Vasili Grossman, Her Şey Geçip Gider, çev: Ayşe Hacıhasanoğlu, Can Yayınları, 2013
Vasili Grossman, diyalektiğin baş düsturu olarak Heraklitos’a atfen tekrarlanan “aynı nehre iki defa girilmez” sözüne anıştırmada bulunarak romanın bir yerinde, romana adını veren şu cümleyi kurar: “Evet, her şey geçip gider, her şey değişir, aynı katara iki kez binmek olanaksızdır.” Romanın kahramanı İvan Grigoryeviç’in kafasından bu cümle geçer, çünkü birazdan bir hayvan katarıyla gulaglardan birine doğru yola çıkacaktır.
Gulaglardan Dönen Biri
Aslında bu bir hatırlamadır. Çünkü İvan Grigoryeviç, otuz yıl kaldığı çalışma kamplarından geri dönmektedir. Bir gulag mahkûmu otuz yıldan sonra Moskova’ya dönerken neler düşünür, neler hisseder? Vasili Grossman’ın romancılığı bu bölümlerde zirveye çıkar. Bir gulag mahkûmunun duygu ve düşüncelerini neredeyse onunla özdeşleşerek, ruhuna nüfuz ederek aktarır. O, çocukluğunda “utangaç, hassas biriydi ve evin altındaki kilerde patisi kesilmiş köpek, kör kedi kanadı kopmuş kederli karga gibi sakat hayvanların yaşadığı bir hastanesi vardı.” (s. 47)
Bu satırları okuduğumuzda böyle bir ruhun, böyle bir karakterin totaliter bir rejimde gulagları boylamasının neredeyse kader gibi bir şey olduğunu hissederiz. “Benim aptal oğlum, bu kadar duygusal, böyle yüreği yaralı yaşaman ne kadar zor olacak senin” (s. 63) diyen annesi, bu hissiyatımızı zaten dile getirmiştir. Nitekim beklenen kader gelip kapıyı çalar kaçınılmaz olarak. İvan, okulda diktatoryaya karşı bir konuşma yapar, özgürlüğün yaşama eşit bir nimet olduğunu ve kısıtlanmasının, parmakları, kulakları kesen balta darbeleri gibi insanları sakat bıraktığını, özgürlüğün ortadan kaldırılmasının ise cinayetle bir olduğunu açıklar ve bu konuşmanın ardından üniversiteden atılıp üç yıllığına ilk sürgününe yollanır (s. 48).
Şimdi o bir “özgür” vatandaştır. Gulaglardan geri dönmektedir ama içinde huzur yoktur. Çünkü dışarda da özgür olmadığını, dışarının da dikenli telsiz bir hapishane olduğunu hisseder: “Dikenli tele artık gerek olmadığını ve dikenli telin dışındaki yaşamın da öz bakımından kamp barakasıyla eşitlendiğini görür gibi” (s. 70) olur. O zaman İvan Grigoryeviç, “tekrar dikenli telin arkasına gitmek, sıcak çullara, çorba tasına, baraka sobasına alışmış herkesi arayıp bulmak” ister. Onlara, ‘serbest kalmak gerçekten korkunç bir şeymiş!’ demek” ister.” (s. 93)
Bir ihbarcı olmamasına rağmen rejime boyun eğdiği için hayatta ve dışarda kalabilen kuzeni Nikolay Andreviç’i görmeye gitmektedir İvan. Yüreğinde ve aklında hiçbir suçlama yoktur, sadece dilinin ucunda, yanıtını merak ettiği bazı sorular vardır. Örneğin, “söylesene, katil hekimleri kınayan mektubu sen de imzaladın mı?” diye soracaktır.
İhbarcı karakterler
Romanda zaman zaman İvan’la Vasili Grossman’ın düşünceleri birbirine karışmaktadır. Hele romanın ikinci yarısından sonra bu ikisini ayırt etmek iyice zorlaşır. Ama biz yine de İvan’ın düşüncelerini izlemeye çalışalım. İvan, ihbarcı karakterleri birbirinden farklı kategorilerde ele almaya çalışmakta, onları yargılamadan önce, ihbarcılığa onları ne gibi güdülerin sürüklediğini anlamaya çalışmaktadır.
Örneğin birini çok sıkıştırmışlardı. “Yalnızca bağırmakla kalmıyor, dövüyor uyutmuyorlardı; tuzlu balık yediriyor ve içecek bir şey vermiyor, ölüm cezasıyla korkutuyorlardı.” (s. 75-76) İşte onu iftira atmaya zorlayan bu tür zorlamalardı. Ama bir başkası, bu tür baskılar görmeden yönelmişti ihbarcılığa. “Yıllarca arkadaşlarıyla samimi konuşmalar yapmış, sonra da yazılı notlar almış ve bunları amirlerine teslim etmiştir… Sohbet ettiği kişileri tehlikeli konulara sürüklemiştir. İftira attığı iki kişi kamptan geri dönmemiş, biri askeri kurul kararına göre kurşuna dizilmiştir.” (s. 76) Bir başkası, 1937 yılında iki yüzden fazla ihbar kaleme almıştı. Bunların çoğu ya kurşuna dizildi ya da kamplarda gıdasızlıktan öldü (s. 77-78). Bir diğerinin ihbarları esasen parti üyelerini, aktivistleri hedef alıyordu (s. 78). “… kendisini üzerlerine saldırttıkları aydın, fanatik devrimci kuşaktan insanlara karşı biyolojik bir antipati, içgüdüsel, gizli bir nefret yaşıyordu yüreğinde.” (s. 79) Bir başkası, söylediği yalanın en yüce doğruya hizmet ettiğini düşündüğü için ihbarcılık yapıyordu (s. 80). “’Unutma’ diyordu akıl hocaları ona, ‘senin ne baban, ne anan, ne erkek, ne kız kardeşlerin var, senin bir tek partin var” (s. 80). Bir diğeri, mal mülk ve çıkar nedeniyle yöneliyordu ihbarcılığa. “Kendisine gerekli olan şeyleri, örneğin daha geniş bir konut alanını, daha yüksek maaşı, komşusunun kulübesini, Polonya malı mobilyaları, ‘Moksviç’ marka arabası için kapalı, sıcak bir garajı, küçük bir bahçeyi, mahvettiği insanların payına düşen acılar pahasına elde eder.” (s. 81) Başka biri, “karısıyla dans eden ve içinde kıskançlık duyguları uyandıran iş arkadaşını, bir masa başında kendisiyle dalga geçen nüktedan birini ve hatta mutfakta kendisini itekleyen komşusunu hedef alan ihbar mektupları yazar.” (s. 81)
Maşa’nın acısı
İvan’ın düşünceleri başka gulag mahkûmlarına kayar. Maşa’nın öyküsü onun her zaman yüreğini paralamıştır. Maşa’nın öyküsünü anlattığı satırlar, Grossman’ın yazarlığının zirve noktasıdır bence. Kocasından ve çocuğundan koparılarak katarlarla Kolima’ya sürülen bir mahkûmun umutsuzluklarını ve umutlarını, acılarını ve yürek burkulmasını, hicranını bu kadar içerden hissedip okuyucuya bu kadar doğrudan aktarabilen, okuyucunun da bu iç burkulmasını adeta bir gulag mahkûmuymuş gibi hissetmesini sağlayan başka bir romancı veya anı yazarı var mıdır bilmiyorum. Bu bölümden alıntı yapmayacağım. Soluksuz ve kesintisiz okunması gereken bir bölüm bu. Gulag mahkûmu kadınların çoğunlukla tutuklama nedenini ortaya koyan tek bir alıntı sadece: “Yanında kocalarının suçunu ihbar etmedikleri için onlarca yıla mahkûm edilmiş yüzlerce Moskovalı kadının ayakkabılarının karda çıkarttığı gıcırtılar.” (s. 126)
Vicdan
Ve Nikolay Andreyeviç, karısı Mariya Pavlovna ile birlikte, gulaglardan dönen kuzeni İvan’ı beklerken bir vicdan muhasebesine girişmiştir. Nikolay kendini çırılçıplak kalmış gibi hissetmektedir. Çıplak bedenine bakıp kendisiyle gurur duyduğu yanlarını da küçümsemektedir artık. “Çıplak birinin daha önce her zaman gurur duyduğu bir şeyden şimdi gurur duyması saçmaydı: Hiçbir zaman hiç kimseyi ihbar etmemişti, Lubyanka’ya çağrıldığında tutuklu bir arkadaşı hakkında karalayıcı bilgiler vermeyi reddetmişti, sürgündeki bir arkadaşının karısıyla sokakta karşılaştığında arkasını dönmemiş, elini sıkmış, çocuklarının sağlığını sormuştu.” (s. 43) Küçümsemeyelim, önemseyelim bu davranışları. Dünyanın bugüne kadar gördüğü en korkunç totaliter diktatörlük olan Stalin diktatörlüğünde böyle davranmak bile yürek isterdi, sırf bu yüzden insanın kendini idam mangasının önünde bulması ya da gulagları boylaması işten bile değildi. Evet ama bu övünülesi davranışlar artık ona bir şey ifade etmiyordu. Çıplaktı. Bu çıplaklığa bakan, hatırlayan vicdan susmuyor, getirip başka davranışlar da koyuyordu önüne. “… yaşamı eğilmekle, açlık, işkence, Sibirya’ya sürülme korkusu içinde geçmişti.” (s. 44) Ve bu korkuyla 1937’deki duruşmalarla ilgili olarak yapılan bir mitingte Rikov ve Buharin için ölüm cezasından yana konuşmuştu, bir profesörün ve şair Pasternak’ın Buharin’e ölüm cezası verilmesinden yana oy kullanmayı reddetmeleri o zamanlar tuhaf ve çılgınca gelmişti ona (s. 43). “…herkesin bildiği bir yalanı kabullenmeye hazır olduğu için ve bu kabullenme kendi isteğiyle, ruhunun derinliklerinden içtenlikle doğduğu için hissettiği yeni, garip ve farklı bir suçluluk duygusuydu bu.” (s. 41)
O güvendiği devletin, aynı Stalin gibi bir tanrı olmadığı, idrarında albümin olduğu, çişini tutamadığı ortaya çıkmıştı. Oysa geçmişte ölümsüz devletin tanrısallığı ve yanılmazlığı insanı yalnızca ezmiyor, onu koruyor, güçsüzlüğünü teselli ediyor, önemsizliğini, hiçliğini mazur gösteriyordu. Devlet sorumluluğun bütün yükünü kendi demirden omuzlarına alıyor, insanların vicdanını yatıştırıyordu (s. 41-42). Artık altına kaçıran bu bunak devlete güvenilmezdi. Geçmişteki bütün suçlarını teker teker itiraf etmeye başlamış ve suçlarına katılan insanları ortalıkta bırakıvermişti. “Acı veren bu duygu, kendi kendisinden nefret duygusu o kadar büyük oluyordu ki, devlete karşı, ‘Neden, neden sanki itiraf etti!’ diye acı, keskin bir sitem doğuyordu içinde. Keşke sussaydı devlet! Devletin itiraf etme hakkı yoktu.” (s. 45)
Stalin ölmüştü. Her şeyin planlı ve önceden belirlenerek yapılmasına alışmış toplum açısından şaşırtıcı bir şeydi bu. Stalin, önceden planlamadan ve haber vermeden ölmüştü! “Stalin, bizzat Stalin yoldaşın özel emri olmaksızın öldü. Ölümün bu serbestliğinde, aklına estiği gibi davranmasında devletin en gizli özüne ters düşen dinamit gibi bir şey vardı.” (s. 39)
Bu satırlarla ironiyi en uç noktasına götüren Vasili Grossman, bu ölümün gulaglarda nasıl karşılandığını milyonların nefretini yansıtan şu ölümsüz cümlelerle aktarır: “… Mahkûmlar koyu karanlıkta kafileler halinde çalışmaya gidiyorlardı. Okyanusun homurtusu bekçi köpeklerinin havlamasını bastırıyordu. Ve sanki kutup ışığının parıltısı bir anda safları aydınlatıyordu. Stalin öldü! Muhafızların eşliğinde yürüyen on binler fısıltıyla birbirlerine aktarıyordu: ‘Geberdi… Geberdi!’ Bu fısıltı binlerce ve binlerce kez artarak rüzgâr gibi uğuldamaya başlamıştı.” (s. 39)
Köylüler ve Yahudiler
Sovyetler Birliği’nde Stalinist devletin yürürlüğe koyduğu köylü kırımını, ancak Naziler tarafından tarihin en büyük kırımına uğrayan Yahudi halkının bir mensubu olan Vasili Grossman anlayabilirdi (bkz: “Köylüler ve Yahudiler”- http://www.gunzileli.com/2012/03/14/koyluler-ve-yahudiler/): “Kulakları öldürmek için onların insan olmadıklarını ilan etmek gerekti. Tıpkı Yahudiler insan değildir diyen Almanlar gibi.” (s. 141)
İvan Grigoryeviç’in sevgilisi Anna Sergeyevna, Ukrayna’da 1930’ların başlarında yaşanan Holodomora(Ukrayna dilinde açlıktan ölüm) bizzat tanık olmuştur. Bu korkunç açlığı ve nedenlerini onun ağzından dinleriz. Açlık, Sovyet hükümetinin, köylülerin tahılına, tohumuna kadar el konması kararının ardından başlamıştı. “Topluca adam öldürme kararını kim imzalamıştı? Sık sık düşünürüm, gerçekten Stalin mi diye. Rusya tarihi boyunca böyle bir emir bir kez bile verilmemiştir sanırım. Çar’ı bir kenara bırakın. Tatarlar, Alman işgalciler bile böyle bir emrin altını imzalamamışlardı… eldeki bütün tohumlara el konulması emrediliyordu, sanki buğday değil de bomba ya da makineli tüfek arar gibi tahıl arıyorlardı.” (s. 146)
“Kulaklar” nasıl saptanıyordu? İşte: “Çıkar için, kırık dökük eşya için, bir çift çizme için insanları mahvediyorlardı, mahvolmak ise çok kolaydı: Onun için bir ihbar mektubu yazıyordun, imzaya falan gerek yoktu. Irgat çalıştırıyor ya da üç tane ineği var diyordun; al sana kulak.” (s. 140)
Ya el konan tahıllar ne oluyordu? İşte: “Kışa doğru ekin yağmurdan ıslandı, çürümeye başladı. Sovyet yönetiminin elinde köylünün ekininin üzerine örtmeye yetecek kadar çadır bezi yoktu.” (s. 146-147) “Kulakların” toplanması için köylere kota biçenler, ne kadar tahıl gaspedileceğini planlayanlar, yeterli çadır bezi için bir plan yapmayı “unutmuş”lardı.
Tahıl gaspçıları, tahıl “hırsızları”na karşı şiddetli cezalar öngörmüşlerdi. İşte: “Kolhozda sonuçta kendi ektiği tahıldan bir avuç aldı diye yedi yıl ceza. Hayır buna razı olamazdım.” (s. 101)
Bir köylü soruyor: “İşçi-köylü iktidarı neden köylülere karşı çarın bile yapmadığı şeyi yapıyor?” (s. 148) Mantıklı bir cevabı yoktu bunun ama sonuç ortadaydı: “Kulakların mallarına el konulduktan sonra ekili alanlar büyük ölçüde azalmış, verim düşmüştü. Oysa kulaklar gittikten sonra sözde yaşamımızın bir anda geliştiğine ilişkin bilgiler veriliyordu. Köy sovyeti bölgeye, bölge eyalete, eyalet Moskova’ya yalan söylüyordu. (s. 145)
Ve Holodomor (Yüreği dayanmayacak olanlar okumasın)
Bu ara başlığı laf olsun diye atmadım. Gerçekten, yüreğiniz dayanmayacaksa atlayın bu bölümü. İnsanlığa karşı işlenmiş bu büyük suç gerçekten insanın kanını donduruyor, ruhunu altüst ediyor ve daha acısı, bütün bunları öğrenmek için 80 yıl mı geçmesi gerekiyordu diye insanı isyan ettiriyor. Bu korkunç olayların Anna Sergeyevna’nın ağzından aktarılan satırlarını bold veriyorum, okumaya cesaret edenlerin belleğine iyice kazınsın diye.
“Sonbahardan itibaren patatese yüklenmeye başladı insanlar, ekmek olmayınca o da çabucak bitti. Noel’e doğru büyükbaş hayvanları kesmeye başladılar. Ama kemiklerin üstündeki et de zayıftı. Tavukları kestiler tabii. Etleri de çabucak yiyip bitirdiler, sütün ise damlası bile yoktu, tüm köyde bir tek yumurta bulamıyordun. Asıl önemlisi ekmek yoktu. Köydeki buğdayı son tanesine dek alıp götürmüşlerdi. Yazlık buğday için ekecek tek bir şey yok, tohumlukları da son tanesine kadar toplamışlardı…” (s. 148)
“Korkunç bir şeydi. Analar çocuklarına bakıyorlar ve korkudan çığlık atmaya başlıyorlar. Eve yılan girmiş gibi çığlık atıyorlar. Bu yılan, ölümün, açlığın ta kendisi… Köylülerin aklındaki tek şey bir şeyler bulup yemek. Yutkunuyorlar, çenelerini oynatıyorlar, salyaları akıyor. Hep salyanı yutuyorsun ama salya karın doyurmuyor. Gece uyanıyorsun, etraf sessiz, ne bir konuşma ne de armonika sesi var. Mezarda gibi, sadece açlık dolaşıyor ortalıkta, o uyumuyor. Köy evlerinde çocuklar sabahtan başlıyorlar ağlamaya, ekmek istiyorlar.” (s. 149)
“Ancak kışın gerçek anlamda açlık yoktu daha. Tabii ki, insanlar solup sararmışlardı, patates kabuklarından karınları şişmişti ama vücutları şişmemişti daha. Karın altından meşe palamudu arayıp buluyorlar, palamutları kurutuyorlardı… Palamuttan ekmek… yapıyorlardı” (s. 149)
(Okumanın bu noktasında, 1938 Dersim katliamı sonrası Dersim’i anlatan, Haydar Karataş’ın Perperik’e Söe (İletişim, 2010) romanını hatırlamamak mümkün değil.)
“Kentten türlü türlü temsilciler gelmekten vazgeçmişlerdi artık, ne için geleceklerdi zaten. Aç insanların elinden alacak bir şey yoktu, dolayısıyla gelmelerine de gerek yoktu… Devlet bir insandan hiçbir şey alamadığı zaman o insan yararsız olur… Tek başlarına kaldılar, devlet açlardan elini çekti.” (s. 150)
“Yaşlılar anlatıyorlardı: Nikolay zamanında da açlık olmuş, o zaman yardım ediliyor, borç veriliyor, köylüler kentlere gidip İsa hatrına yiyecek dileniyor, aşevleri açılıyor ve üniversite öğrencileri bağış topluyorlarmış. İşçi-Köylü hükümeti döneminde ise bir buğday taneciği vermediler; yollardaki karakollar, asker, polis, NKVD, aç insanların köylerinden çıkmasına izin vermiyor, kente gidemiyorsun, istasyonların çevresinde, en küçük istasyonlarda bile nöbetçiler dolaşıyor.” (s. 150)
“Almanlar, Yahudi çocuklarını, ‘Sizin yaşamanıza gerek yok, siz Yahudi’siniz,’ deyip gaz odalarında boğdular. Burada olanı ise hiç anlamıyorsun, onlar da Sovyet vatandaşı, onlar da Rus… bir işçi-köylü iktidarı var, peki bu ölümler neden?” (s. 151)
“Bazı kadınlar çocuklarını oyalıyor, onları öpüyorlar, ‘Bağırmayın, sabredin, ben nereden yiyecek bulayım?’ diyorlardı. Diğerleri deli gibiydiler, ‘Ağlayıp durmayın, gebertirim!’ diyorlar ve yiyecek istemesinler diye ellerine geçirdikleri şeyle dövüyorlardı çocukları. Bazıları ise evden kaçıyor, çocuklarının çığlıklarını duymamak için komşu evlerde bekliyorlardı.” (s. 151)
“O zamana kadar kedi köpek kalmamıştı ortalıkta… Kedileri, köpekleri pişiriyorlardı, etleri kuruydu, kafalarını kaynatıp jöle yapıyorlardı…Yemedikleri ne kaldı, fareleri yakaladılar, sıçanları, alacakargaları, serçeleri, karıncaları avladılar, toprağı kazıp solucanları çıkarttılar, kemikleri, derileri, ayakkabı tabanlarını ezip un haline getirdiler, pis kokulu eski derileri erişte gibi kesiyorlar, tutkalı kaynatıp pişiriyorlardı. Otlar boy attığı zaman toprağı kazıp kökleri çıkartmaya, yaprakları, sürgünleri haşlamaya başladılar, kullanmadık şey kalmadı: Karahindiba, dulavratotu, çan çiçeği, yakıotu, keçiayağı, tavşanotu, ısırgan, damkoruğu…” (s. 151-152)
“Kiev-Odessa ekspresi geçerken diz çöküyorlar ve ekmek ekmek diye bağırıyorlardı. Bazıları korkunç görünen çocuklarını havaya kaldırıyorlardı. İnsanların ekmek parçaları, çeşitli yemek artıkları attıkları oluyordu. Toz yatışıyor, trenin gürültüsü uzaklaşıyor ve köy halkı yol boyunca yerlerde sürünüyor, ekmek kabuğu arıyordu. Ama sonra bir emir çıktı, tren açlık çekilen bölgelerden geçerken muhafızlar pencereleri kapatıyor, perdeleri indiriyordu. Yolcuların pencerelere yaklaşmalarına izin vermiyorlardı. Zaten köylüler de gitmekten vazgeçmişlerdi, bırakın raylara gitmeyi, sürünerek de olsa evden avluya çıkacak güçleri yoktu.” (s. 153)
Tesadüfen ele geçen bir gazeteden okunan bir haber: Bir gün Sovyetler Birliği’ne ünlü bir Fransız bakan gelmişti. Onu korkunç bir açlığın hüküm sürdüğü Dnepropetrovsk bölgesinde bir kolhozun çocuk yuvasına götürmüşlerdi. Bakan, çocuklara, “bugün öğle yemeğinde ne yediniz?” diye sormuştu, çocuklar da, “Hamurlu tavuk çorbası ve pirinç köftesi” diye yanıtlamışlardı. “Neydi bu? Milyonlarca insanı sessiz sedasız öldürüyorlar ve bütün dünyayı kandırıyorlar! Tavuk çorbası, diye yazıyorlar! Köfte! Oysa burada insanlar ne kadar börtü böcek varsa yiyip bitirdiler.” (s. 153)
“Köyden ağıtlar yükselmeye başlamıştı, köy kendi ölümünü görmüştü. Bütün köy ağıt yakıyordu, bilinçli, yürekten değil, rüzgârda yaprakların hışırdaması ya da saman çöplerinin gıcırdaması gibi… Sanki toprak da insanlarla birlikte uluyordu.” (s. 154)
“Evlerden birine uğramıştım. İnsanlar yatıyorlar, hâlâ nefes alıyorlar mı, almıyorlar mı belli değil… Ev sahibinin kızını tanıyordum. Kız yerde, döşemenin üstünde kendisinden geçmiş bir halde yatıyor, bir taburenin ayağını kemiriyor… İçeriye girdiğimi duymuştu, çevresine bakmadı, köpekler kemik kemirirken yanlarına yaklaşınca nasıl homurdanırlarsa aynı öyle homurdanmaya başladı.” (s. 154-155)
“Ölüleri ilk başlarda gömüyorlardı, sonra bıraktılar. Cesetler öyle sokaklarda, avlularda yatıyordu, en son ölenler ise evlerde yatıp kalmışlardı… Bütün köy ölmüştü.” (s. 155)
“Köylüler sürüne sürüne köylerinden geliyorlardı. İstasyonlar kordon altına alınıyor, bütün trenlerde arama yapıyorlardı. Yollarda, her yerde karakol vardı, askerler, NKVD görevlileri. Ama yine de Kiev’e ulaşıyor”lardı. “Bu insanlar artık yürüyemiyor, sadece sürünüyorlardı.” (s. 156)
“Sabahları katanalar koşulmuş yük arabaları geliyor, gece ölenleri topluyordu. Böyle bir araba gördüm, çocuk cesetleri üst üste konulmuştu. Dediğim gibi, incecik, upuzun, yüzleri, gagası sivri ölü kuşlar gibiydi. Bu yavru kuşlar uçup Kiev’e kadar geldiler, peki ne yararı oldu? Aralarında hâlâ kuşlar gibi cıvıldaşanlar, olgunlaşmış başaklar gibi boynunu bükenler vardı.” (s. 156)
“Bazıları ise delirmişti… Gözlerinden belliydi, gözleri parlıyordu. İşte bu tip insanlar ölüleri kesip parçalıyorlar ve pişiriyorlardı, kendi çocuklarını öldürüyor ve yiyorlardı… bu yamyamların hepsi kurşuna diziliyordu. Oysa onlar suçlu değildi, bir anayı kendi çocuklarını yiyecek noktaya getirenler suçluydu.” (s. 157-158)
Bu yazıyı burada bitiriyorum. Çünkü aslında Vasili Grossman’ın romanı, roman olarak burada bitiyor. Bundan sonrası, Vasili Grossman’ın teorik vasiyeti niteliğinde son derece değerli değerlendirmelerle dolu. Bu değerlendirmeler, sanırım ancak ayrı bir yazının konusu olabilir. Çünkü, burada özgürlüğün ölümsüzlüğü, özgürlükle devletin sonu gelmez mücadelesi, Rus toplumunun bin yıllık özgürlüksüzlüğü, 1917 Şubatında, bin yılda bir özgürlük fırsatını yakalamışken bu özgürlüğe, Lenin tarafından son verilişi vb. vb. üzerine çok önemli saptamalar var.
Her şey geçip gider… Sekiz yıl boyunca yazdığı romanının düzeltmelerini ölüm döşeğinde son bir gayretle tamamlayan Vasili Grossman’ın Her Şey Geçip Gider romanı kalır.
Gün Zileli
3 Ağustos 2014
Saldir ahmed.tut tut tut tut.kis kis kis kis.
http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2014/08/komunizm-kzl-devrim-sovyetler-birligi.html
gün abi, sen ingiltere’de, isviçre’de uzun yıllar yaşadın. avrupa’da devrimciler arasında stalinizmin algılanması ne düzeydedir? oradaki stalinistlerle bizim buradaki türk stalinistleri arasında belirgin ve anlamlı farklar var mıdır?
şunun için soruyorum: bizim yerli solcular senin bu yazını okusalardı, vasili grossman’a hemen sinkaflı sövgüye başlarlardı, gerçi yerli model stalinistler kitap falan okumazlar ya neyse. yurt dışında yaşayan ahmet bunlardan farklı olarak en azından daha rasyonel, teorik dertleri olan bir görüntü sergiliyor.
Batıdaki Marksist sol (halen var olanı) esasen Troçkisttir. Stalinistler yok denecek kadar azdır. Bunun ötesinde halk nezdinde sol genel olarak devre dışıdır. Bir tek anarşizm ve yeşilcilik etkili bir muhalefet olarak gelişmektedir. ingiltere’de “5 usta”nın fotoğraflarıyla yürüyen Türkiyeli örgütlere ingilizler tarih öncesi müzelik ilginç bir kalıntı gibi bakarlar. Onlar için seyirlik bir şeydir Stalin’in resmini taşımak.
gün abi bizim bu yerli malı stalinist örgütler hiç de zayıflayacakmış gibi durmuyorlar. ne yapmak lazım? nasıl yapmak lazım? öyle tarihsel gerçekleri, doğruları anlatmakla da olmuyor. stalin katliam yaptıysa devrim için yapmış, iyi yapmış kafasındalar.
2001 gibiydi, Belçikalı bir sosyalist partiden bir temsilci gelmişti (ki bu parti, çok da emin değilim ama, stalinistti hatırladığım kadarıyla). bizim solcu arkadaşlardan biri, “neden yasa dışı bir örgüt kurmuyorsunuz da yasal mücadele ediyorsunuz” gibi bir soru sormuştu. bu soru, o partinin yasal olmasını eleştiren bir soruydu. yani, soruydu ama aslında soru değildi.
belçikalı da, “yasa dışı örgüt kursak belçikada ciddiye alınmaz” demişti.
aslında ben bu soruyu duyduğumda biraz utanmıştım da diyebilirim. belçikada sosyalist bir parti bulmuşuz, bir de yasa dışı olmasını istiyoruz!
oralarda stalinist bile bizim stalinistlerden biraz farklı sanırım. ama belki de ben yanlış hatırlıyorumdur, parti stalinist değildir. ama şundan eminim: marksistti…
yani bunu niye yazıyorum da burayı işgal ediyorum? dünyaya çok kapalıyız ve her şeyimizi türklüğümüz belirliyor. yani önce türküz, sonra sosyalist, müslüman, stalinist, anarşist, liberal vs…
saygılar herkese ve bilhassa Gün abiye…
umutsuz olmamak gerekir. Ben de 1975 yılında sıkı bir stalinisttim. Gerçekler inatçıdır ve sonunda kendini kabul ettirir.
gün abi, bu yazının görselini nereden aldın? gulagda mı çekilmiş o fotoğraf? hikayesi nedir?
1930’ların başındaki holodomor’dan (yani Stalinist ürünlere el koyma politikasının Ukrayna’da yol açtığı açlıktan). Yani kitapta anlatılan, benim de bir kısmını alıntıladığım korkunç olay. Google’a holodomor yazıp görselleri tıklarsan daha birçok acı görüntü çıkacaktır.
Sayin gun zileli,su an elimde okudugum Vicki Baum’un ” the weeping wood ” ben fransizca okudugum icin aglayan agac olarak turkceye cevirdim.1948 baskisi elimdeki acaba siz okudunuzmu.Bunu sormamin sebebi mukemmel bir kitap olusu cevirmenizi mutlaka isterdim.
lmaalesef okumadım, çeviri programımım dolu ama okumayı çok isterdim.
Kitabi internette bulabilirmisiniz bilemem ama konusu cok ilginc .
Ukrayna daki aclik ile ilgili olarak tum sunabilecegin bir romanin sayfalari mi? Allah’in varligina kanit olarak da ilahileri gosterirsin o zaman, Ama yapabilecegin bir sey yok, cunki Holodomora iliskin tum birinci elden belgeler on yillardir tartisiliyor ve daha 1933 te hemen hepsi curutulmus durumda. Bernard Shaw, dan Fischer gibi batinin onemli gazetecilerinin dogrudan tankligindan bahsediyoruz. Hepsinin dedigi su: Kitlik var ama yogun olumlerle anilan aclik yok.
Yukarida delil diye bir sey vermeye calismissin, bir fotograf, roman parcasi olmayan gercekten o zamanki acligi anlatan yukaridaki fotograf senin bu konuda sundugun tek delil. Sana gore bu gercek bir fotoraf ve aclik sirasinda cekilmis/. Onu Holodomor uzerine bir sayfadan almissin. Bu fotografin o donemde SSCB de 1933 te cekildigini nerden biliyorsun? Buyuk bir ihtimalle ya sahte, ya da iyi ihtimalle 1933 acligina degil ama 1921 acligina iliskin bir fotograf. Aciklayayim.
1921 yilinda ic savas ve ambargodan dolayi SSCB de ozellikle Volga boylarinda buyuk bir aclik meydana geldi ve tahminlere gore 2-3 milyon kisi yasamini yitirdi. Sovyet hukumeti bu konuda dunyanin her tarafindan insani yardim istedi. Dunyanin cesitli yardim kuruluslari SSCB topraklarina doldular, ve iki uc yil boyunca yardim calismasi yaptilar tabii bu arada gazetecilerde orada idi ve aclik ceken olen insanlarin fotograflari dunya basinini doldurdu. Tabii bu arada bu acligin sebebi olan ekonomik ambargo, emperyalist isgal ve ic savas goruldugu icin bu kampanya emperyalist ambargonun kaldirilmasi yolundaki talebi dunya capinda guclendirdi.
1933 te ( ki aslinda 1933 te bir cok akademisyenin gosterdigi gibi ne tarimsal uretimde bir azalma ne de acliga yol acacak onemli bir sorun vardi. Tarimsal uretimdeki asil azalma kolhozlasma baslangicinda 1931-32 de vardi ama o zaman bu capta bir aclik iddiasinda kimse bulunmamisti) Gareth Jones adli bir gazeteci, ingiliz hukumetine oldukca yakindir ve kendisi daha sonra casusluk faliyetlerinde bulundugu mancurya da kaybolmustur, Kendisi Lloyd George’un dogrudan danismanidir. Rusya’yi ziyaret ettikten sonra orada bir cok insanin oldugu bir aclik oldugu iddiasini Ingiltere de Manchester Guardian gazetesinde yayinlar. Bu haberin ingilizcesi icin bakiniz. http://www.garethjones.org/hearst/Russia1-1.jpg
Bu gazete bildigimiz Guardian gazetesidir. Daha sonra yine bir baska gazeteci olan Thomas Walker aclik sirasinda cekildigini iddia ettigini fotograflari basina verir. Burjuva basinda bu iki gazetecinin haberleri ve fotogaflari ile bir firtina kopar.
Yalniz burada bir sorun var. Bahsedilen olan 70-80 sene once olan bir olay degil, o an olmakta olan bir olaydir. O donemde SSCB de gazeteciler istedikleri yere gidebilmektedirler ( zaten Jones ve Walker de serbest ce gezdiklerini soylemektedirler) ve dunyanin hemen tum onemli basin organlarini dogrudan yerlesik muhabirleri bulunmaktadir. Bunlardan Nation dergisine bagli calisan gazetecilerden Louis Fischer Walker’in fotograflarinin sahte oldugunu, bunlari kendisinin cekmedigini, bu fotograflarin 1921 Volga acligi sirasinda degisik kimseler tarafindan cekilen fotograflar oldugunu ifsa eder. Oyle bir skandaldir ki Su ana kadar Walker’i savunabilen kimse yok ama hala fotograflari orada burada kullaniliyor.
Tabii bu arada haberler ve cikarilan gurultuler uzerine Bernard Shaw gibi bazi dusun adamlari ya da gazeteciler de bolgeye akin eder. Ama kimse anlatildigi gibi bir aclik ve olen milyonlar goremez. Bu gazetecilerden en onemlisi Walter Durranty ki kendisi o zamanlar New York Times’in buro sefidir ve olay yerine giderek gozlemlerini yazar. Kendisi SSCB de bir kac yil gecirmis anti komunist liberal bir gazetecidir ve 1932 yilinda SSCB hakkindaki haberleri ile pulitzer odulunu kazanir. Durranty, ulkede bir cok sorunun oldugunu, kitlik oldugunu, bes yillik planin bu yuzden cok onemli engellerle yuz yuze oldugunu yazar ama der “ne aclik var ne de olma olasiligi”. Durranty nin haberleri desenformasyonun sona ermesine yol acar. Tabii sadece Duranty degil, ben yukarida Bernard Shaw dedim ama aslinda onunla beraber onlarca yazar dusun adami haberin ciktigi Guardian’a ortak bir mektup gondererek kendilerinin boyle bir seyle karsilasmadigini soylemislerdir. Onlarin dedigi de aynidir, bir cok sikinti, yokluk kitlik var ama aclik ve acliktan olenler yok. Ama Durranty’nin haberi ve Fischer’in fotograflarin hepsinin sahte oldugunu ispatlamasi bu olayin o zaman icin kapanmasina yol acar. Bu iddia tekrar ancak 1980lerde acilacaktir. Ne de olsa galipler tarihi tekrar yazmaktalar.
Tabii aradan yillar gecti, sosyalistler yenildi. O donemde iftiralari icin fotograf bile bulamamis utanmazca kendi eserleri olan bir acligin fotograflarini kullanmislardi. Daha sonra bu fotograflar servisten cekildi. Bildigim kadari ile hala her tarafi gazeteci dolu olan bu ulkeden o doneme iliskin aclik fotograflari yok. BU arada meraklisi icin Fischer’in makalesi http://www.garethjones.org/soviet_articles/thomas_walker/hearsts_russian_famine.htm
Holodomor iddiasi ile ilgili en onemli web sayfasi Gareth JOnes adina acilan web sayfasidir. Sonucta Holodomor iddiasini ortaya atan kisi odur. Ama onlar bile Walker’in bir uckagitci oldugunu kabul etmek zorunda kaliyorlar. ( ama bu sefer de onun belki de Stalin’in ajani olabilecegini soyluyorlar. Belki de!) Bu sefer de o zamanlar aciga cikmayan ama sonra cikan Jones fotograflarini ortaya atmaya calisiyorlar. Tamam da o zaman Jones neden bu fotograflari yayamlamamis, ustelik herkes bunlari ve o zaman walker tarafindan cekilen fotograflarla dalga gecerken. Daha sonra yeni bulunan bazi fotograflar daha koydular ama bu fotograflar acliktan olumleri degil ama sikintilari anlatiyor. Bu fotograflar icin Jones’un sayfasinda http://www.garethjones.org/soviet_articles/thomas_walker/muss_russland_hungern.htm Bu fotograflarins ahibi bir alman tarim uzmani, ve Hitler’in uzmanlarindan oldugu dusunuluyor. O yillarda SSCB de bu fotograflari cekmis. Gun’un palavra fotografi ile ne kadar tezat!
BU arada uckagitci oldugu herkesce kabul edilen Walker’in fotograflari da burada. Resimlerin Gun’un resmi ile benzerligine dikkat ediniz. Bu resimlerin hepsinin 1921 acliginda cekilen resimler ldugu daha o zaman kanitlanmisti ve Jones’un sayfasini yapanlar dahi bunu kabul ediyorlar o yuzden yeni fotograflar bulmaya calisiyorlar. Ama bulabildikleri yukarida iddia edildigi gibi acligi degil sikintilari gosteren fotograflar. Simdi Walker’in fotolari http://www.garethjones.org/soviet_articles/thomas_walker/thomas_walker_images.htm
biri paylaşım yapmış Gün abi sovyet devrimi illuminati desteğiyle olmuş gibisinden bir paylaşım.İki sorum olacak
1. Bunun hakkında bir şeyler biliyor musunuz?.Yani amerikanın paravan kurumlarıyla yaptığı hakkında.
2.Bakunin in Marx hakkında Rothschild bağlantılı olduğuna dair söylemleri var.Bu konu hakkında bir bildiğiniz var mı? Şimdiden teşekkürler.
Evet, batıda holocost’un palavra olduğunu ileri sürenler de var. Onlarla yarışabilirsin.
ahmet bey, wikipedia’daki holodomor maddesine ne diyorsunuz? 1932’de kharkiv sokaklarında açlıktan ölen insanların fotoğrafları var. sahte mi bunlar?
http://en.wikipedia.org/wiki/Holodomor#mediaviewer/File:GolodomorKharkiv.jpg
http://en.wikipedia.org/wiki/Holodomor#mediaviewer/File:HolodomorUcrania9.jpg
gün abi, ahmet’e vereceğin tek cevap “get the hell out of here” mı olacak?
gün bu yazıyı ve ahmetin yorumunu okuyunca ahmet daha ikna edici geliyor. ahmetin söylediklerine ne diyorsun. holocostun palavra olduğu son derece marjinal bir görüş, ciddiye alan yok. ama ahmetin söyledikleri böyle birşey gibi görünmüyor. SSCB ile ilgili neyin palavra neyin doğru olduğuna yönelik şüpheyle bakmak lazım sanırım.
Gun batida holokostun palavra oldugunu kim soyluyor? Senin deyiminle Bati, yani Emperyalizm tum kurumlari ile basini universiteleri, her turlu propaganda organlari ile Holocost iddiasini kanitlamaya calisiyorlar. Sen de emperyalistlerin bu iddialarini buraya tasiyorsun.
Ama yukarida da soyledigim gibi Holokost iddialarinin temeli bu iki gazetecinin haberidir, yine yukarida da belirttigim gibi bu iki gazeteciden Walker’a Holokostcular bile sahip cikamiyor ama sen onun fotograflarindan birini buraya delil diye almissin, yazinda gosterdigin tek delil palavra. Ikinci gazetecinin gordum dedigi seyleri ise o donem SSCB de bulunan bir cok gazeteci yazar hatta diplomat ( sana yukarida yer darligindan dolayi herkesin goz tanikligini vermedim) dogrudan aclik oldugu iddia edilen bolgeden “sikintilarin yoksullugun oldugunu ama acligin olmadigini” soyleyen haber rapor vb gecerler.
O zamanlar herkes nazisi amerikani, hatta mensevigi SSCB nin yere dusmesini beklemektedir. Bu desenformasyonlar bunlarin urunudur.
Bak Lara Bukharin’i cevireceksin, aslinda bu konu orada da konusulur kapali ustu. Simdi hafizamdan yaziyorum 1935 yilinda Bukharin karisi ile beraber Marx ve Engels arsivini almaya Paris’e gider. Politburo tarafindan gorevlendirilmislerdir, Arsivler zamanin mensevik liderleri Dan ve Nikolavsky idi sanirim onlarda durmaktadir. Tabii bunlar ayni zamanda eski arkadaslar ve hatta birisi sanirim bazi MK uyelerine akraba. Neyse bunlar Bukharin’e gercekten aclik olup olmadigini sorarlar. Bukharinse yok ya tarimda isler baya iyi gorunuyor sikinti yok anlaminda cevap verir. Zaten arsivi de alamazlar Bu iki mensevik daha sonra CIA ile baglantili kuruluslarda calisarak omurlerini tamamlarlar. Bu arada arkadaslari Bukharin’e oyle bir kutuk atarlar ki Bukharin’in idam yemesindeki en buyuk nedenlerden birisi de onlarin attigi bu kutuktur. Lara Bukharin bunu detaylari ile anlatir.
Gerci o cevrelerde birbirine kutuk atmak cok yaygindir. Bukharin’de yardimi olabilecegi bir donemde kendini kurtarmak icin Radek’i kurtlarin onune atar. Lara Bukharin bunu da yazar. Esimin bunu yaptigina inanamiyorum diyerek hemde. Eh Radek’te bunun uzerine Bukharin uzerine ifade verir, halbuki Bukharin savcilik sorusturmasinda temiz cikmis, Politburo savciliga Bukharin hakkindaki tum suclamalari kaldirmasini istemis ve bu da basinda yayinlanmistir, ama Radek’in ve bir kac kisinin daha ifadeleri sonucu Bukharin tekrar sorusturmaya alinir. Bukharin aslinda sadece Radek’e degil bir cok insana kutuk atar. Mesela en yakin arkadaslarindan Stalin’in bile arkasindan ne isler cevirdigini Lara Bukharinden kuyabilirsiniz. Ne isler mi cevirmis, birakalim millet de bunu senin cevirinden okusun:-)
Bu arada Lara Bukharin’in anilarini hangi editor edit edecek bilmiyorum, ama Yezhov kisminda onu ovmeye baslamasi konusunda ne dip not dusecek merak ediyorum:-) Benim sabah aksam herseyi okuyan entellektuel “anarsist ve Trockist” arkadaslarim bilir ama ben cahil “stalinist” arkadaslar icin yaziyorum. 1930lar daki kitlesel tutuklamalar ve idamlar 1937 baslarinda Yezhov’un icisleri Bakani olmasi ile baslamis, 1937 Temmuzunda ki bir parti konferansi sonrasi kurulmasina karar verilen uclu mahkemeler ile ( once bes gun icin kurulmuslardi ama bir bucuk yildan fazla surmustu) ulke bir anafora savrulmus, tutuklama ve idamlar kitlesel boyutlara yukselmisti. Bu donemde Yezhov’un kisisel emirleri ile icisleri bakanligi yuzbinlerce insani tutuklamis binlerce kisi idam edilmisti.
Bu donem Rusya da Yezhov donemi diye anilir, Stalin donemi diye degil. Bu donem Stalin’in Yezhov’u gorevden alip Beria”yi atamasi ile son bulur. Kimi arastirmacilar Yezhov’un Stalin’in emri ile bu idamlari yaptigini ileri surerler. Gun bu arastirmacilarin iddialarini buraya tasimaktadir.
Ama diger arastirmacilar ise Yezhov’un parti icindeki hiziplerden birinin liderlerinden oldugunu, Yezhov’un ve arkasindaki Cumhuriyet Komunist parti baskanlarinin oldugu bir komplonun yoneticilerinden oldugunu, bu komplonun amacinin sovyet anayasasi ile getirilen serbest secimlerin engellenmesi oldugunu, tutuklama ve idamlarin bu yuzden kendi politikalari oldugunu, Stalin grubunun bu tutuklamalari durduramadigini, ancak 1938 sonunda tekrar guclendikten sonra Yezhov’u gorevden aldiklarini ve Beria ile bu tutuklama ve idamlarin durdurugunu belirtirler. Gercekten de Beria ile tuklamalar durur, idamlar durur, milyonlarca mahkum serbest birakilir, hatta Lara Bukharin’in anilarindan okuyacaginiz gibi Beria onun idaminin da bu sekilde onlendigini ima eder. Yezhov doneminden sonraki idamlar cok azdir ve agirlikla Yezhov ve kitlesel tutuklama ve idamlarda onemli rol oynayan Cumhuriyet KP liderleridir.
Mahkemesinde Yezhov aslinda Bukharin komplosuna ait olmak ile suclanir ama anladigim kadari ile bu isler daha karmasik. Ama gercek olan bir sey var: Lara Bukharin kocasini idam eden, kendisini ise surgune gonderen bir adami savunuyor onun aslinda iyi biri oldugunu kocasinin cok iyi bir arkadasi oldugunu soyluyor. Bunu soylemek icin kitapta bir bolum hasrediyor. Kocasinin asla Yezhov aleyhinde konusmayacagini iddia ediyor. Kismen aklamaya calistigi kisi Yezhov, tum bu tutuklamalarin ve idamlarin birinci elden sorumlusu. Onun yerine bu tutuklama ve idam dalgasini durduran ekibin icinde olan Beria yi sucluyor.
Yine Kruschev anilarinda o donemde ki cinayetlerin suclusu olarak O donemi sona erdiren Beria yi sucluyor ama Yezhov’u ve kitlesel tutuklama ve idamlarin diger sorumlusu parti liderlerini ovuyor. Bunlardan birisi Sibirya parti sekreteri Eikhe’dir ki Sibirya o donemde en fazla tutuklama ve idamin oldugu yerdir ve Eikhe bu idamlari kendi yetkisi ile gerceklestirmistir. Zaten bu yuzden Ezhov ve bir cok diger KP lideri gibi idam edilmislerdir. Zaten Guinsburg’da bir baska idam edilen komunist lideri Ukrayna KP sekreterini savunuyordu. O da bu kitlesel tutuklamalarin bir baska sorumlusu idiler ve bu KP yoneticileri hepsi tutuklanip idam edildiler. Sanirim bunlarin sayisi 300 den fazla. Ve benim su ana kadar okudugum kaynaklarda Stalin’in dogrudan idamlarini savundugunu bildigim idamlar, Stalin bu kisilerin yani Yezhov Eikhe ve diger KP liderlerinin idamlarini imzalamistir.
Lara Bukharin’in kitabindan Stalin’in iki kez Bukharin’in tutuklanmasina karsi ciktigini ogreniyoruz, o yuzden Bukharin parti mk toplantilarindan tutuklanmadan cikmistir. Ama Lara Bukharin en son subat 1937 toplantisinda Stalin’in emri ile Bukharin’in tutuklandigini iddia etmektedir. Toplantida neler gectigini bilmedigi icin bu dogaldir ama simdi arsivler acilmis durumda ve toplanti tutanaklari bir cok sagci solcu liberal ve arastirmaci tarafindan yayinlanmis durumda. Biz simdi biliyoruz ki bu toplantida Bukharin’in tutuklanmasini en cok isteyen kisi Yezhov ( bence bunun nedenini Lara Bukharin’in kitabinda bulacaksiniz, Nikoleyevski’nin Bukharin’e attigi kazik sonucudur bu). Yezhov idam ister diger bazilari ise 5 ya da on yil hapis cezasi. Tutanaklari gore Bukharin’in tutuklanmasina hatta yargilanmasina tek kisi karsi cikar Stalin. Stalin Bukharin’in suclari isledigine emindir ama cezalandirilmasinin politik olarak dogru olmayacagini dusunmektedir onun yerine surgun onerir. Tutanaklara gore siddetli tartismalar yasanir ve uzlasma karari cikar. Buna gore Bukharin tutuklanacak, ama idam ya da hapis cezasi talebi ile degil. Sadece Icisleri Bakanligi sorusturmayi derinlestirecek. Bukharin icerde bir sene kadar kalir, icerde degisik kitaplar yazabilecek kadar rahat bir hayati olmustur, sonucta bir sene icinde arsivler kapali oldugu icin bilmedigimiz bir sekilde dengeler degisir ve bir sene sonra ayni sucardan ( Bukharin’e mahkemede yoneltilen suclarla bir sen onceki MK toplantisindaki suclar hemen hemen aynidir) mahkemeye cikarilir ve idam edilir.
Yani Lara Bukharin aynen stalin’in iddia ettigi gibi Bukharin ve Yezhov’un kanka olduklarini soyluyor, Kruschev Yezhov’u savunuyor. Kruschev yezhov’u savundugunda yil 1957, Lara Bukharin anilarini 60 larin basinda yaziyor. Yani o doneme baktiklarinda o donemin cellatlarini seviyorlar ama o donemin ic savasini durduran Stalin cok kotu adam. Ardindan da Stalin niye hala eski sovyet topraklarinin en sevilen tarihi kisiliklerinden birisi ona sasiriyorsunuz.
kuşku uyandıran hiçbir şey yok. Kuşku düşürmeye çalışan sadece ahmet gibi disenformatörler. her şey apaçık ortada.
bak şu menşeviklere… Buharin’in ölümüne neden olmuşlar. Bu, ahmet’in akıl yürütmesinin zirvesidir artık. Hasan Yalçın arkadaşımdı. Hapishanede geçen bir öyküyü anlatırdı. Yanıbaşındaki parti önderi çekirgeyi bacağından yakalamış. Çekirge, can havliyle kaçayım derken bacağı kopmuş. Parti önderi, elinde kalan çekirgenin bacağına bakıp, hayretle: “Çekirge bacağını bıraktı”demiş. Yani kendisi kopan bacaktan sorumlu değil de, bacağı kopan çekirge sorumlu. Dolayısıyla Buharin’in öldürülmesinden de Buharin’in Menşevik arkadaşlarının sorumlu olduğunu düşünebiliriz pekâlâ… 🙂
Tabii, Stalin’in hiçbir sorumluluğu yok. Yezhov’dan önceki dönemde yapılanlardan ve tasfiyelerden o zamanki NKVD başkanı Yagoda sorumluydu, sonra Yezhov geldi. Stalin’den habersiz neler yaptı neler. Sonra o da tasfiye edildi. Böylece Beria gelinceye kadar olanların hiçbirinden stalin sorumlu tutulamaz. Yagoda’nın yaptıklarından yagoda sorumludur ve zaten stalin onu öldürttü. Yezhov’un yaptıklarından da stalin sorumlu değeldir. Çünkü Stalin Yezhov’u da öldürtecekti. Beria döneminde yapılanlardan Stalin sorumlu olmayacaktı ama Beria’yı öldürtmeye ömrü vefa etmedi. O işi de Kruşçev yerine getirip Beria’yı öldürttü. Dolayısıyla stalin’i suçlayacak bir şey yoktur. Hepsini NKVD şefleri yapmıştır. Stalin demokratik anayasa hazırlıklarıyla ilgilendiğinden milyonlarca insanı tasfiye eden, gulagları kuran, insanları troykolarla 5 dakikada yargılatıp kurşuna dizdiren, mahkûm köle emeği kullanarak büyük kanal projeleri gerçekleştiren vb vb vb NKVD’nin faaliyetlerinden haberdar olamamıştır 🙂
Kaynak ve belge gosterince ezberin mi bozuluyor? Bozulsun gitsin niye ugrasiyosun? ezberinin ne sana ne de tarihe bir faydasi var. Eger dediklerim hosuna gitmedi ise ben bunlari Lara Bukharin’den ve arsizlerden aktardim, sen de Lara Bukharin’i cevirme kardesim, simdi cevirirken surekli benim yazilarim aklina gelicek, ama ben yine de hani tartismayi toparlamak babindan ozetleyeyim
Holodomor hakkinda verdigin resim sahte. Bu resimleri Holodomor iddiacilari bile sahiplenmiyor artik. Holodomor hakkindaki tum iddialarin iki kaynagi var, Birisi sahteci oldugu herkes kabul ediyor digeri de daha o zaman dedikleri yalanlanmis bir ingiliz politikaci-gazeteci. Yani Irak savasi oncesi bahane olsun diye uretilmis Saddam’in kimsayal ve nukleer silahlarini yazan gazeteciler gibi sahte desenformasyon.
Ikincisi Lara Bukharin’in yalancisiyim, Stalin Bukarin’in tutuklanmasini iki kez onler. tutanaklarin yalancisiyim, MK da Bukharin’in tutuklanmasina karsi cikan tek kisi. Stalin’in idamini en cok savunan tutanaklara gore Yezhov. Aslinda Lara Bukharin daha onceki serbest kaldigi toplantilarda da Bukharin’in tutuklanmasini isteyen kisinin Yezhov oldugunu soyler. Bukharin bu olaya cok bozulmustur. Menseviklerin attigi kazigi Lara Bukharin yazar.
Yezhov verdigi emirlerle yuzbinlerce kisiyi tutuklatir binlerce kisiyi idam ettirir. Bu donem Beria’nin goreve getirilmesi ile son bulur. Yezhov ve o donem ki Cumhuriyet KP parti sekreterlerinin onemli bir kismi bu tutuklama ve idamlardan dolayi tutuklanir ve idam edilirler. Yezhov ve digerlerinin idam karari bizzat Stalin ve politburo uyeleri tarafindan imzalanir. Hatta Molotof anilarinda uc bine yakin kisinin idam kararini nasil imzaladiklarini sogukkanlilikla anlatir.
Stalin yonetimi o sirada bunlarin tutukladigi milyona yakin kimseyi serbest birakir. Zaten bunlari Ginsburg da da bulabilirsiniz. Orada bir cok mahkum tutuklanmasina ragmen stalinisttir. Anlasildigi kadari ile parti icindeki gruplar mahkemeler yolu ile birbirlerini tasfiye etmeye calisyorlar, bu arada bir suru insan idam ediliyor.
Ama sonucta Stalin diger bazi gruplarla uzlasarak Yezhov grubunu tasfiye etmeyi basariyor, sonucta tutuklama ve idamlari durdurmayi basariyorlar.
O doneme iliskin arsivler hala buyuk oranda gizli. Ozellikle 1937 temmuz toplantisina iliskin tutanaklar hala gizli aciklanmiyor. Stalin aleyhine olsa simdiye coktan hem de Kruschev doneminde aciklanacagina emin olabilirsiniz.
Herkes Lara Bukharin’den Kruschev’e bu tutuklama ve idamlar icin Stalin’i hatta Beria”yi sorumlu tutuyorlar ( O kadar komik ki, Lara Bukharin Yezhov”un aslinda iyi oldugunu bunlari niye yaptigini bilemedigini anlatiyor, hatta bazi mahkumlar da ayni seyleri soyluyorlarmis ama kitlesel idamlari durduran Beria ise bu cinayetlerin sorumlusu. Kruschev de de ayni tavir vardir.)
11 numarali anonim arkadas resimlerden birisi acliktan gobekleri sismis yari ciplak fotograflar 1921 acligindan am fotograflar 33 acligindan diye servis yapiliyor. Ama yukarida belirttigim gibi Holodomor iddiasinin en onemli sitelerinden Jones’un sitesi bunun dolandiricilik oldugunu kabul ediyor. Diger resimde ise normal bir sokakta yuruyemler var ve yerde yatan bir adam var. Benzer fotograflara ben Londra sokaklarinda hergun rastliyorum, bir cok evsiz sarhos vb yollarda serilmis yatiyorlar. Bu fotografin nerede cekildigini bilmiyorum, ama genelde bir fotografin yalan oldugu aciga cikinca hemen baska fotograflar suruyorlar piyasaya. Yukarida da belirttim, bu konuda iddialarini destekleyecek tek bir fotograf bile sunamiyorlar. O yuzden Oradaki kitligi ve kotu kosulari gosteren fotograflar piyasaya suruluyor. Ben yukarida ki yazimda onlardan da ornek verdim
12 numarali anonim arkadas, baska ne cevabi olsun Gun’un; Bilmiyor ki ezberden konusuyor. Ustelik Gun delil gorse de anlama kapasitesi oldugunu sanmam. Buber’in kitabini kendisi cevirdi, ben Buber’in yazdiklarindan Gulag sisteminin kolelik degil ama rehabilitasyona donuk bir yer oldugunu yazdim ona bile itiraz etti. Kendi cevirmis ama anlamamis. Kitabi cevirmis hala kadinin sosyalist oldugunu saniyor. Kadin kendisi soyluyor ben hitlerin kamplarinda insanlari gas odasina gonderme yetkisine sahip bir gardiyandim diye.
3 numarali anonim arkadas; Yerli model stalinistlerin kitap okumadigini syluyorsun, dogrudur ama sadece stalinist dedikleriniz degil ama anarsist trockist ya da liberal sol da pek okumaz. Isin dogrusu Avrupa daki sol da farkli degildir.
Turkiye solunun gercekten okudugu tek donem 60 larin sonundan 80 lerin basina kadar olan donemdir, yani Stalinist oldugu donem:-) 12 Eylulden sonra Turkiye solu okumayi birakti, onun yerine bir medrese ogrencisi gibi kendi fikrinden ne varsa sadece onlari okumaya, diger her tur fikre kendini kapatmaya basladi. Tabii bu da fanatizmi oldukca yayginlastirdi, Turkiye solu su an cok fanatiktir. BU durum sadece stalinist dediginiz kesimlerle sinirli degildir onlar da fanatiktir ama digerleri de farkli degildir. Okumamanin sonucudur bu. Bakiniz ben bilmiyorum ama GUn birisine gizli akp li demis. Dilaver Demirag adli bir anarsist arkadas. Adam Gun’e ne bicim dalmis, merak ettim iki yazisini okudum bana gizli filan degil baya aciktan AKP li geldi, herhanda bana kafayi gecirir:-)Yani Turkiye de okuma azdir fanatizm coktur, ve millet ogrenmek icin degil birbirine gecirmek, icin tartisir.
Yani adam eger cepheci ise sadece cephenin yazilarini dergilerini vb okuyor, ya da Trockist ise kendi gazete dergi ve ona uyan kitaplar okunuyor. Bu noktada sol ici tartismalar da azaldi. 12 Oncesi solu en cok anlatan seylerden birisi onlarin tartismasi idi. Tum siyasi dergiler siyasi polemiklerle dolu idi, dogal olarak herkes herseyi okumak zorunda idi. sadece dergiler degil dernekler okullar surekli birbirleri ile tartisan insanlar ile dolu idi. ( bu arada bu tartsiam forumunu ayakta tuttuklari icin Gun ve arkadaslarina tesekkur etmemiz lazim, adam emperyalist propaganda yapiyor ama yine de farkli dusuncelerin tartisilmasinin ortamini yaratmis durumda, tesekkurler Gun ve bu siteye emegi gecenler)
Sonra 12 eylul geldi sol yenildi ve hayal kirikligi ile hizla trockizme ve liberalizme sonra da yavasca anarsizme donmeye basladi. Bu ise sol da bagimsiz okumanin yani farkli dusunceleri okumaninda buyuk oranda sonu oldu. Bu sasirtici degil, solun ornek aldigi mesela Ingiliz Trockistlerde fazla okumazlar, oldukca kemiklesmis bir yapilari vardir, soylemleri fanatikligi besler, senden once Stalin’e sovmeni beklerler arkadas olmak icin. Ekonomi politika vb grusleri oldukca siradandir acikcasi benim icin ilk yillarda tam bir hayal kirikligi olmustu onlarin teorik duzeyi. Acikcasi 1980 lerde Turkiye solunun teorik duzeyi onlarin cok cok uzerinde idi. Zaten bunu pratige bakarak da anlayabilirsin mesela Kurtulus hareketi stalinist iken cok daha mucadeleci idi ama trockist olunca en sonunda bazilari AKP destekcisi oldu, bazilari ise Hanefi Avci ile icki sofralarinda yakalandilar.
Peki bu insanlar Turkiye solunu nasil etkileyebildiler? tabii yenilgi psikozundan dolayi. Yenildik biz o zaman herseyimiz berbat psikozu Avrupa solunu Turk solunun gozunde buyuttu.
Ingiliz anarsistler biraz daha degisiktir, Ilk geldigimde Auffeben grubunun dergilerini duzenli okurdum, politik goruslerine katilmasam da oldukca duzeyli makaleleri vardi ve fanatik degillerdi, zaten o zamanki anti kureselci eylemlerin onculleri olan yol eylemlerini yapan gruplarin icindeydiler sonra ilk anti kuresel eylemi olan sanirim 18 June eylemi idi onu organize ettiler. Ama anarsist olarak ufuklari cok sinirli. Ancak duzenin elestirinde bu grup gibi bir cok grup ya da kisi oldukca degerli teorik calismalar yayinladilar. Su an sanirim cok kucuk otonom bir grup olarak faiyet gosteriyorlar.
Bati ulkelerinde ki stalinist partiler de trockist partilerde gercekten teorik olarak zayiftir zaten halk arasinda da bir etkileri yoktur ( Ingiltere baglaminda konusuyorum) Ama bagimsiz sosyalist kisi ve gruplar oldukca degerli kitaplar ya da makaleler yayinlarlar. Mesela Monthly review dergisi bunlardan birisidir. Kuruculari Paul Baran ve Sweezy emerpyalizm uzerine onemli goruslere imza atmislardi, Che’nin onlardan bayagi etkilendiklerini biliyorum, Turkiye de de Mahir Cayan grubunun onlari iyi bir okuduklarini biliyorum, simdi de ozellikle ekonomik krize iliskin baya onemli ve guzel yazilar ve kitaplar yayinladilar.
ahmet, wikipedia’daki holodomor sayfasında açlıktan ölenlerin fotoğrafları var. 1932’de ukrayna’da çekilen o fotoğraflar sahte mi? neden cevap vermiyorsun? aydınlat bizi.
60’lı yıllarda değil ama 70’li yıllarda solun okruduğu tam bir palavradır, Bu dönem solun en az okuduğu dönemdir. Tamamen örgüt bağnazlığı hakimdi ve kimse örgütlerin yayınlarından ve önerdiği birkaç kitaptan başka bir şey okumamıştır. Okuma kanalları esas 80’den sonra açılmıştır bir ölçüde. Ahmet her zamanki gibi kafadan sıkmış.
Buber hiçbir yerde böyle bir şey söylemiyor. Söylüyorsa burada alıntıla. Dezenformasyoncu seni.
utanmak yok ki adamda.
Bu cinayetlerder Stalin’in sorumlu olmadığını ileri süren dünyadaki tek kişi Ahmet’tir. Gerçek stalinciler bu cinaşetyeri “sınıf mücadelesi”nin bir gereği olarak savunurlar. Ahmet ise hâlâ Stalin’i kurtarma peşinde. Umutsuz bir çaba. Acımak mı gerekiyor ona yoksa kızmak mı, valla ben de şaşırdım.
ben Buber’in yazdiklarindan Gulag sisteminin kolelik degil ama rehabilitasyona donuk bir yer oldugunu yazdim ona bile itiraz etti. …Kadin kendisi soyluyor ben hitlerin kamplarinda insanlari gas odasina gonderme yetkisine sahip bir gardiyandim diye.”
Kitabı henüz okuyup bitirdim.
İki olasılık var;
ya Ahmet korkunç yalanlar söylüyor… Çünkü GZ’nin çevirdiği kitapta bunlar yok…
Ya da GZ çeviride tahrifat yaptı….
Bir kitabı okuyup, anlamak nasıl bir şeydir?
Bu kitapta Buber’in kim olduğu, toplama kamplarında ne yaptığının zerre kadar önemi yoktur!
Her iki toplama kampında da iki Diktatörün de yaptığı korkunç zulüm anlatılır…
Bu kitaptan anladığı, bulduğu bu ise Ahmet’in tüm okumaları kuşkuludur… Öncelikle kendi için elbette…
GZ’nin “tahrifat yapması” iddia edilebilir mi? Bu mümkün mü?
O zaman geriye kalan seçenek…
Ahmet neden böyle yapıyor?
Bu işten kariyer mi yapıyor? ….
İnsanın yalanlar söyleyerek bir şeyi savunması, söylediklerine inanmıyor oluşu nedeniyle mi?
sevgili gün,
hepsi yalan demektense ahmetin söylediklerini somut olarak tartışsan bence daha iyi olur. ahmet, doğru ya da yanlış son derece somut konuşuyor. sen de bunlar üzerinden gitsen? anladığım kadarıyla epey bir bilgisi var bu konuda. tartışma böyle giderse daha çok aydınlanırız. mesela o resimlerin 1930lara değil 21 e ait olduğunu söylüyor. ne diyorsun buna.
biri holocost demiş ama biri gelip bana” holokost yalan” dese, ona söylenecek milyon tane şey var, toplama kamplarındaki şeyler, birbiriyle örtüşen kayıtlar tanıklıklar vsvs. bu konuda çürütmek çok çok kolay.
batı gazetecilerinin dezenformasyonları ile gerçek trajedileri birbirinden ayıracak malzemeler verin bize. bu konuda açık çarpıtmalar olduğunu görüyoruz.
Ahmed basladinmi yine sen?ulan bir kerede dunya yuvarlak de lan.disimi kircam.dunya yuvarlak donuyor kocum.sen git engizisyona anlat derdini.kalmadi onlarda.tarih sikti atti seninkileri.
demek londrada yasiyorsun.ingiliz ajanligindan para.iyi is.mi6 sscbyi temize cikar diye para veriyor he.sende turkce bolumusun.hic laf etme.senin millete yazdigin zirvalari sana yazdim.sen ne kadar mi6 ajaniysan onlarda o kadar nazi.(çıkarıld. Admin).
ne mi diyorum? Bu hokkabazlığa ne denir ki? Holokostu inkar etmek ne kadar mümkün değilse holodomoru inkar etmek de o kadar mümkün değildir. Herkesin bildiği apaçık bir gerçektir bsu. Ama ahmet’in işi budur. Katin ormanı katliamını da inkar etmişti. Gördüğıünüz gibi Stalin döneminin inkar edilemez açık cinayakyearini ise Yezhov’un sırtına yükleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır. Fotoğrafa gelince. Google görselde holodomor diye açtığınız zaman çok sayıda fotoğraf çıkıyor. Ama bu fotoğraf gerçekten de 1921 yılına ait olabilir. Zaten fark etmez de. 1921 açlığı da keza rejimin tohumuna kadar köylünün ürününe el koymasından doğmuştu. Ama o zaman iç savaş vardı. Rejim iç savaş gerekçesine dayanarak durumu gizleme yoluna gitmedi. Hatta dünyaya bu açlığın beyaz direniş olduğunu yayarak durumunu kurtarmaya çalıştı. Ama 1932 holodomoru dünyanın en büyük faminelerinden biri olmasına rağmen rejim tarafından gizlenmeye çalışıldı. Çünkü artık sığınacakları bir iç savaş bahanesi de yoktu. Dolayısıyla çok sayıda ölümün nedeni açlığın gizlenmesiydi. Ukrayna gibi bir yerde o zamanda açlıktan bu kadar ölüm olması anormaldir. Rejim saklama yoluna gitmeseydi dünyaedan yardım gelirdi ve bu kadar büyük kayıp olmazdı. Esas tartışılacak konular bunlardır. Yoksa Ahmet’in incir çekirdeğini doldurmayan saçmalıkları, akıl yürütmeleri ve desenformasyon hokkabazlıkları değil. Benim bu tür ıvır zıvır üzerine tartışmaya girmemi beklemeyin.
Kadin kendisi soyluyor ben hitlerin kamplarinda insanlari gas odasina gonderme yetkisine sahip bir gardiyandim diye.”
Bu şekilde bir gardiyanlık yaptığı yazılı ama GULAG sisteminin ne olduğu orada çok açık…. Ve o kitapta yalnızca bunu görmek insan aklının tuhaflığı olabilir…
20 numarali anonim arkadas;
Wikipedia sayfasinda bir kac resim var. Dogrudan acligi gosteren resimler bir kac tane, ABD den bir catisma fotografi, Stalin ile bir arkadasinin resmi bir ressam tarafindan koylunun o zamanlar kilise ile komunistler arasinda kaldigini gosteren bir resim vb. Ben simdi resimleri yukaridan asagiya bir iki uc diye hayali olarak numaralayalim ve adim adim bu resimleri size anlatacagim. Bu arada kaynaklarimiz hep ingilizce. Ama merak etmeyin yalan bir sey yazsam Gun hemen sicrar:-) Bu noktada soylediklerime kefilim Gun’un kendisi. Ingilizce bilen arkadaslar kendileri bakabilirler buna.
Yukarida ki makalede de belirtmistim, bu konuda tartismaya konu iki tane kaynak var. Birincisi Walker. Ama adamin fotograflarinin ve haberlerde iddia ettiklerinin yalan oldugu daha o yillarda hemen makalenin ardinda aciga cikmisti. Oyleki simdi bile Holodomor iddiacilari, ki bunlarin en onemlisi bu iddiayi ortaya atan Gareth Jones adina olusturulmus sitedir ki o bile Walker’in yalan soyledigini fotograflarin ise 1921 Ukrayna ve Rusya acliginda cekildigini kabul ediyor. Wikipedia daki 6 numarali resimde ki gzete kupuru o zaman ki Walker’a dayandirilan bir haberdir. Yine 3 v4 5 numarali fotograflar Walker tarafindan ortaya atilan fotograflardir. Wikipedia fotograflarin altina utanmazca sanki Gareth Jones tarafindan cekilmis gibi gostermis ama bu utanmazca bir yalan. Cunki Gareth Jones’un makaleleri fotograflarla desteklenmemis o zaman. Yani fotografsiz. Zaten resimlerin kaynagini ogrenmek icin uzerine tikladiginizda Gareth Jones ile hic bir alakasi olmayan skif tag diye internette bolca bulunan Holodomor propagandasi yapan sayfalardan birisi cikiyor. Yani sayfa Garetj Jones dan alinmais, alinmasi da mumkun degil cunki fotograflar Walker’a ait.
Zaten Gareth Jones kendisi de geziler sirasinda bir tane olu bile gormedigini kabul ediyor. Bakiniz kendisinin yalan soyledigini soyleyen gazetei Durranty’e verdigi cevapta ne yaziyor: Durranty makalesinde Jones’un aslinda bir tane bile olu gormedigini iddia eder. Milyonlarca oluden bile bir tanesini bile gormemek??? Duraanty ve Jones arasindaki tartisma Gareth Jones’un kendi sayfasindan aliyorum. Once Gareth Jones’un sozlerini ingilizce alintiliyorum
Mr. Duranty says that I saw in the villages no dead human beings nor animals. That is true, but one does not need a particularly nimble brain to grasp that even in the Russian famine districts the dead are buried and that there the dead animals are devoured.
Mr Durranty benim koylerde bir tane bile olu insan ya da hayvan gormedigimi soyluyor. Bu dogrudur ama Rusya’da aclik bolgelerinde bile olulerin hemen gomulduklerini ve olu hayvanlarin hemen yenildiklerini kavramasi icin cok da uyanik olmasi gerekmiyor. http://www.garethjones.org/overview/mainoverview.htm
Yani MR Jones kendisinin bir tane bile olu gormedigini soyluyor. Ama iddiasini koylulerin kendisine anlatiklarina dayandiriyor. En azindan kendi iddiasi boyle. Peki yukarida yerlerde olu gibi yatan insanlari gosteren fotograflar neyin nesi?
Yukarida da aciklamistim, yine aciklayayim. Gareth Jones’un haberi bolgeye giden gazeteciler ve diplomatlar tarafindan yalanlaninca, ustelik ardindan onun iddiasini desteklemek icin ortaya surulen Walker fotograflarinin yalanci oldugu aciga cikinca bu sefer baska fotograflar ortaya atildi. Bunlar icin yukarida link vermistim. tekrar veriyorumhttp://www.garethjones.org/soviet_articles/thomas_walker/muss_russland_hungern.htm Bu fotograflar walker fotograflarindan sonra yayinlanmis. Simdi bu rsimlere bakarsaniz, Walker fotograflarindan daha farkli seyler goreceksiniz, kitapta bu fotograflarin o zamanlar Rusya da calisan 1933 yilinda calisan bir teknik kisi tarafindan cekildigi soyleniyor. Wikipedia daki fotograflardan mesela 1 ve 2 numarali fotograflar bu kitaptan alinma. Bu fotograflarin bazilari normal yoksul bir ulkeyi anlatan fotograflar, fotografin bir tanesinde yerde yatan bazi insanlar var insanlar onlara aldirmadan gecip gidiyorlar. Bir kac fotograf ise yerde olmus bir adam var cevresinde ise meraktan toplanan bir kac kisi var. Bu fotograflar ise acligi gostermekten uzak. Cunki yerde yatanlar olu de olabilir ama yerde yatan evsizler vb de olabilir.
Zaten Gareth Jenos sitesi de bu fotograflarin aksi ispat edilmedikce gercek fotograflar olarak kebul edilebilecegini soyluyor. Yani bu fotograflari yillar sonra ortaya cikaran Gareth Jones sitesi bile bu fotograflarin gercegi yansittigindan supheli ( Unless evidence to the contrary is presented, these twenty-one pictures are the only photographs of the famine that may be accepted as both genuine and authentic.- Bu cumleyi fotograflarin bulundugu sayfanin ustundeki aciklama yazisindan aldim.
Benim dusuncem yukarida ki fotograflar gercek ama acliktan olumleri degil o zamanki SSCB deki hayatin ne kadar zor ve yoksul oldugunu gosteriyor. Herkes te bunu soyluyor zaten. Ama fotograflarin acligi gosterdigi dogru degil. Cunki mesela cocuk fotograflari yoksullugun oldugunu gosteren yoksul fotograflari,
O yuzden Holodomor iddiacilari simdi walker ve diger fotograflari karistirarak veriyorlar, ama kaynagini soylemeden, tabii bu arada Walker fotograflarina benzeyen bir suru yeni fotografta servis edilmis durumda ama hic birinin kaynagi yok. Cunki kaynaginin arastirilmasini istemiyorlar. Yukarida belirttigim gibi bu konuyu zamninda yazan Jones’un zaten fotograflari yok ve bir tane olu adam gormedigini kendisi de o zaman kabul etmis durumda. Hatta Durranty o zaman rusya haberlerinden dolayi Pulitzer odulu almis bir kisi.
O zaman iste fotograflar diye ortaya cikan Walker’in fotolari ise 21 acligina ait ve bir yalanci oldugunu herkes kabul ediyor.
Yani wikpedia da
Yani wikipedia makalesinde verilen fotograflar iddia edildigi gibi Jones’a ait degil ama walker’a ait. Bu konuda wikipedia yalan bilgi yayiyor. BU dogal cunki wikipedia nin ozellikle sosyalist tarihe iliskin bir cok makalesi sagci fasist insanlar tarafindan yazilmaktadir ve carpitmalarla doludur.
Gun Bak sen de fotografin 21 de cekilmis oldugunu kabul ediyorsun ama hala bana desenformasyoncu diyorsun. Bu arad Allahaskina Buber’in kitabini sen cevirmedin mi? Kadin orada soylemiyor mu, Nazi kampinda kendisi blok sorumlusu oldugunu blok sorumlularinin insanlari gaz odalarina gonderme yetkilerinin oldugunu soylemiyor mu? Yani sen simdi kendi cevirine ragmen bu kadinin nazi kamplarinda insanlari gas odalarina gonderme yetkisi ile donatilan bir gardiyan oldugunu red mi ediyorsun? Yine bu kadin sovyet kamplarinda insanlara ucret odendigini, kamplarda herkesin kadin erkek beraber kaldiklarini, kadinlar ve erkekler arasinda romantik iliskiler kuruldugunu vb anlatiyor sen bunlari da mi inkar ediyorsun? Bu kampalarin rehabilitasyona donuk oldugunu gostermiyor mu? sen bunlarin hangisini inkar ediyorsun?
Ahmet, sen çok mu aptalsın yoksa çok mu akıllısın karar veremedim. Naziler kamplarda bir tür “özyönetim sistemi” kurmuşlardı. Bu sisteme göre koğuş ve blok sorumlularını mahkûmlar arasından tespit ediyorlardı. Bu sistem sayesinde nazi kamqplarında ve hapishanelerinde komünistler yönetimi esasen ele geçirmişlerdir. Özellikle de stalinistler bu konuda çok becerikliydiler. Hele Nazi rejiminin son dönemlerine doğru toplama kamplarını neredeyse komünistler yönetiyordu. Kimlerin çalışmaya gidip kimlerin gitmeyeceğine karar veren onlardı. Bunu J. Semprun “Ne Güzel Bir Pazar” kitabında anlatır. Jan Valtin de karanlığın ötesinde anlatır. Bunun böyle olduğunu komünistler de bilir ve anlatır zaten. M. Buber Neumann’ın blok sorumluluğu yaptığı dönemde bağnaz stalinci blok sorumluları da vardı. Blok sorumlularının gaz odalarına gönderilecekler konusunda belli ölçüde karar yetkileri olduğu doğrudur. Ama bu yetkinin nasıl kullanıldığı önemlidir. m. Buber Neumann, bunu yapmadığı gibi, ceza hücrelerine gönderilecek birçok mahkûmu da kurtarmıştır. ayrıca onun sorumlu olduğu blok Yahova şahitlerinin blokuydu ve bu blokta “ölümcül hasta” olanların dışında kimse gaz odalarına yollanmıyordu. Yani Yahova şahitleri yahudi değildi. Buber Neumann, Yahova Şahitlerinin ceza hücrelerine yollanmaması için de çok çabaladı ve hastalığı dolayısıyla gaz odasına yollanmak istenen birkaç kadını da kurtardı. Sen bir iftiracısın. Zaten Stalinistlerden başka ne beklenebilir ki.
Laf kalabalığını bırakta sen, Buber neumann’ın iddia ettiğin cümlesini buraya aktar. Aktarmadığın sürece bir yalancı ve iftiracısın.
Bu arada yeni farkettigim bir seyi daha eklemek istiyorum. Yukarida sonradan eklenen fotograflara iliskin hepsinin 1933 ve sonrasinda cekildigini belirtmistim ama Gareth Jones sitesi bu fotograflardan tam olarak emin degildi o bile dikkatli bir dil kullandigini soylemistim. Gareth Jones sitesibaska bir sayfasinda bu fotograflar hakkinda daha fazla bilgi veriyor.
http://www.garethjones.org/soviet_articles/thomas_walker/human_life_in_russia.htm Bu bilgilere gore bu fotograflar Dr Ewald Ammende adli birisinin Human Life adli 1936 basimi kitabindan alinma.
Jones’un editoru bu kitaptaki bazi fotograflarin da iddia edildigi gibi 1930larda degil ama 1921 de cekildigini hatta bazilarinin Walker ile kullanilan ayni fotograflar oldugunu soyluyor. Walker’in uckagitviligini duymus olmali diyerek ekliyor. Neden zaman bu resimler 1930lar resmi diye yayinlandi? Yani bu resimlerin de bir cogu 1930larin resimleri degil.
Jones’un editoru bu konuda akil yurutuyor, Ammende 43 yasinda erken yasta inmeden olmus kitabi sonradan basilmis, O zaman diyor ya birisi Ammende sormadan onun izni olmadan bu fotolari kitaba yerlestirdi, ya da diye soruyor niye bu fotograflar kitaba yerlestirildi.
Aslinda bu durum bile desenformasyonun boyutlarini gostermeye yeterli. Bakiniz Ammende kitabini hesapta Rusya daki aclik icin yayinliyor, Tabii bu walker’in uckagitciligi aciga cikinca oluyor ama kitap henuz olen Ammende adina yayinlaniyor Ammende ise fotograflari kendisnin cekmedini ama o siralar Rusya da bulunan teknik bir adam olan Dr. F. Dittloff’un cektigini belirtiyor.
Isin garip tarafi Dittloff Alman Hukumetinin Kuzey Kafkasya da faaliyet gosteren bir komisyonunun direktoru ve bu komisyonun faaliyetleri 1933 yilinda zaten sona ermisti. Ama bu fotograflar 1933 yilinda cekildigi iddia ediliyor. Yani neresinden tutarsaniz tutun tam bir yalan makinasinin urunleri ile karsi karsiyayiz. Zaten Gun de kendi yayinladigi forografin 1921 de cekildigini kabul ediyor. Nasil etmesin ki? Burada yillarvca tartisiriz gosterdigim delil ve kaynaklarin birine bile itiraz edemez, cunki cogu zaman kendi kaynaklari ile tartisiyorum.
ya tabii, Ukrayna’da 1932 yılında hükümetin ürünlere el koyma politikası yüzünden açlıktan yüzbinlerce insan ölmemişti. Bu da yalandı. Gün Zileli bunu da kabul ediyor. Bunu da yaz ahmet.
sen yazdın da basmadılar mı?
Gun Yagoda doneminde kitlesel tasfiyeler yoktur. Ancak muhalefet daha 1930larin basinda Stalin’i parti ici secimlerle yenemeyeceklerini anlayinca degisik platformlarda bir araya gelirler. Bu platformlarda siddet kullanilmasi karari da alinir. Bu aslinda SSCB yonetimi tarafindan hemen ogrenilir ve bu platformun katilimcilarindan ( evlerinde siddet uygulanmasina kaar verilen platform kararlari cikar onlarda zaten bu platforma katildiklarini kabul ederler) Kamenez Zinoviev partiden atilir ve surgune gosnerilirler. Sadece platformun yazari 10 yil hapse carptirilir.
1934 Araliginda Kirov oldurulunce once bu beyazlarin isi sanilir ama sonra da katilin muhalefet ile oldugu aciga cikar. Muhalefet bu konuda yargilanir, Zinoviev ve kamenev cinayette ki politik sorumluliklarini kabul ederler, katilin onlardan etkilenerek cinayeti isledigini soylerler ama olaya dogrudan karismadiklarini soylerler. Mahkeme bu ifadelerini yeterli bulur onar sene hapse carptirilirlar.
Bu arad Smirnov Stalin’i zorla tasfiye etmek icin adam toplamaya calismaktadir, yil 1933, konustugu bazi adamlar durumu Polise ihbar ederler, Smirnov partiden atilir ve surgune sollanir sonra 10 yil hapis cezasi alir. Smirnov’un o zamanki Trokist orgutlenmenin lideri oldugunu Trocki ve oglunun artik aciklanmis mekttuplarindan biliyoruz.
Daha sonra yeni deliller ortaya cikinca Zinoviev ve arkadaslari yenidne yargilanir ve idama mahkum edilirler bu ilk Moskova mahkemesidir. Onlarin verdikleri dogrultuda Radek ve arkadaslari da tutuklanir ve Bukharin grubu hakkinda sorusturma cikar. Bu noktaya kadar kitlesel tasfiyeler yoktur ama parti icinde siddet yolu ile Stalin hukumetini dusurmeye calisan bir grubun tasfiyesi vardir. Kitlesel tasfiyeler ve idamlar 1937 Temmuzunda uclu troikalarin kurulmasi ile baslar ve Yezhov’un gorevden alindigi 1938 sonbaharina kadar surer. Yani yagoda donemi kitlesel tasfiye ve idamlarla alinmaz. Cunki yoktur.
ya 80 yıllık stalinist yalanları burada tekrarlayıp durma ahmet be. Muhalefet bir araya gelmiş de terör kararı almış da. Vişinski bile yaşasa belki bu uydurmaları tekrarlamazdı artık. Vasili Grossman7ın romanında anlattığı bir olay var, yazıya almadım. Sonunda gerçek bir muhalif yakalanır. Yani kendi stalin karşıtı bildirisini gerçekten yazıp, gerçekten daktiloda çoğaltıp, geceleri evlerin duvarlarına asar bir muhalif genç. Hayretler içinde kalan NKVD görevlilerinden onlarcası genci görmeye gelirler sorgusu sırasında. aralarında NKVD generalleri de vardır. Gulaglarda bu gencin ünü yayılır: Gerçekten bildiri dağıtmış biri varmış. Bırakın terörü bir yana, rejime karşı gizli bilgidi falan yoluyla direnenler o kadar azdı ki. Sen ne teröründen bahsediyorsun. Zinovyev gibi gölgesinden korkan birinin terör örgütü kurmasının mümkün olmadığını en başta Stalin, Vişinski ve NKVD senaristleri bilirler ama işlerine öyle geldiği için bu yalanları imal ederler. Madem terör örgütü kurulmuş, hiç mi terör eylemi olmaz. Evet olur: Kirov cinayeti gibi. Onu da stalin ve Yagoda’nın liderliğindeki NKVD örgütlemiştir. Yagoda döneminde kitlesel temizlik olmadığı ise senin yeni yalanlarından biridir. Hem de öyle bir vardı ki. Kamplar daha o zamandan tıklım tıklım doluydu.
Gun senin kayis yine koptu , bos donmeye basladi. Buber Neumann’in nazi gardiyani oldugunu kabul ediyorsun ama sana gore nazi kamplarinda insanlari gaz odalarina stalinistler gonderiyordu:-) He he Tabii ermeni soykirimi da stalinistler yapti. Dun evde sigorta atmisti, oda kesin stalinistlerin isidir.
Bu arada Bolsevik devriminin onderlerinden Zinovyev sana gore golgesinden bile korkan birisi. Tut, Tut tut, Zileli bence bana yazi yetistirmeye calisma cunki battikca batiyorsun.
Bu arada yine soyluyorum Yagoda donemi kitlesel tutuklama ve idamlarin oldugu bir donem degildir. O donem tutuklama ve idamlar vardir ama kitlesel degildir. Bunlar Yezhov doneminde olmustur.
Haydi evrim mi yaratılış mı iki tarafın da iddialarına eşit yer vererek tek tek tüm yaratılış iddialarına yanıtları tekrarlayarak tartışalım mı?
benim söylemediğim şeyleri bana atfetme. Benim söylemediğim şeyleri benim ağzımdan yazma. Buber Neumann’ın nazi gardiyanı olduğunu kendisinin yazdığını söyledin. Bunu yazdığı satırları bekliyoruz senden. Benim çevirdiğim kitapta böyle bir şey yok. ayrıca ben stalinistler insanları gaz odalarına gönderdi de demedim. Onların da neumann gibi blok temsilciliği yaptığını söyledim. insanları çalışma listesine yazıp yazmamak da büyük ölçüde (nazilerin son zamanlarında) komünistlerin elindeydi, bunu da semprun Ne güzel bir pazar kitabında anlatıyor dedim. Büyük değil ama küçük bir demagogsun ahmet.
Vikipedia’da holodomor maddesi (haydi iş başına Ahmet)
Holodomor
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Bu, bu sayfanın kontrol edilmiş bir sürümüdürayrıntıları göster/gizle
Holodomor (Голодомор) ya da Ukrayna Kırımı, 1932–1933 arasında, o dönem Sovyetler Birliği’nde, şimdiki Ukrayna ve Rusya’nın Kuban bölgesinde suni olarak yaratılan kıtlık sebebiyle yaklaşık olarak 8 milyon insanın yok olduğu olaylara verilen addır.[1]
Sovyet arşivlerinin açılmaması[kaynak belirtilmeli] yüzünden, ölü sayısını kesin olarak belirleyebilecek araştırmalar günümüze kadar hâlâ yapılamamış olmasına rağmen, Ukrayna nüfusunun dörtte birinin o dönemde hayatını kaybettiği düşünülmektedir.[kaynak belirtilmeli]
Holodomor’un sebeplerinden en önemlisi, Sovyet döneminin uygulamaya çalıştığı ekonomik ve sosyal politikalardır.[2] Özellikte kooperatif tarım uygulamalarını kabul etmeyen Ukrayna köylüsü zorlamalar karşısında tarım üretiminden vazgeçerek, üretimi durdurmuştur. Durumun gidişatını önceden kestirebilecek olan dönemin yöneticileri, “anti-kolhoz” hareketin yayılmasını önlemek amacıyla, sorunu hafifletecek önlemler almaktan kaçınmış ve bir nevi bölgede diğer direnişçi köylülerce ibret alınabilecek bir olay çıkarmak istemiştir. Açlığın en tepeye ulaştığı dönemde dahi, Sovyet yönetimi, 1932’de 1,7 milyon ton, 1933’te 1,84 milyon ton tahıl ihraç etmiştir.[kaynak belirtilmeli] Bölgede artan açlıktan kaçmak isteyenlerin başka bölgelere gitmesine engel olunarak, katliama seyirci kalınmıştır. O dönemde kıtlık haberleri mümkün olduğunca sansürlenerek dünyanın dikkatinden saklanmıştır.
Konu başlıkları [gizle]
1 Etimoloji
2 Sebep ve Sonuçlar
3 Gelişim
4 Kıtlık kurbanları
5 Soykırım olarak tanınması
6 Kaynakça
7 Dış bağlantılar
Etimoloji[değiştir | kaynağı değiştir]
Holodomor, Ukraynaca (Морити голодом) “açlıkla öldürmek” anlamına gelir.
Sebep ve Sonuçlar[değiştir | kaynağı değiştir]
Sovyetler Birliğinin toprakta özel mülkiyete dayanan üretimi tasfiye ederek, köylüleri kolhoz ve sovhozlarda toplamak istemesi zengin köylülerin ve onların etkisi altındaki kimi köylülerin sert tepkisiyle karşılaştı. Çünkü tarımda kolektifleştirme girişimlerinin başarıya ulaşması demek zengin köylülerin eski ayrıcalıklarını kaybetmesi anlamına gelmekteydi. Bu nedenle zengin köylülerin kolektifleştirme hamlesine tepkisi tarımsal üretimi durdurmak oldu. Bu durumun neticesinde de Ukrayna’da kıtlığa ve kıtlığın tetiklediği salgın hastalıklara bağlı ölümler gerçekleşti. Ölümler neticesinde Sovyet hükümeti köylülerden aynı miktarda tahıl toplamaktan vazgeçerek toplanan tahıl miktarını düşürmüştür. 1940’ların sonunda Penisilin’in bulunmasıyla önüne geçilen salgın hastalıkların 1930’lu yıllarda önüne geçilmesine teknik olarak imkân yoktu. Penisilin bulunana kadar ABD ve Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere milyonlarca insan salgın hastalıklara yakalanarak hayatlarını kaybetmişlerdi.
Gelişim[değiştir | kaynağı değiştir]
Sovyet önderi Josef Stalin’in köysel kooperatifleşme hareketine en büyük muhalefeti ve direnci, bir kolhoz ya da sovkhoz için çalışmak yerine, özel üretimi tercih eden Ukrayna ve Don havzası köylüleri göstermiştir. Önceleri, verimli özel çifliklerin bu şekildeki ekonomik faaliyetlerine göz yuman Bolşevikler, sonraları, bu üretim tarzını, merkezi planlamaya karşı bir tehdit olarak algılamışlardır.[kaynak belirtilmeli]
Devrimciler, Rus İç Savaşı sırasında, şehirlilere göre daha az destek aldıkları köylüleri, bu sistemle kontrollerine daha kolay alabileceklerini düşünüyorlardı. 1929 ve 30’ları takiben, hükümet köylerde kollektivizmin gelişimini sağlamak için, binlerce resmi görevlisini tarlalara kooperatifleri organize etmeleri için göndermiştir.[kaynak belirtilmeli]
1932 yılı hasadının iyi olmayacağının anlaşılması üzerine, hükümet suçu, o dönemde nisbeten sistem dışında kalan özel çifliklere attı ve alınan kararlarla, hasatta hesaplanan eksiklerin bu çifliklerden vergi olarak tahsil edilmesine karar verildi. Silahlı güçler kullanılarak, bir sonraki yılın tohumlukları ve çifliklerde yaşayanların ihtiyaçları göz ardı edilerek, belirlenen miktarda tahıl zorla alındı. Çiflik sahipleri, kooperatiflerde çalışmaları için devletin el koymak istediği büyük baş hayvanları kestiler ve bu yüzden tarlada üretimde kullanılabilecek hayvan sayısı azaldı.[kaynak belirtilmeli]
Bir yıl sonrası tam bir felaket oldu. Ukrayna’daki en verimli tarım alanları, tam anlamıyla birer kıtlık alanına dönüştü. Gelen kıtlık haberleri üzerine bölgeye gitmek isteyen gazetecilere engel olundu. Hükümet ve yerel politikacılar, acil olarak bölgede önlem alacaklarını ve yardım edeceklerini söylemelerine rağmen, yeterli çaba gösterilemedi. Ukrayna’da insanlar ölürken SSCB tahıl ihracatını arttırdı. Görgü tanıklarına göre, bölgede açlıktan kaçmak isteyen binlerce çocuk, ya ailelerinin olduğu yerlere ya da yetimhanelere geri gönderildi ve oralarda bakımsızlık ve açlık gibi sebeplerden öldüler. [kaynak belirtilmeli]
Bilgi ve haber akışını önlemek amacıyla bizzat Stalin ve Molotov tarafından imzalanan yönergelerle, seyahat edeceklere izin almaları şartı getirildi. Bölgeden kaçmaya çalışanların aslında Sovyet düşmanlarınca organize edilen kişiler olduğu ve halkın buralardan çıkarılmamaları gerektiği savunuldu. Uygulamaların tam sonuç vermesi için Stalin bizzat Pavel Postişev’i Ukrayna İkinci Sekreteri olarak atadı. Onunla birlikte binlerce Sovyet görevlisi de, “kollektivizmin” gelişimini sekteye uğratacak her tehlikeyi önleme görevi ile Ukrayna’ya geldi. Stalin böylece Ukrayna’da kontrolü tamamen ele aldı.[kaynak belirtilmeli]
1933-34 baharında nisbeten iyi giden iklimin de etkisiyle, 1932-33 dönemindeki etkisiz ekim ve çalışan sayısındaki büyük azalmaya rağmen hasat iyi oldu. Köylülerin sayıca azalmasıyla etkisizleşen muhalefet hareketi bu dönemde de etkili olamadı. SSCB’nin kendi kur rejimi açısından gerekli gördüğü tahıl ihracına bu yıl da devam edildi.[kaynak belirtilmeli]
Kıtlık kurbanları[değiştir | kaynağı değiştir]
1933 yılının sonunda, Ukrayna ve Rusya’da tahminen 5-10 milyon insanın öldüğü düşünülmektedir.[kaynak belirtilmeli] Kurbanların %81.3’ü Ukraynalı, %4.5’i Rus, %1.4’i Yahudi ve %1.1’i Polonyalıdır.[kaynak belirtilmeli] Tüm köylü nüfusunun %25-50’si hayatını kaybetti.[kaynak belirtilmeli] Ukrayna’nın kuruluş temelini teşkil eden köylülük bilincinin bu dönemde aldığı yara, günümüzde hala halkına acısını hissettirmektedir.
Soykırım olarak tanınması[değiştir | kaynağı değiştir]
Holodomor’u resmen soykırım olarak tanıyan ülkeler
Olayların soykırım özeliğinde olup olmadığı tartışılsa da, Ukrayna’nın uluslararası alanda Holodomor’un soykırım olarak tanınması yönündeki taleplerine, Rusya Federasyonu şiddetle karşı çıkmaktadır.
Holodomor’u şu an 26 ülke ve 1 uluslararası kuruluş, soykırım olarak tanıyor: Ukrayna, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Andorra[3], Arjantin, Avusturalya, Azerbaycan, Belçika, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Ekvador, Estonya, Gürcistan, İspanya, İtalya, Kanada, Kolombiya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Meksika, Moldova, Paraguay, Peru, Polonya , Slovakya[4][5] ve Vatikan ve birçok ülkede çok sayıda eyalet aldıkları kararlarla Holodomor’u soykırım olarak kabul etmektedir.[kaynak belirtilmeli] Ukrayna’da her yılın kasım ayının son Cumartesi günü, Holodomor kurbanlarını anma günüdür.[kaynak belirtilmeli]
haydi cevap ver ahmet, bütün yeteneğini kullan. bu da google’dan bir başka kaynak Solak kedi sitesinden alınmıştır):
1932 ortalarına gelindiğinde Ukrayna’daki çiftliklerin neredeyse yüzde 75’i zorla kollektifleştirilmişti. Stalin’in emirleri üzerine, Sovyetler Birliği’ne gönderilen gıdaların kotaları 1932 yılının Ağustos ve Ekim aylarında ve yine 1933 yılının Ocak ayında büyük oranda yükseltildi, ta ki Ukraynalıları besleyecek hiçbir gıda kalmayıncaya kadar…
O yıl Ukraynalıların hasat ettiği çok büyük miktardaki buğdayın çoğu dış pazara satıldı. Elde edilen para Stalin’in Sovyetler Birliğinin modernizasyonu için giriştiği Beş Yıllık Planını ve devasa askerî takviyesini finanse etmeye yardımcı olmak üzere kullanıldı. Eğer buğday Ukrayna’da kalsaydı, tahminlere göre bütün Ukrayna nüfusunu iki yıl boyunca besleyebilirdi.
Ukraynalı Komünistler tahıl kotalarının azaltılması için Moskova’ya acilen başvurdular ve aynı zamanda gıda yardımı talebinde bulundular. Buna karşılık Stalin onları açıkça suçladı ve Ukrayna Komünist Partisi’ni tasfiye etmek üzere 100 bin sadık Rus askerini üzerlerine yolladı.
Sovyetler, bununla da kalmayıp, Ukrayna’nın sınırlarını kapatarak herhangi bir gıda girişini engellediler ve bu şekilde ülkeyi devasa bir toplama kampına çevirdiler. Ukrayna’da bulunan Sovyet polis kuvvetleri ise ev ev dolaşıp stoklanmış bütün gıdalara el koydular ve köylü ailelere tek bir lokma bile bırakmadılar. Bütün gıdalar Devlet’in “kutsal” malıydı. Devlet malını çalarken yakalanan herkes, bu çaldığı şey bir buğday veya mısır sapı bile olsa, kurşuna dizilebilir veya en az 10 yıl hapse mahkûm edilebilirdi.
Açlık bütün bir Ukrayna’ya hızlı bir şekilde yayıldı ve kötü beslenmenin ilk etkileri çocuklar ve yaşlılarda görülmeye başlandı. Süregiden açlığın etkisiyle kolları ve bacakları çubuğa dönen çocuklar açlıktan ölmeye başladılar. Kırsal bölgelerdeki anneler kimi zaman, bir deri bir kemik kalmış çocuklarını Kiev gibi şehirlere giden trenlerin vagonlarına atıyorlar, oralarda birilerinin çocuklarına acıyıp, onlara bakacağını umuyorlardı. Ama şehirlere kırsal bölgelerden çocuklar ve yetişkinler akın etmiş bulunuyordu. Ve açlıktan sokaklara yığılıp kalarak ölen bu insanlar at arabalarına yüklenerek toplu mezarlara gömülüyordu.
Polis ve Komünist Parti yetkilileri oldukça iyi besleniyorken, umarsız Ukraynalılar çalı ve ağaç yaprakları yediler, köpekleri, kedileri, kurbağaları, fareleri ve kuşları öldürüp pişirdiler. Açlıktan aklı başından gitmiş bazıları ise yamyamlığa başvurdular. Hatta kimi ana-babaların kendi çocuklarını yedikleri görüldü.
Bu sırada, yakınlardaki Sovyet denetiminde bulunan tahıl ambarlarında henüz Ukrayna dışına gönderilmemiş bulunan büyük ‘rezerv” tahıl stokları ağzına kadar doluydu. Bazı yerlerde tahıl ve patates açıkta yığınlar halinde depolanmıştı ve bunlar dikenli tellerle ve yiyecek almaya çalışan herkese ateş ederek öldüren silahlı GPU muhafızları tarafından korunuyordu. Üretim için gerekli olduğu düşünülen çiftlik hayvanlarının beslenmesine izin veriliyorken, onların arasındaki insanların yiyecek tek bir lokma yiyeceği bile bulunmuyordu.
1933 baharında, Ukrayna’da açlığın doruk noktasına vardığı günlerde, günde yaklaşık 25 bin kişi açlıktan ölüyor, köylerde tek bir insan hayatta kalmıyordu. Avrupa, Amerika ve Kanada’da Ukrayna kökenli insanlar ve diğerleri geçen açlık haberleri üzerine Ukrayna’ya yiyecek gönderdiler. Ama Sovyet otoritelerigönderilen hiçbir yiyeceğin sınırdan içeriye girmesine izin vermedi. Açlığın varlığını inkâr etmek ve dolayısıyla her türlü dış yardımı reddetmek Sovyetler Birliği’nin resmî politikasıydı. Açlığın gerçekten de var olduğunu iddia eden herkes Sovyet-karşıtı propaganda yapmakla suçlanıyordu. Sovyetler Birliği içerisinde bir cümle içerisinde “kıtlık” veya “açlık” kelimelerini kullanan bir kişi hapsi boylayabiliyordu.
Sovyetler açlığı inkâr edişlerini yabancı basın ve uluslararası ün sahibi kişileri Sovyetler Birliği ve Ukrayna’da dikkatli bir şekilde düzenlenmiş fotoğraf fırsatları yoluyla kandırarak desteklediler. Yazar George Bernard Shaw bir grup İngiliz ileri geleniyle birlikte Sovyetler Birliği’ni ziyaret etti ve dünyaya olumlu izlenimler aktardı. Eski Fransa Başbakanı Edouard Herriot’a beş günlük iyi ayarlanmış bir Ukrayna gezisi yaptırıldı ve burada kendisine Kiev’deki çeki-düzen verilmiş caddeler ve “model” bir kollektif çiftlik gösterildi. O da olumlu bir izlenimle ülkeden ayrıldı ve Ukrayna’da gerçekte açlığın sözkonusu olmadığını söyledi.
Moskova’da ise Sovyetler Birliği’nde çalışan altı İngiliz mühendis tutuklandı ve sabotaj, casusluk ve rüşvet vermekle suçlanarak haklarında ölüm cezası istemiyle dava açıldı. Bu sansasyonel göstermelik mahkeme gerçekte yabancı gazetecilerin ilgisini Ukrayna’daki açlıktan uzaklaştırmak amacını taşıyordu. Gazeteciler, eğer açlıkla ilgili yeni haberler yazacak olurlarsa mahkemeyi izlemelerine izin verilmeyeceği konusunda uyarıldılar. Çoğu yabancı basın Sovyetlerin bu talebine boyun eğerek ya açlktan hiç söz etmediler, ya da açlığın var olmadığı yolundaki resmi Sovyet propagandası doğrultusunda haberler yazdılar. Bunlar arasında Pulitzer ödüllü gazeteci Walter Duranty de vardı. Duranty, New York Times’da “…açlıktan söz etmek saçmalıktır” diyordu.
Batılı devletler ise her ne kadar gizli diplomatik kanallar yoluyla Ukrayna’da yaşanan gerçekleri biliyor da olsalar, açlık karşısında pasif bir tutum benimsediler. Stalin’in Soyvetler Birliği’ni modernleştirme yolundaki Beş Yıllık Planı Batılı ülkelerden çok miktarda mal ve teknoloji alımına dayanıyordu. Batılı ülkeler Ukrayna’daki açlık meselesi yüzünden Sovyetler Birliği ile yaptıkları kârlı ticaret anlaşmalarından olmak istemiyorlardı.
1933 yılı sonunda Ukrayna nüfusunun yaklaşık yüzde 25’i hayatını kaybetti. Ölenlerin 3 milyonunu çocuklar oluşturuyordu. Kulaklar bir sınıf olarak ortadan kaldırıldı ve çiftçilerden oluşan bütün ulus yıkıma uğratıldı. Hedefine ulaşan Stalin Ukrayna’ya gıda dağıtımına izin verdi ve bu şekilde açlık yavaş yavaş sona erdi. Ne var ki, açlığı izleyen yıllarda “ülke içindeki düşmanlar” eziyete uğramayı ve sürgüne gönderilmeyi sürdürdüler. 1941 yılında ise ülke Nazi Almanyasının saldırısına uğradı. Hitler’in ordusu, tıpkı önceki işgalciler gibi, Avrupa’nın tahıl ambarını soymak istiyordu.
Bu da ekşisözlükten. Ahmet göreve:)
holodomor
paylaş başlıkta ara
/3»
1932-1933 yıllarında ukrayna’da meydana gelen kıtlığa verilen ad… “aç bırakarak öldürme” diye türkçe’ye de çevrilebilir. ukrayna başta olmak üzere bazı devletler**** bu olayı soykırım olarak nitelendirmektedirler.
sovyet yönetiminin* o zamanlardaki politikası köylülerin elindeki kendilerine ait toprakları alıp kollektif kooperatifler kurmaktı. fakat bu özellikle ukrayna’daki köylüler arasında huzursuzluk yarattı; sovyet memurlarının gelip ürünlerini almalarını beklemektense onları yakmayı tercih ettiler. netice olarak bahsi geçen bu iki yılda akıl almaz bir açlık vuku buldu. tahminlere göre 5-10 milyon arası insan can verdi. bu o zamanki ukrayna nüfusunun dörtte birini meydana getiriyordu.
sovyetlerin açlığa göz yumduğu hatta teşvik ettiği iddia edilir. örneğin, açlığın meydana geldiğ kırsal kesimlerden başka yerlere* gitmek yasaklanmıştı.
rusya olayın soykırım olarak tanınmasına karşı çıkıyor.
paylaş
şükela!
çok kötü
27.11.2005 15:01 nikita
şikayet
golodomor olarak da adlandırılır.
seçilmiş bölgeye, gıda giriş çıkışı kesilerek, kıtlığa neden olmak dolayısıyla kitlelerin ölümüne yol açmak.
en bilineni “amacına ulaşma” doğrultusunda ele alırsak, 1932-33 yılları arasında j. stalin’in emri doğrultusunda dönemin ukrayna valisi nikita krusçev denetiminde gerçekleştirilendir.
zaten krusçev’in sovyet bürokrasisinde yükselmesinin (daha doğrusu stalin tasfiyesinden kurtulmasının) en önemli nedenlerinden biri de bu dönemde aldığı emirleri gözü kapalı uygulamış olmasıdır. krusçev’in denkleri, genel olarak ii. dünya savaşına kadar olan dönemde ya emekliye sevk edilmiş ya da tasfiye edilmişlerdir.
paylaş
şükela!
çok kötü
10.11.2007 22:56 koray
şikayet
rusların “ukrayna sorunu”, “1932 olayları” ya da “sözde ukrayna soykırımı”.
işin tuhafı, ermenilerin ve ukraynalıların işbirliği yapması gerekirken, birbirlerine destek vermemeleridir. sanırım ermenistan, ukrayna kıtlığı’nı “soykırım” olarak tanıyarak tek güvencesi olarak gördüğü rusya’yı kızdırmak istememektir.
paylaş
şükela!
çok kötü
01.10.2008 01:04 seferis
şikayet
kimi kaynaklar tarafından, özelde dönemin sovyet ekonomi politikalarının ve genel olarak dünya ekonomisinin kötüye gidişinin* sonucu olarak kabul edilse de, mart 2008 itibariyle ukrayna hükümetince, o dönem yükselişte olan ukrayna milliyetçiliğine karşı stalin’in giriştiği bir soykırım olduğu kabul edilmiştir.
işin nedenlerini bir kenara bırakırsak, bizzat birinci ağızdan (arkadaşımın ananesi, 1933’ü yaşamış) şunları duydum: “stalin sovyetler’i hep güçlü bir ülke gibi göstermek istiyordu, ancak orduyu besleyecek erzağı yoktu, bütün askerleri ukrayna’ya saldı. ağzımıza atmak üzere olduğumuz lokmaya varana kadar aldılar. yeni anne olmuş kadının memelerini emen asker dahi gördüm. bir sürü insan açlıktan öldü. biz hitlerden çekmediğimizi stalinden çektik.”
şu kısmı da marina lewycka’nın romanından* aynen aktaralım:
“…köylüler ineklerini, tavuklarını, keçilerini yediler, ardından kedilerini ve köpeklerini. ondan sonra da otlardan başka yiyecek birşey kalmadı. 1932-1933 yıllarının bu insan eliyle yaratılan kıtlığında, ukrayna’nın bir ucundan diğerine yedi ile on milyon arasında insan öldü… bunlar bittiğinde çatıdaki samanların arasında yaşayan sıçanları tuzağa düşürerek yediler, sonra samanları, derken açlık sancılarını bastırmak için koşum takımlarının derilerini çiğnediler. uyuyamayacak kadar aç olduklarında şarkı söylediler …
yakındaki köyde bir kadın vardı, bebeğini yemişti. aklını yitirmiş, patikalarda ağlıyarak dolaşıyordu. ‘ama önce öldü. ölmüştü. yemenin ne zararı var? öyle tombuldu ki! neden ziyan olsun? ben öldürmedim. hayır hayır hayır. önce öldü! …'”
eğer olayın yıldönümünde lvov’a yolunuz düşerse, şehir meydanında açlıktan ölenler anılır, her metrede bir mum vardır, herkes toplanır dua eder.
paylaş
şükela!
çok kötü
22.12.2008 02:34 ~ 11.05.2010 23:34 domno epotus
şikayet
http://www.hurriyet.com.tr/…ya/10671390.asp?gid=229
paylaş
şükela!
çok kötü
01.01.2009 20:50 baybars
şikayet
bu yalan ilk defa 1935 şubatı’nda abd’li nazi sempatizanı medya tekeli william randolph hearst’ün journal, chicago american ve öteki gazetelerinde yayınlanır. haberi yapan muhabir “william walker”, fotoğrafları bizzat ukrayna’da çektiğini iddia eder. ancak kısa sürede hem fotoğrafların sahte olduğu, hem de william walker denen kişinin robert green adlı bir kanun kaçağı ve fotoğrafları çekmemiş olduğu açığa çıkar.
http://haber.sol.org.tr/…setler/anamanset/8278.html
konu ile ilgili bir köşe yazısı için;
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/6646.html
paylaş
şükela!
çok kötü
03.01.2009 12:55 ~ 12:56 sakin sular
şikayet
o bölgeden zorla göçüp giden akrabalarımın anlatırken yalandan titreyen elleri ve döktükleri sahte gözyasları kadar kuyruklu bir yalandır holodomor. nazi sempatizanları uydurur, tarih kitapları filan yalandan yazar bu masalları.
paylaş
şükela!
çok kötü
10.02.2009 04:50 inflexible
şikayet
ozellikle amerika ve avrupa’nin afrika’da bugun gerceklestiriyor oldugunun 1930’lardaki kucuk capli bir tatbikatidir aslinda.
paylaş
şükela!
çok kötü
30.11.2009 17:59 rass
şikayet
günümüzde israil tarafından yapılanı ambargo olarak adlandırılmaktadır.
paylaş
şükela!
çok kötü
07.09.2010 20:45 selim alai
şikayet
bu muhabbetlere girip fazla adam sarmak istemiyorum basima ama katyn katliaminda karsimiza cikan mantik burada da karsimiza cikiyor. fasist soylemi, yalan, hitler lebensraum icin oralari gozune kestirdiydi de ilerde ukraynayi yanina ceker diye bu yalanlari yaymisti vs vs. “ya amuga..ya bu nobreyi bir kere de kullanin” arkadaslar bir kere de deyin ki evet bu olmustur.
mantik su mudur o katliami belgeleyen fotograflar diye birseyler atmislardi ortaya, sonra fotograflarin orada cekilmedigi, adamin da kanun kacagi oldugu anlasildi dolayisi ile bu hadise gerceklesmemistir. milyon olceginde kisinin sistemli acligi ve oldurulmesi o bir kisinin curutulmesi ile yalan oluyor he mi?
haber.sol.org.tr diyor ki “zaman stalin’in ne kadar ileri görüşlü olduğunu gösterdi. bu sözlerden tam on yıl sonra hitler sscb’ye saldırdı. işte sscb bu arada hızla sanayileşmiş olmasaydı ne kadar kahramanca savaşsa da yine de bu savaşı kazanması mümkün olmayacaktı.” ve bunun gibi bir suru hikaye.ben de diyorum ki (bunu ayniyle ifade eden rus yazarlara * da hemen vatan haini, fasist yanlisi, emperyonik vs diyorlar) stalin almanyanin ve dogu avrupanin anasini bellemek uzere tamamen hucuma yonelik bir silahlanma politikasi gutmus, savunma amaci guden hicbir akli basinda ulkenin yapmayacagi sekilde hatlarini batiya kaydirmis ve bunu da ihrac ettigi (yani vatandaslarina birakmadigi yedirmedigi) yer alti kaynaklari ve tahilla finanse etmistir.
ayni haber.sol.org diyor ki “işte 1932-33 kıtlığı eski rusya’da ve sscb’de yaşanan son kıtlık oldu. sovyet hükümeti aldığı önlemlerle bu felaketin bir daha yaşanmamasını sağladı” ben buna gotumle bile gulemiyorum zira kolhoz denen sikko organizasyonlar o kadar verimsiz calisiyorlardi ki, sscb yillarca amerika’dan tahil ithal etmisti tahil. sscb’ye ihrac edilen tahilin toplam miktari amerikanin sun belt state denilen tarim eyaletlerindeki ciftcinin, baska basliklarda redneck diye andigimiz insanlarin gecimini sagladi. 1980’de carter sscb tahil ambargosu koydugu zaman konu sovyetleri afganistan’dan cekecek kadar guclu bir koz haline gelmisti. rusya’nin bolgesinde tahil ambari oldugu donemler devrim oncesi ve devrim sonrasidir madem merkezi planlama bu kadar iyi calisiyordu tum seytanlarin anasi amerikanin ekmegine neden bu kadar muhtacti sovyetler? abd’den sscb’ye tahil akisi operasyonu o kadar kaniksanmisti ki ambargoyu koyarken amerikali yetkililer “bu operasyondan bizim tarim eyaletleri ne kadar zarar gorur tepki ne olur” diye kara kara dusunmuslerdir.
turlu basliklar altinda gozlemledigim sudur ki sol soylemin isine gelmeyen tum tarihi gercekler saptirilmis, manipule edilmis, fasist emperyalist komplo birlikleri tarafindan kurgulanmistir. eger sol tarihine altin harflerle gecmis bir ilerleme ya da zafer soz konusu degilse tarihteki herhangi x olay olmamistir sadece oldugu iddia edilmistir. bu tartisma anlayisina karsi en iyi taktigini polemige girmeden kendi bildiklerimi/ okuduklarimi girip konudan uzaklasmak olduguna kanaat getirdim.
size kalsa ahiska turklerine de hicbirsey yapilmamis “ciciiii” diye el ustunde tutulmus ve altlarindaki yastiklar kabartilmistir. peki bu adamlar nasil oluyor da vatanlarindan kus ucusu 4000-5000 mil otede sacma sapan “-istan” ulkelerinde olum kalim mucadelesi vermekte, gercek vatansizlar olarak arada kalmisligin en acisini yasamaktadirlar? tabi hitler gonderdi onlari oraya, fa$ik emperyonikler de $ey etti ondan oyle oldu
yagoda döneminde kitlesel idamlar yoktu demiş ahmet.
e bu yagoda değil miydi çalışma kamplarından sorumlu olan?
oradaki insanları köle gibi çalıştırıp milyonlarcasının ölümü pahasına stalin’in istediği kanalları açtıran?
bizim yerli malı stalinistlere benzemeye başladın ahmet ağa. az objektif ol.
Gun
Benim cevap vermeme ne gerek var. Senin kendi aktardigin kaynaklar bile benim dediklerimi dogruluyor. Yukarida Turkiye solunun 1980 sonrasi okumadigina iliskin tezime itiraz etmissin, benim en buyuk kanitim sensin, biraz okusan, fazla degil biraz okusan bu durumlara dusmezdin. Bak kac gunden beri senin kaynaklarinin ya duzmece ya da yok oldugunu soyluyorum, buralara okumadan sadece senin tezlerini yazan bazi yazilari okuyarak gelip tartistigini, bunun disinda derinlemesine hic bir yazi belge vb okumadigini soyluyorum. Dunya da kaynaklari roman olan tek tarih yazari sensin herhalde. varsa bile ben bilmiyorum.
Yukaridaki wikipedia yazisindan baslayalim. Ingilizce wiki sayfasi ( sanirim son yilarda hizla artan elestiriler sonucu) buna gore daha iyi idi, Bu daha da kek, neyse , en azindan dil bilen bilmiyen tum arkadaslar olayi izleyebilirler. Ben ne diyorum, bu iddianin iki temel kaynagi var, baska yok, birisi Thomas Walker adli birisi ( aslinda bu yazar adi asil adi daha farkli) ikincisi ise Jones. Walker’in fotograflarinin sahte oldugunu herkes soyluyor, hatta bunu sen de kabul ettin, yukaridaki notlardan birinde senin fotografinin 1921 yilinda cekilmis olabilecegini kabul ettin. Ikincisi ise Jones, sikistirilinca kendisinin bir tane bile insan ya da hayvan olusu gormedigini kabul ediyor. Yani tum bu efsanenin dayandigi iki kaynagin ikisi de boyle bir aclik olduguna degil olmadigina kanit olabilir sadece.
Sen napiyorsun bir ofke bir hisim gidip bu sefer turkce wiki sayfasini buraya getiriyorsun. Turkce wiki sayfasi Ingilizceye gore daha berbat. Yazi yukaridan asagiya hic bir konuda kaynak gostermiyor. Gostermesi mumkun degil gosteremez, cunki dedikleri sadece o zaman ki fasistlerin iddialarini tekrarlamak. Ustelik makale sovyet arsivlerinin acilmamasindan dem vuruyor. Ukrayna arsivleri ayriliktan sonra Ukrayna da kaldi, onlar niye acilmiyor? Sadece Ukrayna arsivleri degil, su an SSCB ye dusman bir suru cumhuriyet var, Gurcistan var, azerbeycan var, ermenistan var onlarin arsivleri niye acilmiyor? Ustelik su an Rusya bu arsivleri niye saklasin, onlar kendileri mesela, Kruschev, mesela Gorbachev, Yeltsin vb hepsi Ukrayna acligini iddia ederler. Hadi gostersinler kanit? Iddia ettikleri gibi bir holodomor varsa bu kendisini hayatin her tarafinda gosterir. O yuzden arsivlerin her tarafinda bilgi fiskirmasi gerekir. Birakiniz onu, iddia edildigine gore bu olay daha 1933-34 de olmus, o yillarda doganlar su an 80 yaslarindalar cok yaslilar ama yasiyorlar. Ukrayna devleti 25 yildir bagimsiz, yani o yillarda dogan insanlar 55 yasinda idi. Bu bolgeye bir suru gazeteci gitti, hadi onlar gormedi, diplomatlar gitti onlar gormedi, yazarlar gitti onlar gormedi, ben o donem SSCB de gorev yapan bir cok gizli servis elemaninin anilarini okudum, o yillarda Ukrayna’dan Turkistan’a her tarafi gezdiklerini soyluyorlar, hadi onlar gormedi, ee bir tane de olsun Ukraynali bu acligin fotografini cekmedi mi? Hadi millet korkuyordu, bir suru fasist Bandera’ci vardi onlarda mi cekemedi?
Gun ne kadar bogusursan bogus, ister kabul et ister kabul etme, bu senin egonla ilgili bir sorun senin sorunun yani, ama gercegi degistiremezsin. Senin buraya astigin makaleler bile konuya ilgili delil olmadigini kanitliyorlar. Ama aksine aclik sonucu olum olmadigini gosteren bir suru delil sundum. Durranty’den Fischer’e Shaw’a kadar birsuru gazeteci bu konuda yazdilar o donemde ve bu haberlerin palavra oldugunu soylediler.
Solak kedi makalesinde ise bir tek kaynak yok, yazar adi belli degil. Zaten ben sana soyluyorum kaynak gosteren bu konuda pek fazla bulamazsin, cunki olmayan bir seyi iddia ediyorlar, gosterilen kaynaklar da taa 1933 lerden beri Jones ve Walker basta olmak uzere palavra olduklari aninda ortaya cikariliyor. Zaten palavra olduklari aciga cikacak diye kaynak gosterilmiyor.
Bak ne diyor sol kedi: İyimser Ukraynalılar ülkelerinin bağımsız bir Halk Cumhuriyeti olduğunu ilan ettiler ve eski başkent Kiev’i hükümetin merkezi yaptılar. . Iyimser ukraynalilar dedigi Petluira yonetimi. EE sair adam tabii ince oluyor, adamin yonetimde iken yaptigi en onemli icraat onbinlerce yahudinin pogromlarda oldurulmesi idi. Zaten kendisi de daha sonra yirmilerde surgunde oldugu Paris’te bir yahudi tarafindan halkinin intikamini almak amaci ile olduruldu. Solak kedi ye gore bunlar iyimser ukraynalilar. Cunki kapitalizmi istiyorlar, yahudileri ve koyluleri olduruyorlar, koyluler tarafindan el konulan malikaneleri feodal beylere yeniden veriyorlar, o yuzunden iyimserler herhalde.
Gun ne kadar bogusursan bogus, Holodomor’a iliskin ne gozlem, ne fotograf ne de bir baska belge gosterebilirsin.
Holodomor lafi ilk once ukraynalilar tarafindan atilmadi. Holodomor bilerek ac birakarak soykirim olarak cevrilebilir. Yani Stalin yonetimi bilerek isteyerk kil oldugu icin Ukrayna halkini yok etmek istemis. Kim soyluyor bunu? Jones, kim bu adam, gazeteci mi? yok aslinda kendisi O zamanin Ingiltere Basbakaninin danismani. Ama simdi oldugu gibi o zaman da yazilar ayziyorlar gazetelere. Adam bir kac saat yurumus ( Jones’un kendi yazisindan aliyorum bunu) tek bir olu insan ya da hayvan gormemis, ama Stalin’in orada soykirim yaptigi kanaatina ulasmis, ve ilk kez holodomor kelimesini kullanmis.
O da ne? Birden Ukraynali milliyetciler de soykirima ugratildiklarini hissetmisler, ama Jones ve daha sonra Walker’in tanikliklarinin pacavrasi cikinca herkes kafasini kismis, Kanada ve ABD deki bazi surgun Banderascilarin yayinlari disinda bu olayi gundeme getiren olmamis, olmasi da mumkun degil, cunki herkes gulerdi o zaman. Takii 1980 lere gelinmis, SBKP kapitalizme gecmeye karar vermis, sosyalizme iliskin gunah kecileri aranmaya baslamis birden bu konu yine hatirlanmis, tabii bu sefer koroya SBKP liderligide katilmis. Yani Holodomor hikayesi aslinda seksenlerin hikayesidir. 1930larin degil. Kapitalizme gecen eski sosyalist ulkelerin egemn siniflarinin mesruiyet kazanmak icin uydurduklari bir seydir. O yuzden bu konuda bir delil yok.
BU arada BUber’e gelince, sen kendin soyluyorsun kadinin blok sorumlusu oldugunu, yani kadin gardiyan degil ama gardiyanbasi. Simdi tezgahtara satis temsilcisi denince tezgahtarliktan mi cikiyor, gardiyana blok sorumlusu denince baska bir sey mi oluyor? Kadin kendisi soyluyor gas odalarina gonderme yetkisi ile calistigini. Buber’in en cok savundugu insan Cezaevinin kadin muduru, ee Buber gondermiyor bunlari gaz odalarina, kim oldurdu onbinlerce kisiyi bu kamplarda? Naziler degil Buber gibi nazilerin dostu mahkumlar degil, hah tamam Gun buldu: Stalinistler!
Ustelik yehova sahiltlerinin oldurulmedigi de dogru degil. Bir cok kaynak binlerce Sahidin tutuklandigini, iki bin kadarinin kamplara gonderildigini ve bu gonderilenlerin 1200 kadarinin kamplarda oldugunu soyluyor. 250 kadar da askeri mahkemelerde ( ellerine silah almayi reddektikleri icin) idam edilmisler. Yani kamplari gormeden oldurulmusler. Oran belki yahudiler ya da komunistler kadar degil ama oldukca yuksek. yuzde 60 kadar. Zaten yanlis hatirlamiyorsa o kamptakilerin oldurulme orani yuzde 75 filan digerleri kole olarak alman fabrikalarinda calisiyorlar.
Peki sence bu 1200 kisiden kacini Buber gondermistir olume?
Solak kedi den devam ediyorum,
Yazar her kimse, gazetecilerin olayi gormeme gerekcesi olarak ( bahsettigi aclik 1933 te basliyor 1934 suruyor) sovyet hukumeti bazi ingilizleri tutuklamis, ama gazeteciler onlarin mahkemesine gitmek istedigi icin olayi yazamamislar? BU deli sacmalarina senden baska kim inanir Gun? Bir mahkeme niye acligin gorulmesini engellesin.
Peki su kisimakim inanir? Batılı devletler ise her ne kadar gizli diplomatik kanallar yoluyla Ukrayna’da yaşanan gerçekleri biliyor da olsalar, açlık karşısında pasif bir tutum benimsediler. Stalin’in Soyvetler Birliği’ni modernleştirme yolundaki Beş Yıllık Planı Batılı ülkelerden çok miktarda mal ve teknoloji alımına dayanıyordu. Batılı ülkeler Ukrayna’daki açlık meselesi yüzünden Sovyetler Birliği ile yaptıkları kârlı ticaret anlaşmalarından olmak istemiyorlardı.”” Sen ve senin gibi bazi aptallar disinda tabii.
Ama su yukarida ki alintilar bile senin kaynagin olan Solak kedi nin aslinda o doneme iliskin bir kaynak olmadiginin olanlarinda iddianin aksini ispatladigini gosteriyor. Cunki yazar acikca ayziyor, gazeteciler olayi yazmadi yazanlarda sovyet iddiasini destekler yazilar yazdilar diye. Hesapta SSCB bu adamlari tehdit etmis, bakiniz sizi mahkemeye almam diye, onlar da yazamamislar…Aslinda eksik yazmislar, aslinda Shaw ya da Durrant gibi gazeteciler hepsi Stalin’in ajani:-)
Sana son bir not daha: Eger acliga iliskin nasil kaynak bulunur ogrenmek istiyorsan bence 1921 acligina iliskin haber ve bilimsel makalelere bir goz at, ya da 1980ler etyopya acligina, o sana bir fikir verir, verir mi bilmem ama insan bu hep iyimser olmak istiyor:-)
Bernard Shaw’a kadar düştün demek. Acıdım sana yahu. 🙂
iftiracı olduğun ve sorumsuzca sağa sola çamur attığın şu yazdıklarından o kadar açık anlaşılıyor ki. Ben Yahova Şahityleri öldürülmüyordu demedim. Sadece Ravestbruck’e özgü olarak bu durumdan söz ettim. Orada ceza hücrelerinde ölenler hariç Yahova şahitleri gaz odalarına gönderilmiyordu. Çünkü bir nazi görevlisi kadın yahova şahitlerinden etkilendiğinden onları koruyordu ve zaten buber neumann’ı bu yüzdean blok sorumlusu yapmıştı. Buber neumann, çok hasta için gaz odalarına gönderilmek istenen bir yahova şahidini kurtarmıştı. Blok sorumluları gardiyan değildi. Sadece mahkumların oradaki temsilcisiydi. Kamplarda bu görevi yerine getiren çok sayıda komünist de vardı. Bunların bir kısmı idarenin adamıydı ve zalimdi. Bir kısmı ise mahk^fmlardan yana davranıyorlardı elden geldiğince. Bunlara birçok komünist ve stalinist de dâhildir. Blodk sorumlularını sorumsuzca ve özel davranışlarına bakmadan gardiyan diye ilan etmenin, 1970’lerde, 80’lerde ve 90’larda koğuş sorumluluğu yapan devrimcileri gardiyan diye ilan etmekten farkı yoktur. O tür koğuş sorumlularından idarenin adamıymış gibi davranınları ben de hatırlarım, ama birçok koğuş sorumlusunun da gerçekten mahkûmların temsilcisi olarak davrandıklarını da çok iyi bilirim. Senin de bunu biliyor olman gerektiğini düşünüyorum. Devrimciler koğuş sorumlularını asla gardiyan ilan etmezler, poliste çözülenleri polis ilan etmedikleri gibi (aksine davranan örgütler vardır gerçi). Senin bunları da çok iyi biliyor olacağını tahmin ediyorum.
arkadaşyar, Vasili Grossman’ın Savaşta Bir Yazar- Vasili Grossman Kızıl ordu’yla 1941-1945 (çev: Sabri Gürses, Can Yayınları,, 2013) kitabını, sağolsun bir arkadaş bulup bana göndermiş. Kısa zamanda okuyup bu kitap hakkında da yazacağım.
takvahaber.net ışid in yarı-resmi türkçe yayını. güncel. ışidle ilgili inanılmaz bir dezenformasyon var. DÜŞMANI DOĞRU TANIMAK GEREKİR.
Yöntem sorunu….
Bir an için Buber’in kendine ait kimi “utanılacak” anıları yazmadığını varsaylaım…
Bu Staln ve Hiter kamplarına ait gerçekliği zerre kadar etkilemez…
Zaten bu kitabın etkisi ilk basıldığı yıllarda belli ki “Ahmet yöntemleriyle” yok edildi… Ama 1990 dan sonra ortaya çıkanlar ise aksine bu geçmişi doğruladı…. Bu neden artk “Ahmet Yöntemleri” olsa olsa bir insan için utançla anacağı hikayelerin konusu olacak… Ya aynı makine-ruhsuz insan olarak yaşamını sürdürecek ki, bu ilkinden de kötü!
Bugün tartışılan konu olsa olsa her sabah Güneşin doğudan doğmasına ait bir mevzudur; ve aslında böylesi tartışmalarda tek ve ciddi bir yalan, çarpıtmada bulunan insanın utanması gerekir… O. Figes meselesinde de konuştuk…. Yazıklar olsun…. Ahmet’e diyeceğim budur…. Açıkça savunsa… Tüm bu cinayetler bence cinayet değildi… Devrim için olması gerekiyordu… Saymadık bile… Gerek de yok… Tarih acımasızdır…. Omlet yapıyorduk… vs… Bu daha dürüstçe ve anlaşılır olacak…. Gerçekten de Hitler samimi, Stalin ve Stalinistler riyakar!
“Samimiyet” bu koşullarda daha değerli….
vasili yarbayımın kitabıyla ilgili eleştirini merakla bekliyoruz gün abi. kitabı yayına hazırlayan beevor çok keskin bir antistalinist olduğu için bilhassa ahmet’e fazla malzeme çıkacaktır. fazla da geciktirme yazıyı aman. zaten sen de olmasan kimsenin cevap vereceği yok şu stalinistlere.
memleketimin anarşistlerine bakıyorum, marx, lenin, troçki ve stalin’in bunlara attığı kazıklar hiç umurlarında değil. siper yoldaşı diye adlandırdıkları stalinist fraksiyonların dümen suyunda gidiyorlar. bu memleketin troçkisti de anarşisti de fazlalıklarından arındıklarında özde stalinistler.
Merhaba Gün,
Bugün senin yazdığın son yazıyı okurken kaçınılmaz olarak aşağıdaki yorumlara da takıldım. Allah senin yardımcın olsun. İsim vermeyeceğim ama kimi provakatörler için tam bir bahçe olmuş bu sayfalar. Bence bu işten bir kurtulma yöntemi geliştirsen iyi olur. Sevgi ve selamlar. Ersen
sene 2014 ülkemin insani hala stalin gibi bir insanlik düsmani diktatörü savunabiliyor. allah akil fikir versin ne diyeyim, katil lan o adam.
hayir yanlis söyledim, stalin denen herif bir soykirimciydi. simdi elime kazma kürek alip tünel kazmaya basladim, dünyadan firar etmem lazim… bu stalinciler leninciler oksijeni haybeye heba ediyorlar, hatta bence siz nefes falan almayin oksijen ziyan oluyor.lan olum siz ne bicim modelsiniz lan. üstelik bunlardan cok seri üretim yani. sssiiit baksaniza ben okumuyorum niye okuyayimki buyruk altina girmek icinmi, ben sahsen kendi kafama göre takiliyorum, bence kahrolsun bütün izimler. bu ne ya kabus gibi bu zihniyetle, istanbulun bir mahallesinde insanlarin en dogal hakki olan bilgilendirme standini yasaklayan zihniyet ayni, ikisinide kaldir kaldir yere vur. kesin kararliyim dünyadan firar edecem…..
He he Buber Neumann aslinda bir melaike idi, Vatikan’in onu azize ilan etmesi lazim. Aslinda uyar da! Vatikan nazilere cok yardim etmistir.
Gercek su: Buber Neumann Kampta blok sorumlusu idi ve kamp muduru kadinin en onemli yardimcilarindan birisi idi o yuzden kitabinda kadini ovuyor. Buber kampta insanlari gas odalarina gonderme yetkisi olan blok sorumlularindan birisi idi, ve oyle kogus temsilcisi filan degildi, baya mahkum gardiyandi.
Naziler bu kamplarda adam oldurmeyen kimseye adam oldurme yetkisi vermezler, onu da gaz odalarina gonderirler. Bu arada iki de bir komunist ya da stalinist blok sorumlularindan bahsetme komik oluyorsun! O siralar komunistler nazilere karsi dovusuyorlardi. Nazilerin ve Buber Neumann’in oldurdugu gaz odalarina gonderdigi cogu kimse komunist oldugu icin oldu o kamplarda.
Zaten sana kalsa, Kamplari da Stalin kurdurdu diyeceksin. Hatta biz hizini kesmesek Nazi Almanyasinin liderinin Stalin oldugunu iddia edeceksin
Bu arada Shaw’in insanlari gaz odasina gonderen Buber Neumann dan ya da Ingiliz Informasyon bakanligina calisan Orwell den daha kotu oldugunu mu dusunuyorsun?
Ahmet bey, surekli kaynak gosterip, bir suru isim siralayarak holodomor’un gerceklesmedigini iddia ediyor, ve bir cok insan da ciddi ciddi “dogru soyluyor galiba” kafasinda. Yani hic mi bilmiyorsunuz Sovyet propaganda makinesinin inanilmaz derecede etkili bir sistem oldugunu ve tum isleri gucleri dezenformasyon olan insanlarin gece gunduz calistigini?
Zaten Pravda hep “dogru”yu yazdi, Katin katliami da yalan, Baltik ulkeleri de gule oynaya Sovyetlere katildi, yap boz tahtasi gibi Asya halklarini oradan buraya suren Stalin de “haklarin babasi”, degil mi?
Eminim Sovyet tarihindeki butun kara lekelere milyon tane bahane coktan uretilmistir. Ama hepsinin ortak ozelligi ne biliyor musunuz? Sovyetler hic bi zaman yanlis bi is yapmamistir!
http://en.wikipedia.org/wiki/Denial_of_the_Holodomor
O kamplardan sağ çıkmak kolay değildir.. Belki Buber de bu anlamda “insanlığını kaybetti”… Ama anılarında yazmadı… Çevirmenin işi yazılmayanlar değil.. Yazılanlar… Yorum yapmak da değil… Birebir “nakletmek…”
En başa dönelim… Bu bir Stalinist taktik… Utanmazca, şirretçe yöntemler… Bir dinci bağnazın “evrim” karşısındaki tutumu gibi… Fosillere ait yanılgı veya bir kaç şarlatanın uydurmalarını karşı kanıt olarak sunmak… Bin tane veri içinde 10 yanlış, çarpıtılmış veriyi sürekli öne sürmek… Bilimsel düşünme yöntemi olmayanların, ahlaki kaygıları da olmazsa ortaya çıkan böyle bir şey işte…
Bir olguyu, belgeler, veriler, farklı kaynaklar üzerinden değil de, yazanlara, iddia edenlere saldırarak çarpıtmak standart ve ahlak dışı bir yöntemdir. “Biliyor musun o İngiliz Ajanı’dır…. O aslında altını ıslatırdı…” Ve konu o kişinin İngiliz Ajanı, altını ıslatıp ıslatmadığı üzerinden tartışılmaya başlanacak… İstenilen de … Buber N. dan bize ne! Önce anlattıkları… ve diğer kurbanlarla karşılaştırma… Özür dilerim! Ama bugün hala Stalin yanlıları, bu kamplara düşselerdi kesin sağ çıkarlardı, diye düşünüyorum!
Tarihsel olaylar nasıl tartışılır? Stalinist bagnazların böyle bir derdi yok! Öncelikle somut belgelere bakılır, var mı? Örneğin M. Levin kitabında Stalin ve Molotov’un telgraf kayıtlarından bulunmuş sanırım 400 belge.. 44 bin idamı onayladığını yazıyor… Bir dinazor iskeletine ait önemli bir parçadır bu… Ne yani; zaman makinesi olmadıkça bir türlü “yeterli kanıt” yok mu denilecek? Bilinir, bir çok Müslüman da Hitler’in Yahudi Soykırımını inkar eder… Ay’a çıklıdığı, dünyanın küre olduğu da inkar ediliyor… Bu inkarın bunlardan farkı yok! Toplama kampı anıları… Tanıklıklar… Yüzlerce…. E. Hobsbavm… Marksisit tarihçi… Güvenilir sanırım… Yazdıkları ve sundukları belgeler….
Ne konuşuyoruz ki hala… Bu artık Tanrı-Allah meselesidir! İnanmak istemeyen inanmaz…
SSCB de ve 1917-1924, 1924-1953….
Bin yıl önce değil!
Bu tartışmalarda korkunç olan şey, bunca zulümden dolayı yüreği sızlamadan tartışmayı çarpıtma girişimleri…
Bu tartışma da Ahmetgillerin pozisyonu, insan aklı, egosu, vicdanının “kör noktaları” üzerine bir bilimsel çalışmayı zorunlu kılıyor; insan istemediğini görmez!
İnsan ihtiyaçları zorlantısında gerçekliği yaratır; gereken, işine yarayanı “önder, allah, put” yapar… vs… vs…
Pardon geçtiğimiz aylarda Molotov’un anılarından derleme yapmıştım… Onlar da belge değil mi?
Sanırım 150-200 sayfa, belge üzerinden kotarılmış 1924-53 dönemi yazılmalı… Tartışma yerine “o kitabı oku” deyip geçmeli…
Ben ise daha çok bu “Stalinist zihniyetin” parti, partililer ve partili-toplum ilişkilerinden alınmış miras üzerine konuşulmasını daha yararlı buluyorum… Artık bu konuşulmalı… Bu “korkunç-yabancılaşmış siyasetin” türkiyeli sosyalistleri ve sosyalist parti sistemini mahvettiğini, “patinajın” altta yatan sebeplerde yarıya yakın bu “yabancılaşmış, sahte, insanlık dışı-mekanik-riyakar” ilişkilerden, zeka-duygu reddine dayalı hiyerarşik katılık… vs… Stalinizme sarılmak, “feodal düşünce mantığını” içselleştirmiş, egosu şişmiş, kendini fazla önemseyen erkeklere has bir şey mi yoksa?
Buber Neumann kimseyi gaz odasına göndermemiştir, tam tersine birkaç kişiyi de kurtarmıştır. anlattıkları bunlardır. Öyle bir durum olsa kitaba önsöz yazan ve onun kimi anlatımlarını kuşkuyla karşılayan ve bunları da önsözünde belirten Nikolaus Wachsmann bunu ortaya koyardı merak etme. Paris’te 1950’lerin başında görülen büyük davaya tanık olarak katılan Buber Neumann hakkında da FKP avukatları bunu ileri sürerlerdi. Onlar bile bu adice iddiayı ileri sürmediler o davada. Sen yalancı ve iftircısın, nkvd sorgucuları kadar adi ruhlu bir adamsın. İftiranı kanıtlamadığın ve onun gardiyan olduğunu söylediğini iddia ettiğin cümlesini buraya taşımadığın sürece seninle tartışmayacağım. Berhand Shaw’ın ne olduğunu ise herkes bilir. İngiliz burjuVAZİSİNİN HAS adamlarındandır ve aynı zamanda Sovyet propagandasına zamanında paravan görevini gönüllü olarak yerine getirmiştir.
saçmalıklarya iştigal ediyoruz burada. İstediğiniz kadar saçmalayabilirsiniz. Özgürsünüz. Herkesin aklı fikri var değerlendirecek.
selam ersen, özgürlük ilkemiz nedeniyle saçma da olsa, küfür etmediği sürece her yorumu yayınlıyoruz bu sitede. Özgürlük her şeyin ilacıdır.
bugünden tezi yok başlıyorum okumaya.
ekşi sözlük’teki stalinistler josef stalin başlığı altında bu sabah senin için şöyle bir şey yazmışlar gün abi:
günümüzde en ünlü anarko-komünist gün zileli adlı cıa sosyalizmi ile kariyerine başlayan moruğun geçmişine bir bakın. nerede emperyalizm yol saptırmak istese bu adamlar sahneye çıkıyor.
https://eksisozluk.com/entry/44787409
düzeyi epey düşürmüşler. insan bu düzeyi görünce ahmet’e yine şükür diyor.
önce bir iman beyanı yapayım da sıkıntı olmasın. stalinci değilim ve stalinden de benzerlerinden hazzetmem. ama gözünüzü seveyim stalinin canavarlığını ispat etmek için kalkıp vikipedyadan örnekler vermeyin. vikipedya cia’nın cirit attığı manüplatif bir kaynaktır. bir de sovyet propagandası deyip duruyorsunuz amerikan propagandasını ab propagandasını bilmiyormuş gibisiniz. yapmayın allasen, sonunda beni de zorla stalinci yapacaksınız 🙂
Onsozu yazan Nikolaus Wachsmann Buber Neuamann hakkinda bir cok sey soyler beni soylediklerimi ama senin iddialarinin palavra oldugunu soyleyen. Birincisi Buber Neumann ve esinin muhbir olduklarini soyler, tutuklanmadan bir cok arkadaslarini hem de sucsuz yere polise muhbirlediklerinden bahseder. Ama ikincisi cok daha onemlidir
Sen bu kitabin tanitimini yaparken bu kadinin komunist oldugu icin Hitler Almanya’sina verildigini iddia etmistin, ama Wachsman’a gore verilen kadin mahkumlarin Buber haric hepsi hemen serbest birakilirlar, Sadece Buber onlem olarak, yani bir sucla baglantili degil ama Onlem olarak icerde tutulur, ama kampta da bir hafta icinde hemen sorumluluga getirilir. Yani hic kimse bu kadinin komunist olduguna inanmiyor, ne SSCB ne de Nazi Almanyasi. Komunist olan bir kisi onlem olarak icerde tutulmaz Nazi Almanyasinda cunki zaten komunist olmak bir suc. Acikcasi Almanlar da bu kadinin bir Ingiliz casusu olduklarina inaniyorlar ve savasta olduklari bir ulkenin casusu olabilecegi gerekcesi ile icerde tutuyorlar. Ama anti komunist oldugunu bildikleri icin hemen kampta sorumluluk mevkiine getiriliyor.
Bunlar senin cevirdigin kitabin senin cevirdigin onsozunde yaziyor. Yazar ayrica nazilerin Carla adli bir kadini solcu oldugu icin kabul etmediklerini de soyluyorlar. Hatta Ginsburg bu kadin hakkinda ( sanirim bir film sanatcisi idi, hafizamdan yaziyorum) da yazmisti kamplar da. Yani Almanlar zaten solcu oldugunu bilseler bastan almayacaklar. Sen hala bu kadinin ve diger mahkumlarin komunist oldugu icin nazilere verildigini iddia ediyordun. Halbuki olay basit bir mahkum degis tokusu. Ama sen kendi cevirine ragmen bu yalanlari okumaya devam ettin.
Hala bu kadini savunuyorsun, kadin kendi anilarinda soyluyor, insanlari gaz odalarina gondermekle yetkili oldugunu, kadin cezaevi yoneticisi olan Johanna Langefeld’in yardimcisidir. Ustelik kitabinda Langefeld’i savunur. Yani kadin tutuklanmadan once muhbir, nazi kamplarinda Nazi kamp mudurunun yardimciligi da yapmis bir blok sorumlusu, ben gardiyan dedim, bu kadin gardiyan basi, savastan sonra da yazdigi kitapta Nazi kamp mudurunu savunuyor.
Fransa daki mahkeme hakkinda atiyorsun. Orada neler soylendigini bilmiyorsun, cunku o mahkeme tutanaklari vb hic bir sey okumadin, ama senin cevirin burada duruyor, kadinin anilari, Wachsmann’in onsozu orada duruyor. BUber Neumann bir nazi gardiyanidir, pardon basgardiyanidir, kamplarda blok sorumlusudur ve cezaevi mudurunun yardimcisidir. Zaten kitabinda da 90 binden fazla insanin olduruldugu cezaevinde birinci derece sorumlulardan olan bu kadini savunmakta onu mazur gostermeye calismaktadir.
meraklisina yazimin linkini tekrar veriyorum.
http://www.sendika.org/2013/03/iki-diktatorluk-altinda-bir-soguk-savas-propaganda-klasigi-ahmet-kaplan/
yahu bir tek sovyet propagandası var da ingiliz, alman propagandası yok mu?bir şey sovyet lehine ise o kesin sovyet propagandası, aleyhine ise kesin doğrudur diye bir mantık olur mu.
mesela ahmetin şu kızılordunun alman kadınlarına tecavüzüyle ilgili yanıt bence çok çarpıcı.
bir saplantı içindeysek bundan kurtulmak istemiyorsak, istediğimiz sonuçlara ulaşırız.
böyle tarihçilik olmaz.
staline karşı olduğunuz kadar churchille, trumana, hitlere de karşı olsanız ya.
bir kayırma var gibi geliyor.
sscb lehine söylenen şeyler otomatik sovyet propagandası kabul ediliyor, oysa aleyhine olan herşey, kaynak olmasa dahi doğru kabul ediliyor. bu yöntem yanlış
dresden bombalamasını ingilizler değil de sovyetler yapsaydı, 500 kez filmi çekilmiş, burda 10 tane başlık açılmıştı bunun hakkında. farkında mısınız bilmiyorum, kapitalist katliamlar kayırılıyor burada. bu çok açık
burada hiçbir katliam kayırılmaz.
arkadaşım, sözünü ettiğin katliamlar, Hitler’inki başta olmak üzeretüm dünyaca kabul edilmiş durumda. Sen Hitler’in katliamlarını gösteren ne kadar film ve belgesel olduğunu biliyor musun? Ama NKVD ve Sovyet rejimi kendi katliamlarını ustaca gizlemesini bilmiştir. Daha 1950’lerin başlarına kadar dünya gulaglardan bile habersizdi. ayrıca bizim faşistlere faşist katliamları kanıtlama diye bir işlevimiz yok ama çok sayıda iyi niyetli devrimci insana (ki, bu insanlar sol adına Stalin’i bir matah sanırlar) Stalin’in gerçek yüzünü göstermek gibi bir işlevimiz var.
yorumu yazan iftiracı da olsa özgürlük ilkemiz gereği yorumları yayınlanıyor. Ama Buber Neumann’a atfen söylediği cümleyi buraya koymadığı sürece kendisine cevap vermeyeceğim. G.Z.
Ayhan, vikipedia kolektif bir ansiklopedidir. Herkese açıktır. Sen yazdın da basmadılar mı?
“saldır ahmet ,tut kıs kıs,kıs” diye “yorum yapmış” aklınca ilk “yorumu” yapan eleman.bu yorum değil hakarettir. insanada hayvanada hakarettir.site felsefesine göre kaldırılması gerekliydi. needen kaldırılmadı? bu arada kanimca insanlar köpeklerden daha vahsidir.
Sayın zileli ‘libertarias’ filmini seyrettiniz mi. Üzerine yapacağına dair sözün vardı unutma saygilar…
seyrettim. Güzel bir film. Sinema dili olarak da başarılı. Sen bir şeyler yazsana üzerine.
Bence filmin en özgün yanı. Devrim içinde devrim vurgusu. Özellikle kadın anarşist lerin toplantıda ki devrimci çıkışları harika bir sahne. ‘Kadinların erkeklerin vereceği bir özgürlüğe ihtiyaçları yok. Kendi devrimimizi kendi gücümüzle yapmak istiyoruz.’ Aslına bakılırsa modern dünyanın tüm devrim lerini bir nebze olsun özetleyen bir çıkış sanki. Her devrim kısa bir süre sonra gerçek devrimci ihtiyaçla egemen Zümrenin yani parti şeflerinin yada bu filmde olduğu gibi erkek egemenliğinin ete kemige dokunur savaşından başka bir şey olmadığını anlatıyor. Film kendi dönemini fazlasıyla aşan bir dürüstlük içinde çekilmiş. Tıpkı orwel gibi ispanya ya selam derken bel ki de çuvaldızı kendimize batırmaktan asla geri durmamamız gerektiğini bir kez daha yüksek sesle haykırma nin devrimci hazzını hissettiriyor. Son sahne bir manifesto niteliğinde bence…
Hadi len, cevap vermeyecekmis! Cevap veremiyorum desene suna, aslinda gardiyan diyerek onemini azalttim; Neumann Buber kendi ifadesine gore kamp kumandaninin yardimcisidir. Isteyen Langfeld ismini bir googlasin, Buber 90000 cinaytten sonra bu kadini savunuyor sen de kamplari stalincilerin yonettigini iddia ediyorsun
avrupa ve amerikada ara sira bazi yazarlarin acikladigi yahudi soykırımı rakamlarinin yer yer israil in acikladigi resmi rakamlari bile astigi olur. bunda amac mazlumluk edebiyati ile israil isgal ve katliyamlarini kamufle etmek dogal,mesru gostermektir.
hadi ayni sekilde stalin/sscb dusmanliginin nedenide emperyalistlerin sosyalizmi halklara kotu gostermek isteyisi diyelim .tamam stalin acliktan halki kirmamis olsun.iyide arkadas diger binlerce baski ,yasak,idam,sürgünde mi abartma?
gün ağabey hiç konu hakkinda yazmasa da,yanlis fotograf yayinlasa da hitler ve stalinin ne halt oldugu evrim ve yercekimi doga kanunlari kadar ortada .
bizde bir laf vardir(ardahan) hadi aklin yok ,burnun deligide mi yok? ( kavrayamiyorsan koklayarak anlamaya calis)
Anon,
Sovyet propaganda sisteminden bahsediyorsunuz, ama 1933-34 acligi ile ilgili yazan tum gazetecileri yazarlari Sovyet ajani ilan etmissiniz hemen. Verdiginiz wikipedia ki holodomor inkarcialarina bir bakalim.
Tabii en once Durranty var, bizzat bolgeye gidip yaptigi haberlerle Pulitzer odulu alan, daha o zaman yaptigi haberlerle Jones’a degil olu insan hayvan bilr gormedigini itiraf ettiren adam.
Ikincisi Fischer, daha o zaman yazdigi makale ile ( makaleye linki yukarida verdim, Walker’in fotograflarinin sahte oldugunu ortaya cikartan gazeteci. Walker’in yalanciligi Fischer sayesinde ortaya cikarilmisti, oyle rezil etmistiki Walker’i, Walker hala holodomor destekcileri tarafindans savunulanaz,
George Bernard Shaw, H. G. Wells, sence bunlarin hangisi komunist ajani? Peki Ya Fransiz Basbakani Herriot? 1944 de ABD Baskan Yardimcisi Kolyma yi bir kac gun ziyaret etmis ve anilarinda rayi anlatmisti, hala adama komunist ajani diyorlar. Belki ABD Baskan yardimcisi gibi Fransiz Basbakani da Komunist ajani idi?
Bunlar komunist ajani ama dogru durust bir sey gormedigini soyleyen Jones ya da yalan fotograflar basan Walker durust insanlar! Size bakinca sofu muminler goruyorum. Sozkonusu inanciniz olunca hic bir seyi tartisamiyorsunuz, tartismaniz da mumkun degil.
Devrim Kara arkadas,
Gun ve arkadaslarinin objektifligi bu kadardir, eger Gun ve arkadaslarina kufur ediliyorsa yasaktir, zaten o yuzden de tum yazilar denetlenerek yayinlaniyor ama Gun’un arkadaslari kufur ediyorsa onlar edebilir. Benim icin ise ben kufru pek umursamam, kufur genel de caresiz kalanlarin basvurdugu bir yontemdir. Onlarin kufur etmeleri benim tezlerimin dogruluguna isarettir. Yoksa yanlis bir sey soylesem, onun yanlis olduguna iliskin tezleri hemen ortaya koyarlar. Zaten GUn de mesela yukarida ki fotografin aslinda Holodomor dan olmadigini kabul etti. Etmek zorunda yapacagi bir sey yok.
Gun, sen bana kussun konusmuyorsun ama ben kus degilim:-) Emperyalistlerin yaptiklari tum katliamlar dunya tarafindan taninmis degildir bazilari taninir, mesela Nazilerin kamplarindaki katliamlar. Ama Dresden katliami oyle herkes tarafindan taninan bir katliam degildir. Burada ki bilgileri derya anarsist ve trockist arkadaslarim bilir, ama ben hayatinda hic bir sey okumamis Stalinist arkadaslar icin yaziyorum, Ikinci Dunya savasinda Muttefikler sirf keyif icin ( evet sirf keyif icin intikam bile degil, muttefik ordulari ve halki Alma saldirilarindan buyuk zarar gormemislerdi) sirf Alman hava kuvvetleri Stalingrad’dan sonra belini dogrultamadigi ve savasma gucu kalmadigi icin, bir cok Alman ve hatta Alman isgalinde ki fransiz sehirlerini hali bombardimanina tutmus ve onbinlerce insani oldurmuslerdi. BU bombalamalarda sivil yerlesim yerleri ozellikle hedef alinmisti.
Nazi ordulari tarafindan ulkeleri bastan sona yakilan milyonlarcasi oldurulen SSCB ordusu ise o sirada cok guclu bir hava kuvvetleri olmasina ragmen, hatta nazi ordulari yenilirken bile cok guclu bir direnis gosterdigi halde bile sivil bolgelerini birakin hali ama rastgele bile bombalamayi reddetmistir. Kizil Ordu nun hali bombalama yaptigi bir tane sehir gosteremezsiniz Ikinci Dunya savasinda. Bu cok dogal ornegini verdim, savas sirasinda gerek Stalin Molotov ve diger liderler tum halka yonelik konusmalarinda Almanlardan Alman Halki diye bahsetmis, dusmanin Alman devleti ve nazileri oldugunu belirtmistir, daha once de verdigim Ehrenburg orneginde oldugu gibi Almanlara Olum vb cagrilar yapan yazarlarin sivillere siddet cagrisi yaptigi icin gazetelerde islerine son verilmistir.
Sivillerin hali bombalama ile oldurulmesi bir insanlik sucudur ama emperyalistler bunu hala yapiyor. Yugoslavya Irak Afganistan vb bunu tekrar kullandilar, tum bu savaslarda halka dehset vermek icin ozellikle okullari dugunleri pazar yerlerini bombaladilar. Bunun en son ornegi Gaza bolgesidir.
Emperyalistlerin tum katliamlari oldukca iyi belgelidir, bunlar su an nazi kamplari gibi taninan katliamlar ya da Yugoslavya ya da Avrupa sehirlerinin hali bombalanmasi gibi taninmayan katliamlar olsa da iyi belgelenmistir. Nazi kamplarina iliskin Grossman basta bir cok gazetecinin gozlemi, kampra kalanlar kamplarin kendileri, kamplar hakkinda acilan mahkeme tutanaklari, nazi devlet belgeleri vb milyonlarca belge ve kanit vardir.
Ama buna ragmen bir cok sol liberal kisi emperyalistlerin saldirilarini isgallerini destekliyor. Soyle bir bakin cevrenize, emperyalizmin Yugoslavya ya mudahelesini kimler desteklemedi? bir avuc solcu o kadar gerisi destekledi. Peki ya Libya isgalini? Gun Libya isgalini sence kimler desteklemedi sadece? Ya Suriye? Ukrayna? Sahi kim vurdu Maidan daki gosteriileri? Darbe oldu birden tipki 1 Mayis katliami gibi hersey unutuluverdi?
O yuzden emperyalistlerin katliamlari iyi biliniyor deme bilinmiyor. En azindan senin bilmedigin acik, Libya ve Suriye isgallerini destekleyenlerden birisi de sendin.
evet, bence de.
ahmet sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bizim buradaki yerli malı stalinistler, emperyalizmin Yugoslavya ya müdahalesine karşıtlığı, sırp kasabı miloseviç’i desteklemeye ve sırpların bosna’da yaptığı soykırımı inkar etmeye kadar götürdüler. vaziyet bu.
Sayin Devrim Kara
Eger sorun SSCB de yanlislik , ya da Stalin de yanlislar aramaksa bu vardir elbette. Bilmiyorum benim Gun ile tum tartismalarimi izlediniz mi? Ben gercegin pesindeyim, bu noktada eger yapilan yanlis ya da kotu seyler varsa bunlara itirazim soz konusu olamaz. Su ana kadar Gun’un itiraz ettigim tum tezleri iddialari dogrudan desenformasyon urunleri, ama itiraz etme askina degil, delillerim ile itiraz ettim. Teker teker bunlarin desenformasyon oldugunu gosterdim. Gun’un nazi kamplarinda mahkumlarin ozyonetimi oldugu gibi sacmaliklari yanlisini gostermemden kaynaklaniyor, merak etme bir kac gun sonra sakinlesir hatta bana sakalar bile yapar:-)
Benim icin SSCB capulcularin bir gun yeter len deyip ayaklanip iktidari almalaridir. Bu isin oncusu bolsevikler oldugu icin tabii iktidara onlar gecmis ama zamanla bu devrim burokratlasmis sonunda kapitalizme geri donulmus.
Bu noktada burokratlasmanin nedenleri gunumuze de isik tutacak sekilde tartisilirsa bu faydali olur, ama sirf bu bolsevik deneyimi baska ezilenlere ilham kaynagi olmasin diye uydurulan emperyalist desenformasyonlar gundeme gelirse iste o zaman is degisir. Ben buna karsi cikarim, cunki bunlar gercegi degil yalanlari soyluyor.
Bakiniz gezi diye bir sey yasandi, hersey henuz yeni ve Istanbul’un gobeginde yasandi. Herseyi en azindan biliyoruz, Ama orada bile ne yalanlar soylendi, her sey denendi, dogrudan yalanlar ( cami de alem meselesi, ya da deri pantolonlularin cinsel saldirisi) ya da sozde gezici olan bazi adamlarin gezicileri pislik serserilikle suclayan twitter ve emailleri vb. Simdi bu elstirilere karsi cikanlara da ayni soruyu sorabilirsiniz? Kardesim tamam belki basbakan abartiyor ama yani gezidekiler hic mi dinciye saldirilmadi diye?
Peki bu tur desenformasyonlara karsi cikmak gezide ki olumsuzluklari hatalari yanlislari eksiklikleri zaaflari savunmak anlamina mi geliyor? Hayir birisi ister solcu ister se fasist geziciler bir kadina cinsel saldiri da bulundugunu iddia ederse kanitini istersiniz, eger kanitlari yalan cikarsa bunu desenformasyon kabul eder siler atarsiniz ben de bunu yapiyorum. Ama is ciddi olarak gezideki zaaflari yanlislari hatalari vb tartismaya gelince o zaman ictenlikle bunu tartisisirsiniz ben de eger bunu yapmak isteyen varsa tartismaya hazirim.
Sayin Kara yalniz Turkiye solunda buyuk bir kesim SSCB nin ve bolseviklerin biletini kesmis durumda. Zaten bana yonelen tepkilerin buyuk kismi zaten algida ki onyargilar nedeni ile. Bakiniz siz ne diyorsunuz, “tamam stalin acliktan halki kirmamis olsun.iyide arkadas diger binlerce baski ,yasak,idam,sürgünde mi abartma?
gün ağabey hiç konu hakkinda yazmasa da,yanlis fotograf yayinlasa da hitler ve stalinin ne halt oldugu evrim ve yercekimi doga kanunlari kadar ortada ”
Yani siz anladigim kadari ile, Gun’un iddialarini degil ama delillerini yanlis buluyorsunuz, Gun’un getirdigi delillerin siz de yalan ve desenformasyon olabilecegini kabul ediyorsunuz, ama iddialarinin dogru oldugunu dusunuyorsunuz, sizce de Hitler ve Stalin’in hic bir farki yok. Size sormam gerek neden? Mesela Gun’un ve benim bilmedigim bir kaynak delil vb mi biliyor sunuz, Stalin ve Hitler’in ayni oldugu konusunda? Ya da mesela Gulaglar ben onlarin rehabilitasyon yeri oldugunu soyluyorum, iskence degil. Siz benim ya da Gun’un bilmedigim baska kaynaklar mi biliyorsunuz, eger biliyorsaniz koyun ortaya hep beraber yararlanalim. Ben Moskova mahkemelerinde iskencenin hic kullanilmadigini soyluyorum ( benimle uzun tartismalar sonucu Gun de artik ayni seyi savunuyor:-)) sizin bildiginiz baska deliller kaynaklar vb mi var? Ben tartismaya hazirim.
Bunlari laf olsun diye sormuyorum, bir cok kisi sizin durumunuzda, cunki farkinda degilsiniz ama kafanizda kabuller var, ama bunlar sadece kabuller, hic bir zaman ciddi bir sekilde sorgulamamissiniz kabullerinizi, neden sorgulayacaksiniz ki? Herkes boyle soyluyor. Evet herkes tanrinin oldugunu da soyluyor.
Turkiye’de zamaninda Stalin hic okunmadan herkes stalinist olmustu. Isin dogrusu daha sonra da kimse yine stalin’i okumadan anti stalinist ve anti-sovyet oldu. O yuzden su an Turkiye solundaki Stalin ya da SSCB hakkindaki algilar bir tartismanin sonucu degil ama yenilgi psikozundan dolayi dogrudan kabullerin sonucudur.
Emperyalist propagandadan söz ediliyor.
Doğrudur emperyalist propaganda etkin bir güç. Ama SSCB de emperyalist bir güç idi. Bu yüzden ABD’nin söylediklerini peşinen yalanlarken SSCB’nin ve onun izinden gidenlerin her söylediği peşinen doğru kabul etmek kabul edilemez. İkisinin söylediklerine de kuşku ile bakılmalıdır.
Bunun yanında Sovyetler Birliği devlet kapitalist bir ülkedir, sosyalist bir ülke bile kabul edilemez. Stalin ve Lenin işçileri aynı kapitalist bir patron gibi kölece bir disiplin ile çalıştırmışlar ve işçi emeğini kapitalist patron gibi sömürmüşler ve tüm bunları da kapitalist patronlar gibi meşru kabul etmişler, işçilerin öz yönetim vb. haklarını hiçe saymışlardır.
Üstelik savundukları devlet düzeni totaliter, bürokrasinin ve partide bir avuç insanın, egemenliğine dayanan demokrasiden uzak, sözde demokrat, düşünce özgürlüğüne değer vermeyen bir düzendi. Aslında bu tür bir düzeni kurmak bile başlı başına sorunludur. Bir anlamda totaliter düzenleri kurmak özgürlüğü, özgür düşünceyi yok etmek neredeyse insanlığı yok etmekle eş değer bile kabul edilebilir.
Burada asıl sorun Stalin’in kişiliğinden ziyade (elbette kişilik de bu tür durumlarda önemli rol oynar) totaliter devlet düzeninden kaynaklanmaktadır. Burada Marksizmin kuramsal olarak ciddi bir hata içinde olduğunu ve bu hatasını kabul etmemesinden kaynaklanan bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu uyarıyı ilk yapanlardan biri de Bakunin olmuştur ve Marksizmin ne şekilde sonuçlanacağını çok isabetli biçimde öngörmüştür.)
Soruya gelince: Stalin bu cinayetleri işlemiş midir, eldeki kanıtlar yeterli midir?
İşin bu boyutuna çok girmek istemiyorum. Ama Stalin’in elinde bu cinayetleri ve çok daha fazlasını işleyecek yetkisi ve gücü vardı. Ve bu gücü kötüye kullandığı zaman onun yanlışını ortaya çıkaracak, onu yargılayacak bir güç Sovyetler’de yoktu. Çünkü SSCB totaliter bir diktatörlüktü. Dolasıyla bu tür düzenlerde gücü ellerinde bulunduranlar birçok kötü işe bulaşabilir, üstelik delilleri de yok edebilir, üstelik ellerindeki tek yanlı propaganda ile yaptıkları kötülüklerin ne kadar doğru olduğunu yüz binlerce defa, yıllarca ve yıllarca anlatabilir ve kendilerini haklı çıkartabilirler. Stalin tüm bunları yapacak güce ve imkânlara sahipti. Devletim tüm imkânları emrinde idi.
Şimdi 70-80 yıl önce işlenmiş cinayetlerden söz ediliyor. Cinayetlerle ilgili şöyle bir gerçek vardır: Zaman çok defa delillerin çoğunu, belki de hepsini yok eder. Eğer cinayetleri işleyen kişi bu zaman içinde serbestçe dolaşma gücüne sahipse bu delilleri yok etme imkânı daha da artar. Üstelik olayı aydınlatması beklenen kişiler 70-80 yıldır susuyorsa bunları açığa çıkartmak daha da güçleşir. (Totaliter bir ülkeden söz ettiğimiz de bu güçlük en son noktasına çıkar.)
Arşiv vb. gelince. Evet kimi zaman ne kadar gizlense de, birçok belge saklansa da, yok edilse de, çok titiz bir çalışma ile bazı önemli belgelere ulaşılabilir. Özellikle çok büyük boyutlarda cinayetler işlendiyse titiz çalışmalarla kimi belge ve delillere ulaşmak mümkün olabilir. Şimdiye kadar bu şekilde belge ve delillere ulaşılamaması böyle olaylar olmadığı anlamına da gelmez.(Totaliter ülkede deliller sürekli yok edilme tehlikesi altında olduğu için bu şüphe her zaman belleklerde haklı olarak olacaktır.)
65 NUmarali anonim
Elbette emperyalizmin eski yugoslavya cumhuriyetlerini somurgelestirmesine karsi cikiyorum her demokrat gibi. Elbette Milosevic’e karsi cikiyorum ama Milosevic’i emperyalist isgale bir bahane olarak gosterilmesine karsi cikiyorum.
Bugun Bosna Avrupa da emperyalizmin acik tek somurgesidir ve bir somurge valisi tarafindan yonetilmektedir. Goruntude meclisi ve hukumeti vardir ama somurge valisinin hukumetin kararlarini veto etme ve hatta hukumeti her an gorevden alma yetkisi vardir ve somurge valisi bu yetkileri hukumeti gorevden alma da dahil degisik zamanlarda kullanmistir.
Bosna bir fuhus merkezine donusturulmustur, bizzat somurge valiligi fuhus ticaretine bulasmis durumdadir. Binlerce bosnali kiz Avrupa nin batakhanelerinde calismaktadir. Bosna nin ve diger yugoslav cumhuriyetlerinin 1945-90 arasi tum kazanimlari bir cirpida kaybolmus, bedava egitim saglik emeklilik vb haklari tamamen kaldirilmis, bu cumhuriyetlerin hepsi birer mafya devletine donusmustur. Halkin insa ettigi tum kurum ve isletmeler yagmanalanmis el konulmustur.
Emperyalizm bunlari yapabilmek icin Milosevic’i bahane olarak gosterdi. Sen bosver stalinistleri, peki sen emperyalizmin yugoslavya ya saldirip sivil asker 200000 kisi oldurup isgal edip onu somurgelestirmesini onayliyor musun? Bence asil sorun burada.
Senin yerli mali stalinist dediklerin Cephe ya da TIKKO gibi orgutlerse bu insanlar emperyalistlerin YUgoslavyayi isgaline karsi ciktilar. Ha tabii Yugoslavya nin isgaline karsi cikiyoruz diye Milosevic’i destekledilerse elbette bu bir hatadir. Mesela Aydinlik Amerika isgaline karsi Saddam’i destekliyordu. Muptezelliktir.
Ama Turkiye de asil mesele emperyalist isgallere karsi cikarken pusulayi sasirip mesela Saddam’i ya da Milosevic’i desteklemek degildir. Elbette bu bir hatadir, Asil mesele emperyalizmin her isgalini bir bahane bulup desteklemektir. Turkiye de solda bir kesim sanki ” emperyalistler bie yeri bombalasa isgal etse biz de desteklesek” der gibi bekliyorlar. YUgoslavya koy koy sehir sehir bombalandi bunlar desteklediler, Irak orta caga donduruldu, bir milyondan fazla insan olduruldu, halkin tum kazanimlar yok edildi, buna ragmen irak isgali desteklendi, Bakiniz Suriye ye, bir suru solcu Suriye isgalini destekledi. Bahaneleri de Saddam Esad ya da Milosevic. Bir ulkenin yonetiminin fasist olmasi emperyalistlere o ulkeyi isgal etme, mallarini yagmalama, sehirlerini koylerini bombalama, kendi yonetimini atama vb izni vermez. Tayyip ERdogan gerici bir diktatordur ama yarin ABD ile papaz oldugunda ABD Basta Istanbul olmak uzere sehirleri bombalamaya baslarsa buna tum gucumle karsi cikarim. BU ERdogan’i desteklemek anlamina gelmez ama emperyalist isgale karsi cikmak anlamina gelir.
Ya peki sen YUgoslavya da Afganistan Irak ya da duger ulkelerde emperyalist isgal ve terore karsi cikiyor musun?
Dezenformasyon sensin (çıkarıldı.admin) ahmed.(çıkarıldı. admin).burada kac kisiyle kavga edip herseferinde rezil rusva oluyorsun.(çıkarıldı. admin)yalan uzerine yalan soyluyorsun.tek bir lafin gercek degil.kac kere ispatladilar.ama bakire meryem pozunda cikiyorsun.stalinin londra… (çıkarıldı. admin)
Meleklerin cinsiyeti konusunu da bir açsanız?
siz açabilirsiniz 🙂
Maletesta, Anladigim kadari ile sen de en azindan Gun’un tartismalarda akili uslu bir delil gosterememesinden rahatsizsin ama imanini kaybetmek istemiyorsun, bu sefer de niye delil yok, bulunamiyor buna gerekceler bulmaya calisiyorsun.
En buyuk gerekcen ise SSCB nin kapitalist emperyalist bir devlet oldugu totaliter oldugu, iscilerin vb nin hic bir hakki olmadigi teorileri. SSCB de parti diktatorlugu vardi ama onun disindaki soylediklerinizin hic bir temeli yoktur. 1930lar sonrasi kapitalist kampta gelistirilen bir teoridir totalitarizm teorisi. Kendileri acisindan bir mantiklari vardi, emperyalist dusunurlere gore kapitalist dunya uretim araclarinda mulkiyet ozgurlugunu tanidigi icin ozgur dunya idi ( free world) ama onun yaninda ise komunist ulkeler ise uretim araclarinda kisisel mulkiyeti yasakladiklari icin ozgur olmayan ulkeler, sosyalist ulkeler de neyin ne kadar uretilecegine vb devlet karar verir, o zaman bunlar tepeden yonetilen totaliter yonetimlerdir. Cunki bu yapi sadece uretimde degil ama hayatin her alaninda tepeden inme dusunceleri dayatir.
Bir kez bu teoriyi kabul ettikten sonra geriye kalan icini doldurmak oluyor. Ama icini nasil dolduracaksin? Aha iste Gun’un buraya tasidigi sacmaliklar bu cabanin urunu. Bu noktada senin yaptigin gibi, Gun’un getirdigi delillerin sacmaligini ustu kapali kabul etmek ama bu delilleri kabul eden kafa yapisini aynen savunmak durumuzu pek kurtarmiyor.
SSCB de ve diger ulkelerdeki olusumlar totalitarizm teorisi ile aciklanamaz. Zaten aciklanabilecek olsaydi inan bana emperyalistler bu teoriyi ispatlamak icin bir suru yalana basvurmak zorunda kalmazlar, dogrudan SSCB nin gerceklerini alir bunlari teorilerini ispatlamak icin kullanirlardi.
Ama en azindan senin yaptigin Gun’e gore bir adim ilerde bir sey, en azindan olayi teorik olarak savunmak istiyorsun. Eh biz de tartisalim o zaman.
Yazinda bir cok kavram birbirine girmis ben bunlari ayirarak tartismaya calisacagim. Diyorsun ki “Bunun yanında Sovyetler Birliği devlet kapitalist bir ülkedir, sosyalist bir ülke bile kabul edilemez. Stalin ve Lenin işçileri aynı kapitalist bir patron gibi kölece bir disiplin ile çalıştırmışlar ve işçi emeğini kapitalist patron gibi sömürmüşler ve tüm bunları da kapitalist patronlar gibi meşru kabul etmişler, işçilerin öz yönetim vb. haklarını hiçe saymışlardır.”
Ama SSCB yikilirken en cok sikayet sovyet iscilerinin calismadigi uzerine idi, sense simdi sovyet iscilerinin kolce calistirildiklarini iddia ediyorsun, hangisi dogru? Dogrusu sudur: sovyet iscisi her zaman batili iscilere gore daha az ve daha iyi kosullarda calismistir. Bu yuzden eski sovyet cumhuriyetlerinde yasayan emekcilerde giderek artan eskiye ozlemi gorebilirsiniz. Ukrayna da Maidan da bile orada yazan bazi arkadaslar, bu forumda da asilan bazi bloglari bahsediyorum Ukrayna da eger emekci iseniz gecmise sovyet donemine olan ozlemin cok fazla oldugunu soyluyorlardi ama eger biraz tuzunuz kuru ise iyi maasli bir iste calisiyorsaniz baska ulkeri gezecek maddi imkaniniz varsa o zaman da sovyet gecmisinden hoslanmiyorsunuz diye yaziyorlardi. Bunu hemen tum ulkelerde gozleyebilirsiniz. Alman Sol partinin en guclu oldugu yer Dogu Almanya topraklaridir. Rusya da Stalin’in populeritesinden bahsetmiyorum bile.
Iscilerin SSCB de tipki kapitalist patronlarin yaptigi gibi somuruldukleri, hic bir haklarinin olmadigi vb aciklanmaya muhtactir. Gerceklikle hic bir alakasi yoktur.
1917 de devrimin hemen ertesinde tum fabrikalar fabrika komiteleri tarafindan yonetilmeye baslanmisdi, bir kac ay suresince fabrika komiteleri ve sovyetleri fabrika yonetimlerinde soz sahibi tek kesimdi. Ama bu uzun surmedi. Bir sure sonra fabrika komiteleri merkezilestirildi.
Sovyetler iktidari aldiginda daha 1917 subatinda aslinda ulkedeki en onemli iktidar kaynagi sovyetlerdi, ulkeyi yonetme becerisi gosteremedi ( bu mumkun degildir zaten ama baska bir tartisma konusu) ve iktidari burjuva partilere verdi. Lenin ikili iktidar tezini o zaman yapar, yani aslinda silahli guc isci ve asker sovyetlerinde ama hukumet ve ordu yonetimi burjuvazide. Isci asker sovyetleri burjuva hukumetin ve daha sonra gelen solcu Kerenski hukumetinin kendi taleplerini yerine getirmedigini gorunce iktidari bolseviklerle sol sosyalist devrimciler koalisyonuna verdi. Ekim Devrimi denen sey tam da budur. Sovyetlerin yetkiyi artik kendisini yok etmeye calisan Kerenski hukumetinden almasi ve bu goreve talep olan ve surekli bu talebi gundeme getiren bolseviklere vermesi. Ekim devriminin baslangicta gorece barisci olmasinin nedeni budur.
Bolsevikler hizla ve orgutlu bir bicimde isci asker sovyetlerinin taleplerini hayata gecirmeye calisti, bu arada eski yonetici siniflar ve emperyalist ulkeler ulkeyi ic savasa suruklediler, bolsevikler ic savasta emperyalistlere ve beyazlara karsi direnisi orgutlediler. Bilincli ve orgutlu olduklari icin sonucta bu mucadelelerden zorlukla ama basariyla ciktilar.
Sovyet devrimindeki burokratlasmanin anlasilabilmesi icin yukarida ki iki noktanin iyi anlasilmasi gerekir. Birinci nokta devrimi yapan halkin komiteleri olan sovyetler kendisi dogrudan ulkeyi, fabrikalari, uretimi ya da emperyalistlere ve beyazlara karsi direnisi orgutleme yeteneginde degildi, bunun icin baska bir guce, bu konuda daha orgutlu ve bilincli bir kesime ihtiyac duymaktadir. Bolsevikler bu boslugu doldurmusdu. Bu durum zaten Paris komununden de biliniyordu. Paris komununde de emekciler iktidari ele almis ama yonetemedikleri icin iki ay gibi bir surede yenilmisler ve katledilmislerdi. Sovyet iscileri paris iscilerinin dustugu hatayi yinelemedi.
Ama ikinci olay bence SSCB nin sonunda kapitalizme geri donmesinin asil sebebi budur. Sovyetler, yani emekcilerin komiteler seklinde orgutlenmesinin ifadesi olan sovyetler ile onun yonetmek icin iktidara getirdigi parti arasinda ki celiski hizla parti lehine cozuldu ve bir sure sonra parti diktatorlugu olustu. Parti diktatorlugu pratik olarak ulkeyi yoneten burokrasinin diktatorlugu idi ve bu kesim sovyetlerin tum direnisini tamamen yok edince kapitalizme gectiler.
Ama bu sizin iddia ettiginiz gibi o kadar kolay olmadi. Sovyetler ve parti arasindaki guc degisimi uzun yillar suren ve donem donem korkunc siddetli boyutlar alan bir surec sonucu gerceklesti. Donem oldu sovyetlerin yetkileri tamamen budandi, donem oldu burokrasiden idam edilmedik kalmadi. Bu savasta taraflar kendilerini burokrasi ve parti icinde olusan cesitli hizip vb orgutlenen yapilar ile temsil edildiler. Ozellikle 1930lar sonunda siddetlenen parti ici mucadelenin bu kadar kanli olmasinin sebebi iscilerin ve sovyetlerin devreye girmesidir.
Parti icinde ki bazi hiziplerin koku daha devrim oncesine gider mesela Zinoview grubunun ya da Trocki grubunun oldugu gibi. Ama bazilari dogrudan ic savas kosullarinda olusmustur ve hemen hepsi de bir sure sonra ulkedeki siniflar mucadelesinin farkli bilesenlerini temsil eder onlarin cikarlarini savunur duruma gelmislerdir. Lenin bu durumun daha basinda farkinda idi ve ” vasiyatnamesi” olarak bilinen yazida ( aslinda vasiyatname degildir sadece bir degerlendirme yazisidir) parti icinde bolunme tehlikesinin sinifsal temelleri oldugu soyler. Yine bu bolunme de taraflarin liderligini Trocki ve Stalin’in olacagi ongorusunde bulunur. Bu bos bir ongoru degildir cunki daha ic savas sirasinda devrim safindaki siniflar katmanlar kendilerini parti icindeki hizipler yolu ile ifade etmeye baslamislardi. Ic savasta beyazlar yenilince eskiden burjuva ya da feodal sinif ve partileri desteklemis olan burokraside yazin sanat alaninda bir cok aydin parti ici hizipleri desteklemeye basladilar.
Iste tum bu hizipler ici mucadele 1930larin ikinci yarisinda bir ic savasa donustu, aslinda benzer ic savaslar Kampbocya’ dan Cin’e her tarafta yasandi ama bazi yerlerde mesela Kuba Kuzey Kore vb gorece daha az siddetli olurken bu SSCB de oldukca siddetli bir hal aldi. BU catismadan digerlerine gore gorece daha az guclu olan Stalin grubu sovyetlerin ve iscilerin destegi ile gorunuste zaferle cikmistir ama bu zaferin altinda Stalin grubunun burokraside ki diger gruplara verdigi onemli tavizler vardir, Bu yuzden Stalin grubu iktidarini diger gruplarla paylasmak zorunda kalmistir. Benim anladigim Stalin grubu o zaman ki gruplarin icinde en kucuk olanlarindan, mesele Eikhe grubu vb cok guclu ama Stalin grubu bazi gruplarla verdigi tavizlerle ittifak kurmus, sonunda Yezhov Eikhe grubu basta olmak uzere bir cok grubu tasfiye etmistir.
Stalin grubu bu donemden sonra iktidarini diger gruplarla paylasmak zorunda kalmistir. Stalin’in ozellikle isciler ve koyluler arasindaki prestiji sagliginda kendisini ve grubunu burokrasi karsisinda korumustur ama grubu hic bir zaman tek basina iktidarini kuracak gucte degildi ve hatta burokrasi donem donem kendi adamlarini yok ettiginde buna mudahele bile edememistir. Mesela Kruschev savas sonrasi Leningrad davasinda yargilanip idam edilen bir kac MK ve Politburo uyesi icin Stalin’in kurtarmasina izin verilmeden Beria ve Malenkov tarafindan idam edildigini belirtmektedir. ( Gerci Kruschev’e guvenmek iyi degil adam her yerde farkli turku soyluyor. Bir baska yerde de bu adamlarin idamina Stalin’in karar verdigini soyluyor. Yalniz baska kaynaklarda Stalin’in bu idamlara karsi lduklarini soyluyor)
Bu durum burokrasi ici catismalarin siddeti daha az olsa da devam ettigini gosterir. Bu catismalar 1960lara kadar devam etmis, Stalin olumu ile koruma gucunu yitiren Stalin grubunun tamami ile tasfiyesi ile sonuclanmistir.
Sonucta iktidar gucunu iyice elinde bulundurduguna inanan KP yonetimi hep beraber kapitalizme gecme karari almistir. Ama yine de sovyet halkinin elindeki haklarin alinmasina kolayca riza gostermeyeceginde korkarak emperyalist ulkelerden yardim istediler. BU yardimin ucreti olarak ise emperyalistler Rusya yi dogrudan somurgelestirdiler, tum malvarliklarina bazen bedava emperyalistler tarafindan el konuldu, sosyalizm zamaninda universiteye kadar okutulmus kizlar yasayabilmek icin seks isciligi yapar duruma geldiler. Madenleri petrolleri batili emperyalist tekellere peskes cekildi. Tarimsal topraklari batili tarim tekelerine bedavaya verildi. Bunlar kapitalizme gecmek icin emperyalistlere verilen destegin sonucu idi.
Ahmet, seninle bu tartışma vakit kaybı…
Bir şeyden rahatsız olduğum da yok.
Stalin, Lenin vb. kurduğu, devlet kapitalisti düzenin aslında birçok yanlış iş yaptığına en ufak bir şüphe bile duymuyorum.
En başında devlet kapitalisti bir düzenin savunulacak bir tarafı yok. demek istediğim bu. Bunları savunanlar da benim gözünde emperyalist ABD vb. yalanlarını savunmaktan farklı değildir. İkisi de kapitalisttir, ikisi de emperyalisttir. Bu kadar net…
Pardon bir düzeltme yapayım:
Elbette kapitalist ve emperyalist tüm düzenlerden rahatsız oluyorum. Totaliter devlet düzeni de dahil.
Ahmet diyor ki Sovyet o kadar iyi işliyordu ki, işçiler şimdi pişman.
Kapitalist patron gibi her şeyi paraya indirgeyen Ahmet’e göre öyle. Kim parayı çok veriyorsa onu savunalım.
Belki Vahabi rejimi Suudi Arabistan’da kendi vatandaşına iyi ücret verse onu da savunmak gerekecek.
Amerikalı işçiler de ortalama olarak belki en fazla kazanan oldukları için bu mantıkla onları da savunalım…
Şimdi İsveç’te, Almanya’da vb. birçok ülkede bir işçinin durumunu alalım. Adamlar işsizlik parası bile alıyor, ücret iyi. Bu kapitalist ülkeleri de savunalım istersen.
Ne diyorum Sovyetler emperyalist ülke. Sömürücü ülke. Kendi işçisine iyi para verebilir. Tıpkı ABD’nin emperyalist ve sömürücü olması gibi…
O yüzden boşuna demiyoruz devlet kapitalisti diye…
Biz her şeyi paraya, ücrete indirgemiyoruz. Özgürlük ve öz yönetim en önemli ilkelerden biri.
Sovyetler totaliter bir ülkedir, emperyalisttir. Aynı zamanda totaliter bir diktatörlüktür. ABD ve diğer emperyalistler öyle dediği için değil bizzat öyle olduğu için öyledir.
Bu arada çalışma koşullarının da iyi olduğundan söz etmiş. Bunları ne göre yazmış bilmiyorum.
Bunlar da doğru bile olsa yine devlet kapitalisti savunulamaz.
Çünkü orada işçinin yönetime katılma vb. hakkı yoktur.
Bugün verilen haklar kolayca yarın alınabilir. Ve işçi sınıfı bu durumda bir şey yapamaz, seyreder. Nitekim SSCB’de öyle olmuştur.
SSCB kapitalist devlet oldu tümüyle, yasal anlamda da, işçi sınıfı ise seyretti. Çünkü işçi sınıfına verilen haklar onu sadece seyirci kılıyordu.
Ahmet hocayla tartismanin zorlugu onunla Stalingraddaki gibifare savasina girmektir..
Sonu Gelmez olaylari sonu gelmez tartismalari..
Ucakla teesini bombalaymazsak Tarihi Gün-Ahmet savasinin sonunu geiremeyiz..
Stalini sevebilirsiniz,hitleri,musolini vb..
Stalin heseyden önce bir sistemdi.. Bir partinin,bir kisinin bir ülkeyi hakimeyetidir.. Ein Reich ein Partei ein Führer..
Ne kadar benzer degilmi?
Tüm köülükleri,cinayetleride Vatan icin,halk icin,dava icin yapmalariydi..
Bunun icin kendi yoldasini,kardesini ,babasini hatta kendini kesmeliydi!!!
Benzemenin en kötüsü ise fakli düsünenlerin düsman yada hain,hasta olarak davranilmasi..
Bunlarin cok benzedigi yerler..
Nazi,musolinide hic olmassa seyahat özgürlügü vardi ekonomik olusum gelisime engel degildi..
Leninden sonra sahsiye olarak gördügüm brejnew halkimiz calisiyor gibi yapiyor bizde birseyler veriyormusuz gibi yapiyoruz.. diye Sosyalist ülkelerin ekonomik durumunu özetliyordu..
Kendine sosyalizm diyen tüm ülkelerde ekonomi bir felctir.. Para diye bir sey olmadigindan toplumsal adalet diye bir sey sözkonusu degildi..
Sefil bir yasamdi.. 38 berlinde naziler alay etmek icin SSCB deki yasami gösteren fuar acmislardi..
Böyle yoldas yoldasi kestigi,kendinden farkli düsünenlerin yasam hakki olmadigi bir sistemde iyi olarak ne arayabilirsin.?
Surada bile tartisirken kendimizi ele veriyoruz..
Stalin bir kisi degil düsünce sistemdir.. Onun altinda yatan kökleri leninlere,markslara kadar uzanan uzun,genis bir konudur..
Stalin sistemini bati sistemiyle kiyaslanmaz .. Batida bin yillik kültürel gelismesiyle olusmus iyi yanlarindan kopmus Dünyanin en büyük sekt e dönüsmüs bir sosyalizm kültürünün sonuclaridir..
Stalin Sosyalizmin sorunlarindan bile habersiz zavallinin biriydi..
Ahme hocamiz ise hic birinden..
Yahu su Ahmet’e bir seyler yazacagim ama daha once de defalarca oldugu gibi kendi sahte delillerini mutlak dogru gibi gosterip, bizim apacik gercek delillerimizi sahte suclamalar, yalandan deliller ve uydurma hikayelerle karalayacak. Daha once de her sikistiginda sessiz kalarak kacismisti. Su 5 durust insan sorusu vardi mesela. Trocki’nin katilinin Roman Mercader olmadigini da iddia etmisti. Katin katliaminin olmadigini da iddia etmisti, sonra da varsa bile Stalin’in alakasi yok konumuna dusmustu. Entellektuel durustluk yerine Hitlervari inkar yontemini kullaniyor zaten. Ustelik hakaret edip duruyor. “Kayis koptu” en gozde hakareti mesela.
Adam gercekten yenildigini anlamiyor. Elde hic bir delil yok, yalnizca karsi tarafin delillerini yipratmak uzerine sayfalarca yazi yazacak zamana sahip ve bu zamani bu tip deli sacmasi fikirlere harciyor. O sebeple calisan insanlar olarak bu zirvalari okumak zorunda degiliz. Birileri bu adami ignore edelim demisti. Aynen katiliyorum. Arada ornekleme yapariz, duzelmisse muhatap aliriz. Yoksa zamanimizi yiyip duruyor. Bos veriyorum bu arkadasi. Yazsin dursun.
Wikipedia Dünya sosyalizminin güzel bir örnegidir..
Para amacli yapmiyor.Istese reklamlar yaparak milyarlari götürebilir Facebook,youtube gibi..
Harcamalarinida gönüllü olarak kullanicilardan yil sonunda bagislarla saglaniyor.. Gun Zilenin siteside örnek alabilir bunu..
Bir sosyalisin aklina gemez böyle dünya capinda yenilikler..
Kimlermi kurdu? kim olacak gene yahudi cocugu iste!!
benim pek masrafım yok. Güzel bir örnek olduğuna katılıyorum. Stalinistler, Politbürosu olmayan her kuruluşa karşıdırlar.
Maletesta,
Tartismak istemedigini soyluyorsun ama kendini de tutamiyorsun, iste rahatsiz oluyorsun dedigim bu.
IKide bir suphen olmadigini belirtip iman tazeliyorsun ama bu tur sorunlar iman tazeleme ile cozulmez, eger kafandaki teorik cerceve sakatsa sen ne kadar iman tazelersen tazele sonunda cuvallarsin.
Tartismam deyip deyip yaziyorsun ama yazdigin her seyde yanlis kulaktan duyma seyler. Sen yine tartisma da ama bir dusun, sen neye gore SSCB de iscilerin yonetime katilma hakki olmadigini soyluyorsun? Bir zamanlar birisi de ( bu forumlarda degil) matah bir sey soyluyormus gibi SSCB de Stalin zamaninda grev hakki yoktu, grev yapan iscileri kursuna diziyorlar demisti.
Kim demişse doğru söylemiş. Yalnız yanlış olan bir şey var. Stalin devrinde işçilerin hiçbir şekilde greve çıkma koşulları olmadığından (gizli polis her an enselerindeydi) kurşuna dizilmelerine de gerek kalmıyordu.
Yusuf Cemal,
Kayis koptu sozumu hakaret olarak almana uzuldum, ben onu bir durumu ifade etmek icin kullaniyorum. Kayis kopan insanda algi boslugu meydana gelir, gozler bos bos bakar, ondan sonra ne yazsa ne etse artik herseyi mazur gorulur.
Mesela Gun tuttu, nazi kamplarinda mahkumlara ozyonetimler kurdurdu, bir de stalinistleri bu ozyonetimleri kullanarak ( burada bahsettigi insanlari gaz odalarina gnderme yetkisi bulunan blok sorumlulari) blok sorumluluklarini kazandiklarini iddia etti , simdi ben bu durumu betimlemek icin Kayis Koptu terimini kullaniyorum, artik ne dese yeridir anlaminda, hersey mazurdur bu noktadan sonra.
Seni de mazur goruyorum.
Ignoring…
Ahmet soruyor:
“Sen yine tartisma da ama bir dusun, sen neye gore SSCB de iscilerin yonetime katilma hakki olmadigini soyluyorsun”
Aslında bu soru tersinden de sorulabilir: Neden Stalin ve Sovyet döneminde insanların özgür olduğuna, işçilerin öz yönetim içinde davrandığına, gelişmiş bir demokrasi olduğuna, insanların özgürce düşünebildiğine inanalım?
Örneğin hep aklıma takılır Sovyetler, Stalin zamanında anarşistler Stalin’i nasıl eleştirdi, hoş Stalin anarşizmi eleştiren kitap filan yazmıştı ya, anarşistlerin buna yanıtı ne oldu, anarşistlere, onların örgütlenmelerine ne oldu, nasıl çalışmalar yaptı diye…
Nedense Stalin döneminde Sovyetlerde yaşamış, Stalin’i eleştirebilmiş pek bir anarşist aklıma gelmiyor. Varsa düzeltebilirsin.
Ya da o dönemde Stalin zamanındaki gazetelerde, Stalin’i de eleştiren, anarşizm vb. düşünceleri de savunan yayınlar var mı, onlar halka ulaşabiliyor muydu, serbestçe dağılabiliyor muydu,bunları gösterebilir misin?
Şimdi neden bunu soruyorum? Kronstadt vb. yerlerde yaşananlardan sonra senin söylediklerinden ziyade Stalin ve Lenin’in baskıcı, despot ve diktatör olduklarını, başkalarının konuşma ve özgürlük haklarına zerre kadar saygı göstermediklerini düşünüyorum. Emma Goldman vb. birçok anarşist de benzer şeyleri söyler.
Kayis kopmasi motorlarlarda en önemli güc aktarmasini yaratir. Kayis koptugunda Motor bosa Döner.. Y.Cemal beyin
arabasi yokmus..yazik.Mecazi anlamda kötü bir ifade degil..
sscb’de ve uydu devletlerinde grev yasaktı. greve giden işçiler kurşuna diziliyorlardı.
http://www.gunzileli.com/2014/03/28/mustafa-yilmaznovocerkasski-sarsan-iki-gun/comment-page-1/#comment-27381
Ya bu gaz odalarinda öldürme olayi öyle aciktan,herkesin bildigi,gördügü bir olay degildi..
Bunu Naziler son derece gizli,sesiz,sinsi bicimde yapiyorlardi.. Örnegin Hollanda yahudi komiteleri eichman istegi üzerine 1000-3000 yahudi Auschwiz icin yollaniyordu..
Kimse Auschwizin ne oldugunu bilemiyordu.. Rote kreuz bile incelemeelrde bulunuyor 42 de herseyin normal oldugunu tespit ediyordu.. Elbete haberler siziyordu,süpheler vardi ama tam bilinemiyordu..
Ruslar auschwize 45in basinda geldiginde kampin ne oldugunu 2 gün anlayamamislar. Komutanlari gelip önce bir ucakla bir filmini cektirmis.. O gördügünüz tarihi film..
Toplama kampi- Calisma kampi,ölüm kampi diye ayrilir..
Nazilerin en igrenc yönüde burdaydi ölüme yollarken dusa,ve saglik icin milleti soyuyorlardi..
Bu gaz i 41 de ilk önce Akil hastalarinda deneniyor. sonra Rus esirlerinde..
Kamp komutanin Höss ün yazdigi gibi.Nihayet gürültüsüz,patirsiziz Temiz bir öldürme ..
44 ün ekiminden sonra öldürme olayi ruslarin gelmesinin kesin gözüyle bakildigindan durdurmuslar. Öldürme yerlerinin bacalarini yok Edip iz birakmamak icin bu sefer ölüm yürüsüne maruz birakarak kamplardan milleti cekmislerdi.. Bu uygulamayi tüm diger kamplardada ayni ayni olacakti.. Ilk gören,hata mahalleli alman halki bile soke oluyordu.. Sonradan tabi hersey ortaya cok acik bir bicimde cikacakti.. Ölüler sahitti,Gaz odalarinin techizati,gaz tüplerinin varligi, yapanlarin acikca itiraflari..vs..
Üzücü olan ruslar kahramanlik yapiyorlar ama bu yahudi katliami üzerine sanki kendilerini ilgilendirmeyen konu olarak görmesi.. Stalinler icin önemli bir olay degildi..
Onlari dertleri baskaydi….
Rote kreuz ziyareti 43 olacakti..düzeltilir..
Davut, sanirim sen de bilmeden konusuyorsun, Sovyet ulkesinde 1920ler ve 1930lar da degisik sebeblerle ( ucret, yonetime katilma, is guvenli vb) yogun isci eylemleri ve grevleri vardir. O donem burokrasi ( parti ve devlet burokrasisi) ile isciler arasinda ki celiskilerin giderek siddetlendigi ve bunun da grevlere vb lere ve daha siddetli catismalara yol actigi bir donemdir. Bu konuda Thurston basta olmak uzere Wendy Goldman vb digerlerinin doneme iliskin 91 sonrasi acilan arsivlere dayanarak yazilmis kitaplarina bakabilirsin.
Yeni bir tarihciler kusagi 1930 larin sonundaki firtinayi en cok etkileyen seylerden birinin de o donemde oldukca yaygin olan iscilerin eylemlilikleri oldugunu belirtiyorlar. Oyleki bazi arastirmacilar 1938 deki tutuklama ve idamlarin hem yukaridan ( burokrasiden) hem de asagidan yani sovyetlerden sendikalardan vb) bu kadar siddetli olma sebebini buna bagliyorlar.
Zaten catisma sadece burokrasi ici bir catisma olarak kalsaydi, bu kadar sddetli olmasi mumkun degildi. Aslinda bu durumu Totaliterizm tarihcileri de kabul derler ama onlar ( Gun de dahil) iscilerin ( onlar grevler kismini atlarlar hic deginmezler, gosteri vb derler) Stalin’in emri uzerine bu eylemleri yaptigini iddia ederler.
Totaliteistlere de hic yaranilmiyor. Isciler eylem yapmasa bak yapamiyor diyecekler yapinca da devlet emretti o yuzden yapiyor oluyor.
yalnızca anarşistlerin değil, hiç kimsenin söz özgürlüğü yoktu.
Gun oyunu kulandinmi? kulandiysan kime verdin? eeee neolacak simdi?
http://bestanuce1.com/video/video.php?videoid=3059&=ezidiyen-ji-aliye-ypg-e-ve-hatin-rizgarkirin-berfin-hezil
ben oy kullanamıyorum. vatandaş değilim.
85 numarali Anonim’e
1960lardaki katliam aslinda Kruscev yonetimi ile stalin yonetimi arasinda ki temel politika farklarindan birisini gosterir. 1920 lerde ve 30larda SSCB de ki isci grevlerine iliskin iki onemli calisma var. Aslinda daha da vardir ama benim okuduklarim iki tane, Birisi Kevin Murphy”nin Revolotuion ve Counter Revolotion asli calismasi digeri ise, Wendy Goldman”in Terror and Demokracy IN Stalinist Russia adli calismalari. Birinci yazar trockist diye bilinir, ikincisi ise anti komunist. Ozellikle Goldman bize 1930larda isci eylem ve grevlerinin oldukca yaygin oldugunu, bu grevlerin en onemli sebeblerinin ucret, calisma kosullari, is kazalari vb seyler oldugunu, ama o donemde iscilere karsi birakin herhangi siddet kullanilmasini, tam aksine parti merkezinin parti ve endustri burokratlarina karsi surekli olarak iscileri destekledigini anlatir. Dogal olarak bu donemde iscilerin genel olarak calisma ve gelir kosullari hizla duzelmeye baslamistir.
Revizyonist olarak adlandirilan tarihciler 1937 tasfiyelerinin en onemli sebeblerinden birisinin 1930larin ilk yarisina damgasini vuran isci eylemleri ve grevleri oldugunu vurgularlar. Burokrasi tasfiyelerinin arkasindaki en onemli gucun asagidan gelen bu dalganin oldugunu hemen tum revisyonist arastirmacilar belirtir.
1930larda birakin Novocherkassk tarzi katliamlari grevlerden dolayi tutuklamalar bile olmaz. Grevlerin buyuk cogunlugunda iscilerin istekleri kabul edilir.
Aslinda ayni politika degisikligi yalnizca iscilere ve isci eylemlerine karsi alinan tutumda degil ama cezaevi kolonilerinde de gorulur. 1953 ten itibaren bir dizi isyan gulaglari sarar. Aslinda Gulaglarda isyan yeni degildir daha once de ornegin Kolyma ve Vorkuta da daha once de isyanlar olmmusken ve bu isyanlar kansiz bitmisken 1954 yilinda Vorkuta ve Kengir eylemleri yuzlerce mahkumun olduruldugu katliamlarla biter.
Kengir ayaklanmasindaki eylemcilerin talepleri bize nicin bu isyanlarin basladigi konusunda bilgi de verir. Mahkumlari doven ve olduren gardiyanlarin gorevden alinmasi, sekiz saatlik isgucunun yeniden getirilmesi, ucretlerin ozgur iscilerin ucretleri ile ayni duzeye yukseltilmesi, Kadin ve erkek mahkum yatakhaneleri arasindaki duvarlarin kaldirilmasi, mahkumlarin aksamlari yatakhanelerine kilitlenmesi uygulamasinin sona erdirilmesi vb. Mahkum grevleri, isci grevleri gibi giderek kotulesen yasam kosullarina karsi bir tepki olarak dogmus durumda. Steve A Barnes bati cezaevlerinde mesela Ingiltere ve ABd de su an bile hayal edilemeyecek bu taleplerin o zaman gulaglar icin asiri olmadigini belirtiyor. (the crash of the Gulag)
Bu durum niye su an SSCB de Kruscev”i bazi parti burokratlari disinda kimse hayirla anmazken, birakin Rusya yi Ukrayna da bile bu kadar cok Stalin heykeli ve destekcisi bulundugunu acikliyor sanirim.
Maletesta,
“”Neden Stalin ve Sovyet döneminde insanların özgür olduğuna, işçilerin öz yönetim içinde davrandığına, gelişmiş bir demokrasi olduğuna, insanların özgürce düşünebildiğine inanalım?”” diye soruyorsun, inanmayacaksin zaten. Turkiye solunun tum sorunu bir seylere inanmasi. Eger bu konuya bir ilgin varsa okuyacaksin, arastiracaksin sonra bir fikir edineceksin. Ben boyle yapiyorum tavsiye ederim sende aynisini yap.
Benim okudugum kaynaklar ( ki yukarida ki tarismalarda bu yazalarlardan ikisini ornek verdim ama bu konuda cok fazla kaynak vardir, 1920 lerde ve 30larda iscilerin eylemliliklerinin ( gosteri, grev vb seklinde) oldukca fazla oldugunu, ve bu eylemlerin yonunun fabrika yonetimleri, yerel parti komiteleri, yerel yoneticiler vb oldugunu gosteriyor. Ancak bu eylemlere 1950 lerin sonuna kadar polisiye bir mudahele yok. Bu gosteriler grevler hepsi kayitlara gecmis ama eylemlere katilan iscilerin cogu zaman sadece gorusleri, istekleri kayitlara gecilmis, isim adres vb ayrintilar bir cok kez kayda gecirilmemis.
Komunist partisi yoneticileri bu konuda farkli tavirlar aliyorlar, Mesela Tomsky gibi sendikacilar ( Tomsky Radek mahkemeleri baslamadan once ait oldugu komunist partisi toplantisinda kendisine iliskin bir cok suclamayi kabul etmis ama daha tutuklanmadan intihar etmisti. ) Iscilerin iscilik yapmasi gerektigini, ama fabrika ve isletmeleri mudurlerin yonetmelerini savunurken kaganovic gibi bazi eski bolsevikler fabrika yonetimlerinde isci komitelerinin yetkilerinin artilrilmasini savunmuslardir. Tomsky hakkinda arsivlere dayali sagci bir arastirmacinin bu konudaki calismasi baya onemli bilgiler ve belgeler iceriyor. ( http://www.ucis.pitt.edu/nceeer/1996-809-09-Wynn.pdf)
Maletesta Ikinci soruna gelirsek:
Anarsistlerin sovyet devrimine karsi tavirlari, bolseviklerin ise anarsistlere karsi tavirlari hakkinda Emma Goldman ve Alexendre Bergman’in o donemki anilarina bakabilirsin. Bu anilar oldukca tarafli bir gozle yazilmislardir ama ( dusunsenize Emma Goldman sirf okumus yazmis olduklari icin insanlarin bolsevikler tarafindan tutuklandigini bile yazar) o doneme iliksin bir cok iilginc gozlem vardir.
Onlarin anilarini temel alirsak ( tartismamiz acisindan bunun sakincasini gormuyorum, cunki onlarin verdikleri bilgiler diger ani yazari ya da arastirmacilar tarafindan da uc asagi bes yukari dogrulanir.
1- Anarsistler bolsevik devrimine tavir konusunda ana olarak ikiye bolunmuslerdir. Bazilari devrimi desteklemisler bazilari ise Goldman ve Bergman gibi karsisina gecmislerdir.
2- Bolsevikler devrime karsi silahli mucadeleye girismedikce anarssistlere karsi bir tavra girmemisler, onlarin bir cok goreve gelmesini desteklemislerdir. Hatta Lenin kendisine karsi muhalif olduklarini bildigi halde Bergman’a tercuman olarak muze kurucusu olarak, iscilere ev organizatoru olarak vb gorevlere gelmesini desteklemistir. Zaten Lenin Bergman’a da bu politikalarini soyler.
3- Bolsevikleri destekleyen anarsistler ( bergman ve Goldman bunlarin bazilarinin isimlerini verir) bolsevik hukumette kizil orduda ekonomi burokrasisinda onemli roller ustlenirler. Bazilari 1930lar burokrasi arasi catismada tasfie edilirler ( bazilari isten atilir, bazilari tutuklanir cezaevinde kalir bazilari ise idam edilirler)
3- Bu durum sadece anarsister icin degil ama tum muhalif gruplar icin gecerlidir. ( menseviklerden trockistlere sosyalist devrimcilerden hatta kadet parti uyelerine kadar). Bolsevikler kendilerine karsi silahli mucadeleye girismedigi surece diger politik yapilarin siyasi propaganda yapmasina itiraz etmemistir, oyleki hatta kendilerine karsi silahli mucadele veren mesela sosyalist devrimciler silahli mucadeleyi birakir birakmaz dergi cikarma vb siyasi haklarina hemen kavusmuslar ama daha sonra yine silahli mucadeleye baslayinca bu haklari ellerinden yeniden alinmistir. Bahsettigimiz sibirya boyunca binlerce bolsevik isci ve koyluyu yol kenarinda agaclara asan sosyalist devrimci hukumetinden bahsediyoruz.
4- Yine tum muhalif gruplardan insanlar sovyet devrimine silahli mucadele vermedigi surece gunluk yasamlarina devam etmislerdir. Ancak ic savas sonrasi diger gruplarin siyasi faaliyet gostermeleri giderek kisitlanmistir. Ic savas sonrasi bir baska gelisme ise parti ici hiziplerin yasaklanmasidir. Ancak parti ici hizip olmamasi sarti ile her turlu gorus savunulabiliyordu.
5- Farkli siyasetlerden olan bu kisilerin bazilari bolseviklesmis bolsevik partisine katilmislardir. Bazilari ise partiye katilmamistir.
6- Stalin yonetiminde eskiden mensevik sosyalist devrimci anarsist vb bir cok insan vardir. Bunlara bu gercekler bilindigi halde hic bir sey yapilmamistir. Bunlarin en unlusu Kruschev’dir. Kruschev kendisi de kabul eder bir trockisttir ve parti politikalarina aykiri olarak 1924 de Trocki hizbine de katilmistir. Ama bunu acikca partiye aciklar, Stalin de onu partide digerlerine karsi savunur. Stalin’in savunma gerekcesi o doneme iliskin onemlidir. Gecmiste trockist olmak bir suc degildir.
Bu konuda diger onemli ornekler, mesela Kollontai gecmiste mensevik daha sonra parti icinde Tomsky nin basi cektigi isci muhalefetinin onderlerinden) Mehklis ( mensevik idi KP icinde ozellikle ikinci dunya savasinin onemli komutanlarindandi) Planlamayi kurmus olan Lara Bukharin’in babasi , su an ismini hatirlayamadim, keza Vhysinsky ( Moskova mahkemelerinin unlu savcisi, eskiden bir mensevikti, hatta devrim oncesi Lenin’in tutuklama kararini cikaran hukukculardan birisidir).
Bolsevikler teorik olarak parti diktatorlugunu degil ama sovyet diktatorlugunu savundular. Aslinda parti icinde bazi kesimler bastan parti diktatorlugunu savunan yazi vb kaleme aliyorlardi ama Lenin ve Stalin bu kesim icinde olmadi hic bir zaman. O yuzden kurduklari devletin adi sovyet devleti idi, iktidarin tek kaynagi onlara gore sovyetlerdi. KP ise sadece oncu bir rol ustlenebilirdi onlara gore ve sovyet iktidarinda halk saflarinda olduktan sonra tum siyasi hareketlere yer vardi. Bu noktada devrimden sonra birakin herhangi sol bir hareketi kapitalizmi savunmalarina ragmen kadetler bile kismen ozgurduler.
Ancak bazi diger sol hareketler hem de beyazlarla birleserek devrime saldirmayi tercih ettiler. Ic savasi baslatan ilk kivilcim Sosyalist devrimciler tarafindan atildi. Herkes bilir o donemde Wrangel ordusu sibirya da sovyetleri olduruyor yakip yikiyordu, bu ordu sosyalist devrimci hukumete bagli idi ama daha sonra Wrangel bir darbe ile bunlari kovunca bunlar Moskova ya kizil orduya sigindilar. Bolsevikler silahli eylem yapmama sozu karsiliginda tum cinayetlerine ragmen bunlara dokunmadilar, siyasi faaliyetlerine izin verdiler. Ayni sey anarsistler icinde gecerlidr. Bazi anarsistler sovyet devletini desteklerken bazilari bir savas agasi olan Makhno ceveresinde toplandilar. Makhno yahudi pogrromlari toplu tecavuzler duzenleyen bir savas agasiydi, oyleki Berg ve Goldman bolgeye gittiklerinde anilarinda Ukrayna yahudilerinin bolsevikler disinda herkesin kendilerini katlettigini soylediklerini yazarlar. Tabii bu makhno ordusunun da katlettigi anlamina gelir ama Berg ve Goldman bunu acikca ifade edemezler. Dogal olarak kendilerine karsi savasan kesimleri bolsevikler hizla yasadisi ilan etmis ve onlara karsi dovusmuslerdir.
BU ise daha sonra KP disinda tum partilere karsi bir hosgorusuzluk ortami olusmasina yol acmistir. Cunki bir cok bolsevik acisindan kadetler beyazlarla, sosyalist devrimciler Wrangel vb katlaimci ordularla anarsistler Makhno gibi savas agalari ile anilmaktadir.
Yine de 1936 da Stalin ve cevresi yeni bir anayasa getirmek istemislerdir, bu anayasaya gore tum sovyet secimleri demokratik olucak, devrim aninin ozelliklerini tasiyan acik oy ilkesi kaldirilacak ( o zamanlar herkes toplantilarda elini kaldirararak oyunu veriyordu) yerine gizli oy acik sayim ilkesi getirilecekti. Keza devrim sirasinda ellerinden oy hakki alinan eski burjuvalar, beyaz subaylar, kilise gorevlileri, eski toprak sahiplerinin aileleri vb kesimlerde hem secme hem de secilme hakkina sahip olucaklardi.
Herhangi bir secim bolgesine isteyen istedigi kadar aday gosterebilecekti. BU acikca ki KP nin iktidar tekelinin yok olmasi demekti. Zaten o donemde ki bir cok arastirmaci bu anayasa ve 1938 deki onemli KP yoneticilerinin ( yezhov ve KP sekreterlerinin de icinde oldugu) tasfiyesinin aslinda Stalin’in KP yi tasfiyesi oldugunu iddia etmislerdir.
Bu duruma burokrasi buyuk direnis gosterdi, oyleki bir cok arastirmaci 1937 Temmuz sonrasi firtinanin asil sebebinin bu anayasanin yol actigi bir catisma olarak gorurler. Ama tam olarak ne oldugunu bu doneme iliskin arsivler 1991 sonrasi bile acilmadigi icin bilmiyoruz. Tek bildigimiz firtina dindiginde secme ve secilme hakki kalsa bile her secim bolgesinde ancak bir aday gosterilebilme hakkinin getirildigi. BU durum Stalin ve grubunun firtinadan sag cikmak icin burokrasinin bazi kesimleri ile uzlastiklarini gosterir.
ahmet’in dediğine göre yalnızca bolşeviklere karşı silahlı mücadeleye girişenler idam edilmişler. ne yani, böyle vicdanlı davrandıkları stalinistlere teşekkür mü edelim?
o dönemde yaşasaydım, elbette bolşeviklere karşı silahlı mücadeleye girişirdim. lenin’i, stalin’i ve aparatçiklerini defetmek için teşkilat kurardım.
kimseden, hele stalinistlerden vicdan bekleyen yok.
sesimizi keselim evimizde oturalım canımızı kurtaralım. yok öyle.
faşistin kara gömleklisi, kızıl gömleklisi fark etmez. faşist faşisttir. bunlara sesimiz çıkarmayacaksak niye solculuk yapıyoruz?
devrimi işçilerden çalan bolşeviklerle elbette onların anladığı dille mücadele edilmeliydi. bolşevik faşistlerle çarpışırken şehit düşen devrimcileri saygıyla anmak lazım.
Genel olarak Sovyetler konusu asıl ilgi alanım değil. Ama anarşizme ilgi duyan birisi olarak zaman zaman bu konuyla ilgilenmek gerektiğini düşünüyorum, en azından bazı anarşistlerin boş bırakmaması gereken bir konu. Çünkü Marksizm’in yanlışlarını ve ulaşacağı felaketleri görmek ve anlamak için Sovyetler önemli bir ders. Aynı zamanda Bakunin’in öngörülerinde ve Marksizm’e yaptığı eleştirilerde ne kadar haklı olduğunu gösterme açısından önemli.
Emma Goldman zaten benim söylediklerime paralel şeyler söylüyor. Konuyla ilgili olarak Emma Goldman’nın bazı tespitleri şöyle:
“Şaşa, Peter’e, Rusya’da karşılaştığımız devrimci çelişkiler karmaşasını, apaçık ortada olan rezaletlerin nedenleri konusunda duyduğumuz çeşitli yorumları ve Lenin’le yaptığımız görüşmeyi anlattı. Peter’in görüşünü ve onun duruma tepkisini öğrenmek için yanıp tutuşuyorduk. Yaşanılanların, Marksizmde ve onun teorilerinde her zaman var olduğu yanıtını verdi. Kendisi, Marksizmin tehlikelerini önceden görmüş ve uyarılarda bulunmuştu. Bütün anarşistler gibi o da yazılarının hemen hepsinde bunların altını çizmişti. Gerçek şuydu ki, hiçbirimiz Marksist tehdidin bu boyutlara ulaşacağını tam olarak fark edememiştik. Cizvit vari, entrikacı dogmalarıyla kalsa Marksizm o kadar büyük bir tehlike oluşturmayacaktı. Fakat bu entrikacı dogmalarla zehirlenen Bolşevikler, diktatörlüklerini hâkim kılmakta Engizisyon despotluğunu yaya bırakmışlardı. Avrupa’nın kibirli devlet adamları , onların iktidarına güç katmıştı. Ambargo, Müttefikler’in karşı devrimcilere verdikleri destek, müdahale ve devrimi ezmek için yapılan tüm diğer girişimler, Rusya’nın içinde Bolşevik tiranlığına karşı her türlü protestonun bastırılmasına yol açmıştı. ‘Buna karşı kimse sesini çıkarmıyor mu?’ diye sordum. ‘Ağırlığı olan hiç kimse kalmadı mı? Örneğin siz sevgili yoldaş?’ Peter kederle gülümsedi. Ülkede bir süre daha kalırsam, her şeyi daha iyi anlayacağımı söyledi. Dünyada insanların ağzının bu derece bağlandığı bir başka ülke daha yoktu. Elbette çeşitli defalar, hem kendisi, hem de aralarında saygıdeğer Vera Figner ve Maksim Gorki’nin de içinde bulunduğu diğerleri protestoda bulunmuşlardı. Bunların hiçbir etkisi olmamıştı. Kaldı ki Çeka, kapıya dayanmadan herhangi bir şey yazmak mümkün değildi.”
(Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 780, 1997)
“Ama esas sorun bu değildi. Ne anarşistlerin çalışmalarına katılabilecek durumdaydım, ne de sorun artık Bolşevizm sorunuydu. Lenin’i ve partisini Devrim’in gerçek savunucuları olarak desteklemekle büyük bir hataya düştüğümü samimiyetle kabul ediyorum.” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 822, 1997)
“Özellikle Çeka, boğaz kesen bir çeteden başka bir şey değildi. Şantaj, rüşvet ve fidye ödemeyen kurbanları ayırımsız kurşuna dizmek Çeka’nın genel uygulamasıydı. Ölüm cezalarına çarptırılan büyük vurguncuların bir servet değerinde fidyeler ödeyerek Çeka tarafından serbest bırakılması kanıksanmış bir olaydı. Diğer bir uygulama ise, mahkûmun idamını akrabalarına bildirmek üzerine kurulmuş bir hileydi. Tam ailesi yasa gömülmüşken, bir Çeka görevlisi geliyor ve onlara yanlışlık yapıldığını bildiriyordu. Suçlanan adam hâlâ hayattaydı, ama bundan sonra yaşaması ödenecek yüklü miktarda paraya bağlıydı. Mahkûmun ailesi ve arkadaşları istenilen miktarı denkleştirmek için seferber oluyor, toplanan para biçilen miktardan eksik bile olsa, Çeka geri çevirmiyordu. Daha sonra yanlışlık olduğu söylenen şeyin aslında hiç de yanlışlık olmadığı ve infazın çoktan yapıldığı anlaşılıyordu. Eğer bu durumu protesto etmeye yeltenen birisi çıkarsa, anında tutuklanıyor ve Çeka’ya ‘rüşvet verme teşebbüsünden’ kurşuna diziliyordu. Nerdeyse her sabah, şafakta bir kamyon dolusu ölüme mahkûm insan, ‘Çeka Sokağı’ndan gürültüyle geçerek hızla şehrin dışına doğru götürülüyordu. İdama mahkûm kişi, vagonun içine yüzükoyun yatırılıyor, elleri arkadan bağlanıyor ve başına silahlı nöbetçiler konuyordu. Kamyonla birlikte gelmiş, at sırtındaki Çekacılar, yol boyunca vagonun açık pencerelerinden gördükleri herkese ateş ediyorlardı. Razmenyat olmuş (imha edilmiş) bu insanların sol yolculuk öykülerinden geri kalan tek şey, kamyonun yol boyunca bıraktığı kırmızı çizgi idi.” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 850, 1997)
Sovyet Rusya’da grevlerle ilgili olarak Emmma Goldman şöyle yazıyor:
“Rusya’ya geldiğim ilk dönemlerde grev sorunu kafamı oldukça kurcalamıştı. Bu yönde en küçük bir girişimin ezildiğini ve katılanların hapse atıldığını duymuştum. Buna inanmayarak, başka konularda olduğu gibi yine Zorin’e başvurduğumda ‘proterya diktatörlüğü’ altında grev ha! Böyle şey olmaz’ diye haykırarak, bu tür ipe sapa gelmez hikâyelere inandığım için bana çıkışmıştı. Sovyet Rusya’da işçiler kime karşı grev yapacaklardı? Kendilerine karşı mı? Onlar endüstriyel anlamda olduğu kadar, politik anlamda da ülkenin efendileriydiler. Tabii ki, emekçilerin arasında bazıları henüz tam bir sınıf bilincine sahip olmadıklarından gerçek çıkarlarının da farkında değillerdi. Bunların bazen hoşnutsuzluk gösterdikleri oluyordu, fakat onlar, şkurniki- çıkarcılar ve Devrim düşmanları- tarafından kışkırtılan, karanlık unsurlar tarafından güdümlenen parazitler, hazır yiyicilerdi. En kötü karşı-devrimcilerden de daha kötü olan sabotajnik’lere karşı Sovyet otoriteri elbette önlem alacaktı, zaten çoğu hapisteydi.
O günden sonraki kişisel deneyim ve gözlemlerimin sonucunda, gerçek sabotajnik’lerin, karşı devrimcilerin ve çetecilerin Sovyet cezaevlerinde, yalnızca küçük bir azınlık oluşturduklarını anladım. Cezaevlerindeki insanların büyük çoğunluğu Komünist Kilise’ye başkaldırılmış, sosyal inançsızlardı. Parti’nin onaylamadığı fikirleri benimsemekten ve Bolşevizm’in işlediği suçlara karşı protestoya girişmekten daha ağır bir suç olabilir miydi? Siyasi tutukluların yanı sıra , insan gibi yaşamak ve muamele görmek istedikleri için mahkum edilen çok sayıda köylü ve işçi de içerdeydi. Bu gerçekler halktan titizlikle saklansa da, halk, resmi Sovyet surlarının arkasında cereyan eden her şeyden haberdardı.” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 881, 1997)
“İşçilerin daha fazla ekmek ve yakıt istekleri, resmi makamların kabalığı ve keyfiliği sayesinde, çok geçmeden kararlı politik taleplere dönüşerek alevlendi. ‘Hükümet’in politikalarında tam bir değişiklik ‘ çağrısında bulunan ve kimin tarafından hazırlandığı bilinmeyen bildiriler asıldı duvarlara. Bildiride ‘Her şeyden önce işçilerin ve köylülerin ihtiyacı özgürlüktür. Bolşeviklerin boyunduruğu altında yaşamak istemiyorlar; kendi kaderlerini kendileri belirlemek istiyorlar’ açıklaması yer alıyordu. Her geçen gün durum daha da gerginleşiyordu, duvarlara ve binalara asılan duyurularda yeni talepler birbirini izliyordu. Sonunda, iktidardaki Komünist Partisi’nin, ölümüne nefret ettiği ve suçladığı Uçredilka, Kurucu Meclis çağrısı gündeme geldi.
Sıkıyönetim ilan edildi ve tayınlarından yoksun bırakılmış acı içindeki işçilere işlerinin başına dönmesi emredildi. Bunun en küçük bir etkisi olmayınca, çok sayıda sendika tasfiye edildi ve sendika görevlileriyle birlikte, en önde gelen boyun eğmez grevciler hapse atıldı.
Tarifsiz bir keder içinde, silahlı Çekacılar ve askerler tarafından etrafları sarılmış işçi gruplarının penceremizin önünden geçişlerini seyrettik. Sovyet liderlerinin, taktiklerinin tehlikesini ve budalalığını fark etmeleri umuduyla ben Raviç’i, Zorin’i ve Petograd Sovyet Sendikaları’nın başı Zipperoviç’i ararken Şaşa da Zinovyev’le görüşmeye gitti. Fakat hepsi de, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler tarafından yapılan komplolara karşı şehri savunmakla meşgul olduklarını özrünü ileri sürerek bizimle görüşmeyi reddettiler. Bu formül, üç yıldır tekrarlana tekrarlana iyice bayatlamıştı, fakat Komünist safların gözüne kum atmakta hâlâ işe yarıyordu.
Grev, tüm sert önlemlere rağmen yayılıyordu. Tutuklamalar tutuklamaları izledi, fakat yetkililerin bu budalalığı, karanlık güçlerin ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramadı. Ortalıkta karşı-devrimci ve Yahudi düşmanı duyurular gözükmeye başladı. Kent askeri baskı ve Çeka’nın grevcilere karşı uyguladığı vahşete ilişkin söylentilerle çalkalanıyordu.
İşçiler ne kadar kararlı olsalar da, açlığa boyun eğmeleri kaçınılmazdı. Halkın grevcilere en ufak desteğini önlemek için her türlü önlem alınmış, şehrin endüstriyel bölgelerinde açılan caddeler askeri birlikler tarafından tutulmuştu. Zaten halk da korkunç bir yokluk içindeydi. Toplayabildiğimiz yiyecek ve giyecekler, okyanusta bir damlaydı. Diktatörlükle işçiler arasındaki eşitsizlik, grevcilerin mücadeleyi daha fazla devam ettirmelerine izin vermeyecek kadar büyüktü.
Bu gerginlik ve umutsuz ortamında ortaya çıkan unsur, bazı çözüm umutlarının doğmasına yol açtı. Bu unsur, Kronştadt denizcileriydi. İşçilerle dayanışmalarını ve devrimci geleneklerini 1905 Devrimi’nde ve daha sonra Mart ve Ekim 1917 Ayaklanmaları’nda Petrograd’da baskıya uğrayan proleterlerin safında yer almışlardı. Körü körüne girişmemişlerdi buna. Gizlice ve yabancılara duyurmadan, grevcilerin taleplerini araştırmak üzere bir komite gönderdiler. Komitenin raporu üzerine Petropavlovsk ve Sevastopol denizcileri, grevdeki işçi kardeşlerinin talepleri lehine bir öneriyi benimseyerek, kendilerinin Komünist Parti’ye bağlı olduklarını, ama Devrim’e ve Sovyetler’e olan adanmışlıklarını da unutmadıklarını bildirdiler. Bazı komiserlerin keyfi davranışlarını protesto ediyor ve işçi örgütlerinin özerkliğe ihtiyacı olduğunu vurguluyorlardı.” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 881, 882, 1997)
“Kronştadtlı denizcilerin ve askerlerin, Petrograd’da grevde bulunan kardeşleriyle girdikleri bu mükemmel dayanışmayla gurur duymuş ve denizcilerin aracılığı sayesinde sorunun hızla çözüleceğini ummuştuk.
Ne gezer. Kronştadt’da olup bitenleri öğrenmemiz üzerinden daha bir saat geçmemişti ki, boşuna umutlandığımızı anladık. Lenin ve Troçki’nin Kronitadt üzerine bir kararname imzaladıkları haberi, Petrograd’da yıldırım hızıyla yayıldı. Bu kararname, Kronştadt’ın Sovyet Hükümeti’ne karşı isyana kalkıştığını duyuruyor ve denizcileri, ‘Proleterya Cunhuriyeti’ne karşı, Sosyalist Devrimci hainlerle işbirliği yaparak karşı-devrimci bir komployu sahneye koyan eski Çan yanlısı generallerin aletleri olmakla’ suçluyordu.
Şaşa, kararnameyi okuyunca , ‘Olacak şey değil! Çılgınlık bu!’ diye haykırdı. Lenin ve Troçki, yanlış bilgilendirilmiş olmalıydılar. Bahriyelilerin karşı-devrimci olduklarına inanmak mümkün değildi. Özellikle Petropavlovsk ve Sevastopol mürettebatı Ekim Devrimi’nde ve sonrasında Bolşevikler’in en kararlı destekçileri olmuşlardı. Ve onları ‘Devrim’in çiçeği ve gururu’ olarak selamlayan bizzat Troçki’nin kendisiydi.” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 886, 1997)
“17 Mart sabahı, on gün ve gece boyunca aralıksız devam eden top sesleri aniden kesildi. Petrograd’ın üstüne, bir gece önceki susmayan silah seslerinden daha ürkünç bir sessizlik çöktü. Hepimiz merak içindeydik, ama ne olup bittiğini öğrenmek imkânsızdı. Akşama doğru, bu gerginlik sessiz bir korkuya dönüştü. On bin ölü veren Kronştadt zapt edilmiş, kent kan gölüne dönmüştü. Neva, yığınla insana mezar olmuştu, aralarında, topçu ateşinin buzları kırmasıyla sulara gömülen kursanti ve genç Komünistler de vardı. Kahraman denizciler ve askerler, mevzilerini, son nefeslerine kadar savunmuşlardı. Savaşta ölecek kadar şanslı olmayıp düşmanın eline esir düşenler idam ediliyor ya da Rusya’nın kuzeyindeki uzak buzlu bölgelere uzun süreli işkenceye gönderiliyorlardı.
Yıkılmıştık. Bolşevikler’e olan inancının son halkası da kopan Şaşa, sokaklarda deliler gibi dolaşıyordu. Uzuvlarım kurşun gibi ağırlaşmış, bütün sinirlerim felç olmuştu. Çökmüş bir vaziyette oturarak, geceye gözlerimi diktim. Petrograd, siyah bir kefen içinde korkunç bir ceset gibi asılı duruyor, sokak lambaları bu cesedin baş ve ayak uçlarında yanan mumlar gibi solgun sarılıklarıyla titreşiyordu. ” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 894, 1997)
“Bu korkunç katliamdan üç gün sonra, bizzat Lenin Kronştadt’ın ‘tasfiyesi’nin kendileri açısından ne kadar büyük önem taşıdığını ifade etti. Kronştadt kuşatması devam ederken Moskova’da sahneye konan Komünist Partisi’nin Onuncu Kongresi’nde Lenin, beklenmedik bir şekilde, Komünizm ilahisinin yerine, aynı ölçüde ilham verici Yeni Ekonomik Politika türküsünü söylemeye başladı. Serbest ticaret, kapitalistlerin ayrıcalıkları, fabrika ve çiftliklerde ücretli işçi çalıştırılması, üç yıl boyunca karşı-devrimci olarak lanetlenen ve hapisle, hatta ölümle cezalandırılan ne varsa hepsi, Lenin tarafından şimdi diktatörlüğün şeref bayrağına yazılıyordu. Parti içindeki ve dışındaki samimi ve sorumlu insanların on yedi gündür bildiği gerçeği bile her zamanki yüzsüzlüğü ile kabul etti: ‘Kronştadtlılar gerçekte karşı-devrimcileri istemiyorlardı. Fakat bizi de istemiyorlardı.’ Naif denizciler, Lenin ve partisinin kayıtsız şartsız yerine getireceğine söz verdiği, Devrim’in ‘bütün iktidar Sovyetler’e’ sloganını ciddiye almışlardı. İşte onların affedilmez suçu buydu. Dolayısıyla, onları ölüm paklardı. Lenin’in, eski sloganlarının ters yüz edilmesi anlamına gelen yeni politikalarının boy atacağı toprak, denizcilerin kanıyla sulanmak zorundaydı. Yeni Ekonomik Politika, NEP chef d’oeuevre’ü Kronştadtlı devrimci denizcilerin mezarları üstünde yükselecekti.” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 895, 1997)
“Anarşistlerin Kronştadt ‘isyan’ı ile bağlantısından dem vurulması oldukça tuhaftı. Fakat Lenin, Onuncu Kongre’de, en acımasız savaşın, anarşist unsurların da bulunduğu, ‘küçük burjuvazi’ye’ karşı verilmesi gerektiğini açıklamıştı. İşçi muhalefetinin anarko-sendikalist yaklaşımları, bu eğilimlerin Komünist Partisi’nin kendi içinde dahi boy verdiğini göstermişti. Lenin’in anarşistlere karşı silahlanma çağrısı, derhal pratiğe geçti. Petrograd gruplarına yapılan baskınlar sonucunda, çok sayıda anarşist tutuklandı. Ayrıca Çeka, anarko-sendikalist Golos Truda’nın basın ve yayın bürolarını kapattı. Moskova biletlerimizi bu baskınlar başlamadan önce almıştık. Toplu tutuklamaları öğreneceğimiz zaman, bizim de aranacağımız ihtimali göz önüne alarak, bir süre daha kalmaya karar verdik. Nedense tutuklama yönünde bir girişim olmadı. Belki de bu, Sovyet cezaevinde yatanların yalnızca ‘çeteciler’ olduğunu göstermek için birkaç tanınmış anarşisti serbest bırakma taktiğiydi.
Moskova’ya gelince, bir avuç anarşistin dışından herkesin tutuklandığını ve Golos Truda kitabenin de kapatıldığını öğrendik. Her iki kentteki yoldaşlarımıza karşı ne herhangi bir suçlama vardı, ne de mahkemeye çıkarılmış ya da yargılanmışlardı. Buna rağmen çoğu Samara Cezaevi’ne gönderilmişti. Hâlâ Butirki ve Taganka Cezaevleri’nde bulunanlar ise, en ağır baskılara uğruyor, hatta fiziki işkencelere tabi tutuluyordu. Örneğin, genç yoldaşımız Kaşirin, cezaevi müdürünün gözü önünde bir Çekacı tarafından dövülmüştü. Devrimci cephelerde savaşmış, birçok Komünist’in tanıdığı ve saygı duyduğu Maksimov ve diğer anarşistler, bu korkunç koşullara karşı açlık grevine gitmek zorunda kalmışlardı.” (Emma Goldman, “Hayatımı Yaşarken”, Kaos-Metis Yayınları, s. 895, 896, 1997)
Ayrıca Stalin zamanındaki Sovyet Rusya’daki grevler, işçilere verilen haklarda EmmaGoldman’ın söylediklerinden farklı değil, belki de daha kötü. Bunun için örneğin 2005 yılında yayınlanan Jeffrey J. Rossman’ın “Worker Resistance Under Stalin” kitabına bakılabilir. Stalin zamanında grevler olmuştur, ama grevler çeşitli şekillerde etkisizleş hale getirişmiş, grevlere katılanlar veya düzenleyenler cezaevlerine gönderilmiş, ağır cezalar almıştır. Zaten Rossma da Sovyet Rusya’nın grevleri etkisiz ve işlevsiz hele getirmede çeşitli mekanizmalar (tutuklama, hapis, karşı devrimcilikle suçlanma vb.) kullandığını ve bunların aşılmasının çok zor olduğunu ortaya koymakta.) (Genel uygulamanın buna benzer olduğunu düşünüyorum. Buna karşı istisnai grevlerde olmuş olabilir. Ama bunların göz boyama ya da başka amaçlar için olduğunu da düşünmemek için bir neden görmüyorum. Çünkü her şeyden önce işçiler için doğru düzgün bir özgürlük ortamı yoktu; neredeyse her şeyleri, tüm yaşamları kontrol altında idi.
Ayrıca Sovyet devrimiyle ilgili olarak Alexander Berkman’ın yazdıklarına da bakılabilir. Bunun dışında Gün Zileli’nin çevirdiği Paul Avrich’in “Kronstadt 1921” kitabını da önerebilirim.
Goldman, Berkman vb. Sovyetler’in nasıl bir totaliter diktatörlük olduğunu ortaya koymuştur. Özgürlük demek kendi içinden konuş veya aranda fısıldaşarak konuş demek değildir.
Şu da var bu konu politik bir konu. Anarşistlerin taraflı olduğu ve bu yüzden yalan yanlış şeyler yazdıkları, abarttıkları vb. iddia edilebilir. Ama benzer şey Marksist ve Stalin yanlıları için de söylenebilir. Yani kendini her koşulda haklı çıkarmak isteyen bir Stalinist, Marksist eldeki tüm kanıtları yok sayarak ‘gerçekleri’ görmezden gelebilir. Bu çok zor değil. Bunun için işine yarayanları alır, belgeleri çarpıtarak yorumlar, karşıt tüm kanıtları görmezden gelir. O yüzden Marksist ve Stalin yanlılarının bu konuda taraflı olduklarını, kendilerini ve teorilerini her koşulda haklı çıkarmak amacıyla hareket edebileceklerini görmezden gelemeyiz. O yüzden tek başına çok kitap okumak yeterli değil. Mesela gerçekleri bulmak. O halde gerçekleri somut olarak, argümanla aramak ve ifade etmek daha iyi olabilir. Şu sorunun yanıtı aramıştım:
“İlle de anarşist olmasına gerek yok, örneğin Stalin’in politikalarına katılmayan, onu eleştirenlerin, ona katılmayanların, farklı bir yol izleyenlerin ya da savunanların yaptıkları çalışmalar-kitap, gazete, dergi, politik çalışma vs.- var mıydı Stalin döneminde, neler yazmışlardı, bağımsız olduklarını ve özgürce yazabildiklerini, diledikleri zaman basında Stalin vb. eleştirdiklerini, onu eleştiren karikatür vb. çizebildiklerini iddia edebiliyorlar mıydı? İddia etmekten bunu yapmışlar mıydı? Stalin zamanındaki gazetelerde, Stalin’i de eleştiren, anarşizm ya da partinin görüşünün dışında vb. düşünceleri de savunan yayınlar, kitaplar var mı, onlar halka ulaşabiliyor muydu, serbestçe dağılabiliyor muydu, bunları gösterebilir misin?”
Çok defa, göstermelik ve özel durumların dışında bunların yapılmadığı ya da bunlara izin veya fırsat verilmediği açık. Bu çalışmaları yapanlar, ya ülkeyi terk etmek zorunda kalmış, ya da tutuklanmış. Madem özgürlük vardı, nerede bu özgür düşünen insanlar. Özgürlük demek, düşündüğünü söyleme, söylediklerini başkalarına da ulaştırmayı, basın özgürlüğünü, liderleri eleştirmeyi de kapsar. Yoksa işçiler içlerinden düşünsün, kendi aralarında konuşsunlar vb. sözü ikna edici bir yanıt değil. Bu olsa olsa Sovyetlerin totaliter bir diktatörlük olduğunun açık bir göstergesidir. Totaliter sözünü de ilk olarak Victor Serge kullanmıştır,( https://libcom.org/library/victor-serge-totalitarianism-state-capitalism-philippe-bourrinet) onun kitapları da Sovyet devrimin gerçek yüzünü aydınlatma da yardımcı olabilir.
Buna katılmadığınızı söyleyebilirsiniz, ama bu ne yazık ki mevcut gerçeği değiştirmiyor.
Yukarida ki yazindan ilgimi en cok ceken konu Jeffry Rosmann’in kitabi, bu kitabi daha once duymamistim, ama amazondan ucuz ikinci el buldugum anda alacagim ( Bu amazon’un isleri su an kitabin ikinci eli kuse kapakli yeni olanindan daha pahali nasil oluyorsa. )
Kitabi benim icin ilginc kilan birincisi Tekstil iscileri arasinda yapilmis bir calisma olmasi, cunki bilindigi gibi tekstil iscileri sovyetlerde en az ucret alan kesimlerdir, oyleki ucretleri mesela gulag kamplarinda ki bir cok calisandan daha dusuktur, ikincisi bu calismanin 1928-32 yillarini kapsamasi, cunki su ana kadar bu konudaki bir cok calisma Wendy Goldman ya da Thurston gibi ya 1932 sonrasini kasiyordu, ya da devrimin ilk yillarini. Bu yillardaki koylu isyanlarini kapsayan cok sayida calisma var ama benim gordugum kapsamli ilk calismaya benziyor. Ucuncusu ise bu calisma bazi elestirmenler tarafindan Murphy’nin calismasina rakip olarak ( bulgular ve sonuclar acisindan ) gosterilmis. Ilk firsatta okuyacagim.
Emma Goldman ve Bergman’in anilari oldukca dikkatli bir gozle okunmalidir ben bunu yukarida da belirttim. Goldman bazi yerlerde olaylari abartir, mesela Ceka’yi ve eylemlerini, bazi seyleri oldugundan cok az gosterir, mesela Makhno ordusunun yaptiklarini. Bazi yazarlar politik goruslerinin gozlemlerini etkilemesine fazla izin vermezler, Goldman bundan cok uzak. Ama dikkatli bir okuma ile o doneme iliskin bir cok olguyu da ogrenebilirsiniz.
Bakiniz Goldman neler soyluyor, sizden aktariyorum “”Rusya’nın içinde Bolşevik tiranlığına karşı her türlü protestonun bastırılmasına yol açmıştı. ‘Buna karşı kimse sesini çıkarmıyor mu?’ diye sordum. ‘Ağırlığı olan hiç kimse kalmadı mı? Örneğin siz sevgili yoldaş?’ Peter kederle gülümsedi. Ülkede bir süre daha kalırsam, her şeyi daha iyi anlayacağımı söyledi.”” Burada Peter diye bahsedilen Peter Propotkin, Peter Propotkin’in son yillarini SSCB de yasadigi sonra orada oldugu, SSCB devletine ve hukumetine elestirel baktigi, ama sovyet hukumetine karsi silahli eylemleri onaylamadigi bir gercek. Ama Goldman’a gore Peter Kropotkin korkuyor!
Simdi Zorin diye bahsettigi bolseviklere destek veren anarsist arkadaslarindan birisi. Adamin sosyalist devlette isci grevi olmaz dedigini soyluyor, bu daha once de yazdigim gibi solda ki bir cok kisinin gorusu idi ama mesela Lenin ve Stalin tam bunun ziddi dusunuyorlardi, onlara gore bolsevik hukumet isci ve koylu hukumeti idi ama isci ve koylulerin kendisi degildi. Bolseviklere destek veren bir anarsist uzerinden bolsevik hukumetinin isci sinifina iliskin politikasini kurguluyor. Halbuki o zaman bu konu gerek boslevik partide gerekse basinda en cok tartisilan konulardan birisidir, tarafsiz bir gozlemci tum bu tartismalari ve sonunda ulasilan sonuclari okuyucu ile paylasir. ( Parti kongresinde isci sendikalarinin bagimsizligini kabul eden Lenin’in tezi kabul edilmisti) Zaten konuya iliskin bir cok arastirma o donemde bir cok isci grevi oldugunu ama bu grevlere birakin polisi gondermek bir yana dogrudan Komunist parti yoneticilerinin ( buna bir cok durumda Trocki, Stalin, Zinoviev vb de dahildir) dogrudan grev yerlerine gidip iscilerle sorunlarini gorusup bu sornlari cozduklerini anlatir.
Goldman Kronstad uzerine bir cok sey yaziyor. Kronstad bir grev degildir, dogrudan bir isyandir. Ilk gosteriler basladiginda diger grevlerde oldugu gibi komunist parti yoneticileri dogrudan kronstad’a gidip askerlerle gorusmek isterler ama onun yerine isyanci askerler bu komunistleri tutuklayip rehin alirlar. Isyan oldugunda her devlette savunma mekanizmalari devreye gider, isyan bastirilana kadar cozum meselesi gorurulmez. Artik soz konusu olan devletin varlik sebebidir.
Kronstad’da da aynisi olmustur, askerler once protestolara baslamislar, bu protestolar baslangicta barisci karaktede oldugu icin komunist parti olayi goruserek cozmek istemistir, Bakiniz Kronstad isyancilari 26 Subatta bir dizi talebi kaleme almistir, talepler arasinda dogrudan devrimi, sovyetleri, parti komitelerini hedefleyen bir cok talep olmasina ragmen, KP yoneticileri olayi tartismak icin Kalinin ( daha sonra SSCB Devlet Baskanligi yapmisitir. Kendisi koylu kokenli bir devrimcidir ama daha sonra sehre gocmus metal iscisi olmustur. Devrim oncesi onemli sendika liderlerinden birisidir ve eski bolseviklerdendir- merak edenler icin hayir Stalin tarafindan vurdurulmadi, Stalin’in yakin arkadaslarindandi-:) ve ordu komutanlarindan birisi askerlerle gorusmek icin usse gelirler. Toplanti sirasinda konusmalarini yaparken tutuklanirlar. Yani isyan baslamis olur. Isyan basladiktan sonra bolsevik devlet isyanin bastirilmasi icin hazirliklarina baslar. Yoksa Goldman’in iddia ettigi gibi iki saat icinde bolsevik hukumet isyani bastirma karari almis degildir,
Keza Goldman isyancilarin Peterburgdaki grevcilere cok kotu davranildigi icin askerlerin isyan ettigini soyluyor ki, ben bunu destekleyen baska bir gozlem ya da calisma bulmadim. Bakiniz wikipedia bile ( ki bu makale Bolsevikler ekarsi oldukca taraflidir ne diyor wikipedia nin kaynagi Paul Avrich: “”On February 28, in response to the delegates’ report of heavy-handed Bolshevik repression of strikes in Petrograd (claims which might have been inaccurate or exaggerated) “” yani grevlere karsi agir baski yapildigina iliskin raporlar ( bu iddialar dohru lmayabilir ve abartilmis olabilir). Paul Avrich bu sozleri Goldman icin soylemis olmali. Goldman’in anilari o donem icin degerlidir ama gercekten objektif olarak okursanir. Bakiniz sanirim Avrich de yaziyordu bunu Victor Serge bile o zaman dogrudan Krosntad’in beyazlarin isi oldugunu iddia ediyordu. Sonradan turkuyu degistirmisti ama.
Sovyetler Birliginde sadece Stalin doneminde degil ama hemen her doneminde farkli gorusler kendilerine yer bulabiliyordu. SSCB de baska hic bir goruse izin verilmedigi tezi totalitarizm tezinin soncudur, ama su ana kadar Gun ile tartismalarimizdan gordugunuz gibi getirilen kanitlar cogu zaman yalan.
1917-45 arasin sovyet toplumu yaklasik 25 ile 45 milyon insanini yitirdigi ic savaslardan isgallerden nazi isgalinden gecmistir.
Mesela Goldman ve Bergman SSCB ye gittiklerinde yil 1920dir ve 1922 de ayrilirlar, o yillara sovyetlerin bir ic savastan gectigi beyazlarin her taraf hakim oldugu ( geldiklerinde beyaz ordulari Petersburg’un hemen disindadir) milyonlarca komunistin savasta oldugu, bu savasin hemen her cephesinde diger sol gruplarin oldugu ( mesela Makhno ordusunu anarsistler desteklerken, o zamanki beyaz ordunun komutani Denikin’in katipligini legal marksist Struve yapmaktadir. Struve olene kadar ani 1937 e kadar Denikin’in ozel katipligini yapar. Bahsettigim yaklasik bir milyon kadar yahudiyi pogromlarda oldurten Denikin. Dogal olarak bu kadar siddetli savaslardan cikmis insanlar bu savasin izlerini paranoyasini uzerlerinde tasiyordu. Dogal olarak bu psikolojinin de o donem kosullari uzerinde yogun etkisi vardi.
BU durumu bir de alti ustu bir kac genc niye burada stand aciyorsunuz dedigi icin Istanbul’un altini ustune getirenlerin durumu ile bir kiyaslayin.
Ahmet;
Paul Avrich’in de Emma Goldman’ın söylediklerine benzer şeyleri kitabının birçok yerinde bunu görmek mümkün. Emma Goldman’dan farkı şu: Paul Avrich denizcilerin zaten patlama noktasında olduğunu söyler. Bir süredir yaşadıkları ve gördükleri haksızlıklar, otoriter ve baskıcı tutumlardan zaten denizciler öfkeliydi. Petrostad’da başlayan grevde bu öfkeyi daha da büyüttü.
Paul Avrich kitabında şöyle yazıyor:
“Şehre askeri güç yığmanın yanında Bolşevikler, greve giden çok sayıda fabrikaya lokavt uygulayarak protesto hareketini kırmaya çalıştılar. Bu, -Trubochny ve Laferme’ye karşı uygulandığı gibi- işçilerin tayınlarını kesmek için düşünülmüş bir önlemdi. Aynı zamanda, Petrograd Çeka’sı tarafından geniş çaplı tutuklamalar sürdürülüyordu. Fabrika toplantılarında ve sokak gösterilerinde rejimi eleştiren konuşmacılar gözaltına alınıyordu. Dan’ın tahminlerine göre Şubat’ın son günlerinde 500 kadar boyun eğmeyen işçi ve sendika görevlisi içeri alınmıştı. Birçoğu muhalif parti ve gruplara dahil olan ve sayıları binleri bulan öğrenci, aydın ve işçi olmayan kesimden birçok kişi de Çeka’nın ağzına takılmıştı. Özellikle Petrograd’daki Menşevi örgüt, Çeka’nın baskılarıyla sert bir darbe yemişti. Hapse atılmaktan kurtulabilmiş hemen hemen tek bir lider yoktu. Kaukov ve Kamensky bir işçi gösterisi düzenledikten sonra Şubat’ın sonuna doğru tutuklanmışlardı. Rozhkov ve Dan da içlerinde olmak üzere çok az sayıda lider, polis tarafından içeri alınıncaya kadar, en fazla iki gün daha bildiri ve açıklamalarını yayma ve dağıtma olanağı bulabildi. Toplam olarak söyleyecek olursak, 1921’in ilk üç ayı içinde, partinin bütün merkez komitesi de içinde olmak üzere, Rusya’da yaklaşık 5000 Menşevik’in tutuklandığı tahmin edilmektedir. Aynı zamanda hâlâ dışarıda olan birkaç önde gelen SR ve anarşist de içeri alınmıştı. Victor Serge’nin Memoirs of a Revolutionary’de (Bir Devrimcinin Anıları) anlattığına göre Çeka, Menşevik tutukluları, grevlerin başta gelen kışkırtıcıları olarak kurşuna dizmek istemiş, Menşeviklerin hayatı ancak Gorki’nin araya girmesiyle bağışlanmıştı.” .” (Paul Avrich, “Kronstadt 1921, Çeviri Gün Zileli, s. 45, 46, Şubat 2006)
“Kronstadt heyeti Petrograd’a vardığında fabrikaların askeri birlikler ve subay okulu öğrencilerince sarıldığını gördü. Fabrikalar çalışıyordu, silâhlı Komünist müfrezeleri, denizciler yanlarına yaklaştığında sessizliğe bürünen işçilerin üzerinden gözlerini ayırmıyordu. Yakında patlayacak ayaklanmanın liderlerinden biri olan Petrichenko, ‘insan, bunları fabrika değil, çarlık zamanındaki, kürek cezasının çekildiği hapishaneler sanır,’ diyordu. 28 Şubat’ta temsilciler, tanık oldukları sahnelerden öfkeye kapılmış bir şekilde Kronstadth’a döndüler ve Petroravlovsky’un güvertesinde yapılan tarihi toplantıya bulgularını sundular.
Elbette raporları, grevcilerin taleplerini bütünüyle destekliyordu ve donanmada olduğu gibi fabrikalarda da daha geniş öz-denetim çağrısında bulunuyordu.” (Paul Avrich, “Kronstadt 1921, Çeviri Gün Zileli, s. 66, Şubat 2006)
“Petropovlovsk’un bu kararı, yalnızca Baltık Donanmasındaki değil, aynı zamanda ülkenin bütün köy ve şehirlerindeki Rus halk kitlelerinin huzursuzluğunu dile getiriyordu. Kendileri de plep soyundan olan bahriyeliler, işçi ve köylü yakınlarının dertlerine derman olmak istiyorlardı. Aslına 15 maddelik karardan yalnızca biri -donanmadaki politik bölümlerin lağvedilmesi- özel olarak kendi durumlarıyla ilgiliydi. Kararın geri kalanı, denizcilerin ve halkın büyük çoğunluğunun gözünde uzun zaman geçerliliğini yitirmiş olan Savaş Komünizminin politikalarını hedefliyordu.” (Paul Avrich, “Kronstadt 1921, Çeviri Gün Zileli, s. 67, 68, Şubat 2006)
“Yetkilileri Kronstadt hareketini acilen bastırma çağrısında bulunmaya teşvik eden daha çok, denizcilerin politik taleplerinin Bolşevik diktatörlüğünün tam da kalbini hedef almasıdır. İşin aslına bakılırsa denizciler Sovyet hükümetinin alaşağı edilmesi talebinde bulunmadıkları gibi, Kurucu Meclis’in ihyasının ya da toprak sahiplerinin ve orta sınıfların politik haklarının savunuculuğunu da yapmamışlardır. Denizciler, Rus toplumundaki ılımlı ve muhafazakar unsurlardan nefret ettiklerinden onların yeniden canlanmasını akıllarının köşesinden bile geçirmemişlerdi. Fakat duyurudaki bir karar -‘bugünkü sovyetlerin işçilerin ve köylülerin isteklerini ifade etmediği’- Bolşeviklerin politik iktidar tekeline açık bir meydan okumaydı. Lenin ve takipçileri, sovyetlerde yeni seçim yapılması çağrısıyla bağlantılı olarak bütün işçilere, köylülere ve sol politik gruplara ifade özgürlüğü talep edilmesi gibi şeylere hoşgörü göstermeye hazır değillerdi.”(Paul Avrich, “Kronstadt 1921, Çeviri Gün Zileli, s. 68, Şubat 2006)
Düzeltme: Petrostad yazmışım Petrograd olacaktı.
ŞENGAL EZİDİ KATLİAMI ? (hatırlayan var mı?, diye sordum).
Geleceğe bakış (1) Devrim planları olmayan bir dünya
Halil BERKTAY
Serbestiyet.com
[14 Ağustos 2014] Türkiye’nin ilk meclis-dışı, halkoyuna dayalı cumhurbaşkanlığı seçiminin aşağı yukarı beklendiği gibi sonuçlandı (ve böylece AKP 12 yılda girdiği dokuzuncu seçim veya referandumdan da galip çıktı). Bu da herhalde önemli bir eşik. Bırakalım, “karşı taraf”a lâf yetiştirmeyi; küçük yüzde ve gramaj hesaplarıyla, lâf ve rakam cambazlıklarıyla avunmayı; zaferi yenilgi, yenilgiyi zafer gibi gösterme çabalarını. Daha köklü ve esaslı şeyler konuşalım. Sadece ülke ölçeğinde değil, dünya çapında ve tarihin genel akışı çerçevesinde, “büyük resim” nedir? Topluma daha fazla barış, refah, demokrasi, sosyal adalet, insan hakları, kadın ve çocuk hakları, çevre ve kent hakları getirmek; bütün etnik ve dinî grupların geniş bir vicdan özgürlüğü ve hoşgörü çerçevesinde bir arada yaşamasını sağlamak isteyenler, mücadelelerini bundan böyle hangi koşullarda, nasıl bir anlayışla yürütebilirler?
Bu noktada önce, Taraf’ta ve başka yerlerde daha önce yazıp söylediklerimi de toparlayarak, sosyalist sol kökenli aydınlar açısından hâlâ önemli olabilecek, biraz genişçe bir teorik parantez açmak istiyorum. Aslında bir bedahat; herkesin kolayca görebileceği açıklıkta, çok basit bir gerçek, ama Marksist teoriye bağlılık hâlâ kısmî körlükler yaratabildiği için tekrar ve tekrar altını çizmek lâzım: Devrim de, sosyalizm de yok artık. Unutun. Her ikisi hem ayrı ayrı, hem birlikte ve karşılıklı bağlantıları içinde bitmiş, tükenmiş bulunuyor. Dolayısıyla normal, demokratik siyaset de bu paradigmanın ister bilinçli, ister bilinçaltı türev ve kalıntılarından temizlenmek zorunda.
Burada devrim ve sosyalizm (bitti) derken, iyice laçkalaştırılıp her yana çekilebilecek hale getirilmiş, transandantal söylemlerle göklere çıkarılan ama hiçbir tarihsel karşılığı olmayan belirsizlikleri değil, Marksizm tarafından tanımlandığı ve bir zamanların Uluslararası Komünist Hareketinin çizgileştirdiği şekliyle (a) kapitalizmin (reforma tâbi tutulması değil) hem ekonomik hem politik bakımdan sistemik zıddı olarak düşünülüp programlaştırılan bir sosyalizmi; (b) bu sosyalizme ulaşma yöntemi olarak programlaştırılmış planlı bir devrimi kastediyorum. Fransız Devrimi bir kırılma noktasıydı. Son büyük plansız (spontane, tasavvur edilmeksizin patlak veren) devrimdi. Ansızın çıkagelip insanı allak bullak eden ilk aşk gibi bir şeydi. Sonra o büyük devrimi, devler mücadelesini kaçırmış olduğuna hayıflanan ve bir sonraki devrimin özlemi içinde yaşayan “aileden devrimsever” nesiller izledi (Lenin’in “profesyonel devrimci”lerinden önce, böyle “ömür boyu devrimsever” kuşaklar vardı ortada). Ardından da belirli bir planlı devrim ve devrim planlaması anlayışı zuhur etti. Bundan konuşuyor, bunu tartışıyorum.
Başka yığınla insan gibi ben de sosyalist sola kırk küsur yıl sadece içinden baktım. Belki benimki çok kesif, çok damardan bir angajmandı. Çünkü öncelikle politik değil, öncelikle zihinsel, entelektüeldi; (a) teorik vizyonunun derinliği ve kapsayıcılığı ile (b) buna karşın mağduriyetine tutulmuştum. Çok küçükken girdiğim bu yolda, düşünce yapılarının mahremiyetiyle haşır neşir oldum. Bütün kıvrımlarını biliyorum. Ruhunu biliyorum. Kendi zamanındaki orijinalliği, zenginliği ve çekiciliğini de biliyorum; ama artık neleri abarttığını ve başka neleri görmezden geldiğini, sığlıklarını, kolaycılık ve kestirmeciliklerini, çizgisellik ve tek-yanlılıklarını da biliyorum. Dahası, apolojilerini, kendini her durumda haklı çıkarma yöntemlerini de biliyorum. Şimdi o bilgiyle, içinden olduğu kadar aynı zamanda dışından ve tarihsel — yani başlı ve sonlu bir olay — olarak da bakabiliyorum. Bunları derli toplu bir analizde, Marksizmin, sosyalizmin ve devrimin tarihine değişik bir yaklaşımda birleştirmenin peşindeyim. Bir bakıma, söküp yeniden takarak — kurtarıp islâh etmeye değil — nasıl kurulmuş ve işlemiş olduğunu yeniden anlamaya çalışıyorum. Başka kimse ilgilenmese de, bunları sırf kendi başıma ve kendim için mırıldanıyorum, mırıldanmaya devam edeceğim.
Marksistler için Marx ve Engels birer donmuş, ezelî ve ebedî öğreti ve bilgiler yığını, zaman ve mekân dışında oluşmuş birer ansiklopedi veya telefon rehberi gibidir (gibiydi) çoğu zaman. Şu konuda ne demişler, bu konuda ne demişler diye açıp bakmaya yarar(dı). Tarihsel Marx ve Engels kimdi, neydi diye pek sorulmaz(dı). Bana göre, son tahlilde Marx ve Engels de yukarıda sözünü ettiğim Fransız Devrimi sonrası nesillere mensup, aslen devrimsever birer entelektüeldi. En birincil özellikleri buydu. Onlar ve hele Marx için bizatihî devrim her şeyden önemliydi. Büyük tutku ve motivasyonları, özledikleri devrimin teorisini, programını, araçlarını, yolu yordamını bulmaktı. Gene özellikle Marx’ın başka her şeye yaklaşımı az çok araçsaldı, devrime hizmet edip etmeyeceğiyle ilgiliydi. Engels’in ise belki biraz farklı (daha az monist) olduğunu kabul edebilirim. Ama her halükârda, ikisi de bu doğrultuda, Fransız Devrimini alıp aşırı-teorize ettiler; evrensel ve tekrarlanabilir bir modele dönüştürdüler. Burada ilk dayanakları felsefeydi. Zira ilk başta ikisi de felsefeden geliyordu. Kendi çağlarının (1815 Viyana Kongresi sonrasındaki, Restorasyon Avrupa’sının) haksızlıklarına karşı isyan duygularının ateşlediği devrimseverliklerini, öncelikle felsefeye dayandırıyorlardı. Nitekim ömürleri boyunca, “devrimin kaçınılmazlığı”nı Hegelci diyalektik (inkârın inkârı ve tez-antitez-sentez gibi konstrüksiyonların insanlık tarihinin tamamına uygulanması) yoluyla da ispatlamaya çalışmaktan (böyle bir metafizikten) bir türlü vazgeçemediler.
Bu arada ekonomiye (yeni sanayi kapitalizmine) ve işçi sınıfına yönelmeleri ise 1840’lerin ortası ve ikinci yarısındadır. Zaten İngiltere’deki iş tecrübesi nedeniyle bunu ilk Engels fark etti ve Marx’a gösterip öğretti. Marx ancak ondan sonra ekonomi çalışmaya başladı (neden bıraktığı da gene ilginç ve anlamlı bir konudur). Önemli olan şu ki, 19. yüzyılın “içtimaî mesele”sine özgün bir yaklaşım peydahladılar. Kimilerinin kanun ve nizam açısından bir tehlike, kimilerinin ise salt ezilen bir kesim olarak algıladığı (ve kâh hayırseverlik, kâh reformlar yoluyla el uzattığı) işçi kitlelerinde, onlar somut özellikleri — büyüklüğü, yoksulluğu, mekânsal konsantrasyonu, dolayısıyla erişilebilirliği, örgütlenebilirliği ve seferber edilebilirliği — açısından bir devrim potansiyeli gördüler. Aradıkları “devrim ajanı”nı bulduklarına hükmettiler. Özetle, bir sosyalist veya komünist partisi kurulur; kendine hedef kitle olarak öncelikle işçi sınıfını seçer; o işçi sınıfının kendi yaşama ve çalışma koşullarından türetilmiş kısa-orta vâdeli taleplerden hareketle piyasayı ve özel mülkiyeti reddeden, sosyo-ekonomik anlamda eşitlikçi bir program geliştirir ve bu programı o sınıfa sistematik olarak götürürse, bu sayede sosyalist bir devrim yapılabileceği sonucuna vardılar.
Bu, çok kritik bir momentti. Marx ve Engels’ten önce de belirli bir sosyalizm anlayışı ve sosyalistler vardı. Keza, belirli bir devrim anlayışı ve devrimciler de vardı. Sosyalizm devrimsiz bir sosyalizmdi; devrim sosyalizmsiz (sosyalizme yönelmeyen) bir devrimdi. Marx ve Engels, kendilerinden önce mevcut bu sosyalizm anlayışı ile keza kendilerinden önce mevcut bu devrim anlayışını birleştirdi. Her ikisini yeniden tanımladılar; özetle, bundan böyle sosyalizm, devrim yapıp siyasî iktidarı ele geçirmek suretiyle varılacak bir şeydir ve devrimin de artık başka herhangi bir amaçla değil, sosyalizme varmak için yapılması gerekir, yani sosyalist devrim olmalıdır dediler.
Üstelik bu, öznel (ahlâkî) bir tercih olarak da kalmadı. Bu yeni kavrayışı “bilimsel” olarak sundular. Kendilerinden önceki sosyalizme ve devrime ise bilim-öncesi, gayri-bilimsel veya “ütopik” yaftalarını astılar. Bu bir illüzyondu, çünkü kendi projelerinin de bilimle, bilimsel determinizmle, kaçınılmazlıkla ilgisi olmayan bir ütopya olduğu bugün apaçık ortada. Oysa o gün, 19. yüzyılın kesif bilimci (veya bilimperest) atmosferiyle besleniyor ve ona uygun düşüyordu. Bu bilimciliği Marx ve Engels de içselleştirmişti; Darwin’in canlılar âleminin gelişme yasalarını açıklaması gibi, onlar da toplumların gelişme yasalarını açıklamak — ve açıklamanın ötesinde, kendilerine yontup kullanmak iddiasındaydılar.
Bu doğrultudadır ki, artık aynı madalyonun iki yüzüne yerleştirdikleri bu ikiz devrim ve sosyalizm kavramlarını bilimin açıkladığı bir zorunluluk, dolayısıyla her yerde eninde sonunda gerçekleşecek bir kaçınılmazlık, dolayısıyla bir evrensellik olarak öne sürdüler. Aynı zamanda, çeşitli dış desteklerle de payandalamak ihtiyacını duydular. Bunun için sadece (i) felsefeye değil, ayrıca (ii) tarih ve (iii) ekonomi gibi, 19. yüzyılda yeni kurulup gelişmekte olan sosyal bilimlere de ayrı ayrı kazıklar çaktılar. Özellikle üçüncüsü çok önemliydi, çünkü bir tür indirgemecilikti; devrim olayını salt siyaset kertesinin sınırları içinde düşünmek yerine ekonomiye (üretim tarzının gelişmesine) bağlamak anlamına geliyordu. Bu da insanî sübjektivizmden kaynaklanan siyaset cilvelerine bağlı olmayan, bu kertede son derece gayri iradî, son derece deterministik bir devrim teorisine götürmekteydi. Kapitalizmin kendi içsel çelişkileri sonucu mutlaka krize girecek, bu da mutlaka proletarya devrimine ve sosyalizme yol açacaktı. Biraz önce işaret ettiğim gibi, Marx’ın giderek ekonomiye yönelmesi ve hele 1848 devrimlerinin uğultusu da yatıştığında, 1850’lerin başlarından itibaren kendini hemen tamamen bu alana hasretmesinin ardında, proletarya devriminin yaklaşması ve kaçınılmazlığını bu yolla ispatlama arzusu yatmaktaydı. Ücretli Emek ve Sermaye (1847), Grundrisse (1857),Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859) ve Ücret, Fiyat ve Kâr (1865) gibi yayınlanmış veya yayınlanmamış bir dizi ön çalışmadan sonra ilk cildi 1867’de yayınlanan Kapital’in de asıl amacı, işçi sınıfını (ya da işçi sınıfını hedef kitle alacak “partisi”ni) bu kaçınılmazlığa inandırmak, “tarihin bizden yana” olduğuna ve “mutlaka kazanacağımız”a ikna ederek moral vermek ve saflara çekmek, bu tekçi programatik temelde toplamaktı. Nitekim Marx’in devrimi en gelişmiş sanayi ülkelerinin işçi sınıfından beklemekten vazgeçtiği anda, Kapital’i yazmaktan da soğuduğunu; devrim için artık (çok ekonomik sayılamayacak nedenlerle) gözlerini doğuya diktiğinden, ekonomi çalışmak yerine Rusça öğrenmeye başladığını; ikinci ve üçüncü ciltlerin asıl bu yüzden yarım kaldığını ve ancak ölümünden sonra Engels tarafından derlenip yayınlanabildiğini görüyoruz.
Tabii bu hem daha sonra oldu hem gözlerden kaçtı; yanlışlanan bir öngörüden ricat olarak yorumlanmak istenmedi; hele Marx’ın değişmez devrimseverliğinin ve her yerde ihtilâl potansiyeli arayışının işareti olarak, hemen hiç yorumlanmadı. Tersine, Marx kapitalizmin çöküşüne ve işçi devriminin patlak vermesine ilişkin bu ekonomik determinizmi, daha 1850’lerde, Fransız Devrimi ve diğer “burjuva” devrimlerinin can alıcı kazanımı olan kanunlar önünde eşitliğin, mülkiyet eşitsizliği sürdükçe yetersiz ve dolayısıyla bir aldatmacadan ibaret olduğu; “burjuva” demokrasisiyle hiçbir şey yapılamayacağı önermeleriyle birleştirdi. Bunun nasıl bir abartma ve çığrından çıkarma (exorbitation) demek olduğunu şöyle anlamaya çalışalım. 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl devrimlerinin belirli bir tarihsel zemini vardı. Adaletsizliğin, baskı ve tahakkümün yaygın biçimleri, monarşi ve aristokrasilerdi; kanunlar önünde eşitsizlikti; sınıfların net hukukî imtiyazlarla birbirinden ayrılmışlığı, bazılarının üstün ve çeşitli haklara sahip, diğerlerinin altta ve hak yoksunu olmasıydı; eşitsizlik de sınıfsallık da buydu, böyle oldukları gözle görülür ve elle tutulur sınıfların varlığıydı. Devrim özlemleri ve yer yer patlamaları bunlara karşı patlak veriyordu ve bu da bir yerde mantıklıydı, çünkü söz konusu monarşik ve aristokratik ancien régime’ler kamusal alanı bastırıp kısıtlıyor; demokrasiye ve demokratik mücadeleye olanak tanımıyor; biriken tepki ve öfkeler bu yüzden devrim patikasına akıyordu. Buna karşılık devrime veya peş peşe gelen devrim dalgalarına sahne olan ülkelerde, zigzaglı bir şekilde de olsa söz konusu ayrıcalıklar son buluyor; monarşi ve aristokrasi geriliyor ve belki tamamen ilga ediliyor; kanun önündeki eşitlik adım adım sağlanıyor ve demokrasinin ilk adımları atılmaya başlıyordu.
İşte bu noktada yeni gelişen Marksist devrim teorisinin olanca vurgusu, bu kazanımların pek bir şey fark etmeyeceği, çok da önemli olmadığı, bunlara kanmamak gerektiği yönündeydi. Hukukî anlamda (imtiyazlı) sınıflar kalkmış veya kalkıyorsa da, sosyo-ekonomik anlamda sınıflar mevcuttu. Kanunlar önünde eşitsizlik kalkmış veya kalkıyorsa da, mülkiyet ve gelir eşitsizlikleri mevcuttu. Monarşi ve aristokrasi kalkmış veya kalkıyorsa da, burjuvazinin yeni sınıf diktatörlüğü mevcuttu (çünkü burjuva demokrasisi özünde bu demekti). Dolayısıyla devrim hâlâ ve daha da fazla geçerliydi. Tarihsel moment anlamında “eski” devrimlerin burjuva-demokratik hedefleri gerçekleşmiş veya gerçekleşiyor olsa bile devrim bitmeyip yeni, sosyalist hedeflere yönelmek zorundaydı. Bu da, eşitsizlik kategorisinin abartılması ve müdahale edilebilecek makul sınırların ötesinde çığrından çıkartılması; keza sınıfsallık kategorisinin abartılması ve çığrından çıkartılması; buna bağlı olarak sınıfsal tahakküm kategorisinin de abartılması ve çığrından çıkartılması yoluyla, sonuçta, demokrasi, kanun önünde eşitlik ve hukuk devleti koşullarında bile devrim peşinde koşmayı sürdürmenin gerekçesini sunuyor; demokratik devrimler çağını büyük bir kıta sahanlığının eklemlenmesi suretiyle ileriye ve belirsiz bir geleceğe doğru alabildiğine uzatıyordu.
Yanlıştı — ama maddî bir güç oldu. Çünkü Fransız Devrimi ve Sanayi Devriminden kaynaklanan üç büyük ideolojiden birine dönüştü. Liberalizmin ve Milliyetçiliğin yanı sıra, Sosyalizmi yutup yeniden biçimlendirdi, asimile etti; sosyalizm ve devrim deyince herkes Marksist sosyalizmi ve Marksist devrim teorisini anlar oldu. Marx ve Engels, 19. yüzyılın ikinci yarısının radikal aydınlarını, onlar aracılığıyla da politize işçi ve sendikacı kesimlerini ikna etmeyi başardılar. Çeşitli unsur ve eklentileriyle tarif etmeye çalıştığım vizyonları, bir fasıl İkinci Enternasyonal sosyalist ve sosyal demokrat partilerine hayat verdi. Üstelik bunlardan biri, RSDİP’in Bolşevik fraksiyonu, bu temelin olabilecek en aşırı yorumu etrafında örgütlenip, fırsat kollayıp, Birinci Dünya Savaşının yarattığı olağanüstü koşullardan yararlanarak hem de geri bir ülkede devrim yapmayı başardı. Bu da özellikle Leninist varyantıyla bütün teorinin toptan doğruluğunun kanıtı sayıldı. Üçüncü Enternasyonal bu çerçevede kuruldu ve üyesi olacak bütün Komünist partilerinden, işbu devrim ve sosyalizm teorisine kayıtsız şartsız bağlılık talep etti. Bu arada 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarının Yeni Emperyalizmi, devrim alanını, KP’lerin önderliğinde sosyalizme açılacak millî-demokratik devrimler biçiminde, Asya, Afrika ve Latin Amerika’ya yaydı. Bütün diğer devrimcilikler, plansız Fransız Devriminin mirasını Marksizm tarafından oynanmış ve yeniden işlenmiş, mutlaka gelecek bir devrimci kriz fırsatını militanca beklemeyi programlaştırmak anlamında planlı bir devrim projesine dönüştürülmüş versiyonuyla tevarüs etti. Dolayısıyla bu perspektif, yaklaşık yüz yıl boyunca bütün 20. yüzyıl siyasetini derinden etkiledi. Devrimci ve devrimci olmayan akım ve partileri birinden ayırdı. Siyaset sahnesinin sağı ve solunu buna göre belirledi. Devrimi su götürmez bir olumluluk gibi gösterdi. Marksizm ile Kemalizmin kesişip örtüşme hattı boyunca, (aktif) devrimciliği veya (pasif) devrimseverliği bütüncül ve bağlayıcı bir ideolojik çatı olarak ipka etti. Tartışılmaz kıldı.
Tarih uzun, karmaşık ve beklenmedik sürprizlerle dolu bir süreç. 1917’yle sarsılmaz bir niteliğe bürünmüş o mutlak doğrulanmışlık yanılsamasının yerinde bugün yeller esiyor. Çünkü 20. yüzyıl devrimleriyle doğan ve artık geri dönüşü olmaz zannedilen sosyalist rejimlerin önce 1950’ler, 60’lar ve 70’ler boyunca yaldızları döküldü; karanlık yüzleri, despotlukları, zulümleri ve bir noktadan sonra giderek derinleşen ekonomik başarısızlıkları ortaya çıktı. Nitekim bir sonraki aşamada bu rejimler ya doğrudan yıkıldı (Sovyetler Birliği ve bütün Doğu Avrupa halk demokrasileri), ya da planlı, kollektivist sosyalist ekonomiyi terk etti ve sosyalist sistem denen şeyden geriye sadece, kapitalist pazar ekonomilerinin tepesine oturmuş komünist tek-parti diktatörlükleri kaldı (Çin, Vietnam; Küba ve Laos da son tahlilde aynı yolda). Bu, sadece bir sosyo-politik formasyon denemesinin değil, aynı zamanda onu besleyen tüm ideoloji ve teorinin iflâsı anlamına geldi. Eveleyip gevelemek faydasız (ve bazen hayli de patetik kaçıyor). Gerçek şu ki sosyalizm, kapitalizmin; proletarya diktatörlüğü ve sosyalist demokrasi, burjuva demokrasisinin; devrim, reformun ve evrimin alternatifi olamadı. Bundan sonra kimse, artık devrim olmaz diye bir şey diyemez — belirli koşullarda, 1789 öncesi beklenmedikliği içinde pekâlâ patlak verebilir tekrar, Arap Baharı’nda olduğu gibi (ama nereye kadar gideceği ayrı mesele). Ama öte yandan, kimse de programını “tek yol devrim ve sosyalizm” formülüne dayandıramaz. Sistemik anti-kapitalizm üzerine, bu anlamda sosyalizm üzerine, hele sosyalizmin insanlığın geleceği olduğu ve oraya ancak devrimle varılacağı inancı üzerine, hiç ama hiçbir şey inşa edilemez.
Dahası, buradan türeyen muhalefet anlayışı üzerine de hiçbir şey inşa edilemez — klasik sağ-sol değişmezliklerine bağlı kalmak, hep aynı ideolojik çatı altından konuşmak, sürekli istemezükçülük, her şeye hayır demek, “düzen partileri”ni tu kaka etmek, onların atılımlarına “devrimci barut”larının tükenip tükenmediği açısından bakmak, bir yere kadar ilerici olabileceklerini ama bir yerden sonra artık hep gericilik yapacaklarını sanmak, azamîcilik (maksimalizm), çatışmacılık, boyölçüşmecilik ve imhacılık gibi. Biliyorum, bunu görüp sineye çekmek, belki, bir zamanlar benimsediğimizi iktidar pratiklerinin çökmüşlüğünü kabullenmekten bile daha zor. Ama zorunlu ve asıl bu zorunlu. Toplumsal değişime katkıda bulunmak isteyenlerin, eski alışkanlıklarını unutup (bu açıdan bilgisizleşip, unlearn edip) normal demokratik siyaseti ve reformculuğu yeni baştan, sıfırdan öğrenmesi gerek.
http://duzceyerelhaber.com/halil-berktay/27442-gelecege-bakis-1-devrim-planlari-olmayan-bir-dunya
Marks’ı aşanlar…
Türkiye’de, moda oldu: Marks’i aştım. Lenin’i aştım diye. Moda, Fransızcadır, bir davranış biçimi de oluyor. Moda, güncelde kalmak içindir: Güncelde kalabilmek için, bir öncekini ”yadsımak” ya da ”inkâr” etmek oluyor. Marks’ı ya da Lenin’i aştığını iddia eden bu modacılar, güncelde kalmanın mücadelesini veriyorlar.
Aşmak nedir, gerçekten bilmiyorum. Bu sözcüğü, ne sözlü, ne de yazılı olarak hiç kullanmadım. Anlamını bilmediğim sözcükleri kullanmam. Peki aşmak nedir?
Aşmak sözcüğünü, 1978’lerde, Antakya, Dursunlu köyünde, babamdan duymuştum. Bana, Arapça ile; ”se- naktau Cibal!” Türkçesi: ” Dağları keseceğiz!” Dağlar nasıl kesilir? Kesilir, sarp dağlar ”aşılarak” kesilirmiş! Çok dağ kestik. Çok dağ aştık!
Her dağ, ”kestiğimizde” bir önceki dağı yadsıdık! Her dağ, aştığımızda, bir önceki dağın ”tırmanma” basitliğini anlattık.
Aşan aşıyor. Aşanlar dağ ”kesiyor!”
Bugünkü modacılar hangi dağı ”kesmişler” ya da ”aşmışlar?”
Marks’ı ”aşanlara” ya da ”kesenlere”, bakıyorum, bir arpa boyu yol ”aşmamışlar!” Nedense, aklıma, Pertev Naili Boratav’ın masal kitabı geldi: Az gittik, Uz Gittik. Evet; “Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz,”
Marks’ı ya da Lenin’i aşanlara bir bakın:
”Marks’ı aştım: Devlet ve ulus istemiyorum!”
”Marks’ı aştım: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk oyum Selahattin Demirtaş’a, ikinci turda, Ekmel ed-Din’e veriyorum”.
Bu mudur, Marks’ı aşmak?
Bu mudur, politikacı olmak?..
Ama ne yazık ki, aşmak, Türkiye’de, moda oldu. Güncelde kalmak içindir. Güncelde kalmak için şunu, bunu ”aştım” diyenler, hayatlarında ne dağ aşmışlar ne de dag kesmişler!
Evet….Antakya, Dursunlu köyünde dağlar aştık: Babam, ”Sevfa naktu-Cibal!” derdi.
Dağları ”kesiyoruz”. Dağları ”aşıyoruz!” demek oluyor.
Aşacağız, dağdan dağa koşacağız. En yüksek dağlarda adımızı ve kimliğimizi yazacağız!
Mücadelemiz, alpinist oldu.: Dağcılıktır.
Tırmandığımız dağlarda bayrağımız olacak: Kimliktir!
Marks’ı aşanlar, Marks’ı ”aşındırıyor.” Marks’ı aşındıranlar, kendilerini küçük burjuva akımına kaptırıyor. Devletsizlik, ulussuzluk görüntüsü altında, proleterya ile burjuvazi arasında sıkışıp kalıyorlar. Böylesi durumlarda, tekrar Marksizmin – Leninizmin başlangıç ilkelerine başvurmak zorunluluk oluyor.
Marksizmin – Leninizmin başlangıç ilkeleri nedir?
Fikirlerimi, kolaylık açısından, noktalar halinde yazacağım ve başlıyorum, bir:
İnsan toplumunun evrim tarihinde, sınıflara geçişle birlikte devlet doğuyor: Sınıf – devlet oluyor.
İki: Feodalizmin çözülüp, yerini kapitalizme bıraktığı çağda, uluslar doğuyor: ulus -devlet oluşuyor.
Üç: Devlet – ulus, hem kapitalist toplumlarda, hem de sosyalist toplumlarda vardır. Zira her iki farklı toplumlarda farklı sınıflar vardır.
Dört: Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca kapitalistler ile büyük toprak sahiplarinin ortadan kaldırılmasıyla son bulmuyor. Kapitalizmden sosyalizme geçişin sınıf yapısı açıktır: Proleterya ve müttefiki emekçi kitleler, emekçi köylülük. Bu şu demek oluyor: Emekçi köylülük, kapitalizmde ”ara sınıf” iken, sosyalist iktidarda, proleteryanın müttefiki olarak devlet yönetimine katılır.
Lenin’in ”Devlet ve Devrim” kitabını, çocukluğumda okumuştum, Bu önemli kitapta, hatırlayabildiğim kadarı ile, şöyle bir tespit vardı:
”Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin ortadan kaldırılması demek değildir. Küçük meta üreticileri var ki, bunlar kovulmaz ya da ezilmez. Bunlarla yaşamayı öğrenmek zorundayız…”
Beş: Komünizme kadar, sınıf – devlet olacaktır. Zira komünizmin alt evresi olan sosyalizmde sınıflar ortadan kalkmıyor. İşçi sınıfı ve müttefiki emekçi kitleler vardır. Sınıflar varsa, hangi toplum modeli olursa olsun devletin ortadan kalkması mümkün değildir. Sınıflar, ancak, sosyalizmin son aşaması olan, komünizmde biter, söner.
Devam etmeden önce, bir parenteze ihtiyacım var.
1917 Ekim devrimi ve sonradan kurulan sosyalist Doğu Avrupa ülkelerinde, sınıflar yok olsaydı, çözülme ve karşı devrimler olmazdı. Unutmamak gerekiyor, küçük burjuvazinin olduğu ülkelerde bile, kapitalizme dönüş tehlikesi her zaman vardır. Bunu başka bir yazıda ele almak mümkündür.
Devam ediyorum.
Marks’ı aşanlar ya da Hasan Balcıoğlu’nun ifadesiyle ”aşındıranlar”, ne yazık ki, küçük burjuva ütopyacıları oluyor. İki sınıf arasında sıkışan bu takım, kapitalizmden sosyalist iktidara geçişte oluşacak devlete yani sosyalist devlete düşmanca karşı çıkıyorlar.
Sonuç mu, şudur: Sınıflar, tam anlamıyla kalkıncaya kadar, sınıf – devlet / ulus – devlet vardır. Sosyalizmin son aşaması, komünizme kadar bu böyle sürüp gidecektir.
Marksizmi ”aşanlara” ya da ”aşındıranlara” iletmek istediğim, politikaya başlangıç ilkeleri bunlar oluyor.
”Aşmak” ya da ”aşındırmak” nedir, bilmiyorum. Türkçe anlamını, hâlâ, bilmiyorum. Ama Arapça anlamı var, babam öğretmişti. Yıl, 1978. Antakya, Dursunlu köyünde, bana, Arapça ile; ”se- naktau Cibal!” derdi.Türkçesi: ” Dağları keseceğiz!”
Dağlar nasıl kesilir?Kesilir, sarp dağlar ”aşılarak” kesilirmiş! Çok dağ kestik.Çok dağ aştık!
Daha çok dağ aşacağız. Daha çok dağ keseceyiz…Dağdan dağa koşacağız. Kestiğimiz dağlarda, işçi snıfının ve tüm ezilen halkların bayrağını dalgalandıracağız!
Faiz Cebiroğlu
http://serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=36192
Faiz devlet ve devrimi cocukken anlayamazsin.sacmalama.sizin devleti gotunden anlamaniz yuzunden bu haldeyiz.git yeniden oku.
Birkaç sözüm var..
Ukrayna’ birlikten ayrıldıktan sonra ülkede görülen en bariz şey Stalin heykellerinin yerlerinden sökülmesiydi. Hatta kırılması yakılmasıydı. son 10 yıldır yaşadığım Ukrayna’da mumla arasan bulamazdın komunist parti merkezinden başka.
Hoş şimdide Lenin heykellerini bulamayacak arayan…..
Ukrayna’nın Komunizm ile tanışması SSCB ile olmuştur. Başına 3 büyük felaket gelmiştir sırayla, Anarkho komunistlerin katledilişi diğeri Stalin tarafından halk ozanları Kabzorların toplu katliamı vede Holodmor dur.
Son yaşayanlardan, o yıllarda 10 lu yaşlarını sürenlerden yani yazılmamış tarihi bugüne getiren halk damı yalancıdır.
Ben bir kaçını dinleyebildim. O, Kiev’e ailelerin toplu olarak kaçırabildiği çocuklardan..
Sanırım romanlar bile masum kalırdı duyduklarımın yanında.
-Anonim 3 Ağustos 14 / 2pm
Saldir ahmed.tut tut tut tut.kis kis kis kis.-
yukarıda paylaştığım hakaret ” yorum ” (1 nolu ilk yorum ) uyarmama ragmen hala kaldırılmamış. üstelik neden kaldırılmadığı hakkında da hiç bir açıklama yapılmamış. site; küfür hakaret içeren yorumları sildigini söylüyor . evet hayvanları severiz türcü değiliz ama her insan bilir ki bir insana (hele de yorum yaptıgımız yazıya muhalif bir insana ) köpek demek rencide edicidir. eleştriler ülkücü,şeriyatcı kafası ile degıl devrimci kafası ile yapılmalıdır. ayrıca bir allahın kulu da çıkıp hakareti yapana kızmamış.buda doğru değil. bu çagdaş insan tavrı değil. umarım acilen bu hata giderilir. umarım konu bir unutkanlık konusudur.
66 nolu yoruma cevap:
ahmet ağabey;
tartışmayı takip ettim. gün ağabeyin bilinçli bir şekilde desenfarmasyon yapacağını düşünmüyorum. (bilincsiz bir şekilde de yapmaz kanımca)
örneğin gün ağabeyin nazi kamplarında öz yönetimin mahkumlar tarafından yapıldığı lafına saçmalık diyorsunuz. ama yahudilerin çok güçlü olduğu Hollywood ürünü yapımlarda dahi bunu ( nazi denetiminde mahkum özyönetimi) görmek mümkün .yanılmıyorsam yahudi soykırımı ile alakalı 3 film oscar aldı.
ben güncel tonla sorunumuz varken tarihi tartışmalara bunca vakit ayırılmasına karşıyım.
bence sscb nin çözülmesinin tek nedeni var . marx ve bakunın arasındakı tartısmada bakunın ın haklı olması. rusya da bolsevıkler degılde fhkc veya mrta devrım yapsaydı farklı formatlarda aynı sonuclar alınacaktı.
gezi isyanında bende vardım. kanımca stalin in yetiği haltlar ile gezi deki mikroskobik hatalar kıyaslanamaz. biz muhaliflerimizin enselerine kurşun sıkmadık.
onları trenlere doldurup sürmedik.
aç bırakıp yargılamadık.
hitleri stalin durdurmadı 30 mılyon kadar ölü (bu rakam 2. paylasım savaşında ölenlerın yarısına denk gelır) ile rusya halkları durdurdu.
stalın ılk nazı saldırsında ordusunun 3 de 2 sını kaybetmıstı.
stalın öldurmeyı ıyı bılır. savastan kacan 150 bın kadar ınsan stalın ın emrı ıle katledıldı.
gezıdekı ınsanlar dıncılere saldırmadı. harıka bır kardeslesme vardı orada.
ıddıa edıyorum takma ulkucu bıyığı takıp ortalarda dolansan dahı kımse sana laf etmezdı.
pahalı sayılabılecek bır motorsıkletın sahıbı anahtarı motorunun uzerınde unuttugunu bır ıkı saat sonra gerı dondugunde hala motorun yerınde oldugunu soyledı. (tayyo erdoganın son mıtıngınde 20 cuzdan calındı.)
konuya dönersek emperyalizmın stalın ı hıtlerden vahsı göstermesının temel nedenı komunızm dusmanlıgıdır. aynı sekılde stalın muhalıflerını dolaylı yollardan desteklemesının nedenı de budur. hatta bazan stalıncılerı de desteklerler.
bızım krıterımız halkın cıkarıdır. halkı kım savunuyor ıse halkın katledılmesıne (kım katlederse etsın) kım karsı cıkıyor ıse o bızdendır.
ben delıller konusunu ırdelemedım o kadar vaktım yok. bu tartısmayı cok anlamlı da bulmuyorum.
delıller yanlıs veya dogru olabılır bu kanımca cok muhım degıl. zıra ortada barız bır olgu var.
halk katledılmıstır.
ıktıdardakıler sucludur.
bır kısı yada 10 mılyon kısı rakam onemsız. tavır yanlıstır.
moskova mahkemlerınde ıskence kullanılmamıs dıyorsunuz. buyuk ıhtımalle dogrudur.
pekı haksız yere ıdam edılen bır ınsanın canını almak hızlandırılmıs bır ıskence yontemı degıl mıdır?
bence global emperyalızm ve devrımler cagında stalıne 1 vuruyorsak emperyalızme 5 vurmalıyız.
bırbırımıze 3 vuruyorsak dusmana 10 vurmalıyız.
sscb deneyımını berbat eden zıhnıyet stalın zıhnıyetıdır.
bu ortada. utangac sekılde stalını savunmak da stalının yedıgı herzelerın ıfsası ıcın bu kadar vakıt ayırmak da lux kanımca.
bıze yanı halka genclere lazım olan sey gunluk ve uzun vadelı sılah olarak kullanabılecegımız fıkırler.
sız agabeylerden bunu beklıyoruz.
Maletesta, cevabim islerim dolayisi ile baya gecikti, kusura bakmayin. Tartismanin dagilmamasi icin en basta sordugun soruya tekrar donecegim. Sorun senin ve senin gibi dusunenlerin egilimini yansittigi icin alintiliyorum
“”“İlle de anarşist olmasına gerek yok, örneğin Stalin’in politikalarına katılmayan, onu eleştirenlerin, ona katılmayanların, farklı bir yol izleyenlerin ya da savunanların yaptıkları çalışmalar-kitap, gazete, dergi, politik çalışma vs.- var mıydı Stalin döneminde, neler yazmışlardı, bağımsız olduklarını ve özgürce yazabildiklerini, diledikleri zaman basında Stalin vb. eleştirdiklerini, onu eleştiren karikatür vb. çizebildiklerini iddia edebiliyorlar mıydı? İddia etmekten bunu yapmışlar mıydı? Stalin zamanındaki gazetelerde, Stalin’i de eleştiren, anarşizm ya da partinin görüşünün dışında vb. düşünceleri de savunan yayınlar, kitaplar var mı, onlar halka ulaşabiliyor muydu, serbestçe dağılabiliyor muydu, bunları gösterebilir misin?”””
Simdi Stalin donemini bosverelim. Yani tartismayalim anlaminda demiyorum ama simdilik sen Emma Goldman Paul Avrich vb den alinti yaptigin icin bosverelim diyorum. Biz yine onlardan gidelim. Emma Goldman ve Alex Bergman Rusya’yi ziyaret ettiklerinde durum nasildi ona bakalim. SSCB de emekcilerin ayaklanip sovyetleri kurmalari ile baslayan daha sonra onculugunu bolseviklerin ele gecirdigi bir devrim yasandi. Devrimin hemen akabinde bir kac milyon insanin oldugu siddetli bir ic savas yasandi ve Gldman ve Bergman bu is savasin e siddetli zamanlarindan birinde SSCB ye geldiler ve iki yillarini bu ulkede gecirdiler. Kronstad ayaklanmasi sonrasi ise SSCB den ayrildilar ve anilari bu iki yila iliskin kendi gozlemlerine dayanir.
BU arada Goldman ve Berkman’in anti sovyet anti marksist vb olduklarini soylememe gerek yok. Anilarinda SSCB ye sempati duyarak geldiklerini anlatiyorlar ama yazdiklarindan SSCB ye dusman iki kisi olduklarini anlayabilirsiniz.
SSCB de ic savas zamaninda bile, ki ic savasta bir cok solcu beyaz ordularinin yainda yer almistir, buna ragmen bile eger orgutler ya da kisiler elde silah SSCB hukumetine karsi dovsmuyorlarsa SSCB onlarin ne dusunce ozgurlugune ne de basin yayin vb orgutlenme ozgurluklerine karismislardir. Bunun en onamli kanitlari bizzat Bergman ve Goldman’in anilarinda cokca bulunur.
Birincisi Goldman ve Bergman ulkeye sosyalist bolsevik vb gelmediler. Dogrudan anarsist olarak gelmislerdi ve gelir gelmez gerek Petersburg da gerekse de Moskova’da basta Lenin olmak uzere anarsist olarak kabul edildiler ve isterlerse sovyet lerde calisabilecekleri belirtildi. Onlarda bu gorevleri seve seve kabullendiler. Bu gorevleri kabul ederken blsevik vb gozukmemislerdi, anarsist idiler ve anarsist olarak bu gorevleri kabullendiler ve calismalarinda hic bir engelle karsilasmadilar.
Ama ayni donemde bazi anarsistler elde silah blsevik hukumete karsi savasiyorlardi, bolsevik hukumet ise basya Makhno olmak uzere bu anarsistlere karsi silahla mucadele ediyorlardi.
Bu konudaki ozellikle Berkman’in kitabindaki en onemli delil Chernov’dur. Bilmeyen arkadaslarim icin Viktor Chernov’u biraz anlatayim. Kendisi sosyalist devrimci orgutu onemli teorisyenlerinden birisidir ve bolsevikler oncesi Kerensky hukumetinde tarim bakanidir. Bolsevik devriminden ic savasi baslatanlardan birisi idi. Arkadaslari ile beraber Samara da bir hukumet kurmuslar ve emirleri altindaki beyaz ordular ( Wrangel ordusu ile cek lejyonu) ile kapitalist sirketlere ozel mulkerini geri vermisler, once koylulere toprak sozu vermelerine ragmen daha sonra toprak sahiplerine topraklarini geri vermeye kalkmislardi. Bu arada tabii onbinlerce yoksul koylu bunlara karsi ciktigi icin oldurulmustu. Bunlarin zamaninda bolsevikler ve sovyet uyeleri sibirya da yol boylarinda agaclara asiliyorlardi.
Ama bir kac ay sonra Genel Kurmay baskanlari olan Wrangel bunlarin hukumetini bir askeri darbe ile devirdi. Bunlar da kacarak Moskova hukumetine sigindilar. Bolsevikler kendilerine karsi silahli mucadele vermeme sozu karsiliginda bunlarin her turlu hakkini verdiler. Haklarinda cezai sorusturma dahi acilmadi.
Bergman anilarinda 77 sayfada Lenin’in anarsist dusuncelerin serbest oldugunu, onlara bir baski uygulanmadigini, ama silahli mucadele cagrisi yapan anarsistlere ve onlarin propagandalarina izin verilmedigini ve vermeyeceklerini soyledigini aktarir.
Yine Berkman anilarinda British misyon’nun gezisin sirasinda yapilan bir toplantiya Cerneov’un katildigini ve izinsiz bir konusma yaptigini ve bolsevik hukumeti yerden yere vurdugunu soyler. Chernov konusmasini hic bir tutuklama vb olmadan tamamlamistir.
Ama daha sonra bazi sosyalist devrimciler bolsevik parti karargahina bomba koyar ve 12 delegeyi oldururler ( bukharin bu saldiridan yarali kurtulmustur) Bunu uzerine bu kesimler yine yasaklanirlar, liderleri bu saldiridan dolayi her biri bes sene hapis cezasi alirlar.
Keza Bergman yine bir cezaevinde bulunan 40 kadar anarsistin hapiste aclik grevine basladiklarini anlatir. Bunlar bir yere bomba koymus ve bir suru insani yaralamislardir. Yani silahli eylem yapan anarsistler ya da sosyalist devrimciler baski altindadir ama digerleri hic de oyle baski altinda degillerdir. Unutmayin o sirada ulkede milyonlarca insanin oldugu bir ic savas vardi.
Diger taraftan ise yine Bergman ve digerleri etkin olduklari her yerde bolsevik orgut ve yayinlarin yasaklandigindan sovyet ulerinin dogrudan idam edildiginden bahsederler.
Sovyet devrimi bir surectir, 1917 subatinda baslamis ve 1990 da dogrudan kapitalizme gecilmesi ile son bulan bir surec. Suphesiz bu surecin cesitli safhalari vardir ve her safhada bu konudaki politikalar degismistir ama devrimin basinda bolseviklerin politikasi herkesin siyasi ve orgutsel haklarini tanimak iken bir cok sol ve anarsist hareket dogrudan silaha sarilmayi tercih etmislerdir ( bazilari dogrudan beyaz ordulari ile beraber) bu da dogal olarak devrimin diger dusuncelere karsi giderek katilasmasina yol acmistir.
Bektasiye sormuslar, ne zaman camiye gidersin diye sanki sik sik gidiyormuscasina, hizli hizli bayramdan bayrama demis. Peki ne zaman icesin demis bu seferde sanki cok seyrek ictigini gostermek istercesine agzini yaya yaya valla anca aksamdan aksama demis. Gerek Berkman gerekse de Goldman anilarinda Bektasi taktigi izliyorlar. Ornegin Makhno ordulari bolsevikleri idam mi ediyor bu cok kisa cumlelerle cabikca gecistiriliyor, ama kendilerince bolseviklerin bir acigini mi buldular sayfalarca bunu aktariyorlar. Ustelik de bunu yanli yapiyorlar.
Krosntad ayaklanmasi uzerine yazdiklari tam da budur. Krosntad bir askeri isyandir. Protesto degildir. Aslinda protesto olarak baslamistir ve bu noktada Kronstad’a karsi hic bir askeri onlem alinmamistir. Hatta isyan basladiginda bile sovyetlerin tavri gidip konusma olmus, diger grev vb de oldugu gibi Kalinin gibi ust duzey gorevliler konusmaya gitmistir. Ama daha bunlarin konusmasina firsat verilmeden tutuklanmislar ve askeri bir isyan baslatmislardir.
BU isyan gerici bis isyandir, beyaz subaylarla iliskisi vardir, Isyani baslatan askerlerin birkac yil once devrimi baslatan askerlerle bir iliskisi yoktur. Talepleri icinde bir cok gerici talep vardir. Ama en onemlileri ornegin ordu icindeki komunist birliklerin tasfiyesi zaten asil niyetlerini gostermektedir. KOmunist askeri birliklerin tasfiyesi devrimin tasfiyesi demektir. Zaten isyancilarin onderleri mesela Petricienko makhnocudur.
Bolseviklerde kendilerince oldukca stratejik bir alandaki gericilerind enetimindeki bu isyani bastirmak icin ellerinden geleni yapmislar ve isyani bastirmislardir.
Devrim Kara arkadas,
Eger kapitalizme karsi mucadelende sana yararli olucak bir seyler ariyorsan, bunu en iyi tarihte bulabilirsin. Benim icin tarih gunumuzu aydinlatan, gunumuzu anlatan bir seydir, onemi buradan gelir.
Emekciler tarihleri boyunca kapitalistlere karsi mucadele etttiler. Bu mucadeleler suresince donem donem buyuk basarilar kazandilar ama her basari bir sure sonra yenilgiye donustu. En onemli basarilari Paris komunu ve sovyet devrimidir.
Paris komunu iscilerin burjuvaziye karsi ilk buyuk basarisidir ne yazik ki 2 ay gibi bir surede yenilerek sona erdi. Bolsevik devrimi ikinci buyuk basarisidir emekcilerin ne yazik ki o da 70 yil icinde tedricen once burokratlasti ve burokrasinin denetiminde kapitalizme gecti. Su an Rusya gericiligin en onemli kalelerinden birisidir.
O yuzden bu devrimlerin incelenmesi, ogrenilmesi, dersler cikarilmasi cok onemlidir. Emperyalistlerin ozellikle sovyet sonrasi donemde yogun bir desenformasyon kampanyasina girismelerinin sebebi budur.
Paris komunu anarsist fikirlere buyuk bir darbe vurmustu. Anarsistler devleti oratadan kaldirmayi amacliyorlardi ama buyuk bir cogunlugu anarsist goruslerin etkisinde olan isciler ise kendi silahli devletlerini kurmuslardi. O yuzen bence Paris komununden sonra klasik anarsist goruslerin varlik sebebi rotadan kalkmistir. Bu yuzden kendini marksist olarak tanimlayan bir cok anarsist kisi ve grup vardir.
Paris komununun en onemli acmazi onderlik meselesi idi. Kitleler ayaklanip kapitalizmi yiksalar da eger onlara onculuk eden bir siyasi hareket yoksa yenilgileri kacinilmazdir.
Nitekim birakin Paris Komununu mesela Misir devrimi de bir onderligin yoklugunda askeri bir fasist yonetim ile sona erdi. Paris komunu dersleri her basarili ayaklanma sonucu tekrar tekrar kanitlanmis derslerdir. Eger onderlik yoksa tum halk ayaklanmalari yenilgiye ugrar. En son ornek ise gezidir.
Bolsevikler bu olguyu iyi kavramislardi ve sovyet devriminin onderligine talip oldular. Kisa kesecegim, devrim bolseviklerin onderliginde basariya ulasti. Bu konuda bence marksistler hakli ciktilar. Parti olmadan hic bir devrim basariya ulasamaz.
Ama bu sefer de baska bir sorun ortaya cikti. Ama bu sefer de parti iktidari sorunu ortaya cikti, nispeten daha az egitimli kitleler ile daha egitimli ozellikle partide yogunlasmis kadrolar arasindaki celiski parti lehine cozuldu. Devrimciler bu sorunu cozemedikten sonra tum devrimci kalkismalar Sovyet ya da Cin devriminin sonu gibi olucak gecici olarak basarili olsalar bile sonunda kapitalizme donmek kacinilmaz olucaktir.
Hic bir sey olmamis gibi Parti sovyet iliskisini devrimci bir tarzda nasil cozecegini bilemeyen siyasi hareketler, yeni parti diktatorlukleri yaratmadan oteye gidemeyeceklerdir. Zaten simdiden kendi egemen olduklari mahallerlerde ona buna orgutlenme ve propaganda yasagi koyan hareketler bunlara iyi bir ornektir.
Yukarida soyledigim dersleri kapitalizm de cikariyor. O yuzden kapitalistler bir yandan yogun desenformasyonlarla emekcilerin devrimcilerin yuzunun gecmis sosyalsit deneylere donmesini engelliyor, ikincisi ise parti orgutlenmesini sanki lanetli bir sey gibi sunmaya calisiyor.
Ahmed yine basladi.ozgurlukcu bir bu iki.partilerden once ne vardi?hic dusundunmu?baska sey yapilamazmi?bugun parti kursan kac yilda curur?bolsevikler 15 yil icinde iktidari aldilar.ya almasalardi?aklina geldimi?tecavuzcusunumu istersin paralari yiyenimi istersin cara bilgi satanimi istersin.bunlarla basa cikilamaz.bitti o devir.o senin hayallerinde.zaten gercek olsa orda olursun.ozgurlukcu gibi hdpde hdp dersin.hayatla yuzles.korkma.titre.
Ahmet istediğin zaman cevap verebilirsin ya da vermeyebilirsin. Bu konuda özgürsün.:)
Yazından anladığım kadarıyla özetle şunu demek istiyorsun: anarşistler ön yargılıdır, taraflıdır. Bu yüzden onlara, anarşist oldukları sürece güvenilmez: abartırlar, çarpıtırlar vb. (Ya da vardığın yer buna benzer bir şey.)
Ama Stalin, Marsist ve Leninizm yanlıları ise her zaman doğruyu söylerler, onlara güvenilmedir. (Bunlara aykırı şey söyleyenler ise gerçekleri çarpıtmaktadır, abartmaktadır vb.)
Şimdi diyorsun ki Berkman ve Goldman, Marksizme düşman o yüzden söylediklerine güvenemeyiz. Diğer yandan kanıt olarak yine Berkman’ın söylediklerini gösteriyorsun. Ama Berkman orada Lenin’in söylediklerini anlatıyor, Lenin’in onları söylemesi söylenen şeylerin otomatikman doğru olduğu ve Lenin’in onları uyguladığı anlamına gelmez. Berkman kitabında Lenin’in söylediklerini yazıyor, öte yandan uygulamada özellikle düşünce özgürlüğü konusunda Lenin’in nasıl kısıtlamalara gittiğini ve ülkedeki özgürlüğü yok ettiğini de anlatıyor. Ve buradan anlıyoruz ki Lenin bazı gerçekleri çarpıtmakta ve söylediklerinin aksini uygulamaktadır.
Sen yine diyeceksin ki neden Berkman’a veya Goldman’a güveneyim? Çünkü bunlar anarşist ve taraflı.
Aynı mantıkla Hitler de kendini her koşulda haklı çıkarabilir: bunlar faşizme düşman o yüzden Hitler yanlısı olmayan veya onun argümanlarını desteklemeyenleri güvenemeyiz.
Bu kendi kendini doğrulayan Savcı tekniğidir.(Bu tekniği aşağıda 72. nolu iletide jean jaurés güzel açıklanmış.)
http://www.gunzileli.com/2014/06/30/taylan-karaturkiyede-edebiyat-odulleri-nasil-verilir/
Bu tekniği Kutsal kitabın doğru olduğunu söyleyen insanlar da kullanıyor. Çünkü onlara göre güvenilmesi gereken kanıt kutsal kitap veya onun söylediklerine inanmış veya onun söylediklerini destekleyen kişiler. Diğerleri ise, onu desteklemeyenler vb., düşman ilan edildiği için kutsal kitap yanlıları kendi kendini doğrulayabiliyor.
Öte yandan Lenin vb. destekleyen anarşist birini örnek göstermen ise ilginç olmuş. Demek ki Lenin’i ve yaptıklarını desteklerse gerçekleri ve doğruları görebiliyor, desteklemezse gerçekleri ve doğruları göremiyor. Bu durumda Lenin her koşulda haklı çıkıyor.
Düşmanlıktan söz etmişsin. Stalin anarşistler için şöyle demişti:
“Biz, anarşistlerin, marksizmin gerçek düşmanları olduğuna inanırız. Bunun sonucu olarak da, gerçek düşmanlara karşı gerçek bir mücadele verilmesi gerektiğini savunuruz.”
http://www.ozgurluk.info/kitaplik/pdf/AnarsizmSosyalizm.pdf
Stalin bunu Anarşizm mi? Sosyalizm mi? diye yazdığı bir çalışmada söylemişti. Ama bu çalışmada anarşizmi oldukça basite indirgemiş ve buradan bu indirgemeci mantıkla anarşistlerle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ilan etmiş.
Anarşizm Stalin’in söylediği veya ima etmeye çalıştığı gibi Kropotkinizm veya Bakuninizm değildir. Anarşizm üç-beş kişiye indirgenemez. Anarşizm kişilere iman etmiş bir düşünce sistemi değildir. Ama sanırım Stalin için bu böyle, bu indirgemeci basit mantıkla, bu toptan ve totaliter mantıkla anarşistler hakkında hüküm veriyor Stalin. (Sanki kendilerinin hiçbir konuda hatası yok da, hatası olanlar hep anarşistler ve anarşizm. Ama herhalde ona göre Stalin her şeyin en iyisini son noktasına kadar kendisi, Lenin ve Marks biliyor. O yüzden de kurduğu ülke bugün kapitalist olduğunu ilan etmiş, geçmişte devlet kapitalisti bir düzeni savunan ve kuran Stalin söylüyor bunları. )
Düşmanlıktan söz ettiğin için bunları yazıyorum.
Şimdi bu şunu dedi, o bunu dedi sözünden ziyade somut kanıtları bulmaya çalışalım. Ben size bunu sormuştum ama yanıt alamadım.
Bakın Sovyetler yıkıldı, somut olarak hatırladığım şey halk yıkılırken Sovyetleri desteklemedi. Görünen şuydu: Orada özgür bir halktan ziyade tutsak bir halk vardı. Berlin duvarı bile bunun bir simgesi idi. Bu tutsak halk gerçekten özgür olsa idi sosyalizme sahip çıkardı ama çıkmadı. Çünkü oradaki halk bürokrasinin tutsağı idi. Bugün de öyledir. Hala eski Sovyet Cumhuriyetlerinin bulunduğu yerde kurulan devletlerde bugün özgürlüğün en ufak bir kırıntısını bile görmek mümkün değil gibi. Tek adam yönetimi vb. görüyoruz.
Gerçekten gelişmiş bir özgürlük ve demokrasi anlayışı olsaydı zaten Sovyet işçileri bu kadar kolay kapitalizme teslim olmazdı. Orada olan başından beri devlet kapitalizmi ve diktatörlüktür.
Bugün de buna benzer devletler vardır: örneğin Kuzey Kore. Babadan oğula geçen bir diktatörlük var orada. Sen bunun gelişmiş bir demokrasi ve özgürlük olduğunu söyleyebilir misin? Gerçi söyleyebilirsin. Çünkü bu biraz da bazı şeylere inanma meselesi gibi.
Bana gelince ben önce gerçekleri dikkate alırım. Benim için önce gerçekler gelir. İnandığım ideolojilere göre gerçeklerden uzak şeyler oluşturup bunların gerçek olduğunu iddia etmekten kaçınırım. İdeolojimi gerçeklere göre kurarım, yoksa kendimi kandırmış olurum. Eğer savunduğum ideoloji, sistem veya düşünce, teori her neyse gerçeklere ters ise gerçekleri inkâr etmeden ideolojimi o gerçeklere uygun hale getirmeye çalışırım. Üstelik bu anarşist, bu Marksist demeden…Evet anarşizm taraflıdır, tarafı da gerçeklerin, işçi sınıfının, ekolojinin ve özgürlüğün yanında olmaktır. Doğrudur: Bunları düşman görenler anarşizme de düşmandır.
Malatesta
Maletesta,
Anarsistler on yargilidir taraflidir o yuzden dediklerinin hepsine suphe ile yaklasmak gerekir gibi bir yaklasimim yok. Stalin ve Maks ta dahil Marksistler herseyi dogru soyler diye bir yaklasimim da yok. Dedigim cok daha farkli bir sey.
Herkes tarihi olaylara olgulara kendi dunya gorusu acisindan bakar. Dogal olarak dunya gorusunuzde ki carpilma, kendisini bir sekilde hatta daha da fazla olarak olgulari nasil gordugune, nasil degerlendirdigine yansir. Mesela Gun’un acikca desenformasyon olan seyleri buyuk bir sevkle buraya tasimasi acikcasi onun dunya gorusu ile olaylari algilamasi ile baglantili bir seydir. Gun bastan SSCB nin bir seytan imparatorlugu oldugunu kabul etmis durumda, bu durumda Lenin ve Stalin de zaten seytan oluyorlar, bu noktada Gun icin SSCB yi, Stalin’i, Lenin’i ya da bolsevikleri seytan olarak gosteren hersey aninda kabul edilebilir bir sey. O da kabul ediyor zaten. Kimin ne amacla soylediginin bir onemi yok. Ama gercekler inatcidir. Sende yukarida hakli olarak soylemissin, “Bana gelince ben önce gerçekleri dikkate alırım. Benim için önce gerçekler gelir. İnandığım ideolojilere göre gerçeklerden uzak şeyler oluşturup bunların gerçek olduğunu iddia etmekten kaçınırım. İdeolojimi gerçeklere göre kurarım, yoksa kendimi kandırmış olurum. Eğer savunduğum ideoloji, sistem veya düşünce, teori her neyse gerçeklere ters ise gerçekleri inkâr etmeden ideolojimi o gerçeklere uygun hale getirmeye çalışırım.” Bu yaklasim benim de yaklasimimdir.
Ama bu yaklasim ne anarsistlere ne de marksistlere ozgu bir yaklasimdir, olmasi gereken bir yaklasimdir sadece ama her kesimden tam aksi yonde davranan insanlar bulabilirsin. Bir cok anarsist ( mesela Chomsky kendisi SSCB ve Stalin’i senden daha fazla elestirmesine ragmen, bir anarsist olarak SSCB ve Stalin hakkindaki desenformasyonun oldukca farkinda idi ve 1980 lerde yazdigi Riza uretimi kitabidan bu yana emperyalistlern hemen her alandaki desenformasyonlarini duzenli olarak teshir eder. Bir cok marksist orgut buna degisik donemlerde SBKP de dahil gercekleri carpitmis, desenformasyon amaci ya da gunu kurtarmak amaci ile bir cok kez yalan tezlerin savunuculugunu yapmistir. Bir cok orgut derken ODP den Kuba Komunist partisini, cephecilerden TKP ye SBKP ye bir cok marksist orgutu soyluyorum.
Bu noktada ben kategorik olarak anarsistler yalanci, marksistler dogru gibi bir yaklasim icinde degilim. Aksine herkesi kendi gercekligi yani dunya gorusu inanclari vb icerisinde ele alma, yazdiklarini bu sekilde degerlendirme taraflisiyim. Goldman ve Berkman’in anilarina da bu sekilde bakiyorum.
Daha once dedigim gibi bu iki anarsist sovyet devriminin en onemli iki yilini, ic savas yillarini SSCB de gecirmislerdir ve anilari onemlidir. Sadece onlarin degil ama doneme iliskin okuma yapan herkesin o donemde SSCB de ziyaretci savasci gazeteci vb olarak bulunan herkes gibi anarsistlerinde yazilarini okumasi gerekir. Ama yazdiklarini iyi bir degerlendirmeden, gercegin suzgecinden gecirerek.
Gerek Berkman gerekse Goldman aslinda gercekleri yazarken cimri davranmamislardir yanlislari bu gercekleri begenmemeleri ve yorumlari vb ile bu gerceklerin farkli sekilde algilanmasini saglamaya calismalaridir. Bu konudaki en onemli yontemleri bir onceki yazimda belirttigim bektasinin icki namaz hikayesidir.
Goldman ve Berkman’in anilarindan anarsistlerin bir butun olarak yasaklanmadigini, tutuklanan anarsitlerin silahli mucadele yanlisi anarsistler oldugunu anliyoruz. Buna en onemli kanit bizzat Goldman ve Berkman’in kendileridir. Maletesta sunu unutma, bahsettigimiz donem milyonlarca insanin olduruldugu. 17 ye yakin emperyalist ve kapitalist devletin beyaz ordulari ve bir cok sol orgutle beraber bolseviklere ve sovyet yonetimine saldirdigi bir donemden bahsediyoruz. Bu donemde sovyet yonetimi silaha sarilmadiklari surece sadece anarsistlere degil ama kadetlere sosyalist devrimcileri de serbest birakmisti.
Bak Gun yeni bir yazi daha yazmis ve Stalin’in yahudileri ezdigini iddia etmis. Eger Goldman ve Berkman’i dikkatle okursa onlar da bunu bulmak icin gercekten cabalarlar ama Ukrayna da konustuklari tum yahudiler bolsevikler haric herkesin kendilerine pogrom uyguladigini soylerler. Bolsevikler haric herkes, yani anarsistlerin de yer aldigi Makhno ordusu, Rada cilar Alman ordusu, Polonya ordusu, Genel sekreterligini legal Marksist Struve’in yaptigi Denkin ordusu ( Ki bu ordu kurmaylari arasinda struve gibi bir solcu olmasina ragmen Ukraynada bir milyona yakin kisiyi cogu yahudi pogromlardan gecirmis) hepsi yahudi katliamlarina imza atarken, bolsevikler ise onlari koruyor.
Ama Goldman ve Berkman ise makhno ordusuna sempati duymaktalar, ne de olsa yoldaslari bu ordunu saflarindalar. Tabii o donemde Makhno’nun yedigi herzeler dunyaca biliniyor. Bu noktada Makhno hareketini savunmak icin yapilan degerlendirmeler goruruz. Mesela Goldman Makhno cevresinde olan bir yahudi anarsist ile konusur. Adamlari onun yahudi oldugunu ogrenince adami halletmeye kalkarlar ama Makhno onlari durdurur ve adam sag kalir. Berkman’in ki ise daha da berbat bir savunma seklidir.
Berkman gider bir yahudi din onderi ile konusur ve onu uzun uzun konusturur. Bu yahudi din adami da bolsevikler haric herkesin kendilerine pogrom uyguladigini, bolseviklerin kendilerini korudugunu kabul etmektedir ama der bolsevikler yahudiler icin mesela tum diger katliamci ordulardan daha da kotudur. Cunki diger ordular bir kisim yahudiyi katletmekte, ama yahudilerin dini yapisina ( yani dini hiyerarsiye) karismamaktadir, ama blsevikler ise yahudi dinini yok etmektedirler. Tum gencler blseviklere katilip dinsiz olmaktalar. Yani Berkman yahudi dininin kurtarilmasinin yahudi katliamlarindan daha onemli gormektedir ( Anlamakta zorluk cekenler icin soyluyorum, son cumle benim yorumumdur)
Keza Goldman ve Berkman mesela tutuklanmis icerde tutulan anarsistlerden bahsederken uzun uzun olayi dramatize ederler. Hatta Berkman bazilarinin icerde tutulma nedenini bir dipnotla gecistirir ( komunistlerin oldugu bir yere bomba koyup bir cok kisiyi yaralamak). Ama is blseviklere ve sovyetlere karsi idamlar vurmalar oldgunda bunlar bir cumle ile ustelik de onaylar bir havada verilir.
Ornegin anarsist Yousuf ile konusmalarda Makhno’nun durduk yerde onu bunu vurmasi mazur gosterilerek verilir. Mesela Makhno bir yahudi karsiti posteri bahane edip bir adami oldurur. Keza Makhno denetimi altinda tum bolsevik yayinlari yasaklamistir, sovyetlerden birisini gordugunde hemen idam etmektedir, asiriliklar vardir ama ( yahudi pogromlarindan vb den bahsediyor) vb bunlar onlara gore mazur gorulmesi gereken sylerdir ama is bazi bombalama eylemlerine karistigi icin cezaevinde tutulan anarsistlere gelince bu sayfalarca dramatize edilerek anlatilir.
Peki o donemde ki bolseviklelerin bu konulardaki yani basin ozgurlugu, farkli parti ve orgutlenmelere iliskin tavri neydi? Bolsevikler en azindan Lenin ve Stalin ve onlarin cevresindeki grup hic bir zaman en azindan teorik olarak parti diktatorlugunu savunmadilar. Devrimin basinda kadetler de dahil hic bir sol ya da burjuva liberal parti yasaklanmamisti. Bu yasaklar ic savasin sonucu idi. Bu noktada bolsevik hukumet ic savasin gidisatina gore bu konuda inisli cikisli bir politika izledi.
Ancak hic bir zaman parti diktatorlugunu savunmadilar ve her zaman sovyetleri yani halk komitelerinin iktidarini savundular. Zaten devletin adi da buydu: Sovyetler Birligi
Aslinda sadece o zaman daha sonraki zamanlarda da mesela Stalin sovyet yonetiminin giderek bir parti ve burokratik diktatorluge donusmesinden sikayet ediyordu. Arsivler acildikca bu konuda giderek daha fazla kitap makale vb cikmaya basladi.
Anlasildigi kadari ile Stalin ve grubu 1934 sonrasi anayasayi degistirerek sovyetler uzerinde parti denetimini kaldirmayi, parti ve sovyetlerde atama sistemini ilga etmeyi, herkese ama herkese buna anarsistler mensevikler trockistler hatta beyaz ordu mensuplari kulaklar vb de dahil secme ve secilme hakki vermeyi vb saglamak istemisti. Secimlerde parti disi adaylarda yer alabilecek, parti disi kurumlar sendikalar hatta bazi vatandas gruplari bile secme ve secilme hakkina sahip olucakti. Bu sisteme parti basindan itibaren itiraz ettigi MK tutanaklarindan ve gazetelerde yazilan yazilardan biliyoruz. Stalin karsi devrimcilerin kazanma ihtimali konusunda ise, Kurttan korkan ormana girmez atasozu ile karsilik verdigi soyleniyor, eger karsi devrimciler secimi kazanirsa bu demektir ki biz o zaman iyi degiliz iyi caliamadik ve bunu hakettik demektir.
Aslinda sadece bolsevikler degil ama mesela Cin devrimi de hic bir zaman tek parti duzeni olmamistir orada su an 8 parti var bildigim kadari ile ama denetim her zaman komunist partidedir, keza Polonya da bes parti vardi ama orada da denetim KP de idi.
Aslinda asil sorun su: Nasil oldu da bu devletler sovyet iktidarindan dogrudan parti iktidarina ( 1977 brejnev anayasasi partinin yonetici rolunun anayasaya girdigi ilk sovyet anayasasidir) ve oradan da kapitalizme evrildiler?
Siz anarsistler bu sorunun cevabi olarak genellikle ( sen bunu savunuyorsun demiyorum, genel olarak anarsist cevrelerdeki yaklasimi soyluyorum ama senin yaklasimin buda olabilir baska bir seyde bilmiyorum) marksist devlet teorisi ile leninist parti anlayisini veriyorsunuz.
Marksist devlet teorisinin proleterya diktatorlugune iliskin kisimlari Marx tarafindan Paris komunu analiz edilerek yazilmistir. Ve bu analizler daha sonraki hemen tum emekci ayaklanmalari tarafindan dogrulanmistir. Emekciler isyan ettiklerinde kendi silahli yonetimleri kurarlar ya da bunun nuvelerini kurarlar. 1917 Subat devrimi bu teorinin bir baska olumlanmasidir. Marks’in yanlis oldugunu iddia etmek mesela Komun ya da Sovyet gercegine gozlerini kapamakla esdegerdir.
Parti ise bir zorunluluktur. Tipki proletarya diktatorlugunun bir zorunluluk olmasi gibi. Bu noktada sovyet devrimi Paris komununin hem devami ( silahli emekcilerin iktidari yikip sovyetleri yani kendi iktidarlarini kurma anlaminda) hem de elestirisidir. ( yani bir partinin gerekliligini kavrama bakimindan)
Yeni devrimci hareketler ise sovyet devriminin hem devami hem de elestirisi olucaktir. Ve bu elestiri sovyet parti iliskisinin nasil ele alinmasi noktasinda olusacaktir.
Anlasildigi kadari ile Stalin ve grubu 1934 sonrasi anayasayi degistirerek sovyetler uzerinde parti denetimini kaldirmayi, parti ve sovyetlerde atama sistemini ilga etmeyi, herkese ama herkese buna anarsistler mensevikler trockistler hatta beyaz ordu mensuplari kulaklar vb de dahil secme ve secilme hakki vermeyi vb saglamak istemisti. Secimlerde parti disi adaylarda yer alabilecek, parti disi kurumlar sendikalar hatta bazi vatandas gruplari bile secme ve secilme hakkina sahip olucakti. Bu sisteme parti basindan itibaren itiraz ettigi MK tutanaklarindan ve gazetelerde yazilan yazilardan biliyoruz. Stalin karsi devrimcilerin kazanma ihtimali konusunda ise, Kurttan korkan ormana girmez atasozu ile karsilik verdigi soyleniyor, eger karsi devrimciler secimi kazanirsa bu demektir ki biz o zaman iyi degiliz iyi caliamadik ve bunu hakettik demektir”
Ne gülünç! Bu söylenilenler olsa olsa Parti’yi ortadan kaldırarak malum Peronist bir diktatörlük için yürütülen politika amacını güder ki… olmayınca da Stalin Parti’yi fiziken ortadan kaldırdı
“1939 baharında toplanan bir sonraki 18. Parti Kongresi’nde 1934 Kongresine katılan 1827 delegenin sadece 37’si hayatta kalabilmişti…”
Ahmet, bu yaklaşımınla bir anlamda “suç ortaklığında” yol alıyor…
Bu 17. kongre üzerine yazılarını bekliyoruz…
Yalnızca bunu açıkla…. Stalinist olacağım!
Gursel, bunun nesine stalinist olucaksin, verdigin rakamlar yanlis zaten, yanlisin nesi aciklanir? Bir kere 1934 kongresine katilan delegelerden hayatta kalanlar 37 degil. Tabii herseyi kicindan anladiginiz icin aslinda 139 merkez komite uyesinden hayatta kalan 37 diyeceksin ama, 37 rakamini da nerden aldin bilmiyorum o da ayri bir hikaye, ama o rakam da dogru degil. Eger bu salak rakamlari nerden aldigini soylersen bende sana bu yanlisligin kokenini aciklayabilirim belki.
Bu arada niye stalinist olucaksin? Sen bu politik tartismalari futbol takimi tutmak gibi bir sey saniyorsun herhalde. Ben stalinist degilim, sen niye olucaksin? Yani hayat senin icin sadece Stalin ve dusmanlari olarak bolunmus durumda mi? Stalinist olsam bile senin gibi birisinin stalinist olmasina karsi cikardim, zaten su anda pek iyi durumda sayilmazlar, ama senin katilimin stalinist saflarin zeka duzeyini ciddi bicimde etkilerdi.
Bu rakamlarda oynamalar olacağını biliyorum. Kendi rakamlarını ver. Kaç kişiydiler kaç kişi kaldı?
Ucuz hakaretlerle konuyu sulandırma.
Bunu yanıtla… Bu yorum “tekniği” içinde yapılan kısaltmaları, yalnızca bir “iddia’nın” şiddetini ifade için yazılanları asıl sorundan kaçmak için kullanma….. Bu “gergedan tekniğinden” vaz geç… Konuya gel.
O rakamları ver…
Vermek zorundasın… Burada hatta konuya ilgi duyan arkadaşlar da buldukları rakamları versinler.
Soru belli. 1934, 17. kongre delegelerinden kaçı bir sonraki kongreye dek sağ kalabildi?
Konu dağıtılamayacak, çarpıtılmayacak! Önce bu iki rakam ortaya çıkacak… sonra Ahmet çuvalcısını değiştirecek; mızraklar sığmıyor abi!
“çünkü 1934 ile 1939 arasında dört ya da beş milyon parti üyesi ve görevlisi siyasal gerekçelerle tutuklandı, dört ya da beş yüz bini yargısız idam edildi ve 1939 baharında toplanan bir sonraki Parti Kongresinde 1934 deki 17. kongrede hazır bulunan 1827 delegenin yaklaşık 37 si hayatta kalabilmişti…( Eric Hobsbawm. Kısa 20. yy.. sf 527)
E. Hobsbawm’ın bu veriyi aldığı yazar orada yazıyor. Ahmet, önce EH’ın aile, siyasi sicilinden girip sonra alıntıladığı yazarın da, hepsinin de ne “hain” olduğunu kanıtlamayı deneyebilir…
Bu rakamlar ortaya çıkmadıkça her konuşma gereksizdir!
“1934 deki… delegelerinin çoğunluğu -1108 kişi- tutuklanmış, ve 848 i kurşuna dizilmişti…” (M. Lewin. Sovyet Yüzyılı sf 138)
stalin’in karısı intihar etmiş. bizzat stalin öldürmüş de olabilir. kızı babasına küfredip en büyük düşman amerika’ya kaçmış. tam bir sosyopat profili yani. böyle bir adam kendi partisinin merkez komite üyelerini, kongre delegelerini öldürtmekten neden kaçınsın ki?
ama palavracı ahmet’in cevabı belli: stalin yapmadı miki yaptı. miki yani yezhov.
oldu, gözlerim doldu ahmetçiğim.
Aslinda Hobsbawn da sacmaladiktan sonra aslinda seni mazur gormek gerekir. Ustelik Hobsbawn SSCB ye sempati duyan birisidir. O yuzden senin sacmalaman cok dogal.
1934 39 arasinda 4-5 milyon parti uyesinin tutuklanmasi mumkun degil. O yillarda SBKP parti uyesi hic bir zaman 2 milyon civarini gecmedi. Stalin istese de o kadar parti uyesini tutuklayamazdi zaten. Ustelik bir de bunlar sadece tutuklananlar hemde sadece siyasal gerekcelerle. Simdi bu sacma rakamlarin nesini tartismak istiyorsun?
Eger soyledigin, tamam bu rakamlar yanlis olabilir ama o zaman hic kimse tutuklanip idam edilmedi ise bu daha da sacma! Cunki ben hic bir zaman o donemde insanlarin tutuklandigini idam edildigini reddetmedim. Benim cabam bunlarin niye oldugunu arastirmak.
Senin caban ise bu sacmaliklari hic dusunmeden aktarmak. Dusunmene ne gerek var, zaten Hobsbawn dusunmus senin icin!
“1939 daki Parti Kongresinde 1934 de bir önceki kongreye katılmış olan 2000 delegeden sadece 39 u hayattaydı ve Merkez Komite’nin 1934 deki 149 üyesinden 98’i Stalin’in bütün rakipleri -Kamenev, Bukharin ve Zinovyev- gibi ortadan kaldırılmıştı.” Clive Ponting Dünya Tarihi sf 730
…Bunu 1956 da Kruşçev’in okuduğu gizli rapordan anlıyoruz;
“17. Kongre’de seçilen 139 MK üyesi ve yedek üyesinden, 98’inin yani % 70’inin daha sonra tutuklandığı ve kurşuna dizildiği (çoğunluğu 1937-1938 döneminde) kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde tespit edilmiştir. (Salonda kızgın bağıroşlar….
… kongreye katılan delegelerin .. oy ya da söz hakkına sahip 1956 delegeden 1108’i ….tutuklandı…(Protesto haykırışları…)
Yaşanmamış Sosyalizm. M. İnanç Turan sf 155
“… Ne var ki bu “birlik içinde” olduğu söylenen partinin 17. kongresine katılan delegelerin yarıdan fazlası bir sonraki kongreye kadar geçecek beş yıl içinde “temizliğin” kurbanı olacaktır.””…
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi sf 734
“parti üyesi ve görevlisi”… olarak yazılı… ve dönem olarak bu sayıyı 1922-1937 dönemleri olarak alındığında yanlış olmaz…
1922-1935 arası yaklaşık 1.5 milyon kişinin çoğunlukla üye aidatlarını ödemeyerek….kendiliğinden hedef tahtası oldular…”
Evet… Ahmet’in rakamlarını bekliyoruz; yine de duramamış… E. Hobsbawm’ı da aşağılamış…
Kim bilir yine konunun dışına çıkmayı sağlayacak neler söyleyecek?
Düşünmeye gelince… Ahmet’in rakamları sonrası bu Bolşevik Parti Katliamı ile aslında 1934 den sonra bir Sosyalist Parti’den de söz edilemeyeceği, bir Tiran, bir Çar’dan konuşmak gerekeceği …. düşüneceğiz…
Yalnız ve yalnız bu veri üzerine tüm “hikaye” ayakları üzerinde yürüyebilir…
Yalnız ve yalnız bu iki rakam… Parti’nin, ve Rus halkının sosyalist mücadele tarihinin katliamının verileri… Öldürme, cinayetlerden söz etmiyoruz; Katliamdan, Parti-Partilikırımından konuşuyoruz.
Bir de reddetmiyormuş! Gülünç!
“Aslında dünyanın bir küre olduğunu da reddetmiyorum…” Bir entelektüeli bu anlamda cümleler kurmaya zorlayan ne ki?
Bu rakamları bekliyorum…
Selam O. Gürsel, benim yeni çevirdiğim, Robert Conquest’in Stalin ve Kirov Cinayeti kitabında, 17. kongre ile ilgili verilen bilgilere ilişkin alıntılar aşağıda:
“Bu sorunu tartışmak üzere bir grup eski delegenin toplandığı söylenmektedir. M. D. Orakhelashvili (Kirov’un Kafkasya’dan eski arkadaşı) ve G. I. Petrovsky, her iki anlatımda da adları geçen kişilerdir; S. V. Kassior, Sheboldayev, Eikhe ve Orjonikidze’nin de grupta yer aldığı bildirilmektedir (görüşmenin ya da görüşmelerden birinin Orjonikidze’nin evinde yapıldığı söylenmektedir). Keza, I. M. Vareikis’in, Kirov’un yeni Genel Sekreter olması fikrini oluşturanların en başında geldiği söylenmektedir – Vareikis de, Astrahan ve Kafkasya’da Kirov’la birlikte çalıştığından, bu akla yatkın gözükmektedir.” (s. 28)
“Mikoyan, Kirov’un XVII. Kongre’de Stalin’den 300 oy daha fazla aldığını açıklıyordu; bir grup delege Kirov’un Genel Sekreter olması görüşündeydi; fakat O bunu reddettikten sonra ‘Stalin’e söylemiş ve düşmanlıkla karşılaşmış ve bu, Stalin’in bütün Kongreye, bu arada tabii ki kişisel olarak Kirov’a karşı intikam duygusu beslemesine yol açmıştı.'” (s. 29)
“Aralık 1987’de Sovyet aylık dergisi Ogonyok, Anastas Mikoyan’ın anılarında, daha önceki baskılarda yasaklanmış bir bölümü yayınladı. Burada, IV. Bölümde belirttiğimiz gibi, samizdat anlatımlarında geçen Stalin’le Kirov arasındaki düşmanlık; XVII. Parti Kongresi’nde Stalin’in yerine Kirov’u geçirme girişimi; Stalin’in, Kongre delegelerine “ve elbette kişisel olarak Kirov’a” karşı beslediği intikam duyguları tamamen teyid edilmektedir.” (s.121)
“…açıklandığına göre, XVII. Kongre’de Stalin’i görevden almaya yönelik bir plan söz konusuydu. Ve Kirov’la Politbüro’daki diğer “ılımlılar”, Stalin’in önemli komünistlere karşı misillemede bulunmasını önlemişlerdi.” (s. 116)
“Bazı detaylarda ayrılan samizdat tarihçiler, bize 270 (ya da 289) delegenin (1.966 delege içinde) gerçekte Stalin’e karşı oy kullandığını (seçimde oy kullananların sayısıyla alınan oy eşit olacağından, onun aldığı oy, isminin eksik kalan sayı kadar çizildiği anlamına gelmektedir) söylemektedir. Bu tarihçiler, seçim komisyonu başkan yardımcısı V. M. Verkhovykh’un daha sonradan, 1957 yılında Araştırma Komisyonuna anlattığı üzere, Kaganoviç’in komisyon başkanı Zatonsky’e, çizilen oyların sayısının üç olarak değiştirilmesi (bu Kirov’a karşı verilen oyların sayısıyla aynıydı!) yönünde nasıl talimat verdiğini nakletmektedirler. 1957 Komisyonu, Stalin’in otoritesini sarsacağı için son derece gönülsüzce ifade veren, seçim komisyonundan hayatta kalan bir diğer üyeden de bunu destekleyici yönde ifadeler almıştır. Bu anlatım ayrıca Kruşçev tarafından önemli görülerek onaylanmıştır.
Takip eden yıllarda 1.966 delegenin 1.108’i halk düşmanı olarak kurşuna dizildi.” (s.29)
“Robert Conquest’in Stalin ve Kirov Cinayeti kitabında, 17. kongre ile ilgili verilen bilgiler… “Takip eden yıllarda 1.966 delegenin 1.108’i halk düşmanı olarak kurşuna dizildi.” (s.29)
Ahmet’in vereceği sayıları bekleyeceğiz… Ve sonra sosyalist-aklın alamayacağı bu “ayıklamanın” tarihsel sonuçlarını konuşalım…
Bu katliamın ne denli tarihsel önemi olduğunu…
Bu sayıların tüm GULAG tartışmalarından daha önemli olduğunu…
Eklemeliyim… Ahmet yorucu bir insan… Yorulmamak için, bu sayıları vermezse konuyla ilgili yaptığı bir çok yorumun altına bu tartışmalara gönderme yapılmalı… Bu durumu bilmeyen insanların “zehirlenmesini” önlemek için…
Marx’ın Yanılmazlığı Ve Sosyalist (Totaliter) Devletçiliği Hakkında
Marksizm ilginç bir düşünce sistemi. Özellikle Marks’ın yazdıklarını esas aldığımızda bu durum daha belirginleşiyor. İlginç derken, doğru anlamında söylemiyorum. Bu ilginçlikler bir sürü belirsizlikleri ve çelişkileri içinde barındırıyor.
Marks’ın aslında esaslı düzeyde ‘devletçi’ biri olduğu düşünülebilir. Devlet analizi çelişkiler ve belirsizliklerle doludur.
Komünist Manifesto ‘da devleti düşüncesinin merkezine yerleştirir. Bu kadar devlete güvenir ve inanır Ona göre komünizmi getirecek olan devletin kendisidir. Ama bu sorunun nasıl olacağına yanıt vermez. Verdiği yanıtlar da temenniden öte gitmez. .Ama nasılsa bu düşüncelerini Paris Komünü sonrası bu kadar içtenlikle ve keskinlikle dile getiremez. Bundan sonra Marks’ın devlet ile ilgili düşünceleri belirsiz hale gelir. Bakunin’in yazdıklarına doğru düzgün yanıt da vermez. Belirsizliği devam ettirir.
Şimdi Marks sonrası devleti merkeze yerleştiren, diğer bir değişle devleti güçlendirerek her şeyi devletin uydusu haline getirerek söz de devleti yok etmek isteyenlerin gittikleri yola bakalım.
Önce sosyalist devleti kuracaklar ondan sonra devleti güçlendirerek, daha da güçlü hale getirerek sonra da zamanla (belki bir milyon yıl, belki de milyar yıl sonra) onun sönümlenmesini bekleyecekler.
Şimdi ekolojik çevreyi savunan birisi dese ki: “ekolojik çevreyi her yere bina yaparak, ormanları ve ekosistemi yok ederek savunacağım, tüm ağaçları, ormanları keseceğim yerine bunların yerine beton köprüler kuracağım vs. Tüm her taraf beton hale geldikten sonra bunlar sönümlenecek, binalar yıkılacak. Yani önce her taraf beton olacak ekoloji yok olacak, sonra betonlar kendi kendini yok edecek ve sönümlenecek. Bu bin yıldan beri böyle, bundan sonra da böyle olacak. Tüm ağaçlar ve ormanlar kesildikten sonra, ekoloji tümüyle yok olduktan sonra ekoloji canlanacak. Yani önce özgür düşünceyi yok edeceğiz, öldüreceğiz sonra ölüyü dirilteceğiz. Önce ekolojiyi yok edeceğiz sonra yoktan var edeceğiz. Hiyerarşiyi yok etmek için her tarafı hiyerarşik bir yapıya kavuşturacağız, sonra onun kendiliğinden yok olmasını bekleyeceğiz. Önce çelik binaları dikeceğiz sonra kendiliğinden onların yıkılmasını bekleyeceğiz. Böylece eşitsizlik içinde işçileri hiyerarşik bir denetime alacağız. Ama tabii bu arada devlet sönerken-aslında güçlenirken onun sönmesini bekleyeceğiz.” Tabi bu arada devlet sönümlenirken arada kapitalist devlete de dönüşebilir, bu arada milyar, milyon yıl otur bekle.
Devlet güçlendirmek devleti yok etmez, onu daha da kuvvetlenir. Özgür düşünceyi ve özyönetimi onu yok ederek değil onun yardımıyla, onu ortadan kaldırmadan ona dayanarak ve onu geliştirerek onun devletin yerini almasını bekleyebiliriz. İşte o zaman özyönetim ve eşitlik ilkesi güçlendiğinde başarıya ulaşabiliriz.
marx’taki devletçi ve baskıcı nosyonla sadece bakunin üzerinden değil deleuze, foucault ve antonio negri üzerinden de hesaplaşmak lazım. toplumsal muhalefetin, marx yorumlarından değil de nietzsche yorumlarından hareketle şekillenmesi… bu çok daha yaratıcı ve heyecan verici.
Gursel,
Verdigin hangi rakamlar dogru? Sovyet tarihinin hatta 20. yy lin sonuclari bakimindan en onemli parti kongrelerinden birisi hakkinda konusuyorsun, sonra da bir suru rakam siraliyorsun. Hepsi birbirinden farkli. Sonra da Stalin’in bu kongreye katilan delegelerden ve MK ye secilen uyelerinden bir suru insani oldurttugunu, idam ettigini iddia ediyorsun, bu rakamlar da farkli.
En basta Hobsbawn dan alinti yapip kongre delegelerini 1827 ilan edip hepsini idam ettiriyorsun. Sadece 37 kisi sag kalmis. O yillarda 2 milyon civarindaki parti uyesinden 4-5 milyonunu tutuklatip bunlarin besyuzbini kafadan idam ettiren Hobsbawn’in iddialarini hic dusunmeden ( aslinda seni sucladigimi sanma, dusunmek icin beyin gerekir, senin kafa fotokopi makinasi gibi calisiyor, her soyleneni kopyalayip buraya aliyorsun) buraya aktariyorsun.
Ama sadece onu aktarmiyorsun ki! daha bir suru rakami daha aktariyorsun, bu rakamlarin hepsi birbirinden farkli. Peki bu rakamlarin hangisi dogru? Hobsbawn’in ki? yoksa 1108 kisiyi tutuklatip bunlarin 800 kusurunu idam ettiren Mose Lewin’mi? Bu arada anti stalinist Lewin’in SSCB ye sempati duyan komunist parti uyesi Hobsbawn’a gore daha insafli cikmis.
Ama seni o da kesmiyor baska rakamlar veriyorsun, Bu sefer de delege sayisini 2000 e cikartip kurtulan sayisini 39a cikartan birinin rakamlarini veriyorsun, ama senin bu son kaynagin sanki toplama cikarmayi bilmiyor gibi. Ona gore kongreye katilan delegelerden sag kalan sayisi 39 ama sadece MK uyelerden sag kalan sayisi 49. Aslinda burada sanirim bir maddi yazim hatasi var, sanirim yazar Kruscev’in 138 kongre uyesinden sozunu 149 olarak yazmis. Ama yine de bu durumda Stalin’in bir kisi bile birakmadan tum kongre delegelerini oldurmus olmasi sadece bazi MK uyelerini sag birakmis olmasi gerekiyor. Bu yazarlarin yontemi at atabildigin kadar nasil olsa konu SSCB Stalin sosyalizm vb oldugunda kimse rakamlara bakmiyor, yeterki kufret!
Bu arada uyelik aidati odemeyen uyelerin hedef tahtasi oldugu sacmaligini ise es geciyorum. Bir partide uyelik aidatini odemeyen herkes hedef tahtasi olur. Bu cok normaldir. Bunun icin bolsevik olman gerekmez, butun partilerde uyelik aidatini odemeyen uyelerin partileri ile iliskileri kesilir. Ama bu insanlar nasil hedef tahtasi olur?
Bu arada devreye GUn girmis, onun kaynaklarina gore ise, ki tekrarladigina gore ise bu rakamlari da kabul ediyorsun, 1.966 delegenin 1.108 inin kursuna dizildigini iddia ediyor.
Peki neden bu kadar farkli rakam dolaniyor ortalikta? Sen bunu hic dusundun mu diye sormayacagim, cunki dusunmedigin acik. Unutmayin yukarida ki herkes o kadar emin ki mesela delege sayisini da oldurulen delege sayisini da herkes net veriyor. Yuvarlak rakamlar yok. Bu kadar net rakamlarin bir kaynagi olmasi lazim. Ama yok. Tum bu palavralarin iki kaynagi vardir, birincisi Kruschev’in 20. Kongrede okudugu rapor, ikincisi ise yazarlarin kendi siktiklari palavralar.
Arsivler kapali oldugu icin, ozellikle Yezhov donemine iliskin arsivler kapali oldugu icin biz o donemde kac kisi tutuklanmis, kac kisi hapis cezasi yemis, kac kisi partiden atilmis kac kisi idam edilmis bilmiyoruz. Tek bildigimiz o donemde bir cok MK uyesi ve parti ve devlet ust duzey gorevlileri ile gecmisinde kulak beyaz ordu vb suclamasi ile tutuklanan bir cok kisinin tutuklandigi ve bunlarin bircogunun idam edildigi.
Bunlarin sayilari vb hakkinda kimse bir sey bilmiyor. Bu konularda sadece dolayli bilgilerimiz var. Yalniz yukarida ki rakamlarin palavra olmasi lazim. Yukarida ki kaynaklarin hicbirisi birinci elden ( yani o donemin kongre raporlarindan vb alinan ) kaynaklar degil. Thurston kendisi parti kayitlarina dayali yaptigi arastirmasinda 1917 Subat devriminde Bolsevik parti uyesi olan 5000 ci varinda kisinin yuzde doksaninin 1939 da yani yezhov doneminin sonunda hala parti uyesi olup partinin ve devletin cesitli kademelerinde calistigini soyluyor. Bu arada belirteyim Thurston sosyalist degildir ve kitabi Yale universitesi tarafindan basildi.
Aslinda Gun yukarida ki alintisi ile bu tur yazarlarin nasil calistiklarini bilgilerini nerden aldigini gozteriyor. Conquest fasist bir kisidir ve 1937 firtinasi hakkinda batida en etkili ilk kitabi yazan yazardir. Kitabinin adi 1960larda yazilmis Buyuk Teror idi.
YUkarida Conquest Kirov’u Stalin’in oldurttugunu iddia ediyor. Aslinda bu iddia Kruschev’e aittir. Kruschev bu iddiayi 1937 de trockist bir terorist oldugu iddiasi ile tutuklanan ama daha sonra 1950lerde Kruschev yonetiminin en onemli kisilerinden birisi olan Olga
Shautunovskaya’dan almistir. Shautunovskaya Shvernik komisyonunun en onemli sahislarindan birisidir, yine Kruschev’in kongrede okunan raporunun arkasinda ki en onemli kisilerden birisidir. Kendisi bizzat raporun arsiv arastirmasini yapan bir kac kisiden birisidir.
Sovyet devletinin basindaki adam Stalin’in bir baska politburo uyesini oldurttugunu iddia ediyor. Ustelik bunu kendisinin cok yakin calisma arkadaslarindan birisinin Sovyet arsivlerinde yaptigi calismaya dayandiriyor. Ama bu konuda tek bir kaynak dahi gosteremiyor. Oyleki 1991 sonrasi acildigi kadari ile arsivlerde calisan bir cok akademisyen Getty den Goldman’a kadar arsivlerde Kirov’u Stalin’in oldurttugune iliskin tek bir sey bile olmadigini halbuki Kirov’un katilini muhalife baglayan yuzlerce bagin varligindan bahsediyorlar.
Delillerin yoklugunda o zamanda Conquest demisler ile isi goturmeye calisiyor. Hesapta Stalin’in Kirov’u oldurmesinin nedeni Kirov’un Stalin’in rakibi olmasi imis. Ama burada bir sorun var. Kirov kongrede genel sekreter adayi degildi ki? Ustelik kongreler genel sekreteri secmez, genel sekreter politburo uyeleri tarafindan secilir. Ama bu gerceklerin ne onemi var, zaten okuyucu ne soylese kabul ediyor, adamin okuyucu kitlesi Stalin 17. kongrede kendine rakip olan Lenin’i idam ettirdi dese inanacak.
Conquest palavralara devam ediyor, ama kaynak olmadigi icin hep soyleniyordu diyerek bitiriyor cumlelerini, yani birileri soyluyordu o kadar yoksa kaynak yok) BU arada Mikoyan’in anilarinda boyle bir sey iddia ettigi palavradir. Conquest ingiliz bir yazardir ve kitaplarini ingilizce yazar. Mikoyan’in anilari ingilizce yayinlandi. Oradan degil ama Rusca bazi yayinlara kaynak vermesi kaynagin gercek olmamasindan kaynaklaniyor. Halbuki Mikoyan’in anilari to 1988 de ingilizce olarak yayinlanmisti.
Stalin 1934 e kadar kongrelerde bir cok rakiple yarismisti. Once Trocki sonra kamenev Zinovyev hatta hepsi ile birden. Stalim tum kongreleri oldukca kolay kazandigi gibi o zamanlar hic bir rakibini oldurtmeyi tutuklamayi vb 1935 yilina kadar dusunmemisti. Deutscher’e gore Zinocyev’ Trocki’nin tutuklanip idam edilmesini istediginde Stalin buna karsi cikmisti. Keza en onemli rakipleri daha sonra hizip kurduklari icin ozlelestiri verdiklerinde bunlar hizla Stalin yonetiminde partinin ve de burokrasinin tepelerine tirmanmislardi. Keza en onemli rakiplerinden Bukharin sucu sabit olmasina hatta Bukharin’in bu suclari savunmasi ragmen tutuklanmasina karsi cikar. Hatta Zinovyev gibi bazi rakipleri birde gizli bir orgut kurup Stalin’i zorla iktidardan indirmeye karar veridklerinde bile bu insanlari sadece surmekle yetinmisti.
Simdi bu adam birden kafayi yer, ya da kalbi cok kotudur, iddiaya gore 2000 e yakin ( aslinda bu yanlis, o zamanlar parti kongrelerine oy verme hakki olan delegeler ile gozlemci olan delegeler katiliyorlardi ve gozlemci delegelerin oy hakki yoktur. Bildigim kadari ile 17. kongrede oy hakki olan delegelerin sayisi 700 kusurdur, aklimdan yazdigim icin asil rakami veremiyorum. ) delegenin icinden 200- 300 kadari Stalin’e oy vermemis, bir kac politburo asil ya da yedek uyesi de Stalin’i devirip yerine Kirov’u gecirmek istemis.
Stalin bu bir kac politburo uyesini partiden atmakla yetinmemis, bunlari sadece tutuklatmakla da yetinmemis, bunlari, sadece bu 200-300 delegeyi degil ama herkesi, yani kendisine oy verenleri de tutuklatmis ve tutuklatmakla da kalmamis , yani kendisine oy verenlerde dahil olmak uzere bunlarin hepsini idam ettirmis( bazi kaynaklara gore sadece 37 si bazilarina gore ise bir kac yuzu kurtulmus)Hirsini ordada alamamis Kruschev’e gore 600 bin kisi daha oldurmus. ( o zaman KGb tarafindan verilen tam rakamlar 1,548,366 kisi tutuklanmis, yine dikkat edin 1 548 367 ya da 65 degil 1548366 kisi tutuklanmis, 681,692 kisi idam edilmis)
Bu size mantikli geliyor mu? Tabii geldigine eminim ama bir cok arastirmaciya mantikli gelmiyor. Bu arastirmacilar acildigi kadari ile arsivlerde yaptiklari arastirmalarda yukarida rakamlari dogrulayan hic bir sey bulamadilar. Ama baska seyler buldular.
Birincisi 1936 ve 1937 yilinda bir cok birinci sekreterin gorev yaptiklari alanlarda karsi devrimci oldugu iddiasi ile hukumetten yani Stalin’den bu karsi devrimcileri tutuklayip vurma izni istedikleri. Stalin ise bunlara karsi cikar. Stalin’e gore Parti icinde trockist sayisi bir kac yuzu gecmez. Hdi der bir kac bin kisi olsun. Ustelik bu trockistlerin hepsi de kotu degildir, silahli eylemlere karismadikca sirf adami gecmisinde trockist idi diye partiden atamazsiniz, tutukyalamazsiniz.
Onbinlerce kisinin tutuklanip binlercesinin kursuna dizilmesini isteyen bu genel sekreterler arasinda ozellikle iki kisi one cikar. Birisi Kruschev digeri ise Eikhe. En cok tutuklama ve idam talebi bunlardan gelmektedir. Stalin tabii onlarin taleplerini reddeder. Aslinda bu durumu Kruschev anilarinda da anlatir. Anilarinda yazdiina gore Stalin “ulan bu kadar hain olur mu” demis. O da valla yoldas var ve bunlarin hepsinin tutuklanmasi elebaslarininda oldurulmesi lazim demis. Tabii burada kruscev Stalin’den talebinin cok fazla oldugunu soyler ama tam rakami vermez. Simdi arivlerden ortaya cikan rakam 40 000 tutuklama ve 8000 den fazla idam. Bu sadece onun sekreter oldugu Moskova bolgesi icin istenen rakamlardir. Kruschev daha sonra Yezhov doneminde istedigi izinlere kavusacaktir ama kac kisi onun dogrudan emri altinda idam edildi, arsivler tam olarak acilana kadar bunu ogrenemeyecegiz.
Yani Kruschev’in iktidardan dustukten sonraki yazdigi anilarina gore o zaman insanlarin kitlesel olarak oldurulmesini isteyen Kruschev’in kendisi ve daha sonra akladigi arkadasi Eikhe, Stalin ise bu kitlesel idamlara karsi cikmis.
Arsivlerde bir baska ortaya cikan olay ise, kitlesel idan denen donemin 1937 Temmuz sonrasi baslamasi. Bu donem Turkce de oteki stalin kitabinda yazar tarafindan arsiv belgelerine dayanilarak ince ince anlatilir. Stalin yeni bir secim sistemini anayasal olarak gecirmek istemektedir. Yeni secim sistemine gore gizli oy acik sayim ilkesi, partinin devletten ayrilma ilkesi isteyen herkesin ( karsi devrimcilerin bile aday olabilecegi vb ) secme ve secilme hakkini kullanabilecegi bir sistemdir bu.
Yeni secim sistemine karsi cikan ust duzey parti gorevlileri bir sekilde denetimi ellerine gecirirler. Denetimi ellerine gecirdiklerini suradan anliyoruz. Normalde ic savas kosullari disinda idam yetkileri her zaman devlet baskani ya da hukumetindir. Cunki idam ister politik olsun ya da at hirsizini idam et politik bir eylemdir. 1937 haziranina kadar SSCB de tum idamlar liderlik iznine tabii idi. Ama o zaman bu idamlarin onayi cumhuriyet ve bolge sekreterine gecmisti. Bunlar da secimler sirasinda kendilerine rakip olabilecek onbinlerce insani tutuklayip binlercesini idam ettiler.BU arada Stalin’in karsi cikip reddettigi Kruschev’in idam etmek istediklerin kaci idam edildi bu yeni donemde bilmiyoruz. Arsivler tam olarak acilana kadar da bilemeyecegiz. Tabii bu arada stalin’in cevresinden de bunlarin arasinda en unluleri demokratik anayasanin mimarlarindan MK uyesi Yakovlev ve arkadaslari da vardir idam ettiler. BU donem idam yetkilerini hatta secimlerdeki adaylarin bile kimler olacagi yetkisini ele geciren Yezhov nedeni ile ( kendisi icisleri bakani idi) Yezhov donemi diye anilir.
Ama bu catismadan Stalin galip cikti, bu noktada Yezhov basta olmak uzere bildigim kadari ile 3000 i askin ust duzey parti yoneticisi, ve devlet burokrati idam edildi.
Ama Stalin bu donemde gerek burokrasinin bazi kesimleri ile uzlasarak gerekse ozellikle isci sinifi arasindaki destegine dayanarak rakiplerini tasfiye ederek cikmayi basardi. Ama bu zafer bir cok bedeli vardi. En onemli bedel de istedigi anayasa gecmis ama secim kanunu burokrasinin istedigi gibi budanmis, coklu adaylar yerine tek aday sistemine yine geri donulmek sonunda kalinmisti.
Bu sayfanin editoru arkadas dun buraya bir yazi asmistim ama yazi cikmamis neden?
Bu siteye gelen her yazı yayınlanır. Gecikmeler olabilir ama yayınlanır. Bu sabah bakılamadığından yorumun yayınlanması gecikmiş olmalı.
Kruschev bu iddiayi 1937 de trockist bir terorist oldugu iddiasi ile tutuklanan ama daha sonra 1950lerde Kruschev yonetiminin en onemli kisilerinden birisi olan Olga Shautunovskaya’dan almistir.
Nerden biliyon ahmed?olganin fingirdegimiydin?sen rakam dilenecegine bize iskembeden salladiklarinin ispatini ver.kuruscev dedi olmaz.olga dedide olmaz.resmi belge goster.
Tesekkurler
Ahmetçiğim iyi goygoy yapıyorsun ama kaçış yok. Sıkıştın köşeye. Wikipedia’da 17. kongre başlığında yazan şu satırları iyice bir oku.
The 17th Congress has also been given the name The Congress of the Condemned, because of 1,996 party members present, 1,108 were arrested, and about two thirds of those executed within three years, largely during the Great Terror. Of the 139 members elected to the Central Committee in the 17th Congress, 98 would be executed in the purges.
http://en.wikipedia.org/wiki/17th_Congress_of_the_All-Union_Communist_Party_(Bolsheviks)
Biliyordum bir “çuval” yazı yazacağını! Gerçek yalındır oysa! Ve gerçeği eğip bükenler çok konuşur. Ben tek tek ve kısa yanıtlayacağım.
1. Soru… “Verdigin hangi rakamlar dogru? Sovyet tarihinin hatta 20. yy lin sonuclari bakimindan en onemli parti kongrelerinden birisi hakkinda konusuyorsun, sonra da bir suru rakam siraliyorsun. Hepsi birbirinden farkli.”
Yanıt;
Bu rakamlar özünde çok farklı değil! Hepsi tek bir şeyi anlatıyor. Bir Partisoykırımı yapılmış! En az yarısı öldürülmüş; bu sana normal gelebilir… Sen işine geldiği için en azını kullan; gerçek değişmiyor.
Ben bilimsel-tarihsel dürüstlük örneği olarak hepsini aktarıyorum. Bir sürü rakam vermiyorum. Bir hikayeye ait farklı verileri yazdım. (1934’e kongresine katılan ve 1939′ a katılamayan… Gerçeği arıyorum… )
Rakamlar farklı ama sonuç aynı! Gerçekten bunun farkında değil misin?
Neden insanların senin kadar “akıllı” olmadığı önyargısı ile yaşıyorsun!
2. Soru… ” sanirim yazar Kruscev’in 138 kongre uyesinden sozunu 149 olarak yazmis. Ama yine de bu durumda Stalin’in bir kisi bile birakmadan tum kongre delegelerini oldurmus olmasi sadece bazi MK uyelerini sag birakmis olmasi gerekiyor. Bu yazarlarin yontemi at atabildigin kadar nasil olsa konu SSCB Stalin sosyalizm vb oldugunda kimse rakamlara bakmiyor, yeterki kufret!”
Yazıyı tekrar alıntılıyorum…
“Bunu 1956 da Kruşçev’in okuduğu gizli rapordan anlıyoruz; “17. Kongre’de seçilen 139 MK üyesi ve yedek üyesinden, 98′inin yani % 70′inin daha sonra tutuklandığı ve kurşuna dizildiği (çoğunluğu 1937-1938 döneminde) kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde tespit edilmiştir. (Salonda kızgın bağırışlar….
… kongreye katılan delegelerin .. oy ya da söz hakkına sahip 1956 delegeden 1108′i ….tutuklandı…(Protesto haykırışları…)
Ahmet müthişsin! Kutluyorum… Bu hikayede senin dikkatini çeken bu yazarların verdiği çelişkiler mi? 138 mi, 149 mu, 1866 mı, kalan 37 mi, 800 mü? Çırılçıplak bir gerçeği kendinden gizlemeyi başaramazsın! Vicdanını ve aklını nerde kaybettiğini bilmiyorum; ama burada bulamazsın onu!
Burada tek bir iddia geçerlidir; Kruşçev bu rakamları vermedi veya Kruşcev bir yalancıdır! Ama bir parti kongresinde bu işler ortaya saçıldıktan sonra büyük rakam farklılıkları olmayacaktır….
3. Soru….” Bu arada anti stalinist Lewin’in SSCB ye sempati duyan komunist parti uyesi Hobsbawn’a gore daha insafli cikmis.”
Bu benim sorunum mu gerçekten? O zaman E. H.’ı bu koşullarda neden önemsemiyorsun. EH’ın Alıntıladığı yazarda hatalar olsa da bu tarihi gerçekliği değiştirecek düzeyde olmayacaktır! Biz rakamları değil, tarihi gerçekliği arıyoruz; bu rakamlalar çelişkili değil, birbirini doğrulamaktadır!
4. Soru… “Bu arada uyelik aidati odemeyen uyelerin hedef tahtasi oldugu sacmaligini ise es geciyorum. Bir partide uyelik aidatini odemeyen herkes hedef tahtasi olur. Bu cok normaldir. Bunun icin bolsevik olman gerekmez, butun partilerde uyelik aidatini odemeyen uyelerin partileri ile iliskileri kesilir. Ama bu insanlar nasil hedef tahtasi olur?”
Haklısın; bunu da Stalin ve katillerine sormamız gerekiyor?
5. Soru… “Peki neden bu kadar farkli rakam dolaniyor ortalikta?”
Yaşıyorken bile enflasyon hesabında, partilerin aldıkları oy oranlarında, ABD’nin Iraktaki katliamlarında, bir yılda işlenen kadın cinayetlerinde, dış borcun ne kadar olduğunda farklı rakamlar varken, baştan sona gizlice işlenilmiş cinayetlerdeki farklı rakamlara mı şaşırıyorsun…
Öyle olsun! Bu tarihsel hikayede rakamlar öyle büyük ki! Yarıya indirsen ne çare! Zalimliğin görülmemesi için ancak gerçekten “özel” bir çift göz ve “özel” bir vicdan taşımak gerekiyor…
6.. Soru ..”… Thurston kendisi parti kayitlarina dayali yaptigi arastirmasinda 1917 Subat devriminde Bolsevik parti uyesi olan 5000 ci varinda kisinin yuzde doksaninin 1939 da yani yezhov doneminin sonunda hala parti uyesi olup partinin ve devletin cesitli kademelerinde calistigini soyluyor. Bu arada belirteyim Thurston sosyalist degildir ve kitabi Yale universitesi tarafindan basildi.”
Bizim konumuz 1934 ve 1939 kongresi… Bu nasıl bir gayrıciddilik! Ne uyduruk sokuşturmalar!
7. Soru…. “… Ama bu catismadan Stalin galip cikti, bu noktada Yezhov basta olmak uzere bildigim kadari ile 3000 i askin ust duzey parti yoneticisi, ve devlet burokrati idam edildi.”
Böyle uyduruk bildiğim kadar lafı ne anlama gelir. Bak M. Lewin araştırmış. “Stalin’in fiziksel yöntemler”in geçerliliğini bir kez daha teyit ettiği 10 Ocak 1939 tarihli telgrafı; 138 üst düzey görevlinin idamına onay verdiği bir not: Politbüro üyesi Eikhe’den kurşuna dizilmesinden önce aldığı bir mektup. Stalin ve Molotov 1937-1939 arasına yaklaşık 400 idam listesini (toplam 44.000 kişi) bizzat imzalamışlardı. ” (M. Lewin sf 139)
Neden sen M. Levin’den daha güvenilir olasın! 3000 olduğunda da normal insan aklı bunu bağışlar mı? 13 yıldır oradasın ve 3000 üst düzey parti yöneticisi öldürtmüşsün? Normal! Öyle mi? 3000 üst düzey öldürtmüşsen kaç bin daha alt düzey öldürtülür? Bu rakamda zorlarsan bir yerden mutlaka çıkabilir!
******
SON… V. Grossman’ı oku lütfen. “Her şey geçip gider”
Kızlarını bir değerli yazarın mezarına götürecektin. Bu çok hoşuma gitmişti… Ne güzel demiştim… Lütfen bu kitabı oku. Bu kitap ancak bir korkunç gerçek yaşanılarak yazılabilir; uydurulamaz!
Kızlarımız bizi vicdanlı, iyi insanlar olarak ansınlar. Kendine bu kadar kötülük yapma…
Gursel
Rakamlar niye onemli olmasin? Aktardigin kaynaklar hepsi kendi capinda dunya capinda unlu tarihciler, ama hepsi farkli rakamlar veriyorlar neden? Ustelik yuvarlak rakamlarda degil verilenler oldukca kesin rakamlar. Neden? Bu rakamlarin kaynagi olan adam SSCB nin devlet baskanligini yapti on yila yakin bir sure, peki biz niye hala herhangi bir belge bulamiyoruz?
Ben de nedenini soyluyorum sana hepsi atiyorlar. Bu kaynaklarin hepsinin kaynaginda Kruschev’in 20 kongre raporunda verdigi rakamlar vardir. Kruschev bu rakamlari verdiginde devlet baskani idi. O zamandan bu yana sovyetlerde hepsi anti stalinist bir suru devlet baskani geldi gecti. sosyalizm yikildi yine bir suru anti stalinist kapitalist devlet baskanlari Gorbachev, Yeltsin Medvedev Putin. Biz hala arsivlerden bunlarin bu konudaki belgelerini bekliyoruz.
Bu rakamlarin farkli olmasi cok onemli. Cunki bu kadar farkli rakamin surekli pompalanmasi 1937 de neler oldugunu gizlemeye yoneliktir. Cunki biz su an biliyoruz ki 20 Kongrede Kruschev’in masum dedigi Eikhe onbinlerce sucsuz insanin tutuklanip binlercesinin idam edilmesinden sorumlu. Bizzat Kruschev ( ki kendisi anilarinda bir suru insanin hain oldugu gerekcesi ile tutuklanip bir cogunun idam edilme izni istediginin, lan bu kadar hain mi olur diye Stalin’in karsi ciktigini anlatir.) binlerce insanin idami icin ugrasan bir kisi. Bugun biliyoruz ki Kruschev’in sadece Moskova bolgesinde idam edilmesini istedigi kisi sayisi 8000 . Eger bu kadar kimsenin tutuklanip idamindan sorumlu birisi kendisini ve arkadaslarini melek ama bu idamlari durduran kisiyi seytan gosteriyorsa orada durup olayi dusunmen gerekir.
Ama senin ve senin gibiler icin bunlarin bir onemi yok. Yeterki Stalin aleyhinde soylensin herseyi kabul edip savunacaksiniz. Birisi Isa’yi carmiha Stalin gerdi dese hemen inanip buralarda dolastiracaksiniz.
1937 firtinasi Parti ici bir catismadir. Stalin demokratik bir anayasa getirdigi icin kendi gucunu sinirlyan parti burokrasisini degisik hiziplerle kurdugu ittifaklarla dagitmayi basarir. Ama bu sirada Yezhov ve ekibi milyonlarca insanin tutuklanip oldurulmesinden sorumlu iken, Stalin ise bu donemi Yezhov ve ekibini tasfiye ederek sona erdirmistir.
Zaten bu catismayi her tarafta gorebilirsin. Kruschev Stalin’i parti ye darbe vurmakla suclar. Ginzburg Potysev icin uzulur ( Potysev Eikhe ve Kruscev ile birlikte en fazla idam isteyen parti liderlerindendir.) Ginzburg o zamanlar iceride idi ve Potysev’in emri ile icerde binlerce insan vardi. Onun kisisel onayi ile bir suru kisinin idam edildigini bilmiyor olamaz. Buna ragmen Ginzburg yillarca sonra yazdigi anilarinda ona ne kadar cok uzuldugunu soyluyor. Cunki Potysev onun tarafindadir bu noktada Ginzburg icin onlarin idam ettiklerinin bir onemi yoktur. Stalin Potysev gibileri idam eder. Hepsi parti ve devlet burokrasisinin ust duzey gorevlisi 3000 civarinda kisi. 3000 civarinda diyorum ama bu konuda da tam bir bilgi kirliligi var.
“Yaklaşan davayla ilgili herhangi bir haber yayınlanmadan önce Stalin partiyi bu davaya hazırlamaya karar verdi. 29 Temmuz’da MK’nın, ‘Troçkist-Zinovyevci karşı-devrimci bloğun terörist faaliyetleri üzerine’ başlıklı gizli mektubu, okunmak üzere bütün parti örgütlerine gönderildi. Yezhov tarafından hazırlanan mektup taslağında Stalin çok sayıda düzeltme ve ekleme yaptı. İlk sayfaya, ‘eskiden Troçkistlerin Kirov yoldaşın katledilmesindeki rolü tam aydınlığa kavuşmamıştı’ cümlesini ekledi, şimdi geçerli olan ise, ‘Zinovyev taraftarlarının terörist eylemlerini Troçki ve Troçkistlerle blok halinde gerçekleştirdiklerinin kanıtlanmış’ olduğuydu. Bu düşünce daha ileri götürülerek mektupta şu ileri sürülmekteydi: ‘Kirov cinayetinden ve akabinde Troçkist-Zinovyevci Merkez’in çökertilmesinden sonra Troçki, SSCB’deki tüm terörist aktivitelerin önderliğini üstlenmiştir.'” (V. Rogovin, 1937-Stalin’in Terör Yılı, s. 13, Mehring Books)
Yezhov, Stalin’in istediği zaman bir kenara fırlattığı basit bir aletten başka bir şey değildi. Terör dönemindeki cinayetlerini Yezhov aracılığıyla örgütledi ve artık onun işe yaramaz hale geldiğini gördüğü an onu da temizledi. Yezhov, Stalin’den habersiz tuvalete bile gidemezdi.
Stalin’in her şeyi en ufak ayrıntısına kadar planladığının ve denetim altında tuttuğunun sayısız örneklerinden biri daha: “Stalin davanın hazırlıklarını tamamladığında, onun sonuçlarından o kadar emindi ki, dava başlamadan önce Soçi’ye tatile gitti. Mahkemenin seyrini kontrol etmek üzere Kaganoviç görevlendirildi. Ulrich, Kaganoviç’e, mahkemenin vereceği cezalar konusunda çeşitli versiyonlar sundu. Kaganoviç en son versiyonu inceledikten sonra nihai düzeltmeleri yaptı ve bu arada sayfalardan birisindeki kendilerine karşı terör eylemi planlanan şahısların listesine kendi soyadını da ekledi. Daha duruşmalar sona ermeden, Kaganoviç, mahkemenin vereceği cezaları, bilgi sahibi olması için Soçi’de bulunan Stalin’e gönderdi.” (V. Rogovin, s. 13)
Öncelikli amacımız Stalin’i aşağılamak, yargılamak değil! Sosyalizm’i bu faşist, zalim, Asya Despotluğundan kopartmak
Tarihsel gerçeklikleri ele geçirmede, yorumlamada, sonuçlara ulaşmada “yöntem” sorunları önemlidir elbette. SSCB’nin ve Stalin’in değerlendirilmesinde bu yöntem farklılıkları da tartışmaları gereksiz yan yollara sürükleyiveriyor…
Zaten tarih her zaman sonsuz “grilik” içinde yoğunlaşan, koyulaşan, ağırlı kazananı tespit etmek olmuş. Bir kemik parçasından yola çıkılarak evrim’e ait yolculuğa çıkılmış. Tarih zaten öncelikle yalanlardan süzülen, damlayan o “saf” bir kaç damla su… 80 yıl önce yazının, görüntülemenin, sesli kaydın olduğu dönem bu denli tartışılabilir oluyorsa… Kuşkusuz bu yalnızca gizlenen gerçekliğe ait bir sorun değil; aklımızın analiz yöntemindeki “doğuşsal-kişisel” kusurlara da ait olmalıdır.
1800-2000 kişiden 37 kişi sağ kaldı.
1800-2000 kişiden 1108 tutuklandı, 1200 kişi sağ kaldı.
Sonuç…
1.Tarihsel veriler net değildir.
2. Her iki koşulda da Parti terörize edilmiştir! Parti üyeleri bile böyle katledildiyse… diğer insanlara ne yapılmıştır? Bu rakamlar benzer yargıları üretir! Çelişir yargıları değil…
***
Elbette Stalin ve birlikte olduğı MK, Politbüro üyeleri… Tümü suçludur… Kruşçev vb. kendini de aklamak için Stalin’i günah keçisi yapmış, çok şeyi abartmış da olabilirler… Bu olgu bile ne SSCB’nin “saray entrikaları” içinde yönetilip, ne denli vahşi bir riyakar düzen olduğu gerçeğini açıklar… Neredeyse tümü acımasız birer mafya çete elebaşıdır.
Zaten sosyalizm adına böylesi bir işleyişin, zalim bir yönetim biçiminin, insanları “böcek” gören bir zorbalığın gelecekte de olmaması için, bir meşruiyeti tümüyle yitirmesi amacı ile konuşuyoruz bunları… Bizi geçmiş değil, bu geçmişin tehdit ettiği gelecek ilgilendiriyor ve bu tehdidin sonlandırılması, bilinmesi arzusu ile bunları yazıyoruz…
SSCB ve Stalin “deneyimin”, Sosyalizmin özgürlük ve katılımcılıktan hiç bir şekilde kopmaması gerektiğine ait ders çıkarılacak bir tarihsel dönem olarak yorumlanmasını şiddetle arzuladığımız, çok ama çok önemli gördüğümüz için yazıyoruz bunları… Türkiye’de benzer Partiler, partililer, benzer “zihniyet” ne kadar ciddiye alınıyorsa, bu Tarihsel dönemi açıklığa kavuşturmak da o denli önemini yitiremez…
***
Sorun rakamların farklılığı değil; rakamlar farklı ama ortaya çıkan gerçek aynı!
Bu sonucu görmek isteyen görür; görmek istemeyene de bir şey yapılamaz…
Bu tarihçilerin de ulaşabildikleri kaynaklar farklı olabilir… Nitekim EH’ın alıntıladığı Kerblay bu verileri 1983 tarihli kitabında yazmış. MLewin orjinali 2005’de yazılmış…
Sevmediğin adam…“1934 deki… delegelerinin çoğunluğu -1108 kişi- tutuklanmış, ve 848 i kurşuna dizilmişti…” (M. Lewin. Sovyet Yüzyılı sf 138)
En uygun bu olabilir…. Bu yetmez mi Ahmet… Yaklaşık % 50…
Evet bir Partikırımı yapılmış ve 1934 lerden sonra da SSCB de bir Sosyalist Parti kalmamıştır! SSCB’nn bu tarihlerden sonra
Stalinist-Sovyetik CB olarak okunması gerekirdi!
Yönetim Stalin’in Çar’lığına kalmıştır. Devrimin, Rus Sosyalist Tarihinin, Lenin’in Partisi yok edilmiştir… (Bunu Lenin’i aklamak için yazmıyorum… Olguyu açıklamak için..)
Toplumun tarihle bağı kopmuş, kimsesiz, çaresiz, aciz çocuklar gibi zorba-zalim “baba’nın” insafına terk etmiştir kendisini… Bu önemli değil! Bu durumun “yüce, şanlı Sosyalizm”, Stalin’in de “sosyalist önder” olarak anılmasıdır önemli olan; Tarihte en temel kavram ve insani değerlerin bu denli bir riyakarlık içinde çürütüldüğünü sanmıyorum….
Öncelikli amacımız Stalin’i aşağılamak, yargılamak değil!
Sosyalizm’i bu faşist, zalim, Asya Despotluğundan kopartmak….
Sosyalizmi ve Sosyalist ideolojiyi özgürleştirmek….
Gun
Bari Rus Car’i ve ailesinin oldurulmesini de ekleseydin! Nasilsa onlar da olmusler. Hangi kosullar ve nedenlerle idam edildiklerinin bir onemi yok tabii ki. Ayakustu olayi niye alavereye getirmeye calisiyorsun. Zinovyev davasi ve daha sonraki Radek Pyatakov davalari ile 1937 Temmuz sonrasi yuzbinlerce kisinin tutuklanip binlercesinin kursuna dizilmeleri ve akabinde bu tutuklamalarin durdurulup parti ve hukumet burokrasisinden bir suru insanin tutuklanmasi ve bunlardan bir cogunun Stalin yonetimi tarafindan kursuna dizilmesi hepsi birbirlerinden tamami ile ayri seylerdir.
Zinovyev ve arkadaslari ile Radek davasi tum dunyanin partinin gozleri onunde yapildi. Bu adamlar SSCB hukumetini yasadisi olarak zor yolu ile degistirmeye calismaktan yargilandilar. Ve idama mahkum edildiler.
Ama 1937 sonrasi olan mahkeme karari bile olmadan sadece parti sekreterlerinin karari ve Yezhov’un onayi ile sadece gecmiste karsi devrimci faaliyetlere ya da parti ici Trockist hizbe katildigi iddiasi ile yuzbinlerce insanin sadece idari bir onlem olarak tutuklanip binlercesinin kursuna dizilmesidir. Karanlik bir donemdir. Tek bildigimiz Yezhov ve Eikhe’nin parti kongre ve konferansi disinda insanlari tutuklayip idam yetkisini ellerine gecirmeleri, bu donemde Stalin’in cok yakininda bazi insanlar da olmak uzere bir cok insani sorgusuz sualsiz tutuklayip idam ettikleridir.
Stalin daha sonra bir sekilde bunlari durdurmayi ve daha sonra yine uzun yargilama sureclerinden sonra ( ama bu seferki yargilamalar gizli idi, ama mahkemelerin tum tutanaklari mevcuttur ve yayinlanmistir) bu kisileri tasfiye etmeyi basardi. en niye Ginzburg ya da Kruschev’in Potysev’i bu kadar sevdigini saniyorsun? Sen niye Kruschev’in bu kadar Beria dan nefret ettigini saniyorsun? Cunki Beria sonradan Stalin’in safina gecerek ( ozellikle Stalin secim sistemindeki geriye donuk coklu adaylara iliskin secim sistemini kabul ettikten sonra) Yezhov Eikhe Potysev gibilerin cinayetlerini durdurmaya yardim etmis, ustelik bu adamlarin dogrudan bu suclardan yargilanip idam edilmesini saglamistir da ondan. Bakiniz Yehov doneminde yakinlari oldurulen kendileri tutuklanan hatta idam edilecekken Beria’nin gelmesi ile kurtulan Lara Bukharin ya da Ginzburg gibi tipler hepsi Beria’dan nefret ederken Yezhov’u sevgi ile aniyorlar. Sen bunun neden oldugunu saniyorsun?
O donemde olanlar kotu kapli Stalin manyakca bir duygu ile yuzbinlerce insani tutuklatti sonra da binlercesini ( pardon siz milyonlarca diyordunuz degil mi?) idam etti ile aciklanamaz. Devlet ve parti ici burokrasisinde bir ic savas patlak vermis ama sonunda bu Stalin’in zaferi ile sonuclanmistir.
Yoksa Stalin’in mesela niye 1925 te 26 da ya da 34 te kendisine rakip olan muhaliflerini birak oldurmeyi tutuklamadigini aciklamaz. Kongrelerdeki muhalifleri daha sonra hizipcilik yapmaktan dolayi ozur dilediklerinde hepsi de hem partinin hem de burokrasinin en tepelerine tirmanmislardi. Boyle manyak bir adam niye bunlari daha sonra partiye alsin? hadi aldi neden bunlari hemen partinin en yuksek kademelerine yerlestirsin. Unutmayin Bukharin hem MK uyesi idi hem de Izvestia yazi isleri muduru. Moskova mahkemelerinde yargilanan saniklarin hemen hepsi parti ve devlet burokrasisinin tepelerinde idiler. Ama bu kadar basit seyleri dudunebilmek icin dedim ya dusunen beyinler lazim.
Bak Rogovin den alinti yapiyorsun. Rogovin anti stalinisttir ama Jukov gibi arsivlerden alinti yapar. Conquest gibilerle hemen hemen ayni tezleri savunur ama Conquest gibi kicindan uydurmaz, dogrudan birinci elden arsivlerden calisir, eger arsivler kendi inancina aykiri seyler soyluyorsa onlari saklamaz. Ama kendi inanci dogrultusunda yorumlamaya calisir.
Gerek Jukov’un gerekse Rogovin’in kitabini bu noktada degerli kilan onlarin bu yonleridir. Arsivlerden alinti yapmalari. Ama her ikisi de yorumlarinda yanlisliklar yaparlar. Ama alintilari arsiv kayitlarindandir. Bazi maddi hatalar disinda guvenilirdir. Rogovin anti stalinist yazarlar arasinda arsiv kayitlarina gore Zinovyev- trocki blogunun kuruldugunu ilk aciklayan yazarlardan birisidir. Ama dedigim gibi bu inaclarina ters gelmesine ragmen bunu yapar, kendisi trockisttir.
Bir alintida ben yapayim Rogovin’in arsiv kayitlarindan. Bir Kasim 1932 tarihli mektubunda Sedov ( Trocki’nin oglu) babasina Smirnov’un ( Trockistlerin SSCB deki o zamanki lideri, hizipcilik yapmamaya soz vermis partiye geri alinmis ve MK uyesi olmustu. Ama daha 1933 te tanidigi bazi bolseviklere Stalin’i zorla devirme konusundaki planlarini aciklar, onlarin da kendilerine katilacagini umuyordur, ama bu konustuklarindan birbiri ile alakasi olmayan farkli cografyalardaki uc kisi durumu polise bildirir, bunun uzerine partiden atilir ve Stalin’i zorla indirmeye calismaktan once surgne gonderilri sonra da cezaevien gonderilir. Daha sonra moskova mahkemelerinde Zinovyev ile idama mahkum edildi. benim notum) Zinovyevcilerle bir blok olusturdugunu, bu bloga stan -lominadze grubunun da katildigini, Zinovyev ve Kamenev Riutun olayindan dolayi surgun edilmeden once ( Riutin platformu diye anilan bu kislerin platformudur. Bu kisiler bir araya gelirler ve bir program yazarlar. Programin yazari Riutin oldugu icin bu adla anilir. Kimin yazdigina iliskin bir cok spekulasyon yapilmaktadir. Ama program Stalin’i zor yolu ile devirmeyi amaclamakta gercek marksist leninistlerin kendileri oldugunu iddia etmektedir. Ama hemen akabinde polis bu durumu ogrenir, grup uyelerinin bu arada Zinoviev ve Kamenev ikilisinin de evlerini basar ve platformun programini bulurlar. Riutin sanirim 10 yillik bir ceza ile tutuklanirken Kamenev ve Zinoviev o sirada Stalin’i zor yolu ile devirme sucundan sadece surgun ile kurtulmuslardir. Yine benim notum) bu blokun olusturuldugunu yazar. Sayfa 62, Ingilizce baski.
Keza sayfa 63 te Fransiz arastirmaci Broue’nin Zinovyev davasinda ki bir cok iddianin dogru olduguna inandigini soyler. Rogovin’in arsiv calismalari da benzer seyleri gosterdigi icin Rogovin bunlari siralar. Once Zinovyev ve Kamenev’in 1931-32 de Smirnov ile ittifaka gitmesi, sonra da bu ittifaka sokolnikov, Isci muhalefetinden shiliyapnikov ve Medevedev ve Sten lominadze grubu. Yani parti icinde Stalin’e muhalif hemen hemen tum hizipler. Yine Brou’ye gore Bu insanlarin bir araya gelmesinin sebebi “Stalini kaldirmak”tir. Bunun icin bu grup Trocki ile baglantiya girer.
Kirov’a suikast duzenleyen kisinin bu grupla baglantilarini ise her tarafta bulunur, dava tutanaklarindan ogrenebilirsin. Zinovyev ve arkadaslari Stalin’i zor yolu ile ortadan kaldirmaya calistiklari icin ( removing Stalin) yargilandilar. Zinovyev ve arkadaslari bunun icin hizipler arasi platformlar olusturdular, Stalin’i zorla kaldirmayi amacladiklarini deklare eden programlar yazdilar. Gercekler bunlardir ve degistirilemez.
Ama burada tartisilmasi gereken sey sudur. Bu adamlar Stalin’i zorla degistirmek istedikleri basindan beri biliniyordu. Bunlara bu eylemlerden dolayi verilen ceza basinda sadece surgun sadece bir kisiye ise ( platform programini yazdigini kabul eden Riutin) hapis cezasi verildi. Daha sonra Kirov sukikasti oldugunda bunlarin bu cinayetle ilgileri bilindigi halde sadece hapis cezalari verilmisti. Ama daha sonra ayni suclardan bu kisilere idam cezasi verildi. Surgun de on yillik hapis cezasi da idam da politik kararlardir. Bu politik kararlarin arkasinda ne yatiyordu, asil tartisilmasi gereken budur. Yoksa Zinoviyev ve arkadaslarinin Stalin’i zorla degistirmek istedigi acik bir gercektir.
Gun
Bu arada belirteyim Rogovin Yezhov ve diger parti sekreterlerinin insan tutuklama ve idam etme yetkilerini aldiklari toplantiya iliskin tum belgelerin arsivlerden kayboldugunu aciklar. Bakiniz bu karar oncesi hersey acik, kamuya acik tutanaklar acik, dahasi arsivler acildiginda daha once gizli kalmis olan surgulama kayitlari yazilan mektuplar hepsi su an kamuoyuna acik. BU donem sonrasi yani Yezhov donemi sonrasi olan tum yargilamalarin ( bunlar gizli yargilamalardi) tuttanaklari, sorgu metinleri saniklarin yazdiklari mektuplar vb acik, ama nedense bu donemin tum kayitlari silinmis vaziyette.
Hemen Stalin’e bakma. Stalin Yezhov’un ifadesini iskence ile aldirir, sorgu sirasinda yedigi tokatlari bile kayda gecirirler, bu kayitlari bile tutar. O yuzden niye kayitlari sildirsin. Yezhov’un arkadaslarina bakacaksin, ozellikle Kruschev’e. Kruschev’in 1950lerde arsivlerde oldukca buyuk bir temizlik yaptirdigi biliniyor. Asil amaci kendisinin ne kadar kisiyi idam ettigini gizlemekti. Ama herseyi tam olarak silemezsin, geride mutlaka bir iz kaliyor. O yuzden Kruschev iktidardan dustugunde bunlar aciga cikmis o da anilarinda bunlari aciklamak durumunda kalmisti. Ben Stalin’den bir suru insanin tutuklanmasini ve idam edilmesini istedim ama o bu kadar hain olur mu diye karsi ciktigini anlatmasi bu yuzdendir.
Eminim Yezhov donemine iliskin belgelerde bir gun bir yerlerden gun acigina cikar.
“Stalin Yezhov’un ifadesini iskence ile aldirir, sorgu sirasinda yedigi tokatlari bile kayda gecirirler, bu kayitlari bile tutar. O yuzden niye kayitlari sildirsin….”
Bu bir itiraf mı Ahmet? Bu tutum bile çok şeyi kanıtlamaz mı? (N’apalım… dinazor kemikleri ile idare edeceğiz?
Bunları ve bir sürü (bence işe yaramaz, dedikodu tarihçiliğine ait) ayrıntılar bilen birisinin 1934 delegelerinin kaçının sağ kalmış olabileceğine dair bir rakam verememesini inandırıcı bulmuyorum…
(Not henüz okudum .. bu soruların yanıtı var burada…http://www.gunzileli.com/2013/11/25/hangi-stalin-oteki-stalin/
Gursel,
Dogru rakamlari simdi benden mi istiyorsun? Yani Bu rakamlarin hicbirinin dogru olmadigini kabul ediyorsun ama o zaman dogru olmayan bilgiler uzerinden niye bir suru akil yurutuyorsun? Bu konuda dogru rakam yok, rakamlari kimse bilmiyor, ama son 60 yildir piyasaya ufurulen bir suru rakam var. Neden?
Neden mesela Kruschev arsivlere bakip bu konudaki parti politburosundaki tartismalari alinan kararlari, kimlerin ne soyledigini kamuya aciklamaz? Yoksa asil kitlesel tutuklama ve idamlari isteyen o oldugu icin olmasin? Olay sadece Kruschev degil, Kruschev Gorbachev, Yeltsin Putin Medvedev…. Bunlarin hepsi anti stalinist kimseler ve arsivlerin tepesinde bunlar oturuyor. Neden bunlarin hic birisi arsivlere dayanarak en azindan bulabildikleri kadari ile bize bu kitlesel tutuklama ve idamlarin nasil olustugunu bize anlatmazlar, Bizi bu konuda aydinlatmazlar?
Anlatamazlar. Cunki arsivlerden ve diger kaynaklardan ortaya cikan sonuc, bizzat Kruschev’in ve 20 kongrede melek ilan ettigi arkadaslarinin basta Eikhe, Potysev vb olmak uzere bu kitlesel katliamlari istedigi ama Stalin’in bunlara karsi ciktigidir. Oyleki Kruschev anilarinda bu durumu itiraf etmek zorunda kalir.
Peki senin bu kadar kaynagin hadi arsivlere erisimleri yok, peki Kruschev’in anilarini da mi okumadilar. Bu anilar 1971 de olumunun hemen ardindan CIA tarafindan ABD ye kacirilmis ve daha sonra orada basilmisti. Kruschev anilarinda Beria ve digerlerinin Stalin’in icki sofrasindan adam alip idam ettiklerini anlatir. Bahsettikleri Leningrad davasinda idam edilen Politburo uyesi ve planlama bakanliginin sorumlusu Voznesetsky ve iki arkadasidir. Ama biz su an biliyoruz ki yukarida dogru olan tek sey var. Stalin bu adamlarin idamina da karsi cikmisti. Kruschev’in bahsetmedigi ise bu mahkemeyi basindan beri hazirlayanin kendisi ve Beria oldugudur. Peki senin kaynaklarin Kruschev’in anilarinin bu kisminida mi okumadi? Hesapta Stalin herseyi kontrol ediyormus?
Arsivlere bakan herkes sovyetlerde bize soylenenlerin disinda bir seylerin oldugunu hemen farkeder. Sadece arsivlere degil ama o donemde yazilan cizilen anilar haberler hersey olaylarin farkli oldugunu gosterir.
Madem Gun Rogovin’den bahsediyor. Yukarida da bahsettim, Rogovin anti stalinisttir, kitabi boyunca anti stalinist tezleri ispatlamak icin ugrasir, ama durust bir arastirmacidir ve dogrudan arsivlere ve birinci elden kaynaklara ( anilar, haberler vb) dayali calisir. O yuzden kendi iddialarini yalanlasa bile arsivleri dogrudan verir.
Ikinci Moskova mahkemeleri tamamlanmistir, hemen ardindan Parti MK toplantisi duzenlenir. Hani Bukharin ve Rikov’un partide sorgulandigi ama Stalin haric herkesin idam edelim ya da on sene iceri gonderelim dedigi toplanti. Daha once de belirttim, Stalin Bukharin ve Rikov’un her turlu naneyi yedigine inanmaktadir ama tutuklanmalarina politik olarak karsi cikmaktadir. Sonucta Bukharin bir darbe ile Lenin’i alasagi etmeye calistigini kabul etmis, Rikov ise Stalin’e karsi bir devirme tesebbusu oldugunu bundan haberi oldugunu, hatta kendisinin basbakan olacaginin kararlastirildigini ama digerlerinin bunu kendisine haber vermeden kararlastirdiklarini, bu yuzden kendisinin sucsuz oldugunu iddia etmistir.
Ayni toplantida bir de daha dar bir toplanti yapilir. Bu toplantiya Stalin Vysinski NKVD baskanlari Yagoda ve yezhov ve bazi diger politburo vb Mk uyeleri katilirlar. Toplantinin amaci NKVD nin calismalaridir.
Rogovin bu toplantinin tutanaklarindan dogrudan alintilar yapar. Bahsettigim bolum kitabin 276 sayfasinda baslar. Bu toplantinin tutanaklari daha yeni gun isigina cikmistir, bolumun adi NKVD suclaniyor. (Ingilizce baskisinda)
Bu toplantida NKVD ve calisma tarzi tartisilir. Bize anlatilan hikayelere gore Moskova mahkemelerinin savcisii Visinsky tum suclamalari sirf Stalin istedigi icin kafadan uydurmus ve mahkemelerde saniklarin itiraflarina dayanarak hepsini idama mahkum etmistir.
Ama bu toplantida Vysinski ( birinci ve ikinci Moskova mahkemeleri henuz bitmistir) bir konusma yapar. Rogovin bu konusmayi cok garip olarak adlandirir. ( Cunki Rogovin’in algilamasina gore Vysinski yukarida anlatildigi gibi Stalin’in emirleri dogrultusunda sadece itiraflara dayali olarak davayi yurutmustur) Vysinski icisleri bakanliginin sorgulamalarda baski uyguladigini , saniklari ifade vermeye zorladigini ama bunun yasalara aykiri oldugunu, kimsenin ifade vermeye zorlanamayacagini belirtir.
Vysinski ayrica saniklarin sorgu sirasinda sorgucularin saniklardan sucsuzluklarini ispatlamalarini istediklerini, hic kimsenin sucsuzlugunu ispatlama zorunda olmadigini, onlarin suclu oldugunu ispatlayacak olanin polis oldugunu belirtir. Vysinski bu tur pratiklere iliskin ornekler verir ve bunlarin son bulmasini ister.
Vysinski orada da durmaz. Polisin delil bulamadiginda delilleri uydurdugunu iddia eder. Bu toplantida eski NKVD Bakani Yagoda ve yeni bakan Yezhov bulunmaktadir ve elestiri her ikisinedir. Polis delil uydurdugu icin bir cok sanigin sucsuz olarak sanik sandalyesinde bulundugunu belirtir.
Ama der Vysisnki en onemli sorun polis tum davalari sadece sanigin ifadesi uzerinde yukseltmek istemektedir. Ama olmasi gereken adam itiraf etmis ola bile bu ifadeler baska delillerle desteklenmek zorundadir. Sadece sanigin ifadesine dayali davalar baska delillerle desteklenmediginde dusebilir.
Bu konusmalar kamuya yonelik propaganda amacli bir konusma degil. MK icinde konu ile ilgili dar bir toplantida yapilan konusmalar. Bu konusmanin yapildigi siralarda Kruschev ve arkadaslari Parti MKsindan binlerce kisinin idari onlemlerle tutuklanmasini partiden atilmasini vb istedikleri ama parti politburosunun bu talepleri reddettigi, hatta Stalin’in sirf gecmiste trockist diye bir adami partiden atamazsiniz dedigi bir zaman. ( Eski bir trockist olan Kruschev Stalin’in bu politikasi sayesinde partiden atilmaktan kurtulur. Bakiniz yine Kruschev’in anilari) Stalin’e gore eskiden beyaz ordularda savasmis ya da kulak olarak isyan edenlerin artik sovyet devletine karsi bir ofke ve kinleri kalmamistir. Bunlara secme ve secilme hakki vermemiz lazim dedigi bir zaman. Zaten MK toplantisinin iki onemli konusundan birisi Bukharin Rikov meselesi digeri ise anayasa ve secimler meselesidir.
Vysinski anayasa konusunda Stalin’i destekleyenler arasinda yer alir. Vysinsky( bu konuda ki arsiv bilgileri de Yukov’un kitabindan) SSCB de tum hakimlerin secimle atanmasi gerektigini ve sovyete bagli olmalari gerektigini savunur. Vysinski herkese secme ve secilme hakkinin verilmesi gerektigini savunanlar arasindadir.
Bu kongreden bir kac ay sonra 1937 firtinasi baslar. Firtina bittiginde ise sadece kucuk kasabalarda gorev yapan hakimler secimle atanacaktir digerlerinin atamasi uzerinde ise parti denetimi korunacaktir.
Maletesta
Benim icin anarsistler ile Marksizm arasinda ki proleterya diktatorlugu tartismasi Paris komunu ile beraber Marksizm lehine bitmistir.
Marks devletci birisi degildir, Komunist manifestonun merkezinde de devlet dusuncesi yoktur.( su an bir cok komunist partisi devletcidir ama bunun nedenleri bence farkli bir tartisma konusu) Marx icin devlet sosyal ve tarihsel bir olgudur ve sinifli toplumlarin ortaya cikmasi ile tarih sahnesine cikmis, sinifli toplumlar yok olunca da yok olucaktir.
Anarsistler icin ise devlet sadece kotu bir seydir ve yok edilmesi gerekir. Bu noktada anarsistler devlet hakkinda cok cesitli teoriler ileri surse de dogrudan kaldirilmasi konusunda hemfikirdirler.
Marx ise kapitalist toplumun uretimi toplumsallastirdigi icin komunist bir toplum icin gerekli alt yapiyi hazirladigini, bu noktada kendi mezar kazicilarini yani isci sinifini gelistirdigini belirtir. Marxa gore devleti yok edecek olan da isci sinifinin devrimidir.
Yalniz der marx isci sinifi kapitalist devleti devirdiginde dogrudan sinifsiz bir topluma gecemez. Burjuvaziyi yenmesi onun kalintilarini yok etmesi, burjuvazinin direnisini yok etmesi icin bir ara doneme ihtiyac vardir. Bu ara donem der Marx proletarya diktatorlugudur.
Ama Marx Komunist manifestoda burada durur. Daha fazla sey soylemez. Cunki Marx icin bu devrimcilerin iradesinden bagimsiz bir gelismedir. Marx’in iddiasi en azindan bu noktada iscilerin ayaklandiginda kendi silahli devletini olusturacagidir. Marx icin sorun isciler silahli devletlerini kurdugunda sosyalistlerin ne yapacagidir. Bu silahli devleti destekleyecek miyiz yoksa karsi mi cikacagiz?
Paris iscileri ayaklanip komunu kurduklarinda aslinda bir liderleri yoktu. Tipki gezide oldugu gibi anarsist sosyalist marksist vb isciler vardi ( cogunluk anarsist egilimli idi ve Marksistlerin orani en iyimser tahminlere gore yuzde on-onbesi gecmezdi) ve paris iscileri ayaklanma sonucu kendi silahli devletlerini kurdular. Marx Paris komununu proleterya diktatorlugu olarak nitelendirmis daha sonra bir isci devletinin nasil olmasi gerektigine iliskin tezlerini Paris komununu inceleyerek gelistirmistir.
Silahli bir devlet orgutlenmesi olan Paris komunu Marx’in Komunist manifestoda koydugu teorisini dogrulamis, bu anlamda anarsistlerle aralarindaki tartisma Marx’in lehine bitmistir.
Sadece Paris komuni degil o zamandan bu yana Dunya’nin cesitli koselerindeki her tur halk ayaklanmasi Marx’i dogruluyor. Sovyet Devrimi buna bir baska ornektir. 1917 Subatinda isciler ayaklanip kendi silahli komitelerini kurmuslardi. Bolsevikler daha sonra sovyet devriminin ( 1917 Ekiminde) onderligini ele gecirdiler sadece. Yoksa silahli bir devlet olarak sovyetler isci asker ve koyluler tarafindan daha subatta olusturulmustu
Keza 1965 de Cin de basta Shanghay ve daha sonra ulkenin bir cok yerinde kurulan komunler dogrudan iscilerin silahli devleti konumundadir. Isciler nerede ayaklanirsa ayaklansinlar kendi silahli devletini kurmaya calisir. Egilim bu yondedir ve bu toplumsal bir gercekliktir.
Bu yuzden bence bu tartisma omrunu doldurmus bir tartisma. Asil sorun su. Paris komunu ya da sovyetler gibi halk devletleri nasil yasatilir?
Paris komunu iki ay kadar surdu ve daha sonra Fransiz ordusunun cizmeleri altinda yok oldu. Marksistler bu yenilginin en onemli sebeblerinden birisi olarak merkezi bir onderliginin olmamasini gosterir.
Gercekten de o zamandan bu yana merkezi onderlikten yoksun tum halk ayaklanmalari, Paris komununde oldugu gibi basariya ulassalar bile savasi kazanamiyorlar. Boyle bir savasi kazanmanin tek yolu oldukca bilincli onder kadrolarin bu savasi orgutlemesi ve yurutmesi. Aslinda Paris komununde onder kadrolar var ama bu kadrolar kendi aralarinda orgutlu degiller ve ayaklanma surecinde bir araya gelmis hepsi her konuda farkli seyler soyleyen, ayaklanma ve daha sonra ortaya cikan savas konusunda bilgi ve deneyleri olmayan insanlar.
Lenin Sovyet devletini ilk farkedenlerden birisidir. Subat devriminde silahli emekciler kendi komitelerini kurduklarinda, aslinda ne yapacaklarini taleplerini nasil hayata gecireceklerini bilmiyorlardi. Bu yuzden iktidari dogrudan burjuvaziye verdiler. Buradan Lenin’in ikili iktidar dedigi durum dogmustu. Ama bu hukumet birakin emekcilerin sorunlarini cozmeyi, anti sovyet bir tavir alinca bu sefer yonetim Keresnky hukumetine verildi. Kerensky hukumeti de hem savasi surdurmek icin hem de sovyet iktidarini yok etmek icin carligin generalleri ile komplolara girisince iktidar bolseviklere verildi. 1917 Devrimi dene seyin sovyetlerin iktidari bolseviklere vermesinden baska bir sey degildir. O yuzden Ekim devrimi cok kansizdir, oyleki Bolsevikler ertesi gunu kendilerine ayaklanan carlik generalini bile bir kac saat sonra serbest birakmislardir.
Bolsevik iktidarinin kisa hikayesi budur. Yukaridan cikarilan dersi aslinda burjuvazi de cikariyor. Artik burjuvazi de emekcilerin ayaklandigi her yerde kendi komitelerini kurdugunu bu komitelerin silahli bir devlete donusmesinin an meselesi oldugunu biliyor. Yine burjuvazi devrimci bir onderlik olmadan, devrimci bir parti olmadan bu ayaklanmalarin bastirilmasinin cok kolay oldugunu da biliyor. Bu yuzden tum burjuva odaklar partiye vb saldiriyorlar. Gun de ayni gorustedir, mesela bunlara gore Subat devrimi gercek devrimdir, ( cunki iktidari burjuvaziye vermis, burjuvazi hem savasi surdurmek istemis hem de burjuvalarin ve toprak sahiplerinin cikarlarini savunmustur) ama ekim devrimi ise darbedir. Bunu soylemerinin sebebi aciktir. Eger bolsevikler olmasa idi, Ekim Devrimi olmayacak, sovyet ayaklanmasi tipki Misir’da oldugu kolayca bastirilacak, hatta yine tipki Misir da oldugu gibi fasist bir yonetimin bahanesi olucakti.
O yuzden devrimci bir partinin onderlik etmedigi her halk ayaklanmasi burjuvazinin cizmeleri altinda ezilmeye mahkumdur.
Su an sorun daha baska; Ibrahim Ozkurt arkadas makalesinde soyluyor; “reel sosyalist ülkelerin tamamında yetki ve kararların seçkinlerin elinden bir türlü devrimin öznelerinin eline geçmediğini hatırlatırım” Iste sorun burada.
SSCB ozeline donecek olursak, Bolsevik parti devrimin bogulmasini engelledi, burjuvazinin saldirilarini tum emekcileri orgutleyerek yok etmesini bildi, ulkedeki emekilerin savas ve ic savas ortamlarinda calisma kosullarini hizla iyilestirmeyi basardi, naziler gibi bir sladirganliga direnmesini basardi ama bu arada ulkenin tedricen parti ve devlet burokrasisinin denetimine gecmesini engelleyemedi. Burokrasi zaman icinde sovyetlerin halk ve emekci komitelerinin guclerini budayarak bu devletleri tekrar kapitalizme geri dondurdu. 1994 de Yeltsin’in Beyaz Saray’i bombalayip bir kac yuz kisiyi oldurerek sovyet donemine son noktayi koydu. (Moskovada ki sovyet parlementosu) .
Bu noktada sorun parti ve halk komiteleri arasindaki celiskinin nasil cozulecegi. Gunumuzdeki sosyalist partilerin hemen hepsinde bir parti fetisizmi var. Aslinda bolseviklerde bir parti fetisizmi yoktu. Belki tek tek bazi militanlarda vardi ama Lenin ve Stalin basta bir cok bolsevikte parti fetisizmi yoktur. Onlara gore sosyalizmin komunistlerin devleti degildir, emekcilerin komitelerinin devletidir. Zaten o yuzden devletlerinin adi Sovyetler Birligi idi. Yani Halk Komiteleri Birligi. Elbette boyle bir devlet komunistlerin de devleti olucaktir ama bu bir sonuctur. Simdi ki bir cok komuniste gore ise sosyalizm kendi onderliklerinde kurulacak, kendi partilerinin yonettigi bir devlet olucak. Bu Kruscevci Brejnevci bir gorustur. Brejnev 1977 yilinda sovyet anayasasini degistirmis ve partinin yonetici pozisyonunu anayasal hale getirmisti.
Parti halk komiteleri konusunda Turkiye sol tarihinde en iyi ornek Fatsa belediyesi ornegidir. Turkiye de de emekciler ayaklandiginda kendi komitelerini kurma egilimindedirler. Bu komiteler bazen bir kac gun bazan bir kac ay surer. 1960 yillarda bazi maden ve metal iscilerinin direnisi, 1989 Zonguldak direnisi ya da en son forumlar bu tur komitelere en guzel orneklerdir.
Devrimci yolcular 1975ler sonrasi artan fasist saldirilan karsisinda ( ozellikle sivas vb fasist saldirilarin yogun oldugu yerlerde) degisik siyasi goruslerden halkin bir araya gelip komiteler kurduklarini gozlemlerler. Buradan direnis komiteleri teorisi dogar. Bu teoriye gore devrimciler halkin fasizme karsi bu mucadele egilimlerini orgutlemeli ve bunu devrimci bir perspektifle ele almalidirlar.
DY lilere gore bu orgutlenmeler ilerdeki halk iktidarinin devrimci nuvelerini olusturmaktadir ve bu tur bir perspektifle bu komitelere mudahele edilmeli, sabun kopugu gibi yok olmalari engellenmeli ve sureklilikleri saglanmalidir. BU anlamda DY liler halk komitelerinin devrimden once kurulmarini savunan ve bunu devrimci bir perspektifle ele alan dunyadaki ilk siyasi harekettir.( en azindan benim bildigim kadari ile)
Aslinda DY lilerin buyuk bir cogunlugunun bile bu olguyu anladigini soylemek mumkun degil. DY nin en onemli teorileri arasinda yer almasina ragmen Direnis komiteleri cok az yerde ( karadeniz seridinde bazi ilce ve koylerde, Usak ta bazi koylerde vb) basarili oldu. Ancak DYliler nasil bir parti konusunda da oldukca yeni ve bence sosyalist demokrasi acisindan onemli seyler soylediler.
Klasik Leninist parti teorisine gore KOmunist Parti kendini bu ise adamis profesyonel devrimcilerden olusur ve parti ya devrimi hazirlar ya da devrime katilir. Mesela Lenin’in partisi tam da bunu yapmistir. Devrim oncesi isciler arasinda oldukca militan bir mucadele yuruten bolsevikler devrime katilmis, devrimin onderligini yurutmuslerdir. Ama devrimin basindan beri bolsevik parti kadrolari ile emekciler arasindaki celiskiyi bir turlu yok edememislerdir.
DY liler ise farkli bir partilesme sureci onerdiler. Onlara gore parti saksida yetistirilen kadrolarla kurulamaz. Devrimciler emekcilerin mucadelesinin her alanina mudahele etmeli, bu alanlarda halkin demokratik yonetimi olan direnis komitelerini olusturmali bu mucadelede cikacak kadrolar ise partiyi kurmalidirlar. Yani DY bir parti kadrosu icin profesyonel olmasini ve kendisini devrime adamasini yeterli gormuyor, ama parti kadrolarinin dogrudan mucadele icinde halk komitelerinden cikmasini ongoruyordu. BU halk komitelerinin nasil oldugunu Fatsa orneginden anlayabilirsiniz. Herkes secimle geliyor, bir avuc silahli fasist disinda CHP MSP ya da AP den insanlar bile halk komitelerinde secme ve secme hakkina sahip oluyorlardi. BU forumlarda bir ara Kucukaydin ve Zileli Fatsa da diger sol gruplara yer verimedigini iddia etmislerdi. Ama yalandir. Bu komitelerde farkli siyasetlerden insanlar mesela HK lilar vb yer almistir. Kural emekci halk kesimlerinden herkesin yer aldigi. BU ise Fatsa da halkin yuzde sekseninin devrimcileri desteklemesini saglamistir.
Sonucta 30 yil onceki ve cok kisa suren bir deneyimden konusuyoruz. Bu insanlarin yas ortalamasinin 25 altinda oldugu bir deneyimden. Dogal olarak bir cok eksiklikler vb bulunabilir ama bence Direnis Komiteleri deneyimi, ve parti kadrolarinin direnis komiteleri mucadelesinden cikacak olmasi parti ve halk komitelerinin ilsikileri acisindan oldukca onemli bir deneyimdir. Kapitalist devleti yikma iddiasindakilerin ciddi bicimde incelemesi gereken bir deneyim.
Ahmet,
elbette senden “doğru” rakam istemedim. (Bu demogojik yaklaşımların hiç hoş değil. Dürüstçe değil. Kişinin yazdığından çıkartılmayacak anlamda soru üretme tarzın… Bu insanları aptal yerine koymaktır. Ve sürekli yapıyorsun bunu. Gerçeği arayan insanlar bir samimiyet taşımak zorundadır. Böyle bir kaygın yoksa… Ne işimiz var burda?)
Ben senden okuduğun bir yayından, belgeden aktaracağın rakamları istedim. Sonunda ümitsizlik içinde uydurabileceğin rakamları istedim.
Yine bir sürü gereksiz şey yazıyorsun. Dedikodu hikayeler… Gerçekten uzaklaşacak ıvır-zıvır mevzular… Dinci tayfaların tartışma tarzı bu…
Ben senden artık doğru bir şey beklemiyorum. Yalnızca uyduracağın rakamları merak ediyorum….
Bu tuhaf doğrulanması kolay olmayan, aslında olgularla yalanlanabilecek bir sürü hikaye biliyorsun da nasıl olur da somut cinayet verilerini veremiyorsun…
Bu veriler var!
En az 848 veya 1108 kişi öldürüldü!
Senin için mevzuyu sadeleştiriyorum. Bu iki rakam dışında bildiğin, okuduğun, ulaştığın veya uydurabileceğin bir rakam var mı?
Bu sorunun yanıtını vermediğin sürece bence bu konuda yazdıkların bence hiç bir zaman güven verici olmayacaktır!
Gursel, simdi de benden rakam istiyorsun, sen yukarida yazdiklarimi okumuyosun galiba, diyorum ki bu konuda rakam yok, kim ki kesin rakam veriyordur atiyordur, cunki bu konudaki arsiv bilgileri hala gizlilik perdesi altinda.
Bu konuda bilgi verebilecek tek kesim Kruschev ve onun ardillari olan Gorbachev Yeltsin Putin yonetimi olabilir, cunki arsivler onlarin denetimi altinda ama onlar bu arsivleri aciklamiyorlar. Bu yuzden de bu konuda biz bir sey bilmiyoruz.
Sana niye bu kadar degisik rakam var diye sormamin nedeni bu. Cunki bu rakamlar ufuruluyor, tek sebebi kafa karisikligi yaratmak. Bir ara APO nun onune gelen kadin gerillayi yataga attigi, kabul etmeyenlerin irizina gectigi vb iddia ediliyordu. O zaman da kardesim bu psikolojik savasin bir urunu dediginde ve bazi gercekleri ortaya koydugumuzda, o zaman da tamam bu kadin hakkindaki yalan olabilir ama hic mi bir kadinin irzina gecmedi cevabi veriliyordu. Bu basit bir desenformasyon yontemidir.
Rus devleti bu rakamlari ve bu tutuklamalara ve idamlara yol acan tutanak karar ve belgeleri aciklayamaz. Sebebi basit, cunki orada millete uydurduklarindan daha farkli bir gercek var. Birinci gercek Krushcev bizat kendisi bu tutuklamalarin ve idamlarin sorumlularindan birisi idi, Stalin ise en azindan Kruschev’in tutuklama ve idamlarina karsi cikmis birisi.
Sen yukarida bazi rakamlarin yanlis olabilecegini kabul ediyorsun, bence hepsi yanlis. Cunki herhangi bir kaynaga dayanmiyor. Bu konuda bildigimiz tek sey 1937 Haziran sonunda Politburo kitlesel tutuklamalar konusundaki yetkileri Yezhov ve diger parti sekreterlerine kaptirmis durumda, ve bir bucuk yilin sonunda yuzbinlerce insan tutuklanmis bunlardan binlercesinin ise idam edildigi. Bir baska bildigimiz, Stalin bir sekilde Yezhov’u tasfiye ederek bu donemi sona erdirmeyi basarir. O yuzden rus tarihinde bu donem Yezhov donemi olarak bilinir. Stalin donemi degil!
BU donemin sonunda Stalin yuzbinlerce insani sucsuz yere tutuklandiklari icin cezaevlerinden salinmasini saglar. Bu konudaki rakam resmi sovyet kaynaklarina gore 1 milyona yakin diye veriliyor. Bu rakamin dogru oldugunu Getsy gibi arastirmacilar dogru buluyor.
Ama sana gore Kruschev rakamlar konusunda yalan soyluyor ama onun disinda soyledikleri dogru. Degil Kruschev her konuda yalan soyluyor. O yuzden rakami bana degil Rus arsiv mudurune sor.
Senin ve diger antistalinistlerin iki temel ilkesi var. Birincisi Stalin hakkinda soylenilen her turlu kotu sey dogrudur. Ikincisi soylenilen bazi kotu sozlerin yanlis cikmasi durumunda birinci madde uygulanir. Sen bu ilkelerle hic bir sey anlayamazsin.
Sevgili Ahmet,
İnsanlığın ve doğanın da akan Nehir Tarihi ancak milyonlarca faktörün ortak hareketi ile sonunda yatak değiştirir.
Hiç bir şey bilmesek bile Stalin öldükten sonra 3 yıl içinde ancak bir kaç cinayetle “düzen” değişiyor, “düzülenler” değişmiyorsa orada bir saray darbesi vardır.
15 yıl Politbüroda suç ortağı olan adam bir kaç yıl içinde 30 yıl iktidarda olanı aşağılıyor, kolayca suçluyorsa o suçlanan adam gerçekten hain ve işe yaramazdır. Suçlayan da hain yamağıdır. Elbette cinayetlerin de suç ortağıdır.
1989 da tüm düzen sanki özel dinamitleme ile olduğu yerde göçen binalar gibi kolayca çöküyorsa, o dinamitcikleri koyanlar da bu adamlar ve suç ortağı olan bireylerdir.
GULAG’ın, o gözümüzde yaşlarla okuduğumuz milyonlarca insanın ölümlerine mal olmuş emek zenginliğinin günümüz Oligarklarının sermayesi olduğunu hiç düşündün mü?
Fazla politik, az insanisin…. Bu eğilim çok “solcuda” var… Kişisel bir kusur değil… Ama bu düşünce tarzınla umarım çok yalnız kalırsın; bence geleceğin katliamlarını besleyen bir düşünce tarzın var…. Yolun açık olsun diyemem…. Ateist de olsam severim bu sözü… “Allah seni ıslah etsin!”
Birileri ciksa ve Stalin karisini oldurttu dese, isterse elinde belge olsun, supheyle yaklasirim. Cunku Kolontay’dan Krupskaya’ya kadar kendisine bir sekilde biat eden kadinlara karsi merhamet gostermistir Stalin. Ama Ahmet her zamanki hikayelerini anlattiginda, isine geleni oykulestirerek sanki herkesin bildigi seylermis gibi desteksiz anlattiginda, ama isine gelmeyen hakkinda bin dereden bin su getirdiginde, kivranip dort dondugunde orada bir dolap cevirdigini anlarim. Bu Stalin hakkinda her anlatilanin dogru kabul edilmedigi anlamina gelir.
Lafim O. Gursel’e. Ahmet’in yontemini anlamissindir. Ben bizim Rize’li AKP’lilerin Tayyip’i koruma yontemlerine benzetiyorum. Inkar, ne olursa olsun inkar, olmazsa karsi tarafi suclama, o da olmazsa normallestirme, o da tutmazsa yeteri kadar zaman gectigini varsayip en bastan yine inkar. Boyle bir kisir dongu.
Bu tip insanlar prototip olduklari icin onemli. Kaydedip, bazi olaylardaki davranis degisikliklerini not edip ilerlemek gerek. Eger firsat bulunursa kisir dongunun cozulmeye calisilmasi yerine o unlu divana uzanmasini saglayip cocuklugunu, travmalarini anlattirmak. Ama firsat ele gecmezse -cunku politikada devam denen olay var- sozlerini yok varsaymak…
Ahmet;
Paris Komünü ile Marx’ın haklı çıktığını yazmışsın. Doğrusu nasıl haklı çıktığını anlayamadım.
Çünkü en başında Paris Komünü oldukça kısa sürdü. (72 gün)
İkincisi Paris Komunü Marksizm ile anarşizm arasında bir yerdedir.
Devlet tam olarak yok edilememiştir ama eskisi gibi bir devlet de yoktur. Bu yüzden devlet yok edilemediği için anarşist değildir, ama birçok açıdan da Marksist olmadığı söylenebilir. Hadi diyelim Paris Komünü Marx’ın tümüyle hedeflediği gibi bir düşünce olsun. Ve senin deyiminle Marx Komünist Manifesta’da yazdıklarında haklı çıksın. Ne yazmıştı orada mesela,(Wayne Price’ın makalesinden alıntı yaparak) şunu görürüz:
“Komünist Parti Manifestosu’nun programatik kısmında (Kısım 2’nin sonunda) işçi sınıfının amacının şu olması gerektiğini yazdılar:
“tüm üretim araçlarının devletin elinde merkezileştirilmesi…” (1974, sf. 86)
Bu, şunun gibi önlemleri içerecekti:
“5. Kredinin devlet elinde merkezileştirilmesi…
6. İletişim ve ulaşım araçlarının devlet elinde merkezileştirilmesi.
7. Devletin sahip olduğu fabrika ve üretim araçlarının genişletilmesi…
8. Herkesin eşit emek mesuliyeti olması. Endüstriyel orduların kurulması… Tüm üretim, ulusun bütününün geniş bir cemiyetinin elinde yoğunlaştığında, kamu iktidarı politik karakterini yitirecektir…” (1974, sf. 87)”
http://www.karakizilistanbul.org/dosya/wayne_price_-_ademi_merkeziyetcilik_merkeziyetcilik_marxizm_ve_anarsizm.pdf
Burada neredeyse her şeyi devletin eline veren Marx. Ve burada Marx yine bunları yaparken merkeziyetçi bir sistemi de savunuyor. O yüzden Marx’a devletçi diyorum, çünkü tüm bunlar onu fazlasıyla devletçi yapıyor. Veya Wayne Price’ın da açıkladığı gibi:
“Yani, artık devletin -toplumun geri kalanının üzerinde duran uzmanlaşmış, bürokratik, zor kullanmaya dayanan bir yapının- var olmayacağını varsaydılar. Ancak merkezileşmiş ‘geniş bir cemiyet’ var olacaktı. Böyle merkezileşmiş bir ulusal cemiyetin, merkezindeki birkaç kişi tarafından
işletileceği farzedilebilir – onu merkezileşmiş yapan da budur. Diğer herkes o endüstriyel orduların içinde olacaktı. Ya endüstriyel ordulardaki kitleler az sayıdaki merkezi planlamacılara tepki duyup isyan etseydi? Merkezi planlamacılar sistemin çalışmayı sürdürmesi için zora dayalı güce ihtiyaç duyardı. Bir başka deyişle bir devlete ihtiyaç duyarlardı, Marx ve Engels ne istediyse istemiş olsun.
1871 Paris Komünü isyanından sonra Marx ve Engels devlete karşı tutumlarını değiştirdi. Kapitalistlerin eski burjuva devleti, yukarıdaki programı gerçekleştirmek amacıyla basitçe işçilerce ele geçirilemez diye yazdılar. Kapitalistlerin devleti yok edilmeliydi. Yerine yeni bir cemiyet konulmalıydı, bürokratik olmayan radikal-demokratik Paris Komünü gibi birşey. Böylesi Komün benzeri bir yapıya
bazen “devlet” dediler ve bazen bunun bir “devlet” olduğunu yadsıdılar.
Ancak bu, merkezileşmeyi reddettikleri anlamına gelmez.”
http://www.karakizilistanbul.org/dosya/wayne_price_-_ademi_merkeziyetcilik_merkeziyetcilik_marxizm_ve_anarsizm.pdf
Paris Komünü’ne gelirsek. O da uzun süreli olarak Marx’ın yukarıda, Komünist Manifesto’da ön gördüğü gibi bir düzen şeklinde olsaydı bu düzenin sonunda devlet kapitalizmine oradan da totaliter bir düzene evrileceğini söylüyorum. Bu yüzden Marx burada haklı filan çıkmadı. Ya da çıkmayacaktı da denilebilir. Nihai sonuç ve varacağı yer anlamında söylüyorum.
Diğer tespitlerine gelince demişsin ki:
“Sadece Paris Komünü degil o zamandan bu yana Dunya’nin cesitli koselerindeki her tur halk ayaklanmasi Marx’i dogruluyor. Sovyet Devrimi buna bir baska örnektir.”
Sen burjuva devletini yıkıp merkeziyetçi kapitalist devleti kurmayı başarı ve devrim olarak görüyorsun.
Bir şeyin çok sık olması, çok sık gerçekleşmesi onun doğru olduğu anlamına gelmez. Çünkü neyin gerçekleştiği çok önemlidir.
Anarşizm kapitalist devleti ve düzeni hedeflemez, öyle bir şey hedefleseler anarşistler de başarılı olabilirdi. Çünkü bu işin kolay yolu. Ve yol da değil. Çözüm değil.
Zaten sözünü ettiğin Sovyet, Çin vb. hepsi sonunda kapitalist olduğunu şu veya bu biçimde ilan etti. (Geçmişte zaten devlet kapitalisti idiler.)
Bu yüzden Wayne Price’in ve Bakunin’in eleştirileri hale yerinde ve doğrudur. Bakın:
http://www.karakizilistanbul.org/dosya/wayne_price_-_ademi_merkeziyetcilik_merkeziyetcilik_marxizm_ve_anarsizm.pdf
Ahmet bütün suçu zavallı Yezhov’a yükleyip senin kızıl çarı temize çıkarmaya çalışıyorsun. 1937 senesinde herhangi bir parti yöneticisi, Stalin’e rağmen yüz binlerce tutuklama ve binlerce idam gerçekleştirebilir mi? Buradaki mantıksızlığı göremiyorsun. Hadi Yezhov kendi şahsi çıkarları için birilerini idam ettirsin fakat sayı korkunç bir sayı. Stalin kendisinden başka bir yöneticiye yüz binlerce tutuklama gerçekleştirme otoritesini neden versin?
Stalin-Ahmet tartismasi degilde Sosyalzm-Marks-marksizm sorunlarinin ele alanlari tartismak tüm soldaki sorunlarin sorusu oldugundan yukardaki H.Berktay ve birazda ters girmis konuya Faiz in yazilarina yogunlassak daha iyi ederiz.
Biri serbest digeri serbestiyet den yazsalarda farkli acidan giriyorlar..
H.Berktay konuya siyasi,sosyolaljik vede özelliklede tabiki tarihci olarak konuya yaklasiyor..
40 yillik Türk solunun en entel biri olarak sahsi olarak hesaplasmasi dürüstce bir tutum..
dedikleri ne Kadar Dogru ne acidan Dogru tartisilmalidir..
Zaten cok devrim yaratacak yeni bir seylede dedigini hic sanmiyorum -:))
Faizin yazisinada basinda -:)) gülesim geliyor..
Aslinda cok Dogru diyor bu ivir,zivir konularlami Marx asilacak? Kimseyi begenmiyor.. oda cok Dogru..
Ama kendiside zarzor hattirladigi Lenin kitabini cocukken okumusmus.orda kalmis -:)) Daha ne yorum yapilirki?!.. -:)
Türk solunun icler acizi durumunu izah ediyor..
Neyse Önümüzdeki aylarda Sozyalizmin sorunlari üzerine ttartismalar düzenlenecekmis..
Sonuc bildirgesi üzerine Burda da daha kapsamli,derince tartismalar yapilmali.. o bir son degil baslangic olmali..
Stalin-ahmet tartismasida bu arada süpürülüp gider..
Gursel,
Durust olmam gerekirse, Islah olmamak duydugum en guzel iltifat, tum hayatim boyunca islah olmaya karsi direndim, gorunuse gore biraz basariliyim. Umarim sen de bir gun yoldan cikarsin.
Maletesta,
Yukarida “Sen burjuva devletini yıkıp merkeziyetçi kapitalist devleti kurmayı başarı ve devrim olarak görüyorsun.” Hayir oyle gormuyorum.
Dedigim su, yine tekrarliyorum, Marx iscilerin ayaklandiginda burjuva devletini yikip kendi devletlerini kuracagini soyler. Yani Isci diktatorlugu. Bu Komunist manifestoda aslinda oldukca muglak gecer. Boyle bir devletin nasil olacagina iliskin hic bir sey soylemez Marx orada. Marx bu cozumlemeyi Paris Komununden sonra yapar.
Paris te isciler ayaklanip, Burjuva devletin tum kurumlarini ortadan kaldirip Komunu kurduklarinda ( bu devletin yasasaydi mesela SSCB gibi burokratik bir diktatorluge mi evrilecegi sadece bir spekulasyondur) Marx’i bu anlamda olumlamis oldular. Paris komunu icinde komunistlerinde bulundugu bir eylemdi ama onderlik kesinlikle marksistlerde degildi. Ama ortaya cikan iscilerin kurdugu silahli bir devletti.
Keza daha sonralari Dunyanin degisik yerlerinde emekciler ayaklanip kendi silahli devletlerini olusturdular. Bunun en iyi ornegi 1905 ve 1917 Subat ayaklanmalaridir. Her iki ayaklanmada icinde komunistler olsa da onlarin onderliginden bagimsiz olarak gelismistir.
Tabii bunlar unlu ornekler, emekciler kendilerini guclu hissetikleri anlarda bazilari saman alevi gibi sonen bazilari bir sure devam eden benzer olusumlari Dunyanin her tarafinda kurmuslar hala da kurmaktalar.
Bu noktada 1905 yilinda da simdi de sorun su: Emekciler ayaklanip iktidari ele aldiklarinda biz bu bir devlet diye bu insanlari desteklemeyecek miyiz? Mesela sen Paris komunu sirasinda tavrin ne olurdu? Ya da iki sene sonra emekciler ayaklanip Istanbul ve Ankara da kendi silahli iktidarlarini kurarlarsa onlara ne diyeceksiniz? Olmadi silahlari birakin, devlet kotudur mu?
Marx’in bu konuda tavri net, proleterya diktatorlukleri, Komun ya da sovyet tarzi iktidarlar kapitalizmin dogal sonucudur ve emekcilerin iktidarlaridir, bunlarin komunistler tarafindan sonuan kadar desteklenmesi lazimdir.
Aslinda Paris komununu anarsistler de destekler. Ama onun bir devlet oldugu gercegini es gecerek. Aslinda anarsistler bunu her tarafta yaparlar. Mesela Rus devrimi sirasinda bolseviklere karsi destekledikleri Makhno ve ordusu bal gibi duzenli ordudur ve Makhno denetledigi alanlarda bir devlet gucudur. Ama anarsistler bunu es gecer.
Wayne Price bir yerlerde1930 lardan 1980lere kadar anarsizmin marjinal kaldigini marksizmin ana akim oldugunu soyler. Aslinda anarsizmin bu gerilemesi paris komunune dayanir. Dedigim gibi Marx’in emekcilerin ayaklanip kendi devletlerini kuracagi ongorusu Paris Komunu ile artik bir realite halini almistir. O yuzden benim icin su an sorun, proleterya diktatorlugunun kurulup kurulmayacagi degildir, bu bizim irademizin disinda toplumsal bir olgudur. Su an sorun boyle bir isci devletinin burokratlasip tekrar kapitalizme donmesinin nasil engellenecegidir.
Ahmet;
Devlet iktidarına dayanan bir şeyi çözüm olarak görüyorum.
Sen ise Paris Komünü’nü göstererek bunun çözüm olduğundan söz ediyorsun.
72 günlük Paris Komünü senin tezinin doğru olduğunu göstermiyor. Çünkü kısa oldukça kısa süreli bir iktidardan söz ediyorsun. Bu kadar çok kısa sürede devlet tam kurulamadığı için vb. nedenlerden, devletin kötü yanları açığa çıkmayabilir ya da fark edilemeyebilir. Buna dayanarak da 72 gün de böyle oldu, bundan sonra çok uzun süre de böyle olacak denilemez, denirse bu da spekülasyon olur. Yani bu kadar çok kısa süreli bir oluşum Marx’ın haklı çıktığını göstermez. O yüzden bu konudaki tezini ikna edici bulmadım.
Devlet iktidarına ya da devlete dayanan çözümleri anarşizm savunmaz. Liderli Ukrayna örneğinde olduğu gibi Makno da olması bir şeyi değiştirmez.
Nitekim çok üzün süreli devleti baz alan iktidar güçleri Bakunin’in söylediklerini defalarca ve defalarca doğrulamıştır. Bu ülkeler devlet kapitalizmi ve totaliter bir düzen oluşmuştur. (SSCB, Çin, Kuzey Kore ve daha bir sürü devlet) O yüzden Marx ve onun yolundan gidenlerin 21. yüzyılda inandırıcılığı giderek azalmaktadır.
Düzeltme: 148. iletide
“Devlet iktidarına dayanan bir şeyi çözüm olarak görmüyorum.”
olacaktı.
Paris Komünü bir “devlet” miydi…devlet sayılmalı mıdır? Ya da onu devletten farklılaştıran etmenler neler?
Bir devletin olmazsa olmaz , karakteristik özellikleri neler olabilir?
her halde önemli bir tartışma konusu: böyle bir tartışmada marksizmin de anarşizmin de bigane kalamayacakaları umulur.
ben başlangıç babında bişeyler söyleyim de devamı gelsin diye umayım.
devletin olmazsa olmazları, herhalde;
1- halktan ayrı ve ona üsten-ci egemen anlamında profesyonel silahlı güçler (ordu-polis vb) örgütü
2- profesyonel bir maliye ve özel bir para türü.
3- profesyonel yasama, yürütme ve yargı gücü kurumları
4-kurumsal ve profesyonel bürokrasi
başlangıç için bu kadarı yeter sanırım…yalnız iki not da düşmek gerekli görünüyor.
a- halktan kasıt, “devlet erki kullanmayan herkes”
b- bu tanımlamaya göre KOMÜN DEVLET DEĞİL demek oluyor, bence…
Zorlama bir tanimlama olmus. Komun kabaca bir devlet orgutlenmesidir. Silahli halk Pariste burjuva iktidarini devirmis, ve kendi zor duzenini kurmustur. Commune halk tarafindan secilmis ve halkin haklari icin onlemler almaya baslamistir. Burjuvaziyi bastirmak icin bu konuda da zora dayali onlemler almis, Kilise ust duzel gorevlilerinden bazilarini ve bazi generalleri idam etmistir.
Zaten burjuvazi de komunu siradan bir isyan degil ama farkli bir iktidar olarak algiladigi icin bu kadar vahsi davranmistir.
Konu ya da sorun, “burjuva iktidarını (devletini) devirmiş olan SİLAHLI HALKIN” KURMUŞ OLDUĞU ZOR (değil de şiddet deseydin keşke…zira zor cebr yani zalimin mazluma şiddeti anlamında terör devlete, devrimci öz savunma anlamında şiddet ise ona isyan eden halka yakışan ifade, bence…neyse…takdir senin)..sorun bunun DEVLETLE OLAN BENZERLİK VEYA FARKI.
HANGİ DEVLET SİLAHLI HALKA TAHAMMÜL EDER YA DA RIZA GÖSTERİR?
Elbette komün de bütün varlıklar gibi, var oluşunu güvencede tutacak özsavunmacı devrimci şiddeti GEREKTİĞİNDE ve yeterince göstermek durumundadır ve bunu sergilemiştir.
devletin zoru ise, öncelikle, temsilini üstlendiğini söylediği ve aslında “yönettiği” (güttüğü, iradesine ipotek koyduğu) halka karşı bir terördür.
arada çok bariz bir fark var.
Zor hem siddeti icerir, hem de siddet disi zoru. Bu noktada devletin yaptirim gucunu anlatirken zor daha dogru bir kelime. Mesela 1917 Ekiminde bolsevikler iktidari aldiklarinda o kadar yogun siddet kullanilmamis. Hatta Bir cok bakan tutuklanmaz bile. Kerenski Petersburg’dan kacar ve sehir disinda bir askeri birlige siginir, generale sehre yuruyup iktidari geri almasini emreder. General de emrindeki birliklere bu emre uymasini emreder. Ama emrindeki askerler emri reddeder, birlikteki asker sovyetleri hepsi Bolsevik hukumetin yaninda yer aldiklarini belirtirler ve bir kac saat icinde bolsevik yetkililer gelip generali tutuklarlar. Adama yanlis yaptigini soylerler bir daha boyle seyler yapmamasini ikaz ederler ve serbest birakirlar.
Burada siddet yoktur, ama zor vardir, sovyet devletinin gucudur bu generali yolundan eden.
Daha sonra ic savasta bu general beyazlar safinda carpisir, yakalanir ve idam edilir. Bu da siddettir. Ama devlet zorunun ifadesi olan bir siddettir. O yuzden Engels konu ile alakali bir makalesinin adini tarihte zorun rolu koymustur.
Oz savunmaya gelince, oz savunma bir yani ile sadece savunmayi degil ama saldiriyi da icerebilir, mesela Paris Komununde tam da boyle olmustur. Ornegin Gezi’de olay oz savunma duzeyinde kalmistir ama Misir da halk bir noktadan sonra iktidara saldiriyordu, onun yok edilmesi icin savasiyordu ve bu baskinin altinda direnemeyen devlet en azindan Mubarek’i devreden cikarmak zorunda kaldi. Liderlikten yoksun emekcilerde zaman icinde yenildi ve Misir ayaklanmasi bastirildi.
Zaten normalde dusunecek olursan, emekcilerin bir baska iktidar kurmalarinin tek sebebi kendilerini burjuvazinin ve egemenlerin saldirilarina karsi koruma istegidir. Yani kendilerini savunma. Bu noktada tum emekci iktidarlari zaten ozunde oz savunma ihtiyacindan kaynaklanir.
Ama paris komununde Paris’i savunma icin ayaklanan kitleler ( Alman isgalina karsi) sadece oz savunma duzeyinde kalmamis, varolan devlet mekanizmasini bulunduklari yerde dagitmislar kendi iktidar mekanizmalarini kurmuslardir. Elbette bu iki aylik kisa bir olaydir ama bu kisa donemde bile paris emekcileri kendi demokrasilerinin temel karakteristiklerini ( dogrudan secim, her an geri cagrilabilme, maaslarin bir isci ucretini gecmemesi vb ) ortaya koyabilmislerdir.
Ilginc olan ayaklanan emekcilerin her yerde benzer seyleri yapmalari. Mesela Rus devriminde askerler subaylarini secimle atiyor, orduda rutbeler kaldiriliyordu. Orduda rutbeler tekrar 1937 ve 39 da asamali olarak geri getirilir. Orduda bildigim kadari ile secimle subay atanmasi son olarak nazi ordulari tarafindan sarilmis Leningrad’da Voroshilov’un emri altindaki birliklerde yapilir. Daha savasin ilk aylaridir.
Hatta biraz gerilere gidersek Ingiliz devriminde Parlemento ordusundaki Leveller atama ile gelen subaylari reddediyor, onun yerine kendi subaylarini secimle atiyordu.
Kapitalizmi birakin sosyalist burokrasiye karsi isyanlarda da halk kendi devlet mekanizmalarini kurar. Cin de 1966 Ocaginda halk partiye karsi ayaklanir, o donemde parti icinde Mao Zedung’da kendilerine destek olur ve Cin’de Shanghay basta olmak uzere bir cok sehirde komunlerini kurarlar.
Mao parti diktatorlugune isyan eden Pekin’li ogrencileri destekler ve Kizil Meydan da milyonlarca ogrenciye temel slogani Isyan Haklidir diyen bir konusma yapar. Su siralar bir cok gencte gordugumuz tisortlerde yazan Isyan Haklidir slogani oradan gelir. Bu slogani goren emekciler her tarafta isyan ederler ve kendi komunlerini kurarlar. Ordunun ve burokrasinin bu isyanlara karsi tepkisi cok kanlidir. Sonunda once kontrol altina alinir ve sonunda bastirilirlar.
Ama oralarda da ( ben ozellikle Wuhan ve Shanghay daki deneyimler hakkinda okumustum) Paris komunu tarzinda yapilar olusturulur.
BU tur yapilar isterse KOmun ya da sovyet gibi iktidari almis olsun, ya da iktidari alma potansiyeli bulunsun emekcilerinin iktidar organlaridirlar. Bu noktada devrimci demokrat insanlarin suna aciklik getirmesi gerekir.
Mesela Istanbul ve Ankara da emekciler Yeter deyip ayaklandiklarinda, kendi halk komitelerini, kendi silahli birliklerini, kendi mahkemelerini vb kurup burjuvazinin devlet mekanizmasini yok ettiklerinde, ardindan kendine direnen kendisine saldiran burjuvaziyi yok etmek icin her turlu onlemi aldiklarinda devrimci demokrat insanlar ne yapmasi gerekiyor.
Bir cogunuzun tabii ki destekleriz dedigini duyar gibi oluyorum. Ama sorun bundan cok daha derin. Tarih bize bu tur isyanlarin mumkun oldugunu ve basarili olabilecegini gosterdi. 20 YY bunun ornekleri ile dolu.
Olay asil sorun bundan otesi: Peki emekciler iktidarinda dogrudan emekcilerle ( toplumun en alt kesiminde yer alan el iscileri, siradan koyluler, ve cok az ucretle calisan ogretmenler vb gibi kafa iscileri) toplumun su an aydin kesimini olusturan ve cogu su an bile ayricalikli bir kesimi olusturan kesimler arasinda cikan celiskide nasil tavir alacaksiniz. Mesela Fabrikalari okullari mahalleleri vb kimler yonetecek? Universiteler kimler yonetecek? Peki hastahaneleri? SSCB de ki en can alici tartismalar bunlardir ve 1930 lar sonrasi ic savasin temelinde bu tartismalar yatar. Mesela kendisi zamaninda bir isci olan ve sendikalarin basinda bulunan Tomski fabrikalari mudurlerin yonetmesi gerektigini, isci komitelerinin ise sadece iscilerin sorunlari ile ilgilenmesi gerektigini ileri surer. Ama bunun karsisinda bir cok isci komitesi fabrikalari kendilerinin yonetecegini soylerler. 1920lerin sonunda sendikalarda ki en onemli tartisma budur. Stalin Tomski’nin tezinin karsisindadir.
Bukharin hakimlerin secimle atanmasina karsi cikar. Peki bizim sosyalizmimizde hakimler nasil atanacak? Atanma ile mi? yoksa halk mi secmeli? Trocki daha basindan ordu icinde subaylarin secimle askerler tarafindan atanmasina soguk bakar, onun yerine Savas Bakani olarak, cogu yerde subaylari kendisi atar. Ama Ozellikle Caricin de toplanmis bulunan bir grup bolsevik ise subaylarin secilmesinde israrlidir. Caricin daha sonraki yillarda Stalingrad adini alacaktir.
Bunlarin cevabi nasil bir sosyalizm istedigimizle baglantili.
Her yazın olduğu gibi, bu da bir tarih dersi…bilhassa sosyalizmin tarih dersi için teşekkürler. ayrıca son paragraflarda can alıcı sorular da sormuşsun, ki ben ce de çok önemli:
“fabrikaları konseyler mi yoksa “uzman” (profesyonel dediğim bunlar, yani bürokrasi) mı?”
“birliklerde komutan, rütbeli vb bulunacak mı?”
ya da en günceli olan şu soru:
“hakimleri halk mı mahalleli mi seçecek?”
en sonuncuyu örnekle kendi adıma yanıtlayayım. hdpnin demokratik özerklik, ya da yerel yönetim reformu bağlamında benzer tartışmayı yaşamakta olduğunu da hatırlarsak…bence yereldeki insanlar, “hemşeriler” seçsin. böylece halkın kaantlerine de aykırı olmayan kararlar alınmış olur; bunlar halkın mahkemesinde görev üstlenir ve gerektiğinde geri alınabilirler.
sanırım amerika da benzer bir jürili sistem uyguluyor.
diğer konular hakkında daha önceden fikrimi ifade etmiştim…biraz farklı olduğu için kısaca hatırlatacağım. “mülkiyetsiz piyasa ve hiyerarşiden mümkün mertebe azade bir örgütlenme biçimleri denemek…
bunları uzun uzadıya konuşabiliriz, bence yararlı bir tartışma olur, benim için bilhassa.
ama gene de konunun özü olan meselede anlaşıyor muyuz, yoksa anlaşamıyor muyuz, açıklığa kavuşturalım, derim. gerisi bundan sonrasının işi…
Bir yanıyla da SİLAH TEKELİ demek olan DEVLET, SİLAHLI HALK İLE BİR ÇATIŞMA VE UYUŞMAZLIK DURUMU DEĞİL MİDİR?
BU İKİ OLGU BİRİ BİRİNİ DIŞTALAR MI? bİRİNİN VARLIĞI/GÜCÜ ORANINDA DİĞERİNİN VAR OLMA İMKANI ORTADAN KALKAR MI? KALKMAZSA NEDEN?
Silah tekeli demek olayin tanimini biraz daraltiyor, bence sorunun dogrusu orgutlenmis zor olan devlet ile halk arasinda bir catisma durumu yok mudur? olmaliydi. Devlet ile halk arasinda sosyalizmde de celiskiler vardir. Paris komunu ya da sovyetler belki emekcilerin kendi oz orgutlenmeleridir ama emekcilerin kendileri degildir.
Bu konu aslinda Devrimin basinda SSCB de ve daha sonra Cin de oldukca yogun tartisilmis. Bazi komunistler Isci devleti kuruldugu icin artik emekcilerle devlet arasinda celiski olmadigini dusunmusler politikalarini buna gore belirlemisler. Mesela Tomski’nin fabrikalari mudurlerin yonetmesini savundugunu belirtmistim. Keza Trocki iscilerin askeri disiplin icinde calistirilmasini savunmustur. Cunki devlet isci devletidir ve devleti korumak ve saglamlastirmak icin iscilerin askeri bir disiplin icinde calismasi sarttir.
Keza Devrimden hemen sonra komunistlerin istekleri ile sovyetlerin istekleri cogu zaman catismistir. Devrimde emekcilerin en onemli istemi baristir. Devrime yol acan en onemli talep baris talebidir. Brest Litovsk anlasmasi o yuzden sovyetlerde hemen onaylanmis ama bir cok komunist ve sol sosyalist bu durumu kabullenememis, sovyetlere karsi bir darbe girisiminde bulunmuslardir. Bukharin ve bazi sol sosyalistlerin katildigi darbe tesebbusunde yuzden fazla isci sovyet parlementosunu savunurken oldurulmustur.
Bu devletlerin burokratlasmasina ve daha sonra kapitalizme gecmesine sebeb olan onemli celiskilerden birisi de budur. Daha dogrusu Parti ile halk arasindaki celiski, Parti yoneticileri devletin yonetim kademesinde bulunduklari icin kendisini halk ile devlet arasinda ortaya koyar.
farklı kelimelerle aynı şeyi ifade ediyoruz. Senin “lisanınla” konuşursak:
“….örgütlenmiş zor olan devlet ile halk arasında çatışma durumu ….(hatta) “sosyalizmde bile” var ise…lanet olsun o sosyalizme….zira ben sosyalizm dendiğinde kendi yaşamının örgütleyicisi bir toplumsallık anlıyorum. bu toplumsallığa en büyük tehdit de “mülkiyetin ve sınıfların var edici koruyucu mütemmim cüzü olan devlettir. (silah tekeli sayesinde uyguladığı terör tehdidi nedeniyle)
bu tehdit ve tehlikeden korunmanın en bariz yolu, örgütlenmiş toplumun, kendi öz savunmasını sağlayacak s ilahlı güce sahip olması olmaz mı?
Soruyorum, sen huzur ariyorsun:-) Anarsistlerle marxistler arasindaki fark budur. Sosyalizmde celiski olmasini soylemem benim boyle bir celiski olmasini arzulamamdan kaynaklanmiyor, ben bir gerceklige vurgu yapiyorum. Mesela Gezi de de orada geziye katilan insanlarla bir sekilde gezinin liderligi uzerlerine kalmis olan Taksim Dayanismasi ile celiskisi vardir. Celiski hayatin her alaninda vardir, bundan kacamazsiniz.
Kendi yasaminin orgutleyicisi bir toplumsallik olarak sosyalizm ise, ancak devletin olmadigi bir sosyalizmdir. Ama orada bile degisik toplumsal celiskiler ortaya cikacaktir. Ama tabii dogal olarak sinifli toplumlara ozgu devlet halk arasindaki celiskilerden farkli bir celiski olacaktir bu.
Bir anarsist ile marksist arasindaki fark budur. Sen tum toplumsal celiskileri cozmedi diye Paris Komunu tipi orgutlenmelere bile karsi cikarsin, bir marksist ise bu celiskileri nasil emekcilerin lehine cozebiliriz diye toplumsal iliskileri tahlil eder. Bu konuyu bilimsel olarak inceler.
s. nişanyan bir yorumunda şöyle yazmış;
Muhammedistlerin dininden daha absürd bir din Marksistlerinki. Hurafeleri daha saçma, akıl kararmaları daha zifiri. Allah kurtarsın demekten başka şey gelmez elimizden.
Halim Kar/ Sol İçi Şiddet, ‘Yoldaş Öldürmek’; Leninist Bir Gelenektir!
Artık günümüzde, faşistler bile bize karşı ‘demokrasi havarisi’ kesiliyorsa? Bu, ‘tekçi’, ‘kendinden olmayan her düşünceyi düşman görüp gösteren’ kültürün nereden geldiğine dönüp bakmanın ve bununla hesaplaşmanın zamanı gelmiştir…
‘Sol İçi Şiddet’ ve ‘Yoldaş Öldürmek’ Meşrudur;
‘Leninist Bir Gelenektir!’
29 Temmuz (2014) günü DHKP-C’nin HDP standına Nurtepe’de ‘yasak’ koyup engellemesi sonucu çıkan çatışmanın ardından devreye giren MLKP’ den arkadaşların da DHKP-C ile sözlü tartışmaları giderek silahlı çatışmaya dönüştü….
Ardından, diğer sol örgütler bu çatışmaya müdahale ederek kimi; ‘Sol içi çatışmanın Meşru olmadığını’ , Kimi DHKP-C’e ‘özeleştiri vermelidir’, kimi ise; DHKP-C ‘özür dilemelidir’ diyerek DHKP-C’nin ‘yasakçı’ mantığını ve ‘şiddetini’ kınamaya, eleştirmeye başladılar.
DHKP-C’yi kınayan, ‘özeleştiri’ isteyen bu örgütlerin hemen hemen hepsinin sicili birbirine benziyordu, yani DHKP-C’den farklı bir yanları yoktu. Bunların çoğunun ellerinde, ya kendi yoldaşlarının , veya bir başka devrimci örgütün üye yada taraftarının kanı vardı.
‘Yasakçılık’ konusunda ise;kendi örgütleri içinde eleştiri yönetenlere karşı; ‘proletarya diktatörlüğü ve proleter disiplin’ (?) diyerek her türlü eleştiriyi yasaklayanlar- bastıranlar, hatta çoğu zaman kendilerini sorgulayan kadrolarını, örgüt saflardan teşhir ederek fırlatıp atanlar veya ‘ayrı örgüt kuramazsın..’ diyerek fiziki olarak da tasfiyeye yönelenlerin ‘şimdilik’ başka örgütlere karşı DHKP-C gibi ‘yasaklar uygulayacak’ güçleri olmadığındandır. (az ileride buna kısaca değineceğiz)
Fakat, toplumun önünde yüzlerce defa sergiledikleri bu tutumlara (şiddet ve yasakçılık,tasfiye…) ve realiteye rağmen, toplumu hala kör ve sağır sanan bu arkadaşların hepsi; peygamber gülücükleri ile ‘demokrasi showu’ sergilemekten geri kalmadılar kamuoyu önünde.
İsa Mesih (gülmeyin) bu durumu görünce ‘recm edilmeye çalışılan bir kadının infazını durdurmak’ için söylediği gibi, ‘günahsız olan, bu günahkara (DHKP-C’ye) ilk taşı atsın’ feryatları , DHKP-C’ye bu takınılan tavırlar karşısında kulaklarımızda çınlarken, DHKP-C’ye fırlatılan taşlar çoktan Keops piramidi gibi gök kubbeye ulaşır hale gelmişti.
DİNOZOR BEYNİ; ÇİFTE STANDART
Birinci tuhaflık, DHKP-C, bu örgütlerden gelen böylesi ‘eleştirilere’ karşı ‘eleştirinin muhataplarını’ esas almak yerine, ‘yasakçılığının’ nedenlerini direk ‘kamuoyuna’ hitap ederek anlatmayı seçti. Bu açıklamalar da, tıpkı ‘demokrasi showmenlerinin’ eleştirileri gibi kamuoyunda ilgi görmedi. (toplum, bizden uzak dursunlar da, ne yaparlarsa yapsınlar, demiş olabilir, çünkü bunların hepsinin teröründen de, ‘özeleştirilerinden’ bıktılar- usandılar 50 yıldır çok haklı olarak)
Eğer DHKP-C, kendi ‘yasakçılığını-tekçiliğini’ ve ‘sol içi şiddetini’ savunurken; ‘boşuna gargara yapmayın beyler, ben Leninistim, ‘yasak’ da uygularım, ‘şiddette’, çünkü; Lenin yoldaş iktidara geldikten hemen sonra bütün Rusya’da diğer ‘sol örgütlere’ ‘yasak’ koymadı mı? Bu yasaklara uymayanları da, ya tutuklatıp, veya üçer-beşer öldürtmedi mi? Dahası; Ekim devrimi döneminde kendine destek veren Kronstadtlıları bile ‘başka partilere de özgürlük’ istiyorlar, ‘muhalefet hakkı’ istiyorlar… diye 10.000 (Onbin) Kronstadtlı devrimciyi toplu olarak yok etmedi mi?, Siz eğer kendinize güveniyorsanız Lenin’i eleştirin o zaman!
Ben ise, iktidarımı şehirlerde parça-parça kuruyor ve ‘yasaklarımı’ bu kurtardığım alanlarda yavaş yavaş uyguluyor, hiç olmazsa şimdiden toplumu ‘yasaklara’ hazırlıyorum sonra ‘şok’ olmasınlar’,diyerek, bunu birde soru haline getirip (üniversite sınavları gibi) kendini eleştirenlere sorsaydı?..
Emin olun, DHKP-C’yi ‘yasakçılıkla’, ‘sol içi şiddetle’ suçlayan örgütlerin sesi zor çıkardı, demagojiye sarılırlardı muhtemelen.
Öyle ya,hepimiz Leninist değimliyiz? Ve ‘tarihten kendi değerimiz diyerek, neyi alır kabullenirsek? Yarınlara da onu taşıyıp, ve de onun aynısının tıpkısını yapmayacak mıyız?…’
Öyleyse (ki, böyle) Lenin’e niye, ‘işkence yapmak’, ‘yasakçılık’, kendi dışındaki ‘sol örgütlere karşı şiddet’ helal de, DHKP-C’ye niye haram? Diye sormazlar mı adama?…
Böylesi bir açık sözlülük karşısında diğer sol örgütlerin DHKP-C’ye yürüteceği sadece ‘küçük bir sitem’ kalırdı, o’da; ‘iyi de yoldaş, sen daha iktidara gelmeden Lenin’in yaptıklarını yaparsan toplum korkar, bize destek vermez, ve biz hiçbir zaman iktidara gelemeyiz…’ demekten daha ileri gidemezlerdi.
Yani, DHKP-C’yi biraz ‘erken yasakçılığa başladığından’ dolayı eleştirebilirlerdi.
Sanıyoruz ki, DHKP-C, Lenin’e ‘kıyamadığından’ bunları dile getirmedi ama DHKP-C’de şunu biliyor; Leninizm ‘iktidar ortaklığını’ ve ‘başka sol partilerin varlığına müsaade etmez’, ‘muhalefeti’ sevmez! ‘Tek Adam’, ’Tek Parti’ diktası ve her türlü ‘demokrasiden uzak’, ‘Parti Devleti!’nin adıdır Leninizm!’
Bu yüzden DHKP-C, şu anda kendini ‘eleştirir’ görünen örgütlerden hangisi iktidara gelirse gelsin (çünkü hepsi Leninist), diğerlerini bir kaşık suda boğacağını,yok edeceğini biliyor… Leninist gelenek böyle, ve Lenin’in kurduğu rejim bu ‘sosyalizm’ (!..) adına! (DHKP-C, idam mangasını sehpa kıyısında bekleme yerine, şimdiden tedbirini alıyor,’ önce ben iktidara geleyim’,diye. Bundan daha ‘normal’(?) ne olabilir?)
Ezop vari bir dille bir örnekleme yaparak vermek gerekirse ‘sol içi şiddeti’;
Demek ki, sürekli vücuda musallat olan ‘yüksek ateşi’, düşürmek için ardı ardına ‘ağrı dindirici tabletler’ kullanıp, bu ‘yüksek ateşin’ ağrısını geçici olarak düşürme yerine, ‘yüksek ateşe yol açan’ asıl kaynağını bulup yok etmek gerekir. Aksi taktirde, ‘ağrı dindirici tabletler’ sadece ve sadece bu yüksek ateşe neden olan Virusun vücutta daha sinsi ilerlemesine ve giderek bütün vücudu denetimine alıp kronikleşmesine ve bütün vücudu mahvetmesine yol açmış olur.
İşte bizde, ‘bizim kültür mirasımız’ diyerek, sorgusuz-sualsiz alıp-kabullendiğimiz ‘Yaşanmış Sosyalist Sistemler’ de neler oldu ve ‘biz neleri kabullendik bilmeden’ diye kendi geçmişimize dönüp bir sorgulu gözlerle bakarsak vede olumsuzlukların kaynağıyla hesaplaşma yaparsak , ikide bir sığıştıkça ama inanmadan da başvurduğumuz ‘geçici ağrı dindirici’; ‘özeleştiri’ tabletini, parlak ama içi de boş tutamayacağımız sözler ve vaadler vererek, ne kendimizi yalancı durumuna düşürürüz, nede toplumu kandırmak zorunda kalırız. (ayıptır, yaşlandık artık)
Bu yüzden, Özellikle iktidardaki Lenin’in kurduğu rejimin niteliğini, işleyişini, işlediği suçları; a)başkalarına hayat hakkı tanımama,b) ‘Tek Parti’, ‘Tek Adam’, ‘Parti devleti’ diktası, c)‘demokrasisiyle’ uzaktan yakından bir bağı bulunmayan ; ’işçi sınıfı adına iktidara gelmelerine rağmen’, işçilere bile ‘grev hakkı vermeyen’ bir sistem, d) ‘kendinden başka, hiçbir devrimci örgüt ve partiye hayat hakkı tanımayan, tuhaf bir sosyalizm?’…. Kısacası; bu kültürle hesaplaşıp bunları mahkum etmediğimiz müddetçe , ‘sol içi şiddet’, ‘sol içi işkence’, ‘sorgusuz-sualsiz yapılan infazlar’ ve de ‘farklılıklara düşmanlık’ olmanın vede ‘sol örgütler arası ve içi çatışmaların önüne geçeceğimizi sanmak’ veya, çatışmaların ardı arkasının kesilmesini beklemek ya fazla hayal dünyasında yüzmektir, yada cehaleti erdem diye yutmaktır, yada kişinin kendi kendini kandırması demektir.
Bu ‘nedenler’ ortadan kaldırılmadan, verilecek her özeleştiri de (tıpkı 50 yıldır olduğu gibi) sadece geçici olacak, ve toplumu uyutmaya- aldatmaya yaramaktan başka bir işlev görmeyecektir.
Artık günümüzde, faşistler bile bize karşı ‘demokrasi havarisi’ kesiliyorsa? Bu, ‘tekçi’, ‘kendinden olmayan her düşünceyi düşman görüp gösteren’ kültürün nereden geldiğine dönüp bakmanın ve bununla hesaplaşmanın zamanı gelmiştir, geçiyor da….
Aksi halde, daha çok kendi içimizdeki yoldaşlarımızı ve diğer devrimci grupları-partileri yok etmeye çalışacak ve de ‘devrimin çıkarı’ safsataları ile daha bir çok yoldaşımızı ve başka devrimciyi öldürmeye devam edeceğiz…
Bu konularda çok yazdım yayınladım ama toplam araştırma-incelemelerimin yarısını bile yayınlamadım kitap olarak çıkarmayı düşündüğüm için. Bu yüzden kısa kesip burayı geçiyorum müsadenizle.
Şimdi, ikinci bir ‘soruna’ bakacağız.
İKİNCİ ‘TUHAFLIK?
DHKP-C’yi ‘yasakçılıkla’, ‘sol içi şiddet Uygulamakla’ eleştirenler, bildiri üzerine bildiri çıkarırken (29 Temmuz sonrası) tam o sıralarda PKK, Güney Kürdistan’ın Zaxo (Zaho)Kentin’de 7 Ağustos (2014) günü akşamı, yıllarca kendi saflarında savaşmış ve sonra PKK’den ayrılıp ‘anılarını’ kaleme almaya başlamış olan Osman (Şoreş) BALİÇ ve ‘üç yaşındaki’ kızı Revşen’i (Güney Kürt yönetiminin bundan haberi var görünüyor, yani ‘ortak’ anlaşma) bizzat evlerini basarak, kurşuna dizip hunharca öldürdü.
Ne gariptir ki, DHPK-C’yi ‘yasakçı’, ‘sol içi şiddeti meşrulaştırmakla’ günlerdir, haftalardır ‘eleştiren’ bu kendinden makul ‘sol’ un, PKK’nin bu cinayeti karşısında ‘kıllarını’ bile kıpırdatmadıkları gibi, ‘gıkları’ da çıkmadı, haber olarak bile bu cinayeti kamuya yansıtmadılar.
Sözüm bunlara;‘Bay yoldaşlar,sizin hiç üç yaşındaki çocuğunuz, kendi örgütünüz tarafından katledildi mi?’ diye sormayacağım korkmayın. Sorum şu; Bay yoldaşlar, siz bu kafayla, bu vicdanla, bu ‘çifte standartla’ mı (Türkçesi; yüzsüzlük!) topluma önderlik edip ‘demokratik bir rejim’ vaadinde bulunacaksınız ?..
DHKP-C karşısında ‘aslan’,PKK karşısında ise ‘kedi’ rolü oynayarak mı devrimcilik yapılacak?
Ve bu topluma, insanlarımıza böyle, bu halle mi güven verilecek?….
Bu tutarsızlıklarınızı, bu çifte standartınızı gördükçe, sizleri artık PKK’mı yönlendiriyor acaba? diye kuşkuya düşüyor insan. (çünkü size yakıştıramıyoruz bunları!)
Öyle görünüyor ki,‘solculuk’,’devrimcilik’ kavramları içeriğini-anlamını çoktan yitirmiş, dejenerasyona uğramış, en sıradan insani duygular-vicdanlar bile yerlerde sürükleniyor, iki yüzlülük hayatın her alanında bizi yerden yere vurur hale gelmiş…
Birde kendi kendimize utanmadan; ‘kitleler neden bizden kaçıyor, uzaklaşıyor, bu marjinal duruma nasıl geldik, neden düştük’ diye, aynalara bakmak yerine başkalarına soruyoruz.
Pes, ve el insaf doğrusu…
Sözün bittiği yerdir aslında burası ama şunu da söylemeden geçmeyeceğim; bu toplum karşısında suçlusunuz bay yoldaşlar! Suçlusunuz!…
‘YOLDAŞINI ÖLDÜRMEK’
‘Düşüncenin üstesinden gelemeyenler, düşünenin üstesinden gelmeye çalışır!’
–Paul Valery-
Yukarıdaki olaylar (29 Temmuz-Nurtepe olayları ve 7 Ağustos Zaxo’da Osman Baliç ve kızı Revşen katledilmesi) olurken, ortaya Aytekin YILMAZ’ın ‘Yoldaşını Öldürmek’ kitabı bomba gibi düştü.
Ortalık, zaten bu tür konulara kilitlenmeye ve tartışmaya hazırdı. Sözüm onlara, ‘sol içi şiddet ve cinayet’ tartışılıyordu, ve bu kitapta büyük bir gürültü kopacak, tartışmalar geçmişi yeniden gündeme sokacak, bir hesaplaşma olacak diye bekledim.
Çünkü, Aytekin YILMAZ kitabındasadece ‘sol içi işkence ve şiddeti’ sorgulamakla kalmamış, boğayı boynuzundan yakalayarak, bu şiddet ve cinayetlerin ana kaynağının ‘Leninizm’den, Leninist kültürden geldiğine parmak basarak; Bolşevik partinin 10.Kongresinde konuşan Lenin’in ağzından örnekler vererek (Kronstadt’ın imha ve ölüm kararını Lenin bu kongre’de verdi, parti içi tartışmaları da bu kongrede yasakladı Lenin. Çünkü; kendi partisi dışındaki ‘bütün muhalif grup ve partileri ’ tasfiye etmişti bu tarihe -Mart 1921- kadar ve susturulma sırası şimdi ‘partisinin içine’ gelmişti…kendisini eleştiren 300 bine yakın parti üyesini bu kongre sonrası partisinden atacaktı Lenin.Bunlar, devrimi yapan, devrime önderlik etmiş kadrolardı…) kalemini arı kovanının içine korkusuzca daldırmıştı.
Fakat,bu kitap bırakınız tartışılmayı, sessizliğin girdabına sokularak ‘ölüme mahkum’ edildi adeta.
Kitabın tartışılmasından beklentim şuydu;eğer kitap tartışılırsa daha geniş bir kamuoyunun dikkatini ‘sol içi şiddet ve cinayetler’ üzerinde toplar vede duyarlı kesimler buna el atar, en azından ‘sol içi bu cüretkar ve karşı-devrimci şiddet’ biraz geriler,diye düşünüyordum. Yanılmışım.
Bu yanılgı hafızamı yoklamama yol açarken,‘Schindlerin listesi’ diye bir film gözlerimin önüne geldi takıldı.
Bu filmde,Nazi Almanya’sı döneminde bir sanayici olan Oskar Schindler,Yahudileri Nazilerden kurtarmak için bütün hünerlerini ortaya döker ve servetini bu uğurda harcar. Filmin sonunda, elinde kalan son parasını da, fabrikasından zorla alıp götürülen Yahudileri yeniden kurtarmak için Nazi toplama kampına gider. (Savaş bitmek üzeredir o sıra, Naziler yenilmişlerdir, teslim olmalarına az bir zaman kalmıştır ama, Yahudi katliamına hala devam etmektedirler)
Paranın miktarına göre sayarak belirli vede az bir Yahudi tutukluyu teslim ederler o’na.
Üzgündür, tutuklu Yahudilerin hepsini kurtaramadığı, parası yetmediği için.
Kendi fabrikasına, kurtardığı Yahudilerle geri döndüğü zaman, fabrikasındaki diğer Yahudi işçiler, dişlerinde altın kaplama bulunanlar, bu altınları söküp fırında eriterek (bir minnet borcu olarak) Oskar Schindler’e ‘yüzük’ yapıp verirler.
Schindleryüzüğü alır nezaketen ama sevinmez.
Tam eşiyle birlikte arabasına binmeye doğru ilerlerken, aniden gözü arabasına, sonra da ceketinin yakasındaki ‘altın kaplamalı Nazi rozetine’ takılır, ‘eyvah’ der ‘ben ne yaptım?’ ve gözlerinden yaşlar boşalmaya başlar; ‘ben’, der, ‘bunları nasıl göremedim, neden bunları da satıp biraz daha fazla insanın hayatını kurtarmadım…. ‘
Bu durum karşısında afalayan Yahudi işçiler, önlerine bakarlar utanç içinde; eğer,bizde dişlerimizdeki altın kaplamaları çıkarıp, eritip, toplama kamplarına giden Schindler’in parasının üstüne ekleseydik, birkaç soydaşımız daha kurtulacaktı…. diye, hüzün içinde kalırlar…
İşte,eğer Aytekin YILMAZ’ın ‘Yoldaşını Öldürmek’ kitabı tartışılsaydı, belki bizde sol içi terör ve cinayete mazur kalacak bir-kaç yoldaşımızı, arkadaşımızı kurtarabilecektik, her ne kadar Oskar Schindler’in asil davranışı ve duyarlılığı kadar olmasa da bu küçücük hizmetimiz.
Bu tartışmayı bende başlatmadım ne yazıktır ki, ‘başkaları artık tartışsın’ dedim kendi kendime.
Yalnız bıraktım Aytekin Yılmaz ve Hazal Özvarış’ın bu duyarlı, hümanist ve devrimci çıkışlarını.
Oskar Schindlerin o son görüntüleri düştü gözlerimin önüne,sonra utancından yüzünü yere çeviren Yahudi işçiler…
Birden bire kendimi, dişimdeki altın kaplamayı söküp Oskar Schindler’e ‘yüzük’ yapan işçilere benzettim.
İçimde sanki yemyeşil bir fidan kırıldı o an,üzüldüm, mahcup oldum dahası…
Özürümün kabulü, ve bir daha hiçbir devrimcinin-demokratın, bir başka düşüncede olan devrimcinin kurşunlarıyla ölmemesi umudu ile sonlandırıyorum.
Bu yazım, Osman Baliç ve güzeller güzeli üç yaşındaki kızı REVŞEN içindi
31 Ağustos 014
Halim Kar (Oturan Adam)
http://www.devrimcidemokrat.com/halim-kar/1081-halim-kar-sol-ici-siddet-yoldas-oelduermek-leninist-bir-gelenektir.html
Soruyorum
En son cevabimi yazarken senin en onemli cumleni atlamisim. Elbette bu tehdit ve tehlikeden korunmanın en bariz yolu, senin de ifade ettigin gibi, örgütlenmiş toplumun, kendi öz savunmasını sağlayacak silahlı güce sahip olmasıdir.
Ama sorun da burada basliyor. Halkin oz savunma orgutu olarak her silahli guc Ister Paris Komunu ( ki komun kendisi burjuva devleti darmadagin eden silahli bir guctur ve emekcilerin oz orgutlenmesidir) isterse Sovyet hatta Rojova olsun ( bu arada belirtmek lazim Rojova’da olan Komun tarzi bir orgutlenmeden cok mesela Vietnam ya da Kuba’da oldugu gibi devrimci sol bir gucun elindeki silahli guce dayanarak halk orgutlenmesi olusturmasidir, bunlar Komun tarzi orgutlenmelerden oz olarak cok farklidir, ama herkes hatta burada yazan anarsistler bile Rojova’yi devletsiz halkin kendi oz orgutlenmesi olarak koydugu icin onu da sayalim, ama Rojova bir devlet orgutlenmesidir, halk dayandigi icin halkci bir nitelik gosterir ama liderligi PKK nin elindedir) bunlarin hepsi de halkin oz savunma orgutlenmeleri olmasina ragmen dogrudan hiyerarsiyi icerir.
Cunki icermek zorunda. Anarsisterin ustu kapali iddia ettiklerinin tam da aksine, silahli halk bir araya geldiginde dogal olarak burjuva devletine ve onun silahli guclerine karsi direnisi orgutleme asamasinda, bazilarinin bilinci, askeri strateji gelistirme yetenegi, cesareti vb hatta isleri orgutleme yetenegi digerlerinden farkli oldugu icin one cikarlar. Iste bu one cikanlar mesela Komun de secimle gelen Komun iken sovyetlerde bolsevikler olmustur. Rojova da ise dedigim gibi zaten orgutlenme PKK nin orgutlenmesinin bir ifadesidir dogal olarak silahli halk orgutlenmesinin liderligi PKK nin denetimi ve kontrolu altindadir.
Burada yine vurgulamam gerekir, bu olgular bizim onlari isteyip istemememizden bagimsiz olarak olan gelismeler. Yarin halk yine ayaklanip kendi oz orgutlenmelerini yarattiginda, onun icersinde yukarida dedigim gibi dogal olarak mucadelenin seyrine ve ihtiyaclarina bagli olarak bir hiyerarsi gelisecektir.
Benim icin asil sorun bundan sonrasidir. Bu olusan hiyerarsinin ki ben buna silahli bir hiyerarsi olmasi sebebi ile devlet diyorum, toplumda kastlasmasi burokratik bir devlete donusmesi nasil onlenebilir?
Bu nokta bizi dogal olarak devrimlerde on plana cikan, dogal olarak onderligi ele geciren gruplari ( bu devrimci partilerden, mesela Misir da onderligi ele geciren batili devletlerden fonlanan sivil toplum orgutlerinin kadar hepsini kapsiyor) incelemekten geciyor.
Tabii benim icin onemli olan devrimci orgutlenmeler. Cunki ben zaten burjuva onderliklerin ( mesela batidan fonlanan sivil toplum orgutlerinin- devletten fonlanan sivil toplum orgutu olmaz ama herkes oyle adlandirdigi icin ben de oyle adlandiriyorum) bu ayaklanmalari tekrar burjuva sistemine geri goturecegine inaniyorum.
BU isyanlari bu devlet olusumlarini sinifsiz bir topluma goturme potansiyeli sadece devrimci orgutlenmelerde vardir. Tabii devrimci orgutlenme deyince devrimcilerin kurduklari orgutlenmeler mesela Alman Sosyal demokrat partisinden Bolsevik partisine PKK ya ya da ODP ye kadar, anarsistlere vb kadar korkunc bir cesitlilik gosterir. Ama bunlarin bazi ortak ozellikleri vardir.
Birincisi bunlarin hepsi gercekten kurulduklarinda samimi olarak emekcilerin kurtulusunu bagimsizligini isteyen devrimcilerce kurulmustur. Baslangicta hatta bu orgutlerin bir cogu dogrudan sinifsiz devletsiz bir toplumu hedeflerler.
Bu noktada bunlarin samimiyetsiz olduklarini dusunmememiz icin bir sebeb yok. Burada cok tartisildigi icin soyluyorum, Mesela Stalin devrimci oldugu tarihte cok genc ve o donem Gurcistan’a yonetici yetistiren bir Kilise okulunda okumakta idi ve eger sorun kariyerse zaten okuluna devam etse sistemde oldukca iyi yerlere gelebilirdi. Sinif arkadaslarindan bazilari Rus hukumetinde bakanliga kadar yukselmislerdir. Ama Stalin o donem de kariyer degil ama devrimi dusundugu icin tum bunlari elinin tersiyle iter ve devrimci olur. Ayni durum Marx’tan Trocki’ye Bukharin den APO ya da Dursun Karatas’a vb kadar herkes icin gecerli bir durumdur. Tum bu devrimciler baslangicta oldukca yuksek idealler ugruna yola cikarlar. Aralarinda ki tek farklilik bu yuksek ideallere nasil ulasilacagi konusundadir.
Tum bu orgutlenlerin bir ikinci ortak yani, tum bu orgutlenmelerin bir sure sonra burokratlasmasi ve basindaki programlarindan cok daha farkli yerlere savrulmalaridir. Bu durum Bolseviklerden Alman sosyal demokrat partisinden PKK ye ya da Trockist partilere kadar gecerlidir. Marx’in partisi 40 yil icinde, daha kendi arkadaslari Kautsky vb hala liderken komunist avlayip olduren iscilere karsi kitle katliamlari yapan bir partiye donusmustu. Bolsevikleri zaten burada yillardir tartisiyoruz. O zaman sorun silahli halk orgutlenmelerinin kendisinden ziyade, bu silahli halk orgutlenmelerinin onderlikleri ele gecirenlerde yani devrimci orgutlenmelerde.
O zaman ortaya cikan soru, biz devrimci orgutenmeleri nasil organize etmeliyiz ki bu partiler burokratlasmanin ve daha sonra karsi devrimin ozneleri olmasinlar aksine burokratlasmanin onunde bir engel olsunlar?
Aşağıda bir anarşist ile marksist biri arasında geçen bir konuşmayı verdim. (Diyaloglar hayalidir. Fakat bu konuşmalar hayali de olsa bazı şeyleri anlamamıza yardımcı olabilir.)
Marksist: “Anarşist arkadaş, siz öncelikle devletin rolünü ve önemini anlamadınız. Halbuki Marksizm, Marks, Lenin ve Stalin bunu çok iyi anlamıştır. İkinci anlamadığınız nokta diyalektiğin kendisidir. Devleti diyalektik ve toplumsal çelişkiler ile birlikte düşünmeniz gerekiyor. Eğer bu şekilde düşünürseniz ‘devletin’ ne kadar gerekli olduğuna hak vereceksiniz. Devlet zorunlu şartların ürünüdür. Buradan da Stalin’in yaptıklarında ne kadar haklı olduğunu anlayacaksınız.”
Anarşist: “Devletin ne olduğunu anlamadık mı? Biz devlete dayanan bir devrimin nihayetinde başarılı olmayacağını savunuyoruz. Çünkü bir kere devleti kurmuş olduğunuzda, devletin doğası ve hiyerarşik bir düzen olmasından dolayı bir avuç az sayıda insana çok büyük güç vermiş olacaksınız. Peki bu insanlar bu gücü ve ayrıcalığı, bu büyük yetkiyi ellerine geçirdikten sonra neden bunu kendi menfaatleri için kullanmasınlar? Gücünü buradan alanlar ona meydan okuyamazlar. Çünkü zaten ona karşı çıkacak bir güçleri yoktur. Öte yandan gücünde tepesinde bulunanlar ise bunu kendi çıkarları için daha da büyütmeyi düşünürler. Bu da gücün doğası gereğidir. Çünkü bu defa da onları durduracak güç yoktur. Çünkü asıl önemli güçler, devletin ve ordunun gücü ve silahlı güç bu hiyeraşik gücün elindedir. Yani devleti kurup, işçi sınıfını bu silahlı ve hiyerarşik güce teslim etmek bir anlamda baştan teslim olmaktır. Bu yüzden de çözüm değildir.”
Marksist: “Anarşist arkadaşım. Anlamadığın şu: bu kaçınılmazdır. Diyalektiğin ve çelişkinin gereğidir. Sen bu çelişkiyi göremiyorsun.”
Anarşist:”Nasıl bir çelişki var? Biri şimdi gelip adamın kafasına balyoz ile vurup onun kafasını dümdüz etse şunu diyebilir mi: burada çelişki var, bu çelişkiden dolayı aslında adamın kafası aslında düzelecektir. Ya da birini öldürseler sonra da çıkıp aslında o adam ölmemiştir çelişki gereği bir süre sonra canlanacaktır deseler, buna inanacak mıyız? Buna benzer şekilde çelişki diyerek devleti kurup, büyük gücü devlete verip bir anlamda kaçınılmaz bir şekilde işçi sınıfını ona teslim edip, devlet bu çelişki içinde kendi kendini yok edecektir türünden şeylere inanmamı mı bekliyorsun”
Marksist: “Anarşist arkadaşım evet çelişki böyle bir şeydir. Birinin kafasına balyoz ile vursan o kafayı paramparça etsen o kafanın tam olarak parçalandığını ve yok olduğunu söyleyemeyiz. Çelişki gereği belli bir süre sonra, yeterince beklersen, adamın kafası düzelebilir. Hatta daha da zeki olabilir. Ya da hasta birini tedavi amaçla öldürsen bir süre sonra, yeterince beklersen, o kişi tam olarak ölmediği için dirilecektir. Ya da ölmemiş de kabul edilebilir. Senin anlamadığın şu: tüm bunlar doğaldır ölüm doğaldır, biz sadece devletin gücüne güç katarak, kısaca devletle bu süreçleri yani doğal olanı hızlandırıyoruz. Sen ise buna karşı çıkıyorsun. İşte anlaşamadığımız nokta bu. Sen huzur istiyorsun.”
Anarşist: “Yok aslında huzur istemiyorum. Anarşizm özgürlük ister. Teslimiyetçilik değil. Anlaşılan siz teslimiyetçiliği savunuyorsunuz, zorunlu gördüğünüz için. Sonra da özgürlüğü savunduğunuzu söylüyorsunuz. Hiç olmazsa bunu söylemeyin. Biz özgürlüğü savunuyoruz. Siz ise bunun için devlete güveniyorsunuz. Halbuki bu özgürlük için bir işçinin kapitalist bir patrona güvenmesi gibi bir şey. Aynı mantıkla kapitalizm bile savunulabilir. Diyebilirler ki: ‘Patronlar da nihayetinde işçiyi düşünmek zorundadırlar. İnsanlık yeterince ilerlerse işçiye daha çok imkanlar vb. verebilirler.’ Haksız mıyım?”
Marksist: “Anarşist arkadaşım. Bilimsel düşün. Devlet zorunlu bir sürecin ürünüdür.”
Anarşist: “Dedim ya ona bakarsanız kapitalizm de savunabilir. Onun da zorunlu bir sürecin ürünü olduğu söylenip işin içinden çıkılabilir. Ama bu da çözüm değil. Çünkü tüm bunlar teslimiyetçiliktir. Anarşizm zorunlu bir sürecin ürünü bile olsa her türlü teslimiyetçiliğin karşısındadır. Çünkü bizim için başka çözüm yok. Teslimiyetçi politikaların hiçbiri de çözüm değil.”
Bakınız faiz cebiroğlu Anarşizme dair neler yazmış 😉
bir cehalet yazısı!
Kapitalizm, anarşik sistemdir!
Kapitalizm,anarşik sistemdir!
Faiz Cebiroğlu
Kapitalist sistem, aynı zamanda bir anarşik sistemdir. Anarşik sistem, özel üretim anarşisine dayanır. Plansız toplumsal üretim demektir. Bu anarşist üretim, işçi sınıfı ve müttefikleri için, bir numaralı sosyal hastalık oluyor. Üretim anarşisinin yarattığı bu sosyal hastalık, işsizlik, sefalet, açlık ve bunalım oluyor.
Emperyalist/ kapitalist ülkelerde, iki de bir kendini gösteren finans bunalımın bir yanı da, bu sistemlerdeki üretim anarşisinden, plansız ekonomiden kaynaklandığını söylemek mümkündür.
Üretim anarşisi, üretim araçları sahipleri ile bu araçlardan yoksun sınıf ve tabakalar arasındaki uzlaşmaz çelişkinin sonucudur.Üretim anarşisi, başka bir ifadeyle, sermaye ve emek arasındaki uzlaşmaz çelişkilere dayanır. Bu uzlaşmaz çelişkinin sonucu, bugün, kendini tekrar gösteren tüm Emperyalist / kapitalist ülkelerdeki finans krizi, işsizlik, açlık, sefalet ve bunalımdır.
Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz ve İngiltere’ye kadar, halk, temel gıda maddelerini, temel gereksinimlerini karşılıyamaz duruma gelmiştir. İşsizlik parasının giderek yok edilmeye başlanması ve işsizlik parası alabilme koşullarının zorlaştırılması, böylesi bir üretim anarşisinin yarattığı durumdur.
Bugün,İngiltere 2.dünya savaşından bu yana, en büyük ekonomik bunalımını yaşıyor. Halk, açtır. Kızıl Haç, açlar için,ihtiyac sahibi İngilizler için, yiyecek dağıtımı yapmaya başladı. Açlık ve sefaletle iligili, Kızıl Haç’ın verdiği rakamlar korkunçtur:
”- İngiltere’de, 5,8 milyon kişi temel gıdalarının sağlanması için ölüm-kalım mücadelesi veriyor.
– İngiltere’de 4 milyon çocuk, yoksulluk ile açlık sınırında yaşıyor…”
Tüm bunlar, tesadüfi değildir. Tüm bu gerçekler, emperyalist /kapitalist sistemin dayandığı özel mülkiyetin, anarşist üretimin bir sonucudur.
Emperyalist/ kapitalist sistemde, üretim anarşisinin hakim olduğu sistemde bu sorunları kökten çözmek, mümkün mü?
Elbette,hayır!
Hayır,zira emperyalist / kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmadan, sömürüden, işsizlikten, açlıktan, bunalımdan,savaştan kurtulmak olmaz. Mümkün değildir.
Kurtuluş mu, tek başımıza da kurtulamayacağız…Tek başına kurtuluş yoktur. Zira mücadelemiz, doğuşu ve istemleri gereği enternasyonalisttir.
Mücadelemiz, enternasyonel bir mücadeledir. Çünkü, işçi sınıfı enternasyonalist bir sınıftır. Dünyanın neresinde olursak olalım, sermayenin emek üzerindeki tahakkümünü kırmak için objektif koşullara sahibiz. Dünyanın her tarafında, bizlere karşı tekleşen sermayeye karşı, bizler de, yaşadığımız ülkenin işçi / emekçi sınıfıyla birlikte, her yerde…tüm dünyada, uluslararası sermayeye karşı, sosyalizmi / komünizmi kurmak için birlikte mücadele ediyoruz ve etmeliyiz.
Evet…Emperyalist / kapitalist ülkelerde, bugün kendini tüm çıplaklığıile kendini gösteren bu açlık – sefalet belası, gerçekten, insanlık için bir felakettir. Bu felakete karşı savaşmak, bu sosyal hastalığa karşı mücadele etmek, artık bir zorunluluk olmuştur. Zira bu sosyal hastalığın tedavisi, emperyalist /kapitalist sistemde mümkün değildir.
Artık daha net görüyoruz: Emperyalist / kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmadan, sömürüden, işsizlikten, açlıktan,bunalımdan, savaştan kurtulmak, mümkün değildir
Çare mi, özel mülk sahiplerinin bu plansız üretim anarşisine alternatif olan planlı ortakçı bir düzen kurmaktır.
Planlı ortakçı sistem, sosyalizm / komünizmdir.
Kapitalizmi / emperyalizmi ve bunun yarattığı sefaleti eleştiriyor, Faiz Cebiroğlu. Anarşizimle ne ilgisi var ki, anlayamadım. ”Bakınız faiz cebiroğlu Anarşizme dair neler yazmış bir cehalet yazısı!” diye eklenmiş. Yapmayın yahu.