Gezi Notları…(IV) Nerede Çokluk Orada Özgürlük…
Mayıs-Haziran Taksim Devrimi Martiri Abdullah Cömert’in anısına…
Dün akşam ve gece Ceren’le birlikte Taksim Gezi’sindeydik. Dorina’nın özenle diktiği kızıl-kara bayraklarımız ellerimizde. Benimkinin üzerinde püskürtme boyasıyla ve eğri büğrü bir yazıyla yazdığım, yuvarlak içindeki A ile birlikte CNT-FAI, Durruti yazısı vardı. Ceren’inkinin üzerinde ise, Biji Azadi yazıyordu. Bu yazıyla, harekete katılmakta ikircikli davranan Kürtlere bir mesaj vermek istemiştik. Onları bu kez meydanda gördüğümüze sevindik. Kürt politik hareketi böyle bir devrimin kenarında durmayı doğru bulmamış, güçlerini katmaya karar vermişti. Benimkinin üzerindeki yazı ise, ancak “hard-corn” anarşistlerin anlayabileceği türden, epeyce marjinal bir yazıydı. O meydandaki muazzam kalabalık içinde, 1936 yılında Franko darbecilerine karşı ellerindeki çekiçlerle özgürlük için dövüşmüş ve kenti çıplak elleriyle ele geçirmiş anarko-sendikalist CNT’li işçileri, İberya Anarşist Federasyonu’nu ve anarşist kahraman Durruti’yi kim bilir, kim hatırlardı. Ne var ki, her büyük topluluğun birkaç marjinale her zaman ihtiyacı vardır.
Dün gece Taksim Gezisi’nde, sürekli akışkan kalabalıkların tümünü hesaba katarsanız bence iki yüz binden fazla insan vardı. O küçük park tuhaf bir şekilde büyümüş, devleşmişti. Hayatımda ilk kez, net bir biçimde, mekânların çapının da görece olduğunu fark ettim. Taksim Gezisi, içine aldığı muazzam kalabalıklarla birlikte büyümüş de büyümüştü. Normal zamanda on dakikada turlayacağınız bu park, devasa bir alana dönüşmüştü. Ve söylemeye elbette gerek yok ki, orada Türkiye’nin bütün çoğulları, bütün renkleri bir aradaydı. Hem de barış içinde.
Ve yine hayatımda ilk kez kendimi bu kadar rahat, bu kadar güven içinde, bu kadar özgür hissettim. Herkes gülüyordu, herkes espri üretiyordu. Ve bizim Melih bu esprili sloganlar yağmurunu, Emma Goldman’ın ünlü bir sözünü değiştirerek taçlandırıyordu: “Gülemediğim bir devrim devrim değildir.”
Ve hemen ardından, pırıl pırıl parlayan gözlerle söylenen, birçok arkadaşımdan duyduğum şu sözler: “Bu günleri gördüm ya, artık ölsem de gam yemem.” Dillendiremesem de içten katıldığım sözlerdi bunlar. Elli yıl boyunca “devrim, devrim” deyip durmuştum. Sonunda devrim yüzünü işte burada, gerçekten göstermişti hepimize.
Dün gece çocuklar gibi şendik ve özgürdük. Dün gece yüz binler, varlıklarıyla ve neşeleriyle polisin olmadığı yerde olayın ve çatışmanın da yaşanmadığını bizzat, davranışlarıyla ispatlamanın mutluluğunu yaşıyorlardı. Siyasi ve ideolojik ayrılıklar devam etmesine rağmen aslında böyle büyük bir devrimde bunların o kadar önemli olmadığı net bir şekilde görülebiliyordu. Orada en ulusalcısı da vardı, en Kürt yanlısı da, en katı “proletarya diktatörlüğü” yanlısı da, en liberali de. Bir arkadaş yolumu kesip, “dün gece Cengiz Çandar da buradaydı, biliyor musun?” dedi. Ardından da “gerekeni söyledim ama” diye ekledi. “Keşke mahçup etmeseydin” dedim ona, “buraya gelmiş madem.” Öyle onur kırıcı bir laf etmemiş neyse ki. İşte devrim böylesi bir barış ortamı yaratmıştı. Farklılıklara saygı kültürü kendiliğinden, konuşulmamış, sessiz bir konsensüsle bir anda hâkim oluvermişti alanlara. Bir kere daha gördük ki, yaygın deyişin aksine, çokluğun olduğu yerde bokluk değil, gerçek özgürlük olur. Özgürlüğün garantisi, sizin sahte oy çoğunluğunuz değil, Negri’nin ifade ettiği çokluktur. Çokluklar, çoğunlukçu dengeleriyle bir gücün egemenliğini engelleyerek özgürlüğü garanti altına alır.
Gündüz Gezi Parkı’na gitmeden önce, Başbakan Yardımcısı Arınç’la görüşmeye giden Taksim Dayanışması üyelerinin basın açıklamasını yüreğim ağzımda dinlemiştim. Acaba nerede falso verecekler diye tetikte, dikkat kesilmiş bakıyordum TV ekranına. Hiçbir falso vermediler. Son derece tok bir üslupla, hiçbir uzlaşma cümlesi sarf etmeden, kesinlikle radikal taleplerini sıralayıverdiler. Tanımıyorum kendilerini ama mutlaka karakterli insanlardır. Mesele karakterlilik meselesi değil zaten. Arkalarında muazzam bir kitle olduğunu bilen insanlar daha dik dururlar, daha tok konuşurlar ve geri adım attıkları an o kitlenin gözünden düşeceklerini bilirler. Yani aslında “söyleyene değil, söyletene bak” sözü tam da bu durumlar için söylenmiştir. Bunun en iyi örneği, Macar Devrimini yatıştırmak için Kruşçev tarafından görev başına getirilen İmde Nagy’nin kitle hareketinin gücüyle ve itkisiyle bir halk önderine dönüşmesidir.
Sözün özü, demek istediğim, büyük devrimci kitlenin, bu kısa aralıkta hem kendini, hem de kendisi adına hareket edenleri dönüştürdüğüdür. O ne muazzam topluluktur öyle. Parkta her şey bedavaydı. Kitap bedava (acil bir kütüphane kurulmuştu. Herkes yüzlerce kitap bağışlıyor ve yüzlerce insan onlarca kitap alıp gidiyordu), kandil simidi bedava, üzerinde slogan yazılı seçtiğiniz yumurtadan yapılmış harika omletler bedava, pilav bedava, her adımda bunları ikram eden insanlar çıkıyor karşınıza. Herkes büyük bir nezaket ve sevecenlik içinde. Bir yerden inerken ayağınız mı tökezledi? On el birden uzanıyor size, yardımcı olmak için. Çok güzel, şortlu kızlar gecenin o vakti ve o kalabalıkta özgürce dolaşıyor. Tek bir taciz olayı yok. Taksim ve Beyoğlu’nun yılbaşı eğlenceleri sırasındaki halini bilenler ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır… Her şey bedava dedim ama sanılmasın ki her şey kamulaştırılmış. Yok böyle bir şey. Halk kendi yaratıcılığı ile bir anlamda parayı ortadan kaldırmış ama özel ticaret yasaklanmış falan değil. Seyyar satıcılar istedikleri gibi faaliyetlerini sürdürüyorlar. Geçmişteki kamulaştırmacıların çok şey öğreneceği ve üzerinde derin derin düşüneceği bir durum.
Aslında yazılacak daha o kadar çok şey var ki. John Reed burada olsaydı sanırım Dünyayı Sarsan On Gün’ün ikinci versiyonunu da yazardı. Evet, dünyayı sarsan on gün bugün Türkiye’de yaşanıyor ve Taksim Gezisi, turistlerin de uğrak yeri olmuş. Hiçbir turist bu önemli olaya tanık olma fırsatını kaçırmak istemiyor. Hangi turist propaganda broşürü böylesine bir etki yaratabilirdi? Arkadaşlarla dün gece yarısından sonra karar verdik. Bir çalışma grubu oluşturup bu devrimi tüm canlı manzaralarıyla birlikte bir kitap halinde yazacağız.
Bu kitabın bölümlerinden biri de, öyle sanıyorum ki, ismini, hareketin sonsuz espri üretiminin çarpıtmasıyla değiştirdiği şekliyle söylememe izin verin, Bünyamin Tayyip Nedenyahu’nun incilerinden oluşacak. Sözleriyle ve tavırlarıyla devrime büyük hizmetlerde bulunduğuna inandığım Tayyip Nedenyahu’nun, kendisinden önce yeni birkaç incisi ulaştı Tunus’tan. Başbakan, “azınlığın çoğunluğun haklarını gasp etmesine izin vermeyeceklerini” buyurmuş. Yani, Taksim’deki “azınlık”, İstanbul’un semtlerini “aynı hava” ile inleten “azınlık”, Türkiye’nin neredeyse bütün illerinde yedisinden yetmişine ayağa kalkan “azınlık”, AKP’li bakanlardan, milletvekillerinden, valilerden, emniyet müdürlerinden, eli sopalı sivillerinden oluşan “çoğunluğun” haklarını gaspediyormuş. Haberleri bile yok ki, onların bile hayat hakkı, “azınlık” dedikleri halkın güvencesi altındadır. “Hayata Dönüş” operasyonunun baş sorumlularından biri olan Hikmet Sami Türk’ün, Taksim Gezisi’ne adeta bir “intihar bombacısı” kararlılığıyla gelme cüreti gösterip, oradan korumalarının eşliğinde sağ salim kaçabilmesi bile sadece halkın engin hoşgörüsünün ürünü değil midir?
Ve o halk, elbette kendisinin bir parçası olan, kendi çocuklarından oluşan, “marjinal” diye ötelenmeye çalışılan örgütlerin haklarını da güvence altına almıştır. Başbakan, ülke dışından yolladığı incilerinden birinde, her zamanki taktiğine başvurarak “içlerinde DHKP-C’liler de var” demiş. Var ya… Bu halk, o çocuklarını da himayesine almış bulunuyor, “azınlık” deme cüretini gösterdiğiniz halkın, daha önceleri yaptığınız gibi, onları hücre evlerinde basıp kenar köşe yerlerde katletmenize izin vereceğini mi sandınız…
Gün Zileli
6 Haziran 2013
Hijos del noches…
Hiç şüphesiz 1968 kuşağın çok ama çok izleri var buralarda. O kuşak ki; halen ayakta. Zaman zamanda olsa o izlerini oralarda arıyorlarsa, nemutlu o kuşağa. Bir zamanlar etkilendiğimiz, izini sürdüğümüz o insanları halen seviyor saygı duyuyorsak, demek ki, halen Devrim yolundayız.
erdogan bir yandan devlet malina zarar vandalizm propagandasi ile direnisi bariscil ve militan olmadigini kanitlama baskisi altina alirken kendi vandallarini militan bir savasa hazirliyor… bir handikap.
alanda komün romanını okur gibiydim 🙂
durutti üzerine düsünmek gerekebilir önümüzdeki günlerde…
AKP rest dedi, ve birileri diyalog ve müzakere ile yanitladi. Bunu AKP, biz ettik sen etme abi olarak algilayacaktir ve öyledirde..Bu diyalog ve müzakere Terminoljisinin sahibi cok tanidik…(bu diyalog muzakere ve baris sözü bende artik öyle bir tiksinti uyandiriyorki)
……………………….
“Medya”da “Kürt sorunu”ndan, “barış süreci”nden başka bir şey konuşulmuyordu. Kalemi ya da mikrofonu eline alan herkes “barış süreci”nin ülkeye huzur getireceğinden, Türkiye’nin “uçacağından” söz ediyordu.
Ve birden ortalık karıştı.
Herkesin bildiği ve yaşayıp gördüğü gibi, “çok masum bir çevreci duyarlılık”tan milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü bir başkaldırı, bir direniş ortaya çıktı. Yıllardır biriken öfke, Gezi Parkı’ndaki bir avuç orta sınıfın üst gelir grubundan bireylerin “çok masum çevreci eylemi”ne yönelik polis terörüyle sokaklara yansıdı.
Herkesin çok iyi bildiği gibi, “her cinsten, her yaştan, her inançtan ve her siyasal düşünceden” insanlar, milyonlar sokağa çıktı.
Orta sınıfın üst gelir grubuna mensup bir avuç bireyin “çevreci eylemi”ne karşı gösterilen şiddet karşısında biriken öfke, sözcüğün tam anlamıyla, devletin resmi zor güçlerine karşı bir sokak direnişine yol açtı. Hızla ülkenin tüm kentlerine yayıldı.
…………………….
Herkesin çok iyi bildiği gibi, “her cinsten, her yaştan, her inançtan ve her siyasal düşünceden” insanlar, milyonlar sokağa çıktı.
Orta sınıfın üst gelir grubuna mensup bir avuç bireyin “çevreci eylemi”ne karşı gösterilen şiddet karşısında biriken öfke, sözcüğün tam anlamıyla, devletin resmi zor güçlerine karşı bir sokak direnişine yol açtı. Hızla ülkenin tüm kentlerine yayıldı.
Sosyolojik tanımla “yeni orta sınıf” bireyleri, kendilerinin ve çocuklarının “çevre duyarlılığı”na karşı AKP iktidarının gösterdiği tepki karşısında halkın sokaklara dökülmesi ve polis terörüne karşı direnişe geçmesi karşısında, önce sevindi, ardından şaşkınlığa düştü. Sevinç ve şaşkınlık arasında sokak direnişlerinin devam etmesi onları “umut”landırdı. Bugün tüm “medya”da “korku duvarının aşılması” olarak tanımlanan halk kitlelerinin cüreti onları da “korku-suz”laştırdı, pervasızlaştırdı.
AKP’nin “yasal ve yasalara dayalı baskısı” ile ürkmüş, korkmuş ve kendi köşesine çekilmiş küçük-burjuva aydınları, sanatçılar vb. toplumsal katmanlar “korku duvarını” aştılar. Ellerinde cep telefonlarıyla, twitleriyle Taksim’e koştular. Ve Taksim Meydanı birden halk direnişinin simgesi olurken, “yeni orta sınıf” bireylerinin “kurtarılmış bölgesi” haline geldi. Aydınların, sanatçıların, “muhalif” gazetecilerin, “ofis” kadın ve erkeklerinin polis teröründen azade edilmiş bir alanda kendilerini bulmaları, kendilerini özgür hissetmeleri, yıllarca içinde yaşadıkları yalıtılmışlıktan ve depresif konumlarından çıkmalarını sağladı.
………………………………….
Kurtarılmış Taksim” tam bir karnaval, festival havasına bürünürken, “aşağıdakiler”, Beşiktaş’ta, Dolmabahçe’de polis terörüne karşı direniyordu. Ülkenin tüm kentlerinde “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganlarıyla sokaklara dökülen milyonlarca insanın polis terörüne karşı direnişi ile “Kurtarılmış Taksim” tam bir zıtlık oluşturdu.
İstanbul Taksim Meydanı’nda “steril” bir ortamda özgürlük rüzgarları estirilirken, “aşağıdakiler” Beşiktaş’ta, Dolmabahçe’de polis terörüyle savaşırken, Ankara ve İzmir direnişin en geniş ve en sıcak olduğu kentler olarak öne çıktı.
……………….
“Evet, ama yetmez”ciler, neo-liberal solcular, kendilerini dışlayan ve aşağılayan Recep Tayyip Erdoğan’a “haddini bildiren” halk direnişinden hoşnut oldular. AKP’nin bir kez daha kendilerine ihtiyacı olabileceği bir ortamın oluştuğunu düşündüler. Bu duygu ve düşüncelerle “Gezi Parkı direnişi”-ne koştular ve “yeni orta sınıf”ın duygularını okşayan sözler etmeye koyuldular
……………………..
Taksim Meydanı, şarkılar ve türkülerle, halaylarla festival havasına bürünmüşken, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Anadolu kentlerinin sokaklarında kan akıyordu.
Kendiliğinden sokağa çıkmış, polis terörünü protesto ederken polis terörüyle ilk kez tanışmış halk kitleleri yavaş yavaş sokak çatışmalarını öğrenmeye yönelirken, “Kurtarılmış Taksim”in “aslanları”, “her türlü şiddetten uzak durulması”ndan, “kamu mallarına zarar verilmemesi”nden, hareketin “barışçıl” kalmasından söz etmeye başladılar. Polis saldırısına karşı en önemli direniş aracı olan “taş atma”yı, “hareketin meşruiyetine gölge düşüren eylem” olarak ilan ettiler.
……………….
Devrim o gun bitti aslinda….
………………
Yerini ve ortamını bulduklarında kendilerini “68’liler” diye allayıp-pullayıp ortaya atanlar, 1968 Mayısında Paris kaldırım taşlarının nasıl bir direniş simgesi olduğunu bile unutuverdiler.
……………………….
Ülke çapında yayılan halk direnişinin ne yöne gideceği ve nasıl sonuçlanacağı (kaygı ve korkuyla karışık) sorulmaya başlandı. Böylece halk direnişinin sokak çatışmalarına dönüşmesini engelleme çabaları, birden “görüşme” girişimlerine yol açtı.
…………………………….
1 Haziran günü CHP’yi “ambulans arkasından giden uyanık taksi şöförüne” benzeterek halk direnişini sahiplenmeye kalkışmakla suçlayan Sırrı Süreyya Önder, birden “görüşmeci” olarak yeniden piyasaya çıktı. Önce “itfayeci” başbakan “vekili” Bülent Arınç’la, ardından Abdullah Gül’le görüştü. Amaç, “Gezi Parkı direnişi”yle başlayan ülke çapında polis terörüne karşı eyleme dönüşen halk hareketini “barışçıl biçimde” bitirmek ve insanları evlerine göndermekten ibaretti. Ama Sırrı Süreyya Önder, BDP’yle “ters düşmesine” rağmen, sokaklarda çatışan ve direnen halka “evinize dönün” demeye cesaret edemedi.
………………………
(simdi edebilir)
……………………..
zlerce yaralı haberlerini ölüm haberleri izledi. Ama bu haberler bile Taksim Meydanı’ndaki “festival havası”nı değiştirmeye yetmedi. “Üç ağaç için” duyarlılık gösterenler, bu duyarlılığı paylaşmak için Taksim’e akın edenler, ülke çapındaki direnişleri ve çatışmaları görmezlikten gelmeye başladılar. Yapacak bir şey yokmuşcasına, ellerine “mor” boyalar alanlar “sapık” duvar yazılarını silmeye koyuldular ve yaptıkları “eylem”le manşetlere çıktılar.
………………………….
Taşsız, sopasız, “kendi çöpünü kendisi toplayan”, “kamu mallarına zarar vermeyen”, “erkek egemen söyleme başkaldıran” “barışçıl” eylemcilere övgüler düzüldü. Ama Ankara’da, İzmir’de, İstanbul’da, Adana’da, Mersin’de, Antakya’da, Samsun’da, bilcümle Anadolu’da çatışan, yaralanan, ölen insanlar “üzücü ve huzur bozucu olay” olarak sunuldu
………………….
Durumdan vazife çıkaran, “duyarlı ve sorumlu” bir “milletvekili” olarak kendisini ortaya atan Sırrı Süreyya Önder’in halk direnişini (Recep Tayyip Erdoğan’ın “gezi”den dönmesinden önce) sona erdirmek amacıyla başlattığı “görüşme” sürecine, kendi “nüfuzu altında” olduğu varsayılan “Taksim Bileşenleri” ortak edilmeye çalışıldı. (meslekten uzlastirici medyatik solcumuz sirri suyeyya ya atarlanacak kalibrede gercek bir solcumuz yokmola?)
…………………….
Gezi Parkı’ndaki küçük bir “çevreci ey-lem”e karşı gösterilen “tahammülsüzlük” ve polis terörü halk kitlelerini sokağa dökmüştür. Hareket ne denli kendiliğinden olursa olsun, sokağa çıkanlar belli bir bilince sahip kitlelerdir. Şüphesiz bu sosyalist siyasal bilinç değil, ama demokratik bilinçtir.
…………………. AKP iktidarı, sınıfsal olarak ürkek ve kaypak yapıya sahip olan küçük-burjuve aydınlarının şiddetin dozunun artmasına paralel olarak hareketten uzaklaşacaklarını düşünmektedir. Ancak “Gezi Parkı eylemi”ne karşı uygulanan polis terörüyle halk kitlelerinin sokaklara dökülmüş olması bu aydın kesimi cesaretlendirmiştir. Dillerinden düşürmedikleri sözlerle, “korku duvarını” aşmışlardır. Bu nedenle yalın bir polis terörüyle, klasik “toplumsal olayları önleme araçları”yla bu kesimi korkutabilmeleri ve geri çekilmeye zorlamaları olanaksızdır.
Recep Tayyip Erdoğan bu kesimleri bir “iç savaş”la tehdit etmektedir. “Evlerinde zor zaptettiği %50”yi sokağa çıkarmakla tehdit etmektedir
Bu açık bir iç savaş tehdidi ve ilanıdır. Bunun tek amacı, küçük-burjuva aydınlarını, özellikle “yeni orta sınıfı” birkaç küçük taviz karşılığında evlerine dönmeye zorlamaktır. “Medya” alanında belli bir etkiye sahip olan ve sesi çok çıkan bu kesimlerin halk hareketinden ayrılması, hareketini sürdürme kararlılığı gösteren kitlelerin devletin açık zoruyla katledilerek sindirilmesinin önünü açacaktır.
(ve Sirri sahnesini alacaktir)
……………………
elveda devrim , bize bildigimiz bazi seyleri tekrar ogrettin. ama bilmedigimiz seyleride, herseyden önce devrim denen seyi sicak somutlugu ile , kisa bir an gördük, aliskanliklarimiz ve birileri bize sunu der bunu derden kurtulursak, kitlelerle bulusabilecegimizi gösterdin…
……..simdi korku duvarini tekrar kurmaya calisacaklar. ve biz haine hain diye bile haykiramayacagiz…….
(asagi yukari tamamen alintidir, kaynagi objektif okunabilsin diye yazmiyorum)
Yazi iyi,güzel..Laf vede tas( lama) mama gerek yok..
Yani öküz,öküz bakabilirim rahatlikla..
Erdoganin milyonlarca insanla buynuzlasmasini öküzlerde anlamiyor.. Bu braz fazla öküz… Öküz olmazsa basa gecmezdi..
Recep Tayyip Erdoğan halk direnişini bir iç savaşla tehdit etmektedir. Bir iktidarın ölüm-kalım sorunuyla yüzyüze olduğu koşullarda bu tehdit bir “blöf” olarak değerlendirilemez. İç savaş olasılığı ne kadar uzak görünürse görünsün, her durumda ciddiye alınmalı ve olası bir karşı-devrimci ve şeriatçı iç savaşa hazırlanılmalıdır.
İç savaş tehdidi karşısında yapılacak her türlü (maddi ve manevi) hazırlık, herşeyden önce iç savaş tehdidinin etkisizleştirilmesini sağlayacaktır.
Savaştan kaçınmanın tek yolu, savaşa hazırlanmaktan geçer.
Recep Tayip Erdoğan’ın iç savaş tehdidinden ürken ve korkan küçük-burjuva aydınları, “yeni orta sınıf” mensuplarının küçük tavizler karşılığında direnişi durdurmaya ve bitirmeye yönelmeleri çok daha büyük olasılıktır. Onlar, “uluslararası kamuoyunun” desteğiyle elde ettikleri kazanımları koruyabileceklerine inanacaklardır. Böyle bir durumda halk direnişinin saflarında parçalanma ortaya çıkacak ve ardından legalist sol onları izleyecektir. Bu da halk drirenişinin sonunu getirecektir
8. erdogan o piril,piril halki tamda senin yazdigin gibilileri kastediyor. Bu yazinla onumu desteklemek istedin?cok ucuz olmus..
yukardaki tamamen alıntı objektiflik sorunlu yorum maksatlı değilse bir çok sorun içinde taşıyor.1.si gezi tamamen ele geçirildikten sonrada geziye destek ve gezinin rahat bırakılması için beşiktaş ankara adana ve tüm illerde direnilirken yaralanma ve ölümlerin faturasını gezide yeni ve farklı insan ilişkisi ve kömün ilkeli yaşam inşasına çıkarmak maksatlı değilse ne dir.aslında gezide başarıdan sonra başlayan yeni tarz giderek geziye destek veren bütün illerde aynen kurulmaya başlaması bile( ankara,eskişehir,izmit)bu akşam aynen gezi gibi çadır ve kömün ilişkisinin inşa edildiği iller bütün bunlarda direnişi ve devrimi bitirme gibi yorumlar tolumsal olanı hiç anlamayan kendi bildik politik ezberine uymayanı itibarsızlaştırma girişimi değilde nedir?eminim kaynağı açıklanınca toplumsal devrimci gelenek değil politik devrimci gelenek olduğu ortaya çıkacaktır.toplumsal devrimi kendi politik iktidarı sanıp kendi iktidarıyla kendi bildiği gibi yukardan aşağıya devrimi inşa edeceğini sanan devrim mühendisleri ancak yukardaki olumsuz eleştiri ile asıl toplumsal devrimcilere saldırıp gezide şu anda inşa aşamasındaki yeni iktidarsız insan ilişkisi formunu ancak siz bu şekilde itibarsızlaştırmaya çalışabilirdiniz.hem geziyi hemde sırrı süreyyayı gezi platformunu itibarsızlaştırıp politik dükkanınıza bir şey kazandıramazsınız bunların eski çocukluk hastalığı olduğunu anladığınızda aslında bütün bu direniş ve toplumsal olanın sadece verili egemen iktidara değil sizin gibi politik devrimcilerin yukardan inşa etmeye çalıştığı kendi iktidarınızada itiraz olduğunu anladığınızda gezinin değeri ve önemini anlayacaksınız.zileli çok güzel bir gezi fotoğrafı çekmiş ben hiç gitmediğim halde aynını izmitte inşa etmeye çalışıyoruz.zilelinin bayrak ve slogan tercihleri çok benzeşti ve harika olmuş galiba site yoldaşlığından olsa gerek bende izmit kitlesel gösterilerinde 4 günden beri bütün iktidarlar doğa ve insan katilidir solaganıyla vviva durrutti,viva emma goldman,viva kropotkin,viva bakunin solaganları atınca gençlerin ilgi ile izlediğini ama çok fazla durruttiyi fark etmediklerini hissettim yinede siyah bandanalarıyla gençlerin insan karakterine en uygun ideolojiyi el yordamıylada olsa fark ettiklerinden eminim bu toplumsal direnişin asıl karakteri isyan ve özgürlükçü karakteriyle beklenmedik seviyede anarşizmin gençlerde sempatisi oluştuğunu fark ettim.zaten efendilerin sistemin sahiplerini bu seviyede tedirgin etmesi çok önemlidir giderek evrilmesi kaçınılmaz olsada bence iktidarın daha merkezileşmesi otoriter ve buyurgan tavrının devam etmesi gibi bizim dışımızdaki nedenlerle yeniden isyan ve direniş ikliminin genişleyeceği düşüncesindeyim
bir arkadaş isyanın öğrettiği ile özgürlükçü HDK sız yorum yapmış diyor özgürlükçüyü hiç anlamamış galiba HDK da özgürlükçü gibi politik devrimciliğinden toplumsal devrimciliği öne alan çok insan var hatta ağırlıklı eğilim budur.isyanın bütün evreleri ve her yerinde HDK poitik bayrağı ile değil bizazat gövdesi ve pratiği ile yer almıştır politik müdahelenin isyanı daraltacağını en iyi bilip en uygun tavrı gösterenlerden biridir sırının tavrıda çok olumlu olmuş hatta gezi parkı platformu adına açıklama yapamayacağını söylemiştir
elveda devrim deyip şimdiden haykırmak için hain aramaya başlayan aklı evvelin gezide hain aramasına gerek yok.onun örümcek bağlamış zihnindeki karakolda zaten muhakkak kendince hainler olduğu saçtığı zehirden anlaşılmaktadır.meslekten uzlaştırıcı solcu sırrıdan kendince daha solcu aradığına göre toplumsal direnişi hiç anlamamış senin zihnini zehirlemiş solun günün toplumsal devrimci direnişçileri tarafından çoktan tarihin çöplüğüne gönderilip onuda aşan olumlu tüketen yeni bir toplumsal devrimci özgürlükçü gençlikle karşılaşınca hemen eski bildik ezbere sarılıp hain revizyonist oportinist aramaya başlarsın.çünkü en devrimci öncü sensin nasıl olurda senin gibi en devrimci öncü solcu yerine başkaları inisiyatif kulanabilirin endişesiyle gezide belkide seninde birlikte inşa ettiğini zehirlemeye başlarsın?tek çümle ile kendi iktidarını tüketemediğinden olmasın?
Tüm pratik politik becerisi kullanmak ve kullanilmak üzerine sekillenen, devrimci teoriyi ve söylemi iktidarin hukugu fahiselestirmesine benzer sekilde kullanan birinin maddi yasamsal ve manevi tatmininden cikmis ideolojik politik onermelerine kölece tapanlarin , örümceklerden bahsetmesi çok güzel… Ne yenileneni ne yeni kusagin ruhunu anlamaya çalisan bu kafa heryerde ayni …saclar boyanmis . dip boya ihtiyaci var. Biz yenilendik onlar örümcek kafali dogmatikler… Dogmatizmin donuk gri düsünüsünün üzerine samimiyetsiz yüzeysel bir soylemi renki bir bez gibi çekince, dogmatizm den kurtulunmuyor ama..72 lerde dogmatizden kopmus bir düsünüs tarzinin takipcileri, bugün 72 nin dogmatik olmayanlarini dahi anlamadan ayni bedene moda elbise giymeyi yenilenme sayiyor..bu yenilenme nedense hep saga, radikal olmayan, akil bicimlere yöneliyor . ilginc! ., yeni kosullarin , kendini yeni ortaya koymus celiskilerin , yeni radikal, eylem alan ve platformlari olanaklari üzerine bir tartisma acmaya kalksaniz . söyle yanitliyorlar; biz tam size göreyiz, hadi bizim tekkeye gidelim..Lazkiyeyi fethe cikalim. Ne modern düsünüs ama…! Kendi kafasiyla düsünen bir örümcek olmayi yeglerim..Ama bence örümcek kafali dogmatikler bile bu direniste dogru bir tavri, gücleri ve hafsalalari elverdigince ilk andan belirlediler, kendini yenilemis bir modern seyhin askin sakirtleri ise kitledeki türk bayraklarinin niceligine göre saf tutmak icin 10 gün beklediler…(populizmi ile malul bir söhretin fazla övünmemesi gerek, kendi verdigi örnekte bile itfaiye benzetmesini layik bulmus kendine :)))ama nereden bilsin ates yayilacak…simdi söndürmeye ugrasiyor , senlik yapin sürece zarar gelmesin akp yikilmasin:))
sevgili gün,
kara-kızıl bayrağın üzerine “biji azadi” yazarak kürtlere ayar vediğini duyunca mezarımdan fırladım, lütfen artık şu kıytırık politik angajmanlarına beni ve cnt’yi alet edip ortalıkta fink atma, farklı olucam diye METALLICA t-shirtüyle etrafta dolanan ergen halletini taklit etmeni geçtim, verilen her mücadeleyi boşa çıkarmaktan başka bir işe yaramıyorsun.
kulağını hafifçe çekiyorum.
sevgili abin, buenaventura.
Anonim arkadas; taksim gezi park patlamasi-direnisi sana hic bir sey ogretmemis.Seninde ogrenmeye hic niyetin olmadigi yazindan anlasiliyor.Gecmis onyargilarinin disina cikmak bu kadar zormu?
simdilik sununla yetinmek istiyorum ( nasil olsa bi ton kimi faydali kimi, faydasiz moskova ayaklanmasindan alinacak dersler türevleri yayinlanacak) Zileli nin Ayi muhabbetini sevdim. 🙂 güvenilebilir bir anarsist ,(güvenilmezidemi var diyeceksiniz, olmazmi!) terapi anarsisti degil en azindan..isi duruttiye kadar getirdi, bizim gibi eski kitleden kopuk eylemcilikle suclanan ötekiler 🙂 icin önemli bir ayrac bu…
direnis (artik zilelinin devrim tespitini devam ettirmek anlamsiz) az daha radikalligini koruyup oyle ilerleyebilse idi, benim kürt yasalci reformizmi ile türk yasalci reformizmi nin egemenlerle flörtünün ne baglamda oldugu hakkinda sacmalama hakkim dogacakti.:) ozgurlukcu benim yazdiklarimin altinda buzagi arar gibi anti kürtculuk ariyor, olsun bisey olmaz, hadi tuyo vereyim, nerede uzlasma vs gecse tuyleri diken diken olan bir örümcegim ben, milliyet felan tanimam… düsman, icinden birine o soyle onu aranizdan atin diye bagirdiginda, onu sevmesen bile sahiplencen hocam, siz bizi cepte keklikmi sandiniz demiycen. ben barikatin basini tanirim. arkasini ve onunu…
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kcozel_2.html
Yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır. olur 🙂
keske bunu bana göstermeseydiniz o kadar soguk duruyo ki, insan kendine ceki duzen veriyo, sunu tercih ederdim, ……….nedenlerden dolayi yayinlamiyruz bu daha iyi idi, urkuyo insan boyle
direnisi kemalistlere mal etmeye calisan kesimin fethullaha hic dokunmamasi ilginc, direniscilere capulcu denmesinden daha igrenc ir saldiridir, egitilmesi gereken cerden copten nesil diyen fetos, mizahi ile güclu taksim meydani bu cer cop ve yetismek hakkinda neden bi laf etmez,ayiptir ayip, iyi polis kotu polis oyniyanlara onlari gebertesiye kadar dovmekte haklisiniz ama bunu akkilica yapin diyen fetosa tek laf edemeden uzlastirilacak direnis…akp fetos ayrimi, almanlarin bi lafi vardir, seytani amcasina sikayet etmek…
sonradan utanacağımız seviyede kişileri,toplumsal devrimcileri,politik devrimci örgütleri,kimlikleri,inançları,halklar ve halkların önemseyip değer verdiği değerleri itibarsızlaştırma girişimlerimizi kendimize saklayıp bu süreçte nelere katlanabildiğimizi bile hatırlarsak utanacağımız cümleler kurmasak sanırım kendimize iyilik yaparız gibi duruyor çünkü bir türlü güneş balçıla sıvanamadı beee balçıkla sıvadıkça evlatlarını yemeyen satrünler görebiliriz
bır keresınde gün abı özgur unıversıte dekı bır panelde ” bır gun bıle ızın vermedıler ozgur olmamıza ,bır gun bıle doya doya özgurce dolasamadık ” gıbı bır seyler soylemıstı konusmasının arasında. tum yasamını devrıme adamıs sacları agarmıs bu sevımlı – dınamık ıhtıyara ıcten ıce uzulmustum.zıra bu benımde muzdarıp oldugum bır derttı ozgurluk . sımdı ıse mutluyum bır gun degıl 15 gundur gonlumce at kosturuyorum 17 yıldır gazını suyunu jopunu yedıgım sermaye devletının karsısında :)))