Halil Berktay’ın İdeolojik Yol Haritası!

Zamanın uzunluğunu anlatmak için “kırk yılda bir” diye bir deyiş vardır. Kırk yıl, yetişkin insan ömrünün ağırlıklı kesitini oluşturur. Halil Berktay’ı kırk yıldır tanırım. 1970’in başından beri.

1980’li yıllardaki en çetin ideolojik çekişmelerin ortasında ve en zıt uçlarda yer aldığımız zamanlarda bile aramızda asla kötü bir şey geçmemiştir, her zaman dost kalmışızdır. Yirmi yıldır görmüyorum kendisini. Zaten ortamlarımız da artık çok farklılaştı.

1980’li yılların ikinci yarısından itibaren, Halil Berktay, 12 Eylül darbesinden sonra içine girdiği görece sessizliği bozmuş ve aniden bir atılıma geçmişti. Yeni tezi, Sovyetler Birliği’ndeki Gorbaçov ve Çin’deki Deng Siao Ping yönetimlerinin gerçek sosyalizmi temsil ettiğiydi; solu buna göre değerlendiriyor, bu eğilime yakın olanlarla birleşmeye çalışıyor, uzak gördüklerini öteliyordu. Bu, o zamanın “sosyalist devlet” iktidarlarından güç alan çizgi, Aydınlık hareketinin yıllardır sürdürdüğü Kemalist ve devletçi çizgiyle esaslı bir şekilde örtüşüyordu bence: “Güç kimdeyse ideolojikhegemonya da onda”dır. Berktay’ın, bugün de, yazarı olduğu Taraf gazetesinde, 1980’lerdekine benzer bir şekilde, bir konsolosluk vize memuru ivecenliğiyle “sol”un çeşitli eğilimlerine vize vermekte ya da vermemekte oluşu dikkat çekici. Berktay’ın bu halini görünce insanın, “can çıkar, huy çıkmaz” sözünü hatırlamaması mümkün değil.

Halil Berktay’ın bu gün solu yukarlardan bir yerlerden değerlendiren, bilmiş, yanılmaz hali oldukça sinir bozucu. Çizdiği bütün zigzaglara rağmen, sanki her kavşakta “doğru”yu temsil etmiş gibi sahte bir özgüvenle ortalığa çıkması, “öğrencileri”ne geçer ya da kırık not veren titiz akademisyen havaları, tahammül edilmez boyutlarda. İşte beni böyle bir yazıyla, Berktay’ın kırk yıllık ideolojik yolharitasını özetle de olsa ele almak gibi sıkıcı bir işe girişmeye zorlayan bu oldu. Bir çeşit sinir yatıştırma terapisi olarak ele alabilirsiniz bu girişimimi.

Halil Berktay’ın babası Erdoğan Berktay çok saygıdeğer eski bir komünistti. Yememiş, içmemiş, oğlunu kültürlü bir insan olarak yetiştirmek için çaba harcamış ve 1960’lı yıllarda Halil’i Birleşik Devletler’deki Yale Üniversite’sinde okutmuştu.

Halil, Yale Üniversitesi’ni bitirip, 1970 yılının başındaki “Beyaz Aydınlık” “Kırmızı Aydınlık” bölünmesinin en hararetli günlerinde, sıkı bir Maocu olarak ülkeye dönmüş ve derhal, benim de üyelerinden ve kurucularından olduğum Proleter Devrimci Aydınlık dergisinin yazı kuruluna katılmıştı. Kendisi gibi akademisyen bir solcu olan Şahin Alpay’la birlikte, PDA’nın Maocu ideolojikyönelimine önemli katkıları olmuştu. Önemli katkıları derken şunu demek istiyorum: Dil bildiği için, Çin’de, ÇKP’nin İngilizce çıkarttığı Peking Review‘un sıkı bir takipçisiydi ve bu dergiden anı anına çeviriler yapıyordu. Bir de, Amerika’dayken sanırım içinde yer aldığı ya da yakından izlediği Maocu Emek Partisi’nin ideolojik hattının milim şaşmaz bir takipçisiydi ve bu partinin dogmatik Maocu hattını bizlere empoze ediyordu. Şahin Alpay ve Halil Berktay, o zamanlar, ardında koca Çin devleti bulunan ve oldukça prestij sahibi Maocu çizginin Türkiye’deki en doktriner, dogmatik ve sadık takipçileriydiler. Peking Review‘da yazılanlar tanrı kelamı gibi bir şeydi onlar için. Biz gençlik hareketinden yetişenler bu “din”in icaplarını yerine getirmekte onlarla asla yarışamazdık.

12 Mart darbesinden sonra hepimiz gibi Halil Berktay da “Maocu pratiğin” gereği olarak Söke dağlarında bir köylü gibi yaşamanın üstesinden geldi. Kolay değildi Yale Üniversitesi’nden gelip birkaç yıl sonra böyle zorlu bir hayata uyum sağlamak. O sırada, yeni adı Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) olan Maocu PDA hareketinin içinde bir ayrılık meydana geldi. İbrahim Kaypakkaya, hareketin merkezine, darbecilik, Kemalistlik ve silahlı mücadeleden yan çizmek türü eleştiriler yöneltti. Bu tür bütün monolitik partilerde olduğu gibi, merkezin eleştirilmesi merkez hizbiyle Kaypakkaya hizbi arasında bölünmeyi getirdi. Bölünme henüz fiiilen gerçekleşmeden Söke’nin Beşparmak dağlarında üstlenmiş merkez elemanları arasında, Kaypakkaya’ya karşı tutum konusunda bir tartışma cereyan etti. Berktay, sertlik yanlısı eğilimi savundu ve “hain” İbrahim Kaypakkaya’nın infaz edilmesini öneren birkaç kişiyle aynı tutumu takındı. Bildiğim kadarıyla Doğu Perinçek’in bu öneriye yanaşmamasıyla “hain” İbrahim Kaypakkaya’yı öldürmek, TİİKP’ye değil, Türk devletine nasip oldu. İnanın, bu satırları, Berktay’ı gözden düşürmek için yazmıyorum. Belki ben de hapiste değil dışarda olsam, o zamanki kafamla böyle alçakça bir öneriye onay verebilirdim; nasıl bir tutum takınacağımdan emin değilim en azından. Ne var ki, “sol”dan “özeleştirel” bir tutum bekleyen Halil Berktay, aradan kırk yıl geçtiği halde bu konuda sol kamuoyu önünde tek bir özeleştirel laf etmemiştir. Sergilediği, böylesi bir entelektüel cesaret eksikliğidir işte.

12 Mart döneminde TİİKP büyük bir tevkifata ve yenilgiye uğradı. Benim de içinde yer aldığım “TİİKP ile ilgili polis ifadelerini araştırma komisyonu”, Halil Berktay’ın polis ifadesini başarısız buldu ve partiden ihracına karar verdi. Ne var ki, bu karar, sadece zevahiri kurtarmak için verilmiş formel bir karardı. Bütün parti ve kurumlar gibi yararcı ve oportünist bir yaratık olan TİİKP, bir yandan Berktay’ı ihraç etmiş görünürken, bir yandan da ideolojik yayın organlarında ve daha sonra TİKP (Türkiye İşçi Köylü Partisi) olarak legale çıktığı dönemdeki benzeri yayın organlarında Halil Berktay’ın entelektüel yeteneklerinden azami ölçüde yararlandı.

Berktay, “ihtilalcilik”ten reformculuğa ve devlet yanlılığına evrilmiş Maocu TİKP’nin saflarında hizmet verdi ve bu monolitik yapının içinde, hepimiz gibi, hiçbir itirazda bulunmadan devlet işbirlikçisi çizgiyi izledi.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Halil Berktay hukuki takibata uğramadı. Legal planda akademik alana çekilmiş gibi görünmesine rağmen, çoğunlukla aranır durumda olan benim de dahil olduğum parti merkez komitesi üyeleriyle uyumlu bir çalışma sürdürdü. 1980’lerin ilk yarısında, daha çok TİKP davasıyla ilgili pratik işlerin örgütlenmesinde görev aldı. 1984’de, benim ve Oral Çalışlar’ın önayak olmasıyla çıkmaya başlayan Saçak dergisinde, ağırlıklı olarak Türkiye tarihi, milliyetçiliğin kaynakları ve Kemalizmle ilgili yazılar yazdı. 1980’den sonra parti içinde başlayan Stalin tartışmasına esasen karışmadı, uzaktan izledi. Benim başını çektiğim anti-Stalinist kanadın kimi Stalin eleştirilerine hak verir gibi gözükmesine rağmen, Stalinist resmi parti çizgisine sadık kaldı ve bizimle arasına mesafe koymaya dikkat etti.

Parti içindeki anti-Stalinist kanatla, Stalinist merkez arasındaki mücadele sadece Stalin sorununa ya da “sosyalizmin sorunları”na ilişkin değildi. İki kesim, 12 Eylül cuntasına karşı tutum konusunda da çatışma halindeydi. Anti-Stalinist kesim, Parti merkezinin 12 Eylül darbecilerini “ara güç” olarak gören ve dolayısıyla cuntacılarla ittifak arayan tutumuna etkili eleştiriler yöneltmeye başlamıştı. Merkezin hapiste olan kesimi ise aynı sağcı politikada ısrar ediyordu. Dışardaki “önderlik” ikiye bölünmüştü bu konuda. İçerdekilerden çekinen Hasan Yalçın ve Hüseyin Karanlık gibi arkadaşlar eski politikanın devamından yanaydılar. Buna rağmen, bir toplantıda, cuntaya karşı teslimiyetçi politikanın değiştirilmesi konusunda bir önerge verdim. Oylar eşitti. Son olarak Halil Berktay oy kullanacaktı. Halil hangi tarafa oy verirse, çoğunluğu o kesim oluşturacak ve partinin teslimiyetçi politikası ya değişecek ya da eskisi gibi devam edecekti. Halil Berktay, uzun uzun düşündükten sonra teslimiyetçi merkez yönünde oy verdi ve partinin sağcı politikasının değiştirilme şansı böylece ortadan kalkmış oldu. Bu gün orduya karşı esip üfüren Taraf gazetesiyle birlikte ordu-demokrasi karşıtlığına vurgu yapan Berktay’ın, daha sonraki yıllarda, bu noktada da herhangi bir özeleştirel tutum takındığını hatırlamıyorum.

1980’lerin ortalarına doğru Halil Berktay, anti-Stalinist muhalefetten de, Stalinist merkezden de farklı tezlerle ortaya çıktı. Bu tezlere kısaca, Kruşşçevcilik, Gorbaçovculuk ve Deng siao Pingcilik diyebiliriz. Berktay’a göre, sosyalizmde bir yenilenme gerekiyordu, reform gerekiyordu. Bu yenilenme ve reformu da Sovyetler Birliği devletinin başına geçmiş Gorbaçov ve Çin devletinin başında bulunan Deng siao Ping temsil ediyordu. Ne var ki, Berktay, Sovyetler Birliği’ndeki Gorbaçov yanlılarından farklı olarak, Stalin’e pek bir eleştiri getirmiyordu. Kanımca bunun en önemli nedeni, Halil’in, parti merkezini, daha doğrusu Doğu Perinçek’i Gorbaçovcu çizgiye kazanma umuduydu. Eğer anti-Stalinist eleştiriler yöneltirse Doğu Perinçek’le karşı karşıya geleceğini biliyordu. Halil, güçlü gördükleriyle mecbur kalmadıkça hiçbir zaman çatışmaya girmemiştir.

Gorbaçov meselesinin tartışıldığı bir toplantıda Halil Berktay’la tam zıt uçlarda karşı karşıya geldik. Ben, Gorbaçov çizgisinin devrimci bir çizgi olmadığını, Sosyalist Devrimciler, Menşevikler, Kronstadtlılar, Anarşistler ve Troçkistler gibi Stalin mağdurlarını hiçbir zaman bütünüyle rehabilite edemeyeceğini savunuyordum. Berktay ise Gorbaçovculuğu dört başı mamur savunuyor, ancak benim “Stalin mağdurları rehabilite edilmeyecektir” argümanımı, Doğu’yla çatışmaya girmemek kaygısıyla es geçmeyi tercih ediyordu. Her iki taraf da tezlerini ortaya koyduktan sonra, merkez adına Doğu Perinçek söz aldı ve “bu tartışmada en yanlış noktada olan Mehmet Gündüz’dür” (yani Gün Zileli’dir) diyerek o zamana kadar yürüttüğü Halil Berktay’a ve Gorbaçovculuğa açık kapı siyasetini bir süre daha sürdüreceğinin işaretini erdi. Halil, bu tutumdan büyük umuda kapılmıştı. Çünkü, kendisi gibi, Doğu’nun da güçler dengesini dikkat alarak hareket eden bir lider olduğundan emindi.

Doğu, yanlış hatırlamıyorsam bu toplantıdan birkaç ay sonra, “Parti içinde Stalin’in tartışılamayacağı” önergesini verdi. Bu önerge Oral Çalışlar’ı çok rahatsız etti, ancak istemeden de olsa, Doğu’nun önergesi lehinde oy verdi. Halil Berktay ise, Doğu’yu Gorbaçovculuğa ikna etmenin eşiğinde olduğu zannıyla, Doğu’dan bile daha aşırı bir Stalin savunucusu portre çizdi ve yıllardır anti-Stalinist yazılarıyla “boşa kâğıt harcamış” Mehmet Gündüz’e (yani bana) dergide altı ay yazı yazmama cezası verilmesini önerdi. Doğu, bu öneriyi aşırı buldu, fakat “Stalin’in tartışılamayacağı” kararı, bir tek benim aleyhte oyum dışında, çoğunluğun oylarıyla kabul edildi. O oylamada Halil Berktay’ın herkesten yükseğe kalkan eli hiç gözümün önünden gitmez. Berktay’ındaha sonraki yıllarda, bu konuda kendini eleştiren bir söz ettiğini hatırlamıyorum.

1986 yılında, o zamana kadar Stalinist merkezin saflarında yer alan Oral Çalışlar’ın muhalefetin saflarına geçmesiyle muhalefet daha da güçlendi ve benim kaleme aldığım “Beş Perspektif” metniyle kendini açıkça deklare etti. 1987 yılında iki kesim arasındaki mücadele iyice sertleşti ve Doğu Perinçek, o zamana kadar Gorbaçovculuğa karşı izlediği açık kapı siyasetini bir anda terk edip bu eğilimin temsilcisi Halil Berktay’ı hedef aldı. Halil Berktay büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Muhalefetten başka sığınacağı bir yer yoktu. Kendisine görece yakın Oral Çalışlar’ın el uzatmasıyla muhalefet saflarına geçti. Bu andan itibaren muhalefet önemli bir nitelik değişimine uğradı. Bunun en büyük nedeni, ben ve diğer sol eğilimli arkadaşlar çoğunlukla arandıklarından açık tartışmalara katılamazken, Berktay ve Çalışlar’ın, yasal durumlarının el vermesi nedeniyle (Oral ikinci kez içeri girmiş ve cezasını yatıp çıkmıştı) otomatikman muhalefetin sözcüleri durumuna geçmeleriydi.

Sonunda muhalefet, 1989 yılı başında hareketten koptu ve Sosyalist Birlik adlı bir dergi çıkartmaya başladı. On iki sayı çıkan bu derginin sol kesimini oluşturan ben ve Yavuz Alogan gibi diğer arkadaşlar, koşullarımızdan dolayı bir ağırlık yaratamadık ve iyiden iyiye TKP kuyrukçusu ve reformist bir çizgi izleyen Sosyalist Birlik‘ten 1990 yılı başında ayrıldık. 1981 yılında anti-Stalinist ve sol bir çıkış olarak ortaya çıkan muhalefet, on yıl içinde değişime uğramış, en iktidarcı ve sağcı kliklerden biri olan TKP’nin dümen suyuna sokulmuştu. Halil Berktay ve Oral Çalışlar, Kuruçeşme toplantıları sürecinde Sosyalist Birlik çevresini TKP’lilerin arabasına bağladılar; bu oluşum ve yönelimlerden, Sadun Aren’in başkanlığını yaptığı Sosyalist Birlik Partisi doğdu. Bu reformist parti daha sonra Özgürlük ve Demokrasi Partisi’ne (ÖDP) katılacaktı.

Bundan sonra uzun süre Halil Berktay’dan pek bir ses çıkmadı. 1990’lı yıllarda siyasi arenadan tamamen çekildiğini ve akademik hayata geri döndüğünü duydum. Yakın zamanlara kadar bu böyle sürdü.

Ne var ki, liberal akım, Taraf dergisiyle yeni bir çıkış yapınca, Halil Berktay, yaklaşık yirmi yıllık sessizliğini bozdu ve bu kez libero-sosyalist bir çizgide yeniden zuhur etti. Yazılarını, aşağı yukarı bir yıldır, arada epey atladıklarım olsa da takip etmeye çalışıyorum. Berktay’ın bugün izlediği çizgi, daha önceki yıllarda izlediği, iktidar gücüyle ideolojik hegemonyayı gerçekleştirme çizgisine oldukça yakın. Bugün Türkiye’de, devlet gücüyle birlikte ideolojik hegemonya da liberalizm-Fettullahçılık ittifakının eline geçmiş gibi görünmektedir.

Her şey değişti, çok şey değişti. Hani şu köprüler ve sular hikâyesi. Mutlaka Halil Berktay da değişmiştir. Ancak Halil Berktay’da değişmeyen çok temel bir şey var: Aynı, güçlünün hegemonyasına sığınma güdüsü ve bununla bağlantılı olarak, aynı bilmiş, üstten hava, aynı ben bilirimcilik, aynı yanılmazlık kibiri, aynı kendine dönüp bakmama aymazlığı, aynı her dönemde doğruydum kendini bilmezliği, aynı akıl, vize ve not veren ton.

Bir kırk yıl daha yok ki hayatımızda, bekleme sabrını gösterelim.

Gün Zileli

12 Ocak 2010

Not: Yukarda değindiğim noktaların daha ayrıntılı bir anlatımını Yarılma (1954/1972), Havariler (1972/1983) ve Sapak (1983/1992) adlı otobiyografik kitaplarımda (İletişim, 2002-2003) bulabilirsiniz.

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

3 Comments

  1. Sevgili Gün Zileli,
    Yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Bu yazınızda gözüme çarpan ufak bir hatayı belirtmek istiyorum. ÖDP Özgürlük ve Demokrasi değil, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’dir.
    Saygı ve selamla.

  2. Düzeltin için teşekkürler Gökhan.

  3. bu akşam.,19 – 6 – 2013 tv* de nağehan alçının ğezi ., ve taksim direnişi ile ilğili açlklamalarının bir bölümünde .,halil berktayı ğörüşlerinin doğruluğu için referans ğöstermesi beni hiç şaşırtmadı.,,aksine kendi ğörüşlerimin kendimce doğruluğunu perçinledi.,şıracının şahidi bozacı misali. nağehan hanım.,,bildik şeyleri tekrarlıyor.,,uyutma ve kandırma için.,,,,,efendim.,,polis aşırı orantısız ğüç kullanıyormuş.,,biber ğazı kullanıyormuş.,biber ğazı çok kötü birşeymiş.,,,ama bu ğöstericilerin arasında teroristler varmış.,bunlar polise taş atıyorlarmış.,bu kabul edilemezmiş.,,barışcı olmaları ğerkirmiş.,,.,**sanki ğöstericiler başlatmış olayı ğibi.. ve bütün bu ğörüşler,ne halil berktayı.,referans ğösteriyor.kısacası her ikisi de ğörev ve vazifelerine devam ediyorlar.,selamlar.

Comments are closed.