Haydar Karataş/Sovyetler Birliği’nde bir kömür madeni! (Stakhanovizm üzerine)
Başbakan boş yere 19. Yüzyılın kömür ocaklarından örnekler vermedi. Türkiye’nin çalışma şartları 19. Yüzyılın vahşi kapitalizminin çalışma şartlarıdır. (Birgün gazetesi, 19 Mayıs 2014)
Bir TV kanalında gördüm onu. Gazeteci soruyordu,
“Ölümlerin nedeni ne?” diye.
O cevaplıyordu,
“Daha fazla kömür isterler, daha fazla kömür, kömür” diyordu.
Aslında bütün hikaye burada. Daha fazla kömür. Ancak onu dinlerken nedense madenci şarkılarını hatırladım. Sanırım pek çok kişi de bu ölümleri izlerken o madenci şarkılarını hatırlamıştır. Onlar güzel şarkılardır, en azından emek hareketiyle bir dönemin Türkiye solcusunun ne kadar ilgili olduğunu gösterir. Ama bu devrimci marşlar ne anlatır derseniz, mevzu epey karışıktır derim. Mesela daha fazla kömür ister miydik, ya da geçmiş tarihimizde daha fazla kömür isteyenler söz konusu olunca ne yapardık dersiniz? Bunun için sanırım Sovyetler Birliğinde ortaya çıkan, ve Türkiye sosyalistlerini derinden etkileyen sosyalist gerçekçi edebiyata bakmak lazım. Haftaya işçi sınıfı edebiyatının neden ilgi odağı olmaktan çıktığına değineceğim ve tabii dünyada 52 milyon küsur satmış “ANA” romanına da. Niyetim zülfü yâre dokunmak değil, tarihi hatırlatmaktır. Ancak Türkiye’de işçi sınıfı edebiyatı toplumsal hafızamızda olduğu gibi daha çok sözseldir. Benim ilk gençlik yıllarımın en radikal devrimci grubu Grup Yorum’du. 1992 yılında Zonguldak maden göçüğüne atfen bir şarkısında şöyle diyordu:
“İndik maden ocağına
Kara elmas diyarına
Yeryüzü sıcak olsun diye dost
Yıllar boyu kazma salladım suskunca
Çocuklarım gülsün diye dost
Oysa bizim evde gülen yok,” şeklindeydi.
Ozan Ali Asker’in madenci türküsü onun sesi gibi gümbür gümbürdür,
“İndim maden ocaklarına
Baktım işçi kucaklarına
Ocak mıdır zindan mıdır
Sermayenin kanunu mudur…” der ve maden çıkarmayı hem kavgasına ve hem de Vietnam Cephesine benzetir. Ancak, “patronun pis mikrop sesi” derken şu Soma Holding tipi kapitalizmi adeta görürsünüz. O kadar içten söyler.
Madencilerle ilgili beste yapan bir başka devrimci ozan Ali Asker gibi yıllarca sürgünde yaşayan Emekçi. Emekçi Maraşlı yani Elbistan maden ocaklarının dibinde büyümüş Alevi bir aileden geliyor. Onun şarkı sözleri, Maraş’taki hayatını tarif edermiş gibi korkuyla başlar.
“yeraltında korka korka,
Geldik madem ocağına, “ der ve sanki Ozan 1980’ler öncesi korka korka Maraş çarşısına gidiyor gibidir. Sahiden de madene o ilk inme anı, 1980 öncesinin Maraş çarşısına gitmek gibi olsa gerek. Korkarsınız, etrafınıza bakarsınız, biraz ürkersiniz. Bu şarkının devamında Ozan, kazma vurur yata yata, maden tozu yutar, yuta yuta, kulaç atar yüze yüze ve sonra şöyle der:
“Birleşti kazma sesleri
Çınlattı bütün her yeri
Korku sardı şu beyleri
Kızdık madem ocağında,”
Cem Karaca’nın da madencilerle ilgili bir şarkısı var. Onu geçmek olmaz. Bugünlerde Heyko Cepkin’in seslendirdiği şarkının sözlerini de aktarayım:
“Maden ocağının dibinde
Hava yok ışık yok
Besin yok karın yok
Maden ocağının dibinde
Oğlun bile yok
Bir sen varsın, direnen…” der.
Tabii bu şarkıların marşların hepsi güzeldir ancak ruhumun sultanı Mahsuni Şerif’tir. Siyaset karışmamıştır, işçiden ne direniş bekler ve ne de devrim. Ki, bunu önemserim, neden derseniz? Büyüklük bir şey beklemeden, yani devrim talebi dahi beklemeden acıyı dile getirmektir derim. Mahsuni,
“Kara kuyular derindir,
Madencinin ücreti bir AFERİNDİR,” der. İşte burada acı söz dile gelir, tarihi hatırlatır bizlere. Soma’dan sağ çıkan o işçinin, “daha fazla kömür isterler,” cümlesinin cevabıdır bu.
İşte tarihte madencilere en büyük aferinlerden birini kendine işçi devleti diyen Sovyetler Birliği verdi.
Dönemin Stalin Rusya’sında, takvimler 31 Ağustos 1935’i gösterdiğinde gazeteler manşetlerine onun adını koydular. Büyük çok büyük bir adamdı ince uzun boyluydu, sarı tenliydi, anlının üzerinde küt kesilmiş saçları vardı, adı Aleksey Grigoryeviç’ti. Aleksey İşçi devletinin aradığı “milli” kahramandı. Aleksey, Almanların aynı dönem yaptığı kömür çıkarma makinesine meydan okumuş, o makineden daha çok iş yaptığını ortaya koymuştu. Bu ince zayıf adam, bir vardiyada tam 102 ton kömür çıkarmıştı. Bu normal bir işçinin çıkarabileceği miktarın tam 14 katıydı. Ödülü Mahsuni Şerif’in dile getirdiği aferinin çok ötesindeydi!
Ancak, Miran Djukanov adında Kırgız kökenli bir işçi daha vardı onunla aynı ocakta. Kırgızların Bozok çöllerine dayanıklı katırları kadar inatçıydı. Aleksey’den daha fazla kömür çıkarmak için yemin etti. Gazeteler Aleksey’i manşet yapmışken rekoru onun elinden aldı. Bir vardiyada 115 ton kömür çıkardı. Eh işçi devletiyiz ya, manşet üstüne manşet attı Kıvılcım gazetesi.
2 Eylül 1935’de Aleksey’in annesiyle söyleşi yaptı gazeteler, ancak bizim Kırgız Miran onun tozunu atınca gazeteciler trene binip Bozok bozkırına doğru yola çıktılar, ama Aleksey bir hafta sonra iyi bir damara denk geldi ve rekorunu 175 ton kömüre çıkardı. Gazeteciler daha Bozok’tayken Miryan pes etti, bacağı ağır bir kömür kütlesinin altında kaldı. Ömrünün geri kalanını sakat geçirdi. Gerçi ben bunu çok dramatik bulurum, birbiriyle yarışa sokulmuş bu işçilerin hayatını okurken, acaba Miryan bilerek mi kendini sakatladı dediğim çok olmuştur. Tabii Miryan sakatlanınca Aleksey’e rakip olarak Sibiryalı yoksul bir köylünün oğlu olan Konzedalov geldi. Çalışkan bir çocuktu. Yirmi bir yaşındaydı. 17 Ekim 1935’te Sovyet devriminin yıl dönümünde gazetecinin, “En başarılı ikinci işçi seçildin mutlu musun?” sorusunu, Konzedalov şöyle cevapladı,
“Bizim orası çok soğuk olur!” dedi. Sibiryalı Konzedalov 125 tom kömür çıkarmıştı bir vardiyada, haklıydı bu kadar kömür Sibirya’da yüzlerce ev ısıtırdı. Kim bilir anası evi ısıtmak için ne çok uğraşırdı…
Rekor 227 tonla Aleksey Grigoryeviç Stahanov’da kaldı ve bütün ülkede Stahanov hareketi başladı. Yani daha fazla kömür! Heykelleri dikildi. Annesiyle söyleşiler yapıldı. Türkiye’de dahi devrimci örgütler bizlere Stahanov Hareketi’ni sosyalizmin eğitim dersi olarak verdiğine göre, siz varın Sovyet Rusya’sında daha ‘fazla kömür’ çıkarmanın ne kadar gurur verici olduğunu düşünün.
Sosyalist bir gazetede yazıyorum, bu gazetenin okuru anti-kapitalist. Kapitalizm şöyle kötüdür, böyle kötüdür demek çağımızın aklına hakaret gibi gelir bana. Onun ne berbat bir şey olduğu yeterince açık. Ama mezar başında ağlayan işçilerin eşlerinin, çocuklarının bir derdi var. Günümüzde işçiler, hele maden işçileri tanrıya sığınmıştır. Kazma ve çekiç sesleri birleşir mi, birleşmez mi bilmem, devrimlerin hala motor gücü müdür işçiler inanın onu da bilmiyorum. Ama insanlığa, yerin altına inen insanlara yeni bir umut gerekli. Eskiden farklı, ücreti aferin olmayan, yeni bir yaşam.
Günümüz dünyasında kömürü artık makineler çıkarıyor. Batı ülkelerinde ağır sanayi işçisinin ücreti bir doktor maaşına denk geldi. Öyle ki 1 mayıslara dahi gelmezler! Ama gelişmekte olan ülkelerde, ağır işler hala işçinin sırtında. Yoksullar vahşi patronların pençesinde. Ve ne büyük bir acı ki, böyle bir çağda pahalı makine yerine ucuz insan gücünü tercih ediyor zalimler. Ve Bununla da övünüyorlar, kömürün tonunu 23 dolara mal ediyoruz diye.
İyisi 1960 TİP mitinglerinin vazgeçilmezi Aşık İhsani’nin sözleri,
“…İşin nasıl dedim, bir küfür bastı
Arkasından baltasını biledi, biledi
Bana bak arkadaş dedim,
Dedi, ne?
Dedim sen bir vatandaşsın
Dedi, he
Dedim kanunun var
Dedi, çekil be!
Arkasından baltasını biledi biledi
Dedim ilin nere senin?
Dedi, Van
Dedim çoluk çocuk
Dedi, sekiz can
Dedim düzelecek
Dedi, ne zaman
Arkasından baltasını biledi…”
Ben hislere inanırım, hissiyatın söylediğidir gerçek. Bir Başbakan boş yere 19. Yüzyılın kömür ocaklarından örnekler vermedi. Türkiye’nin çalışma şartları 19. Yüzyılın vahşi kapitalizminin çalışma şartlarıdır…
Metne ilişkin düşüncen nedir?
Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0
1- devletleştirme de en az özelleştirme kadar LEŞleştirme midir?
2- o zaman “başka bir şey, bir başka yol, yeni bir bakış açısı” ne olabilir?
3-bunu soma işçileri gibi tüm emekçiler düşünüp, deneyinimlemelidir, tamam…eyvallah. birilerinin hariçten gazel reçeteleriyle mühendisleşmesine hayır. ama gene de” biz bize ve aramızda kalmak şartıyla”(!), konuşmaya bir yerden başlamak gerekmiyor mu?
4-soma kömür işletmelerinin “mülkiyetini” mesela sendikalar satın alsa…bir konsey, komite ya da komün adı her olursa bir “özyönetim” olarak işletemez mi?
5-giderek bütün üretim alanları için bir “başka dünyayı mümkün kılmanın bir yolu, arayışı olarak öneremez mi?
Soma madenlerinde kar hirsi yuzlerce insani oldurmus. Bu iscilerin is guvenligi yok, verilen para cok az, isciler bazan tekme tokatla calistiriliyorlar, is guvenligi kari artirmak icin tamami ile bir kenara birakilmis, solda olan yuregi olan herkes bu olumlerin nedeninin kapitalizm, madenin ozel ulkiyetin elinde olmasi oldugunu soyluyor, Haydar Karatas ise ise bu maden kazasinin solcularin isi oldugunu dusunuyor olmali, bilmedigi bir konudan Stakhanov hareketinden tekme tokat dalmis sosyalist iscilere.
Adamin konu hakkindaki entellektuel birkimini “Aleksey, Almanların aynı dönem yaptığı kömür çıkarma makinesine meydan okumuş, o makineden daha çok iş yaptığını ortaya koymuştu” cumlesinden anlayabilirsiniz. Sayin Karatas 1930 lu yillarda tarihin en buyuk teknik ilerlemelerine imza atmis olan SSCB nin komur cikarma makinesine karsi oldugunu saniyor olmali ki Stakhanov hareketini makinaya karsi bir hareket olarak tanimlamis.
Stakhanov hareketi 1930 SSCB sinde ortaya cikmis bir isci hareketidir, hareketin bir yonu sosyalist ekonomiyi sahiplenmedir ama diger yonu ise fabrika ve parti burokratlarina karsi mucadeledir. Bu yuzden SSCB burokrasisi stakhanov”dan ve Stakhanov hareketinden nefret eder. Gun bazi stakhanovcularin isciler tarafindan dovuldugu olduruldugunu iddia ediyor nerde duydugunu bilmiyorum , ama benim okudugum kaynaklar parti ve devlet burokrasisinin yogun olarak Stakhanovculara saldirdigini gosteriyor. Bunun sebebi Stakhanovcularin iddia edildigi gibi sadece uretim artisini hedeflemedigi ama uretim artisinin, bu tur uretim artislarini tesvikler ve yuksek maaslarla gerceklestirmeye calisan bu yuzden asil cikarlarini iscilerin isletme icindeki soz ve karar sureclerini daraltmak olan fabrika mudurlerinin tam aksine, bu uretim artisinin isci dayanismasi, isci denetimi, isyeri komiteleri denetimi sonucu olacagini savunmalaridir. Stakhanov hareketinin burokrasiye karsi tepkilerin doruguna ulastigi 1930larin ikinci yarisinda ortaya cikmasi resaduf degildir.
Yine gerek burokrasiin gerekse de burjuva cevrelerin en cok nefret ettikleri isimlerden birinin Stakhanov ve onun adiyla anilan isci hareketi olmasi tesaduf degildir.
O doneme iliskin MK toplanti tutanaklari cok sayida Stakhanov”cunun parti burokratlari tarafindan isinden ve partiden atildigini ama sikayetler ve kampanyalar sonucu sorunlarinin MK duzeyinde tartisildigini gosteriyor.
yine atmışsın Ahmet. Stakhanov hareketinin işçi düşmanı bir hareket olduğunu herkes bilir. Çünkü normları arttırarak işçileri ölümüne üretime sürer. işletme yöneticileri stakhanovistlere hiç dae karşı değildir, çünkü onların da üzerinde üretimi arttırma kamçısı vardır ve bu tür işçiler sayesinde bu damçının darbelerinden görece korunabilirler. Mantığını çalışırırsan bunu anlarsın. onlar neden bu tür işçilere karşı olsunlar ki. Ha karşı olanlar yok muydu, vardı elbette. Onlar da hâlâ 1917 devrimi ideallerinin kırıntılarını taşıyan yöneticilerdi ve onlar da zaten Stalin tarafından temizlendi.
Stakhanov hareketinin isci dusmani bir hareket oldugunu sadece fasistler ve burjuvazi soyler. SSCB burokrasisinin en son saldirdigi seylerden birisi Stakhanov hareketidir, cunki isci dayanismayi orgutler bu ise burokratlarin iktidarini tehdit eder.
Soma iscilerinin katledilmesini aciklamak icin SSCB nin sosyalist iscilerine saldirmak ancak sosyalizm dusmanligi ile aciklanabilir.
Stakhanovizm, işçiyi böle, onu bugünkü Soma işçileri gibi üretim kölesi haline getiren, bürokrasinin önemli kamçılarından olan bir harekettir. Bunu herkes böyle bilir. Tabii sana göre herkes faşist Ahmet. Bir Stalin’le sen varsın faşist oymayan 🙂
Evet, taylorist metodlar işçi sınıfını mükemmel örgütlemiştir, değil mi? Git işine Ahmet.
Yusuf Cemal, Trockiden okudugun iki satirla sovyet tarihini anlayamazsin, Trocki ihanete ugrayan devrimi Stalin”i olan muhalefetini mesrulastirmak icin yazmistir, o noktada da Stakhanov hareketini basitce parca basi ise indirgemistir, sen de oradan bunun taylorculuk oldugunu iddia ediyorsun
Ama Stakhanov hareketi bunun cok otesinde bir seydir. Birincisi stakhanovculuk ustten dayatilan bir sey degildir, alttan iscilerden gelisen bir harekettir. Sozyalizmin kurulus yillarinda uretimin artirilmasi ve iscilerin verimliliginin emperyalist ulkelerin duzeyine cikarilmasi onemli bir hedefti. Ekonominin yoneticileri fabrika mudurleri teknik adamlar vb bu sorunu iscileri yogun bicimde calistirma ile cozmeye calistilar. Aslinda bu fabrika yoneticilerinin hangi sistemde olursa olsun genel tavridir. Fabrika yoneticileri cok tutucudur, resmi olarak iscilerden daha iyi egitim aldiklari icin iscilerin bilgisine kucuk gozle bakarlar ve onlari isyeri yonetimine katmazlar.
Stakhanov”un ve Stakhanovcularin yaptigi tam da bunun tersi. Isin kullanilan yeni teknik donanimin gereklerine gore yeniden orgutleyerek uretimi artirmak, ama ayni zamanda is kocullarini iyilestirmek vb . O yuzden hareketleri ayni zamanda anti burokratikti. Stakhanovcular isi yogunlastirmaz, isi yeni bir tarzda isbolumunu artirarak orgutler, mesela Stakhanov kendisi maden ocaginda madenci hem komuru kiriyor hem de yeni acilan galerilere destek payandalarini dikiyorken bunu iki ise boler, bir isci yani kendisi komur kirmaya devam ederken iki arkadasi da sadece destek payandalarini diker sonuc o zaman icin kisi basina rekor denilecek derecede uretim artisidir.
Tabii olay bununla kalmaz, iscilerin uretim tekniklerinin gelisimindeki potensiyelini goren sovyet yonetimini bu harekete destek verir. Bu hareketin en onemli liderlerinin bazilari komunist parti uyesi bile degildir ama hemen hepsi koylu kokenlidir ve duz iscilerdir. Gun bunlarin fiziken daha hizli calisarak uretimi artirdigini iddia ediyor ki soguk savas palavralarindan baska bir sey degildir.
1930 lu yillar stakhanovite harekete parelel onunla paralel gelisen bir baska sey de teknik donanimin hizla gelismesidir. O donemde uretimin artisini saglayan iki sey vardir, daha teknik donatim ve bu teknige uygun olarak uretimin daha ust duzeyde orgutlenmesi. Sovyet sisteminde isciler hic bir zaman asiri calismaya zorlanmadi, aksine sovyet iscisi hakkindaki sovyet isletmelerini gezen ziyaret eden batili uzmanlarin gorusu ( hangi tarihte olursa olsun) sovyet iscisinin az calistigi icin tembel oldugudur.
Tabii bu hareketin boyle hizla gelismesinde ki bir baska etken stakhanovcu iscilerin calisma ve ucret kosullarinin hizla iyilesmesidir. BU ise cok sayida iscinin hizla harekete katilmasini sagladi.
Ama dedigim gibi alttan gelen bir hareket olarak burokrasiyi rahatsiz eden bir harekettir oyleki bazi stakhanovcular yeni uretim tekniklerini onceleri amirlerinden gizli olarak denemislerdir. Keza burokrasi stakhanovculara buyuk saldirilarda bulunmustur, son arsiv belgeleri SBKP MK toplantilarinda partiden atilan isten atilan stakhanovcu bir suru iscinin sorunlarinin tartisildigini gosteriyor.
Burokrasinin Stakhanovcu harekete karsi bir baska manevrasi ise bu hareketi ve onderlerini kendi icine alarak eritme yolunu secmesidir. Stakhanov kendisi hemen ertesi yil universiteye alinarak endustri muhendisligi okur bir kac yil sonra kendisi bir madenin mudurlugune atanir. Emekli olana kadar maden sektorunde burokrasinin en ust duzey elemanlarindan birisi olarak calisir.
YUsuf Cemal yukarida Haydar Karatas”in yaptigi sey rezil bir sey, Soma daki katliami sosyalist iscilerin bir insiyatifi ile eslestirmek ancak sosyalizm dusmanligi ile aciklanabilir, bunun Stalin elestirisi ya da SSCB elestirisi ile bir alakasi yok. Adam eskiden solcu imis artik solculugu birakmis sanirim artik alevi dinciligi yapiyor, dersim halkinin alevi ocaklarinda orgutlesmesini savunan birisi. Soma katliami nedeni ile de sola olan kinini boyle kusuyor.
Haydar Karataş konusunda yazdıkların tamamen yanlış ve yalan. Haydar, TKP-ML üyeliğinden on yıl içeride yatmış ve bugün de Türkiye’ye dönemeyen, Zürih’te yaşayan bir devrimcidir, arkadaşımdır. “Alevi dinciliği” yaftasını ancak senin gibi Stalinistler yapıştırır ona ama o bu ve buna benzer yaftalara alışıktır. Dersimli dürüst bir insandır. Perperik-e Söe ve Bir Göz Ağlarken romanlarının yazarıdır, çok esaslı bir romancıdır. Stalinistler, birisini karalamak istedikleri zaman ona ya milliyetçi, ya dinci ya da burjuva damgasını vururlar. Sen de bundan geri kalmamışsın, yani bizleri şaşırtmadın. Bu vesileyle, bütün arkadaşlara Haydar Karataş’ın romanlarını salık veririm.
Stakhanovizm meselesine gelince. İşin sırrı şu cümlenin içinde: “Tabii bu hareketin boyle hizla gelismesinde ki bir baska etken stakhanovcu iscilerin calisma ve ucret kosullarinin hizla iyilesmesidir.” Evet, Stakhanovcu işçilerin koşyulları iyice iyileşmiş, böylece çok çalışan, çok üretenlerden oluşan elit bir işçi tabakası yapatılmış ve işçi sınıfının geri kalan çoğunluğu bunlar örnek gösterilerek daha fazla üretim için kamçılanmıştır. İngiltere’dea Hodeston denilen kasabada greenhouse işçiliği yaptım. İtamyan patronlar bizi tembellikle suçlamak için “örnek” birkaç işçiyi gösterirlerdi. Hatta bazen, “az çalışanın” ücretinden kestikleri parayı, bu “çok çalışanlara” pnrim olarak verirlerdi. Diyelim ki haftalık ücret 110 pound. Senin 20 poundunu keser, sana 90 pound verir, senden kesktiği 20 poundu “çok çalışanın” ücretine ödeyip, ona 130 pound verir. “Çok çalışan” da patronun “cömertliğine” minnettar kalır. Ama kendisine verilen fazladan 20 poundun senden kesildiğini düşünmez, düşünse bile sesini çıkartmaz. İşte Stakhanovizm uygulaması üç aşağı beş yukarı budur.
Ahmet, sana kimin ne kadar ne okudugunu, o okuduklarindan ne kadar bir sey anladigini, o anladigi seylerle hayattakini nasil birlestirdigini etraflica ibraz ederdim de, klasik bir sagci paradigmalara uyum saglamis eski solcu oldugun icin komplolardan ibaret dunya gorusunu gram degistiremezdim. Sen aklini yitirmissin arkadasim.
Ustelik modern uretim teknikleri konusunda o kadar cahilsin ki, bu bilmem kac yildir “inovasyon” diye kiclarini yirtan burjuvazinin tam senin anlattigin seyi istediklerinin bile farkinda degilsin. Senin mantiginla su anda agile’dir, inovasyondur, basimizda ne kadar bela varsa sosyalizm oluyor. Bu laflarinda kelimeleri degistir ayni piyasayi dolandiran endustri muhendileri gibi olursun. Meslek neydi bu arada? Birine benzettim de…
Endustri muhendisi degilim, eger merak ettigin buysa. Burjuvazi innovasyonu isci verimliligini artirmak bu yola karlarini artirmak icin ister. Ama sosyalist bir ulkede ise isci verimliligi iscilerin genel yasam kosullari iyilestirilsin diye artirilir. Ha sen yok sosyalistler isci verimliligini artirmak icin ugrasmazlar diyorsun o ayri hesap! O zaman da bu kafa ile SSCB de 1930 lu yilarda bile madenlerde pnomosyonlu cekicler yerine hala kazma kullaniliyor olurdu. Eh o zaman tabii ki pnomosyonlu cekicleri kullanan Stahanov gibileri yeni is yonetimi yontemleri onermezlerdi. Hala kazma salliyor olurlardi.
Ustelik bunun karsiligini da aldilar. 1930larda SSCB de egitim saglik basta olmak uzere bir cok bedava idi. Iscilerin basta olmak uzere genel olarak emekcilerin maddi durumlari o kadar hizla duzeldi ki mesela Deutscher sadece 15 yil sonra 1950 baslarinda SSCB de kolhozlarda yasayan koylulerin bile artik geriye donmek istemeyeceklerini soyluyordu. Naziler karsi kazanilan zaferin en onemli sebebleri arasinda 1930larda yasanan uretim verimliliginde ve teknolojide meydana gelen bu ilerlemeler yatar. Ben bunun nesinin yanlis oldugunu anlamiyorum. Dahasi bu verimlilik artisini saglamak icin siradan iscilerin insiyatifini desteklemenin yanlisligini hic anlamiyorum. Yanlislik bunda degil, yanlislik bu hareketin fabrikalardaki teknisyenlerin yonetimini buyuk oranda tasfiye etmek icin kullanilmamis olmasinda buluyorum. Stakhanov hareketi ilk kez sovyet tarihinde fabrikalari mudurlerin ve teknik burokrasinin degil ama iscilerin yonetebilmesinin toplumsal zeminini olusturmustu. O yuzden burokrasi ve burjuvazi ozellikle stakhanov hareketine saldirir.
Yalniz stakhanovcularin bir suru dezavantaji vardir. Arkalarinda destekci olarak Stalin grubundan baskasi yoktur. Stalin grubu ise 1930 sonlarindaki tasfiyelere bakacak olursaniz zaferle cikmasina ragmen en guclu grup olmaktan uzaktir ve zaferini Yezhov doneminin sonunda karsit burokrasi gruplarini birbirlerine karsi kullanmakla saglar. Sonucta Stakhanov hareketi birden ezilmez ama burokrasi onu tipki burjuvazinin sendikal hareketi kendi icine alip evcillestirmesi gibi evcillestirir.
Gün okudum Ahmet Bey’in yorumunu.
Olur böyle şeyler. Bu arkadaşı bir kömür madenine sokmak lazım ve günde 227 ton kömür üretsin onun heykelini de dikelim, derim. Geçenlerde Erhan Gencer ile ilgili bir facebook yorumu yazdım.
Ben 68 devrimcilerini çok severim, garip bir ruhu var bu kuşağın. Gencer’i Almanya Ruh Kitap Fuarında tanıdım, okumama gelmişti. Ancak metris cezaevinde ağabeyimin hapis arkadaşıydı da. Muhtemelen Gün Zileli de tanır.
Atilla Keskin’in başına da geleni bire bir bilen biriyim. Erhan Gencer ölünce, çok samimi bir okurumu yitirdiğim için, örgüt uzun yıllar tecrit etti Erhana Gencer’i dedim, uhh kıyamet koptu.
Küfürler, hakaretler, sosyalizm (tabi onlarda parti düşmanı oluyorsun) düşmanı vs…
Baktım ağabeyim de not düşmüş, Erhan Yoldaş bizim değerimizdir gibi birşeyler yazmış. Güldüm, aradım kendisini.
Ben ona patron derdim, dedim patron bu örgüt metris’te onu tecrit etmedi mi? Ama biz dinlemedik dedi… kaç kişiydiniz siz?
ya size ne oldu?
Bir insan farklı düşünüyor diye tecrit edilir mi, demek ki devlet olsanız hapse atacaksınız. Bir başkası çözüldü dedi, iyi de kardeşim. İşkence yapan mı suçlu, işkenceye dayanamayan mı? Dayanamayan mağdur. Konuşamam elbet, ama şöyle düşünün, sokakta birine tecavüz edilmiş ve ölmemek için tecavüze uğrayan yalvarmışsa, sokaktan gelip geçenlerde tarih boyunca ona tükürmeli mi? Bu kendisine tecavüz edenlere yalvardı, ağladı…
Benim ne olduğumun bir önemi yok, alevi yapsınlar, müslüman, hıristiyan, anarşist (bir arada anarşist diyorlardı) her neyse…
Ben solun sağcılarla insanlara aynı haksızlıkları yapmamasını istiyorum.
Mesela öldürmesinler kimseyi? Tek bir insan öldürerek dünyanın değişeceği garanti edilse dahi bunu insan hakkını savunanlar, özgürlük isteyenler yapmasın derim.
Bu ağabeyimi de bir gün yazacağım. Ona dedim, istersen seni de yazayım, onun başına gelen haksızlık pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Acıdan acı verilmiştir, yıllarca tecrit edilmiştir, ama ne yapsın ülkemizin devrimcisi onurlu, devletten çektiğinden fazlasını örgütünden çekmiştir, ama gene de ömrünü verdiği o yoldadır. Belki de en büyük çaresizlik o…
Ve derim ki, işçilerin kurtulması için, Ahmet bey gibi, ağabeyim gibi, hatta benim gibilerin özgürleşmesi lazım. Büyük bir baskı altındayız, yazamıyor konuşamıyoruz…
Sovyetler neydi, ne değil di umrumda değil, sosyalizm filan da öyle. Sozyalizm din midir ki, eleştirmeyeceğiz. annemiz sosyalizm ibadetini gerçekleştirirken, inancı mı sarsılır…
Stahanov hareketi sosyalistlere ilham kaynağı olmaz, olsa olsa Soma Kömür işletmelerinin sahibi Alp Gürkan gibi vahşi kapitalistlere ilham kaynağı olur.
Bir vardiyada bir işçi 227 ton kömür çıkarıyor, bu her kapitalisti heyecanlandırır.
yeni sol nasıl doğar, sovyetleri işçileri köleleştiren bir sistem olarak algılarsa..
ikincisi, sendikaların işçi hakkıyla bir ilgisi olmadığını anlarsa
üç, eski tip sol partilerin işçi övücülüğü yaparak çalışmayı kutsadıkları için…
İşçicilikten övünmek, çağımızın kölecilik sistemidir, çalışma saatleri yeniden düzenlenmeli, makinenin iş gücü kazanılmış zaman olarak insanlara verilmeli.
Kömür ocağında yüzde yüz çalışma üç dört saat olmalı, yeryüzünde de beş altı, bu dahi fazla.
İşçi devletini de savunmuyorum, kapitalizm sınıflı toplumsa bunun bir tarafı burjuvazi bir tarafı işçi sınıfıdır, sınıfın ikisine de karşıyım.
Fakrikada işe girmeyi kurtuluş sanan bir işçi sınıfı var, çevrenizde sorun, avrupa’da da böyle fakrika da biri işe girmişse o hayatını kurtardı deniyor, fabrikada işe girmiş.
Zonguldak kozlu ölümlerinde işçi sınıfı ne kadar örgütlendiyse Soma’da da o kadar örgütlenir.
Ha Erdoğan’a karşı bir isyan hareketine çevirmek mi, bilmem becerene aşk olsun. Desteklerim, ama imkansız, solun gelecek toplum projesi yok…
benim var mı, orasını bilmem, ama sol grupların bayrak ve flamalarını, kırk yıldır aynı bez üzerine yazılan sloganlarını kaldıralım derim. Oradan bir umut çıkar. Gezi Parkı bayraksızdı, bayrak geldi Gezi ürktü.. bayraklar geri gitsin halk serbestçe konuşsun.. yıksın herşeyi, hepimizi.
Ahmet bey’e atfen söylemedim. bir şey olmaz, hiç bir sakıncası yok. ben bir vardiyada 227 ton kömür çıkardı diye heykelini diken bir sistemi istemem, çok üzülürüm böyle bir işçiye. Hem yalan böyle bir işçi yoktu, o seçilmiş bir propaganda malzemesiydi. işin çirkin yanı da buradaydı…
Gun senin sorunun bu, Ingiltere kapitalizmine bakiyorsun sonra da SSCB yi sosyalistleri elestiriyorsun. Sen daha Ingiltere ve SSCB hakkindaki farki bile bilmiyorsun. Sana gore ikisi de ayni o yuzden SSCB hakkinda okumaya grek yok, bak Ingiltere ye sonra da elestir SSCB yi.
Sovyetler Birliginde sadece stakhanovcu iscilerin degil ama genel olarak iscilerin yasam duzeyi hizla iyilesmistir. Dahasi SSCB nin bu basarisi Batili emperyalist devletleri de etkilemistir. SSCB o zamanlar bedava saglik politikasini hayata gecirmese idi, ve bunda basarili olmasa idi, Ingiltere NHSi zor gorurdu. Bak SSCB yenildi hem Ingiltere hem de diger emperyalistler egitim saglik vb bilumum alandaki iscilerin emekcilerin haklarini teker teker ellerinden aliyorlar. Batida ciftcilere verilen ki 1945 sonrasi hizla artan maddi tesvikler SSCB nin basarisi olmasa idi mumkun olmazdi. Turkiye de bile Menderes bu destekleri uygulamak zorunda kalmisti. Ama dedigim gibi SSCB yenildi, simdilik tarihi yenenler yaziyor, sen de bu tarihi millete okuyorsun.
Haydar Karatas”in alevi dinciligine gelince. Bir insanin dinci olup olmadigi gecmisine bakarak anlasilmaz. Haydar Karatas nasil bir yazardir bilmem herhangi bir kitabini okumadim, firsatim olursa okurum. Ama haydar Karatas’in bazi makalelerini okudum, bu adam tam bir alevi dincisi, Dersim”in alevi ocaklari temelinde orgutlenmesini oneren birisi. Simdi bu onerinin sunnilerin ya da Konya”nin Urfa”nin vb nin islamcilik temelinde seyhler imamlar denetiminde orgutlu olmasini savunmaktan farki ne? birisi sunni islamciligi digeri de alevi dinciligidir.
Karatas ise bir baska yazisinda Marksin mezarini ziyaret etmekle duzgun babaya ziyareti ayni kefeye dinci bir kefeye yerlestiriyor, ona gore marksizm solculuk bunlar dincilikle esit seyler. BU mentalitenin aptalligigi bir yana, dinciligi su goturmez.
Haydar Karatas”in senin arkadasin olduguna sasirmadim. Gecmisinden solculardan sosyalistlerden nefret eden her firsatta kapitalizmin her felaketinde solculara gecmis sosyalistlere hatta Stakhanov orneginde oldugu gibi stakhanovcu iscilere saldirmayi aliskanlik haline getirmis iki kisi. Bu arada Haydar Karatas”in mentalitesini daha iyi anlamak isteyenler icin, onun bir makalesinin ve ona karsi yazilmis cevabin linklerini veriyorum.
http://www.kurdistan-post.eu/tr/medya/duzgun-babaya-ziyaret-gericilik-de-marksin-mezarini-ziyaret-neden-ilericilik
http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kendini-kaf-daginda-zanneden-bir-ceyrek-aydinhaydar-karatas
Gecmiste TKP ML li imis yazik olmus TKP ML liler durust insanlardir Turkiye ye sosyalistlere gelen ilk belediye baskanliklari da onlarin fedakarliklari sayesinde kazanildi. Karatas ise bu belediyelerin kendini seyit yani peygamber soyu ilan eden alevi dedelerinin denetiminde olmasini istiyor.
Ahmet, Alevi dinciliği ile neyi kastediyorsun? Müslüman, Sünni, Hıristiyan kadar Alevilerin de inanç özgürlüğü yok mu? Aleviler diğer din ve mezhep mensuplarına ve dinsizlere ne yapmış? Yok kastettiğin, inanmadığı halde Aleviliği kullanan bazı Alevi kesimlerse (Alevi milliyetçiliği diyelim), aynı şey inanmayıp da İslam’ı kullanan M.Kemal, Kemalistler, Türk ulusçuları, Arap ulusçuları, hatta iyice gerilere gidelim Emeviler ve münafıklar için de geçerli, bunu hepimiz eleştiririz.
Ayrıca Marksizm’in İslam veya Hıristiyanlıktan, Troçkizm-Stalinizm çekişmesinin, Sünni-Şii mezhep kavgasından ne farkı var?
Marks-Lenin-Troçki-Stalin-Muhammed söylenmesi gereken her şeyi söylemiş, her yaptıkları doğru, yeni bir şeye gerek yok buna göre.
9 no’lu yorumda önerilen iki link’e tıkladım…
İlki “insanca” yazılmış… İkinci yazı bir makine, bir bilgisayar tarafından…
H. Karataş’ın ne demek istediğine baktığımızda, cımbızla çekip almadan, “hayat karmaşık” diyor. “Öyle ezbere doğrular” yok… “Kimse yeryüzünde en doğru benim diye kimseye zulmetmesin!” Hepsi bu… İnsan denilen yaratığın binlerce yılda yaptığına hemen burun kıvırma…
Bir ateist olarak ben de din’lerin ve bu dine inanan zeki, duyarlı insan-bilgelerin kendini-hayatı-insanlığı-tabiatı anlamaya ait analizlerine zaman, zaman ilgi duyar, anlamaya çalışırım.
Şarlatan, şabloncu “idiotlar” insana ait bu bilgelikleri kirletse de ayıklamaya çalışırım… H. Karataş olgunun bu yanını anlatmaya çalışmış…
İkinci link, okumaya çalıştım… Aptalca bir “malumat-furuşluk”. Genç olmalı… Fanatik bir dinci akıl makanizması ile yazıyor da yazıyor… H. Karataş’ı anlaması için 30 yıla daha ihtiyacı var… Belki de 100 yıla… Şu mümkün… Eline bir tabanca verilirse bu yazarın, tüm dünya bilgeliğine de sahip olacaktır…
Ne yazık? Bunca çaba, bunca okuma ve sonuç… Evet, işte bu “idiotluğun” ideolojisidir…
Yanlış…hem de çok yanlış…biz gençlerin H.Karataş’ı ya da G.Zileli’yi anlamaya çalışmaya ihtiyacımız yok. Onların bizi anlamaya ihtiyaçları var. Onlar bir dönemdi ve o dönem kapandı.
H.Karataş gayet masumane duygularını,acılarını yazmış. Söylemek istediklerini söyleyemese de-sol camia izin vermez-söylemeye yeltenmiş. Saygı duyulmalı ama…Ama hiç bir teorik bilgisi olmadığı bir mecrada at koşturmaya çalışmış. Din ve ideoloji…her babayiğidin harcı değil…son olarak Haydar yoldaş, ideolojisizlikte bir ideolojidir.
Özneler Ahmet özneler. Çalışan sınıfa, bir kurtarıcı olarak görünen, ona o şekilde muamele eden bir partinin, onların verimliliğini arttırmak istemesiyle, burjuvazinin innovasyon demesi arasında fark nedir Ahmet? Fark yoktur. O halde neyin tartışması bu? Biz verimliliği had safhaya çıkarabilmek ve daha komplex işler yapabilmek için bu işi yapıyoruz. Benim “Hadi mutlu olalım”cı sosyalistlerden olmadığım besbelli. İyi de özne kim Ahmet? Parti mi? Burjuvazi mi? Yoksa proleteryanın ta kendisi mi?
Aramızdaki fark, bir uçurum. Sen açıkça çalışan sınıfın kendisi olmayan bir öznenin, çalışan sınıfı gaza getirip verimliliği yükseltmek için yaptıklarını övüyorsun. Bu tarif bugüne aynen uyuyor. Sen barikatın diğer tarafında kalıyorsun. Senin için, o proleterya olmayan öznenin iyi niyeti, kızıl bayrağı ve kendisine sosyalist demesi yetiyor. 2014 için bunlar masaldır artık. Biraz kas, Ali Koç’a alnında yıldızlı bere giydirirsin Ahmet. Sokaklar kendi konumundan gram taviz vermeyen, ama “Uruguay’a sosyalizm gelmiş” diyen paçozlarla dolu. Esrar çekmişte, serbestmiş de, başkanın tavukları varmış da. La Fontain’den masallar bunlar. Sen onlarsın Ahmet. Biraz düşün allahaşkına yahu.
“Karatas ise bu belediyelerin kendini seyit yani peygamber soyu ilan eden alevi dedelerinin denetiminde olmasini istiyor.”
Bu cümleyi görünce yeniden okudum yazıyı… Var mı böyle bir şey diye…
Ahmet, neden böyle yapıyorsun. Bu alıntıladığım cümleden sonra o yazıyı tekrar okudum. Bu bir kara delik yoğunluğuna ulaşmış bir hayatın sentezi ( bir çay kaşığı milyar ton) güzelim bir yazıya nasıl bu çamuru atıyorsun… RTE’nin çamurları yoğunluğunda!
Nasıl da çıkarsadın bu yorumu… Kendine ne büyük kötülük ettiğinin farkında mısın? Nasıl bu cümleyi kurarsın? “Düzgün Baba’ya ziyaret gericilik de, Marks’ın mezarını ziyaret neden ilericilik…”
Nasıl bunu yazıyorsun? “Herkesin işten, güçten, geçim kaygısından ayıracak zamanı yok, anlamazlar” diye mi düşünüyorsun…
Yazıyı özetledim…
„…Kardeşlerim yanıyordu ateşte/Ölüm orucunda ölüm peş peşe/ Yara bere kan içinde inlerim/ Hücrem demir, yürek demir, can demir
…“ Hasan Hayri Aslan, Diyarbakır C.evi, 1982.
İyisi insan kanını donduran bu mısralarla başlamak, hem bir vefa ve hem de içinde yetiştiğim o ruh halini hatırlamak. İlk gençlik yıllarımda bu satırları okurken, kendimi Diyarbakır zindanında hisseder, yüreğim öfkeyle inler dururdu. Sahiden de insan beton, beton insandı. Ne büyük bir şair derdim, ne büyük… o zulmü başka ne anlatabilir ki?
… Hasan Hayri Aslan bu konuşmalarımızın birinde, benim muhafazakar solun dinsel olduğunu ve bunun da ideoloji denen şeyden kaynaklandığını söylemem üzerine, facebook sayfamda: “Başımı belaya soktun be Haydar, günlerdir “ideolojinin sahiden dinle benzerliği var mı sorusuyla boğuşuyorum, sırf senin “nefret”ini anlamak için!“demiş. Bir tren yolculuğundayım, Rüti’ye gidiyorum o nehir kenarına. Bir görseniz, ağaçlar nasıl renk değiştiriyor, eteği bir yerde, atleti bir yerde, soyunuyorlar bir bir, hiç keyfim yok ideolojinin neden din olduğunu anlatmaya, hem anlatılsa ne olur ki, dini ancak anlamak lazım, onu değiştirmek mümkün müdür…
….
Yani demem şu ki, hocam güzel ağabey, şu ideoloji neden dindir tartışması senin değil benim başımı belaya sokar! İyisi bu ağaçlarla, yapraklarla sevişmek, dokunmak her yaraya, sarılmak her çıplak gövdeye…
İdeoloji neden dindir derseniz?
Türkiye’de kendine sosyalist, devrimci ya da sol diyenler yaşayan devrimciyi sevmez, ölünce severler bir devrimciyi. Beni esas düşündüren buydu. Cezaevlerinde yaşarken horlanan, ancak ölünce kahraman olan yüzlerce arkadaşım vardır.
Yaşayanı sevmeyen bu gelenek, hayatı temsil eden, sevgiyi, ailesel ilişkileri, ya da ideolojik kurgusal dünya dışında insani ilişki kuranlara kötü gözle bakan, (ahpap-çavuş) yozlaşmış olarak gören, ölüye ise tapan, ‘yani yaşasın ölen’ diyen bir gelenek .
Ölü devrimciden dokunulmaz idol yaratan bu ideolojik hareketlerin biri yoktur ki, yaşayan devrimciyi sevsin.
Ancak yaşarken idol olabilecek tek kişi örgütün lideridir!
… ideoloji kavramını ilk 18. yy’da Fransız düşünür Diderot işledi….Bunun için, fikir önce idealize edilmeliydi, semboller bulunmalıydı, bayrak, giyim ve en önemlisi o fikri değiştiremeyecek bir kişi, (bu lider de olabilirdi)… Diderot’un ideoloji tanımında gelecek yoktu, geçmiş değerler savunusu vardı, bu nedenle Diderot İdeoloji’nin sadece birinci ayağı olan bağlılık fikrine yetiyordu, gelecek algısı eksikti, bu haliyle bir sistemi yıkıp yerine yeni siyasi sistem kurmak isteyenler için yararsızdı fikirleri. Mutlakıyet rejimlerinin işine yarıyordu fikirleri denebilirdi. , bu noktada fikrin ikinci ayağı 19. Yy’da Ester Renan tarafından işlendi, daha doğrusu Renan İDEOLOJİ kavramını popülerleştirdi demek daha doğru olur. Sol’un düşünsel sistematiğini oluştururken etkilendiği esas kişi Renan’dı. Althuser’in ideoloji ve devlet tabiri tam da Renan’ın istediği şeydi, tersten ideoloji yaratmak! Ki günümüz solu bunu yapar, devletin ideolojik dizgeler bütünü karşısına, kendi ideolojik dizgesini kurgular. Oysa özgürleşme bunu aşan bir şeydir. Sanırım Lenin bunu fark etmiş olmalı ki, yada itirazları minimalize etmek için, ideolojiyi temsil eden parti, o ideolojik dizgeyi ayakta tutacak olan ordu ve devlet kurumlarını kapitalist görüyordu ve komünizm ‘de bunlar kaldırılır diyordu, ki bu da Renan fikriyatıydı. Lenin’in sözleri Renan’ın belirttiği gelecek idealizmi yaratmak dışında bir şey değildi, yanlışsa bir şey, savunulmaz, olmayan bir geleceğe bırakılmazdı. Renan’ı ideolojik dizge oluşturma fikrine götüren esas olarak bir ansiklopedi için yazdığı ulus tanımıydı.
Her şey onun şu cümlesiyle başlıyordu: “Die Nation ist eine große Solidargemeinschaft, die durch das Gefühl für die Opfer gebildet wird, die erbracht wurden und die man noch zu erbringen bereit ist…“ Yani Ulus büyük bir askeri topluluktur, ki onun hissiyatını kurban (sembol) oluşturur” cümlesiydi.
Renan, bunu muazzam formüle etti ve idealizm fikriyatıyla ideoloji kavramının kendini tamamlayacağı algısını oluşturdu.
…
Bir başka Fransız düşünür olan Destutt de Tracy (1789) yani Fransız devrimi aşamasında İdeolojiyi şöyle tanımladı: „bir siyasi inançlar sistemi“ bayrağı, ibadet biçimi olarak onun bu uğurda öleni anma biçimini ya da ifade biçimi ve hatırlatmayı koyuyordu. Yani kuran ayetlerini sürekli hatırlamak gibi, devamlı taraftarlara bunları hatırlatmak, Muhammed’in müzik dinleyecekseniz peygamber ve Allah sevgisini dile getiren İlahiler söylenebilir, tezi gibi. D. D. Tracy’de, bayrak, kurum ve değer yetmez, onları taraftara hatırlatmak için, ses ve slogan da gerekir diyordu. O semboller yoksa inançsızlık ithamı, ya da davaya ihanet söylemi metaforik olarak dinden transfer ediliyordu.
Son derece uzun bir mevzu olan bu ideoloji din midir, bilim midir hikayesini bence çağımızda tartışmak anlamsızdır. Türkiye solu, (ki muhafazakar solu dahil edebilirim buna, özgürlükçü sol ve liberal sol bu konuda daha iyidir) dindardır ve ideolojik olduğu için dinsel olarak kendini yaratır.
…
Özetleyelim,
Türkiye solu özelikle Dersim’de insanların dağ mabetlerini ziyaret etmesini, gerici ve feodal görür, ya da MEKKE’ye yapılan HAC ziyaretlerini, oysa aynı sol Karl Mars’ın mezarını ziyaret etmekte, İbrahim’in, Deniz’in ve Mahir’in mezarlarını ziyaret ederek tersten aynı rütüeli yapmaktadır. Bu ziyaretler bir annenin oğlunun mezarını ziyaret etmesi değildir, orayla karıştırılmamalı. Dine karşı din koyar. Dokunulmaza karşı dokunulmaz, ölen ve hayatta olana saygı yerine tapınmayı getirir.
Zihinsel asimilasyon
…
Her sol grup ölen insanı idealize ederek onun idol haline getirir ve şehit kavramını İslam’dan daha sert haliyle yücelterek düşünceyi sınırlar, düşünceyi idealize ederek Renan’ın istediği bir tapınma kültüne çevirir. Diderot’un dediği biçim tam da burada ortaya çıkar, ölenin dili yoktur, konuşmaz, ölene saygıyı sömürür, …. Bizde sol aydın kısmen daha ideolojik olmayan (ki kanaatim sağlam soldur) ÖDP, eski Türkiye İşçi Partisi gibi daha serbest tabanlardan çıkmıştır.
…
Bazen bakarım bu örgütün yayın organına Murat Dil’i kahraman olarak anarlar hala, niye! İşte Diderot’un fikre idol gerekir tezi! Tapınma kültü dediği şeydi bu.
İDOLOJİ için öldürmek
, yani İdeoloji, dinin kendisidir, İslam ideolojisi, Hristiyanlık, Kemalizm, Stalinizm, Maoizm, Leninizm bu kavramların hepsi bir dinselliği ifade eder. Onları idealize etmek, sembollerle anma teşebbüsü dinin kendisidir, eğer bu sembolleri evinize asıyor, o uğurda Renan’ın deyimiyle ölüyor ve öldürüyorsanız, ideoloji bir inanç sistemi haline gelmiş olur. Yakalarına anarşizm sembolleri asanlar da bunun içindedir.
… ideolojinin en önemli veri tabanı, ithamcılıktır. İnsanı algılamak yerine, insanları kategorize eder ve insanı yararcılık yasasına göre sınıflandırır. Hainler, liberal hainler, yozlaşmış olanlar, kaçkınlar, korkaklar, revizyonistler vs, vs… bu tabirlerin hepsi dine dokunulmazlığı ifade eder.
Ağaçlarla sevişilmeli derim ben gerisini bilmem..
Haydar Karataş, Zürich”
Ahmet… senin sonun ne olacak?
“Yanlış…hem de çok yanlış…biz gençlerin H.Karataş’ı ya da G.Zileli’yi anlamaya çalışmaya ihtiyacımız yok. Onların bizi anlamaya ihtiyaçları var. Onlar bir dönemdi ve o dönem kapandı.”
Ne güzel bir öz güven bu.. kesinlikle şaka etmiyorum… Lütfen, yardımcı olun… “anlamak, o ne müthiş bahtiyarlık, gideni ve gelmekte olanı…”
Anlamamız gerekeni olabildiği kadar anlatmayı deneyin… İyi bir baba-anne evlatlarını anlamak ister… Bundan gocunmaz… Dilerim gerçek roller böyle olsun… Ama korkarım hiç de böyle değil… Lütfen yanıltın bizi…
Anlattık. Gezi Parkında.
Sizin adınıza üzgünüm… Gezi parkını hiç anlamamışsınız… Birden bastıran sağanak yağmurun, gök gürültüsü ve yıldırımları koşullayan meteorolojik süreçleri bilmeyen tarih öncesi insanları gibi…
Önemi yok… Yeter ki bu İsyan duygusu taşınsın…
Bu yolda son 70 yıldır acı çekenler, ölenler bu İsyan’lar için yaşamışlardı… Deniz, Mahir, İbrahim, Erdal, Sinan, Yusuf ve yüzlerce genç ölü… Yaşayanları saymayacağım… Ama Gün Z. yi anmak zorundayım… (Şu sıralar öz yaşam öyküsünü yarıladım da…) Hepsi de sevinirlerdi… Nankörlük yapılsa da anlarlardı; kendileri de yapmıştı ve anlarlardı…
Unutulmak elbette üzmezdi onları, İsyan etmeyenler üzerdi onları…
Bu anlatıları sürdürmeniz dileğiyle…
Bir özür! ahmet bey alevilik yaptığımı söylemiş ya… o noktadan başlayayım, benim için fark etmez, İsviçre’de minareler yasaklanınca müslüman kardeşlerim için kartondan devasa bir minare yaptım ve isviçreli bir grupla cami eylemi organize ettik. Çok güzel bir eylemdi, hiç bir örgütün öncülüğünde olmadı, tamamen bir sosyal ağ üzerinden bir iki saat içinde binlerce kişi bir araya geldik.
Zürich Koch Strasse’de bir cami var bir evin altında gider bazen halılarına bakarım, abdest alanlara, yaşlı göçmen işçilerin bu hali bana çok şey anlatır.
Kiliselere gitmeyi çok severim, çok ayin izledim.
Aleviliğin dünyadaki gizli inançlardan olduğunu düşünüyorum. Tamamen gizlidir, bu inancında artık korkmadan kendini ifade etmesini isterim. Türk müslümanlar ermenileri, rumları temizlemiş müslüman türkiye’yi yarattıklarını düşünürken, yeni bir dinin çıktığını görmeleri doğrusu çok zevkli olur.
yanlış şuydu, ben ahmet bey’i yanlış anladım. Hayat yanıltıyor bizi, dedim Gün Zileli okuyorsa konuşulacak biridir, tartış-ma yerine sohbet etme erdemindedir.
Bütün hata buydu, ancak sonra utandım kendimden, keşke muhatap olmasaydım dedim, alevilerin güzel bir sözü vardır, “varıp her kapıya yükün açma”, gerçi bu sözü de bozdular, “cahille sohbet kestim” diye devşirme bir atasözü çıkardılar…
Oysa varıp her kapıya yükün açmadır…
Be adam, hadi kendinden hiç sıkılmadın, bari Gün zileli’den utansaydın. Küfür ve hakaret olan, benim yazdıklarımla hiç ilgilisi olmayan bir linki kaynak göstermiş.
evet bin ideolojiyi din olarak görürüm.
benim gördüğüm o. bir yerde kutsama varsa, kurban ve büyük düşman varsa, gayet de din oluyor. İdeolojinin kökenide bu kelimeden gelir… geçenlerde Zürich’te seminer veren Marksist felsefeci Prof. dr. Sinan Özen İdeoloji kitabında bu kökene hiç değinmemiş, söyledim kendisine. Sinana bey, ideoloji bilim değil demeyi yeğledi ki, bunu dahi türkiyemiz için ileri bulurum. Büyük bir sorgulama…
O. Gürsel kardeşim ne demek istediğimi anlatmış. Bana gelince, bu dünyada itham ve yargıda bulunmak istemem, en çok da bundan utanırım.
İnsanlar itham ve yargıyı hak etmezler, anlaşılmayı beklerler.
anlamaktır bütün hikaye. O. Gürsel kardeşim demiş onların bizi anlamaya ihtiyacı var, elbette sadece seni onu değil, her insanın kendini anlamaya ihtiyacı vardır. O anlam arayışıdır insanı insan yapan. İnsanlara gelecek vaadi, sol muyum sorusu da bana göre orada başlıyor…
Marks sık sık Zebur’dan örnek verirdi, Türkçe’ye incil sözleri diye geçmiş. Eski Lahit Zebur’un fasikülleridir.
151 şiirdir, ilk dindir… tabii din demek gerekirse,
Ahmet bey, yazdığım alevilik yazılarını bence okumasın, erdoğan onları anlıyor ondan dinlesin…
Kötülerin yolları her zaman başarıya götürür.
Öyle yücedir ki senin yargıların,
Kötüler anlayamaz, düşmanına burun kıvırır.
İçinden, “Ben sarsılmam” der,
“Hiçbir zaman sıkıntıya düşmem.”
Ağzı lanet, hile ve zulüm dolu,
Dilinin altında kötülük ve fesat saklı.
Zebur’dan…
yazık yazık bize ki, kendimize olan saygıyı unuttuk!
Gerisinin anlamı yok.
İşçicilikle övünen, yaşasın proletarya diyen bir dinden hayır gelir mi? kahr olsun demek lazım, kahr olsun burjuvazi ve onun kölesi proletarya… ahmaklığın anlamı yok. Fabrika da çalışmanın övgüsü mü olur, o övgüden insanlık mı çıkar?
Bilmem ne kadar çalışkan işçiymiş de günde 227 ton kömür çıkarmış. Ne için, tank paleti eritmek için, sanki insanlık için çıkarmışlar…
Sen git yerin altında çıkar bu kadar gurur verici şeyse…
Neyse, Özür dilerim. Önümüzdeki günlerde şu işçi sınıfı edebiyatını yazacağım. Ben ne fabrikada çalışmak istiyorum ve ne kömür ocağında. Savaş uçaklarına, ordu, parti ve din adamlarına para ödemesek gül gibi geçinir gideriz. kendi işçimiz oluruz, lüks içinde, iki saat çalışmak dahi yeter.
Erdoğan ile Ahmet bey gidip ayaklarını yere vursun, alevilik önümüzdeki yirmi yıl içinde yeni bir din olacaktır.
şehit aleviniz olmayacak onu bilin yeter. İslam başka inanca tahamülü öğrenir, bir de güzel olur!
Alevi ocaklarını Kemal Atatürk yasakladı onları islamlaştırdı, yeniden kurulsunlar.
Evet, senin Karl Marks’ın mezarını ziyaret etmen, Gün Zileli’nin Bakünin mezarını ziyaret etmesi ne kadar haksa, Alevilerin de ocaklarını ziyaret etmesi o kadar haktır. Ben de mezar ziyaret ederim. Kendi mezarıma her gün giderim…
Eskiden bak bu gavur derlerdi, şimdi bak bu sosyalizm karşıtı diyorlar… linç aynı, beslendikleri ruh aynı… özür bilmezler, mezbur okumazlar, ruhlarının hangi kazanda piştiğinden habersizler…
Gün böyle okurlarımız olduğu için bence intihar etmeliyiz!
Sadece Gün’ün yazılarını okurdum. Orayla sınırlı kalsın Gün Zileli takibim… İsviçre devleti Stahanov gibi beni çalıştırıyor, zorla işe gönderiyor… yüzde altmış çalışmak dahi bana ağır kölelik gibi geliyor.
Stahanov’un o günkü Sovyetlerde günlük kazandığı yövmiye ile kendi yövmiyemi de karşılaştırdım. Onun 13 katı fazla zanıyorum, o aylık parasıyla o günkü koşullarda 340 ekmek alıyormuş, ben yüzde altmış çalıştığım halde 4420 ekmek alabilirim.
http://www.serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=29058
10 numarali anonim arkadasa,
Bir kisinin Hristiyan budist musluman alevi sunni ne olursa olursa dinine inanmasi baska seydir, bu dinin ruhbanlarinin, yani imamlarin dedelerin seyidlerin seyhlerin hahamlarin vblerin dini siyasi iktidar icin politik cikar icin kullanmasi baska seydir. Ikincisine biz dincilik diyoruz. Ornegin bir adam Allah”a inanabilir, gunde bes vakit namazini kilabilir buna kimse karisamaz, bu insanlarin haklarini en once sosyalistler savunur, ama bir imam eger “muslumansan AKP ye ya da CHP ye oy ver” diyorsa, ya da “kurban derilerini mesela su okullara ver” diyorsa ya da “kiz cocuklari baslarini ortmesi gerekir yoksa cehenneme gider” diyorsa bu dinciliktir.
Dincilik sadece sunilikte yoktur her turlu dinde vardir. Eger birisi toplumun dini temellerde orgutlenmesini istiyorsa bu kisi dincidir. Biraz daha acayim eger birisi ulkemizi seyhlerden imamlardan olusan bir din kurulu yonetsin, yonetim seriat kanunlari ile yapilsin derse bu adam dincidir. Ayni sekilde birisi Dersim toplumunu etnik toplum olarak tanimlar, etnisitenin temelini alevilige dayandirir, sonrada Dersim toplumunu alevilik temelinde basta 12 alevi ocagi olmak uzere alevi ruhani liderligini toplumun basina getirmeye calisiyor, bu arad secimle gelmis politikacilari politik gorusu ne olursa olsun bu dini yapiya tabii kiliyorsa, politikayi politika yapma hakkini sadece bu ocaklara taniyorsa bu adam alevi dincisidir. Haydar Karatas”in onerdigi tam da budur. Bakiniz Sayin Karatas”in siyaset ustu bir dersim kongresi toplanmalidir yazisi (http://www.cilagazete.com/haydar-karatas-siyaset-ustu-bir-dersim-kongresi-toplanmalidir)
Karatas bu yazisinda bir yahudi dincisi olan Thedor Herzl den esinlenmis. Bu arada ne kadar artik anti-sosyalist olsa da yine de kendisine Marx’dan bir destek aramis, Marx’in Theodor Herzl’i destekledigini iddia etmis, dogru degil tabii, Herzl 1860 da dogar, yahudilikle ilgili kitaplari vb leri 1890 lar sonrasidir, Halbuki Marx 1883 de olmustur, Herzl in adini bile duydugundan supheliyim, ama bolsevik devriminden sonra fasist cevrelerde yahudilerin dunyayi ele gecirme projesinden bahseden irkci ve yahudileri hedefe oturtan iddialar yayinlandi, bu iddialar ise komunizmin bir yahudi projesi oldugu noktasina goturuldu. Bu iddia nazilerin alman halkini SSCB ye karsi savasa ikna iddiasi idi. Rusya yahudi bolsevikler tarafindan yonetiliyordu, Marx Herzl hepsi yahudi ve bir plan dahilinde dunyayi ele gecirmeye calisiyorlardi nazilere gore. O yuzden bu yahudilerin durdurulmasi gerekiyordu, fasist almanlar milyonlarca rus ukraynali polonyaliyi onlarin yahudi olduguna inanrak oldurdu, benzer tezgah Turkiye de MHP eli ile aleviler uzerinden yapilanmaya calisildi, komunistlerin aslinda alevi yada alevilerin aslinda komunist oldugu iddiasi ile anadolu sunnileri alevilerin uzerine kiskirtilmaya calisildi. Sanirim Karatas bu fasist propagandalardan bazilarini okumus ve uzerine atlamis , bakiniz Therzl”in dinci goruslerine Marx da yazilari ile destek vermis. Yersen! Theodor Herzl yahudi dinciliginin fikir babasidir.
Yusuf Cemal, Bazen sen mi karisik yaziyorsun ben mi anlamiyorum ama ne sordugunu ne tartistigini anlamiyorum. Eger soyledigin ” uretim artisi ister burjuvazi ister devlet burokrasisinin denetimindeki bir ekonomide yapilsin bu artisin meyvesini burjuvazi ya da burokrasi yer” mi? Eger buysa benim buna ilke duzeyinde itirazim olmaz. Sonucta bu senin 1930lar SSCB sini nasil gordugun ile ilgili bir sey. Ben zaten burada bunu tartismiyorum, benim yukaridaki yazim Karatas’in Soma daki madenci katliami ile SSCB de 1930larda bir isci hareketi olan Stakhanov hareketi ile ozdeslestirmesi.
Yukarida soyledigim gibi iddian bu ise buna ilke duzeyinde itirazim olmaz, ama iki soma katliami ile SSCB deki isci kosullari aynidir diyorsan, ustelik bir isci hareketi insiyatifi olan ve merkezinde verimlik artisi, isyeri demokrasisi, isyerlerini kimin yonetecegi vb olan Stakhanov hareketi aynidir diyorsan hah iste orada duralim derim ben. 1930 lar SSCB sini, ki iscilerin komiteler araciligi ile isyeri yonetimlerinden soz sahibi olabildikleri, grevden saglik egitim bir cok seye kadar haklarinin oldugu, cezaevlerinde bile ucret ve calisma kosullarinin SOMA dan daha iyi oldugu, iscilerin bir is kazasi oldugunda oldugunda grevler protestolar yolu ile yoneticileri mahkemelere gonderip cezalandirtabildikleri bir sistemi bir tarafa birak, ozellestirme oncesi maden kosullari bile simdiki SOMA katliam kosullarindan farklidir ve aynilastirilmaz. Isciler soyluyor zaten devlet madeni iken 3000 tl aliyorduk, ya da is guvenligi daha fazla idi diyerek. Sonucta 1941 den bu yana en buyuk iki kaza birisi 200 den olum ile Kozlu da 1992 de digeri de Soma kazasi ikisi de ozellestirme sonrasi oldu.Bu noktada SOMA katliami madenlerin devlet denetiminde oldugu katliamlardan bile farklidir. Cunki madenler devlet denetiminde ikende bu madenlerin meyvesini burjuvazi yer ama en azindan taseronluk sistemi yoktur isciler daha iyi kosullarda calisir ( mesela Kozluda isciler bir ay calisir bir ay tatil yaparlardi ama maaslarini tam alirlardi) is guvenceleri vardir vb. O yuzden birisi cikar da kemalist hukumet zamaninda 1963 de te kozlu da su kadar insan oldu, bu noktada ikisi de aynidir derse ben buna karsi cikarim. Cunki ayni degil ve boyle bir iddia SOMA katliamini mesrulastirmaya onemsizlestirmeye yarar. Burada benim asil sorunum Stakhanov”dan cok ( ki oda sorunumdur) bu kiyaslama yolu ile onemsizlestirilen Soma katliami.
Bu noktada, bu katliami degerlendirirken, Tayip Erdogan”in ” bakiniz benzer kazalar Ingiltere de Amerika da da oluyormus ” demesi ile SSCB de de zaten isciler eziliyormus, Lan bu stakhanov ne boktan adammis hepsi aynidir demek ayni seye hizmet eder, bu kazanin aslinda siradan oldugu dusuncesinin kabulune, kazanin maden isinin fitratinda olduguna.
Sayin Karatas,
Beni okumayacaginizi soyluyorsunuz, zaten bir sey okudugunuzu da sanmiyorum, Karl Marx”i Theodor Herzl”e sahit yazmissiniz, Madenlerden Baleye Tiyatrodan tarima kadar bir cok alanda alanda bir kac yil firtinalar estiren, 1930lar SSCB sini derinden etkileyen Stakhanov hareketinin iscinin ne kadar cok kazma sallayacagina iliskin bir yarisma oldugunu iddia etmissiniz, okuyan bir insan bu sacmaliklari niye yazsin? Aslinda daha bir suru sacmaliginizi yazabilirim ama bu zaman harcamak olur, sacma iddialara gelince makinali tufek gibisiniz, onlarcasi bir yazida ortaya sacliyor.
Hala yaziyorsunuz, ama okumadan. Tutmussunuz aldiginiz ucretin Stakhanov”un aldigi ucrete gore 13 kati fazla para kazandigini soyluyorsun, neye gore hesapladin? nerden hesapladin. Yillari nasil esitledin? sen bana soyler misin 1936 yilinda Ingiltere de bir madenci kac sterlin aliyordu? evi varmiydi? calisma guvencesi saglik guvencesi secme secilme hakki varmi idi? Bir madencinin gece derslerinde basari gosterip universiteye gidip okuma hakki varmiydi? OLdugunde cocuklarina esine devlet bakiyor mu idi? Grev hakki varmi idi? Bedavaya Tiyatroya sinemaya gitme hakki var idi? Senin bu haklarin var mi? 1920ler 30lar Ingilteresinde Almanyasinda ABD sinde yilda kac kisi madenlerde oluyordu senin bir haberin var mi? Peki bu olumlerden dolayi isciler greve gidip sorumlularin mahkemeelrde yairgilanmalarini saglayabiliyormuydu?
Okumadan yazarsan sadece sacmalarsin. Stakhanov hareketi uzerine hareketin kendi yaraticisi olan iscilerin, harekete karsi cikanlarin destekleyenlerin vb onlarca orijinal makale var, iclerinden destekleyen ve karsi cikan sadece ikisini bile okumus olsan su ekmek vb sacmaligini yazmazdin.
Yazdiklarinin cogu demagojiden baska bir sey degil, sosyalistlere onlarin sloganlarina flamalarina karsisin, ideolojiye karsisin, ama is alevi ocaklari olunca itirazin yok. Sanki duyanda Alevi ocaklarini Dersim Bilimler Akademisi sanir. Hesapta politikaya karsisin, secilmislere iliskin yuzlerce elesiri getirirsin ama ama is alevi aristokrasisine gelince alevi ocaklarina gelince is degisiyor. Sanki alevi dedeleri seyyyidler Rayberler secimle is basina geliyor. Bahsettigin senin dini kurumlar, basindakilerde babadan ogula gecen kendilerinin soyunun peygamber oldugunu iddia eden bazi kimseler. Dersimli bile degil, Peygamber soyu. Soylular yani, iktidarlarinin kaynagi buradan geliyor. Senin merhametini yiyeyim ben.
Gun,
Yillar once bisikletle Scarborough”a gittim. Ingiltere”nin kuzeyinde Yorkshire bolgesinde cok guzel deniz kenarinda bir sehirdir. Gezerken sehre bir tepenin uzerinden bakan uzaktan hos gorunen bir kilise gordum. Oraya ciktim, kilise kilisenin bahcesinde mezarlar, mezarlar arasinda banklar var. Sehir ve deniz ayaklarinin altinda. Korkunc guzel ve huzurlu bir yer. Orada otururken yandaki mezarin Bronte kardeslerden Anne Bronte ait oldugunu farkettim.
Kizlarim buyudugunde onlari oraya goturecegim, onlara Bronte kardesleri anlatacagim, o zaman hayatin emekciler icin cok kotu oldugundan ama kadinlar icin daha da kotu oldugundan bahsedecegim. Oyleki bu kizkardeslerin hepsi cok kucuk yasta olduler, Anne Bronte oldugunde 29 yasinda idi. Ama bu kadinlar kaderlerine karsi ciktilar, o donemde kadin yazar olmanin imkansiz oldugu bir donemde yazar oldular, hatta romanlarini erkek isimleri ile yayinladilar, Hatta Wutherin Height yazari Emily Bronte unlu oldugunu bile gorememisti, bunlari anlatacagim, onlara kader diye bir sey olmadigini, kader dusuncesinin insanlari somurmek isteyen din adamlarinin bir uydurmasi oldugunu, kaderini herkesin kendisinin yazdigini, hizir mehdi gibi seylerin uydurma oldugunu, gercek mehdininde hizirinda kendi kaderini eline alan orgutlu insanlar oldugunu anlatacagim. Bu konuda Bronte kardesleri ornek almalarini isteyecegim.
Bir gun Berlin” gidersek cocuklarima , ki birisi onun adini tasir, bu sehirde bir zamanlar Roza Luxemburg”un yasadigini anlatacagim. Onun Dunya emekcileri ve kadinlar icin yaptigi mucadeleleri anlatacagim. Su an Avrupa da kadinlar ve emekciler daha iyi haklara sahip ise bunda Roza gibi kadinlarin payini anlatacagim. Eger daha iyi bir dunya istiyorlarsa bu dunyanin kaderinin kendi ellerinde oldugunu soyleyecegim, Roza gibi devrimcileri ornek almalarini soyleyecegim. Hatta emperyalizm bahsinde Sermaye birikimini beraber okuyacagiz, elestirerek tabii, Roza nin ekonomi uzerine olan gorusleri oldukca eklektiktir.
Haydar Karatas ise cocugunu Duzgun babaya goturecek, Duzgun babadan yardim isteyecek, cocugunun bir alevi dedesine baglanmasini isteyecek ve politika yapmamasini isteyecek ben ona dinci deyince sen itiraz edeceksin. Pek umudum yok ama sen bir daha dusun istersen,
Düşündüm: Senin insanları tanımaya zerre kadar önem vermeyen bir yaftacıdan başka bir şey olmadığı sonucuna vardım. Haydar Karataş, devrimci mücadele içinde yer almş, polis sorgularından yüz akıyla çıkmış, 10 yıl yüz akıyla cezasını yatıp hiçbir teslimiyet göstermemiş, insanlığa ve geleceğe umudunu hiçbir zaman yitirmemiş, onca olanaksızlığa rağmen yazdıklarıyla kendini yeniden var etmiş, bugün de Zürih’te gariban sığınmacıların barınaklarında onlarla insanca ve arkadaşça ilişkiler kurarak zorunlu çalışmasını sürdüren, son derece dürüst, herkesin saygısını kazanmış, yeri geldiğinde dinle de dincilerle de, her türlü bağnazlıklı da hoş bir şekilde dalgasını geçebilecek derecede gelişkin bir insan, bir edebiyatçıdır. Ben de senin yerinde olsam böyle bir insana tanımadan, etmeden, bilmeden, öğrenmeden vurğğum dinci yaftası üzerinde biraz düşünürdüm. Pek umudum yok ama.
Neden senin istediğin tartışılıyor anlamadım. Tartışma Stahanovizm. Taylorizmin Rusçası. Eğer tartışmak istemiyorsan cevap vermezsin, olur biter.
Mesela işyerlerinin işçiler tarafından kontrolü. Külliyen hikaye. Nedeni çok basit. İlk başta bolşevikler felan izin vermiyor değil. Kimileri öyle deselerde. Asıl olarak o yetkinlik düzeyine ulaşmamış. O sebeple sanayide “uzman” adı altında, eski patronlar ya da eski mühendisler işe alınmak zorunda kalınıyor. Sanayide Troika kurumunun tarihi bu durumu güzelce özetliyor zaten.
O komitelerin işlevine ilişkin bir tane kanıt gösteremezsin. Yeni Dünya’da yazardı, gitmişler de görmüşler de, şöyle güzel de, komiteler böyle iş yapıyor da diye. Külliyen yalandı tabi. TBKP kurulduğunda o Yeni Dünya dergisinin hikayelerini anlatmışlardı. Bu da olmadıkları demektir. Zaten direk Sovyetlere ilerleyen, fabrika komiteleri gibi bir şeyleri bile konseylerden sonra kuran bir devrimden bahsediyoruz. Son derece normal.
Stahonovizm = Taylorizm = Soma demektir. Bu böyle biline.
Gün bir önemi yok. Ahmet bey’e göre, insanları sosyalizm adına çok çalıştırmayın, sosyalizm adına insanları öldürmeyin demek anti-solculuk oluyor. Soros’un Globalizm ve Kirz kitabını okusa Soros’a adam Kapitalizmi eliştiriyor diye anti-kapitalist derse şaşırmamak lazım!!!
Dersim Kongresi bir yıla kadar toplanır, belki iki yılda toplanır. Katliama uğramış halklar kolay kolay toparlanamıyor. Bu kongrenin ön çalışmaları bir süre önce başladı. Dileğim dediğim şekilde olması.
O zaman, bir bütün olarak katliama uğrayan toplulukları bir bütün olarak görmüş oluruz. Elimden gelse Türkiye çingene konrgerisini de toplardım, acaba onlar bunca yıl inançlarını nasıl yaşadılar, nasıl yok edildiler…
Sol fikriyat aslında baskı görmüş bütün kesimlerin özgürleşmesini isterdi. artık öyle değil, Diyarbakır’da İslam kongresi toplantı, niye toplandıysa? Diyarbakır’da İslam baskı altında mı?
Avrupa’da toplasan anlarım, Hindistan ve Rusya’da gene anlaşılır. Hakim olanın neyini toplayorsun.. Buna ses çıkardı mı acaba Ahmet bey bilmiyorum. Bana verdiği, beni ihbar ettiği gibi ihbar etti mi bir yere, gerçi nereye edecek!
her fikir konuşmaya değerdir. bana şu bu demesi de mümkün, ancak burada etik olmayan bir şey var. Sence nerey haber veryior, bak bu adam alevi ocakları kongrede yer alsın diyor, ya da Dersim ayrı bir kongre toplasın derken?
Türkiye’de siyasetle ilgilenen bu ihbarın yapıldığı otoriteyi biliyor…
Dersim kongresine gelsin derim, nasıl öldürmüşler görsün, bir toplumu nasıl dağıtmışlar… Tabii bu kongrenin esas amaçlarından biri, her ne fikir savunursa savunsun ölümler karşısında toplu durabilmektir…
Böyle bir karar alırsak çok büyük bir şey yapmış olacağız.
Öldürülenlerin hakkını savunurum, onlar örgütlensin isterim. Beni onlardan sayacaklar saysın. Bu güzel bir suçtur, tarih boyunca birileri bu suçu işledi ve bedelini de ödedi.
Keşke zamanım olsa, anlatsam neden gerekli ve bu kongrenin bazı sosyalist grupları nasıl rahatlatacağını anlatabilsem…
Bir anlamı yok.
Ahmet bey, yazdıklarını götürüp bir yabancıya okutsun derim. Nefret suçu işleme var, bazı yerlere bir yazarı hedef gösterme var! çünkü eşit diyalog metoduyla konuşmuyor, pencereye çıkmış bağırıyor, burada sosyalizm düşmanı var diyor!
Ah be gülüm, bir görsen bu yolla ne çok insan küstürdük, ne çok yürek kırdık, yok ettik. Troçki’yi hitlerin işbirlikçisi dahi yaptık, Buharin bir kütüphaneden gözyaşları içinde mektuplar yazdı…
Bakunin provakatör ilan edildi vs, vs…
Ne için? kim için…
Dersim kongresine gelsin, annemi dinlesin derim. tabii o tarihe kadar daha yaşarsa…
Gene söylüyorum, sen Karl Marks’ın mezarını nasıl ki ziyaret ediyorsan ve nasıl ki yakana, evine kızıl bayrak ablemi asıyorsan, bırak benim annem de Düzgün Baba’yı ziyaret etsin. Düzgün baba bir taştır, o da orada ağlıyor. yüz yıllardır oraya gidip ağlamış.
O taş senin çıkıp bağırdığın gibi bağırmıyor, işte hain burada demiyor! içinden geldiği gibi konuşuyor. onu hor gören, geri görenler onları camilere doldurdular, bırakın camideki camiye, ziyarete giden ziyarete, karl marks’ın mezarına giden de Karl Marks’ın mezarına gitsin…, burada sorunlu olan onun ziyareti değil, senin ziyaretindir. Çünkü sen onun ziyaret hakkını savunmakla mükellefsin…
Sen Diyarbakır’da İslam Konrgesi Toplayacaksın, Hatay’da büyük islam kongresi toplayacak erdoğan tek protesto yok, Haydar Karataş Dersim Kongresi istiyor diye, bağırıyorsun. Hain burada diyorsun…
Hadi ordan cehalet budalası küçük burjuva tarikat çömezi… soykırımcıların yanında yer almayı nasıl da meslek edinmişsiniz.
Solcu olacaksınız islamcı anne babalarınızın gücüne güç katacak, kongresini yapacak, fukaranın vergisini alıp caminin su parasını ödeyeceksin ses çıkmayacak. Biz Dersimliler ya da aleviler kendi kongresini yapsın deyince, aha burada alevicilik yapılıyor diyeceksin öyle mi?
ya ne dediğini bilmiyorsun, ya da çoğunluğun söylediği şarkının sesine kendini kaptırmışsın…
Beni yorma! Git nereye şikayet ediyorsan et, keşke özür dileme kültürün olsa.
Dersim’de geçen yıl üç taksici öldürüldü, bunun için verdiğin tek bir tepki var mı? O yetim kalan çocuklar, acılı anne babanın ruh halini hiç düşündün mü?
Bana saldırmanın, Gün Zileli’ye küfür etmenin hiç bir faturası yok. yani bize küfür ediyorsun diye kimse gelip sana saldırmaz, ama otoriteyi eleştirmenin faturası vardır. Solculuk orada başlar, faturasını bildiğin halde cezana razı olmaktır.
Ben sovyetlerde işçiler sömürülüyordu derken, sosyalizmi bir sistem değil de din olarak algılayanların bana kesecekleri bir fatura olacağını bilmiyor muyum?
İran’da suçlu kadını idam eden iran rejimi değildir, bu kadın zina yapıyor diye bağıran ruhtur aslında cinayeti işleten…
Taşlar atılmaya başlandı mı, öyle bir eylem var mı yok mu dahi kimseler bakmaz. Yapmayın diyene de sen zinayı mı savunuyorsun denir…
Sen bağırdın, duyan duydu. merak etme yarın bir okumamda söylediklerini baz alıp saldıranlar çıkacaktır. İstersen filmini çekip sana hediye edeyim, çocuğuna onu da izletirsin.
Kızım bak ben bağırdım şu kadar kişi toplandı…
Geçenlerde birGün gazetesinde Alevilerin Hz. Muhammed’ini anlattım, yani kimdir bu mahummed. Bir diyanet proffesörü uzun bir mektup yazmış bana…
Hz. Muhammed’i fakir bir kul yapmama nasıl öfkelenmiş, hem uyarmış ve hem de nasihat vermiş… ama sözleri gene de senin bu bağırmandan daha makul!
hedef göstermeden, neden böyle düşünüyorsun diye sorabilirsin. İnsanları suçlamadan onlarla konuşabilirsin..
Böyle şeyler dinlerde olur, şu dindar şu şeytan demek. Sana mı düşmüş benim karşıt ya da yandaş sosyalist olduğum. Bunu hangi tanrı verdi size?
yani boş yere yorulmayalım…iyisi sen Dersim kongresine gel, dinle derim. Bir de onların cehpehesinden dinle bu cehennemi..
saygı ve hürmetle
Sayın Karataş,
Öğrenmek istiyorum.
Derin olarak bilmesem de Anadolu Aleviliği, Bektaşiliğinin hümanizmasının, eşitlikçi, dayanışmacı, hoş görülü felsefesinin hayatımıza taşınmasında yarar görürüm… Ama bir “din” meselesi işin içine ne kadar girecek… Dinsel dogmalar ne kadar önemsenecek? Ve bir “din” olarak mı diğer insanlara önerilecek, bir yaşama felsefesi olarak mı?
Nereden-neden aldıkları kuşkulu din’in ulularının, dedelerin, imamların diğer insanlar üzerinde ne gibi hakları, yetkileri olacak?
Hiç bir din-mezhep, ideoloji, yaşama felsefesi mutlak iyi, ya da kötü değil… Alevilik de kuşkusuz böyledir… Diğer inanışlara göre iyi yanları ağır bassa bile “mutlak iyiyi” temsil ettiğine inandığı an baskıcı, hoşgörüsüz olacaktır. Zaten Alevi-Bektaşilik neden iyi kalmıştır; iktidar olamadığı için… İktidar olduğunda malum “sünni” dinciliğe benzeyen karakter kazanacaktır…
Sizce bir din, bir toplumun örgütlenmesinde buyurucu, yönetici, düzenleyici olmalı mı? Daha çok kişisel, vicdani mi kalmalı? Dinsel “akıl”, tarihsel, deneyimsel, bilimsel aklın üzerinde midir?
Sanırım yanıtlarınız, size yöneltilen eleştirilerin de açıklaması olabilir. Saygılarımla…
Yusuf Cemal,
Taylorizm ne stakhanovizmdir ne de Soma madeninde yasanan katliama sebeb olan calisma yontemleridir. Stakhanovizm dedigim gibi madende yeni tekniklere uygun olarak is bolumu gelistirir, ayrica isyerinde isci denetimini artirmak ister. Taylorizm ise basitce anlatirsak iscinin kontroludur, 1930larda gozden dusse de hala mass uretimin yapildigi fabrikalarda taylorizmin gelistirdigi teknikler kullanilir. Zaten taylorizm genelde mesela ayakkabi, makina vb gibi ayni seyin kitlesel olarak uretildigi fabrikalar icin uygundur.
Ama taylorizm SOMA ya da uymaz. Soma”ya taylorizmin belki bazi yonleri mesela parca basi uretim kismi uyarlanabilir ama anladigim kadari ile parca basi uretim isci basina degil ama ekip basina veriliyor. Soma Zonguldak vb onlarca yildir isletiliyor, ama benzer kazalar bu madenler ozellesirildikten sonra basliyor. Zaten maden iscileri konu ile ilgili herkes soyluyor, eskidende kaza olurdu ama boyle degildi diye, her sey ozellestirme sonrasi isci guvenligine artik onem verilmemesinden sonra olmaya basladi. Gelismis emperyalis ulkelerde madenlerde kaza ve olum oranlari Turkiye madenlerine gore onlarca kez daha azdir. Ancak iscilerin verimliligini artirmak icin kullanilan yontemler benzerdir.
Ama sen kafayi Stalin” e taktigin icin sana SOM da maden cokse Stalin den bilirsin, Pakistanda deprem olsa Stalinden bilirsin.
Sayin Karatas bak gordunuz mu O Gursel bile killanmis sizin yazinizdan o da soruyor, birader dinci isen soyle bilelim diye. Ama kibar adam o biraz daha kibarca soruyor:-)
Sayin Karatas
Biribirinden tutarsiz bir suru demagoji yapmissiniz, benim sizi ihbar etmemden tutun da ( bu sacmaligi yazarken cok dusundunuz mu?) Diyarbekir Islam Kongresinin hesabini benden sormaya bir suru sacmaya yazinizda yer vermissiniz ama yazdigim seylere iliskin tek bir sey soylememissiniz. Siz Dersim toplumunu alevilik yani din temelinde orgutleme calismasi yapmiyor musnuz? Siz dersimliligi din temelinde tanimlamiyor musunuz? Oraya cagirdiginiz Alevi ocaklari liderlerini secimle seciyorda yoksa biz mi bilmiyoruz?
Ben sizin alevi kongresi cagrisini dincilik olarak nitelendiriyorum siz ise gecmiste yer aldiginiz sosyalist arkadaslariniza saldiriyorsunuz. Ne alakasi var bazi arkadaslarinizin gecmiste ya da hatta hala sekter davranmasi ile. Bazi arkadaslarinizin poliste cozulmus arkadaslariniza karsi bir zamanlar sekter davranmasi sizin onerdiginiz alevi kongresini demokrat mi yapiyor? Sizin nasil bir mantiginiz var anlamak mumkun degil.
Sevgili O. Gürsel,
Dinin getirdiği kurallar son derece katı yasalardır. Devletlerin yasalarını değiştirmek dinsel toplulukların binlerce yılda oluşan geleneklerini değiştirmekten daha kolaydır.
Alevilik sanıldığı gibi özgürlükçü filan bir inanç sistemi değildir. Cinsellikte Sunni İslam’dan daha katıdır. bu inançta tapınma kültü de islami yaşayıştan daha yoğundur. Türkiye’deki solun doğmatik ve ölü-şehit tapınmacılığı alevilikten geldiğini düşünüyorum.
Dersimlilerin ve dış dersim diyebileceğim (bektaşilik kızılbaşlığın kentleşmiş halidir derim) kızılbaş bölgeleri 1976 sonrası Türkiye sosyalist hareketini ele geçirdiler. Gün Zileli daha iyi bilir, 11 örgütün sekreteri dersimli oldu. Ben Türkiye sosaylist hareketinin toplumdan kopmasını esas olarak onun alevileşmesine bağlıyorum.
Haliyle garip bir şey meydana geldi ve alevilerin kimlik süreçleri bizzat alevilerin liderliğini yaptığı sol (illegal) tarafından engellenmeye başlandı. ahmet bey gibilerin öfkesi de buradan geliyor, alevilik dini inanç olarak kendini belirlerse, solun doğal yatağı olmaktan çıkar. evet böyle bir durum vardır, ama yanılgı buradadır. Herkesi devrimci yapamayız, bu inancın kendi yatağında akması son derece faydalıdır ve islamlaşmaz.
1960’tan bu yana, ki meclis araştırmasıdır her iki aleviden biri sunnileşmiştir…. uzun bir hikaye bu..
Ve garip olan, alevi solcuların dinsel duygularını sol içinde yaşamalarıdır. şehit kavramına tapınma, değer algısı tamamen alevi kültündeki şekliyle alınmıştır.
Keşke örnekleriyle verebilsem ve karşılaştırsak… sol alevilikten çıkmalı ve toplumun tamamına hitap etmelidir, bunun yolu da alevilerin özgürleşmesidir.
Alevilik nedir’e gelirsek?
İnançtır, kendimizi kandırmayalım bilmem o yaşam biçimi, y ada felsefedi. Hayır inanç. Neden inançtır, çünkü kendilerine ait ritüelleri var ve ibadetlerini onun dışında gerçekleştirmezler.
bektaşı alevisi de, kızılbaş ya da bulgar alevileri saz çalar ve semah döner. Cem bunların tek ibadetidir. Müslümanlar namaz kılar, hıristiyanlar pazar günü kilese ayinine katılır, yahudilerin cumartesi ayinleri var, alevilerin namazı, ya da aini cemdir.
Bu cemlerin dinsel ritüelleri, son derece katı ve kendini modernize edemeyerek ortaçağ görüntüsü vermektedir.
Solun Alevilikle kurduğu ilişki yanlıştır, aslında ben değil onlar dincilik yapıyor denebilir.
pir sultan’ın deyişlerini devrimci marş gibi söylerler. Karacaoğlan çalıp coşarlar, iyi de kardeşim bunlar o cemlerde taliplerin kendinden geçmek için söylediği cem deyişleri yani dualarıdır…
bu duaları okuyacağız, ama aleviler inanç olsun dediğinde biri, bak bu dincilik yapıyor diyeceğiz…
Adamın Dersim kongresi çağrımı duyunca küpleri binmesinin altında gizli dincilik yatar. alevi solcular dini maneviyatlarını İbrahim Kaypakkaya’yı, Deniz ve mahir’i ya da örgütlerini kutsallaştırarak yaşamaktadırlar ve bu tapınma anne babalarının Hz. Ali ve Ziyaretlere tapınmalarına çok benzer.
Ali ve Ziyaret dokunulmazdır. Hz. Ali sekiz evlidir ama hiç bir aleviyle bunu konuşamazsın, onlar onu tek eşli kabul etmiş…
Solcular, Muzaffer Oruçoğlu İbrahim’in kız arkadaşı vardı dediğinde, ayağa kalktılar, Deniz GEzmiş örneğinde de böyle bir örnek vardı.
Oysa sunni islamda lider cinsellikle de anılır ve bu övgüdür, mesela hz. muhammed 30 erkeğin cinsel gücüne sahptir. padişahlar vs…Ortada karmaşık bir durum vardır ve zamanım yok… Doğal alevilere diyeceğim bir şey yok, ama bana göre aleviliğin tapınma biçimi solun bir kesiminde görülmektedir. Ölü gömme şekilleri, ölüyü süsleme, başa takılan bantlar, ölerek yüceleceğini düşünme vs… şia islamında da benzer bir tapınma vardır, İslam’da da mevcut elbet ancak değişir, sunni islam daha yaşama dönüktür.
Zaten benim kanaatime göre, türkiye’de solun mücadele geleneği vardır, yani karşı çıkma, direnme ve ölme ancak solun alternativ bir hayat biçimi yoktur. O tamamen islamidir ve alevi mahallerinde de “yeni aleviciliktir”
bu yeni alevicilik nedir?
Bu da karmaşıktır. dağlarda yaşayan aleviler içki içer vs.. ancak şehre inerken alevi sunni komşusunun yaşam alanına girer. Yaşamı şuna indirger: “benim kızımın başı açık ama en az sizin baş örtülü kızınız kadar namusuna düşkündür.”
biz de içki içmeyiz vs, ye kadar gider…
Dersim’de yakılan birahaneler, Okmeydanında ve Gülsuyun’da yasaklanan bir dönem molotofların atıldığı biraheneler bu yeni alevicilikle ilgili diye düşünüyorum. Aleviler içki içiyor, kızlarının başı açık,eve geç geliyorlar gibi toplumsal baskıyı kovma refleksi var bu karşı koyuşta. şehirleşme olarak da bunu anlıyorlar.
Alevilerin ve özellikle dersimlilerin (ki Dersimliler alevi de değiller) onların dilinde alevi ve kızılbaş kavramı yoktur. Ra Haq derler inançlarına ki, bu Ra’nın yolu demektir. Ra güneş demek… aleviliğe geçiş yoktur, ama dersimlilerin inancına her kes geçe bilir. Günahkar dahi kefene girip yeniden doğar ve inanç değiştirerek onların inancına geçebilir. Bunun için derler, “o amo ra” yani o bizden değildi, ama yola geldi.. AMO RA, garip bir metaforu içinde barındırır. Ayın güneşin yoluna gelmesi demektir.
Aleviliği Erdoğan filan tanımlamamalı, alevilerin kendi kongrelerini yapmaları gerekir. bu inancın gizli kalmış yanlarını dinlemek ve artık korkmadan kendilerini özgürce ifade etmelerini sağlamamız lazım.
Tabii burada bunları dile getirmem son derece yanlış anlaşılmaya hatta ölüm cezasına kadar ağır bedeli var. Sovyet geleneğinde dinlere özgürlük savunmak ağır bir suçtu. Din yasaklı bir obje, önce konuşma dili olması lazım. Toplumları algılamaya çalışmalıyız, eşitliğini savunmak gerekir, sonra ne olur ayrı bir mevzu. Tehelikeli midir, evet derim sunni islamdan daha kapalı yanları vardır bu inancın.
Sol içinde de test edin, alevi ve hala örgütünde aktif bir gençle konuşun, onun liderine, örgütüne yüklediği sıfatları not edin ve sonra onun annesiyle konuşun, o militanın annesinin hz. ali’ye biçtiği misyonların aynı olduğunu göreceksiniz.
Eskiden bizim dersim’de hiç fabirka yoktu, hala da yoktur. yeni kuşaklar İstanbul ankara görüyor 1980 öncesinin pek çok genci onu da görmemişti, fabrikayı hiç görmemiş ağabeylerim ve ben proteltarya diktatörlüğünü savunurduk…
Ben tuhaf bulurum ve gülerim…
Ahmet bey,
siz dersim nedir bir yazın. Siz nasıl görüyorsunuz? Benim nasıl gördüğüm ortada, siz o algının uzağındasınız. Siz bilinçaltınızdaki cevheri bir söyleyin bakayım kimin hangi ideolojik gruba dahilsiniz.
Sahi size göre dersim nedir? ne bilirsiniz bu memlekete dair?
Benim kim olduğum, ne söylediğim ortada siz ifade edin, beni kimlere şikayet ettiğin de anlaşılsın. Gün Zileli iyi bir arkadaşımdır, hiç duymuş mudur herhangi bir örgüte yakın durduğumu, hiç bir sosyal örgütlenme içinde değilim, hiç bir dernek, örgüt, topluluğun toplantısına katılmam.
Tek başıma bireyim, davet edilen derneklere, örgütlere gider, benden talep edilen konu hakkında seminer veririm. yüzlerce, binlerce insan dinlemeye gelir.
Onlara onları anlatırım, bu bazen türkiye’deki azınlıklar olur ve genelde de Dersim.
Ama siz Dersim alevi değil dediğinize göre, nediri bir söyleyin de bu mesele bitsin?
Kürt mü, türk mü, zaza mı, ermeni mi, Kim? bir tarif yapın binlerce yıldır bu coğrafyayı tanımlamaya çalışan bunlakların derdine çözüm bulun.
Sayin Karatas,
Sorun, ya da aramizdaki tartisma Dersim’in ne oldugu uzerine degil, sorun Dersim”in nasil orgutlenmesi uzerine. Sizin bu konuda bir kongre cagriniz var, Dersim”i ayri bir etnik kimlikle tanimliyorsunuz, bir kongre cagrisi yapiyorsunuz, kongrede divan var saginda 12 inanc ocagi ( bunlar dersim alevi ocaklari oluyor) solda rayberler vb eh bir de aydin yazar vb lere yer vermissiniz ama kongrenin basinda 12 tane din kurumu var. Kongre de siyaset konusulmayacak, konusanlar sizc siyaseti degil toplumsal varligi temsil etmeli ve akli sureci tartismali.
Dini kurumlar altindaki her akli surec ozunde dini surecler olmaktan kurtulamaz.Bu nedenle dini oldugu oranda politiktir de ayni zamanda. Yani politika din kurumlarina degil oraya gelen delegelere yasak olur sizin programiniz gerceklesirse.
Bu dini bir orgutlenmedir. Ortacaga aittir. Oneri feodal kurumlar olan alevi ocaklarini dedelik kurumunu canlandirmaya yarayacak bir oneridir. Simdi demokrat bir insan (“Dersim milliyetcisi olsun olmasin onlarda Dersim orgutlenmesi cagrisi yapabilirler) demokrat yani secim esasina dayali bir kongre orgutler, ya da orgutlemeli.
Demokrat bir kongrenin tum delegeleri secimle halk tarafindan secilir. Her ulke, her halk toplulugu, her millet elbette aydinlarina, sanatcilarina deger verir. Ama boyle bir kongreye hic bir sanatci halk tarafindan delege secilmeden gelemez, yoksa demokrasi olmaz. Yine boyle bir kongrede elbette halk orgutlenmeleri yer alir, ama bu orgutlenmelerin yonetimleri secimle isbasina gelmis olmalidir. Liderlikleri secimle gelmeyen babada ogula gecen kendilerini Dersim’in soylusu goren alevi ocaklarinin demokrat bir kongrede ne isi var?
Dersim de yasayan halkin kimligi uzerine bir suru tartisma var. Kimisi mesela PKK onlarin kurt oldugunu ileri suruyor, kimisi zaza olarak ayri bir halk oldugunu savunuyor. Kimisi aslinda daha sonra dilleri degismis zazalasmis turkler oldugundan bahsediyor. Bunlari burada tekrar tartismamizine sana ne de bana faydasi var.
Ama bu tartismalarin hepsinde eksik olan tek yon, dersimlinin sadece etnik ve dini kimligi ile tanimlanmaya calisilmasidir. Dersimlillerin buyuk bir cogunlugu yoksul koylulerdir ve bunlar buyuk sehirlere gocerek iscilesmislerdir. Bu anlamda ozellikle Dersim disindaki dersimlileri belirleyen en onemli kimlik onlarin isciligidir, onlarin emekciligidir. Dersim de kalanlarla dusunecek olursaniz en onemli kimlik onlarin buyuk oranda isci ve koylu olmalaridir ama iscilesme giderek artmaktadir.
Ama Dersim ( sadece Dersim degil ama hic bir ulke topluluk vb ) sadece iscilikle tanimlanamaz, Dersim”in bir de egemenleri zenginleri vardir. Bunlar buyuk isadamlaridirlar, cesitli partilerden milletvekili olurlar, devletin burokrasinin ust kesimlerinde yer alirlar. Iste bu iki Dersim bir birine pek bulasmaz. Yani bir emekcilerin, iscilerin koylulerin kucuk esnafin memurlarin vb nin Dersim”i vardir bir de egemenlerin yani Seyyidlerin, buyuk burjuvalarin, zengin dedelerin buyuk burokratlarin burjuva politikacilarinin, buyuk toprak sahiplerinin Dersim”i vardir. Sizin Dersiminiz hangisi? Acikca Alevi ocaklarinin, milletvekillerinin yazar sanatci vb lerin yer aldigi bir Dersim ama orada isci ya da koylu dersimlilere yer yok. Varsa bile isci kimligi ile yok.
Gecmiste bir donem sosyalist olmussunuz bunun bedelini de odemissiniz. Anladigim kadari ile bu sizde travma yaratmis, eski yoldaslariniza oldukca kirginsiniz, bizim tartismamiz ile alakasi olmamasina ragmen, surekli onlarin icerde ne kadar sekter ve hosgorusuz olduklarini soyluyorsunuz, ama bunu soylerken siz ne kadar hosgorusuz oldugunuzun farkindamisiniz?
Siz 19 yasinda cezaevine girmissiniz, cogu arkadasinizda o yaslarda girmistir, hemen hepsi daha cocuk denecek yasta iskence ile cezaevi ile tanismis durumdalar. Suclari solcu olmak, bakiniz Soma katliamina karsi cikan bir suru liseli de coplandi dovuldu tutuklandi, bunlarin bazilari bu sistemi degistirmek icin solculasacak ve sayisi onlarca olan kucuk sol orgutlerin birinde yer alacaktir, bu onlarin vicdanli oldugunu, bu yuzden solcu oldugunu gosterir.
Ama vicdanli olmak her zaman akli selim olmayi saglamaz. Bu yasta iskence baskiya zulme maruz kalan bu insanlar sonucta fanatiklesiyor, bazan en ofkelerini en yakinlarindan cikariyorlar. O yuzden cezaevinde bitmez bir sekilde sen cozuldun yok ben sunu yaptim tartismasi doner durur. Bir de buna sizin de Gursel”e olan mesajinizda cok guzel anlattiginiz gibi icinden geldikleri toplumun ( sizin duruumunuzda alevi toplumunun ) bir kismi geri kulturel ozellikleri katilinca sizin sikayet ettiginiz sekter davranislar yani olumu kutsallastirma, sehit kulturu vb davranislar ortaya cikiyor.
Ama bizim de icinden geldigimiz bu insanlara hosgoru gostermemiz gerekmez mi? Siz su an yurt disinda yasiyorsunuz, yazarsiniz, kitaplariniz basiliyor yazilarinin gazetelerde dergilerde yer buluyor, ama artik nasil bir travma ise su tartismamiz bile donup dolasip o arkadaslariniza onlarin hosgorusuzluklerine vb geliyor. Ama niye kendinizin hosgorusunu gozden gecirmiyorsunuz?
Cunki ayni hosgorusuzluk ve ofke size yukarida ki Soma yazisini yazdiriyor. Bence sizin icin Stakhanov hareketinin ya da SSCB nin ne oldugunun bir onemi yok. Aslinda Batili emperyalist devletlerin de bir onemi yok. Sizin Stakhanov hareketi ile ilgili stakhanov hareketini kotuleyen bir iki yazidan baska bir sey okdugunuzu sanmiyorum. Zaten sizin icin bunun onemi de yok. Tek gostermek istediginiz solun ne kadar yanlis ve katliamci oldugu. SOMA da insan olmus. hmm evet ya bu solcularda SSCB de cok kisi oldurmusler zaten madenlerde. Batida bir isci SSCB dekine gore daha fazla kazaniyor filan, tum bunlari size yazdiran icinizdeki o eski gunlerinize duydugunuz ofke, hosgorusuzluk. Bu hosgorusuzluk sizi sagcilastiriyor, oyleki gidip Theodor Herzl gibi kisilerden feyz aliyorsunuz.
Dunyayi sarsan on gun adli calismasinda John Reed bir isci ile solcu olan ama bolsevik devrimini savunmayan bir entellektuel arasinda gecen konusmayi anlatir. Anti bolsevik solcu bolseviklerin iktidari almasina karsi bir suru laf eder, sozleri birazda sol jargonla ve basit egitimli bir iscinin anlayamacagi kelimelerle yukludur, isci adamin konusmasini sonuna kadar dinler ve sonunda sora : Bayim dunyada iki sinif vardir isciler ve patrolar sen hangisindensin?
Sorun da burada sen hangisindensin? Dersim’in emekcilerinden mi yoksa egemenlerinden mi yanasin? SOMA iscilerinden mi yoksa emperyalizmden mi yanasin? Iscilerinin bir suru para kazandigini iddia ettigin batili emperyalist devletler de bakiniz mesela Ingiltere de her kis on binlerce yasli ( gecen seneki rakam 30 bin civarinda idi, bu rakam on sene kadar once besbin civarlarinda idi) evlerini isitamadiklari icin oluyorlar.
Ingiltere de her gun 1 milyon isci sifir kontratla ( sifir kontrat hani ozellikle insaat sektorunde gunu birlik amele pazarinda kiralanan isciler vardir, bu ondan da kotudur, amele pazarindaki isci eger is bulursa bilir ki o gunki yevmiyeyi kurtarmistir sifir konratda ise isci bir saat sonra isinde geri gonderilebilir) ise gidiyor. Bunlarin yuzbinlercesi yemek paralari olmadigi icin kiliseler ve hayir kuruluslari tarafindan dagitilan bedava yemeklerle hayatlarini surduruyorlar. ABD de her yedi kisiden birisi bu sekilde gida yardimina muhtac.
Peki sen kimden yanasin?
Haydar Hocam, bu konularda bilgi ve iddia sahibi değilim…bilginizi ise takdir etmekle birlikte, bir kaç dilsel sorum olacak… cahil cüreti sayın ama…
mesela
1-RA HAQ İBARESİNİ “RA nın YOLU, DİYE türkçeleştirmişsiniz.
buradaki RA nın Mısır güneş tanrısı olduğu gibi bir anlam, zorlama değil mi? benim anadilim olan zazacada RAYE YOL DEMEKTİR VE KURMANCİDEKİ Ré (YOL) kelimesiyle aynıdır.
RA(Y)A HAQİ hakkın yolu demektir
‘2- amo ra(ye), yola gelmiş, inancımıza girmiş anlamında, aleviliğe dahil olmuş demektir, kanaatimce…
John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün kitabı Stalin Rusyasında yasaklanmıştı.
Açıklamalarınız için teşekkür ederim. Üşenmeden yazmış, bence çok ilginç tahlillerde bulunmuşsunuz…
“Türkiye’deki solun dogmatik ve ölü-şehit tapınmacılığı alevilikten geldiğini düşünüyorum… kızılbaş bölgeleri 1976 sonrası Türkiye sosyalist hareketini ele geçirdiler… 11 örgütün sekreteri dersimli oldu. Ben Türkiye sosaylist hareketinin toplumdan kopmasını esas olarak onun alevileşmesine bağlıyorum. Haliyle garip bir şey meydana geldi ve alevilerin kimlik süreçleri bizzat alevilerin liderliğini yaptığı sol (illegal) tarafından engellenmeye başlandı. ..”
Derin bir teorik bilgim yok… ama yaşanılanları biliyorum… Sürecin tümünü sezgilerimle yakalamaya çalışıyorum… “Türkiye sosyalist hareketi Alevileşerek toplumdan koptu…” yazmışsınız… Bir çok başka neden de bulunabilir ama bu açıklamanızı başka bir yerde okumadım… Belki sözünü ettiğimiz “köylücü-feodal solculuğun” daha somut bir saptaması… Ama önemli ve çıplak bir açıklama…
*
” Keşke örnekleriyle verebilsem ve karşılaştırsak… sol alevilikten çıkmalı ve toplumun tamamına hitap etmelidir, bunun yolu da alevilerin özgürleşmesidir.”
Umarım yanlış bağlantı kurmuyorum… Sanki Aleviliğin de siyasallaşmaktan çıkışı ile “Alevilerin özgürleşeceğini” yazıyorsunuz… Bir anlamda siyasallaşmayan her dinin “özgür” olabileceğini, ve bu koşullarda saygı görmesi gerektiğini… En azından aşağılanamayacağını… Haklısınız ama sanırım Din’ler doğası gereği “fethetmedikçe”, “fethedileceği” paranoyası içinde bir yaşama alışkanlığına sahip… Belki bir kaç yüz yıl sonra “haddini bilen, diğer inançlara da saygılı” bir temele oturabilir… Sizin umduğunuz gibi, yüzlerce yıldır ezilen Aleviliğin bu “özgürleşmeyi” daha kolay başarabileceği düşünebilir..
*
“…Alevilerin kendi kongrelerini yapmaları gerekir. ..Toplumları algılamaya çalışmalıyız, eşitliğini savunmak gerekir, sonra ne olur ayrı bir mevzu. Tehlikeli midir, evet derim sunni islamdan daha kapalı yanları vardır bu inancın…”
Sanırım bu konularda çok kafa yormuşsunuz… Çok dolusunuz…Bu nedenle anlatmak istediklerinizi, amacınızı hemen anlayamıyoruz… İçinde bire bir yaşadığınız süreçler için “bizim” edindiğimiz bilgisel-kitabi bilgilerin en başında kısıtlı olabileceğini kabul ederim… Sizin değerlendirmeleriniz daha çok önemsenmeli…
*
“Alevileri özgürleştirerek, ‘sol’u’ içindeki ‘alevi-feodal’ etkilenmelerden kurtarmak …”
Bu coğrafya için bence de önemli tespitler bunlar… Yine de “Aleviliğe” çok haksızlık etmeyelim… Size ek olarak yazıyorum… Bizim (ve dünyanın!), “feodaliteden” zihinsel, önyargısal, dinsel kurtuluşu dolaylı olmak zorunda… Kapitalist emperyalizm-burjuva ve kültürünü “daha eskinin” değerleriyle değil, “yeni” ve “insanın ruhuna” uygun, daha “keyifli”, daha akıllıca, daha “yabancılaşmasız” bir kültürle değişmesi gerekiyor… Elbette bu “eskinin” tümüyle reddi anlamına gelmiyor… Aksine tüm dinlerin bir şekilde “yabancılaşma” karşıtı bilgeliklerini, insan-tabiat-topluma dair derin sezgilerini/analizlerini inkar etmeyen, onun, özgürlükçü, paylaşımcı ve isyancı yanlarını da geleceğe taşıma çabasını içermesi gerekiyor… Ve elbette kadını insan görmeyen, “erkek-mülkiyetçi” ego ile uyumlu iktidarcı din’e ait “sapkınlıklara” da karşı uyanık olmayı gerektiriyor..
*
Aslında asıl sorunun Allah’da değil, “peygamberlerde” ve aslında “insanlarda” olduğunu saptamak önemli olabilir… Spinoza gibi “Allah, Tabiattır” deyip geçmek de var ama bırakmazlar!
Bırakmadıklarını anlatıyorsunuz… “aleviliğin tapınma biçimi solun bir kesiminde görülmektedir.”
Sanırım bu “tapınma” evrensel bir insani “hastalık!” Aleviliği tek başına suçlamayalım… Ama eleştirdiğiniz “Sol” bağlamında haklısınız; “ilksel-insani” bir zaafı taşıyan bir “yapı” nasıl olur da geleceği kuracağı iddiasında bulunabilir?
***
Temelde bir zaafımızı anlatıyorsunuz! Biz “Devrimciler” olarak insanın on binlerce yılda örülmüş insan-toplum-doğa gerçekliğinin ancak görünen kısmını “traşlayarak”, “kırarak” üzerine yeni bir şey yapacağımızı sanıyorduk… Oysa bu gerçeklik bir “aysbergdi!” “Kırılan parça” yerine kütlenin su altında kalan bölümü hemen karşımıza dikiliyordu; bütünü kavramamıştık!
Kafa yorduğunuz meselelerin bu bütünü; insanlığın yüz bin yıllık inanç-akıl hikayesini, maddi ve Tinsel gereksinimlerinin sentezini kavramanın bir çabası olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum..
Teşekkür ve saygılarımla…
“İslam ilkeleri bin dört yüz sene önce konmuştur. Bugün bu ilkeler, ülkelerin yönetiminde nasıl yeterli olabilir? İslam irticai bir dindir, gericilik demektir. Uygarlığın getirdiği her yeniliğe, uygarlığın her görünümüne karşıdır. Oysa çağımızda hiçbir ülke evrensel uygarlıktan ve onun gerek ve sonuçlarından vazgeçemez…”
Humeyni’ye göre bu iddialar İslam’ı ve siyasetin temel kavramlarını bilmemekten kaynaklanmaktadır. Çünkü İslam’ın bu konuda getirdiği ilkeler zamanın akışı içinde toplumsal “değerini” yitirecek, eskiyecek şeyler değildir. İslam bu konuda kanunların “adalet” ölçüleri içerisinde olmasını, zalimlerin zulmünün önlenmesini, zulüm yönetimlerinin yıkılmasını, bireysel ve toplumsal adaletin gerçek anlamına ulaşmasını ve yaygınlaşmasını, fesattan, fahşadan, her türlü sapıklık ve eğriliklerden sakınılmasını, akıl ve adalet ölçüleri içinde bir özgürlüğü, bağımsızlığı, kendi kendine yetmeyi, emperyalizmin ve sömürünün, insanların köleleştirilmesinin önlenmesini, fesadın önlenmesi için ceza adaleti çerçevesinde adil cezaları ve bunun nice eşsiz ilkeleri tebliğ edilmiştir. “Şimdi” diyor Humeyni ve ekliyor; “Bunlar mı çağa ayak uyduramayacak ve eskiyecek şeylerdir! Bunu iddia etmek mantık ve akıl ilkelerinin ve matematik kanunlarının bu asırda değiştirilmesi gerektiğini iddia etmek gibi bir şey olur. Yaratılışın başından beri adaletin sağlanması gerekli idiyse, zulüm, çapulculuk ve yağmacılık, adam öldürtme kötüyse ‘Bugün atom çağında yaşıyoruz bunlar eskimiştir.’ denemez!”
Humeyni’ye göre “İslam yeniliklere karşıdır.” demek de Şah Pehlevi’nin “Bunlar bu çağda dörtayaklılara binerek yolculuk etmek istiyorlar.” demesi gibi ahmakça bir ithamdan başka bir şey değildir. Yeniliklerden amaç bu gibi buluş ve teknikler ise, İslam, tevhid dini, hiçbir zaman bunlara karşı çıkmamıştır ve çıkmayacaktır. Aksine İslam, bilim ve sanayinin ilerlemesini teşvik eder, Kur’an bu yönde ilerlemeye çağırır. Eğer uygarlıktan maksat bazı “profesyonel aydınların” her türlü münker ve fahşayı özgürce işleyebilmek,hatta homoseksüelliği bile özgürlük kapsamına almak ise gerçek din anlayışı bunu hiçbir zaman kabul etmeyecektir.
HACI BEKTAŞ ve YENİÇERİLER HAKKINDA YENİ GERÇEKLER !
*****************************
(Gelistirilmis 6. Yazım / 19 Ocak 2008 )
Osmanli Devleti’nin askerî temeli olan “devsirme yaya ordusu” Yeniceri Ocagi’ni tanimadan, Osmanli’yi tanimak mümkün degildir…
Yenicerileri tanimak icin de Haci Bektas Veli’yi tanimak gerekir…
1299’da Devşirme Yeniçeri Ocağı’nın dinî/mânevî lideri olan Hacı Bektaş, Yunus Emre’nin, Mevlana ve Nasrettin Hoca’nın çağdaşı olup, o da Mevlana gibi Anadolu Selçuklu Devleti’ne gelip, ya da büyük ihtimalle Moğollar tarafından gönderilmiş olup(!); zûlüm ve açlık altında inim inim inleyen Halkı Moğollara karşı örgütlemek yerine, teslimiyetçi /mistik duygu ve düşüncelerle zehirleyip uyuşturup Mevlevîleştirirken (!), Hacı Bektaş da Kızılbaşlık ve Aleviliği sulandırıp ehlileştirirek, Anadolu’yu Bektaşileştirmeye çalışmis (!) ve önce Moğollara, sonra da ölene dek Osmanlı Devleti’ne hizmet etmiş(!), hatta o öldükten sonra bile soysuz soyu, günümüze dek onun bu uğursuz misyonunu devam ettirmişti(r) !!!
Bakın, Wikipedia’da onun hakkında ne denmektedir! :
“Osmanlı Sultanları ile halk tarafından da sevildi ve hürmet gördü. Osmanlı Ordusunda yeniçeriler Bektaşîlik kurallarına göre yetiştirilirdi. Bu nedenle Yeniçerilere tarihte Hacı Bektâş-ı Velî çocukları da denirdi. Ocağın banisi Hacı Bektâş-ı Velî olarak kabul edilirdi. Seferlere giderken yanlarında daimâ Bektaşî dede ve babaları eşlik ederlerdi. Bugün Balkanların her köşesine Bektaşîliği yeniçeriler taşımıştır. Bu Hacı Bektâş-ı Velî’nin sohbetlerini takip ederek onun tarikâtına bağlananlara ise “Bektaşî” adı verildi.” “(http://tr.wikipedia.org/wiki/Hac%C4%B1_Bekta%C5%9F-%C4%B1_Veli)
Aslinda, Osmanli Devleti’nde egemenlerle kullarin (teba /halk) dinsel ve ideolojik yapisi “düalist”ti’yani ikiliydi…
Devlet ideolojisi “Osmanlicilik ve Sünnilik” iken, cesitli etnik gruplardan olusan halklar, a$ikâr veya gizli olarak, kendi dinlerini sürdürürken, askerin ideolojisi ise “Osmanlicilik ve Bektasilik”ti… (Dikkat! Alevilik/Kizilbasli, Şialık ve Bektaşiliği birbirine karistirmamak gerekir…)
Tipki günümüzde, TC devletinin politik ideolojisinin irkci “Türkcülük-kemalizm”; Halkin/emekcilerin bilincli kesiminin ideolojisinin “Bilimsel sosyalizm” olmasi gibi…
(.…)
Osmanli’nin dinsel ve politik ideolojisinin düalist olmasinin nedeni, onun kurnaz yapisindan kaynaklanmaktadir…Cünkü, dogusundaki aryan Iran Devleti’nin dinsel-politik ideolojisi olan Kızılbaşlık ve onun biraz daha ıslah edilmiş biçimi olan “Alevilik/Şialik“ hemen hemen tüm Anadolu’ya, Ortadogu, Balkanlar ve Kafkasya’ya yayilmis durumdaydi !
Bundan kurtulmanin iki yolu vardi:
1) Ya onlari toptan yok etmek !
2) Ya da, tipki Hıristiyanligin cikisindan sonra, 300 yil icinde, tüm Ortadogu’yu sarmasi karsisinda, Roma Imparatorlugu’nun, Hıristiyanligi alip, onun insancil yönünü atarak(!), icini sacma-sapan ritüellerle doldurup, hâkimiyeti günümüze kadar süren, “sömürücü-gerici-bagnaz-engizisyoncu-iskenceci bir ruhban sinifi” yaratarak, kitleleri onlar vasitasiyla kölelestirip hükmetmek !!!
Köleci Romali emperyalistler, arenalarda halklara gözdagi vermek icin, yakaladiklari Hıristiyanlari vahsi hayvanlara parcalatmalarina ragmen, onun ve ondan önce de Manicilik ve Mitracılığın yayilmasina engel olamadiklari icin, mecburen ikinci kurnazca metodu secmislerdi !…
İşte, Osmanli Devleti de Anadolu’daki Alevililik ve bilhassa Kızılbaşlığı yok edemeyince, tipki halefi/devami oldugu Roma Imparatorlugu gibi, onun ikinci metodunu uygulamisti; yani, Kızılbaşlık inancini alip, ona ait ritüelleri kullanarak, onun karsiti olan devletçi-teokratik Bektasiligi kurmustu !…
(..…)
Yavuz Sultan’in ortadogu seferine sırf fetih ve talan icin ciktigina inanmak, ahmakliklarin en büyügüdür !
Onun asιl hedefi, neredeyse üc kitayi (Ortadogu, Balkanlar, Anadolu, Iran, Kafkasya, Azerbaycan vs.) sarmis bulunan Kızılbaşlığın kökünü kazimak ve Sünniligi yaymakti !… Ama, bu cânice hedefini, yine de tam olarak basaramadi… (O’nun 1500’lerde Ortadogu’yu yakip-yikip kan gölüne cevirdikten ve talan ettigi serveti denizden yüzlerce gemiyle, karadan ise 1000 deve kervanı ile Istanbul’a gönderdikten sonra, acliktan kirilan Anadolu’da baslayan Celalî isyanlarina baska bir yazimizda değinecegiz…)
……………
Yeniceri ocagini en iyi anlatan sey, onun topluca ve makamla okuduklari dua/ ant ve millî marşı olan Gülbank’tır…
Iste size, üc kitaya kana bogup talan etmeden önce okuduklari “kanli Gülbank”!
“Allah Allah eyvallah !
Baş üryan, sine püryan, kilic alkan !
Bu meydanda nice baslar kesilir, hic olmaz soran !..
………..
Eyvallah ! Eyvalah !
Kahrimiz, kilicimiz, düsmana ziyan !
Kullugumuz, padisaha ayan…
Ücler, yediler, kirklar !
Gülbanki Muhammedî, nuri nebi, keremi Âli !
Pirimiz, hünkârimiz Haci Bektas Veli…
Dem’ine devranina, hu diyelim !..
Huuuuuuuu !…“
* * *
Demek, “Bu meydanda nice baslar kesilir, hic olmaz soran !..“ haaa ?!
Demek, çocukken, Osmanlı cellatları tarafından Hıristiyan ailelerinizin bağrından zorla kopartılıp, zorla müslümanlaştırıldıktan sonra, devşirme Yeniçeri ocaklarında tıpkı günümüzde askerî okullardaki gibi, birer onursuz, vicdansız-merhametsiz-gaddar cellatlar olarak devşirilip zombileştirildikten sonra, başta öz aileleriniz, yurdunuz-yuvanız olmak üzerine üç kıtayı kana boğmanız, yıkıp yakıp talan etmeniz, “sultan/padişah“ denilen, alemci, sarhoş, esrarkeş, sübyancı, oğlancı, sapık haydutlara “kulluğunuz ayan-beyan“ haaa ?!
Aradan yüzlerce yil gecse bile, gerek o devsirme cânilerden, gerek haydutbasi Sultanlardan, gerek o devsirme katiller ocagini kuran ve onlarin kestikleri mâsum kellelerin kani-mali-cani sayesinde 7 sülalesiyle devran süren (!), köleci-kelleci-tekkeci Haci Bektas Veli’den, ve gerekse onun İzzettin Doğan, Fermani Altun, Alişan Hızlı gibi, günümüzdeki devletci yardakcilarindan, akittiklari kanlarin hesabini teker teker soracagiz !!!
***
FİLOZAN
19 Ocak 2008
——————-
*) Bu Gülbank, Osmanli’nin irkci-hamasetci tarihcisi, devsirme-kulampara Resat Ekrem Kocu’nun “Yeniceriler“ isimli kitabindan alinmistir…
http://www.milliyet.com.tr/1998/05/27/entel/ent.html
http://enginerkiner.org/index.php?option=com_content&view=article&id=1744%3Aalevi-asimilasyonunun-son-halkas-hacca-gitmek&catid=36%3Akonuk-yazlar&Itemid=1
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=171900
http://serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=36547