Başlıktaki fikrin dünya tarihinde ve günümüzde pek çok örneği vardır. Örneğin Nazi diktatörlüğü, muhalefetin yardımı ile kurulmuştur. Komünistler, sosyal demokratlar ve liberaller, aralarında kavga ettiklerinden, aynı zamanda faşizm tehlikesini tam olarak değerlendiremediklerinden, Hitler aralarından sıyrılıp iktidarı seçim yoluyla ele geçirmiş ve bundan sonra da tüm muhalefeti ezmiştir. İspanya İç Savaşı sırasında, Franko güçlerinin faşizmi hâkim kılmasına, Stalinist komünist partinin ve sağ sosyal demokratların eşsiz katkıları olmuştur. Hükümetteki komünist partinin ve sağ sosyal demokratların ittifakı, devrimi Franko’dan önce ezerek halk direnişini kırmış ve kapıları faşizme içerden açmıştır. Örnekler çoğaltılabilir.
Bunun son örneği, son birkaç ayda Türkiye’de yaşandı. Diktatör, aslında yıpranmakta ve zayıflamaktaydı. Fakat yıpranan ve zayıflayan bu güç, zirveye tırmanarak iktidara tutunmayı ve bu mevziden diktatörlüğünü pekiştirmeyi planladı ve muhalefetin yardımıyla bu planının ilk bölümünü, yani zirveye tırmanmayı gerçekleştirdi.
Aslında 30 Mart seçimleri bir gerçeği göstermişti: AKP adlı iktidar şirketinin oyları 20 milyon civarında konsolide olmuş, yani donmuştu. Ne eriyor, ne de artıyordu. Bu donma, bir siyasi iktidarın istikrarına ne kadar işaret ediyorsa, içten içe çürümesine de o kadar işaret eder. Donan her güç, orta vadede çöküşe namzettir. Üstelik bu yirmi milyonluk kitle, toplumu temsil etmek bakımından oldukça niteliksiz bir kitleydi: Büyük ölçüde Anadolu sağcılığı adı verdiğimiz durgun bataklığı temsil ediyordu. Toplumun canlı dokusu ise esasen toplumsal muhalefet güçleri tarafından temsil edilmekteydi. Liberal matematik hesaplara mahkûm olmadan duruma bakacak olursak, muhalefetteki her bir kişinin, iktidarı destekleyen beş kişiye eşit olduğunu söyleyebiliriz. Toplumun durağanlığının temsilcisi AKP, değişim dinamiğinin temsilcisi ise muhalefet, özellikle toplumsal muhalefetti.
Ne yazık ki, CHP yönetimi, bu durumu tahlil edemedi ve dar matematiksel oy hesaplarının kurbanı oldu. Bu yüzdendir ki, adayını tespit ederken toplumun dinamik kesimlerini değil, durağan kesimlerini hesaba kattı ve dolayısıyla bu durağan kesimlere, Anadolu sağcılığı bataklığına sempatik gelen bir aday tespit etti. Oysa bu yanlış bir hesaptı: Birincisi, böyle yaparak, toplumun değişim dinamiğine ve bu dinamiği temsil eden kesimlere sırtını dönmüş ve onların desteğini kaybetmiş oldu; ikincisi de, Anadolu sağcılığının, ortada aslı dururken bir kopyasına ya da benzerine oy vermeyeceğini düşünemedi. Bu yüzden CHP oy kaybederken, aynı nedenle AKP oylarını korudu. Böylece AKP iktidarı ilk desteği, CHP muhalefetinden almış oldu.
İkinci yardım ise HDP’den geldi. Şunu net bir şekilde söyleyelim ki, HDP yönetimi, Gezi’de ve sonrasında toplumsal muhalefet ve özgürlük mücadelesinde gösterdiği ikircikli tutumla pek güven verici olmamıştır. Bununla birlikte, ortada toplumsal muhalefet dinamiklerinin somut bir temsilcisi yokken ve toplumun dinamik kesimleri HDP’den böyle bir aday beklerken, HDP toplumsal muhalefetin sadece Kürt ayağını temsil eden bir aday göstererek büyük bir hata yaptı. Eğer toplumsal kesimlerin tümünü temsil eden bir aday gösterseydi bir toplumsal heyecan ve cereyan yaratacak ve 10 Ağustos’taki seçimlerde sandık başına gitmeyen ya da boş oy atan kitle (ki net rakamlara başvuracak olursak, yüzde 25 gözüken bu kitlenin yarısının toplumsal muhalefet güçleri olduğunu hesaplayabiliriz) HDP’ye oy verecekti. O zaman HDP oyunu dörde katlayacak ve belki de yüzde yirmilere tırmanacaktı. Böyle bir durumda AKP’nin 1. turda kazanması imkânsız hale gelecekti. 1. Turda kazanamayan AKP’nin 2. Turda kazanması iyice zorlaşacaktı.
Son anda bile HDP’nin yapacağı bir şey vardı, bunu da yapmadı. Eğer HDP, şayet 2. Tura kalınacak olursa, boykota gitmeyip diktatörün karşısında oy kullanacağını açıklamış olsaydı, sandık başına gitmeyen toplumsal muhalefet güçleri, sandığa koşacak ve HDP’ye büyük güç verecekti. HDP bunu yapmadı. Oysa seçim kampanyası sırasında, ona güç kazandıranın AKP’nin politikalarını eleştirmek olduğunu saptamış ve buna göre bir propaganda stratejisi tutturmuştu. Sırf bu propaganda bile HDP’ye yüzde 4 oy kazandırdı. Bu açıklamayı yapsaydı, katılmama oranı düşer ve HDP’nin oyları kesinlikle yüzde yirmilere dayanırdı. Son anda yapılmayan bu çıkışın da AKP’ye yapılmış üçüncü bir yardım olduğunu söyleyebiliriz.
Bütün bu öngörüsüzlüklere ve hatalara rağmen, AKP’nin zaferinin öyle çok büyük bir zafer olmadığını söyleyebiliriz. Aslında yüzde 35’e tekabül eden yüzde 51’lik bir zafer oldukça kılı kılına bir zaferdir ve bu, Çankaya’ya çıkan kişiyi, balkonlarda şovlar yapsa da, yalnız kaldığında kara kara düşündürecek bir durumdur. Zirveye çıktı ama o zirve hiç de sağlam olmayan, gıcırdayan iskelelere dayanıyor.
Bu yüzden, sanki her şey olup bitmiş gibi bir karamsarlığa kapılmak yersizdir. En önemli nokta, toplumun canlı dokusunu oluşturan toplumsal muhalefet güçlerinin bir araya gelip sağlam bir blok oluşturmaları ve örgütlenmeleridir. Son seçimde bu toplumsal muhalefet, talihsiz koşulların sonucunda ve kendi iradesinin dışında dağıldı ve üçe bölündü: Üçte biri boykota yöneldi; diğer üçte biri HDP’ye omuz verdi; kalan üçte biri de, eli mahkûm, çatının adayını destekledi. Tamamen seçimlere yönelik bir dağılma ve bölünmeydi bu. Yoksa toplumsal özlem ve hedeflere yönelik değil. Oy bazında on milyonu bulan bu kitle, diktatörlüğe karşı toplumsal mücadele ve devrim hedefiyle toparlandığı zaman, bugünkünden de büyük bir güç olduğunu gösterecektir. Aynı Gezi İsyanı’nda olduğu gibi.
Parlamentodaki partilerle ilgili olarak söyleyeceğimiz ise çok az şey var. Öngörüsüz CHP yönetimi değişti değişti. Değişmedi, CHP’nin tabanında yer alan ve aslında toplumsal muhalefetin bileşeni olan büyük kitle bu partiyi terk edip toplumsal muhalefet bloku içinde yerini almalıdır. HDP yönetimi ise, kaçınılmaz olarak bir süre “zafer sarhoşluğu”nu yaşayacaktır. Ama unutmasınlar ki, aldıkları oyların en az yarısı, onlara, başkan adaylarının son bir aydaki, toplumsal muhalefetin özlemlerini dile getirmesinden dolayı verilmiştir. Yeniden AKP ile uzlaşma ve iş pişirme siyasetine döndükleri an (bu siyasetten tamamen ayrıldıkları da kuşkuludur ya, belki de bir seçim taktiğiydi bu sadece), onlara oy veren kesimin en az yarısı HDP’ye güle güle diyecek ve toplumsal muhalefet blokuna omuz verecektir. Elbette en iyisi, HDP’nin toplumsal muhalefete “ağabeylik” taslamaktan vazgeçip (1960-70’lerde Türkiye solu, Kürt soluna karşı aynı ağabeyce tavrı takınmıştı) bir bütün olarak toplumsal muhalefet bloku içinde bir bileşen olarak yerini almasıdır.
Sonuç olarak, toplumsal muhalefet artık şundan bundan medet ummayı bırakmalı, kendi gücünü ortaya koymalı, hayaletimsi bir güç olarak havalarda süzülmeyi bırakıp somut örgütlenmelere girişmeli, aynı Gezi’de olduğu gibi, ideolojik ya da örgütsel ayrılık ve çatışmaların ön plana geçmesine izin vermeden toparlanmalı, büyük bir belirleyici güç olduğunun bilincine vararak gerçek özgül ağırlığını ortaya koymalıdır.
İşte o zaman diktatörlük bütün yardım olanaklarından yoksun kalacaktır. Sonunun başlangıcı bu olacaktır.
Gün Zileli
12 Ağustos 2014
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
“Diktatörlükler Muhalefetlerin Yardımıyla Kurulur” yazısıyla ilgili çok sayıda soruya toplu bir cevap: gunzileli.com/2014/08/12/sorulanlara-toplu-cevap
geçersiz 730.688 oy var.kimse bu oyların analizini yapmıyor.çok merak ediyorum bu insanlar neden geçersiz oy kullandı
Gün abi, bir iki yerde farklı düşünüyorum. Birincisi, sandığa gitmeyenlerin total olarak politik bir tavır takındığını yani boykot ettiğini belirtiyorsun ama bu gerçek kitlenin çok daha küçük bir kısmını yansıtıyor. Sandığa gitmeyenlerin önemli kısmının AKP’li olduğu ortaya çıktı, birçoğu “zaferden emin olduğu” için sandığa gitmek için keyfini bozmayı tercih etmedi.
İkincisi ise HDP’ye şu an yapabileceğinden daha büyük bir sorumluluk yüklediğimizi düşünüyorum. Evet HDP perspektifinde solun “partisi” olacağını belirtiyor ve buna evrilmeli de, ama bu seçimdeki amacı bunu “gerçekleştirmek” değildi. Şu an HDP’ye oy verenlerin kompozisyonunda hala Kürtler en önemli yere sahip, dolayısıyla bu insanlardan ikinci turda onlar için belki de zulmün devamı anlamına gelecek onları yok sayan geleneğe destek vermelerini nasıl bekleyebilirdik ki (AKP’nin zulüm olmadığını söylemiyorum elbette)?.
Neyse kısaca şu an elbette AKP için bir zafer değildir ve HDP yapması gerekeni / yapabileceğini yaptı diye düşünüyorum. Önemli olan soldan aldığı bu desteği devam ettirebilmesi ve CHP’de bu işten sıkılmış insanları içine katabilmesidir diye düşünüyorum.
Gün merhaba, Kınalı’dan biraz farklı görünüyor galiba. Demirtaş’ın adaylığı ve seçim kampanyası son dönemde gördüğüm en tutarlı ve özverili çalışma oldu. Senin söylediğin gibi “Türk Solu”na abilik filan da taslamadı. (Varsa örnekle) Tersine, propaganda standına saldıran sıkı devrimcilere bile empati ve sempatiyle karşılık verdi. TKP’nin iki kanadı, Aydınlık takımı, ÖDP’liler hep taş koydular. Onların dışındakiler de çok hayırhah davranmadılar doğrusu. Kampanyaya yine sen, ben , bizim oğlan destek verdik. Bu
konuda ne diyorsun?
Açıkçası Gün Zileli’den beklemediğim kadar sığ bir değerlendirme olmuş. Burada uzun uzadıya yanıt vermek mümkün değil. Birkaç başlıkta toplamaya çalışayım:
1. Diktatörlükleri muhalefetin büyüttüğüne dair öne sürülen tez bütünüyle üstünkörü. Tersi yönde de bir sürü örnek verilebilir. Franco örneğindeki değerlendirmesi ise basmakalıp anti-stalinist bir yaklaşım.
2. CHP’nin yaklaşımına ilişkin tutumuna neredeyse tamamen katılıyorum.
3. HDP’nin aday belirleme sürecine ne kadar hakim bilmiyorum, ama CHP’ye yapılan Rıza Türmen önerisi, sonrasında Türmen’in doğrudan kendisine yapılan öneri, HDP dışındaki kurumlarla yapılan toplantılarda Arzu Çerkezoğlu gibi isimlerin doğrudan HDP kanadından önerilmesi, ama muhataplarından bir yanıt alınamaması gibi olayları biliyor mu, bilmiyorum?
4. Demirtaş’ı salt Kürt olmasından dolayı elemesi ise başlı başına bir patolojik durum. Özellikle de bir anarşistten beklenmeyecek bir tavır. Öyle ya da böyle Demirtaş’ın Kürt kökeni açıktan bir meydan okumadır.
5. Demirtaş kampanya süresince belki de en az Kürtleri tatmin etmiştir. Kampanyasında aslolarak bu tarafa seslenmeyi tercih ederken eksik bırakılanlar açısından eleştirilebilir, ancak HDP neden bir Kürt aday belirledi diye rasyonel temeli olmayan bir yaklaşımla yanlışlanamaz.
6. Oy vermeyen %25’in tercihleri konusunda nasıl oluyor da bu kadar emin oluyorsunuz? Sistematik bir boykot olduğu sonucuna nasıl vardınız? Bu kitlenin eğer HDP bir Kürdü aday göstermeseydi HDP’ye akacağı şeklindeki kolaycı bir değerlendirmenin temeli nedir?
7. HDP neden 2. turda Ekmeleddin’i desteklesin ki? Bu kadar abuk bir açıklama HDP’den nasıl beklenebilir? Ben bu satırlardan Gün Zileli’nin oyunu Ekmeleddin’e verdiğini çıkartırım ki bir anarşistin MHP destekli ve tandanslı bir adayı desteklemesi en hafif tabirle akıl tutulmasıdır.
8. Bu seçimde Demirtaş’ın aldığı oyun da ötesinde yarattığı etkiyi, kırdığı duvarları görmeyen, CHP içinden bile soldaki yeni lider tanımlamalarına mazhar olan Demirtaş’ın sözlerinin Türkiye siyasal hayatı açısından tazeliğini görmeyen bir yaklaşım kireçleşmiş fikirlerden öteye bir anlam ifade etmiyor benim için.
9. Yazının sonunda yer alan HDP tekrar AKP’yle iş pişirmeye soyunursa gibi lafların ise MHP’nin seçim öncesindeki anti-propaganda çalışmalarından bir farkını göremedim açıkçası.
10. Hakikaten kendine anarşist diyen bir bireyin seçim değerlendirmesi bu mu olmalıdır?
“Eğer HDP, şayet 2. Tura kalınacak olursa, boykota gitmeyip diktatörün karşısında oy kullanacağını açıklamış olsaydı, sandık başına gitmeyen toplumsal muhalefet güçleri, sandığa koşacak ve HDP’ye büyük güç verecekti. HDP bunu yapmadı…”
Bu, CHP-MHP ortak adayı ile haklı bir beklenti mi?
Şunu yinelemek istiyorum… Öncelikle CHP, Kürt hareketini RTE’nin yanına itmektedir. Bu koşullarda bir “siyaset” olarak Kürt önderlik buna zorunlu kalmaktadır…
Öyle olmasaydı o zaman bu tür eleştirileri gerçekten hak etmişti… Ulusal damar”, CHP-MHP de AKP’den daha güçlü! Ya da RTE partisinde istediği zaman bu damarı “büzme” gücüne sahip…
Yazık… CHP çıkıp “anadilde eğitim kutsal bir haktır” dese… Deseydi…
Evet… Bu muhalefet bu RTE’yi güçlendiriyor… Gezi’de olduğu gibi partiler dışı muhalefet ile RTE dizginlendi!
Bu “partiler dışı” muhalefet hareketi çok önemli… Hem de kısa vade için değil… Her zaman…
sanırım farklı görünüyor gerçekten de:) ÖDP’lilerin taş koyduğunu bilmiyorum. TKP ve Aydınlık için söylediklerin doğru olabilir. Ama bunlar da önemli değil. HDP’nin bugünkü konumu “ağabeyliğe” çok elverişli. HDP derken, ona destek veren insanları kastetmiyorum. HDP’nin “ağabey” tavrı, bu somuT SEÇİM KAMPANYASINA DAYANMIYOR. Bir süredir böyle bu. Örnekleri çok verilir ama burada uzatmak istemem. Türkiyeli sol aydınlar Kürt hareketinin AKP diktatörlüğüyle üstü kapalı ittigakını görmedikçe yanılmalar çok olacaktır.
AKP-HDP işbirliği dediğimiz sanırım bir buçuk yıldır süren ateşkes. Ben başka bir ortaklık göremiyorum. Eğer bu böyleyse, buradan şu sonuç çıkıyor ki sizin Kürtler den tek beklentiniz savaşmaları. Ülkenin anarşisti seçimlerde ülkücüye oy vererek ‘muhalefet’ yapabilir ama Kürtlerin tek muhalefet yapma yöntemi savaşmaktır.
1. Stalinistler ve sağ sosyal demokratlar, devrimci kolektifleri ezerek ve milisleri bastırarak devrimi ezmiş ve böylece halk güçlerini dağıtmışlardır ispanya’da. Böylece anti-faşist direniş yenilgiye uğramıştır. Gerçeğin kendisi budur.
3. bunları biliyorum ama bunlar HDP’nin neden daha kapsayıcı bir aday çıkarmadığını izah etmez.
4. mesele demirtaş’ın Kürt olması değildir. Bir başka kürt aday bütün toplumsal muhalefeti temsil edebilirdi ya da kürt olmayan bir aday temsil edemeyebilirdi. Mesele milliyet measelesi değildir.
6. %25’in yarısı demiştim.
7. Ekmeleddin’i desteklemedim. Boykotu savundum ama bunun da pek matah bir alternatif olduğunu düşünmüyorum. öte yandan, 2. turda ekmeleddin’i desteklemeliydi demedim. 2. turda RTE’nin rakibi kimse o desteklenmelidir diye açıklamalıydı dedim.
9. HDP’nin AKP ile gizli bir ittifak içinde olduğunu, HDP’liler başta olmak üzere herkes biliyor.
10. Başka değerlendirmeler de olabilir elbette. Ben bütün anarşistler böyle değerlendirmeli demedim. Ama bir anarşist olarak benim değerlendirmem bu.
gün zileli, yine başlamışsın hdp’yi küçümsemeye, selocan’ı kürtçü diye yaftalamaya.
toplumsal dinamiklerin nasıl değiştiğini anlayamıyorsun. 1975 model solculuğa saplanıp kalmışsın.
hdp’nin yükselen güç olduğunu, türkiyelileştiğini anlayamıyorsun. ya da anlamak işine gelmiyor.
tutturmuşsun bir toplumsal muhalefet diye bir şey, stalinist solculara “bir araya gelin” diye çağrı yapıp duruyorsun iki senedir.
türkiye solu bugün stalinizm ve radikal demokrasi diye ikiye ayrılmış durumda ama sen stalinist kampa daha yakınsın.
stalinist fraksiyonlar bir araya geldiklerinde ilk yok etmeye çalışacakları kişi sen olacaksın, buna rağmen ve anarşist dünya görüşüne en yakın parti hdp olmasına rağmen ödp-tkp tayfasından ve diğer stalinist fraksiyonlardan toplumsal muhalefet yaratmaya çalışman ibretlik.
Anarşistlerin oy kullanmasını gerektiğini savunmuştum o zaman. Ve asla hayatım boyunca milliyetçi partiye de oy vermedim ve verilmesini de savunmadım. (O seçimde de oy kullanmadım.)
Gün Zileli’nin o tutumunu da yanlış bulduğumu açıklamıştım.
Bir yanlışa karşı başka bir yanlış göstermek, o yanlışı doğru yapmaz.
Gün Zileli’nin yukarıda yazdığı yazı ise mantıklı. HDP bu seçimde de AKP’nin kazanması için çalıştı adeta. (Veya kazanmasına engel olmaya çalışmadı. HDP silahlı mücadele yapar veya yapmaz, o mesele başka,ama hiç olmazsa çaktırmadan burjuvayı bu şekilde desteklemesin yeter.)
Düzeltme: Anarşistlerin oy kullanmaması gerektiğini savunmuştum o zaman. olacak.
çünkü CHP’nin adayı da, HDP’nin eadayı da gerçekte toplumsal muhalefeti temsil etmiyordu. Bu yüzden geçersiz oy kullandılar. Sandığa gitmeyenlerin yarısı ya da %10’u da(yani yüzde 25’in yüzde onu) öyle.
Çok iyimsersin bu konuda.
Evet. Solun Kücük ruhlu hali.. Gercekleri konu etmez.
Hayalcilikten asla kopamazlar..
( Diktator) gümbür gümbür kazaniyor..vede gücüne güc katiyor.. Zayifladi,düstü,düsecek demeniz havele görüyorsunuz demektir..
Neden?.. Muhalefet zayif oldugundan.. Adam yok. en önemlisi muhalefetin bir Düzgün Fikri yok.. Yavan,milliyetci düsünceler.. yeni bir seyleri yok!..
Sol icin en sevindirici olanida kürt kökenli bir adayin secimlerde adini duyurmasidir..
Bu erdoganin yerine bir basklasinin gecmesinden cook önemlidir.. Kürt sorununu cözmede önemli bir olaydir. gerisi bostur.. yada GZ lileye havele edilmeli..
Selahattin Demirtaş Seçim boyunca aktif bir dinamizmle, tutum ve davranışlarıyla, nitelik ve içerik itibariyle kapsayıcı olmuştur…
1. bu maddede yazdıklarıma verdiğiniz cevabın tartışmasının yapılacağı yer burası değil. stalinistlerin ispanya’daki bütün tutumu olumludur demiyorum, ama aynayı bazen kendinize de çevirmelisiniz. işin bütün sorumluluğunu stalinistlere atmak işin kolay tarafı. ben de derim ki; (stalinist değilim bu arada) anarşistlerin ve troçkistlerin elini tutan mı vardı? halk örgütlenmesini, milis güçlerini vs. niye büyütmediniz? buradan sadece kör dövüşü çıkar ve bir sonuca varamayız. nesnel analiz kendini aklayıp, bütün suçu siyasal rakiplerine atmak değildir. biraz mantık lütfen… güzel lafmış bu! biraz mantık!
3. kapsaycı adaydan kastınız nedir? demirtaş neden kapsayamıyor, söyleseniz de bilsek.
4. aynı soruyu tekrar sorayım: demirtaş neden kapsayamıyor? daha net olsanız, sizce hdp’nin adayı kim olmalıydı? çok basit bir soru. ayrıca yazınızda çok net bir şekilde demirtaş’ın kürt olmasına takmış durumdasınız, bana verdiğiniz cevapta işi çevirmeye çalışmayın, kurtarmıyor.
6. doğru, yarısı diyorsunuz. iyi de bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? ben bunu soruyorum. elinizde şaşmaz bir barometre var da bizden mi gizliyorsunuz? çok net soruyorum: bu değerlendirmenizin temeli nedir? çok basit öyle değil mi? bilgisayar başında yazarken kolay gelmiş olabilir, lütfen bizi ikna edecek somut argümanları gösterin.
7. insanlarla alay ettiğinizi düşünmeye başladım. ekmeleddin’i değil, rte’nin rakibi kimse onu desteklemeliydi. şaka mı bu? naçizane bizim de bir aklımız var, çok şükür! rte’nin ekmeleddin’den başka bir rakibi vardı da biz mi bilmiyoruz? ayrıca yazınızdan boykot değil, açıkça ekmeleddin’e destek okunuyor. düşüncelerinizi savunmakta cesur olun bence!
9. ben HDP’nin AKP ile işbirliği içinde olduğunu bilmiyorum. bu ağır bir suçlama. bunu net olarak ortaya koymak zorundasınız. ben ortaya söyledim, üstüne alınan alınır gibi pişkin bir tavır içine giremezsiniz. o kadar basit değil. sözünü ettiğiniz ateşkesse ve savaşı bu kadar çok istiyorsanız buyrun size görelim sayın zileli. bilgisayar başında olmuyor bu işler.
10. anarşizm fikrini, anarşist olmasam da bir dereceye kadar bilen ve hatta önemseyen, anlamlı ve değerli bulan biri olarak söylemiştim sözleri. ötesi bana değil kendini anarşist olarak tanımlayan insanlara düşer.
açıkçası;
sözleriniz net olarak ulusalcı. hiç lafı dolandırmaya gerek yok, biliyorsunuz da bilmezden geliyorsunuz. içinden çıkıp geldiğiniz geleneğin izinden ilerliyorsunuz. yukarda bir yerde dedğim gibi; biraz mantık lütfen!..
Benim itirazım, Erdoğan’a oy veren 20 milyon kişiyi toplum ölgün dokusu olarak tanımlayıp diğerlerini canlı doku olarak niteleme konusunda. İlk bakışta gerçekten öyle ama sınıfsal olarak bakıldığında İstanbul’un emekçi semtlerinden AKP’ye daha çok oy çıktığını görüyoruz. Bu, genel olarak bütün seçimlerde böyle. “Durgun bataklık-canlı doku” ayrımını yapabilmek için sınıfsal bakışı toptan bir kenara bırakmak gerekiyor. İşte burada karşımıza teorik bir sorun çıkıyor bence. Buna karşı AKP’nin emekçi seçmenlerinin sınıf bilincinin bulunmadığı söylenebilir ama bu da dışarıdan bilinç taşımayı misyon edinmiş bir öncü partiyi imleyen bir akıl yürütme olur. Kötü bir seçenek bu da… Yine de Nişantaşı’na “canlı doku”, Bağcılar’a “durgun su” demekte zor bir yan var.
ÖDP ye karşı nasıl bir hırs varmış. Milliyetçiliğinden ırkçılığına, yok taş koymuşluğundan stanilistliğine kadar denmedik laf yok. Yahu siz bu Ödp li dostlarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız (bu lafları edenler). Ya da böyle bir derdiniz kalmadı mı?
1. Size Land and Freedom filmini tavsiye ederim. orada Stalinistlerin yaptıkları anlatılıyor. Merkezi hükümet güçlerini ele geçirmişlerdi, dolayısıyla, evet bu güçler “elimizi tutuyor” hatta bizi fiilen öldürüyorlardı (Poum lideri Nin, gizli stalinist hapishanede işkenceyle öldürüldü).
3-4. Kapsayıcı aday, 4K’yı kucaklayabilecek adaydır. Yani Kızılbaşları (Alevileri), kadınları, Kürtleri, Kent hareketini kapsayan bir aday. Demirtaş, gerçi kampanya sırasında onları kapsamaya yönelik bir propaganda yürüttü ama bu, televizyon konuşmalarıyla kısa sürede olacak bir şey değildi. O, bu 4K’dan sadece Kürtleri temsil ediyordu. Bu yüzden Alevilerin küçük bir kesimi dışında Aleviler ona oy vermedi, Keza Kadın hareketi ve kent hareketi de öyle. Gezi sırasında bizzat Demirtaş, bunun darbecilere çanak tutacağını söylemişti. Bunun net bir özeleştirisini yapmadı, sadece tevil yoluna gitti. oysa bütün toplumsal mücadeleyi kapsayan bir aday (Kürt veya değil), vaktiyle Gezi hareketine sahip çıkmış, onun safında yer almış, bütün kesimleri kucaklayan bir aday olmalıydı. HDP, böyle bir aday gösterme şansı varken, dar particilik yapıp, kör gözüm parmağına Demirtaş’ı gösterdi. Demirtaş’a karşı değilim. O, belki de HDP içinden gösterilecek, toplumsal muhalefete en yakın adaydı ama bunun böyle olması, toplumsal muhalefeti daha çok kapsayan bir aday gösterilemeyeceği anlamına gelmez. HDP neden böyle davrandı? Çünkü, Apo’nun reflekslerine uygun olarak, kendi kesin denetimlerinde olmayan bir adayın kendi denetimleri dışında bir hareket yaratmasından korktular. Aman olsun da benim olsun tutumuydu bu. Siyasi partilerin hepsinde görmeye alışık olduğumuz bir tutum. Şimdi soracaksınız, peki kim olabilirdi diye. İsim vermem artık bu saatten sonra belki yanlış ama, örneğin bir eşber Yağmurdereli’yi aday gösterseydi HDP, müthiş bir iş yapmış olurdu ve böyle bir aday, bence kesinlikle CHP’nin o saçma sapan çatı adayını da fark atar ve seçimlerin 2. tura kalmasını sağlayabilirdi. Üstelik bu, ulusalcılıktan falan söz ediyorsunuz da, ulusalcıları ve CHP’yi kontrpiyede bırakacak çok esaslı bir çıkış olurdu. Şimdi anladınız mı diktatöre nasıl yardım edildiğini?
HDP’ye Neden Güveneceğiz?
Parti içi demokrasi gelişmiş mi, özyönetim ilkelerini uyguluyor mu? Yoksa bir yerlere danışıp, talimatlara göre hareket eden lider partisi mi HDP? Hangisi sizce?
Ekolojik çevreye her koşulda duyarlı olduğunu söyleyen, demokratik, özyönetimci HDP ne oldu Geziyi birdenbire yüzüstü bıraktı?
Şimdi burada dikkatimi çeken ikinci şey, HDP asla hata yapmazmış gibi, onun hakkında ne zaman bir yazı yazılsa bu yazıyı yazan insanların suçlanması.
HDP’ye karşıyım açık olarak yazıyorum. Çünkü seçimlere karşıyım, seçimlere girmek bile burjuvazi bir tavırdır bana göre. Bu açıdan HDP burjuvazi partisidir. (anarşist ilkelere göre) Ayrıca gördüğüm kadarıyla özyönetim ve demokratik ilkelerden uzak bir parti. Daha çok lider partisi görünümünde. (Bunun ispatı ne diye umarım sorulmaz.)
Gün Zileli’nin yazısını ana hatlarıyla katılıyorum. ( Katılmadıklarım da var: örneğin Gün Zileli’nin sözünü ettiği rakamlar vb. bilinemeyebilir. Bir de Gün Zileli HDP’nin boykot kararı almasını yanlış bulmuş, aslında HDP tüm seçimi boykot etmeliydi. )
Maletesta
Cok gerekesiz yazip dusunyorsun. Rahatsiz ediyorsun bu cahil ve dar beyinli acilimlarinla. Yazma oku, dinle, ogren, dusun, yaz, konus. Sana kim ogreti HDP nin RTE na yardim ettigini. Uzuluyorum Aziz nesinin soyledi yuz asagilarda.
Sondan başlayalım; evet, siz ve sizin gibi düşünen ulusalcıların diktatöre nasıl yardım ettiğini çok iyi anladım?
Gelelim başa;
1. Ben de size Anarşinin Kısa Yazı’nı, keza Ehrenburg’un Durruti ile yaptığı röportajları ve bilumum pek çok şey tavsiye edebilirim. Land and Freedom güzel bir film olduğu gibi benim tavsiye ettiklerim de güzel yazılı kaynaklardır. Sizin sözleriniz bana bugün yazdığı her bildiriye 12 Eylül darbesi diye başlayan sosyalistleri hatırlattı. Darbe canımıza okudu, doğru, iyi de kardeşim 34 yıldır şunu şurdan alıp suraya niye koyamadın demezler mi insana? Kendinizi karşıtınız üzerinden değil öznelliğinizden tanımlayın derim ben. Ortaokul çocuklarına tarih anlatır gibi özetlemeyelim lütfen olayları.
3.-4. Ben sizin yazdıklarınıza yoksullar, işçiler, kamu emekçileri vs gibi birçok başlık daha ekleyebilirim. Ne güzel olurdu değil mi şöyle 4 başı mamur, damardan komünist/sosyalist/anarşist ya da gönlümüzden ne geçiyorsa kendini o şekilde tanımlayan bir aday olsaydı da gönül rahatlığıyla oy verseydik. O oyla cumhurbaşkanı seçmeyi bırakın devrimi de aradan çıkartıvereydik. Güzel olurdu, moda tabirle “can” olurdu böylesi bir aday. Ah şu Kürtler yok mu, yine yaptılar yapacaklarını. Güzelim bir umudu çöpe attılar. Yazık, çok yazık!
Gezi döneminde Kürt hareketinin eksikleri, yanlış tutumları bolca tartışıldı. Kürt hareketinin (ki homojen, yekpare bir yapıdan söz etmiyoruz. Bir ulusal hareket var karşımızda. Yoksulundan zenginine, dincisinden ateistine, alevisinden sünnisine, vs vs) içindeki kimi kesimlerinin Gezi’yi “müzakere sürecine” zarar verir diyerek desteklememeliyiz dediği de bilinen bir gerçek. Diğer yandan Tarlabaşı’nda çatışan Tarlabaşı çocuklarının kim olduğunu sanıyorsunuz siz?
Yine diğer yandan Hrant’ın 301’den ceza almasına yol açan ve katledilmesine kadar giden süreçte faşistler tarafından sürekli gündemde tutulan yazısını hatırlar mısınız? Oradaki cımbızlamayı, “Türk’ün pis kanı” muhabbetleri aklınızda mıdır? Şu anda aynı şeyi Demirtaş’a yapıyorsunuz. Kürt hareketi kapsamlı bir özeleştiri vermemiştir, doğru. Ama hemen ilk aklıma geleni söyleyeyim; Mayıs ayında yapılan TümBelSen Kongresi’nde Demir Çelik yaptığı konuşmada net bir şekilde özeleştiri vermiştir. Keza Karayılan’ın, Duran Kalkan’ın da bu konuda özeleştirileri mevcuttur. Demirtaş’a gelirsek; Demirtaş Gezi’yle ilgili sözlerini hangi minvalde söylediğini, hangi soruya cevap verdiğini, o sözlerin nasıl cımbızlandığını defalarca söyledi. En sonuncusu yanlış hatırlamıyorsam seçimlerden yaklaşık bir hafta önce Evrensel gazetesinde yayınlanan röportajda yer alıyordu.
Alevi meselesine gelirsek tüm Alevilerin CHP’yi desteklediği safsatasından sıyrılalım lütfen. Eğer kastınız sadece 9 örgütü kapsayan vakfın, 900 örgüt temsilcisi diye sunulduğu çakma destek açıklaması ise komik olur doğrusu.
Ama evet, elbette Alevilerin geniş kesimlerinin desteğini alabilmiş değil henüz. Ama en azından ilk etapta Alevilerin en yoksul kesimine hitap eden, yine en dinamik kesimlerinden birine hitap eden Hubyar gibi kurumların desteğini alabilmeyi başardı. Bunun dışında eğer ayrıntılı sandık sonuçlarına bakarsanız Alevilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde (Anadolu’da dahil buna) oy sayısını 3-4 katına kadar çıkardı. Orandan bahsetmiyorum, net oy sayısından söz ediyorum. Yeterli mi, asla!
Yeni oluşmuş bir hareketin, yeni, çünkü şu HDP=BDP ucuzluğunu bir kenara bırakalım lütfen. Evet, ana halka Kürt hareketidir, ancak buradaki sosyalist yapıları değersizleştirmekten vazgeçin lütfen. Üstelik kendi içindeki kimi isimlerin AKP dışındaki müslümanlarla ittifak yapılmasını sürekli ve yüksek sesle dile getirmelerine rağmen ısrarla sosyalistlerle bir arada olmayı tercih etti. Evet, yeni oluşmuş bir hareketin bir anda herşeyi başarmasını beklemek haksızlık değilse nedir?
Demirtaş’ın kampanyasını da televizyon konuşmalarına indirgemeniz de biraz ayıp olmuş doğrusu. İşçi direnişlerinden park forumlarına kadar pek çok yere bizzat kendisi katıldı. Kaldı ki Demirtaş tek başına değildi, bir lider hareketini savunan da yok. HDP örgütü henüz tam oluşmamış, kurumsallaşmamış olsa da arka planda da ciddi bir çalışma vardı. Mahalleler de ev ev gezilerek çalışma gerçekleştirildi. Bunları bilmediğinizi sanmıyorum.
Diğer yandan daha önceki cevabınızda aday belirleme sürecini bildiğinizi söylemiştiniz. Buna rağmen Demirtaş’ın adaylığının dar particilik olduğunu, dayatıldığını nasıl söyleyebilirsiniz? Sendikalar, odalar, inanç dernekleri, yöre dernekleri, kısaca DKÖ’lerle sayısız toplantı yapıldı. Keza siyasi yapılarla, ki HDP bileşenleri dışında kalanlar da dahil olmak üzere (Halkevleri ve ÖDP’de dahildir) çok sayıda toplantı gerçekleştirildi. Bize aday dayatıldı diyenler gerekçesiz toplantılardan çekilenler ve ısrarla sorulduğu halde bir isim belirtmeyenlerdir. Öyle ki kendilerine Arzu Çerkezoğlu önerildiğinde dahi bir fikir belirtmemişlerdir. El insaf, hala nasıl olur da Demirtaş dayatıldı, dar particilik yapıldı diyebilirsiniz. Apo’nun denetimi dışında çıkmayacak bir aday sözüne cevap vermeyi ise en hafif tabirle ayıp kabul ederim. Sadece az çok siyasi bulduğum fikirlerinize yanıt veriyorum, yoksa ortaokul düzeyinde bir münazara yürütmüyoruz burada.
Benim için aslolan Demirtaş’ın samimiyeti ve kampanyasının vaat ettikleridir. En fazla bir iki bin oy getirecek LGBTİ çıkışı çok sayıda oy kaybettirecek “erkek ve sünni” Kürt tabanına yapıldı. Buradaki samimiyeti görmemek büyük bir kayıp sizin için. Ermeniler, Ezidiler, Süryaniler kardeşimdir diyen bir adayın İslamcılık ablukasına yaptığı vuruşu da mı görmüyorsunuz? İsrail’le ilgili gerçek boykotu tek dile getiren, uluslararası BDS hareketinin çizdiği şekilde dile getiren de yine Demirtaş’tı. Daha birçok şey sayabilirim. Ama Ortadoğu’da IŞİD’e karşı gerçek anlamda savaşan hangi gelenek sizce, bunu da mı göremiyorsunuz?
Bunca saldırıya, ulusalcı, faşist, islamcı ve hatta kendini devrimci olarak niteleyenlerin saldırısına, süreklileşen anti propagandaya rağmen kısa sürede bu noktaya gelindi. Yeterli mi, tabii ki değil, hatta bir pul kadar değeri yok. Henüz hiçbir şey. Ama içinde bir büyük umudun nüvelerini taşıyor. Hataları, günahlarıyla… Ve elbette doğruları ve sevaplarıyla…
Eşber abiyle ilgili önerinize gelince; kesinlikle katılmıyorum. Hem de hiç. Ancak çok sevdiğim bir abimin, üstelik hiç haberi olmaksızın, bilgisi ve isteği dışında böylesi bir tartışmaya dahil edilmesi, daha da ötesi onun kişiliği ve siyasi kimliğinin tartışma konusu yapılması hem onu, hem beni, hem de çok sayıda insanı incitecektir. Hiç gereği yok! Sadece Demirtaş’tan daha iyi bir aday olamayacağını söyler ve geçerim.
Stalinist kampa karşı, ortaya koyduğunuz ilkelerle uzak, anarşizme yakın görünebilirsiniz. Fakat öyle bir “particilik” ve “önderlik” anlayışını dayatırsınız ki insanlara Stalinizmin dayanılmaz hafifliğini sergilemiş ve doyasıya hissettirmiş olursunuz. Yazıya da bazı eleştirilerim var elbette, bütünüyle desteklediğimi söyleyemem. Erdoğan ile aynı zihniyete sahip olduğunu medyada beyan eden bir adamı ikinci turda boykot etmek bir ilkesizlik değil tam tersine ilke sahibi olduğunuzun bir göstergesidir. Çünkü iki aday arasında zihniyet farkı yoktur Ekmeleddin “bey ” de bunu bizzati ifade etmiştir. HDP ve bileşenlerini elbette eleştireceğimiz yerler çok ve Gün’de çoğunlukla doğru yerlere basıyor zaten ama kadın, LGBT hakları ve bir arada yaşam konusunda HDP’nin “dik” duruşunu destekleyip sarmalamız gerektiğini düşünüyorum. Bazen erken yüzleştirme daha çok tepki doğurur ve yarayı kangrene dönüştürür, birleştirelim derken ayrıştırmayalım, ayrışmayalım.
Tarlabaşı çocuklarına bin selam, ama sadece onlara!
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=116091&haberBaslik=%C4%B0kinci%20tur%20yok,%20%C3%BC%C3%A7%C3%BCnc%C3%BC%20taraf%20var…&action=haber_detay&module=nuce&authorName=Saruhan%20OLU%C3%87&authorID=853
İkinci tur yok, üçüncü taraf var…
Saruhan OLUÇ
Güncellenme : 13.08.2014 02:10
Geçen haftaki seçim öncesi yazımda “Bugüne kadar gözlerini ve kulaklarını bizlere kapatan kesimlerde, ciddi bir ilgi artışı yaşandı, yükseltilen önyargı kepenkleri indirilmeye ve söylenenler dinlenmeye başlandı” tespitini yapmıştım. Ve esas kazanımın, bugüne kadar kapalı tutulan yüreklerin ve kulakların bizlere açılması olduğuna işaret etmiştim.
Seçim sonuçları bu gerçekliğe işaret etti. Ciddi bir oy artışıyla başarı sağlandı, ama oluşan sempati ve dinleme hali tam olarak oya dönüşmedi. Şimdi bir kapı aralandı. Bu kapının daha fazla açılmasını, demokrasi ve barış güçlerinin o kapıdan girmesini sağlamak artık mümkün.
Türkiye’de eski ve yeni statükodan farklı politikalara sahip olan, üçüncü taraf olarak tarif ettiğimiz anlayışın güçlenmesi, radikal demokratik değişimin önünü açacaktır; bunu hep vurguladık.
Ancak bunu bir türlü anlamak istemeyen, statükonun bir kanadına destek olarak politika yapmayı süslü, teorize edilmiş cümlelerle haklı göstermeye çalışanlara bir kez daha sormamız gerekiyor: Daha ne kadar?
Hatırlarsak, bu süslü laflar sahipleri tarafından ilk kez yerel seçimler öncesinde telaffuz edildi. Bunun mucidi olanlar, İstanbul’da Sarıgül’e, Ankara’da ise Yavaş’a açıkça oy verme çağrısında bulunmaktan utandıkları için, bu tutumlarını süslü lafların arkasına gizleyerek anlattılar. ‘Yerel seçimleri iki turlu gibi düşünüp, sanki ikinci turdaymışız gibi iktidar dışında güçlü olana oy verelim’ formülünün arkasında yatan öneri buydu aslında. Bu utangaç ve gizli CHP destekçilerinin yerel seçimlerdeki son hamleleri de ‘tatava yapma, bas geç’ sözü oldu. Karşılarına aldıkları tek politik güç HDP idi.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise aynı kişiler ve çevreler bu kez ‘ikinci turda kime oy verilecek?’ tartışmasını başlattı.
‘Dereyi görmeden paçaları sıvayan’lar, bu tartışmayla aslında ilkelere ve doğru politikalara yönelmek ve bunların savunusunu yapmak yerine, gerçekleşeceği belli olmayan bir konuyla insanların fikirlerini bulandırma çabalarını sürdürdüler.
Sonuç kendileri için hüsran oldu. Çünkü ikinci tur olmadı. Söyledikleri, özellikle HDP’ye ve Kürt siyasal hareketine yönelik mesnetsiz iddiaları, yalan yanlış suçlamaları havada kaldı. Kürt siyasi hareketinin ve HDP’nin ikinci tur için AKP’yle anlaştığı zırvasını yayanlar, acaba ne zaman ‘hata ettik, özür dileriz’ diyecekler. Anlaşılan hiç bir zaman.
Ne dediği belli olmayan, ne yapacağını bilmeyen çatı adayına yönelmeyi önerenler, bu politikaları ileri sürenler yanlış bir siyasi hattı güçlendirdiler. Bu politikaları savunanlar, üçüncü taraf politikalarına, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve barış hattına güvenmemekle hata ettiklerini ne zaman anlayacaklar, bu da belli değil.
Bu politikaları anlatanlar, Kürt fobisini veya alerjisini sürdürmek konusunda dur durak tanımamakta ısrar ediyorlar. En önemlisi de, CHP’nin bu hali ile kalmasını sağladıklarının farkında bile değiller.
Halbuki demokratik bir değişimin gerçekleşmesi, yeni yaşam çağrısının etki alanının genişlemesi için üçüncü tarafın güçlenmesi ve büyümesi gerekiyor. CHP’yi de değiştirecek olan budur, AKP iktidarını da yola getirecek olan budur.
Artık ikinci tur yok, en azından 5 sene boyunca. Ama üçüncü taraf var. Güçlendi, kendi rüştünü ispat etti. Şimdi bunu büyütme zamanı. Tuhaf tahlillerle alınan oyların değersizliğini kanıtlamaya çalışan, daha seçim sonuçları netleşmeden alelacele yazılmış mesnetsiz ve yanlış verilere dayanan yazılarla hiç kimse ikinci tur ayıp listesini unutturamaz.
DSİP görüşü. En AKP yanlısı partidir DSİP.
Alakası yok G.Z. Üzülerek söylemeliyim ki eğer Mihail Bakunin sizin kendinize anarşist dediğini duysaydı, Anarşistliğin ne olduğu-ne olmadığı konusunda sizi en az bir yıl eğitim kampına alırdı. bu seçimlerle ilgili 3 yazı yazdınız. üçüde sanki farklı kalemlerden çıkmış. siz katkı yerine köşede bekleyip sonuçlara göre sadece eleştirensiniz. yapıcı eleştiri yapmıyorsunuz. ulusalcı genlerinizin esiri ve 70 lerdeki kırılganlıklarınızla dolusunuz.
16. nolu yorum ben nerede RTE’nin HDP’ye yardım ettiğini yazmışım. Öyle bir şey yazmadım. Öyle bir şey söylemiyorum. Bu konuda düşüncem şu: Yardım edip etmediğini bilmiyorum. Etmiş de olabilir veya olmayabilir, aralarındaki görüşmelerin iç yüzünü bilmiyorum. Belki Gün Zileli’nin yazısına katıldığımı söylememden bunu çıkarmış olabilirsin. Evet Gün Zileli’nin yazısında iddia edilen bu konu doğru olmayabilir. Gün Zileli’nin yazısına ana hatlarıyla katılıyorum. Katılmadığım bazı yerler var. (Ama HDP burjuva partisidir. Bu görüşüm değişmiş değil.)
Burada dikkatimi çeken nokta şu: HDP ne zaman bir konuda eleştirilse buralara gelip başlıyorlar koro halinde kişisel düzeyde suçlamaya, hareket etmeye.
Bir takım eleştiri ve suçlamalara karşı: Kes sesini, konuşma, vb. yanıt yanıt değildir.
Belki de başka yanıtları yok. Belki de tartışma şekilleri bu: eleştirileri böyle kişisel düzeyde yazarak susturacaklar, belki de bu yönteme epey alışkanlar.
Bu arada benim neyi yazıp yazmayacağıma HDP’liler vb. karar vermez burada.
Eğer genel olarak HDP’nin eleştirilere ve karşıt düşüncelere yanıtı ve tavrı böyle ise bu bile HDP’li olmamak için esaslı bir nedendir.
16 nolu yorumcu HDP’nin RTE’ye yardım ettiği iddiasını dile getirdiğimi söylüyor. Yanlışlıkla RTE’nin HDP’ye yardım iddiasını ele almışım.
HDP’nin AKP’ye dolaylı olarak yardım ettiğini, en azından seçimlere katılarak meşrulaştırdığını düşünüyorum.
Malatesta
CB Seçimi Yorumlarım
Seçimin ertesi günü şu tweet’leri atmıştım:
1- %44’lük RTE’nin %52 ile 1. turda seçilmesinin sebebi sakin, gerçekçi bir rasyonel akılla hareket edemeyen CHP seçmenleri, kofti boykotçular.
2- Ekmel’i beğenmeme, ankete bakıp “bitti bu iş” deme duygusallıkları ile katılım düştü, RTE’ye karşı psikolojik direniş yapılamadı.
3- HDP’nin %10’luk başarısının yarısı düşük CHP’ci katılım ise yarısı 2 turlu seçimin medeniliği. Yerel seçimde ifade edilemeyen potansiyel bu.
4- Vasatın temsili çatı aday yerine iki gerçek aday çıkartılması RTE’nin 1. turda seçilmesini engeller ama 2. turda seçilmesini garantilerdi.
5- Diktatör 2 adımın ilkini attı. Şimdi ebedi başkanlık için genel seçimde 2/3 MV oranına ihtiyacı var. Seneye duygusallık yapılmazsa alamaz.
6- Son olarak, boykot yapmak gereken durumlar: 1- devrimci an 2- hileli sahte seçim, 3- tüm adayların aynı sonucu verecek olması.
Boykot yapılabilecek bize çok uzak bir başka an da en ilerici adayın rahat birinci olduğu bir durum.
Yeni Yorumlarım aşağıdadır.
Seçmen:
– Bir kere en başta anti-RTE seçmenin kendisinde hata var. Sürü koyunu musun da ankete bakıp çoğunluk olamicaksan gitmiyorsun ona göre karar veriyosun gidip gitmemeye. Sinirliyim bu konuda bir kısım CHP seçmenine. Ekmel’i boykot eden ulusalcı CHP’lilere de, Necdet Sezer aklı ile.
– AKP tabanı ölü tabaka, bataklık diye terk edilemez. Bu teslim olmak demektir. Sınıf mücadelesi doğru damarı yakalayınca dönüşüm olacaktır. Başka da gerçek umut yoktur orta-uzun vadede. Soma’daki tepkileri unutmayın.
Geçersiz oylar:
– CB seçiminde 700K geçersiz oy var. Yerel seçimde de 1.8M geçersiz oy vardı. Geçersiz oylar katılım düşüklüğü etkisinden arındırılsa dahi önceki seçime göre düşmüş. Buradan bir boykot tavrı okunamaz, alakası yok.
Çatı aday taktiği:
– “Sağ bataklık” AKP’nin 45 puanı kadar MHP’nin 15 puanını da içeriyor.
– CHP Ekmel yerine sağa hitap etmeyen “güzel aday” gösterse CHP seçmeni katılımı artardı fakat ancak 30 puana yakın oy alırdı. Kendi partilerinin resmen desteklediği Ekmel’e bile fire veren MHP seçmeni ise böyle bir CHP’li adaya ikinci turda çok az oy verirdi. Ekmel’in 38 puanından daha beter olurdu sonuç 2. turda.
– Çatı aday taktiği Ekmel’i zor ama belki diyerek CB yapmak amacıyla yapıldı, ve 1. turu riske etti. 1. tur kıl payı kaybedildi. Bence amaç kazanmaksa yapacak başka bir şey de yoktu, olmadı.
HDP:
– GZ’nin bahsettiği “kapsayıcı aday” Demirtaş yerine SSÖ de olabilirdi bence. Tabii bunun için SSÖ’nün siyasi kariyeri ve yüksek Gezi prestiji berbat yerel seçim yaklaşımı ile tüketilmemeliydi. Farkında mısınız adam kayıp. Kayıplara karışmak da ayıp. Açıklaması lazım neden “ortamlar”dan çekildiğini, küstü mü, eleştirisi nedir.. Bu seçmene saygı gereğidir ben şu ana kadar göremedim. Fakat HDP adayının kim olduğunun bu kadar da büyük öneme sahip olduğunu düşünmüyorum. Daha iyi bir aday belki 1-2 puan daha alırdı ama çok bir şey değişmezdi. Yerel seçimlerdeki tartışmalar kavgalar sırasında HDP’nin CB seçiminde gerçek potansiyelini göstereceğini ve doğal oy aralığı olan 5-10 puan içinde 9-10’a dayanacağını ön görmüştüm. Adayın kim olduğu da belli değildi. Bu şekilde oldu.
– GZ’nin diğer önerisi olan 2. turda RTE rakibini destekleme açıklaması olsaydı gerçekten de çatı adayı seçmeninin motivasyonu yükselirdi ve katılım tavan yapardı. CHP’li seçmenin motivasyonunu düşüren etkenler a) ulusalcıların mızıması b) yanıltıcı anket etkisi c) 2. tura kalsa da RTE’nin seçileceğini düşünmek, bu konuda HDP seçmenine güvenmemekti. Seçim ilk turda bitince kol yen içinde kaldı, kırık olup olmadığı anlaşılamadı. HDP liderliği de seçmeni de test edilmedi.
– Bütün YAE’ci sol HDP’nin içinde. DSİP ve YvSGP bunlar. Bunu göz ardı edemeyiz. AKP ile süreç flörtü gerçek bir kaygı kaynağıdır.
Gelecek Genel Seçim:
– Şu ana kadar 2014 yerel seçimi hariç her seçimde HDP geleneğine, CB seçiminde de Demirtaş’a oy vermiş biri olarak ben esas önümüzdeki genel seçimlerde HDP’den RTE’nin başkanlık sistemini desteklememe sözü arıyorum. Bir pazarlık sonucu RTE’nin aradığı 2/3 orana AKP + HDP MV’leri ile ulaşırsa yandı gülüm keten helva. O günleri görmekten korkuyorum. CHP’ye oy vermek için ise MHP ile koalisyon hükümeti kurmayacağı veya kursa dahi “süreç”i bitirmeyeceği garantisi ararım. Bu ikisi de muhtemelen gerçekleşmeyeceği için genel seçimlerde oy vermemeye yakınım, şimdilik. Baraj kalkması gibi bri sürpriz olursa veya HDP’den de bağımsız bir bağımsız sol aday filan ortaya çıkarsa yeniden düşünürüm.
– HDP %10’u görüp genel seçime bağımsız aday yerine parti olarak girerse çok büyük risk alır. Katılım bu kadar düşük olmayacak çünkü, muhtemelen 7-9 puan arası alacak.
CHP önümüzdeki 1 yıldan az zaman diliminde tahminimce kendi kimliğine dönecektir, sağ açılımı bırakacaktır. Ancak bu yetmez, bir yere varmak istiyorsa sol açılım yapmalıdır. Kısa sürede zor ama, takip edicem KK’yi. Yerel seçim, CB gibi tek kazananlı %50 arayışlı seçimler bitti. CHP’deki ulusalcılar fırsattan istifade KK’ye karşı mobilize oldu, bunlar boş işler. KK gider de ulusalcılar ve Baykal türevi biri gelirse CHP çöp parti olur. Bu da hayırlı bir şey olmaz.
Ek notlar:
– AKP içi kavgadan bir şey beklemeyin. Liberal hülyalar bunlar. Nasıl ki RTE’nin CB adaylığında sürpriz olmadı, yani başkası gösterilmedi, bunda da büyük ihtimalle Gül partinin başına geçecek Gül ile RTE arasında kayda değer sürtüşme filan da olmayacak. Putin-Medvedev ilişkisi sürer, fiilen AKP’yi de RTE yönetmeye devam eder. Bundan üç ay sonra AKP’nin başında kim var diye yoldan geçenlere sorun yarısı RTE var der, çünkü herkes öyle hissedecek.
– Mustafa Sönmez’in HalkTV’deki seçim yorumlarına genel olarak katılıyorum. Özetle çatı aday taktiği doğru takti, zoru başarmaya çalıştı ama olmadı diyor. Kişi seçimi ve kampanya tarzını eleştiriyor yani esastan değil usulden. Meraklısı izleyebilir: https://www.youtube.com/watch?v=g8EsXsUzsX8
Atlamamak gereken bir şey daha var. Bu seçimde pek öyle hile yapıldı iddiası filan olmadı. Yerel seçimde ciddi tartışmalar dönmüştü, ben marjinal bir etki dışında ciddi bir etkisi olduğunu düşünmüyordum. Sanırım teyit edildi. En güçlü şüpheler Ankara içindi o da Melih Gökçek’in style’ına uyar gerçekten.
ölü tabaka ile emekçileri kastetmedim. Anadolu sağcılığı emekçileri çok az kapsar. Anadolu sağcılığını, dünyadan habersiz, yaşlı köylüler, dinci anadolu esnafı, tüccarı, orta halli olduğuna inanan eşrafa benzer unsurlar, biraz da işsiz gençler oluşturur.
24 no’lu yorumlar benim bu arada, isim yazmayı unutmuşum anlaşılan.
Seçim Sonuçlarının Anlamı Üzerine
Seçimler geçti, sadece günlük basındaki yazarlar değil, neredeyse bütürn sosyalistler ve Marksistler de seçim sonuçlarının değerlendirilmesiyle meşguller. Bu değerlendirmeler okununca, görünen, herkesin kendi politik beklentilerine ve duruşuna göre seçim sonuçlarını yorumladığıdır. Bunda da anlaşılamayacak bir yan yoktur. Hepimiz nasıl aynı zamanda, aynı dünyada veya ülkede yaşıyor ama görüp yaşadığımız aynı olaylardan nasıl tamamen farklı sonuçlar çıkarıyorsak, seçim sonuçları karşısında da farklı olmaz. Aynı rakamlar herkes için farklı anlamlara sahiptir.
Peki, niçin öyledir? Esas soru budur.
Bu sorunun cevabı ise seçim sonuçlarında değil; toplumsal gerçekliğin derine inen analizlerinde ve o analizlerin dayandığı metodolojide bulunabilir.
Biz olayların görünen yüzüyle uğraşmıyoruz. Onu merak edenler, etrafı doldurmuş yüzlerce yazara bakabilirler.
Bizim hem progreamımız farklıdır hem de olaylara bakış açımız.
Biz seçimlere katılan partilerin hiç biriyle aynı programı paylaşmıyoruz. Bize en yakın görünen HDP veya adayı Selahattin Demirtaş bile yeterince demokratik bir programa sahip olmaktan çok uzaktır.
HDP veya Demirtaş, politik olanın, dillere, dinlere, kültürlere göre tanımlanmasını esas almaktadır. Yani, kürtlüğün, Ermeniliğin, Lazlığın, Çerkezliğin, Aleviliğin, Hıristiyanlığın vs. de tanınmasını ve bunların eşit politik birimler olmasını savunmaktadır.
Biz ise, Türklüğün de politik olmaktan çıkarılmasını, ne bir dilin, ne de bir dinin veya kültürün politik bir anlamı olmamasını savunuyoruz.
Diğeri okulların ayrılığını getirir. Yani somutlarsak, Kürtler Kürtçe ders veren okullarda Kürt tarihi okur; Türkler Türkçe ders veren okullarda Türk tarihi okur; Ermeniler Ermenice ders veren okullarda Ermeni tarihi okur vs., vs..
Bizim önerimiz okulların birliğini, Yani herkesin ana dilinde eğitim hakkı mutlaktır ve ama herkes ana dilinde nasıl aynı biyolojiyi, fiziği, astronomiyi okursa aynı tarihi okur; ulusların tarihi olmadığına dair aynı ortak tarihi. (Pratik bir çözüm olarak, tüm dillerden, dinlerden, kültürlerden bir araya gelmiş bir heyetin yazacağı bir tek tarihi. Onlar da fiilen ulusların tarihi olmadığına dair bir tarih yazabilirler.)
Diğeri fiilen demokrasi ve özyönetimi değil, bu farklı politik birimleri bir arada tutacak merkezi ve bürokratik bir devleti zorunlu kılar bu olmazsa ilk krizde Lübnanlaşma olur diyoruz.
Bizimki ise dil, din, soy, kültür körü bir devlet; ulusu veya her hangi bir birimi böyla tanımlamaya karşı tanımlamış bir devlet demektir. Ancak böyle bir devlet en geniş özyönetimi, yani bir köyün bile isterse ayrılabileceği bir merkeziyetçilikten uzak özyönetimi mümkün kılar.
Diğeri, diller, dinler göre bölünmüş birimlerde burjuvazinin egemenliğini pekiştirir; emekçileri böler. Bizimki ise, tüm emekçileri birleştirir ve burjuvazinin egemenliğini zayıflatır.
Seçimlerde bu programı savunun hiçbir güç yoktu. Dolayısıyla tutarlı ve radikal bir demokrasi açısından bu seçimler tam bir başarısızlıktır.
Demirtaş’ın sonucunu başarılı gören ve yorumlayanlar, aslında o programı destekliyor ve paylaşıyor demektir. Başarının ne olduğu, sizlerin amacına bağlıdır.
Çok geniş bir tarihsel perspektiften bakınca, bu seçimlerin galibi Şark devleti ve devletçiliğidir. Türk Devleti, bir Kürt-Türk Devletine dönüşme ve böylece bir Kürt gençlik aşısıyla ömrünü uzatma yolunda önemli bir merhaleyi geçmiş bulunmaktadır.
Şark’ın binlerce yıllık devleti ve devletçiliği, yaşamak için modern burjuvaziden bile daha büyük bir esneklik gösterebildiğini bir kez daha kanıtlamaktadır. Çin, Hindistan, İran hep bunun çeşitli kanıtlarını sunmaktadır.
Sümerlerden beri gelen bu devlet ve devletçilik, en son Osmanlılarda, nasıl İkinci Mahmut’un reformlarını yaptı; yenriçeriliği kaldırdı ise; nasıl Tanzimat fermanlarını ilan etti ise; nasıl Meşrutiyetiyete; nasıl padişahlığı kaldırıp cumhuriyete geçti ise; sonra nasıl çok partili rejime geçti ise şimdi de yine çağın gereklerine uygun bir Türk-Kürt devletine geçişe hazırlanıyor.
Kürt özgürlük hareketinin programı ve yapısı binlerce yıllık bu devletçiliğin yapısı ve amacıyla temelden bir çelişki içermiyor.
Taktik olarak Kürt Özgürlük Hareketini elbette destekliyoruz.
Ama bir an için bile bu gerçeği göz ardı etmeden ve programımızın farklı olduğunu göstererek.
Aşağıda 2002 yılında AKP’nin seçimlerdeki başarısından sonra yazılmış bir yazı.
http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/08/secim-sonuclarnn-anlam-uzerine.html
Eğer HDP, şayet 2. Tura kalınacak olursa, boykota gitmeyip diktatörün karşısında oy kullanacağını açıklamış olsaydı, sandık başına gitmeyen toplumsal muhalefet güçleri, sandığa koşacak ve HDP’ye büyük güç verecekti. HDP bunu yapmadı” bu belirleme, gerçeği bilinçli olarak gizlemedir. Görmemekte ısrardır. Görmemekte ısrar edenlerin sözünün bir süre sonra anlamı kalmamaktadır. Bu pozisyon ise Kürtlerin içinde bulunduğu oluşumlara baştan karşı durma pozisyonudur. Bu görselliğin ise Devrimci Tutum ile bir ilgisi bulunmamaktadır. O.GURSEL’in 5 nolu değerlendirmesine ek olarak; HDP hem yerel seçimler öncesi hem de CB seçimleri için CHP nin kapısını çalmıştır. Ortaklaşmaya çalışmıştır. Ancak CHP’nin verdiği karşılık ortada olmasına rağmen sürekli HDP nin AKP ile gizli ittifakı var şeklinde (somuta dayanmayan-Ön yargılar üzerinden oluşan) iddialar sadece Toplumsal Muhalefete dönük yapılan çalışmalara katkı vermemek için savunma gerekçeleridir. AKP ile ittifak kuran bir Parti neden başka pati ile ortaklaşmaya çalışsın. Ve Ortaklaşmadılar diye eleştirenler HDP nin elini neden tutmadın diye bir kelime yazmış değiller. Sadece 4K, beni temsil etmiyor. Ortaya çıkan tablo, ısrarla DEMİRTAŞ beni temsil etmiyor diyen Yazar- Çizer takımı dışındakileri temsil ettiğinin resmidir. Zaten diğer yazar-Çizer kısmını ise kimi gösterse idi mutlaka bir gerekçe yaratırlardı. Seçim sonrası ÖDP Eş Genel Başkanlarının yaptıkları açıklama önemlidir. Olumludur.
CHP içindeki 3 eğilim kapışıyor şimdi : ulusalcı, çatıcı, “Demirtaşçı”..
http://www.radikal.com.tr/politika/chp_icinde_uc_cepheli_savas-1206750
“Demirtaşçı” eğilimin baskın çıkması hayırlı olur.
Araştırmaya göre HDP’nin oylarının %25’i yerel seçimlerde diğer partilere verenlerden:
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/necati_ozkan/10_agustos_nasil_okunmali___2-1206708
Bu veriler doğruysa CHP ve “diğer”deki sol seçmen kitlesini düşünürsek yaklaşık 300.000 kişilik yani toplam seçmen içinde %1’e yaklaşan bir “bas-geç” grubu vardı demek. Döndürdüğümüz polemiğin toplama etkisini hatırlatmak için akılda tutulmalı.
Vahu neden CHP nin fasistlerle itifak yaptigin bunun siniflar savasindaki yerini tartismiyorsunuz? Isiniz gucunuz mir mir mir. Yok HDP yok BDP golge temeyin.
Siz devrimdeki mevzilerden ve calisma bicimlerinden bahsedin. Partilerin hepsi burjuva veya kucukburjuvazinin temsilcileridir. yani iktidarin merdiven taslaridir.
Bu gun turkiyede deki sol guclerin durumu, iclerindeki ulusculugu, devrim saflari ve orgutlenmelerini tartisin.
1974 den 1980 ler kadar Devrimciyolu kalesi olan Karadeniz in hali ne olacak. ODP kalesini fasistlere ve dincilere kaptiridi. Onunla ugrasin, yada ozelestiri yapsin. TKP/ ML tunceliyi sahte solcu, fasistlerin sinif mutefigi CHP ye kaptirmak uzere onu dusunsun. Yeterin yahu. Siz o kadar biliyordunuzda neden kurdistanda savasi baslatmadiniz. Eeeee birileri baslati ve genisledi. Simdi siz ise devlet agziyla saldiriyorsunuz. Sizene kurdistandan, HDP den . Siz corumu, cankiriyi, yozgati, kayseriyi,afyonu, kutahyayi, mersini, samsunu, zonguldagi dusunun. Golge etmeyin baska ihsan eylemem.
… başka ihsan istemem olacaktı. Diyojen’in lafıdır.
facebook sayfasindan buldugum bir yaziyi size gonderiyorum. Bunu tartisin.
SOLCULARIN DIKKATINE…………….
https://www.facebook.com/groups/soranoldumu/permalink/1382865488626927/
counter-evolution
YENI INSAN YASIYOR ; HOMO OMURGASIZ
Canlilarin hepsi hücrelerden olusmustur. Hücrenin ilkelligine göre Prokaryotik (ilkel) ve Eukaryotik (Ökaryotik) (gelismis) canlilar olmak üzere ikiye ayrilirlar.
Insan cok hucreli ve okaryot bir canlidir
Insanlar, diger canlilara göre zekasi daha farklidir.
Evrende birçok canli vardir ve bunlarin her birini tek tek incelemesi mümkün degildir. Bu yüzden, canlilar farkli ozeliklere ayrilirlar. Canlilarin belirli özellikleri göz önüne alinarak yapilan gruplandirmaya biyosistematik denir.
Canlilar temel olarak 6 grupta incelenir
Monera
Arkeler
Protista
Fungi
bitkiler
Hayvanlar
Insan, dünyadaki en tehlikeli canli türüdür. ,
Yani Insan canli olarak hayvanlar alemine girmektedir. Bilindigi gibi hayvanlarin anatomik iskelet yapilari farklidir. Hayvanlar genel olarak omurgasiz ve omurgali olarak incelenmektedir.
Insan omurgali olarak gecmektedir. Yani dik durusu ve yurume sekli omurgasiz hayvanlardan farkli oldugu soylenir..
turkiye deki Insan yapisi ise oldukca degiskendir. Omurgali ve omurgasiz insan olarak degerlendirebiliriz.
Ahtopotlar omurgasiz. kafadan bacaklilardan olup bacaklari ve kollari bas kismina yani direk beyinlerine baglidir. Beyinleri onlara yon vermektedir. Uc kalp bir beyinle yasarlar.
Ayni katagoride olan bizim omurgasizlarin kollari ve bacaklari kafalarina bagli degildir. Gotten bacak katagorisinde yer alirlar.
Toplum ve yasam icinde olusan bu farki, bizler gormekteyiz. Omurgali insan turleri ; Dik durusa, gelismis bir beyine , soyut düsünme yetenegine, sahiptir. Kendisinin farkinda olmasi, rasyonelligi ve zekasi gibi üst düzey seviyede düsünmesini saglayan özellikleri var sayilmaktadir
. Bu yetenekleri Dünya’daki diger türlerden farkli olarak kullanis amaci genis araç-gereç yapimina dunyayi yok etme gucune imkan saglamistir. Kendisinin farkinda olmasi, rasyonelligi ve zeka gibi üst düzey seviyede düsünmesini saglayan özelliklere sahip oldugu soylenmektedir.
1960 lardan sonra ortaya cikan omurgali sapiyens insan tipi farkli ozelikler( iki ayagi uzerinde yurume ) gostersede omurgali mi veya omurgasiz mi oldugu henuz tespit edilememisti. 1970 de omurgali olduklari tespit edildi. Omurgalari sayesinde, homosapiyensler belirli bolgelerde dik durmasini ogrenmislerdi. 1980 kadar bu bolgelerde yasayan omurgali sapiyensler , dogal afetler( Askeri fasist Cunta ) karsisinda tekrar elleri ve ayaklari uzerinde yurume sekline donusmustur. Bir umut olarak 2014 belediye secimlerine kadar bazilarinin omurgalari olabilecegi var sayilan olan bu canli turunun oldugu dusunuluyordu. .
Karadeniz bolgesi ; Mahir Cayan, Ziya Yilmaz, Sinan Kukul ,Sedat Gocmen,ve daha sayamadigimiz bircok devrimcini dogdugu, at kosturdugu bolgelerdir. , Direnis komiteleri, kurtarilmis bolgeler , belediye secimlerinde Devrimci Yol un devrimci FATSA belediyesinin ( Terzi Fikri Sonmez) oz yonetim sekli. 1980 den sonra gerila faliyetlerinin yogun oldugu Ordu, Artvin, Giresun,Tirabzon ve cevreleri farkil bir ozellige sahipti. 1980 lere kadar DY nin kalesi olarak Turkiye Devrim tarihine gecmisti.
Bu turkiye deki bu omurgasiz bolge ozeliklerini daha da cogaltabiliriz.
Turkiye genelinde ML gruplar ; taraftarlar ve sempatizanlariyla top yekun 2- 3 milyon oldugu tahmin edilen devrimciler olmediler. peki ne oldular?
Bu bolgelerdeki devrimci yapilanmalara ne oldu? Umarim Sibirya ya surulmediler.
Asagidaki siklardan hangisi ;
a- Buhar olup, ucup gittiler ya da kanatlanip melek oldular.
b- 1980 eveli ML hareketler kendilerini buyuk gosterip , taraftarlari ve halki kandiriyorlardi
c- Yeni generasyona ve cocuklarina ML kulturlerini veremediler
d- Kendileride ML Devrimci dusunceye inanmiyorlardi.
e -Hepsi zengin olup sinif atladilar
f- Yarisi Kemalist ulusalci sol, yarisi takeli, tespihli musluman oldu.
Bu olasiliklari siz degerlendirin.
AKP ve MHP ve CHP ye bu bolgelerde verilen oy durumuna bakarak, bu karari siz verin.
Milyonlari bulan orgutlu, orgutsuz tum devrimciler, evlenenler, cocuklari olanlar , kendilerine yakin akrabalari, dostlari nerede? , Tum ML guclerin sayisini toplasan turkiye uzerinde 3. guc olurdu.
omurgali bir sekilde dursalardi cok Fatsalar yaratirlardi.
Yeni insan turunun bu cografya da nasil sekilledigini gostermekteyiz.
Yani HOMO OMURGASIZ tip.
. 2014 secimlerinde bu omurgasiz tipler, omurgalilardan farkli ozelikte olduklarini gostermistir
Omurgasiz insan tipi, topraklar uzerinde olusan sistemlere karsi duruslariyla belirlenmektedir.
Kurd nufusu 30 milyon oldugu halde kendi mucadelerine destek saglamadiklari icindir ki onlarda omurgasiz insan sayilmaktadir. Kurd secmeni top yekun oy verseydi kurd partisi birinci olurdu.
Anarsistler devlete karsi olduklari icindirki bir kismi secim boykotu yaparak, bir kismi ezilenlenlerden yana tavir alarak bir nebze kendilerini kurtarmis oldular.
Anarsistler, solcular gibi ne gecmis sanli devrim tarihi nede fetizme bulasmislardir. Tarihlerini goruyoruz.
Mao halt etmis kagittan kaplani bizim solculara hitaben yazsaydi cuk diye otururdu.
kendilerini korudular.
Haklisin gun gardas kinik felsefesinide ben carpittim 🙂
gün demiş ki: “…medet ummayı bırakmalı, kendi gücünü ortaya koymalı, … somut örgütlenmelere girişmeli, … toparlanmalı, … ortaya koymalıdır.”
hâlâ aynı “-meli, -malı”lı yerlerde önermelerde bulunuyoruz. oysa hayat bizi dinlemiyor. o kendi dolu dizgin akışında. akışın uğultusunda sesimiz giderek kayboluyor ve duyulmaz oluyor. gün ne dedin? duyamadıııımmmm….
Senin isin gucun yok mu.takip ediyorum diger konularda yazinca cit yok kimse yorum bile yazmiyor.sen de bakiyon ben yine kurde saldirayim nasilsa saldiran bol bulurum yorum yapan cok olur.kurtler senin aklinla bir yere gelmedi senin sacma toplumsal muhalefet zirvalamalarini dinlesin.oturdun yerden hersey guzel senin bizi anlaman mumkun degil ne o idrak var ne empati ne istek.esber dedigine kim oy verir.esber kadini kurdu vs temsil ediyorda selo baskan mi etmiyor acur.cok insansan birgunde cik rojavayi isidin zulmunu ezidilerin su an yasadigini yaz insanligin zere kirintisi yoksendetoplumsal muhalefetmis yesinler senin anarsist olmayan tarzini hic merak bile etmedigin insanlarin mucadelesini kendin icin kulanmak onlarin sirtindan yukselmek istiyorsun insan bu kadar kor nasil ololur.kurtlere karsi bu buyurgan akil veren abi tavrindan vazgec.inan acincak konumdasin
Anonom cevabin kimedir?
karadeniz bölgesi 12 eylülden önce devyolun kalesi miydi sahiden gün abi? o bölgede sağ, sol, dinci akımlar arasında en güçlü görüş devrimcilik miydi halk arasında?
Tipis tipis dinleyeceksin 35 nolu anonim.ssk.ya seve seve ya…
Türkiye’nin Özeti
http://www.ntvmsnbc.com/id/25531918
Türkiye’de parlamenter sistemin bugüne kadar yarım yamalak uygulandığını söyleyen Arınç, “Halkın yüzde 52’sinin oyuyla gelmiş bir cumhurbaşkanı adeta yarı başkanlık sistemine doğrudan geçmiş gibidir” dedi.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, “2015 seçimlerinden sonra başkanlık sistemine geçmeyi düşünüyoruz” dedi.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25531914
İmralı Adası’nda kendisini ziyaret eden HDP heyetiyle görüşen Abdullah Öcalan, “30 yıllık savaşın büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasında olduğunu” söyledi.
Öcalan, ayrıca cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili başlayan yeni dönemde “Demokratik Türkiye” ve “Demokratik Cumhuriyet” olgusunun ütopya olmaktan çıktığı görüşünü savundu.
Diktator cumhuriyetlerde rejimi degistirmeksizin olaganusti kosullarda legal organlar yoluyla olaganustu yetkilerle kusatilan kisidir. Turkiyede olan tiranlasmadir. Bu sermayenin temerkuz ihtiyacinin isaretidir. De factonun hukukilesmesi hukuki olanin degersizlesmesi mesrulugu tiranin oldu bittilerine yasallik verir. Bunun icin tiran yok tirandan baska formulu isler. Donusumun izlerini romada gorebiliriz. Tiranin ozellikleri: 1-bu toprak disindan bir yabancilasmanin urunu olmali(romada ceaserlar philhellenism icindeydiler) 2- yasal duzenleme disi ataklarla yasal sistemi degersiz gosterme 3-fatihlik ihtiyaci -ki bu diger legal guclere kafa tutmayi saglar 4-tiranin kendisini dinsellestirmesi (deification) divus nero 5-ekonomik krize yakin danisikli hileli ekonomi politikasi (roma yakilmali)…philarabism, allahin butun ozellikleri kendinde tecelli etmis (divus erdogan) tesaduf degildir.
Kılıçdaroğlu: Biz sağa değil sağ bize kaydı
Koltuğu sallantıda olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin sağ ideolojiye yöneldiği iddialarına cevap verdi.
Milliyet’ten Serpil Çevikcan’ın sorularını cevaplayan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin politikada sağa kaydığı iddiasına açıklık getirdi.
‘KİMSE CHP SAĞA KAYDI DİYEMEZ’
S.Ç.: Genel başkanlığa soyunacağı anlaşılan isimler CHP’nin tazelenmeye ihtiyacı olduğunu, programından saptığını, sol yerine sağa baktığını söylüyor. Örneğin Rıza Türmen, Selahattin Demirtaş’ı örnek vererek, solda bir lider olduğunu, Onun söylediklerini CHP’nin sahiplenmesi gerektiğini söyledi. İdeolojik eleştiriler var size.
K.K.: Türmen ile konuştum. Söylediklerinin doğru yansıtılmadığını söyledi. CHP’nin sağa kaydığı şeklindeki düşünceyi doğru bulmuyorum. Nasıl sağa kayar; programda değişikliik yaparak kayar. Söylemlerde değişiklik olmadı. Taşeronluğun kaldırılması, Kürt sorununun çözümü önerileri konusunda söylediklerimize bakınca bunlar sosyal demokrat parti söylemleri. Her evde bir sigortalı olacak vaadimiz. Bunlar sağ partinin söylemi mi? Bunlara bakın. Sorun şu; kişiye göre karar veriliyor sağ veya solda olduğumuz.
”NİYE ‘AKP KAYDI’ DİYEN YOK?”
Mansur Yavaş MHP’den geldi, aday oldu, karşı çıkıldı. Biz bir partiyiz. Sağdan oy gelmeyecek de nereden gelecek? Dışarıdan oy mu ithal edeceğiz? Biz kitle partisiyiz. Dışarıdan oy kazanmak zorundayız. Geniş halk kesimlerine anlatılması gereken politikalarımız var. Kimse sağa kaydı diyemez. Geniş kitlelere bunları ne kadar anlatabiliyoruz onlara bakmak lazım. AKP sola kaydı diyen var mı; yok. Oysa oraya da soldan Ertuğrul Günay vs. birçok isim geldi. AKP’ye sola kaydı diyen yok, CHP sağa kaydı deniliyor, niye?
http://www.bursatv.com.tr/kilicdaroglu-biz-saga-degil-sag-bize-kaydi/
Onu bilmem ama Kemalizmin bel kemiği kaydı, ameliyat da olmaz bu yaşta, yetmezlikten gidebilir…
37 Anonim
Gun arkadas donem Aydinlik icindeydi. Aydinlik hareketini sol icinde almadigi icindir ki, karadeniz bolgesi hakkinda sadece duyumlari ve okuduklari mevcuttur. Acarsin Devrimci Yol tarihini okursun. sana kaynak olarak devlet gazetelerin arsivleri, o donem TRT videolari, TKP/ ML kirsal faliyetleri, Devrimci Sol gerila hareketleri, Devlet arsivlerinden secim sonuclari. Yeter degilmi senin icin bilgi bankari
ülen rezil utanmaz adam sana kaç kez HDP BDP özgürlükçü toplumsal muhalefet ve devrimciler konusunda bilip bilmediğin işlerde yalan yanlış yazıp toplumsal muhalefeti itibarsızlaştırma işi ve karşı devrimcilik yapma demedimmi?????rezil adam?????şu yukarda yazdığına bak utanmaz senin boykot hakkın hak biz ikinci turu boykot ederiz deyince suç???terbiyesiz ekmelettinci rezil sen beyaz aydınlıkçımilli zilli duygularını tüketememiş kafasının içi örümcek bağlayıp karakollaşmış sosyal faşistsin işine bak bir daha hdp den bahsetme fesatlanma madem bu yukarda yazdığın her şeyi bilen osuruktan teyyaresin sen parti kur seçime gir boyunun ölçüsünü al toplumsal muhalefet cümlesini ne zamandır kuruyorsun utanmaz adam biz akp işbirlikçisi sen toplumsal muhalefet değilmi???rezil faşistlere oy ver tatava yapma diyen sen devrimci toplumsal muhalefetin pratik ve bilumum bedelini ödeyen biz biz düzenin işbirlikçisi sen devrimci nasıl olunuyor bizede öğret rezil adam rojowa da olanların toplumsal ekolojik kömünalizme en yakın sistemin inşası anarşizme en yakın pratik olduğunu bile fark edemeyen anarşist olabilirmi?????terbiyesiz adam HDP ye ve bu özgürlükçü anarşizme en yakın pratikleri yapanlara fesatlanıp benim yerime benim yapamadığımı HDP nin yapması fesatlanması yazıları yazacağına neden bu rezil hallere düştüğünün analizini yap hatta seni burda eleştirenlerden öğren ders al yoksa asıl işin toplumsal muhalefeti itibarsızlaştırma olmasın???
dedin 🙂
Ozgurlukcu bi siktir git.
Îspanya örnegi(stalinizmin ispanyada yaptiklari malum)dogru,hakki var.yalniz franconun ortyaa cikis zemini
mesrutiyetten,sonrasinda cumhuriyet jakobenliginden(toplu monarsi karsitligi)baślar ki ;o torbaya da solundan,cumhuriyetcisinden liberline herkes dolar..gasset torbaya kendini de koyarak bunu acikca belirtir… :”bu degil böyle olmaz” ve sonrasinda da 2. Cumhuriyette tabiki..
Özgürlükçü, hakaret ettiğin adamın 1 hafta önce kalp krizi geçirip ölümden döndüğünü biliyor musun?
Sonuç olarak “böyle” düşünüyor…
Bu denli aşağılamayı ancak sözlerinin arkasında özel bir çıkar, kariyer bekleyenlere yapmalısın! Bu konuda bir bilgin, gözlemin yoksa, adını “özgürlükçü” değil “zorba” olarak değiştirmen gerekecek…
Senin ruhuna bu yakışmıyor…
Kimin haklı olduğunun anlaşılması için en az 5-10 yıla ihtiyaç var!
Neden bu kadar acele ediyorsun…
Hayat herkesi ve her şeyi yerli yerine koyacak…
hdp hakkında yapılmış en güzel analizlerden biri zevkle okudum.
kaba özgürlükçününde ona siktir git diyen anoniminde yorumları silinmeliydi…
Demokrasiyi “getiren” parti
M.Şükrü HANİOĞLU
Kurumların geçmişlerinin güncel değerler çerçevesinde olumlu olarak değerlendirilebilecek yönlerini ön plana çıkarmaları olağandır. Bu yaklaşım “büyük resim” gözardı edilmediği müddetçe doğal görülebilir. Bu faaliyetin yalın bir “parlak tarih yaratma” çabasına dönüşmesi ise sadece geçmişin anlamlı biçimde değerlendirilmesine engel olmaz, bunun yanı sıra onun “tarihselleştirilmesi”ni de imkânsız kılar.
Siyasal tarihimizin en önemli kurumlarından birisi olan CHP’nin “ülkeye demokrasiyi getiren parti” olarak kavramsallaştırılması şüphesiz büyük resme bakmadan “parlak tarih yaratma” girişimlerine verilebilecek çar- pıcı bir örnektir.
Böylesi bir kavramsallaştırma tarihselleştirmeyi önlemesi nedeniyle umulan faydayı sağlayamamakla kalmaz, günümüz CHP liderliğini de sürekli biçimde kendisiyle ilişkilendirilen Tek Parti mirasını tartışmak ve üstlenmek zorunda bırakır.
CHP ve demokrasi
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan global değişim ve kurulmaya çalışılan yeni uluslararası düzen Avrupa’da bilhassa 1930 sonrasında yaygınlık kazanan tek parti rejimlerinin devamını güçleştirmiştir. Türkiye’de tek parti karar alıcıları bu değişimi doğru okuyarak ona direnmemişlerdir.
Bu şüphesiz önemli bir tercihtir. Bunun gönüllü yapılmadığı, bu yönelimde uluslararası baskının hatırı sayılır rol oynadığı doğrudur. Ancak benzer baskılara karşın İspanya ve Portekiz baskıcı rejimleri sürdürmüşler, Franco 1953 Madrid Paktı’na kadar uluslararası izolasyona katlanmış, Salazar ise “yeni dünya düzeni”nden fazla etkilenmemiştir. Soğuk Savaş’ın yarattığı ortam bu iki lidere komünizm karşıtı kutba eklemlenerek rejimlerini uzun süre devam ettirme imkânı sağlamıştır. Dolayısıyla CHP lideri İsmet İnönü’nün bu alandaki kararının önemi küçümsenemez.
Buna karşılık CHP’yi sadece bu karar üzerinden “demokrasiyi getiren parti” olarak kavramsallaştırmak son tahlilde büyük resmi dışlayan bir “parlak tarih yaratma girişimi”dir.
Büyük resme bakıldığında CHP’nin bunun yanı sıra demokrasinin “engellenmesinde” de etkin rol oynadığını görmek zor değildir. Bu alanda apolojetik “dönemin şartları” yorumuna sığınmak bu gerçekliği değiştirmez.
Kaçınılmaz mıydı?
İstiklâl Harbi zaferle neticelendiğinde toplumun önünde, her ikisi de evvelce hayata geçirilmiş, iki seçenek bulunmuştur. Bunlardan birincisi 1908-1912 arasında son derece ağır iç ve dış gelişmeler ile çözülmekte olan bir çok uluslu imparatorluk koşullarına karşın yaşanmış olan çoğulculuktur. Bu koşullara karşılık basın hürriyetinden dernekleşmeye, siyasal rekabetten entelektüel tartışmaya uzanan bir yelpazede toplum en özgür ve çoğulcu dönemini yaşamıştır.
Varolan ikinci seçenek ise 1913-1918 döneminde yaşanan fiilî tek parti iktidarıdır. Bu dönemde savaş koşullarının da yardımıyla toplumsal alanın her köşesini kontrol altına almaya çalışan baskıcı tek parti bir “toplumsal mühendislik” projesini yaşama geçirmeye çalışmış ve hatırı sayılır mesafe katetmiştir.
1919 sonrasında “yeni dünya düzeni”ne karşı gerçekleştirilen son derece zor bir mücadele (müdafaa -i hukuk) ise günümüzde “grassroots” olarak adlandırılan toplumsal tabandan yukarıya doğru bir hareket biçiminde başlamıştır. Söz konusu şartlar altında oluşturulan meclis de tercihini çoğulculuk ve özgür tartışmadan yana yapmıştır.
Buna karşılık meclis çoğunluğu bilhassa 1921 sonrasında “müdafaa-i hukuk” hareketini bürokratik kontrol altına sokarak “resmîleştirme” siyasetini benimsemiş, 9 Eylül 1923’te kurulan CHP ise bu projenin ürünü olmuştur. CHP genellikle varsayıldığı gibi “dönemin koşulları” nedeniyle demokrasi karşıtı bir pozisyona kaymamış, bizatihi bu amaçla kurulmuştur.
Bu açıdan bakıldığında CHP bir değil iki kez demokrasiyi engelleyen parti olmuştur. İlk olarak Halk Fırkası böylesi bir amaçla kurulmuş ve “müdafaa- i hukuk” hareketinin bürokrasi diktatörlüğünü savunan resmî “ilerlemecilik” ideolojisine dönüştürülmesinin son halkasını oluşturmuştur.
Buna karşılık Büyük Savaş sonrası dünyasında ağır basan “çoğulculuk” eğilimleri ve 1908-1912 ve 1919 sonrası deneyimleri Tek Parti’ye geçişin kolay olmaması neticesini doğurmuştur. Burada “dönemin koşulları”nın, 1929 Ekonomik Buhranı sonrasında değişen dünyanın tersine, tek parti diktatörlüklerine zemin hazırlamadığının altı çizilmelidir. CHP kurulduğunda Avrupa’daki otuz iki devletten yirmi sekizinin rejimi “çoğulcu demokrasi” idi.
Benzer şekilde Erken Cumhuriyet döneminde bastırılacak feminist ve sosyalist hareketlerin önemli bir ivme kazandığı, bağımsız, özgür yayıncılığın yerel düzeyde bile zirve yaptığı bir dönemi yaşamış bir toplumda “tek parti baskıcılığı” dışında bir model uygulanamayacağını savunmak da anlamsızdır.
Kapsamlı toprak kayıpları, darbe girişimleri, Yemen, Asir ve Arnavutluk isyanları benzeri büyük iç sorunlar ve Trablusgarb Harbi benzeri savaşlara karşılık yürütülebilmiş olan “çoğulculuk”un, Şeyh Said isyanı ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası muhalefeti nedeniyle imkânsız hale geldiğini, tek seçeneğin Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklâl Mahkemeleri olduğunu iddia etmek de gerçekçi değildir.
Bu açıdan bakıldığında bizatihi “çoğulculuk karşıtı” bir örgütlenme olarak kurulmuş olan CHP, demokrasiyi uygulamaya çalıştığı “ilerleme” programına tehdit olarak algılamış ve onu engellemiştir.
Büyük resim ve tarihselleştirme
Görüldüğü gibi büyük resim üzerine yapılacak bir değerlendirme, sadece İkinci Dünya Savaşı sonrasında varılan bir tercihe dayalı yorumdan farklı neticeler vermektedir. Burada önemli olan CHP’nin “büyük resme” nasıl yaklaşacağıdır.
CHP bu resmin arka fonundan kesintiler yaparak onları büyütmek, böylece “parlak tarih inşa etmek” yerine, onun tamamını değerlendirmeli, o resimdeki olumsuzlukları “dönemin koşulları” benzeri mazeretlere sığınmadan eleştirmeli ve geçmişimizin bu önemli kesitini tarihselleştirmelidir. Bu, toplumun fazlasıyla sorunlu gördüğü bir dönem ve siyasetlerinin kendisiyle özdeşleştirilmesini önleyecektir.
Tartışmalı dönemlerin “tarihselleştirilmesi” kolay değildir. Bir örnek vermek gerekirse Martin Broszat ile Saul Friedlaender arasındaki “dönem tarihselleştirmesi” tartışması (burada bu tartışmanın ele aldığı dönem ile Erken Cumhuriyet arasında bir paralellik kurulmaya çalışılmamaktadır) bunun ne denli zor olduğunu gösterir.
Ancak CHP iki savaş arası dönem ideolojisi ve baskıcı siyasetlerini savunan marjinal bir parti haline dönüşmek istemiyorsa bunu yapmak zorundadır…
http://duzceyerelhaber.com/msukru-hanioglu/27661-demokrasiyi-getiren-parti
anonim 44 yorumları gözünle değil başka yerlerinle okuduğun çok belli özgürlükçü klasik eleştirel yorumunu yapmıştı beğenmediğini eleştirini yapabilirdin yerine sinkafı tercih ettin ben zileliye küfretmem etmedimde ama hak ettiği en ağır eleştiriyi yaparım?giderek benim gözümdeki yeri efendi hizmetkarları karşı devrimcilerin yerine doğru gitmesinden bu ağır eleştirileri yapıyorum.durduk yerde yazacak yazı bulamayıp HDP ve kürt özgürlük hareketini itibarsızlaştırma işlevi gördüğünü anlamamak için 44 gibi milli zilli duyguları zirve yapmış kürt düşmanı olmak gerek ben kürt değilim lazım anonim 44 asıl sinkaflı küfrü yapandır ama bilmeden benden çok kendine hakaret edip aşağıladığını 5-10 seneye kalmaz öğrenir 5-10 seneden önce öğrenemeyen devrim karaya gelince elimden bir şey gelmez senin öğrenememe sorununa lütfedip bak özgürlükçü 5 senedir yorum yapar sinkaf yapmaz?????sinkaf yapanada gerekeni yapar dikkatini çekmedimi zileli benim ağır kelimelerimi bile küfür saymaz asıl sen sinkaf yapanlara odaklan 5-10 seneye zileli anlaşılır diyen anonim galiba sitede yeni bence ileriye değil 5 sene önceki zilelinin BDP-HDP ve kürt özgürlük hareketi hakkındaki yazılarına bak kim haklı çıkmış şimdiden gör zilelinin gidişatı perinçekin ilk sapmasını hatırlatıyor giderek özgürlükçü toplumsal muhalefet karşıtlığına evrilmesi muhtemeldir eleştirdiğini sandığı stalizme HDP den çok daha yakındır üzüntünüzü anlıyorum bereketli topraklarda size rağümen özgürlükçü toplumsal muhalefetin alternatif politik partisi HDP rüştünü ispatlayıp geleceğin başarı siyasetinin şimdiden ip uçlarını vermesi ve size rağmen ilk seçimde 120 vekille meclisin anahtarı olması sizi çok üzmesi normaldir en devrimci öncülerin yapamadığını yapmasından fesatlanıp itibarsızlaştırma işine soyunmanız gözden kaçmamıştır.bence asıl rakiplerimizde daha tehlikeli olan sizsiniz içerden yakınıdan gözüküp toplumsal muhalefetin alternatif olmasını asıl tehlikeli engelleyenler olmanız gözden kaçmamıştır 5-10 sene sonraki yerinizi şimdiden görür gibiyim????ama en devrimci öncü olmanızdan dolayı başarı günlerinde benden daha iyi HDP li olacağınıza kuşkum yoktur hatta en iyi yerlerde sizin hakkınız olduğundan eminim nede olsa en devrimci öncüsünüz????
Gune istedigini soyle ozgurlukcu.adam takmiyor.anlamadinmi?senle dert baska.tartismayi hep baska yere cekiyorsun.hdpde hdp.baska sey konusuluyo.sende anlamadin gitti.yeter.adam baska aday ciksa secimden ikinci cikardi diyor.sen hdpye kufretti saniyon.sinkafda degil.uza anlamina geliyor.sinkaf olsa hakaret olsa gun zaten siler.kac yorumumu ucurdu gitti.cikarildi yaziyor.kufurlu bile degildiler.
Gun Zileli kalb krizimi gecirmis?..
bir arkadaşın soruisuf üzerine açıkladım. Evet.
Özgürlükcü arkadas iyi düsünüyorda kötü konusuyor..pasif cümle kulanamiyor. Utanilacak yrine utanmaz diyor.. Biz, ler lar gibi coguluda kullanamiyor..
Bunun nedeni bence ciftikte balarisi sokmus olabilir.. Gayet normaldir..
G.Z artik kendine bakmali.. Milletle ugrasmagi azaltmali.. Bin kisiyle,bin isle ugrasmagi azaltmali..
Kalbide bunu ister.. kendisine gecmis olsun dileriz..
GEÇMİŞ OLSUN DİLEKLERİMLE…SAĞLIK VE SELAMLAR…
sağol kardeşim.
bu ülkede ne muhalefet vardır…ne toplumsal muhalefet…ne de toplumsal dinamik(ler)…aksine inanmak isteyen sadece inanır…kaldı ki, şu son yazılarda okuduklarım aslında kimsenin inandığına delalet etmiyor…bence sıfıra sıfır bir yerden başlıyoruz derken daha makul, akıllıca ve evladır…bir diğer husus, ortadaki seçim sandık sayıları oranları küresel düzeneğin herşeyi ne kadar güzel ve tereyağından kıl çekercesine idare ettiğini zaten gösterir…tüm yerel düzenek ve onun siyasi yapıları bu küresel düzenek tarafından istenildiği tarzda ve ihitayaca uygun dizayn ve proje edilir…seçim sonuçları da budur, seçimler öncesi öngörülen de budur…zaten tüm bu seçimler ve sandıkta oyundur ve hikayedir…son olarak derim ki, bu memlekette siyaset ve proğram bile bundan sonra tanışacağımız birşeydir….lakin, şans ve imkan çok çok azdır…onun dışındaki herşey bence bu yerel düzeneğin ne kadar kof ve küresel düzeneğe bağlı olduğunu gösterir…ne çok kandırmışız kendimizi ve birbirimizi…kendi adıma yaklaşık 15 yıldır bu sanı ve kanma dışındaydım…ve tek tesellim de budur…herşeye ve muhalefet olduğuna inanmak isteyen hala inanır…derim..
Üstad yine çok güzel ayar çekmiş: http://deligaffar.com/2014/08/30/alkislar-ve-siyaset-pornosunun-tuzakcilari/
Sırrı Öztürk
SİSTEMİN İZİN VERDİĞİ ÖLÇÜLERDE YENİ SOLCULUK!
“Sol cenah” örgüt/partilerinin açık faaliyet alanlarında ve sürüsüne bereket bir düzeyde, “yediveren gülleri” misali açılıp saçılarak çiçek açmasını “hayra” yoran insanlarımız ne yazık çoğunluktadır.
Böyleleri ister bilimsel bilgi ile yeterince tanışarak bilinçlenmemiş olsunlar, ister devlet tekelci kapitalizminin ideolojik-sınıfsal karakterini bilerek hareket etmiş olsunlar, aslında fark etmiyor.
Çünkü sistemin kendilerine açtığı kanallara giren, kendi kanalını kendi öz gücüyle açamayan, “devrimci, sosyalist, komünist hatta Bolşevik” geçinen bu türden “yediveren gülleri”nin sisteme “kalp ilacı” olma dışında bir maharetleri ve de işlevleri yoktur. Olmamıştır.
Emperyalist-kapitalizmin ünlü teorisyenleri ile bu sistemin kiralık ve satılık kalemleri; emek-sermaye ile proletarya-burjuvazi temel uzlaşmaz çelişkisi gündeme gelmesin diyen yırtınıp durmaktadır.
ABD+AB emperyalizmi ile İsrail Siyonizm’i AKP’yi ve R. T. Erdoğan’ı boşuna uyarmıyorlar. Uluslarötesi tekelci sermayenin ülke ve bölgedeki “yüksek” çıkarları zedelenmesin diye önerilerini, A ve B planlarını boşuna devreye sokmuyorlar. TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, TUSKON vb. sermaye grupları da benzer şeyleri boşuna tekrarlamıyor. “Kutuplaştırmak”, “ötekileştirmek”, “ayrıştırmak” literatürünü çok “şık” biçimde dillendiriyorlar. Bu “literatürü” Türkçeye tercüme ettiğimizde ise, şunu açık açık dile getiriyorlar: “Ey AKP, Ey RTE kerameti kendinde sanma! Bu memlekette her şey bizden sorulur! Bu memleketin asıl sahibi tekelci sermayedir! Aklınızı başınıza toplayın! Haddinizi bilin! Sizler yalnızca bizim memurlarımızsınız! Sizler tekelci sermayenin parlamentoya gitmesine izin verdiği parti ve sözcülerisiniz! Oturun oturduğunuz yerde! “Laikçi-Şeriatçı” sahte ve suni gündemimizle işçi sınıfı ve emekçi halklar üzerindeki artı-değer sömürüsünü sürdürüyoruz. İzlediğiniz kutuplaştırıcı, ötekileştirici, ayrıştırıcı politikalarınızla sınıf mücadelesini tahrik ediyorsunuz. Emek-sermaye ve proletarya-burjuvazi uzlaşmaz temel çelişkisini öne çıkarıcı bu türden politikalarınızdan vazgeçin. Sınıf mücadelesini keskinleştirerek başımıza iş açmayın! Yoksa bu gidişle elimizdeki üretim, özel mülkiyet ve paylaşım ilişkiler ağını tersine çevirirsiniz!.. Ayrıca Kürd/Kürdistan meselesini, milliyetler meselesini, İnanç meselesini, Alevi meselesini de fazla germeden ve bizim çıkarımıza uygun ve uyumlu bir biçimde çözün! Anti-Kapitalist Müslümanların, devrimci İslam’ın üzerine fazla gitmeyin. Farkında olmadan ayağınızın altındaki toprağı kaydırırsınız…”
İnsanın ve insanlığın sosyal ve enternasyonal ölçekte kurtuluşu gündeme geldiğinde ilk önce uluslarötesi tekelci sermaye güçleri harekete geçiyor. Ardından bu sermayeye kölece bağımlı, onun yer yer yerli bir ortağı, işbirlikçisi ve taşeronu olan güçler harekete geçiyor.
Yaşadığımız coğrafyada da asıl gündem olan emek-sermaye ile proletarya-burjuvazi gündemi ustalıkla çalınmış, yerine “Laikçi-Şeriatçı” sahte ve suni gündemi getirilmiştir.
“Laikçi” geçinen cenah laik değil, ‘şeriatçı’ geçinen emperyalist kapitalizmle uyumlu, ılımlı “Hanefi-Maturidi Sünniliği” temel aldığı için her ikisi de siyasî gericidir. Karşı-devrimcidir. Onların uluslarötesi tekelci sermaye güçleri ile; üretim, özel mülkiyet ve paylaşım ilişkileri ile; ABD+AB emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’i ile; NATO-PENTAGON-CIA-MOSSAD-MİT vb. ile hiçbir uzlaşmaz çelişkileri bulunmamaktadır. Uzlaşır çelişkileri de sistem içinde çözülebilecek niteliktedir.
“Şeriatçı” geçinen cenah’ın da İslam’ın doğuşundaki ilerici-devrimci geleneklerle bir bağı-bağlantısı yoktur (Tek tanrılı dinler, doğuşlarında en alttakilere, kölelere, ezilen/sömürülenlere hitap etmiştir. Tek tanrılı dinler hâkim gerici sınıfların/devletin ortaya çıkışıyla birlikte egemen sınıfların dinine dönüştürülmüş ve günümüzdeki gerici biçimlere sokulmuştur.) Onlar da “Laikçi” geçinenler gibi gericidir. “Şeriatçı” geçinenlerin de; uluslarötesi tekelci sermaye güçleri ile; üretim, özel mülkiyet ve paylaşım ilişkileri ile; ABD+AB emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’i ile; NATO-PENTAGON-CIA-MOSSAD-MİT vb. ile hiçbir çelişkileri bulunmamaktadır.
“Şeriatçı” geçinen sahte Müslümanlar, özellikle de AKP; “Şeriatçı Faşizmin”, “Laikçi” geçinen, özellikle de CHP; “Laikçi Faşizmin” temsilcileridir.
ABD+AB emperyalizmi ile İsrail Siyonizm’i şimdi/günümüzde “Şeriatçı Faşizm” ile “Laikçi Faşizmi” belli çizgilerde yan yana getirip uyumlandırmayı planlıyor. Çünkü uluslarötesi tekelci sermaye güçlerinin “yüksek” çıkarları Yakın ve Orta Doğu’da bunu gerektiriyor.
Uluslarötesi tekelci sermaye güçlerinin desteğini arkalarına alan “Laikçi-Şeriatçı” sahte ve suni gündemini uygulamakla görevli olan faşizmin temsilcileri günümüzde “Karagöz-Hacivat” oyunu misali bir “demokrasicilik” oyununu sergilemektedir.
Bu “oyunu” araya kama sokarak bozacak Devrimci ve Komünist Kadrolar ise kolektif çabalarla henüz ne devrimci bir inisiyatif geliştirebiliyor ne de devrimci bir müdahale yapabiliyor.
Emperyalist-kapitalizm sosyal, ekonomik, siyasal, askerî, kültürel vb. açılardan olduğu gibi her türden yabancılaştırma, psikolojik savaş, kültüralizm, kozmopolitizm yöntemleriyle insanı esir almayı becermiştir. İnsanın ve insanlığın emperyalist-kapitalizm karşısında bu düzeylerde “diz çökmüş” bir konuma getirilmesi oldukça düşündürücüdür.
Emperyalist-kapitalizm, özellikle de Sosyalist Sistem’in çürüyüp çözülmesinden sonra konumunu daha da güçlendirmeye yönelmiş, her alandaki tahkimatını yapmaya girişmiştir.
Onların en korktuğu şey; öncelikle işçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilinciyle hareket etmesidir. Sermaye sınıfı işçi sınıfı ve emekçilerin bilimsel bilgi ile tanışmaması ve bilinçlenmemesi için çaba sarfederler; kendi bağımsız örgütünü oluşturarak iktidar mücadelesindeki yerini almamasını isterler. İşçi sınıfı ile sosyalist hareketin buluşup bütünleşerek emperyalist-kapitalizmin artı-değer sömürücü, sömürgeci politikalarına karşı alternatif sosyalist/komünist PARTİ oluşturmaması ve politikalar üretmemesini isterler.
Emperyalist-kapitalizm sosyal sınıf ve sosyolojik emekçi halklar gerçekliğinin üstünü örtmek için çok büyük bir ideolojik propaganda içindedir. Gerek işçi sınıfı hareketini, gerekse emekçi halklarımızın haklı talep ve ihtiyaçlarını binbir demagoji, yalan, spekülasyon yöntemi ile saptırmayı amaçlamıştır. Sovyetler Birliği deneyimi, Marx, Engels, Lenin ve Stalin düşmanlığı boşuna körüklenmiyor. Tekelci militarist polis devleti diğer yandan “rahatlıkla” uygulayageldiği baskı, terör, kaba güce ve zora başvurma yöntemleriyle kitlelerin kütlesel çıkışlardaki direncini kıracağını hesaplamaktadır.
Devlet tekelci kapitalizmi: İşçi Sınıfı Hareketi, Sosyalist Hareket, Emekçi Kadın Hareketi, İlerici-Devrimci Gençlik Hareketi, Kızılbaş-Alevi Hareketi, Kürd Ulusal Hareketi, Devrimci-Anti-Kapitalist Müslüman Hareketi, vb. sosyal muhalefet dinamikleri birlikte hareket etmesin, birbirinden öğrenmesin, deneyim aktarımında bulunmasın, birlikte yürümesin, sınıfsal/sosyal/enternasyonal kurtuluşlarını gerçekleştirmeye aday PARTİ örgütlenmesinde buluşup bütünleşmesin diye bu sosyal muhalefet dinamiklerine türlü çeşitli ikramlarda bulunmakta ve yol-yöntem göstermektedir.
Devlet tekelci kapitalizmi: Anılan sosyal muhalefet dinamiklerine mevcut ana-baba yasalara biat ederlerse çeşitli kanallar açmaktadır. Kapitalist TC devleti bu konuda da son derece cömert davranmaktadır. Yeter ki, sistemin sana açtığı kanallara girmeyi kabul et, gerisi çok kolay!..
Sosyal muhalefet dinamiklerinin bütün birimleri, kimlik-kişiliklerden, kültürel-sosyal gruplardan, din, iman, cemaat, mezhep, tarikat, milliyet, vb. aidiyetlerden bırakın herkes alabildiğince bahsetsinler. Bu temelde bırakın “özgürce” örgütlensinler. Yalnız ve yeter ki, işçi sınıfından, emekçilerden, sosyalizmden/komünizmden/enternasyonalizmden, finans-kapitalden zinhar söz etmesinler. Sakın bu temelde örgütlenmesinler. Emperyalist-kapitalizmi devrimci yol ve yöntemlerle yıkmaktan asla söz etmesinler. ABD+AB emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’inin desteğindeki devlet tekelci kapitalizmine, militarist polis devletine sakın zarar vermesinler. “Emek-Sermaye kardeştir”(!), “Hepimiz Aynı Gemideyiz”(!) sakın sermaye düşmanlığı yapmasınlar. Politika dışında tuttuğumuz ve de politikleşmesine izin vermediğimiz proletaryayı “işçi sınıfının siyasal ve sendikal birliği” davası adına sakın yanıltmasınlar. Sistem böylelerine son derece açıktır…
İşçi misin? Mevcut devlet sendikalarına, sendikacı bürokratlara, işçi aristokratlarına, sendikalara sistemin görevlisi kimlikleriyle girmiş uzmanlara sakın karşı çıkmayacaksın! Özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya karşı çıkmayacaksın! Sendikasız, sigortasız ve güvencesiz çalışmaya razı olacaksın! Memleketimizin “âli menfaatleri” gereği yalnızca sana verilenle yetineceksin! Grev, direniş, işyeri işgali gibi anarşist/terörist eylemlerden uzak duracaksın!
Alevi misin? Devletin sana uygun gördüğü İslam’a biat edeceksin! Bâtıni ve felsefî açılardan Kızılbaş-Alevi tarihini, kültür, inanç ve geleneklerini incelemeyecek ve öğrenmeyeceksin! İmam Hatip çıkışlı badem bıyıklı dedelerin yönetimindeki Cemevlerinde sana sunulanlarla yetineceksin! İzzettin Doğan dedenin temsil ettiği Sünni-Alevi kırması ılımlı Amerikancı Aleviliğe biat edeceksin! Alevi burjuvazisi ile ayrışmayı zinhar düşünmeyeceksin! Kızılbaş-Alevi Hareketini İşçi Sınıfı Hareketiyle buluşturup bütünleştirmekten yana olan Devrimci ve Komünist Kadrolardan uzak duracaksın! Bazı Alevi örgüt ve derneklerindeki burjuva ve küçükburjuva “sosyalist” önderliklerin sözünden çıkmayacaksın! Alevi burjuvalardan asla kopmayacaksın!
Kürd müsün? Erdoğan+Öcalan görüşmelerine destek sunacaksın! Marksizm-Leninizm düşmanı ve de Marx’ı aştığını(!) iddia eden Öcalan’ın-Apoizmin hiçbir ilerici bilimsel disipline dayanmayan, ideolojik ve sınıfsal içeriği tartışmalı olan “Demokratik Cumhuriyet”, “Toplumsal Barış”, “Radikal Demokrasi”, “Demokratik Özerklik”, “Demokratik Komünalizm”, “Ekolojik Toplum”, “Demokratik Konfederalizm”, “Demokratik Ümmetçilik” vb. söylemleriyle tez ve tahlillerini eleştirmeyeceksin! Öcalan’ın tezleriyle yetinmiyorsan, Kemal Burkay vb.lerinin tezlerine başvuracaksın! Barzani ve Talabani’nin tez ve tahlilleriyle yetineceksin! Kürd burjuvalardan, feodal ağalardan asla kopmayacaksın!
Dindar mısın? Devrimci ve Anti-Kapitalist Müslümanlara inanmayacaksın! Sünni, Hanefi geleneğinden asla ayrılmayacaksın! Nakşibendi, Nurcu, Süleymancı, Kadiri, Işıkçı vb. tarikatlarına gireceksin! Bunlarla yetinemiyorsan Hizbullah, Müslüman Kardeşler, IŞİD, Selam Örgütü vbg. örgütlere dâhil olabilirsin! Zinhar Müslüman burjuvalardan kopmayacaksın!
Emekçi kadın mısın? Kapitalist Batının kullanıp eskittiği gerici feminist akımların tez, tahlil ve ritüellerini örnek alacaksın! “Mor Kadın” hareketinin erkek düşmanı argümanlarını kullanacaksın! Emperyalist-kapitalizme karşı İşçi-Emekçi ve de Kadın-Erkek eşitliğini, birlikteliğini, yoldaşlığını, ancak ortak mücadele ile kadının kurtulabileceğini asla savunmayacaksın!
Genç misin? “Gençliğin Yolu İşçi Sınıfının Yoludur!..” diyen Devrimci ve Komünist Kadrolara inanmayacaksın! ABD emperyalizmi gençlik için ücretsiz Che Guevera tişörtü veriyor, onları giyecek, Komünistlerin kullandığı Bilimsel-Komünizm Öğretisi yerine liberal-demokratik-özgürlükçü kapitalizmi ve de bireyselliği savunacaksın! Senin neyine yetmiyor sanal âlem, sokaklarda işin ne?
Solcu musun? Açtığımız kanallarda devrimci, sosyalist, sosyaldemokrat, komünist geçinen 40 tane örgüt var, bunlardan birine girebilirsin!.. 40 yıldır işçiyi, köylüyü, gençliği dağlara çağırdınız. Ne oldu? “Kırlardan kentleri fethedebildiniz mi?” Politika devlet tekelci kapitalizminin “yüksek” çıkarlarına ilişmemek şartıyla parlamentoda yapılır. Bunu anlayamadınız mı?
Kapitalist TC devletini kurarken, aynı zamanda devlet eliyle burjuva yetiştirdik. Finans-kapitalin oluşumu geç fakat güç olmadı. Devlet tekelci kapitalizmi günümüzde uluslarötesi tekelci sermayenin yerli bir ortağı, işbirlikçisi ve taşeronudur. Bunu anlamadınız mı?
Önümüzdeki en büyük engel ve tehlike olan Suphi’leri, Tarihî TKP’nin en ileri kadrolarını, 15’leri katlederek işe başladık. Ne yapmak istediğimizi anlamadınız mı? Kızılbaş-Alevi geleneğinin kökünü kurutmak için Koçgiri-Dersim katliamlarını-soykırımlarını gerçekleştirdik. Ne yapmak istediğimizi anlamadınız mı? Ağrı, Zilan, Lice Kürd isyanlarını kanla bastırdık. Ne yapmak istediğimizi anlamadınız mı? Tekelci sermayenin diktatörlüğünü pekiştirmek için Deniz’leri, Mahir’leri, İbo’ları katlederek davamızı sürdürdük. Ne yapmak istediğimizi anlamadınız mı? Günümüzde ise “Üç K” geleneğinizin en ileri gençlerini Ethem’leri, Ali’leri, Berkin’leri hallediyoruz. Ne yapmak istediğimizi hâlâ anlamadınız mı?
Sistem bunları açık açık söylüyor ve yapıyor. Hâlâ anlamayanlara, anlamak istemeyenlere ise bizim de söyleyecek sözümüz kalmıyor!..
“Üç K” geleneğimiz içinde bir yandan kapitalist-anarşist sistemi devrimci yol ve yöntemlerle yıkıp/değiştirip/dönüştürmeye aday Devrimci ve Komünist Kadroları barındırıyor; diğer yandan dışarda düşman aramaya gerek yoktur; tekelci burjuvazi ile işbirliği, teslimiyet, ihanet, döneklik içindekiler, yani “iç düşman” ne hazin “Üç K” geleneğinizin bağrındadır.
16 Haziran 2014
http://sorunpolemik.com/SP/631/sistemin_izin_verdigi_olculerde_yeni_solculuk!/
Muhammed-Atatürk-Erdoğan Üçlüsü Üzerine Kısa Bir Not
Büyük bir cesaret örneği gösterip resmi ideoloji, ırk, din ve inanç konularında bazı tabuları kırmak gerekir.
Allah’ı, peygamberleri, halifeleri, Türk büyüklerini, dergâhları, Ermenileri, Alevileri, Kütleri, Türkleri ve benzer konuları eleştirmeyeceksek, neyi tartışacağız? Bu konuda hep şunu söylüyorlar; “Ülkenin ve halkın hassasiyetleri var” deyip, insanların kör karanlıktan çıkmasını önlediler. Bugün Ortadoğu’da İslam adına insanları acımasızca öldüren katil sürüsü IŞID çetesi bunun en açık kanıtıdır.
Takunyacıların, postalcıların, milliyetçilerin, ulusalcıların ortaklaştığı-birleştiği bir “TEK” konu vardır: RESMİ İDEOLOJİ. Yani “TEKÇİLİK” mantığıdır.
Okullarda okutulan Tarih kitaplarında, Türk-İslam sentezinden oluşan sistem demokrasi olarak bize yutturulmaktadır.
Resmi ideoloji savunucuları; İslam Peygamberi Muhammed Mustafa’nın çok büyük bir din önderi olduğunu söylüyorlar. Ayni şekilde TC kurucusu Mustafa Kemal’in de büyük bir devlet ve fikir adamı olduğunu bu güne kadar hep söylenmektedir. O nedenle Muhammed Mustafa ile Mustafa Kemal’i birbirinden ayrı tutmak doğru değildir. Bundan böyle bu ikiliye Recep Tayyip Erdoğan’ı da ekleyebiliriz.
Türkiye’de bu gün Yürütme-Yasama-Yargı erkleri şeklen vardır. Antidemokratik seçim sistemi nedeniyle tüm yetkiler fiilen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’da toplanmış durumdadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk dönemi de böyle değil miydi?
Buradan hareketle; Mustafa ismi hem peygamberi hem de Atatürk’ü çağrıştırdığından, biran için Muhammed Mustafa adını Türk-İslam sentezinin simgesi olarak düşünelim. Tek millet, tek din ve tek adam mantığıyla yönetme gerçeğini de göz önüne alırsak, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Muhammed Mustafa’nın güncellenmiş şekli olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Her üçünün de iktidarları döneminde edindikleri mal varlığı bize ayrıca ipucu vermektedir.
Anlaşıldığı üzere; Muhammed-Atatürk-Erdoğan üçlüsünün epeyce ortak paydaları mevcuttur.
Ancak; Mustafa Kemal Atatürk ile Recep Tayyip Erdoğan’dan nüans farkı ile Muhammed’in (ilk karısı Hatice’nin çok zengin bir tüccar olduğu söylenmektedir) 13 evlilik yapmış olması kaideyi değiştirmez.
Dolayısıyla mevcut sistem tarafından İslami ve eğitim kurumları bu formata uyarlandığı bilinmektedir. Yani resmi ideoloji güncellenmiştir. “Başbakan imam hatip mezunu olduğu için dini tedrisata, Muhammed’in hayatını bilmeye, camilerin çoğalmasına öncelik tanımıştır.” (Dr. İsmet Turanlı / http://www.gomanweb.org)
Güncellenen Mustafa Muhammed; vatana, millete ve en önemlisi de Müslümanlara hayırlı olsun!
Darısı Alevilerin ve ötekileştirilen diğer kimliklerin başına!
Artık Başbakan’ın pardon Cumhurbaşkanı’nın develerine dokunan yanar!
24.08.2014
Mustafa Elveren
http://rojevakurdistan.org/rojev-den/15152-muhammed-atatuerk-erdogan-uecluesue-uezerine-k-sa-bir-not
Pîr Ciwan Kurdia
Islamiyet ve Kemalizm; Kürt düsmanidir. Islamiyet 1350 senedir, Kemalizm ise 100 senedir halkimizi Katledenlerdir/ soykirimdan gecirerek müslümanlastira nlardir. Türk Islam-Arap Islam bizleri ülkesiz-topraks iz birakip hergün kanimizi iciyorsa bu nedenlerdendir. Kendi köklerine dönen Kürd güzeldir, özdür. Zerdestin topraklarinda yeniden Günes Dogmali-Newrozl arda Kürdün Dirilisi yeniden yasamalidir. Bizlere Kemalizmi ve Islami kakalamak isteyenler ARTNIYETLIDIR, Kürt degildirler. Muhammedin Askerlerini unutmadik-Ömeri n fetvalariyla Aryen topraklarina Halid Bin Velidi göndererek Kürtleri atese attiran ve Islamlastirmak icin dillerini kesenlerin Araplarin vahsi dinidir Islam. Kocgiri, Dersim, Piran, Agiri-Zilan`da halkimizi katledenlerin adidir Kemalizm. Kürtler Kürdistan`da ISLAMI ve KEMALIZMI defetmeden özgür olamaz. Bu yoruma kizacak olanlarin köklerine bakmalarini öneriyorum. ULUSLASAN ve KENDI GECMIS KÜLTÜRÜNE DÖNEN KÜRT ONURLU KÜRTTÜR. Muhammed-Atatür k-Erdogan katillerimizdir .
Ülke önemli bir değişimden geçiyor. Kısa bir süre öncesine kadar ülkenin kaderini elinde tutacak kadar muktedir olanlar güç aşımına uğruyorlar. Siyasete şekil verenler, medyada hep etkin pozisyonlarını işgal edenler, kendi yaşam tarzlarını kamusal alana dayatanlar gün geçtikçe tesirlerini yitiriyorlar. Onların entelektüel tekelleri yıkılıyor, imtiyaz sahaları daralıyor ve arzularını kural haline getiren düzen sarsılıyor.
Tek bir kimliği meşru gören düzenin sarsılmasıyla birlikte çok sayıda kimlik kendini göstermeye ve ifade etmeye başlıyor. Siyaset, akademi, medya, iş ve kültür dünyası çeşitleniyor, bu alanlarda söz sahibi olanların sayısı artıyor. Kürt, Müslüman, Alevi, muhafazakâr, cemaatçi, İslamcı, gayri-Müslim, vb. gibi zaten toplumda var olan kimlik sahipleri ortaya çıkıyor ve kendilerine dair talepte bulunuyorlar. Siyaseti bu talepler doğrultusunda zorluyor, devleti bunlara duyarlı kılmaya çalışıyor ve kendi tercihlerinin de kamusal hayatta yer bulmasını istiyorlar.
Böylelikle eski hegemonyalar sarsılıyor, her alanda yeni aktörler sahneye çıkıyor ve yeni kodlar dolaşıma sokuluyor. Bu, bir normalleşme belirtisi aslında. Zira toplumsal kimliklerin temsilcilerinin devlette ve kamuda yer alması, devletin ve kamunun buna uygun biçimde çeşitlilik arz etmesi gerekir. Türkiye, bu anlamda normalleşmek için daha yolun başında, kat etmesi gereken epey bir mesafe var. Ama normalleşme kolay olmuyor, sancılı bir şekilde gerçekleşiyor. Yeni kimliklerin ve elitlerin devreye girmesi, önceki dönemde egemen olanların alan kaybetmesi anlamına geliyor. Bu da gerginlik biriktiriyor, tansiyon yükseltiyor.
http://www.duzceyerelhaber.com/vahap-coskun/27960-kutuplasma-helallesme-ve-muhalefet
CHP Kongresi: Akıntıya karşı kürek
Vahap COŞKUN
Serbestiyet.com
CHP, cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan karşısında ağır bir yenilgi aldı. Gerçi “çatı aday” olarak lanse edilen İhsanoğlu’nun arkasında 14 siyasi partinin olduğu söyleniyordu ama çatının ana taşıyıcı kolonları CHP ve MHP idi. Seçim sürecinde MHP de geride durunca, İhsanoğlu’nun aldığı yenilgi CHP’nin hesabına yazıldı.
CHP yöneticileri, her seçim mağlubiyetinden sonra olduğu gibi- bu seçimden iki şekilde davrandılar: Önce, seçimi kaybettiklerini kabul etmediler. Hatta içlerinden bazıları matematiğe takla attırarak, seçimin kazananının kendileri olduğunu belirttiler. Rakiplerinin niceliksel olarak fazla oy almalarının kendilerinin niteliksel üstünlüğüne bir halel getirmeyeceğini söylediler.
Ardından, bu argümanlar kimseyi ikna etmeyince, seçimi kaybettiklerini itiraf ettiler. Ama bu kez de yenilginin sebeplerini kendilerinde değil başkalarında buldular. 30 Mart’ın favori sorumlusu trafoya giren kedilerdi. 10 Ağustos’un günah keçisi olmak ise oy vermeyenlere düştü. Onlara göre, seçime katılım çok düşüktü, eğer seçmen tembellik etmeyip de sandığa gitseydi, İhsanoğlu’nun ve CHP’nin başarılı olması kaçınılmazdı.
Gerçi katılıma dair analizlerin sunduğu tablo farklıydı. CHP ve MHP’nin güçlü olduğu yerlerde katılım AKP’nin güçlü olduğu yerlere kıyasla daha yüksekti. Erdoğan’a karşı hırslanan CHP seçmeni, seferberlik ruhuyla hareket etmiş ve kimi tatilini yarıda keserek oy vermeye gitmişti. Ama bu CHP yöneticilerini pek ilgilendirmiyordu. Onlar sorumluluğu seçmene yüklemeyi ve böylece kendi başarısızlıklarına perde çekmeyi tercih ettiler.
Çuvala sığmayan mızrak
Fakat türlü bahaneler ardına saklanarak yenilgiyi mümkün mertebe gözden ırak tutma çabası da bir süre sonra tesirini yitirdi. Açık bir başarısızlık vardı ortada. Mızrak çuvala sığmıyordu. Birileri bu yenilginin bedelini ödemeliydi. Partide huzursuzluk bildiren sesler yükseldi, bizzat en yakınında yer alanlar Kılıçdaroğlu’nu yenilgiyle yüzleşmeye davet ettiler. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu renk vermeye başlayan rahatsızlığın önünü kesmek için baskın bir kongre kararı aldı.
Kongrede Kılıçdaroğlu’nun rakibi Muharrem İnce idi. Adaylar hem birbirlerine, hem de özellikle AKP’ye yönelik eleştirilerde bulundular. Her iki aday da, bol bol CHP’yi kuran ideolojiye atıfta bulundular, onu en iyi kendilerinin temsil edeceklerini iddia ettiler ve genelde popülist bir dil kullandılar. Kongre bir yenilenme, partiyi yeni bir güzergâha sokma imkânı olarak değerlendirilebilirdi. Ancak CHP bu fırsatı tepti; Kongre’de fikirler havada uçuşmadı, doktriner bir tartışma yapılmadı. Adaylar retoriğe ağırlık vererek partilerden destek istediler.
Sonuçta İnce’nin 415 oyuna karşılık 740 oy alan Kılıçdaroğlu yeniden genel başkan oldu. İlgin olan Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı 944 imza verilmiş olmasına için rağmen Kılıçdaroğlu’nun seçimde 740 oy almasıydı. Yani Kılıçdaroğlu için imza veren 204 kişi, iş oy vermeye gelince, tercihini İnce’den yana kullanmıştı.
Dışa vuran rahatsızlık
İnce’nin beklenmedik bir oy alması, parti içinde genel başkana duyulan bir rahatsızlığı açığa çıkarttı. Bu, en yalın şekliyle, sürekli olarak yenilmekten, girilen her seçimi kaybetmekten duyulan bir rahatsızlıktı. CHP’nin delegeleri ve seçmenleri, artık sonucu belli seçimlere girmeye tahammül edemiyorlar. Her seçimde geride kalmaktan gına getirmiş haldeler. Artık iktidar namzedi olmak, partilerini iktidar yarışının içinde görmek istiyorlar. İnce’ye verilen oy, bu anlamda, Kılıçdaroğlu için bir uyarı. Eğer 2015 seçimlerinde de AKP, CHP’ye uzak ara fark atarsa, Kılıçdaroğlu’nun o koltukta oturması çok daha zor bir hale gelecek.
Ne var ki Kılıçdaroğlu bu mukadder sonu engelleyecek bir çaba içerinde değil. Gerek Kongre öncesinde ve gerek Kongre sırasında yaptığı açıklamalar, Kılıçdaroğlu’nun esaslı bir değişikliğe gitmeyeceğine delalet ediyor. Bu meyanda iki hususun altı çizilmeli:
Altı Ok’un peşinden gitmek
1. Kılıçdaroğlu halen “Altı Ok”u revize etmekten bahsediyor. Hasan Bülent Kahraman’ın dediği gibi, tamamen taktik kokan bu girişim CHP’yi bir yere taşımaz. “Altı Ok’u tartışarak veya yeniden yorumlayarak bir yere varılamaz. Artık varılamaz. Hiç varılamaz. CHP farkında değil ama toplum ve dünya Altı Ok’u çoktan aştı. Belli ve çok küçük bir çevrenin dışında kimsenin bilincinde artık Altı Ok yok.” (Sabah, 03.09.2014)
CHP’de daha önceki dönemlerde hem Ecevit, hem de Baykal Altı Ok’u çağdaş değerlerle yeniden yorumlamaya girişmişler ama bundan herhangi bir netice elde edememişlerdi. Kılıçdaroğlu’nun da aynı akıbeti paylaşacağına şüphe yok. Çünkü bu oklar, hem zamana ters düşüyor, hem de halkta bir karşılık bulmuyor. Bilakis halkın büyük bir kesimi, tarih boyunca uğradıkları haksızlıkların müsebbibi olarak bu okları görüyor. Kılıçdaroğlu’nun Kongre’de yaptığı gibi Atatürkçülüğü sadece olumlu kavramlarla anmak, toplum nezdinde bir gerçekliğe tekabül etmiyor. İstediğiniz kadar Kemalizmi parlak ambalaj kâğıtlarına sarın, istediğiniz kadar Altı Ok’u yumuşatacağınızı söyleyin; kimseyi bu okların eskisi gibi acıtmayacağına inandıramazsınız.
Ulusalcı kamburu
2. Elbette ilkiyle irtibatlı olarak, Kılıçdaroğlu partide ulusalcıların etkinliğini kıramıyor. Zannımca Kılıçdaroğlu, ulusalcıların partiye herhangi bir olumlu katkılarının olmadığının farkında. Ancak bu kesimin desteğini kaybetmemek için de onlara hem zihniyet, hem de kadro düzeyinde tavizler veriyor. Oysa ulusalcılar CHP’ye iki büyük zarar veriyor: İlki, partinin gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüşebilme ihtimalini sıfırlıyorlar. Çünkü Türkiye’de toplumun farklı kesimlerden yükselen bütün demokratik taleplerine karşı en büyük reaksiyon bu gruptan geliyor. Kürt meselesine, din-devlet ilişkilerine, AB ile bütünleşme sürecine, Alevilerin taleplerine bakın, en keskin karşı çıkışların ulusalcılar tarafından örgütlendiğini göreceksiniz. Bu da bittabi CHP’yi bir kısırdöngüye mahkûm ediyor, dönüşümünü engelliyor.
İkincisi, ulusalcılar, CHP’nin geçmişiyle hesaplaşmasını da imkânsız kılıyor. Gerçek bir muhasebeye ihtiyacı var CHP’nin. Geçmişini sevabıyla ve günahıyla ve eksisiyle görebileceği bir göze. Ne var ki ulusalcılar var olduğu müddetçe CHP geçmişiyle yüzleşemez. Kongrede gördük bunu: Kılıçdaroğlu, devrimci olduklarını, geçmişleriyle hesaplaşmaktan korkmadıklarını ve zaten tarihlerinin kendileri için bir iftihar vesilesi teşkil ettiğini söyledi. Bu çerçevede, Cumhuriyet’i kurduklarından, ülkeye demokrasiyi getirdiklerinden, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiklerinden söz etti. Ama mesela Takrir-Sükan’dan, İstiklal Mahkemeleri’nden, Trakya Olayları’ndan, parti-devlet uygulamasından, Dersim’den, Varlık Vergisi’nden, CHP’nin darbelerdeki rolünden bahsetme gereği duymadı. Zira bunlardan konuştuğunda ve sahici bir yüzlemeyenin yolunu açtığında, ulusalcıların şimşeklerini üzerine çekeceğini biliyordu.
Yeni paradigma
Sürekli gerilim üretmek ve gerilimlerden beslenen bir siyaset yürütmek prim yapmıyor. CHP’nin kurucu bir siyaset üretmesi gerekiyor. Bu da CHP’nin radikal bir dönüşümden geçmesi, yönetim kadrosundan teşkilatına, zihniyetinden yapılanmasına kadar her şeyin sorgulanmasını zorunlu kılıyor. CHP’nin en temel sorunu; böyle bir değişimin gerekliliğini görmesi ama bunu göze alamaması. İktidar olabilmek için değişmesi gerektiğini biliyor ama değişimin önünde en büyük engeli oluşturan zihniyet ve şahsiyetleri de kollamaktan da geri durmuyor. CHP, eskiden vazgeçmesi lazım geldiğini ve yeni bir paradigma oluşturmasının zorunlu olduğunu görüyor ama -eldekini de kaybederim korkusuyla- bunun için gerekli cesur adımı atamıyor. Bu durumda her CHP kongresi de, akıntıya karşı kürek çekmekten öte bir anlam ifade etmiyor.
http://www.duzceyerelhaber.com/Vahap-COSKUN/28045-CHP-Kongresi-Akintiya-karsi-kurek
AKP diktatörlüğü Kemalist-faşist muhalefetin yardımıyla kurulur.
İşte muhalefetin AKP’den geri kalmayan diktatörlüğü;
http://www.haberbank.com.tr/gazete-mansetleri/sozcu/2014-09-15
http://www.canlihaber.com/chpli-nur-serter-kurtce-okullarin-amaci-turkiyeye-gozdagi-vermek-32375h.htm
AKP diktatörlüğüne, gericiliğe, dinciliğe karşı laik, ilerici, özgürlükçü, solcu geçinenler bunlar işte.
Azınlıkların devrimci bloku şarttır
Seyfi Cengiz
(Bu yazının ilk yayın tarihi: 10 Ocak 2011)
Emperyal bir güç olmak istiyor Türkiye.
Azınlık ve ulus sorunlarını bu amacını gerçekleştirmenin önünde bir ayakbağı olarak görüyor.
“Açılım” adı altında yapılmak istenen bu sorunları hafifletmektir.
Çözmek değil, sadece hafifletmek.
Kürt sorununu alalım.
Kürt sorununun kilidi Kürtleri bölen sınırlardadır.
Bu sınırlar yerinde durdukça bu soruna kalıcı bir çözüm bulunamaz.
Hudutları “namus” ve “şeref” olarak gören Türk devletinin ilgilendiği bu sınırları kaldırmak değil, güvenliğini sağlamaktır. Sınırlarda dolanıp durduğu ve sınır-ötesi bir hareket olarak örgütlendiği halde “Bizim sınırlarla işimiz yok” diyen PKK de (legal uzantıları dahil) bu yaklaşımıyla sahici ve kalıcı bir çözümün öznesi olamaz.
Ne dediği belli olmayan, hiçbir talebinin arkasında duramayan bir partinin işi değil bu.
Kürtleri bölen hudutları tanımak Kürt davasını bırakmaktır.
“Türkiyelileşme” yönelimi bu terkedişin ifadesidir.
Bugün doğru olan Kürt bağımsızlığını savunmak ve bunu mutlaka Dersim ve Zaza özerkliği ile birlikte yapmaktır.
Kazanmak için azınlıkların (Ermeniler dahil) devrimci bloku şarttır.
Böyle bir blok Dersim (Kırmanc-Kızılbaş) özerkliği savunulmadan inşaa edilemez.
Çünkü Dersim, azınlık sorunlarının buluştuğu yegane mekândır.
http://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/az%C4%B1nl%C4%B1klar%C4%B1n-devrimci-bloku-%C5%9Fartt%C4%B1r/194183003966070
http://ilerihaber.org/yazarlar/onur-emre-yagan/chp-hdp-ekseni-veya-mizragi-saplamak/211/
Âdil İnsaflı Yapıcı Muhalefet
DEMOKRATİK sistem muhalefetsiz olmaz. Elbette muhalefet yapılacak ama bu muhalefetin başında bir sıfat bulunacak… ÂDİL MUHALEFET… Âdil olmayan, zalim olan bir muhalefet ülkeyi de, devleti de yıkar.
Bu memlekette birtakım holigan Kemalistlerin, çağdaşların, laiklerin âdilâne ve insaflı muhalefet yaptığını söyleyebilir miyiz?
Âdil olmayan muhalefet tek taraflıdır, yıkıcıdır. Devlete, halka, vatana zarar verir.
Siyasî muhalefetin sivil darbe planları yapmaya veya bunları körükleyip desteklemeye hakkı yoktur.
Muhalefetin memlekette totaliter diktatörlük var iddiaları gerçeklere uymuyor.
Mahkemeye müracaat edecek, hakaret davası açacak, bu davayı kayb edecek. Siz tarihte böyle bir diktatör gördünüz mü?
Bendeniz bu sözleri iktidarın yağcısı olduğum için mi söylüyorum? Hayır!..
İktidarın hiç hâtası yok mu?.. Hiç olmaz olur mu?
Bu memlekette âdil, insaflı, yapıcı bir muhalefet olmazsa işimiz çok zordur.
Tenkitlerinin, muhalefetlerinin dozajını daha da arttırsınlar, şiddetli konuşsunlar, lakin âdil ve insaflı olsunlar.
Sivil darbe teşebbüslerini övmesinler, desteklemesinler.
Deli dana muhalefeti yapmasınlar.
Kemalist laik muhalifler çelişkiler içinde yüzüyor.
1923’te kurulan İslam Cumhuriyetini boğan tek parti rejiminin hasretini çekiyorlar.
O rejim Müslüman halkın temel haklarını ve hürriyetlerini çiğnemiştir.
İstiklal Mahkemeleri kurarak muhalifleri idam ettirmiştir.
Köklü değişikliklerin hiçbirini halka sormamıştır.
Ermenilerden ve Rumlardan kalan malları ve mülkleri âdil olmayan bir şekilde dağıtmıştır.
1945’e kadar tek parti faşizmi hakim olmuştur.
Halk açlık, kıtlık, hastalık, yolsuzluk, susuzluk içinde süründürülmüştür.
O devirde bütün ülkede lise ayarında sadece kırk küsur okul vardı.
Ezan-ı Muhammedî okumak bile yasaktı.
Din hürriyeti ayaklar altına alınmıştı.
İşte günümüzün holigan muhalifleri o kara günlerin hasretini çekiyor.
Böyle bir muhalefetten bu ülkeye, bu halka, bu devlete ne hayır gelir?
(Doğru dürüst, âdilâne, vatanseverce olumlu muhalefet yapanlar bu tenkitlerimin dışındadır. Onları tenzih ederim.)
Mehmed Şevket Eygi
http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Ummet_Birligini_Bozanlar_Haindir/22204#.VGD8aGf-K8s
http://ilerihaber.org/yazarlar/onur-emre-yagan/chp-ve-kurt-hareketi-laikligin-neresinde/420/
http://odatv.com/n.php?n=chpnin-milletvekili-agalari-0504151200
Yalçın hoca yine döktürmüş:
http://odatv.com/n.php?n=silivriden-cikan-pasalar-stockholmdan-mi-donuyor-1804151200
Y.Küçük anılan yazısında yazmış….
“Papa’nın bu açılımından on gün önce, ben iki ütopyamı, Suriye ile Türkiye “Tek Devlet” ve Ermeniler ile Türkler “Bir Toprak” olarak açıklamıştım. Bir de ütopyaların hayale dayandıklarını ve aynı zamanda uçta bir akıl işi olduğunu eklemiştim. Şunu demek istiyorum, ütopyalar aynı zamanda bir zorunluluktur; imkansızı sıralamak “akıllı” insan işidir ve ütoyayı formüle etmek uç aklın marifetidir. Hedef çok gerçektir ancak önündeki engeller çok büyükse, formülasyonu ancak engelleri yenen bir hayal gücü ile mümkündür. Ama herhalde bir zorunluluktur. Zordur ama artık ancak büyüyerek var kalabiliriz. Zordur….”
Ne demek istemiş bu adam; yanlış mı anlıyorum yoksa… Doğru anlamışsam daha sonra ekleyeceklerim olacak da…
Liberaller gürültü çıkarmadan önce bir şeyi açıklayayım. Yalçın Küçük’ün 40 yıldan uzun bir süredir savunduğu bir ütopyası vardır: Doğu Birliği. Bu ütopya Türkiye, Kürdistan, Yunanistan, Kıbrıs, Ermenistan, Suriye, İran, Irak ve Azerbaycan’ı kapsamaktadır. Hoca bu projeyi ilk başlarda AB’ye alternatif olarak düşünmüştür. 90’lı yıllarda bunu Öcalan’a da önermiş ve o da bunu PKK’nin programına “Ortadoğu Birliği” olarak eklemiştir.
Y Küçük oldum bittim saçmalayan bir adamdır. Bu saçması da ilk üçe giriyordur.
40 yıldır savunurmuş.. Bir 40 yıl daha savunabilseydi ah… Zekasını, enerjisini bunca berbat kullanan çok az adam vardır.
http://abcgazetesi.com/yazar/akp-ile-demokratik-anayasa-yapilamaz-4865.html
Kılıçdaroğlu’nu hala “solcu” sayan var mı?
http://ilerihaber.org/aygun-kilicdaroglu-beni-gulen-cemaatini-elestirme-diye-uyardi/28098/
Gün abi, Kılıçdaroğlu seni de uyardı mı? 😀
ne konuda?
http://www.abcgazetesi.com/akp-iktidari-silkelense-yikilacak-6947yy.htm
http://www.abcgazetesi.com/meydan-okuyarak-hayir-demeli-7114yy.htm
http://odatv.com/hdp-tekke-ve-zaviyeler-tekrar-acilsin-2505161200.html
Dinle Kemalist!
Gene laiklik elden gidiyor diye feryat etmeye başladın.
İktidarı alır almaz, tekke ve zaviyeleri kapattın. Oysa bunlar Anadolu toprağının zenginliğini yansıtıyorlardı. Aralarında Ortodoks İslamın tahakkümcü sembolik “evrenine” destek olanlar varsa da Osmanlı’da sünni dinsel despotizm esas olarak ulema kaynaklıydı. Ulema medreseden yetişirdi. Tekke ve zaviyeler tasavvuf odaklarıydı. Sünni olanlar olsun, Alevi olanlar olsun panteizmin barışçı sembolik evreninin düşünsel odaklarıydılar. Ulemanın katı tutumunu etkisiz kılarak Anadolu halkının kültürel çeşitlilik içinde birarada yaşamasını sağlayan folk islamın yaratıcılarıydılar.
Sen tuttun “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek halkın ruhsal dinlenme kaynaklarını ortadan kaldırdın. Oysa bu bereketli topraklar üzerinde senin mürşidine de yer vardı. Heterodoks alevi-bektaşi tekkeleri kendi gnostik anlayışları doğrultusunda senin mürşidinle de seve seve ilişkiye geçerlerdi. Sen ne yaptın? Dedin ki, “seni sünni zulmünden korurum, ama sen de kendi kimliğini reddedip tamamen bana tabi olacaksın”. Kahrolası babalar, dedeler, dedebabalar, postnişinler, Pir Sultan gibi “Bir ben mi düşmüşüm can telaşına” diyemediler, can telaşına düşüp kuyruğuna takıldılar.
Kendin dine inanmadığın halde, “bu halka bir din lazım” deyip, Diyanet kurumunu kurdun. Kendine göre bir islam icat edip resmi memurlarınla bunu halka dayattın. Ulemadan beter bir ruhban sınıfı yarattın. Her şeyin aslına rücu edeceğini düşünmedin, senin diyanetinin günün birinde en ortodoks sünni-hanefi islamcı faşizmin kalesi olacağını göremedin. Üstelik alevilerden ve dinsizlerden kesilen vergilerle bu canavarı sen büyüttün.
Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar doğunun despotizmiyle, batının ruhsuz maddeciliği ve tahakkümcülüğü arasında sıkışmalarına rağmen sezgileriyle çeşitlilik içinde birliği, birlikte yaşama olanağını, özgürlüğü, kardeşliği, barışı arıyorlardı; toplumun tepesine tünemiş devlet aygıtının ve yerel mütegallibenin ulaşamadığı pazaryerinde, mahallede ve padişah fermanının geçmediği dağlarda yakalamışlardı da.
Sen tuttun özgürlüğün bilgisi ve pratiğinin oluşma olasılığının çok yüksek olduğu bu topraklara (bu şans hala kaybolmuş değil) batının deli gömleğini giydirdin. Sonra da yaptığın işi laiklik, çağdaşlık, ilericilik olarak kutsadın.
Sen tuttun Bizans-Osmanlı devlet geleneğini aynen devraldın ama Tevhid-i Tedrisat yasalarıyla halkın özgürlükçü kültürel kaynaklarıyla bağını kestin. Yıllar boyunca jandarma zoruyla yerleştirmeye çalıştığın zorunlu eğitim sisteminde, zorunlu din dersleriyle, imam hatip okullarıyla genç kuşaklara tasavvufi hoşgörüden yoksun faşist siyasallaşmış islamın aktarılacağını görmedin.
Bu topraklarda, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Abaza, Arap, Zaza, Yahudi, Gürcü, Laz, Boşnak, Pomak, v.b. 46 değişik etnik kökenden insan yüzyıllar süren deneyimleriyle birlikte yaşamayı öğrenmişti. Sen iktidara geldin, Türk milliyetçiliğini resmi din haline getirdin, Güneş dil teorisi uydurma resmi tarihini müfredatınla insanlara dayattın, yıllar yıllar boyu düşmanlık tohumlarını ektin, ülke nüfusunun üçte birini oluşturan Kürtleri yok saydın. Jandarma zulmü, dil yasaklarıyla asimile etmeye çalıştın. Şimdi Kürtlerin başkaldırısını ülke bölünüyor çığlıklarıyla karşılıyorsun. Oysa bölücülüğün kaynağı sensin.
Nerede, “gel ne olursan ol gel, ister putperest ol, ister mecusi gene gel” diyen mevlevi dergahı? Nerede, hoşgörü simgesi Bektaşi dergahı? Nakşibendilik gibi köklü bir tasavvufi odak bile sayende holdingleşti, faşistleşti.
Ve sen şimdi çıkmış feryat ediyorsun. “Laiklik elden gidiyor” diye. Yıllarca hapiste çürüttüğün çağdaş Bedrettin, Nazım Hikmet’in çocuklarını Kemalist-Laik cepheye çağırıyorsun. Hadi canım sen de.
Hiçbir şeye yanmayız da bu çağrıların hala aleviler tarafından ciddiye alınmasına yanarız. Oysa Sivas’ta alevileri yakan yalnızca islamcı faşistler değildi; aynı zamanda Kemalist devlete duydukları güvendi. Yoksa ayı inine bir çakı bıçağı bile almadan girerler miydi?
Kaynak: A-Politika, Mayıs 1994, Sayı: 1, sayfa 14
TC laik bir devlet mi?
Hem İslamcıların hem de Kemalistlerin iddialarının aksine, TC hiçbir zaman laik bir devlet olmamıştır ve şu anda da değildir. Çünkü laikliğin temel koşulu olan din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmışlığı Türkiye’de söz konusu değildir. TC devletinin en önemli kurumlarından birisi, gerek bütçesi, gerek personel sayısı, gerekse de faaliyetinin boyutları açısından birçok bakanlıktan çok daha büyük bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Türkiye’de devlet neredeyse her yönüyle dinin içindedir. 70 binden fazla, maaşlı devlet memuru statüsünde din görevlisi bulunmaktadır. Bu gerçek apaçık ortadayken TC’nin laik olduğunu söylemek kaba bir aldatmacadır. Bunun yanı sıra, okullardaki zorunlu din dersi uygulaması; imam-hatip okullarının bizzat devlet eğitim sisteminin bir parçası olması; üstelik bu temelde bütünüyle Sünni bir İslam yorumunun zorla dayatılması; tüm ülkede Cuma namazlarında, gündemini ve içeriğini siyasi iktidarın ve MGK’nın belirlediği Diyanet fetvalarıyla kitlelerin beyin yıkama işlemlerinden geçirilmesi, vb., laiklik ilkesiyle adeta alay eden gerçeklerdir. Bütün bunlar, laikliği, kadınları kafalarındaki örtüyle devlet dairelerine ve kendi kutsal mekânlarına (Meclis, Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Orduya ait alanlar gibi) sokmamaya indirgeyen TC’nin, kuruluşundan bu yana dinden elini hiç çekmediğinin göstergeleridir.
http://marksist.net/tc_laik_bir_devlet_mi.htm
http://odatv.com/on-yildir-olmayan-bir-diplomanin-pesindeyiz-2006161200.html
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/duzeni-degistirmek-istedigimiz-icin-ozur-dilemeyecegiz-160306
https://twitter.com/eyupsabribey/status/747105742516330496