur kaldılar. Ama üzerinde yoğunlaştıkları bu sınırlı alanlarda, eski yiyecek toplama ve avcılık tekniklerinin artık yeterli olmadığını gördüler. Hayvanların ve bitkilerin üremesini (çoğalmasını) denetim altına alarak, mevcut hayvan ve bitkilerin varlığının sürmesini sağlamak gerekiyordu. Bu bölgeye özgü hayvan ve bitki türleri arasında, evcilleştirilmesi kolay olan koyun, keçi ve domuz ile bugünkü buğday ve arpanın yabanî ataları bulunuyordu. Hayvanlar sürüler haline getirildi ve ağıllara kondu; bitkiler insan tarafından ekilmeye başlandı; gerek hayvanların, gerekse bitkilerin bakımı için insan emeği harcanır oldu. Yiyecek toplamanın ve avcılığın yerini, hayvan yetiştirme ve toprağı işleme faaliyetleri aldı. Yeni ekonomi, düzenli bir süt, et ve tahıl ikmalini teminat altına almanın yanısıra, dokuma ve çömlekçilik gibi bir dizi ikincil teknikler de doğurdu; bunlar ise hayat standartlarının daha da yükselmesine yol açtı. Yiyecek üretiminin gelişmesiyle birlikte, nüfus çoğaldı. Derme çatma, geçici kabile kampı, derli toplu ve kendi kendine yeterli, gelişen, fazla nüfusuyla hep aynı tipte yeni köyler fışkırtan bir köye dönüştü. Böylece Neolitik ekonomi, bütün Orta Doğu bölgesine ve bölgenin ötesine, ekilebilir toprak bulunan her yere yayıldı. Genişlemenin sınırlarına yaklaşıldıkça, artan nüfus baskısı daha entansif tarım yöntemlerini gerekli kıldı. Öte yandan, sıklaşan mübadele ilişkileri ağı da, Neolitik köyün kendi kendine yeterliliğini çökertmeye başladı.”
“İnsanlığın barbarlıktan uygarlığa yükselişi, ilkönce nerede ve nasıl gerçekleşti? Bu dönüşümün maddî temelini hazırlayan, a) göçebe çobanlıktan veya göçer – konar bahçe tarımından tam yerleşik tarıma ve köy topluluğuna geçiş; b) henüz ilkel köy topluluğunun bağrından ve tarımdan tam anlamıyla kopmamış bir zanaat üretiminden, maden teknolojisi temelinde, zanaatların tarımdan kesin olarak ayrıldığı bir köy-şehir işbölümüne geçiş şeklindeki iki büyük ekonomik adım ilkönce nerede ve nasıl atıldı?”
“Medeniyet – şehir hayatı, devlet, yazı, kanun, matematik – büyük nehir vadilerinde – Nil, Dicle, Fırat, İndus – doğmuştur ve yalnız buralarda doğabilirdi. Sulamaya dayanan ziraat vasıtasıyla, zanaatkârlardan, tüccarlardan, kâtip ve memurlardan müteşekkil bir nüfusu beslemeye yetecek gıda maddeleri fazlasını yetiştirmek ve bu fazlalığı şehirlerin merkezî ambarlarında biriktirmek, evvelâ yalnız buralarda mümkündü. Fakat bir defa başladıktan sonra, medeniyet yayılmak zorunda idi. Mısır ve Mezopotamya beşiklerine yakın ve şehir halkının muhtaç olduğu madenler ve diğer hammaddeler bakımından zengin olan Türkiye, biraz sonra bu fazlalıktan faydalanmaya ve kendi medeniyetini geliştirmeye başladı…”
“Kuzeyden inen Hititlerin ve diğer çoban ve savaşçı kavimlerin eski Mezopotamya monarşilerini yıkmalarının çalkantıları durulduğunda, Nil’den İndus’a kadar uzanan bütün bölge Pers İmparatorluğunda birleştirildi. Gelişmiş bürokrasisi, ulaşım sistemi ve merkezî parası ile bu devlet, Antik Çağda Roma’dan önce en yüksek örgütlenme düzeyine ulaşabilmiş bulunuyordu. Öte yandan tam bu sıralarda batıda, Ege Denizinin karşı kıyısında, demir teknolojisine sahip Antik uygarlıkların en demokratiği olan Eski Yunan yükseliyordu. Nitekim o büyük Pers İmparatorluğu da küçük gördüğü Yunan şehir-devletlerine saldırdığında fecî bir yenilgiye uğrayacak, daha sonra (M.Ö. 335-330) Yunan uygarlığının bir ölçüde mirasçısı sayabileceğimiz Makedonyalı Büyük İskender’den son darbeyi yiyecekti.”
“Makedonyalılar Yunan şehir-devletlerine boyun eğdirdikten sonra Doğu’ya, Asya’ya yöneldiler ve III.1.’in sonunda belirtmiş olduğumuz gibi, zaten içten içe çürümüş olan Pers İmparatorluğunu yıkarak Hindistan’a ulaştılar. Bu fetihlerin en önemli sonucu, Orta Doğu bölgesinin tamamının Akdeniz ticaretinin yörüngesine girmesi oldu.
Aslında Eski Yunan şehir-devletleri, daha köleci üretimin ekonomik sınırlarına varmadan, siyasî bakımdan zayıflamış ve Makedonya hâkimiyetine boyun eğmişlerdi. Köleci üretimin kendisi, henüz gelişme olanaklarını tüketmemişti ve Akdeniz ticaretinin kapsamının İskender’in seferleri sayesinde genişlemesi, bu meta üretimi tipine ikinci bir şans tanıyordu. İşte Roma uygarlığı, bu temel üzerinde yükseldi, köleci üretimi doruğuna ulaştırdı, onun bütün ekonomik olanaklarını tüketti ve artık bir üçüncü köleci üretim dalgası yaşanmaksızın, Antik Çağın yerini Ortaçağa bırakmasıyla noktalandı.”
–
“Bu çalışmada özel olarak yer vermeyeceğimiz Bizans’ın, devlet varlığında kesin bir kopuş olmaksızın, VI. – VII. yüzyıl dolaylarında kölecilikten feodalizme doğru bir geçişi yaşaması, üretim tarzı değişikliklerinin bir devletin yıkılması ve yeni bir devletin doğmasıyla tamamen çakışmayabileceğinin bir diğer ilginç örneğidir.”
(H. Berktay – Kabileden Feodalizme)
necip, veriye, bilgiye dayali devletlerlerarasi ili$kiler kunusu belli ki ilgi alanina girmiyor; böyle ciddi $eyler sana göre degil; bundan dolayi da ara$trima/analiz yazilari senin jargonunda “büyüklere masalar” oluyor.
senin bu sitede ki davrani$in ve bazi yorumcularla yazi$malarin $unu gösteriyor: senin asil ilgi alanin bo$ bele$ gevezelik yapmak; senin deyiminle eglenmek.
evet, senin hobin olan “gevezelik” de benim ilgi alanima girmiyor. sana iyi gevezelikler ve iyi eglenceler…
bir$ey daha, islamist erdogan’a amigoluk yapmayan ve erdogan’in islami rejimininin suriye’de el kaide’den ahrar $am’a kadar, farkli cins ve kalibreden sunni cihadcilari nasil lojistik olarak besledigini yazan nadir gazetecilerden fehim ta$tekin’i “amigo” olarak adlandirman son derece enteresan.
akp’li madrabazlarin medyasi “amigo” dolu iken, o etiketi fehim ta$tekin gibi bir gazeteciye yapi$tirmandan anla$iyor ki, seni asil rahatsiz eden $ey f. ta$tekin’in suriye ic sava$ini körükleyen sunni islamci arap ve türk rejimlerini te$hir etmesidir.
Veterinerlik’te okurken, sadece kimya, ilaç, aşılama üzerine kurulu sistemin gerçeklikten ne denli kopuk olduğunu görmüştüm. Aşılama melezleme kültürünü, ilaca sığınma koruma değil kurtarma çabasını gösteriyordu. Kanişe, teriyere gösterilen ilgi kangala, akbaşa yoktu; (sosyete vet.)
Türkmenistanlı bir arkadaş, Japonya kökenli bir köpek ırkı olan Akita yavrusu getirmişti bana. Kangallarımın yanında onlar kadar kapasiteliydi. Tam sekiz yıl, kar kış önemsemeden, sürünün dış yüzünde sadık bir kurt gibi davranmıştı. Çalındıktan sonra iki bölgede aramış bulamamıştım; bir yıl sonra arka sol bacağı kopuk çıkıp gelmiş ve bir hafta sonra ölmüştü. Ülkemizde bu Akita köpeğinden veterinerlik ve zooloji ortamının haberi yok, mallığa bakın!
Sonra sonra memlekette kuyruklu koyun kalmadı; ivesi’ler, çaparlar yok olma sürecinde. Şimdi bu okullarda kedi köpek nasıl tıraş edilir, kuru mama, şampuan bilgileri çoğaltılmış.
O yıllarda Suriye’de bir at çiftliğinde bulundum biraz. Oradan getirdiğim tayım, sanki yarı-insandı. Bizde at nesli bitti; Türkmenistan’da at bakanlığı var.
Veteriner hekim de olmadım vesselam eşkıyalık yıllarım başlayınca. Kurdun, yılanın, kartalın, toyun da dostu olmuşluğum iyiydi. Hey hey!
Bazıları bana yine pusatımı giydirmesin! Dağa kaldırılacak ve oynatılacak tipler görüyorum aralarda.
muharrem ince
kesinlikle aranan kan falan değil tipik rakı masası solcusu.
rakı içerken ülkeyi kurtaranlar bayılabilir ancak türkiye genelinde karşılığı yoktur yaprak bile kıpırdatamaz.
https://eksisozluk.com/entry/67902188
Kılıçdaroğlu’ndan rakı masası solcuları çıkışı
Kemal Kılıçdaroğlu, katıldığı bir canlı yayın programında “Bazı tuzu kuru rakı masası solcuları, ‘CHP solcu değil’ der” ifadesini kullandı.
“CHP dışında işsizlikten söz eden var mı? Emeklilerin haklarını savunan bir parti var mı? Bazı tuzu kuru rakı masası solcuları, ‘CHP solcu değil’ der. Ne yapmış CHP? İşsizin, işçinin hakkını savunmuyor muyuz? Sen neyi savunuyorsun. CHP sağa kaydı diyenler rakı masası solcuları. Rakı masasında Türkiye’nin sorunları çözülmez, Türkiye’nin sorunları akılla çözülür. 4 yıl içinde Türkiye’nin çehresini değiştireceğiz.”
http://www.ensonhaber.com/kilicdaroglundan-raki-masasi-solculari-cikisi-2015-04-03.html
“tarihi gevezelik” üzerine:
“tarih” üzerine konu$mak ve tarihcilik meslegi neden erman toroglu tarzi bir gevezeliktir?
41 nolu tarihsever yorumcuya cevap:
bu “tarihsever” yorumcu sürekli olarak bu sitede tarihi yazilar asiyor. konu ne kadar güncel olursa olsun, bu yorumcu cevaplari sürekli tarihte ariyor.
böylesi bir davrani$ nasreddin hocanin kaybettigi akcesini kaybettigi yerde degil de gidip sokak lambasinin altinda aramasi kadar abestir; mantiksizdir.
bu “tarihsever” yorumcuya $imdi sorsam: arkada$ bu site tarih sitesi degil, zileli de tarihci degil; tarti$ilan konularda gecmis degil, $u anda, günümüzde olan biten $eyler. peki sen tarihseverlerin takildigi bir site yerine neden burdasin?
bana $öyle cevap verecegini biliyorum: tarihi bilmeden günümüzü anlayamayiz.
madem böyle bir varsayimdan yola cikiyorsun, sen, bu kadar tarih okuyan biri olarak neden peki günümüzde olan bitenleri anlamiyorsun?
anlamadigini nerden anliyorum: cünkü güncel konular üzerine hicbir fikrin yok; arasira yazdigin “güncel” yorumlarda yine tarih ile günümüz arasinda sürekli benzerlikler, paralellikler kurmaktan ibaret.
yani sen de , icinde “tarih” sosu olmayan hicbir yorum, fikir yok.
“günümüzü anlamak icin tarihi bilmek lazim” varsayimin dogru olaMAdigina canli kanit bu 41 nolu “tarihsever” yorumcu arkada$tir.
yukarda sözü edilen varsayim dogru olsaydi, güncel konular üzerine en isabetli tespit ve analizleri bu yorumcu arkada$ gibi “tarihsever” insanlar ve tarihciler yaparlardi.
fakat ben henüz hayatimda “bakin tarihi bilgilerime dayanarak size öyle bir analiz yapacam ki, agziniz acik kalacak” diyen bir tarihci görmedim; tarihciler de dedigim gibi günümüzden cok gecmi$le ha$ir ne$ir olurlar; yani mazi’de ya$arlar.
sonuc: oynanmi$ bitmi$, sonucu belli maclar üzerine -örnek: bizans tarihi- erman toroglu gibi yorum yapmak, dahasi gevezelik yapmaktan daha kolay ne var?
asil zor olan $u anda oynanmakta olan “maclar” hakkinda yorum ve analiz yapabilmek degil midir?
41 nolu “tarihsever” yorumcu arkada$, tarih okumayi bir hobi olarak görüyorsan, -ki bu zihni kesinlikle hic yormayan bir hobi- bir$ey diyemem; fakat tarihte olmu$ bitmi$ $eyleri okuyarak günümüzü daha iyi anlayacagini; yorum ve analiz yapma yetenegi kazanacagini saniyorsan zaman ve enerjini bo$a harcadigini sana söylemek isterim.
Tarihsel gevezelik yerine günlük politika gevezeliklerini mi tercih etmemiz gerek?
Pardon, o da değil tabii. Kapitalizm/Antikapitalizm gevezelikleri en iyisi. Gerçi bu durumda sadece son 150-200 yılın gevezeliğini yapmış oluruz. Daha öncesi yok, çünkü kapitalizm o tarihlerde aniden gökten zembille inmiş bir şeytani düzen.
Fikret Başkaya / Yol haritası veya alternatif programın gerekliliği
http://www.gunzileli.com/2017/05/05/fikret-baskaya-yol-haritasi-veya-alternatif-programin-gerekliligi/
Bu sitede sık sık yerin dibine sokulan Fikret Başkaya, sanıldığı kadar gerçeklerden kopuk bir marxist değil galiba:
“Emperyalist Avrupa’dan, NATO’cu Avrupa’dan medet ummak, özgürlük, sosyal eşitlik ve demokrasi mücadelesi verenlere yakışmaz. Bizimle ancak Avrupa’nın üç yüz yıllık aydınlık yüzü, gerçekten ilerici, sosyalist, demokrat unsurları dayanışma içinde olabilir. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler Örgütünden de (BM) bir şey beklememek gerekir. Aslında o örgüt hiçbir zaman milletlerin örgütü almadı. Birleşik Devletlerin (ABD) ve bir bütün olarak emperyalist kampın örgütüydü. İçi boş bir midye kabuğuydu. Geride kalan 72 yılda seyirciyi oyalama işlevi gördü…”
Hadi Necipgiller gibi Erdoğan destekçisi birinin bu sitede harf israfı yapışlarını anlıyoruz da, kendini marxist eleştirinin ustası olarak pazarlayanların bağırışları, problemin büyüklüğünü gösteriyor. Gidilecek yol uzun…
Aşağıdakilerden hangisi diğerlerinden farklıdır?
a) Hz.Muhammed’in 610’da İslam “sistemi”ni yaratması (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
b) Osman Gazi’nin 1299’da Osmanlı “sistemi”ni yaratması (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
c) Atatürk’ün 1923’te yeni bir “ulus”un “sistemi”ni yaratması (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
d) Kapitalistlerin 18.yy sonları / 19.yy başlarında (tam tarihi tespit edemedik, üzgünüz!) kapitalizm adında yeni bir “sistemi” yaratmaları (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
e) Hiçbiri
M. Argüman şahsında sistem karşıtlarına:
Bilgili insanların sizinkilerine benzer görüşlerinin ve çözüm önerilerinin olmaması doğal. Çünkü sizlerin aksine onlar sistemin yapay değil doğal bir yapı olduğunun farkındalar.
“muhafazakar geveze” ve “muhafazakar demagog” necip’in 39 nolu yorumundan alinti:
“Emisyon hacminden dahi haberiniz yok, gelmis makro ekonomi dersi vermege kalkisiyorsunuz.
‘Kiymetli para birimi’ bir kriter degildir. Az para basarsiniz, paraniz ‘kiymetli’ olur; cok basarsiniz, ‘kiymetsiz’.”
“ulusal parayi” basip piyasaya sürmeyi kapitalist bir devlet merkez bankasi araciligiyla yapar fakat, ulusal paranin kiymetini belirlemek ABD de dahil bir devletin yetki ve gücünü a$ar.
hem geveze hem demagog arti birde cahil necip’in iddia ettigi gibi ulusal parasinin kiymetini belirlemek bir devletin elinde olan bir $ey olsaydi, bugün dolar ve euro gibi dünya paralari ile kar$ila$tirildiginda pul kadar kiymeti olmayan paralar olur muydu?
yani her devlet, kendi parasinin kiymetini muslugu acip kapatir gibi ayarlar, böylece “degerli” ve “degersiz” paralar diye bir$ey olmazdi; yani dünyada ki tüm paralar üc a$agi be$ yukari ayni degerde olurdu; bu durumda insanlarin cebinde ki paranin dolar mi oldugu ya da afrika’nin herhangi devletinin parasi mi oldugunun bir önemi olmazdi; tüm para birimleri dünya capinda gecerli olurdu vs.
fakat bunun böyle olmadigini biliyoruz.
bir para biriminin “kiymeti” derken iki anlama gelir:
birincisi bir para biriminin ba$ka bir para birimine oranla matematiksel degeri, satin alim gücü anlaminda ki degeri.
örnek, türk lirasini dolar’a cevirirken, 3 küsür türk lirasinin ancak 1 dolar etmesi gibi.
“kiymetli”nin ikinci anlami ise bir para biriminin dünya capinda gecerliligi; dünya piyasalarinda ki, hem ticari hem de finans piyasalarinda ki (kullanim) yayginligi.
örnek, türk lirasinin gecerliligi türkiye sinirlari ile sinirliyken, dolar’in istisnasiz tüm dünyada gecerli bir para olarak kabul görmesi, gecerli olmasi gibi.
almanya, japonya gibi devletlerin, ama özellikle de dünyanin bir numarali süper gücü olan ba$ emperyalist ABD’nin ekonomik gücünün asil kaynagi dünya capinda gecerli olan para birimleridir.
bundan dolayidir ki ABD, japonya, almanya gibi devletler kredi derecelendirme kurumlari/reyting acentalari tarafindan iyi not alirlar; bununla baglantili olarak dünya finans piyasalarinda diledikleri kadar borclanma/kredi alma imkanina sahipler ve yine bununla alakali olarak sözkonusu bu devletler esasen en fazla borclu olan devletlerdir de, fakat bu borclanmi$lik hali bu devletleri, örnek t.c., yunanistan gibi devletlerde gördügümüz üzere, iflasa/krize sürüklemez; cünkü krediyi yine kredi ile geri ödüyor; bocu yine borc ile geri ödüyor. (bkz. devlet tahvili/borclanma senedi)
bundan dolayidir ki, cin devleti de dahil, dünyada ki hemen hemen tüm devletlerin döviz cinsinden rezerv varliklari dolar ve euro’dur, arti bir de altin cinsinden rezerv varliklari sözkonusu.
yani dolar ve euro para birimleri dünya capinda altin gibi i$lem gören paralardir.
“dolar ve euro emperyalizmi” derken anlatmak istedigim olgu budur.
parantez aciyorum: tabii böyle “ciddi” konular “cahil muhafazakar demagog” necip’in ilgi alanina girmiyor; o kazanacagini kazanmi$; $imdiyse günzileli.com da egleniyor; mars’a gitmek gibi fantastik gevezeliklerle zaman harciyor.
devam ediyorum: bundan dolayidir ki rusya ve t.c. kisa bir süre önce aralarinda ki ticareti kendi ulusal para birimleriyle yapma karari aldilar. neden?
birincisi, dolar ve euro’ya olan bagimliliklarini azaltmak icin.
ikincisi, “cahil muhafazakar demagog” necip’in sandigi gibi bir devlet kendi para biriminin degerini musluk acip kapatir gibi ayarlayamaz; coklu bir denklem sözkonusu. dahasi kapitalist ekonomi de akil/mantik arayanlar da hayal kirikligina ugrayacaklar, cünkü kapitalist ekonominin akil mantiga dayali i$leyi$ yasalari yok; sürekli olarak celi$kili, zit, birbirini bo$a cikaran ekonomik i$leyi$ sözkonusu.
yani kapitalist ekonomiyi yasalari ile kuran ve düzenleyen kapitalisr devlet ve banka-ci, borsa-ci gibi bu ekonominin aktörleri hareket ettirdikleri bu ekonomik carki kendileri de kontrol edemiyorlar; bundan dolayi da periyodik olarak kapitalist ekonomi krizlere giriyor; tüm ekonomik degerler sifirlaniyor ve yeniden ba$a sariyor; bundan dolayidir ki kapitalist dünyada ekonomik krizlerden bahsedilirken sanki tanrisal bir felaketten ya da bir doga/tabiat kanunundan bahsedilir gibi konu$uluyor, cünkü gercekten de devlet ve özel sektör gibi ekonomik aktörleri de kendi eserleri olan ekonomiyi kontrol edemiyorlar.
bir para biriminin diger bir para birimi kar$isinda ki degerini belirleyen faktörlerden biri de ticaret hacmidir:
örnek, türk lirasi ile ya da rus rublesi ile i$lem gören ticaret hacmi ayni zamanda lira ve rublenin kiymetini belirleyen faktörlerden (sadece) biridir.
bundan dolayidir ki, cin devleti gibi devletler küresel oyuncu olabilmenin $artlarindan biri olan dünya capinda gecerli ulusal bir para birimine sahip olmayi önüne bir hedef olarak koymu$ durumdalar.
“cahil muhafazakar demagog” necip’in 39 nolu yorumundan alinti:
“Yunanistan, hicbir zaman, hicbir tur ve sekilde sanayilesmek, sanayi yatirimlari filan yapmak niyetinde olmadi ki; rekabet filan gibi seylerden bahsedelim.
Bunun boyle oldugunu, AB dahil, herkes biliyor.
Siz haric, tabii ki.
Bilmeyince de, gelip burada, fuzuli diskurlarla (‘discourses’) kafa sisiriyorsunuz.”
hem avrupa birligi yasalarindan ve birligin i$leyi$inden haberin yok hem de “cahil cesaretinin” eseri olan cok bilmi$lik tasliyorsun.
avrupa birliginin yasalari ile yürürlüge koyduklari “serbest dola$im” yasalari var. bu yasalar cercevesinde:
birincisi, i$gücünün yani cali$anlarin vizesiz ve engelsiz AB ülkeleri icinde hareket etme; i$ arama serbestligi
ikincisi, kapitalin/sermayenin/paranin AB pazari icinde engelsiz i$ yapabilme serbestligi.
örnegin, bir alman bankasinin ya da alman firmasinin gidip yunanistan’da yatirim yapmasi; üretmesi, i$yeri acmasi gibi.
bir alman bankasi ya da firmasi gidip türkiye ya da rusyada da yatirim yapamaz mi? yapar, yapiyor da fakat AB sermayesinin AB pazarinda ki hareket serbestligi AB di$inda söz konusu degil.
ücüncüsü, mallarin/ürünlerin serbest dola$imi. yani alman peynirinin, ka$arinin yunanistan piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi ve yine tersinden yunan peynirinin, ka$arinin, zeytininin alman piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi gibi.
sonuc: neticede her devletin ayaktasi icin gelire ihtiyaci var; bu yunanistan icin de gecerli.
yani yunanistan’in alman mercedes firmasiyla rekabet edecek arabasi yok ama peynir, zeytinden tutalim turizme kadar birtakim gelir kaynaklari var, olmasa zaten devlet olarak var olamaz.
bundan dolayi da avrupa birligi (AB) demek her $eyden evvel “AB ic pazari (europäische binnenmark)” demek; AB demek her$eyden evvel “euro bölgesi (euroraum)” demek.
i$te yunanistan’in devlet olarak iflas etmesi, bulgaristan, romanya gibi dogu avrupa ülkelerinin AB icinde olmalarina ragmen ekonomik olarak yerlerde sürünmeleri, sözkonusu bu devletlerin, örnegin bir yunan bankasinin sermaye gücünün bir alman ya da fransiz bankasiyla yari$amayacak kadar zayif olmasi; yine örnek yunan peynirinin, ka$arinin kalite ayni olsa da fiyatta alman peyniri, ka$ari ile yari$amamsi sebebiyledir.
cünkü bir alman peynir firmasi üstün teknolojisi/makinesi ile ürettigi peyniri bir yunan peynir firmasindan daha ucuza mal ediyor ve AB piyasasinda ki rakip yunan firmasini iflasa sürüklüyor vs.
gel ki sen bu durumlari/olgulari kendi kücük dünyasinda ya$ayan; türk/müslüman olmanin hem gururu hem de a$agilik kompleksiyle “gavur” basinini, “gavur” gazetesini bilincli bir tavir olarak okumayan türk muhafazakari necip efendiye anlatasin.
“cahil muhafazakar demagog” necip’ten alinti:
“Neler yaveliyorsunuz boyle siz? Yunanistan’in nufusu, en son baktigimda, Istanbul’un 4’te 3’u filandi (10 milyon gibi). Yillik binde 6 gibi de azaliyor. Nufusun %20’den fazlasi da 65 yas ve uzeri. Yani, hem yasli hem de yaslaniyor. Yunanistan’in, eger parasi olsaydi, tek gelisen sektoru huzurevleri olurdu; ama, kader utansin ki, paralar suyunu cekti. Kisacasi, Yunanistan’dan ‘pazar’ anlaminda bir cacik cikmaz.”
benim anlatmak istedigim olgu neydi: avrupa birligi ülkelerinin kapitalist rekabette tek tek, örnegin bir ABD ya da cin ile yari$acak gücleri yok; bunu kendileri de biliyorlar; acikca ifade etmekte de bir sakinca görmüyorlar.
kapitalist rekabette belirleyici faktörlerden birisi de nüfüs’tur.
nüfus hem i$ gücü hem tüketici olarak önemlidir. bir de sava$ vs. durumlarinda tabii ki belirleyicidir.
avrupa birligi ülkeleri icinde nüfusu 100 milyonu a$an ülke yok fakat, hepsinin birle$imiyle olu$an toplam nüfus yarim milyari a$iyor. bu yarim milyarin icine yunanistan da dahildir.
yunanistan ve diger dogu avrupa devletlerinin tek tek önemsiz olmalari ayri bir olgudur; bu devletlerin var olan güc ve imkanlarini almanya ve fransa önderliginde kapitalist di$ rekabette ba$arili olmak; ABD, cin, hindistan, rusya, brezilya gibi devlere kar$i birle$ip AB gibi bir olu$uma gitmeleri ayri bir olgudur.
“cahil muhafazakar demagog” necip’ten alinti:
“Eee.. sonra? Sonrasi yok. Yok, cunku, en degme Marxist dahi, konu uluslararasi iliskilere gelince, gak guk demekten oteye gidemiyor. Sizi yadirgamiyorum demek istiyorum.”
necip burda ne demek istiyor, anladiniz mi?
cevap: benim kapitalist batiya yaptigim ele$tirilerden necip gibi türk muhafazakarlari $u sonuca varmamizi bekliyorlar: bati emperyalizmine kar$i t.c. devletini ve bu devletin islami rejimini savunmak; evet necip’in benim gibi marxistlerden bekledigi davrani$: devletlerarasi kapitalist rekabette batili emperyalistlere kar$i t.c. devletinden ve o’nun islamci madrabazlarinindan yana taraf olmak, akp’li islamci madrabazlari batiya kar$i savunmak. benim gibi marxistlerden bu davrani$i göremeyen türk muhafazakari necip, kendine hakim olamiyor ve sinirleniyor.
necip’in “eee gerisi”den kastettigi budur, yani: “devletlerarasi ili$kileri inceleme, analiz, anlama, kavrama vs. beni ilgilendirmiyor; sen/siz batiya kar$i t.c.’yi ve o’nun rejimini savunuyor musunuz, savunmuyor musunuz, o’nu söyleyin.”
necip’e cevap veriyorum: hayir, kapitalist rekabette ben taraf degilim; ya da tarafim ama ücüncü bir tarafim; elimden gelse t.c.’siyle, ABD’siyle bu devletleri ve rejimlerini hepsini cehenneme postalardim.
benim gibi bir marxist ile senin gibi bir muhafazakari ayri$tiran noktalardan biri de bu degil midir?
fakat senin gibi muhafazakarlarin iyi anla$acagi eski sosyalistler var: aydinlikci/perincekci fa$istler. onlar erdogan’i, di$ güclere kar$i sonuna kadar destekliyorlar. ben de onlar gibi davransam benim o irkcilardan/fa$istlerden ne farkim kalir?
aydinlikcilari, erdogan rejimini di$ güclere kar$i savunmaya iten düsünce/motivasyon da zaten bu türk irkciligi/milliyetciligi degil midir?
bir noktaya daha aciklama getireyim: “cahil muhafazakar demagog” necip “ba$kanlik sistemi bir devlet projesidir” derken kime, hangi mesaji vermek istiyor, anladiniz mi?
cevap: ba$kanlik sistemine ve erdogan’in islami rejimine muhalefet etmekle “vatan hainligi” yaptiginizi varkinda misiniz; bu bir devlet projesidir; hepimizin cikarinadir; bundan dolayi da desteklemek lazim.
“cahil muhafazakar demagog” hem türk hem de müslüman necip’ten alinti:
“Ah ha. Buymus iste. Ya da, demek ki, neymis? ‘Cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil’mis.. Vay canina.. Evrim. Sen nelere kadirsin –hem de 100-150 sene icinde gecirilmis bir evrim..”
necip yazdiklarima neden bu kadar bozulmu$, anladiniz mi?
cevap: her ne kadar türk ve müslüman kimligini ön plana cikarmamaya cali$sa da, necip’in tüm düsünce ve davrani$larinin kaynagi türk milliyetciligi ve dogu/müslüman tutuculugudur; muhafazakarligidir.
benim “günümüz emperyalizmi eski sömürgecilikten farkliliklar arzediyor” belirlememi necip $öyle algiliyor: bati emperyalizmi temize cikarmaya cali$iyor.
günümüz emperyalizminin, yani bir devletin diger devletler üzerinde kurdugu siyasi/askeri/ekonomik hemegonyanin eski sömürgecilikten farki $udur:
eski sömürgeciler, i$gal ettikleri bir topragi kendi topragi ilan edip, ba$ina da kendi vatanda$i bir sömürge valisi/yönetimi tayin ettikten sonra, i$gal ettikleri toprak parcasinin yeralti yerüstü tüm zenginliklerini kar$iligini ödemeden ta$iyip ülkelerine götürürlerdi.
günümüz amerikan dünya düzeni ve nato+dolar+euro emeperyalizmi ise diger devletlerin egemenligini ve toprak bütünlügünü taniyor; birle$mi$ milletler, unesco, dünya ticaret örgütü, IMF, dünya bankasi gibi uluslarüstü kurum ve kurulu$lar araciligiyla uluslararasi ili$kileri belirli normlara/kurallara baglanmi$; kisacasi bütün devletleri baglayici uluslararasi hukuk sözkonusu.
yani örnek ABD, saddam rejimini devirip irak’in topraklarina, yeralti, yerüstü kaynaklarina el koymuyor; böyle bir$eye ihtiyac duymuyor. ABD, irak’tan ve dünya piyasasindan aldigi her$eyin parasini ödüyor. peki bati emperyalizminin bu i$ten kazanci nedir?
cevap: devletlerarasi kapitalist rekabette üstün teknolojiye, silaha, güclü sermayeye/kapitale, dünya capinda gecerli bir para birimine, görece daha ucuz ürünlere/mallara sahip olan devletler sözkonusu bu düzenin kazananlaridir.
ABD’nin neden böyle bir dünya düzeni kurdugu ve bu düzenden cikari/kazanci nedir, sorusunun cevabi kisaca budur.
oynanmi$ bitmi$ ve sonucu belli olmu$ maclar hakkinda, yani ya$anmi$ gecmi$ tarihi olaylar hakkinda erman toroglu gibi ahkam kesmek neden bo$-bele$ bir me$guliyettir?
örnek: demokrasinin ne oldugunu anlamak icin illede monar$inin ne oldugunu bilmek latim mi? hayir.
demokrasi denilen yönetim bicimi/yönetim teknigini inceledigimizde $u sonuca varmak zor degil: demokratik parlamenter yönetim bicimi cok partili ve serbest secimlere dayali bir yönetim formudur.
peki, demokrasiyi tanimlayabilmek icin ille de monar$inin ne oldugunu bilmemiz gerekmiyor, demek, eskiden ve $imdide hala monar$i adinda bir yönetim biciminin oldugunu inkar etmek anlamina mi gelir? hayir.
peki t.c.’den önce osmanli, ondan önce de selcuklu vs. oldugunu bilmeyen ya da inkar eden mi var? hayir.
iyi de $u anda bizi ilgilendiren, bizim hayatimizi öyle ya da böyle belirleyen olaylara kafa yorup anlamak yerine sürekli olarak filmi geriye sarip, falan devletten önce filan devlet, falan uygarliktan önce filan uygarlik vardi demek bir sanat, bilim ya da hüner midir?
suriye ic savasinin nedenlerini ve aktörlerini belirlemek icin bugükü suriye topraklarinda daha önce var olmu$ uygariklari, devletlerin tarihini, kültürünü vs, bilmak lazim mi? hayir.
günümüz ekonomisini anlamak, örnek finans krizi nedir, sebepleri, sonuclari; bunu tespit etmek icin bilmem kacbin önce ki insanlarin ekonomik faaliyetlerini incemek gerekir mi? hayir.
akp’li sunni islamci madrabazlar sürekli olarak osmanli ve selcuklu devletlerinden dem vuruyorlar cünkü onlar devleti ve toplumu yönetmek/gütmek icin me$ruiyete ve gelenek’e ihtiyac duyuyorlar. yani yönetenler/egemenler acisindan tarih’in fonksiyonal/i$levsel bir yönü var, -reji ver mehteri!- peki kendini solcu olarak tanimlayan bu sitede ki tarihe/gelenege bu gereksiz vurgu neden?
Sayın Anarşist Arkadaşlar,
Bu yaz Fransa Ardèche’de Haziran ayında bir anarşist festivali olacak.
Katılacaklar arasında feministler, vejeteryanlar, çıplaklık savunanlar, çevreciler, hayvan haklarını savunanlar, “Doğal Çevresine Bırakın” adlı yeni bir akımın temsilcileri, … Bu sadece kısa bir katılacaklar listesi. Katılacak ülkelerin listesi de hali uzun.
Katılacak bazı ünlü isimler de dikkat çekmekte.
Alain Badiou, David Graeber, …
Michel Foucault, Gilles Deleuze, vb. taraftarları accelerationistler, …
Noam Chomsky Murray Bookchin destekçileri …
Hatta Slavoj Žižek ve Peter Joseph’in bile katılacağından sözedilmekte.
Selamlar.
4 numarada yazan, sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,
Görüşmeyeli uzun zaman oldu…
İsviçre’deki günleriniz nasıl geçiyor?
İsviçre’de “mutsuz olmak” hâlâ yasak mı?
Eğer mutsuz olduğunuz saptanırsa, polis, evinize zorla geliyor mu? Polis, sizi, zorla “mutlu olma doktrinasyonu”na maruz bırakıyor mu?
“Jacques Ellul”un kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?
“Simone Weil”ın kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?
“Samuel Butler”ın kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?
“Pierre Clastres”in kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?
“Günther Anders”ın kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?
“Elias Canetti”nin kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?
“William Black”in kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?
Hani, siz ne demiştiniz; “Ben, bütün bu isimleri; kendimden üstün veya alçak görmüyorum. Hepsini ama hepsini kendimle eşit, hepsini birer dost olarak görüyorum.” Niçin unutuyorsunuz bu söylediklerinizi?!
Kapitalizme karşı mücadelenin “yegâne ulu şefleri”; Alain Badiou, David Graeber, Michel Foucault, Gilles Deleuze, vb. taraftarları accelerationistler, Noam Chomsky Murray Bookchin destekçileri, Hatta Slavoj Žižek ve Peter Joseph değil. Bütün bu isimler de dahil olmak üzere, çok ama çok geniş bir hareket; kapitalizme karşı mücadele ediyor.
Ve hâttâ; Ellul, Weil, Butler, Clastres, Anders, Canetti, Black bile kapitalizme karşı.
Siz ise, “medeniyet”e karşı olduğunuzu zannederek; kapitalizmin sizi bile sömürdüğünü ıskalamaktan hoşnut gözüküyorsunuz!
Yazık, çok yazık sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye…
“ücüncüsü, mallarin/ürünlerin serbest dola$imi. yani alman peynirinin, ka$arinin yunanistan piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi ve yine tersinden yunan peynirinin, ka$arinin, zeytininin alman piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi gibi.”
AB reklamlarini okudunuz sayin okuyucular.
Cok ilginc.. Marxistlerimizin ve “sol’un geldigi noktaya bakin hele:
Acik acik fakirlerin aleyhine isleyen duzeni, sirf ‘kanunlar oyle’ diyerek savunmak; ve –daha da beteri– bunu ‘suret-i hak’tan gorunerek yapmak.
AB’nin kurulusunda –en azindan lafta– bolgeler arasi rekabet zaaflarini engellemek/gidermek amaciyla fonlar kurulmustu. Ve, bu fonlarin da yerinde kullanildiginin takibi sarti vardi.
Bunlardan birisi de ‘Common Agricultural Policy’ (CAP) idi. Zurrahin korunmasi amaci guduyordu.
Baslangicta ise yaradi. Yaradi ama, zamanla rayindan cikti.
Bunun oldukca basit de bir sebebi vardi: CAP sayesinde havadan para alan Fransiz, Italyan zurrahina, AB’ye sonradan katilanlarin zurrahinin rakip cikmasi konfor bozucu idi.
Bunu cozmek icin ne yaptilar?
Basit.
Yunanistan gibi dandik ulkelere fon verdiler, vermesine; ama, bu fonlarin yerinde harcandigini denetlemediler.
Boylece, birkac donum zeytin/uzum vs bahcesi olan –normalde de acliktan nefesi kokan– zurrah, aniden Porsche’lerle, Mercedes’lerle, Audi’lerle gezer oldu.
Bu sayede, hem Fransiz, Italyan zurrahina rakip yaratilMAmis oluyordu; hem de Almanya’nin luks urunlerine pazar yaratiliyordu. [Birlesik Krallik’in satacak birseyi olmadigindan, onlar sadece bu soygunun finansal arayuzunde yer aldilar.]
“sonuc: neticede her devletin ayaktasi icin gelire ihtiyaci var; bu yunanistan icin de gecerli.”
Burnunuzun ucunu dahi gormekten aciz oldugunuzu gormek beni uzuyor gercekten.
Yunanistan’in elde ettigi sey ‘gelir’ degil; ‘sadaka’dir. Sa-da-ka!
Tipki sizi gibi, ufuksuz Yunanistan Marxistleri de bunu gorememis ve ulkeyi uretimsilige (dolayisi ile, reel gelir elde edemezlige) mahkum etmistir.
‘Herkese ihtiyaci kadar’ lafini cok fazla ciddiye almanin sizi goturecegi yer de tam olarak budur.
“yunanistan ve diger dogu avrupa devletlerinin tek tek önemsiz olmalari ayri bir olgudur; bu devletlerin var olan güc ve imkanlarini almanya ve fransa önderliginde kapitalist di$ rekabette ba$arili olmak; ABD, cin, hindistan, rusya, brezilya gibi devlere kar$i birle$ip AB gibi bir olu$uma gitmeleri ayri bir olgudur.”
Yine bir AB (daha dogrusu Almanya-Fransa) reklami.
Bu dediginizin ozeti sudur: AB (daha dogrusu Almanya-Fransa), nufus satin almistir. Parasini da verdigine gore, tepe tepe kullanmak hakkidir.
Di mi?
“cevap: benim kapitalist batiya yaptigim ele$tirilerden necip gibi türk muhafazakarlari $u sonuca varmamizi bekliyorlar: bati emperyalizmine kar$i t.c. devletini ve bu devletin islami rejimini savunmak; evet necip’in benim gibi marxistlerden bekledigi davrani$: devletlerarasi kapitalist rekabette batili emperyalistlere kar$i t.c. devletinden ve o’nun islamci madrabazlarinindan yana taraf olmak, akp’li islamci madrabazlari batiya kar$i savunmak. benim gibi marxistlerden bu davrani$i göremeyen türk muhafazakari necip, kendine hakim olamiyor ve sinirleniyor.”
Sinirlenmiyorum. Uzuluyorum.
Siz, Marxism ayaklarina yatip, AB propogandasi yapiyorsunuz.
“necip’e cevap veriyorum: hayir, kapitalist rekabette ben taraf degilim; ya da tarafim ama ücüncü bir tarafim; elimden gelse t.c.’siyle, ABD’siyle bu devletleri ve rejimlerini hepsini cehenneme postalardim.”
‘Ninemim husyeleri olsa dedem olurdu’ muhabbetinize mani olmak istemem, tabii ki.
Ama, elinizden gelmeyen, gelmesi de mumkun ya da muhtemel olmayan bir seyi, sanki bir ‘durus’mus gibi konumlandirmaga gayret edisiniz hem abes hem de uzucu.
Ucuncu taraf filan degilsiniz.
Siz, farkindasiniz ya da degilsiniz, AB’yi savunuyorsunuz ve bunu da ‘legalism’ kisvesiyle pazarlamaga calisiyorsunuz.
“fakat senin gibi muhafazakarlarin iyi anla$acagi eski sosyalistler var: aydinlikci/perincekci fa$istler. onlar erdogan’i, di$ güclere kar$i sonuna kadar destekliyorlar. ben de onlar gibi davransam benim o irkcilardan/fa$istlerden ne farkim kalir?
Sizi cok da yadirgamiyorum, aslinda.
Almanya’da yasiyorsunuz ve ‘gavurun ekmegini yiyen, kilicini sallar’ dusturunu dikkate almak zorundayiz.
“aydinlikcilari, erdogan rejimini di$ güclere kar$i savunmaya iten düsünce/motivasyon da zaten bu türk irkciligi/milliyetciligi degil midir?”
‘Franco-German supremacist’ler bile AB’yi (daha dogrusu Almanya-Fransa eksenini) sizin kadar canhiras savunmuyor.
Sizinkinin sebebi nedir?
“cevap: her ne kadar türk ve müslüman kimligini ön plana cikarmamaya cali$sa da, necip’in tüm düsünce ve davrani$larinin kaynagi türk milliyetciligi ve dogu/müslüman tutuculugudur; muhafazakarligidir.”
Bu ‘kaynak aramak’ merakinizi bir de sizin uzerinizde deneyelim mi?
Sizin dilinizden dusmeyen bu kelimeler –yani, ‘Musluman’ ve ‘Turk’ gibi kelimeler– aslinda sizin kendi zihniyetinizi ele veriyor.
‘Musluman’ dediginiz zaman herhangi bir ‘Musluman’i degil; ‘Sunni’leri kastediyorsunuz –‘Sii’lerle bir sorununuz oldugunu hic duymadim; en azinda tahkir edici bir dille hic soylemediniz.
Benzer sekilde, ‘Turk’ kelimesini de bir tur utanilacak bir seymis gibi konumlandirmaga gayret ediyorsunuz.
Butun bunlar, sizdeki ‘rabid’ irkciliga ve mezhepcilige bir ‘cover’ midir; yoksa icinize isledigi icin farkinda bile degil misiniz; bilmiyorum.
Ama, bildigim bir sey var ki, size elimi uzattigim zaman, isirmayacaginizdan emin olmak zor –ardindan kuduz asisi filanla ugrasmak istemedigim icin.
“eski sömürgeciler, i$gal ettikleri bir topragi kendi topragi ilan edip, ba$ina da kendi vatanda$i bir sömürge valisi/yönetimi tayin ettikten sonra, i$gal ettikleri toprak parcasinin yeralti yerüstü tüm zenginliklerini kar$iligini ödemeden ta$iyip ülkelerine götürürlerdi.”
Aferin. Yeni somurgeciler arasinda ABD’yi sayiyorsunuz da, nedense, AB’yi saymak akliniza bile gelmiyor.
“yani örnek ABD, saddam rejimini devirip irak’in topraklarina, yeralti, yerüstü kaynaklarina el koymuyor; böyle bir$eye ihtiyac duymuyor.”
ABD’yi biliyoruz. Onu her zaman konusyoruz ve daha da konusuruz.
AB’den neden bahsetmiyorsunuz?
Zulf-u yare mi dokunuyor?
Hilesiz Referandum Demokratik Rejimin Ebediliğinin İlanıdır!
Yazısını yazan gazeteciye Hiçbir Yerden Haberler:
3 Aralık 1922’de İsviçre çok büyük bir ekonomik bunaltı yaşarken referandum hilesi komedisine başvurulur. Sayıları hiç kadar az zenginlerin servetine son derece cüzi bir vergi koyulması önerilir. Eğer kabul edilirse son derece mağdur düşmüş bir kesim kısmen refahlığa kavuşacak. Sonuç? Hilesiz referanduma oy veren demokrasi otlarıyla beslenen İsviçre inekleri reddederler.
1958’de haftada çalışma saatini 44’e, 1976’da haftada çalışma saatini 40’a indirmeyi aynı inekler reddettiler. Avrupa milli marşı 16. yüz yıldan beri “İşleyen Demir Pas Tutmaz”. Bu milli marş yavaş yavaş dünyaya ve hızlı hızlı adına EMEK koyarak saygı değer kılan Marksistler, Anarşistler, solcular arasına yayıldı ve hatta kutsallaştı. Türk derin düşünürleri hala kendileri gibi Avrupa başarısını anlamayan bir subayın nakaratlarını tekrarlarlar: “Laiklik efendim laiklik, laik olacaksın!” Yalan devam etmeli. Bu nakaratın aslında “Zenginlik efendim zenginlik, zengin olacaksın! anlamına geldiği kamu sırrı. Bilinir ama dile getirilmez. Tüm Avrupa ve tüm dünyaya egemen olan politika felsefesinin kadim Roma “Panem et circenses”, olduğu açıkça söylenmez. İdeolojilerle süslenir. İslamlık da benzeri bir temele oturur: “carpe diem”. Allah her “an” (nanosecond bile çok) evreni istediği gibi yaratır, gününü gün et!
Yalanlara yutmak için İsviçre otu yemek şart değil.
Aynı İsviçre 1980lere kadar çocukları sözüm ona problemli ailelerden zorla alıp bedavaya çiftliklerde çalıştırdı. Demokratik GULAG.
Çocukluğu telef edilenler hiç değilse bu gaddarlığın maddi karşılığını istediler. Yine demokrasi ve referandum sineması. Yine inekler reddetti.
Türk gazeteci ve düşünürlerin mide bulandırıcı cahilliği Erdoğan, Trump, Putin, Xi Jinping, Merkel, May, Macro(n) kadar ürkütücü. Gündemde daha fazla yer alan Doğu Avrupa faşistliği ama aslında tüm Avrupa’da gittikçe yayılan otların azalmasıyla artan faşistlik bile insanlık kadar eski bir afyonu yutmuşları uyandırmaz: “Şeytan işi efendim, şeytan işi!” Şeytanın kimliği değişir ama kendi değişmez. Bazı sonsuz derin düşünürler daha çok laik oldukları için şeytanı doğada, genetik yapıda ararlar. Darwin falan filan televizyon dizisinin ince ekranlı büyük televizyonda devamı.
Ağaçlardan dolayı ormanı göremeyen derin düşünürler ve satıhsal gazetecilere bir not: Avrupa medeniyet zincirinde son halka. Sümer-Akkad, Mısır, Asur, Hitit, Babil, Mohenjo-daro, Harappa, Maurya, Çin, Medler ve Persler, Yunan, Roma, İslam, … maşallah aynı kanser gibi gittikçe yayılan bir hastalık. Olumlu tarafı da var ama. Düşünürlere düş, işgüzarlık fırsatçılığı sağlar. Ağaçların arasında kaybolup doğanın ve içinde bulunduğumuz rezilliğin muhasebeciliğini yaparlar.
Oku oku adam ol, seni kandıranlar gibi eşşek olma:
“İsviçre Hegemonyası: demokratik cazibe (daha doğrusu iğfal) ve güler yüzlü baskı.”
Claire Masnata-Rubattel, François Masnata
Oku oku adam ol, seni kandıranlar gibi eşşek olma:
İsviçre ünlü yazar Dürrenmatt’ın Vaclav Havel’in İsviçre’yi ziyaretinden sonraki aval aval övgüsüne açık mektupla cevabını oku.
Ve nihayet bir İsviçre zengin ailesinin değerli çocuklarına hocalık yapmak için İsviçre’de iş bulup oraya giden ve ırkçılığını ünlü öğrencisi Marks’a aşılayan tarih filozofu, sola diyalektik taklaları öğreten, ayakları Marks, kanatları cahil anarşistler olan Hegel’in 1795’de Schelling’e mektubu:
“Bizim Alman saraydaki prensler arasındaki entrikalar buradakilere kıyasla sıfır …”
Allah ünlü olmak için her türlü altın yumurta yumurtlayan gazacılarımızı, üniversitelerde ve özellikle özgür üniversitelerde beyin yıkayan devlet memuru profesörleri, solcuları, anarşistleri, komünistleri, Marksistleri, yeniden doğmuş müslümanları, komünist-kapitalist Çinlileri, kısacası ezenler kadar eski ezenlere karşı ezenleri başımızdan eksik etmesin! Âmin!
Kapitalizm insanın insanı sömürmesidir; karşı gelenler tam tersidir.
Eğlence devam etmeli.
Türkiye dışarıdan nasıl görünüyor? Yalnızca batıdan değil, her yerden, doğudan, uzaktan, daha uzaktan, nasıl görünüyor?
Yabancı yerlerdeki arkadaşlar halimizi, gidişatımızı nasıl gözlüyorlar?
Bu konuda yazarlarsa ne güzel aydınlanırız.
Biz açık hava hapishanesi kültürümüz, basınımız ve kanmaca kandırılmacayla yuvarlanıp gidiyoruz gibi.
Sözkonusu arkadaşlar, bir şeyler yazın!
https://www.youtube.com/watch?v=3L-w6jxEWBY
http://halkinsesitv.org/sila-abalay-olumsuzdur/
18 inde oldurulmek
5 numaralı arkadaş,
Kapitalizme karşı mücadelenin çok daha geniş kapsamlı olduğunu ve çok daha boyutlar içerdiğinde çok haklısınız.
Ancak tarihte sık sık rastlanan ve bazı durumlarda gereken önderlerin yararlı olduğu da inkâr edilemez. Hepimiz dünyayı daha iyi bilip, örneğin sayın Zileli, bizlere anlatanlardan yararlanırız. Çocukken anne baba ve komşulardan öğrendik, okula gittik.
Ben kendim 4 numaralı arkadaşı sizin gibi tanımıyorum ama sizlerin okuyup öğrenmeyi küçümsemeniz biraz tuhaf.
Ben de Avrupa’da yaşıyorum ve bilgiye varış genellikle kitap okumakla başarılmakta. Diğer yandan bilgiyi küçümseme ki binlerce dışavurumu var. Müzik, spor, dans, seyahat, kültür tüketimi, seks, modaya uyma, kişisel sağlık saplantısı … Alış veriş bireyciliği.
Her okuyan aynı yoruma varmayabilir.
Kapitalizme karşı olup bilgi alanını daha genişletip (epistemolojik çığır açma) dünya durumunun kaynağını medeniyette bulan sayısız eleştiriciler var.
Medeniyete karşı olup kapitalizmi savunmak veya karşı olmamak tarih açısından hemen hemen mantıksız.
Bilmediğiniz konularda fikir yürütmektense bilgi edinmekte yarar olabilir.
İsterseniz uzun bir süre yeşilliği savunan, kapitalizmi eleştiren ama şimdi sorunu medeniyette bulan burada, İngiltere’de, Paul Kingsnorth’u veya hakkında yazılan (The Guardian, Nisan 2017) yazıyı okuyabilirsiniz.
Avrupa’da şu an daha henüz uslu olmadığınız için evinizi basmıyor. Siz Almanlar gibi kısa hafızalısınız. Diğer Avrupa ülkeler her ele geçirdikleri yeri ya kendilerine benzettiler veya kırımdan geçirdiler. Eğer Erdoğan evleri basıyorsa bu sadece bu herifin daha henüz, Avrupa, kapitalizme şükür, devletleri kadar güçlü, halkını müzik, dans, spor, seyahat, kültür tüketimi, seks, modaya uyma, kişisel sağlık saplantısı gibi meşgul etme zenginliğine sahip olmadığından kaynaklanabilir.
Her eleştirici kapitalizme aynı sizler gibi karşı olmayabilir. Hatta siz kapitalizmin son kılıfı olan bilim ve teknolojiyle herkesi Avrupalılar gibi doyurabiliriz masalını duymamışa benziyorsunuz.
Bu daha önce oldu. Sovyetler görece başaramayan örnek. Çin maşallah başarıyor. Avrupa proleterleri orta sınıf yaptı ve başardı. Lenin’in daha henüz 1900 yıllarında proleter bu işi kendi yapamaz saptaması uzun yıllar Türk sol hareketine model oldu. Önderler ve öncü partiler mantar gibi çoğaldı. Bu açıdan bakıldığında sizin tutumunuz son derece sıkıcı. Aynı şeyi “öndersiz”, ve yeni bir bayrak olan “anarşizm”le pazarlıyorsunuz.
Bu ümit tüccarlığı kapitalizmin ta kendisi.
18 inde oldurulmek
haber turk un herhangi bir calisani olmak.
bir türk muhafazakarinin -necip’in- cektigi kabir azabi
necip’in 6 nolu yorumuna cevaben
necip, sen kapitalist rekabette kazananlara dahilsin; parani kazanmi$sin, kö$eyi dönmü$sün; peki hayatin tadini cikarmak yerine, kazandigin parayi yiyip gününü gün etmek yerine neden bu sitede vaktini harciyorsun?
cevap: birincisi, kendine misyonerlik rolü bicmissin; “hak yolundan” sapmi$ solculari devlet/millet davasina kazanmaya cali$iyorsun.
ikincisi, solculara, kemalistlere vs. agzinin payini vereyim; yerine göre dalga gecip biraz egleneyim, amaciyla bu sitede yorum yaziyorsun.
benim icin ise fikir tarti$masi yapmak her $eyden evvel dünyayi anlamaya cali$ma cabasi anlamina geliyor; siyasi tarti$ma benim icin her$eyden evvel zihinsel/entellektüel/felsefik bir faaliyet anlamina geliyor.
böyle bir faaliyetin $artlarindan birisi, anlamaya cali$tigin olgu/fenomen ile arana mesafe koymaktir; amigoluk, taraftarlik yapmaktan kacinmaktir. dolayisiyla benim olan biteni, olay ve olgulari anlamaya yönelik anlamaya ve aciklamaya yönelik yorumlarimda sen sürekli olarak benim hangi tarafa amigoluk yaptigimi cikarmaya cali$iyorsun; cünkü sana göre fikir belirtmek demek iki taraftan muhakkak birini desteklemek anlamina geliyor. bunu sen yapiyorsun, zileli de yapiyor, zileli’nin okuyuculari da yapiyor, fakat bu amigoluk/taraftarlik yapmayi dogru bulmadigim icin yapmiyorum.
senin tavrin ise amigoluk yapmaktan ibaret; kime amigoluk yapiyorsun:
-laik kemalist fraksiyona kar$i islamci fraksiyonun amigolugunu yapiyorsun
-ABD ve AB’ye kar$i t.c. devletinin amigolugunu yapiyorsun
-bati uygarligina kar$i dogu uygarliginin; hristiyan uygarligina kar$i islam uygarliginin amigolugunu yapiyorsun
-yönetilen/kumanda edilenlere kar$i yönetenlerin/kumanda edenlerin; mevcut düzenin figüranlarina kar$i aktörlerin; siradan insanlara kar$i elit kesimin amigolugunu yapiyorsun
-sosyalizm gibi mevcut düzene alternatiflik iddiasi olan düsüncelere kar$i modern kapitalizmin amigolugunu yapiyorsun
-ezilen ulus milliyetciligine -kürtcülüge- kar$i ezen ulus milliyetciliginin -türkcülük- amigolugunu yapiyorsun
-hor görülen, bastirilan dine, inanca kar$i -alevilik- hakim/egemen dinin/inancin -sunnilik- amigolugunu yapiyorsun
senin cektigin kabir azabinin kaynagi senin dünyaya baki$ acindir; bu kabir azabindan kurtulmak istiyorsan amigoluk/taraftarlik yapmaktan vazgecmen $art; vazgecersin gecmezsin, o da senin bilecegin i$.
senin cektigin kabir azabinin nedeni egemenligi, imparatorlugu/devleti, güc/kudreti, kisacasi otoriteyi idealize etmendir; tarihe kari$mi$ osmanlinin hasretini ve hayalini cekmendir; kapitalist batinin doguya kar$i olan askeri/siyasi/maddi üstünlügünü vs. kendine dert etmendir.
Sayın Leon-profesyonel,
Evren big-bangle kabından taşmadı. Bu süt inekleri olan bilim adamların masalı. Evren televizyon (veya daha geniş anlamda medya) ile okulun vahşi evliliğiyle (madde ve karşı madde), aynı medeniyet kanseri gibi, yayıldı.
Eminim siz bu vahşi evliliğin bir çocuğusunuz. Facebook, Twitter ve benzeri milyarderleri besleyen, Türkiye içinde veya dışında, yaşayan Türkler sizi aydınlatır. Bir göz atmaya değer.
Kendim Türkiye’ye geldiğimden Türklerin yaşadığım ülkeyi benden sonsuz daha iyi tanıdıklarını görüp hayret ettim. Eminim siz sorduğunuz sorulara cevapları fazlasıyla biliyorsunuzdur. Kapitalizmin dünyaya egemen olduğundan bu yana sonsuz cahillikle sonsuz bilgelik çember üzerindeki bir nokta oldu. Noktaya en uzak ve en yakın aynı nokta.
Kızılderilileri incelemek isteyen bir Alman antropolog bir kızılderiliye aracılık yapmasını teklif eder. Kızılderili yakınlarındaki üniversiteye işaret edip oradaki uzman profesörlerin daha da yararlı olacağını söyler. Peygamber Marks’ın peygamberi antropologun bir kızılderili halk hakkında yazdıkları dünyanın her yerinde hala öğrencilerin beynine tıka basa sokulur. 1970lerde kendisi antropolog olmuş bu halktan birine Marks’ın akıl hocasının kendileri hakkında yazdıkları doğru mu?, diye sorarlar. Cevap: “Evet doğru ama bizimle alakası yok.”
Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.
Yazı icat oldu, yalanlar evrendeki yıldız sayılarını çoktan aştı.
Hala kapitalizmin serbest pazar ve görünmez elle (Allah’ın yeni adları) çalıştığı yalanını millet her yerde bal gibi yutar.
Eğer yalanları sıralasam evrendeki yıldızların sayısı bile okyanusta bir damla olur. Ve yalanları en büyükleri düzene karşı olduklarını iddia edenlerden çıkar. Çevreyi korumak isteyenler, hayvan sevenler bu varlıkların en iyi yerinin doğal çevreleri olduğunu söylerler, ama insanların da en iyi yerinin, okulsuz, devletsiz, yazısız, bankasız, dinsiz, imansız, allahsız doğal ortamlarında yaşamasını önermezler. Heriflerin derdi son modaya uygun iş bulup “doğrusunu” konuşmak.
Medeti dış yalanlarda aramaktansa, siz en iyisi mışıl mışıl cehalet saadettir uykunuza devam edin. Bu sitede bilgisi dibi olmayan kuyu kadar derin bir sürü yazarlar var. Onları okuyun yeter. Veya asıl kaynak olan televiyon-medya-okula baş vurup beyninizi doldurun.
14 No,
Ben, yurtdışındakilerin sansürlenmemiş, gizlenmemiş beyinlerin düşüncelerinden, sözlerinden yararlanmak isterim. Senin gibi halüsinasyonlar gören, dili kirli, zihni bozuklardan bir isteğim yok.
kapitalist/emperyalist rekabet ve avrupa birligi (AB)
benim AB nedir, nasil bir olu$umdur, bunu anlmaya yönelik yazdiklarimi necip, AB’ye övgü olarak algilami$/anlami$.
dünyada, türkiyede ve tabii ki günzileli.com’da da fikir tarti$masi genellikle futbol fanatikligi/amigoluk yapmak $eklinde yapildigi icin, ben ne yazarsam yazayim necip ve diger yorumcular benim yazdiklarimda ki informasyona/bilgiye bakmiyorlar; benim hangi tarafi destekledigimi anlamaya cali$iyorlar.
“soguk sava$” diye adlandirilan ikinci dünya sava$indan sonra ba$layip sovyetler birliginin kendini fesh etmesiyle sonuclanan dönemde kapitalist/emperyalist nato cephesini ABD önderliginde bir araya getiren “ortak dü$man komünizm” idi.
“ortak dü$man” komünizmin tarih sahnesinden cekilmesi ile kapitalist devletler ba$ba$a kaldilar. bu durum kapitalist devletler/uluslar arasinda ki rekabeti hem kizi$tirdi, hem de daha görünür hale getirdi.
örnek, eskiden kayitsiz $artsiz ABD’nin önderligini tanimi$ devletlerin itirazlari ve yeni arayi$lari ya da ABD’nin yeni ba$kani trump’in özellikle AB üyesi devletlere “siz amerikayi sömürüyorsunuz; amerikan dünya düzeninden faydalanmak istiyorsaniz amerika’nin cikarini da gözetmek zorundasiniz” demesi gibi.
AB denilen olu$um fikret ba$kaya’nin sandigi ve yazdigi gibi ABD’nin kurdugu bir olu$um degil, tam tersine iki dünya sava$i sonunda gücten dü$en avrupali emperyalistlerin ABD ile rekabet edebilmek icin kurduklari bir olu$umdur.
ister devletlerarasi rekabet olsun, isterse de (özel) firmalar ve $ahislaraarsi rekabet olsun, kapitalist anlamda kazanmak, zenginle$mek ancak ve ancak rakipleri fakirle$tirerek, sömürerek mümkündür; yani “ben de kazanayim sen de kazan, karde$ karde$ ya$ayalim”, böyle bir ili$ki kapitalist dünyada yoktur, mümkün de degildir.
dünyada ki melanetin; sava$larin, sömürünün, irkciligin, maddi sefaletin, mülteciligin, dini fanatizmin vs. kaynagini merak edenlerin ve bundan rahatsiz olanlarin global kapitalist düzeni ve bu düzenin ekonomisi olan serbest piyasa ekonomisinin rekabete, sömürüye dayali ve paranin/sermayenin hakimiyeti gibi ilkelerini mercek altina almalari $art.
kapitalist sömürüyü, rekabeti ve paranin/sermayenin hakimiyetini bir kenara birakip, demokrasi/e$itlik/özgürlük gibi soyut ideallerle poltika yapan gün zileli, fikret ba$kaya, demir kücükaydin ve diger anar$ist, feministler vs. bo$a kürek cekiyorlar.
önce kendilerini sonra da diger insanlari aydinlatmak yerine “insanlara alternatif iktidar secenekleri sunmak lazim” kaygisiyla/dü$üncesiyle iktidar sava$larinda taraf olanlar, amigoluk yapanlar, iktidar fraksiyonlarinin basip yükseldikleri tahterevalli olmaktan öte bir fonksiyona sahip olamiyorlar, olamazlar da.
necip, benim kapitalist/emperyalist rekabette ki pozisyonumu anladin mi?
bir fikrin/düsüncenin dogrulugunun yanli$liginin ölcüsü/kriteri, sözkonusu bu fikrin ne kadar insan tarafindan benimsendigi, kabul gördügü degildir.
bir fikrin/düsüncenin dogrulugu yanli$ligi bunlardan bagimsiz olarak icerik/öz ile alakalidir; ülcü/kriter akil ve mantiktir.
bundan dolayi benim tavrimi bu sitede ve dünyada kac ki$i payla$mi$, belirleyici olan bu degil.
tabii ki fikirlerimi/düsüncelerimi insanlara anlatma gibi bir derdim var; bundan dolayi da burda yorum yaziyorum. fakat benim bu anlatma ve aciklama faaliyetim, senin yaptigin gibi “misyonerlik” yapma degildir; benim insanlara sunacagim hazir bir toplumsal recetem de, örgüt ya da partim de yok; fikirlerim, argümanlarim, aciklamalarim, bilgilerim var.
dünyanin hal ve gidi$atindan rahatsiz olan insanlarin, bizzat dünyayi anlamaya yönelik kafa yormalari ve pasif bireyler olarak “kurtarici lider” aramak yerine kendilerini olaylarin “öznesi” yapmalari $art.
İslam medeniyetini sadece ve sadece gündemdeki olaylar açısından yargılama Avrupa veya özellikle Almanya’yı İkinci Dünya Savaşı yıllarında yargılamaya benzetilebilir. İslam’a uygulanan bu yaklaşım günümüze uygun düşse ve yerinde bir tutum olsa da medeniyet tarihinde bilgisizlik, konuları anlamada miyopluk sergiler. Daha da kötüsü salt gündemdeki olayları işlemekle fırsatçılık, iki yüzlülük, özgür düşünmektense hoşa gider düşünmek gibi basitlik, basmakalıpçılık, kısacası tamı tamına politikacı oyunları oynamaya yol açar.
Yeni yeşeren kapitalizm eskimiş güç kaynağı Hıristiyanlıkla çelişkiye düşünce Kalvin “her şey evvel zaman içinde, kimin cennete gideceği kimin gitmeyeceği alınlara yazılmıştır ve kimse değiştiremez, vs. vs. …” düğün türküsüyle gelin güveyiyi evlendirdi. Ve bazı tarihçilere göre bu teolojik cambazlık kapitalizmin ruhu olup, kapitalizm bayrağını taşıyanlara akıl almaz enerji, iştiyak, etkinlik ve üretkenlik kazandırdı. Bir Avrupa devleti kurmak isteyen bir sahtekâr koca Türk, bir saray subayı, tam tersini savunup, “ne mutlu Türklerin mutsuzluğunun kaynağının Türkleri alın yazısına inandıra İslam’dan geldiğini bal gibi yutturdu.
Irkçılık da benzeri bir rol oynadı.
11. Yüzyılda zamanın Amerika veya Avrupası olan Endülüs’de bir emir saray koca düşünürü dalkavuğa (şimdi bunlara üniversitelerde altın yumurtalar yumurtlayan profesörler adı verilir) dünyanın mevut durumun içeren bir rapor hazırlamasını emreder. Zamanımızda mantar gibi çoğalmış bu derin düşünür dalkavuk hemen iş başı eder. Rapor uzun. İşte bir cümle: “Dünyanın en zeki insanları, SİYAH OLMALARINA RAĞMEN, Hindistanlılar.” Irkçılık Avrupa ayak takımına dünyanın karanlık yerlerinde kalmışlara Yunan meşalesini götürüp AYDINLIĞA kavuşturmada, daha doğrusu ve kırımdan geçirmede, yer almada coşkunluğu aşıladı. Afrikalı bir gayri-meşru (yani medeni olmayan) peygamber “Beyazlar geldiğinde toprak bizim, İncil onlarındı; şimdi tam tersi!”, der. Köle toplayan Avrupalılara kulakları eski kesik Müslümanlar aracılık yaptı.
Medeniyet tarihi zincirinde bir halka olan İslam, aşağı yukarı Haçlılar devrinde, Avrupalılara ananı bile satmak, insanı bile satmak, toprağı bil satmak, vs. öğreterek Avrupalıları medeniyet hizasına soktu.
Kısa bir süre öncesine kadar birkaç dürüst tarihçi ve düşünür hariç, emeği Allahlaştıran Avrupa kendinin, veya isterseniz bir genetik mutasyonla, hop diye emek sevmeyen Antik Yunandan zıplayarak, fırladığını iddia etti.
Yalanlarla doğruyu ya Allah bilir veya yüce v özellikle son moda Anarşist eğilimli yazarlar bilir. Daha doğrusu halen evrenden bile büyük bir yalanı besleyip besleyen derin düşünürler bilir. Allah onları başımızdan eksik etmesin! Âmin!
Bu sitede maşallah çok var.
AB emperyalizmi/alman/fransiz emperyalizmi
necip’in 6 nolu yorumundan alinti:
“AB’den neden bahsetmiyorsunuz?
Zulf-u yare mi dokunuyor?”
evet, biraz da avrupa birligi (AB) emperyalizmi üzerine yazmak iyi olacak, yalniz necip gibi insanlarin yanli$ beklentilerininin önünü almak icin pe$inen belirteyim: AB’nin emperyalist poltikalarini te$hir etmek t.c.’nin sunni islamci rejiminin bölgesel emperyalist politikalarini temize cikarmaz; tam tersine ister bölgesel ister global olsun, emperyalizm ele$tirisi aydinlikci/perincekci fa$istlerin/irkcilarin ve türk milliyetcilerinin yaptigi gibi vatanda$i oldugun devleti di$ devletlere kar$i savunmak degildir, ya da güclü devletlerin hegemonyasina kar$i zayif devletleri savunmak da degildir.
“kahrolsun emperyalizm” demek de hüner ya da cözüm degildir; cözüm, emperyalizm, yani yayilma ve hakimiyet kurma politikasinin/olgusunun üredigi kaynagi; bu kaynagin “devlet” denilen kurum ile ve kapitalist ekonominin rekabet ve zenginlik/güc biriktirme karekteriyle ilgisini tespit edip, bu kaynagi kurutmak, ortadan kaldirmaktir.
AB emperyalizminin yöntemini benim takip ettigim almanca marxist “gegenstandpunkt” dergisi “friedliche eroberung” yani “bari$cil fetih/$iddetsiz yayilma” olarak tanimliyor.
AB emperyalizminin doguya dogru bari$cil yayilmasini sosyalist sovyetler birliginin kendini fesh etmesi ve bati almanya’nin dogu almanya’yi topraklarina katmasi/ilhaki ile ba$latmak yanli$ olmaz.
AB emperyalizminin doguya/dogu avrupaya dogru yayilmasini dogal olarak kendine tehdit olarak algilayan rus politikacilarinin: “nato bize söz vermi$ti, sözünde durmadi” $eklinde sizlanmalarina nato cephesi: “birincisi, biz yazili bir taahütte bulunmadik; ikincisi de, biz sözü sovyetler birligine vermi$tik, o da tarihe kari$tigina göre…”
AB emperyalizminin doguya dogru yaptigi fetihlerden anlamamiz gereken:
birincisi, eski dogu bloku ülkelerinin AB’ye alinmalari; AB’nin almanya ve fransa önderliginde “avrupa birle$ik devletleri” $eklinde emperyalist bir blok olarak günümüzde ki son halini almasi
ikincisi, eski var$ova pakti üyesi ülkelerin nato’ya üye edilmeleri ve nato’nun rusya sinirlarina dayanmasi
AB’nin doguya dogru yayilmasina rusya’nin sira ukrayna’ya gelinceye kadar seyirci kalmasinin iki sebebi vardi:
birincisi, rusya’nin $u yönde ki beklentisi: “ben rejimimi/devlet programimi/(reson etat) degi$tirdim, sosyalist ekonomiden kapitalist ekonomiye geci$ yaptim; e artik bize rusya olarak dü$manlik yapmaktan vazgecmeniz lazim; sovyetler birligine yaptiginiz gibi beni rusya olarak izole edip cökertmeye cali$ma faaliyetlerinize son vermeniz lazim; dahasi beni rusya olarak AB ve nato’ya üye etmenizi bekliyorum”
ikincisi, AB’nin doguya dogru bari$cil yayilmasinin arkasinda nato’nun ve dolayisiyla ABD’nin askeri destegi ve rusya’nin sira ukrayna’ya gelinceye kadar nato ve ABD ile askeri olarak yüz yüze gelmekten kacinmasi
rusya’nin ukrayna ve krim meselesinde ki tavri ne anlama geliyor?
cevap: rusya, krim’i ilhak edip ukrayna meselesine aktif müdahale ederek nato cephesine ve AB’nin “bari$cil fetih” politikasina: “stop, buraya kadar; sava$sa sava$” demi$tir. neden?
cünkü nato ve AB’nin ukrayna’yi da üyelige almalari demek, nato emperyalizminin rusya sinirlarina gelip dayanmasi anlamina geliyor.
ABD’ di$ politikasinin dani$manlarindan birinin $öyle bir belirlemesi var: “ukrayna’nasiz bir rusya global bir güc olamaz; rusya’yi bölgesel bir güc olarak kalacak kadar budamak/zayiflatmak istiyorsak ukrayna’yi rusya’dan koparmak $art”.
obama da zaten rusya’ya direk: “siz sovyetler birligi gibi küresel degil, artik bölgesel bir gücsünüz” demekte bir sakinca görmemi$ti.
ukrayna da ki “portakal devrimi” zileli gibi ayaklari yere basmayan romantik/idealist anar$istlerin sandigi gibi ukrayna halkinin diktatörlüge kar$i bir devrimi falan degildi.
ukrayna’da ki toplum ve iktidar fraksiyonlari, siyasi ve iktisadi elit tabaka/establishment tipki türkiyede oldugu gibi bati yanlisi ve dogu/rusya yanlisi olarak ikiye bölünmü$ durumda. yani devletin/milletin cikarini ve bekasini bati’da daha saglam ellerde görenler ile dogu’da daha saglam ellerde görenler olarak ikiye bölünmü$.
AB’nin ukrayna’ya teklif ettigi anla$mayi ukrayna hükümeti rusya’dan daha karli bir teklif alinca red etti.
peki ABD ve AB’nin buna tepkisi ne oldu?
cevap: o zaman ben de ukrayna da “regime change” yani “rejim degi$ikligi” yaparim dedi ve i$e koyuldular.
yani zileli gibi romantik devrimcilerin “portakal devrimi” diye idealize ettikleri olay, CIA ve AB politikacilarinin rus dü$mani ukrayna’li milliyetcilere/fa$istlere acik destegi ile geli$en olaylardir.
nitekim, rus yanlisi hükümet devrilip bati yanlisi hükümet kuruldugunda CIA ve alman politikacilarinin acikca destekledileri ukraynali milliyetcilerin/fa$istlerin ilk yaptiklari i$ rus dilini/kültürünü yasaklamak olmu$tu.
AB’yi bir tahterevalli olarak kullanan alman emperyalizmi bugün dünya capinda ABD emperyalizmi ile rekabet edecek ekonimik güce eri$mi$ durumda.
bay trump’in bayan merkel’a soguk davranmasinin altinda yatan neden de, trump bunu acikca ifade ediyor zaten: ABD emperyalizminin alman emperyalizmiyle dünya capinda ki rekabetidir.
bay trump bayan merkel’a ne diyor: “alman devleti ve AB olarak $imdiye kadar nato ve ABD’nin askeri $emsiyesi altinda dünya capinda ticaret yapip iyice semirdiniz; ya bütcenizden nato’ya ve savunma bütcenize daha fazla pay ayirirsiniz ya da kendi ba$inizin caresine bakin”
kapitalist/emperyalist rekabetin magluplarini galiplere kar$i savunmanin vardigi yer kacinilmaz olarak neden irkcilik/milliyetcilik/fa$istliktir
necip’in 6 nolu yorumundan alinti:
“(“ücüncüsü, mallarin/ürünlerin serbest dola$imi. yani alman peynirinin, ka$arinin yunanistan piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi ve yine tersinden yunan peynirinin, ka$arinin, zeytininin alman piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi gibi.”)
AB reklamlarini okudunuz sayin okuyucular.
Cok ilginc.. Marxistlerimizin ve “sol’un geldigi noktaya bakin hele:
Acik acik fakirlerin aleyhine isleyen duzeni, sirf ‘kanunlar oyle’ diyerek savunmak; ve –daha da beteri– bunu ‘suret-i hak’tan gorunerek yapmak.”
necip burda “fakirlerin alehine i$leyen” derken neyi kastediyor? necip komünist oldu da biz mi fark etmedik?
cevap: hayir. kapitalist rekabetin galibi necip’in, bu galibiyetin hakli magrurluguyla kapitalist rekabeti ve bunun dogal sonucu olarak insanlarin “galip/elit azinlik” ve “maglup cogunluk” olarak ikiye ayrilmasini nasil “dogal” deyip savundugunu yazdigi yorumlardan biliyoruz.
peki necip neden $imdi “fakirlerden” yana bir tavir takiniyor?
cevap: cünkü necip her ne kadar tek bir $ahis olarak kapitalist rekabette kazanmi$ olsa da, türk muhafazakari necip’in devleti t.c. dünya kapitalist rekabetinin “magluplari” arasinda yer aliyor. i$te necip, ölmeden önce devleti t.c.’nin kapitalist rekabetin magluplari liginden galipler ligine, $ampiyonlar ligine cikmasini arzuluyor; bu, necip’in ölmeden önceki son arzusu.
t.c., dünya kapitalist devletler liginden $ampiyonlar ligine yükselemezse necip’in gözü arkada kalacak.
necip’in akp’li sunni islamci madrabazlari ve ba$kanlik sistemini kayitsiz $artsiz desteklemesinin nedeni de, necip’in erdogan’in emperyalist emellerini hayata gecirecegine dair inanci ve umududur.
demek ki necip’in “fakirlik” argümani aydinlikci/perincekci fa$istlerin “fakirlik” argümani ile ayni. ne demek bu?
necip gibi türk muhafazakarlari ve perincekci irkcilar “fakirlik” derken kapitalist/emperyalist rekabetin kazananlari olan zengin devletler ile bu rekabetin magluplari olan görece zayif devletleri kastediyorlar.
yani benim gibi marxistler fakirler-zenginler; galipler-magluplar, figüranlar-aktörler, baldiri ciplaklar-elitler/seckinler vs. derken örnegin almanya, türkiye ya da amerika’da ki toplumsal düzenin aktörleri olan siyasi/ekonomik elitleri/seckinleri ve yine bu toplumlarda ki ekonominin ve siyasetin “bagimli degi$kenleri” olan cali$anlari, emekcileri, kisacasi siradan insanlari kastediyorlar.
türk muhafazakari necip ile aydinlikci/perincekci türk ircilari/fa$istleri, ya da türk milliyetcileri ise “fakirler” derken, kapitalist devletleri ve bu devletlerin kapitalist hiyerar$ide ki konumlarini kastediyorlar.
dikkat edilirse, necip’in de dahil oldugu sözkonusu bu türk milliyetci, irkcisi, muhafazakari, islamci, vatanseveri vs. takimi devlet ile toplumu bir ve bütün olarak görüyor; devlet ve toplumun cikarlarinin bir ve ayni oldugundan yola cikarak, türk devleti ne kadar yükselirse türk toplumu da o derece otomatikmen yükselir, $eklinde hesap yapiyorlar.
gercek öyle mi?
cevap: hayir. türk toplumunda necip’in de dahil oldugu, bir eli yagda bir eli balda zengin azinlik kesime kar$ilik kit kanaat ya$ayan, ay sonu kirasini bile zar zor ödeyen, yerini göre kuru ekmek yiyerek sefil bir halde ya$ayan cogunluk sözkonusu.
yine türkiyede resmi dil olan türkce ve türk kültürüne kar$ilik devlet tarafindan yasaklanan ve ce$itli bicimlerde baski altinda tutulmaya cali$ilan, asimile edilmeye, unutturulmaya cali$ilan ba$ta kürtce olmak üzere, azinlik dilleri ve inanclari sözkonusu.
ayni örnegi dünyanin bir numarali süper gücü ABD’ye de uyarlasaniz yine bir$ey degi$mez; kar$imiza üc a$agi be$ yukari ayni manzaralar cikar.
sonuc: necip gibi türk muhafazakarlari, milliyetcileri, irkcilari, devletcileri, dincileri vs. cogunlukta olduklari müddetce ve yine dünyada ki diger toplumlarda da ayni $ekilde bu kafada ki insanlar cogunlukta olduklari müddetce, ki cogunluktalar, bu dünya böyle gider.
Sayın Başsız Anarşist 5
Bu sitede adının yasaklandığı kişi artık İsviçre’de yaşamıyor. Arapça bildiğinden, Türk politika sığınmacılarından öğrendiklerinden yararlanıp Suriye’den kaçma numarası yapıp daha mutlu ve daha zengin ülke olan Norveç’e sığındı. Biliyorsunuz Norveç 2017 yılında mutluluk şampiyonluğunu kazandı. İsviçre’deki Türk, Kürt ve Alevilerden duyup öğrendiklerin bir de bir yahudiyle evli olduğunu katınca, sosyal yardım memuruyla konuşurken bir gaflete düşüp asıl metni olan “demokrasi sevgisi” yerine asıl asıl “para sevgisi” nden Norveç’e geldiğini söylemesine rağmen hemen oturma izini verildi. Tüm Avrupa ülkeleri hoşgörülük ve barış istiyor. Ticaret sürtüşmeyi sevmez.
Öğrendiği metinden bir parça:
Bu dünyada üç şey vardır
Sevilir anam sevilir,
Biri kardeşlik,
Biri eşitlik,
Biri de özgürlük.
Üçü de Avrupa’da anam üçü de.
Not: Daha da iyisi, bu adı ağza alınmaz kişi Norveç’in cıvasız balıklarından yararlanıp kalbini sağlamlaştıracak. Bakın o hiç de modernliğin nimetlerine karşı değil, sizler ve tüm dünya insanları gibi daha çoğunu arzu ediyor, o kadar. Sizin ümit anti-capitalizm afyonu sadece sizi uyutuyor gibi. Capitalism is the exploitation of man by man. Anti-capitalism is exactly the opposite, esteemed pushers.
“sen kapitalist rekabette kazananlara dahilsin; parani kazanmi$sin, kö$eyi dönmü$sün; peki hayatin tadini cikarmak yerine, kazandigin parayi yiyip gününü gün etmek yerine neden bu sitede vaktini harciyorsun?”
Su rezillige bakar misiniz…
Bir de Marxist olacaksiniz –papucumun Marxisti.
Demek ki neymis?
‘Paran varsa, hayatini yasa, keyfini sur; gununu gun et’..
He mi?
Siz, bu kafayla, zenginlerin sadece gosterisci musrifligini mesrulastirmakla kalmiyor; ustune ustluk, bir de, daha da beteri, bunu alenen oneriyorsunuz..
?cevap: birincisi, kendine misyonerlik rolü bicmissin; ‘hak yolundan’ sapmi$ solculari devlet/millet davasina kazanmaya cali$iyorsun.”
Onun sebebi misyonerlik duygusu filan degil: Ahmakliga dayanamiyorum.
Sol, kim bunu becerdiyse, iktidar olmak, gercekten bir seyler yapmak arzusunu kaybetti. Yerine, muhalefet yapmak sandiklari, fakat aslinda dilencilik aliskanligi geldi: “O ozgurlugu ver bana, bu ozgurlugu ver bana –Allah rizasi icin”..
Devleti yonetmege talip olmayan her siyasi hareketin kaderi budur; ve, sol bunu unuttu.
“ikincisi, solculara, kemalistlere vs. agzinin payini vereyim; yerine göre dalga gecip biraz egleneyim, amaciyla bu sitede yorum yaziyorsun.”
Bu yazdiklarim karsisinda birileri bana para vermedigine gore, ya bir seyler ogrenmek, bilgi edinmek ya da eglenmek karsiliginda yaziyorum.
Uzucu olan su ki, bir seyler ogrenmek cok nadir oluyor; geriye sadece eglence faktoru kaliyor..
“benim icin ise fikir tarti$masi yapmak her $eyden evvel dünyayi anlamaya cali$ma cabasi anlamina geliyor; siyasi tarti$ma benim icin her$eyden evvel zihinsel/entellektüel/felsefik bir faaliyet anlamina geliyor.”
Hikaye. Bu hikayeye kendinizi de inandirmis olmaniz ise uzucu.
Siz, simdiye kadar, cok seyrek bir ‘anlama cabasi’ sergilediniz. Onun yerine, butun yaptiginiz, bir etiketleme cabasi.
Gulunc ve acikli; ama, siz hala daha farkinda degilsiniz.
“böyle bir faaliyetin $artlarindan birisi, anlamaya cali$tigin olgu/fenomen ile arana mesafe koymaktir; amigoluk, taraftarlik yapmaktan kacinmaktir.”
E iyi o zaman. Bu dedikleriniz lafta kalmasin, aradabir uygulmagi da deneyin.
“dolayisiyla benim olan biteni, olay ve olgulari anlamaya yönelik anlamaya ve aciklamaya yönelik yorumlarimda sen sürekli olarak benim hangi tarafa amigoluk yaptigimi cikarmaya cali$iyorsun; cünkü sana göre fikir belirtmek demek iki taraftan muhakkak birini desteklemek anlamina geliyor.”
Bilmeyen de, bunu diyen kisinin kendisinin su katilmamis ‘notr’ oldugunu sanacak..
Degil tabii.
Bu yazdiginiz yazi dahil (ilerleyen kisimlari, ozellikle) ve diger tum yazdiklariniz sizin zikrettiginiz bu prensiplerinizi tekzip ediyor.
“bunu sen yapiyorsun, zileli de yapiyor, zileli’nin okuyuculari da yapiyor, fakat bu amigoluk/taraftarlik yapmayi dogru bulmadigim icin yapmiyorum.”
Anladim. Herkes hatali; bir siz munezzehsiniz..
“senin tavrin ise amigoluk yapmaktan ibaret; kime amigoluk yapiyorsun:”
‘Amigoluk’ kelimesini ‘taraf tutmak’ olarak degistirirsek, daha isabetli olur.
“-laik kemalist fraksiyona kar$i islamci fraksiyonun amigolugunu yapiyorsun”
Evet. Cunku, ‘Balkan Oligarsisi’nin bir darbe ile ele gecirdigi, bir dizi darbe ile de tahkim etmege calisageldigi duzenin cok fazla sayida insana cok haksiz davrandigini dusunuyorum.
Siz, aksini dusunuyorsaniz, yazin ogrenelim.
“-ABD ve AB’ye kar$i t.c. devletinin amigolugunu yapiyorsun”
Evet. Cunku, ben TC’de yasiyorum.
“-bati uygarligina kar$i dogu uygarliginin; hristiyan uygarligina kar$i islam uygarliginin amigolugunu yapiyorsun”
Evet. Cunku, bu topraklar cok uzun zamandir bu medeniyeti yasiyor. Ben de burada yasiyorum. Dahasi, Batiyi yeterince (zaman ve mekan cinsinden) gordum. Ustunluk iddialarini kabul etmiyorum.
“-yönetilen/kumanda edilenlere kar$i yönetenlerin/kumanda edenlerin; mevcut düzenin figüranlarina kar$i aktörlerin; siradan insanlara kar$i elit kesimin amigolugunu yapiyorsun”
Yarisi dogru, yarisi yanlis.
Yonetilenlerin yonetici olmak talebini desteklerim. Elitismi makbul bulmakla beraber, bunun bir tur sinif ya da aristokrasi anlamina getirilmesine karsiyim.
“-sosyalizm gibi mevcut düzene alternatiflik iddiasi olan düsüncelere kar$i modern kapitalizmin amigolugunu yapiyorsun”
Sosyalizmin bir alternatiflik iddiasi yok ki. Cok olsa, ‘hadi, yeterince para kazandik; artik keyfimizce yasayabiliriz’ misali –paralar suyunu cekinceye kadar– hovardalik etmek hayallerinden bahsedebiliriz.
“-ezilen ulus milliyetciligine -kürtcülüge- kar$i ezen ulus milliyetciliginin -türkcülük- amigolugunu yapiyorsun”
Salliyorsunuz. Ben, bu cercevede hic bir sey demis degilim.
Isin aslini sorarsaniz, ben ta gencligimden beri, milliyeciligin boluculuk oldugunu dusunurum.
Bu benim boluculuge karsi oldugum anlamina gelmez. Fakat, milliyetcilik –hesapta, boluculuge karsi iken– tam olarak da buna yol acar. Bunu goremeyislerindeki ahmaklik beni milliyetci olmaktan alikoymustur hep. Kurtculuk, Turkculuk farketmez.
“-hor görülen, bastirilan dine, inanca kar$i -alevilik- hakim/egemen dinin/inancin -sunnilik- amigolugunu yapiyorsun”
Yok. Oyle degil.
Aleviler, uzun zamandir, 1920’lerden beri, ‘Balkan Oligarsisi’ ile is tuttuklari icin, hem belli ozgurlukler edindiler, hem de (arkalari kuvvetli oldugu icin) siyaset yapmak ihtiyacini gozardi ettiler.
Siyaset yapmak yerine, Sunnilere yonelik buyurgan taleplerde bulunmagi da muhalefet etmek sandilar. Halbuki, iktidarda ‘Sunni’ler degil ‘Balkan Oligarsisi’ vardi.
Halbuki, siyaset yapmak demek, muzakerelerde bulunmak, pazarliklar yapmak, tavizler vermek ve karsiliginda tavizler almaga calismak demektir.
Aleviler bunu iskaliyorlar.
Ben ise, Alevilerin siyasete donmelerini arzu ediyorum.
Fakat, gordugum kadariyla, bu zor geliyor.
Cunku, dogasi geregi, ‘siyaset’ yolula bir seyleri halletmek uzun bir surec. Sonucu da isteneni garanti etmiyor.
Oyle olunca da, kestirmeden gitmek, isyan etmek, darbelere payanda/paydar olmak daha kolay geliyor gibi gorunuyor.
Bu yol sonuc vermiyor –verecek gibi de gorunmuyor cunku cogunluk Alevilerde degil– ama bu henuz idrak edilmis de degil.
Bu da, Alevilerin kusatilmislik duygularini pekistiriyor.
Ben, bu acmazin kirilmasini arzu ediyorum.
Siz, aksini dusunuyorsaniz, yazin ogrenelim.
türk muhafazakari necip’in devleti t.c.’nin kürtlerle sava$indan enstantaneler:
“Silopi’de panzerin ezdiği çocukların annesinden kan donduran ifade: Polis silah doğrulttu
Şırnak’ın Silopi ilçesinde panzerin ezdiği çocukların annesi, ‘Çocuklarımı görmek istediğimde polis, silah doğrulttu’ dedi.
Bunlarla da ilgilenebilirsiniz
Şırnak’ın Silopi ilçesindeki Karşıyaka Mahallesi’nde 3 Mayıs günü zırhlı polis panzeri bir eve girip evin karşı duvarına kadar gitmiş, o sırada odada uyuyan 6 yaşındaki Furkan Yıldırım ve 7 yaşındaki Muhammet Yıldırım ezilerek yaşamını yitirdi.
Silopi’de polis zırhlı aracının girdiği evde ölen 2 çocuğun annesi Nesime Yıldırım, “Polisler çocuklarımın altında kaldığı betonu kaldırmaya yardım etmediler. 5-6 polis ‘Bir şey yok korkma’ diyorlardı” diye o anları anlatırken, babaanneleri Ayşe Yıldırım ise, “Biz çocuklarımızın cenazelerini kaldırırken polisler çay ve kahve içiyordu” diye konuştu.
Yaşamını yitiren çocukların annesi Nesime Yıldırım, yaşananlarla ilgili Dihaber’e konuştu.
“Allah’ın verdiği bela güzeldir, zalimlerin değil” ifadelerini kullanan Yıldırım, “Üç çocuğum ile yan odadaydık. Aniden yüksek bir sesin gelmesiyle yerimden kalktım. Odaya yöneldiğimde bütün duvarın yıkıldığını ve çocuklarımın altında olduğunu gördüm. İnleme sesleri yükseliyordu. Betonu kaldırdığımda Muhammet’imi gördüm. Daha sonra Furkan’ı da komşularımız kaldırdı yerden” ifadelerini kullandı.
Panzerin eve girmesi sonrasında kaçarak uzaklaşan polisleri gördüklerini söyleyen Yıldırım, “Polisler de oradaydı. Betonu kaldırmamda yardım etmediler. Sadece ‘Bir şey yok korkma’ diyorlardı. Nasıl bir şey yok? Ciğerim yandı. Evimiz yıksalardı keşke ama ciğerimi yakmasalardı. Devletin böyle yapmaya hakkı var mıydı? Dar sokakta ne işleri vardı? Beş ya da altı polis araçta vardı ama bir kişiden bahsediyorlar” dedi.
Hastaneye gittiklerinde polislerin kötü muamelesinin devam ettiğini söyleyen Yıldırım, “Çocuklarımı görmek istediğimi söyledim. Silahları bize doğrultarak, ‘Eğer bir şey yaparsanız silah kullanırız’ dediler. Hem çocuklarımız öldürüyorlar hem de silahlarını bize doğrultuyorlar. Vali de gelip ‘Kader’ diyor. Ben sağ olduğum sürece bunun peşini bırakmayacağım” ifadelerini kullandı.
Yaşamını yitiren kardeşlerin babaannesi Ayşe Yıldırım da, ölüme ve sonrasındaki açıklamalara tepki göstererek, şunları söyledi:
“Bunu yapanların yanına kâr kalmasın. Biz cenazelerimizi kaldırırken, evin yakınındaki polisler çay ve kahve içiyordu.”
türkiye, kürdistan ve dünyada günlük olarak takip edemeyecegimiz kadar olay olurken, kendisine solcu diyen günzileli.com’da erman toroglu’nun rahatligiyla “tarih konu$mayalim da ne konu$alim, konu$acak ne var” diyerek bizans tarihi üzerine yorum yapan solcu türkler, ve yine bu sitede televizyonlarda ki evlenme/evlendirme programlarini “özgürlükler” adina savunan anar$ist türkler, siz önce devletiniz t.c.’nin cumhuriyetin kurulu$undan beri kürdistanda ki vah$etini te$hir edip, tavir alin, yoksa yaptiginiz demokrasi/özgürlük havariligi inandirici olmaz.
sunni islamci erdogan rejiminin suriye’ye yönelik emperyalist emelleri:
“İdlip’te Türk bayrağı dalgalanır mı
(hasan öztürk, yeni $afak)
”Bu sağlanırsa, Suriye’de bu iş yüzde 50 çözülmüş olur diye düşünüyoruz” demişti Cumhurbaşkanımız Erdoğan “Çatışmasızlık bölgesi” konusunda, Rusya’dan dönüşte uçakta aralarında benimde bulunduğum gazetecilere…
“Çatışmasızlık bölgesi” ile ilgili muhtıra Türkiye, Rusya ve İran arasında imzalandı ve yürürlüğe girdi. Şimdi sürecin takibindeyiz. Uçuş yasakları, silahların kullanılmaması filan var ayrıntılarda.
Bir şey daha var sanırım!
O da İdlip konusunda Türkiye’nin “ayrıca” garantörlüğü..!
İdlip sınırımızın hemen yanı başı… Halep’ten kaçan binlerce sivil orada. İçlerine sızmış ve terör örgütü olarak ilan edilmiş unsurlar da…
Bölgenin hassasiyetinin farkındayız. Hemen yanı başında, PKK/PYD terör örgütü, rejim güçleri, Amerika’nın güdümündeki unsurlar ve dahası…
Türkiye, sınırlarına yönelik her hangi bir tehdidi sınır ötesinde önleme konusunda son dönemde önemli operasyonlar yapıyor.
O halde soru şu: İdlip sınırımızın hemen yanı başı ve orada bir otorite boşluğu da var! O zaman Fırat Kalkanı’na benzer bir kara operasyonu İdlip’e yapılır mı?
Ya da yarın bir gün, PYD’lilerle birlikte fotoğraf vermekten çekinmeyen Amerika’ya ve Rusya’ya bir cevap olarak Türk bayrağı İdlip caddelerinde görülmez mi?
Cumhurbaşkanımızın Rusya ziyaretinin bir amacı da “Rusya ile Amerika’nın Suriye konusundaki tutumlarının ne derece örtüştüğünü de görmekti.”
Astana’da imzalanan muhtıra sonrası Amerikan sözcüsünün, “Biz anlaşmanın tarafı değiliz” açıklaması, Suriye’de Amerika ile Rusya’nın Türkiye’yi de dışlayan bir tutum konusunda mutabık kalmadıklarının işareti.
O halde, Türkiye kendi tezleri ve çıkarları konusunda muhataplarını ikna etmeye devam ediyor. Ve Fırat Kalkanı’na benzer bir operasyonu bu kez İdlip’te “asayişi sağlamak” üzere gerçekleştirebilir.
Zaten Amerikan medyası da bunun olabileceğine ilişkin haberleri Pentagon kaynaklı yayınladı bile.
Türkiye Rusya ile “Suriye’nin toprak bütünlüğü” konusunda hem fikir!
Putin, Erdoğan’ın önüne koyduğu PYD ile Rus askerlerini birlikte gösteren fotoğrafları “inceleyeceğini” açıkladı…
Astana’da “Çatışmasızlık bölgesi” muhtırası imzalandı.
Muhtıranın gereği olarak, Rusya “Koalisyon uçaklarının da o bölgelerde uçuşuna izin verilmeyeceği”ni ilan etti.
Türkiye, İdlip’te toplu konut yapma konusunda ilk hazırlıklarını tamamladı.
Bütün bu olup bitenler bir müddet kalıcı hale gelirse, “Suriye sorunu yüzde 50 çözülmüş” demektir. Bundan sonrası, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak, çatışmaları bitirmek ve yeni yönetimin kurulmasıdır… Kolay değil ama olmaz da değil.
16 Mayıs’ta Amerika’da Trump ile görüşecek olan Cumhurbaşkanımız “Suriye dosyası” konusunda eli son muhtıra ile güçlenmiştir.
Amerika’nın PYD terör örgütü ile olan ilişki biçiminin değişmesi Suriye’deki çözümün nihayete ermesi konusunda belirleyici olacaktır.
Bakalım, Trump görüşmesi de Putin görüşmesi gibi Suriye konusunda önemli gelişmeleri getirecek mi?
Bekleyip, göreceğiz.”
sunni islamci erdogan rejiminin emperyalist emellerinin teorisyeni ibrahim karagül’ün yeni $afak gazetesinde ki kö$e yazisindan alinti:
“Türkiye o dar masada yer bulabilecek mi?
Türkiye’nin işte bu dar masada yer alma arzusunu iyi izlemek lazım. Kurucu ülkeler arasına girmesini teşvik etmek, kolaylaştırmak lazım. Eski ezberlerden kurtulup, yeni duruma göre yeni sözler söylemek, tanımlamalar yapmak lazım. Kurucu aktörlerin güç oyununun dışında kalmaması, 21. Yüzyılda daha da öne çıkması için Türkiye için seferber olmak lazım.
Bugünlerde ABD, Çin, Rusya, Almanya arasındaki diplomasiyi, görüşmeleri, anlaşma ya da anlaşmazlıkları çok dikkatle takip edin derim. Özellikle Mayıs ayındaki ikili ya da çoklu görüşmeleri iyi izleyin derim. Trump, Putin, Erdoğan, Merkel ve Çin yönetimi arasındaki diyaloglara kulak verin derim.
Suriye gibi bölgesel konuların ötesine geçip, nasıl bir merkez iktidar ilişkileri kurulmaya çalışılıyor, görmeye çalışın derim. Yeni uluslararası iktidar biçimlenmesini, iyi anlayın ve olacaklara şimdiden hazırlıklı olun derim.”
savulun, osmanlinin torunlari geliyor!
“Bilecik’in Söğüt ilçesinde Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin türbesinde askerler tarafından Alp kıyafetiyle “saygı nöbeti” tutulmaya başlandı.
Nöbet ve seremonide Valilikçe temin edilen alp kıyafetleri, aksesuarlar kullanıldı.
Tarihi misyona uygun bir proje gerçekleştirdiklerini aktaran Elban, şöyle konuştu:
“Askerlerimize alp kıyafetleri hazırlattık. Tarihimizi, geçmişimizi bu sayede gençlerimize aktarmış olacağız. Bugün itibarıyla saygı nöbeti projemiz başlamış bulunmakta. Amacımız burada hem diriliş, kurtuluş ruhunun daha canlı yaşatılması hem de gelen misafirlerimizin bu ruhu, tarihi duyguyu daha fazla hissetmesi. Projemize destek olan başta İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’ya, Jandarma Genel Komutanımız Orgeneral Yaşar Güler’e teşekkürlerimi sunuyorum.”
Bilecik Valiliği, Jandarma Genel Komutanlığı ve Bilecik 2. Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanlığı iş birliğiyle hazırlanan projede, Söğüt Jandarma Ulaştırma Eğitim Merkezi Komutanlığındaki 9’u uzman çavuş, 4’ü erbaş ve er olmak üzere 13 asker nöbet ve nöbet değişim töreninde görev yaptı.
Askerler, Ertuğrul Gazi Türbesi’nde “saygı nöbeti”ni yılın 365 günü tutacak”. (basin)
önce a$ik ibreti’den bir $iir:
Bir sah olsam hükmeylesem cihana
Kilise, mescidi yikar giderdim
Okullar yapardım bütün insana
Cehaleti kökten söker giderdim
Fabrikalar kurar idim her yerde
İkiliği kovar idim bu serde
Ayrı gözle bakmaz idim bir ferde
Cihana bir gözle bakar giderdim
Gerçek insanları bilirdim Allah
Ondan gayrısına tapmazdım billah
Ne Kâbe kalırdı ne de Beytullah
Yerine bir arpa eker giderdim
İnsanlıktan baska olmazdı cennet
Yok olurdu İsa, Musa, Muhammet
Kalkardı dünyada mezhep, tarikat
Dinlerin bağını çözer giderdim
Bir olurdu zengin, fakir her zaman
Çaresiz dertlere olurdum derman
Ne gavur kalırdı ne de müslüman
Tümünü bir yola çeker giderdim
Gece gündüz çalışırdım millete
Bir faydali kul olurdum elbette
Bir ırmak olurdum güneşten öte
Yeni fezalara akar giderdim
O günü görseydim yüzüm gülerdi
Dünyada insanlar bayram ederdi
Ne bir silah, ne bir atom kalırdi
Bir ulu deryaya döker giderdim
İBRETİ der varligimiz bitmezdi
İnsanoğlu yanlış yola gitmezdi
Ayrı gayrı devlet icap etmezdi
Dünyaya bir bayrak diker giderdim
soru: sava$siz, sömürüsüz, devletsiz bir dünya mümkün müdür?
cevap: hayir. neden?
bu dünyada necip gibi devletsever milliyetci/muhafazakarlar cogunlukta ve a$ik ibreti gibi dü$ünenler azinlikta olduklari icin.
bir de a$ik ruhsati necip’e nasil sesleniyor, ona bakalim:
Hele bir düşün ki gözümün nuru
Bu kadar parayı sana kim verdi
Bazı fukaraya bulma kusuru
Mesti kundurayı sana kim verdi
Anadan doğunca kürkün var mıydı
Üryan gelmedin de börkün var mıydı
Torba torba mecidiyen var mıydı
Tükenmez parayı sana kim verdi
Kuş tüyü döşekte yattın uzandın
Haftada bir çesit geydin özendin
Aferin aklına sen mi kazandın
Şu tompu tarlayı sana kim verdi
Dinle Ruhsati’yi ne deyem sana
Sana bir öğüttür sanma ki çene
Çalışmayla verse verirdi bana
Bu köşkü sarayı sana kim verdi
türk irkciligindan enstantaneler: t.c. polisi kürt avinda
bati kamuoyunun “islamofobi”sini ele$tiren türk milliyetcisi/islamcisi erdogan rejiminin “kürdofobi”si:
“Polis konvoyu durdurdu… Eline alıp yaktı!
Adana’da düğün konvoyunda terör örgütü PKK’yı simgeleyen bez parçasını salladıkları öne sürülen 2 kişi gözaltına alındı.
Devriye gezen polis ekipleri, düğün konvoyunda PKK’yı simgeleyen bez parçasının sallandığını gördü. Konvoyu merkez Seyhan ilçesi Fuzuli Caddesi’nde durduran ekiplerin anonsu üzerine olay yerine çok sayıda polis sevk edildi.
Bez parçasını salladıkları ileri sürülen iki kişi gözaltına alındı. Polis, bez parçasını çakmakla yaktı.
Polis ise düğün sahibine, “Konvoy senin konvoyun. Benim konvoyumda birisi bunu yapamaz. Bu, siz izin veriyorsunuz ki yapılıyor.” diyerek tepki gösterdi. Yasalara uyulması konusunda uyarıda bulunan polis, Türk bayrağını göstererek, “Bizim bir tane bayrağımız var. O da orada dalgalanıyor.” dedi.
Şüphelilerin Terörle Mücadele Şubesindeki işlemleri sürüyor.” (basin)
sunni islamci madrabazlarin kapitalist ekonomi ile imtihani; imanin para ile imtihani: kapitalizm contra din/islam
“Yazıklar olsun, sizde ar-namus yok mu?
(sedat yilmaz, yeni akit)
Herşeyden önce şu bilinmeli…
Türkiye ekonomisi; domatesin, biberin, patetesin, soğanın, patlıcanın altında kalacak kadar zayıf değil.
Üreticinin emeğini sömürüp temel gıda maddelerini, markette pazarda fahiş fiyatlarla satanlara herşeyden önce “Yazıklar olsun. Sizde ar-namus yok mu? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını nasıl yersiniz? Gece başınızı yastığa koyup nasıl uyuyorsunuz? diye soruyorum…
Bunlar aslında sadece binbir çeşit yollarla fahiş fiyat uygulayarak emek sömürüsü yapmıyorlar, diğer taraftan fiyatları yükseltip enflasyonun ateşine de odun atıyorlar. Enflasyonu alevlendirerek faizcilerin ekmeklerine yağ sürüyorlar.
Hep kendi kendime sormuşumdur; “Acaba bu pazar, market fiyatlarını azdıranlar faizcilerle birlikte mi iş tutuyor?” diye…
Bazıları, hatta ileri geri konuşanlar; “İstihdamda seferlerlik olur. Askerlikte seferberlik olur. Ama enflasyonda nasıl seferberlik olacak?” diye soruyor…
Ey, vatana-millete faydası olmayan ithalat ürünlerini ülkeye yığınlar…
Ey, bu ithal malları pervasızca, ne oldum delisi gibi kullananlar…
Bu sorular aslında size gidiyor…
Muhatabı sizlersiniz…
Türkiye’de bu saçma sapan kalemleri sayıp döksek, herhalde “Vay be, bunlar da mı var!” diye dudaklarınızı ısırırdınız…
Maalesef böyle…
Arz yeterli… Talep rahatlıkla karşılanıyor… Ama ülkede enflasyon var…
Niçin, neden?.. Sorun, sorun… Daha çok sorun… Hatta döviz, kur niçin artıyor, Türk Lirası niçin değer kaybediyor, diye de sorun…
Cevabını hemen vereyim…
Mal ve hizmetlerle ülkeye döviz getiremezsen, ihracat yapamazsan, bol bol dövizi dışarıya dökersen, ithalatı zirvede tutarsan, kur da yükselir… Enflasyon da yükselir… Dolar, avro, sterlin, her ne bela ise artar da artar… Sonra da “Enflasyon niye bu kadar çıkıyor?” diye bağırıp çağırırsın…
Öyle değil mi?
Evet, “İhracat artsın, 2023 yılında 500 milyar dolar hedefine koşalım. Yerlerde sürünen tasarruflarımızı artıralım” diye neden insanlar kafa yormaz! Zor tabi…
Herşeyi devletten mi bekleyeceğiz…
Hayır, devlet düzenlemelerini elbette yapacak. Ancak vatandaş da bu düzenlemelere gücü nispetinde, vatanı milleti için katılacak, katılım sağlayacak…
15 Temmuz şehitleri, niçin canlarını feda ettiler? Bir kere düşünme fırsatınız oldu mu?Emekliye yaşayabileceği maaş verilemiyorsa, işçi-memur, çiftçi, esnaf enflasyon altında başını kaldıramıyorsa, bunun sorumlusu kim acaba? Evet kim?..
Yüksek enflasyon sebebiyle ödenen faizi, işçinize, memurunuza, emeklinize verseniz, daha iyi olmaz mıydı?
Maliye Bakanı daha yeni açıkladı.
587 milyar liralık bütçenin 55 milyar lirası faize gidiyor, diye. Bu da sadece bütçede… Ya gerisi…
Gerçi buna da şükür… Hiç değilse faiz yükü, bütçenin 10’da birine kadar düşürüldü.
O zaman, geçmişte bütçenin yarısından fazlasını faize ödeyen, borçlandıkça borçlanan hükümetlere ne diyeceğiz?
Bu vesileyle ihracatı artırmak, ülkeye döviz kazandırmak üzere ekonominin yapı taşları KOBİ’lere önemli bir destek sayılabilecek Türkiye – Çin arasında gerçekleştirilen Sınır Ötesi e-Ticaret Anlaşması’nı hayata geçirenleri tebrik ediyorum.
Yurt dışında gerek müteahhitlik, yatırım ve gerekse hizmetler yoluyla ülke dövizini artıran şirketlerimize şükranlarımı sunuyorum…
İyi ki varsınız!..”
11 numara sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,
Ve 20 numarada, İsviçre’den Norveç’e göçerek “statüsünü yükseltmiş” sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,
11 numarada şunları yazmışsınız:
20 numarada şunları yazmışsınız:
Sizle yaptığımız görüşmelerde defalarca izah ettik; ya anlamadınız, ya da anlamazdan geldiniz: “Bilgi”ye, “kitap”lara, “tecrübe”lere karşı, refleksif şekilde küçümseyici tavırlar benimsediğimiz sonucuna nasıl ulaşabiliyorsunuz! Yakışıyor mu sizin gibi deneyimli bir kişiye, önyargı dolu cümleler yazmak!
Friedrich Dürrenmatt’ı, Jacques Ellul’u, Simone Weil’ı, David Herbert Richards Lawrence’ı, Samuel Butler’ı, Pierre Clastres’ı, Günther Anders’ı, Elias Canetti’yi, William Black’i (ve daha yüzbinlercesini; Samuel Noah Kramer’ı, Marshall Sahlins’i, Stanley Diamond’ı, Eduardo Viveiros de Castro’yu, Jacques Cauvin’i, Philippe Descola’yı, Alain Testart’ı, Johan Huizinga’yı, Edward Said’i, James C. Scott’ı, Mircea Eliade’yi, Étienne de La Boétie’yi, Guy Debord’u, Jean Baudrillard’ı, Eduardo Galeano’yu, Jared Diamond’ı, David Watson’ı, Ivan Illich’i, Joseph Campbell’ı, José Ortega y Gasset’ı, Miguel de Unamuno’yu, Walter Benjamin’i, Hannah Arendt’ı, veya Fredy Perlman’ı, daha yazalım mı, ister misiniz?!) küçümsediğimizi nasıl söylersiniz; sizde hiç utanma yok mu!
Siz; teknoloji kullanan, internet kullanan, elektrik süpürgesi kullanan, cerrahlık mesleğinde lazer taknolojisini kullanan, kolunu-bacağını kaybetmiş insanlara ve hayvanlara “3D printing” teknolojisi ile uzuvlar üreten kurumları (ve benzerleri gibi pek çok iyileşmeyi) gördüğünüzde; hemen, “köle bunların hepsi!” nitelemesi ile yaftalamakla sürekli kendi egonuzu mu tatmin ediyorsunuz! Siz; “Artificial Intelligence & Yapay Zeka”nın, gün gelecek, bütün insanlar üzerinde hegemonya kuracağını mı zannediyorsunuz sayın “pipsqueak” v