(Sonuçlar / 1)
On seminer boyunca tarihteki devrimleri 1789-1968 arasında inceledik: 1789 Fransız devrimi; 1848 Avrupa Devrimi; 1871 Paris Komünü, I. Enternasyonal; II, Enternasyonal; 1905 Rus devrimi; 1917 Şubat-Ekim Sovyet Devrimi; III. Enternasyonal; 1919-1923 Alman Devrimi; 1936 İspanya Devrimi; 1926-1949 Çin Devrimi; 1943-1949 Yunan Devrimi; 1956 Macar Devrimi ve II. Dünya savaşından sonra kurulan “Halk Demokrasisi” rejimlerinde 30 yıl boyunca süren işçi direnişleri ve ayaklanmaları, 1968 Prag Baharı; 1959 Küba Devrimi, 1968 Dünya devrimi ve 1966 Çin Kültür Devrimi.
Önümüzdeki son iki seminerde (Seminerlerimizin toplamı 12’dir) bu iki yüz yıllık devrim tarihinden çıkardığımız sonuçları sistematize etmeye çalışacağız.
I. Üretici Güçler ve Devrim
A) Devrim üretici güçlerin geriliğinin ya da ileriliğinin sonucu ortaya çıkmadığı gibi, devrimin üretici güçleri geliştirmek diye bir amacı ve hedefi yoktur.
Marx’ın bu noktada büyük bir yanlış yaptığını ve bu yanlışın büyük zararlara yol açtığını saptamak zorundayız. Dindarlar istedikleri kadar “kuran” tefsirleriyle uğraşsınlar. Biz dindar değiliz ve olmayacağız.
Marx’ın üretici güçlere bu kadar önem veren tutumu tamamen 19. yüzyıl batı düşüncesinin ürünüdür. O dönemde Avrupa ve onun yönlendirdiği insanlık büyük bir ilerleme tutkusuna kapılmıştı. Sanayileşme ardı ardına büyük buluşlar sağlıyor ve bu da insanlıkta büyük bir coşku ve daha da fazla ilerleme hırsına yol açıyordu.
Marx, işte böyle bir atmosferin sonucunda ve o sırada önünde tek modern devrim örneği olan Fransa devrimine bakarak, devrimin ilerleyen üretici güçlerle onların ilerlemesine engel olan üretim ilişkilerinin arasındaki çatışmanın ürünü olduğu sonucuna vardı. Meseleyi böyle koyduğunda da ister istemez insan unsurunu geri plana atıp makine ya da sanayi unsurunu birinci plana almış oldu. Tilmizleri de hep bu yolu izledi.
Bu yüzdendir ki, ana akım Marksistler devrim mücadelesinde ezilen kitlelerin durumundan değil, esas olarak sanayileşmenin durumundan hareket ettiler, devrim umudunu sanayileşmeye bağladılar. Hatta Bernstein ve daha sonra Menşevikler, umutlarını doğrudan kapitalistleşmeye bağladılar.
Lenin ve Troçki bu noktada ortodoks Marksistlerle (Bernstein ve Menşeviklerle) çatıştılar, Marksist devrim anlayışında adeta bir devrim yaptılar. Teorileri, Menşeviklerin tersine, devrimi sanayileşmeye ya da kapitalistleşmeye değil, ezilen kitlelerin isyanına bağlarmış gibi görünüyordu ilk bakışta. Ne var ki, bu sadece iktidarı alma strateji açısından böyleydi. Marksist teoriyi temelden değiştirmemişlerdi. Onlar, Marx’ın üretici güçler teorisine bağlı kalmaya devam ederlerse sittin sene iktidarı alamayacaklarını anlamışlardı. Bu yüzden, yeni tür bir işçi devrimi teorisi ortaya attılar. Bu teoriye göre, sanayileşme ya da kapitalistleşme beklenmeyecek, üretici güçler geri de olsa işçi sınıfı iktidarı ele alacak ve iktidarı aldıktan sonra üretici güçleri geliştirecekti.
Görüldüğü gibi, burada önemli bir değişiklik olmakla birlikte temeldeki üretici güçleri geliştirme mantığı terk edilmemiştir. Sadece, Marx’ın ve Menşeviklerin burjuvaziye yüklediği üretici güçleri geliştirme görevini burjuvazinin elinden almış ve proletaryaya vermişlerdi. Çünkü onlar iktidar istiyorlardı.
Lenin ve Troçki’nin teorisi daha da korkunç sonuçlara yol açtı. Çünkü proletarya adına proletaryaya kamçı sallama teorisiydi bu. Bolşevikler madem iktidarı ele almışlardı, şimdi sosyalizmin temelini oluşturmak, yani sanayileşme için proletaryayı aşırı bir şekilde çalıştırmak zorundaydılar. Bu durum, fiiliyatta Bolşeviklerle işçilerin arasını hızla açtı ve karşı karşıya getirdi. Bundan sonra sıra ister istemez polisiye baskı önlemlerine geldi. Stalin, bu uygulamanın en sivri ve özel bir örneğidir. Konumuz açısından pek bir orijinalliği yoktur. Ona sadece, iktidardayken böyle bir üretici güçleri geliştirme azgınlığının ne kadar vahim sonuçları olacağını göstermek açısından değinilebilir.
B) Yukardan Devrim diye bir şey yoktur. Bu Marksistlerin durumu kitabına uydurmak için ileri sürdükleri bir tezdir. Yukardan sadece karşıdevrim vardır
Marksist paradigma tamamen Marx’ın üretici güçler mantığına göre oluşturulduğundan Marksistler, Franrsa’daki gibi bir sankülat devrimiyle gerçekleşmeyen kapitalist ilerlemeleri izah etmekte güçlük çekmişler ve sonunda işin içinden çıkabilmek için “Yukardan Devrim” teorisini icat etmişlerdir. Şimdi, bakıyoruz, Almanya’da devrim falan yok 19. yüzyılda, tersine Bismark’ın demir yumruğu var. Ve bu demir yumruk gerçekleştirmiş kapitalistleşmeyi de sanayileşmeyi de, küçük feodal prensliklerin birleştirilmesini de. O zaman bu durumu nasıl izah edeceğiz? İlerleme var ama devrim yok. O zaman da Bismark’ın yaptığına “Yukardan devrim” dersiniz olur biter. Evet ama bu durumda, Hitler’in ya da Evren’in ve Özal’ın yaptıkları da neden yukardan devrim olmasın!!!!!
Keza, burjuva devrimi kavramı da tartışılmalıdır. Burjuva demokratik devrim denen şey Marksistlerin hayallerinden uydurdukları bir şeydir. Burjuvazi hiçbir döneminde devrimci olmamıştır. Aristokrasiyi deviren de burjuvazi değil, ezilen halk kitleleridir. Fransız devrimindeki burjuvazinin temsilcisi Jakobenler devrimin değil, devrimi bastırmanın temsilcileridir.
“Burjuva demokratik devrimin” köylülüğü özgürleştirdiği de tam bir palavradır. Tersine, kapitalistleşme köylülüğü özgürleştirmez, öldürür. Köylülerin şehirlere göç edip ücretli köleler haline gelmeleri özgürleşme değildir. Bunu köylülüğün özgürleşmesi olarak görenler asla kapitalizme karşı gerçek bir özgürlükçü devrimin peşinden koşamazlar ya da böyle bir devrimi destekleyemezler. Zaten, iktidara gelen Komünist Partiler de köylüleri özgürleştirmemiş, tersine onları aynı kapitalistler gibi yok etme yoluna gitmişlerdir. Hele Stalin dönemindeki “müjik” tasfiyesi, tarihte görülmemiş ölçüde korkunç bir köylü katliamıdır.
C) MDD’cilik, Cephecilik vb. türü şeyler yeni tipte bir Menşevizmdir ve bugünkü kalkınmacı-solculuğun temelinde bunlar vardır.
Fikret Başkaya bu kalkınmacı paradigmayı çok güzel izah etmektedir. Buna eklenecek çok fazla bir şey yoktur. Bizde solculuk kalkınmacılık olarak anlaşılmıştır. Dönemin sosyalist ülkeleri de bunu teşvik etmiştir. Çünkü kendileri zaten kapitalistlerle rekabet halinde bir kalkınma yarışındaydılar. Çin olsun, Sovyetler Birliği olsun, bu durumda, yoksul ülkelere ne önerebilirlerdi? Onlara diyecekleri tek şey, siz de bizim gibi sıkı bir çalışmaya girip kalkınmayı sağlayın olabilirdi. Bizi örnek alın, bizim yolumuzdan gidin, bir gün siz de kalkınır ya da sanayileşirsiniz. Bu arada biz de size yardım ederiz. Tabii ki bizim dümen suyumuza girmeniz koşuluyla. İşte MDD teorisi olsun, Kapitalist olmayan kalkınma yolu teorileri olsun böyle bir anlayışın ürünüydü. Tamamen üretici güçlerin geliştirilmesi, zamanımızın moda ve popüler deyimiyle kalkınma amacına hizmet ediyordu. Elbette hüsranla sonuçlandı.
Bu arada cephecilik illeti de reddedilmelidir. İşçi ve köylü kitlelerinin devrim için şu ya da bu burjuva kliğiyle ittifak yapmaya, cephe kurmaya ihtiyacı yoktur. Her cephe girişimi devrimin hedeflerinden biraz daha biraz daha uzaklaşmaya hizmet etmiştir. Devrim, bir iktidar stratejisi değildir. Devrimi böyle kavrayanlar elbette cephecilik yaparlar, bu onların mantığı açısından doğrudur. Ama toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi ve köylülerin ve tüm çalışanların bu tür küçük iktidar manevralarına ihtiyaçları yoktur. Devasa bir toplumsal devrim, her türlü politik oyunculuğu da silip süpürecek, aşağıdan bir diriliştir, Ezilenlerin dirilişidir. Bu devasa potansiyel bir kez harekete geçmeye görsün, tüm yaratıcılığını ortaya koyacak, tüm asalakları silip süpürecektir.
XII. ve son seminerdeki Sonuçlar/2 bahsinde;
2. İktidar ve Devlet sorununu; 3. Devrimin Organları sonurunu; 4. Aydınlanma ve Devrim sorununu işleyecek ve böylece seminerlerimizi tamamlamış olacağız.
Gün Zileli
7 Ocak 2010
Özgür Üniversite/İstanbul