Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Gezi Hareketi Notları (3) İşçi Sınıfı Nerede?

Direnişler, İşçi Sınıfı

15-16 Haziran 1970 işçi hareketini net olarak hatırlıyorum. DİSK’in öncülüğünde bir hareketti. Sol örgütler de hareketin içinde yer almıştı ama onların fiilen yönlendirici olduğunu söyleyemeyiz. İşçiler, kendilerini desteklemeye gelen solculara elbette “hoş geldiniz” demişlerdi ama sadece sendika önderliklerini izlemişlerdi. 15-16 Haziran, DİSK açısından olduğu kadar işçiler açısından da hayati bir mücadeleydi. O gün işçi sınıfının somut mücadelesi, Türk-İş sarı sendikalarından DİSK sendikalarına geçme mücadelesi etrafında odaklanmıştı. AP hükümeti, sendikalar yasasında bir değişiklik yasa tasarısı getirerek DİSK’in önünü kesmeye çalışmıştı. Bu durumda DİSK’in, işçilere “cebinizde mendilinizle gelmeyin” çağrısı yapması son derece doğaldı. İşçi sınıfı o gün de fazla politize olmuş bir kitle değildi. DİSK aracılığıyla soldan etkileniyordu ama o kadar. Üretim koşullarından dolayı entelektüel yetenekleri gelişmiş bir sınıf da değildi. Marmara havzasındaki ağır sanayi fabrikalarında yoğunlaşmış bir sınıftı. Uzun yıllar sarı sendikacılığın baskısı altında kalmıştı. Şimdi DİSK onlara bu sarı sendikacılıktan kurtulma şansı sunuyordu. Kendine özgü fabrika içi parolalarla gizlice örgütlenmekte ve aniden bir işgal eylemine girişerek topluca sendika değiştirmekte ustalaşmıştı. Üretim koşullarından dolayı topluca ve kitle olarak hareket etmekte üstüne yoktu. İşten atılmaktan korkardı işçi, bu yüzden patronlara ve sarı sendikacılara uzun yıllar boyun eğmişti ama bir çıkış yolu gördüğü zaman da onu kimse tutamazdı. Hele bir tepesi atmaya görsün, çelikten bir kitle olarak yürür ve önüne ne çıkarsa ezip geçerdi. 15-16 Haziran’da böyle oldu. Alibeyköy bölgesindeki mücadelelere öncülük eden Demirdöküm işçilerinin dalga dalga gelen o gururlu ilerleyişi bugün gibi gözümün önündedir.
Sonra ne oldu? DİSK, TKP’nin egemenliğine girdi 1970’li yıllarda. Sendika değiştirme mücadelesine öncülük eden işçiler fabrikaların içinde TKP ajanları tarafından “tehlikeli unsurlar” olarak takibe alındı. İşçi kitlesi ikircikli bir konumda kaldı. Bir yandan eski sarı sendikacılık devrine dönmek istemediklerinden DİSK’i desteklemeye devam ediyorlardı ama bir yandan da yeni efendilerin baskıcı ortamından rahatsızdılar.
1 Mayıs 1977, işçi sınıfının mücadelesi açısından bir kırılma noktası oldu. İşçiler, sezgisel olarak Maocu-TKP’ci çekişmesinin olumsuzluğunu fark etmişlerdi ama DİSK’i uyaracak bir özörgütlenmeden yoksundular. Bu yüzden bu çatışmada pasif kalmayı tercih ettiler. DİSK yönetiminin yasakçı tutumundan hoşlanmadıkları halde, 1 Mayıs Meydanının herkesi açık olması gerektiğini seslendiremediler. 1 Mayıs 1977’de 34 göstericinin ölümü ve gösterinin panzerlerle dağıtılması işçi sınıfında büyük bir moral kırılmasına yol açtı.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, 1960’lardan beri yükselen işçi mücadelesine fiilen son verdi. DİSK yöneticileri tutuklandı ve DİSK kapatıldı. İşçiler tamamen içlerine kapandılar.
1980 tarihi aynı zamanda dünya çapında neoliberal politikaların yürürlüğe konduğu tarihtir. Neoliberalizmin uygulamaları işçi sınıfının niteliğinde de önemli değişimlere yol açtı ve bugüne kadar süren 30 yılı aşkın bir zaman dilimi içinde bu değişimler kendini net bir şekilde göstermeye başladı. Neydi bunlar?
Eski işçi sınıfının belkemiğini, Marmara havzasında yoğunlaşmış ağır sanayi fabrikalarının işçileri oluşturuyordu. 30 yılda bu durum değişti, çünkü neoliberalizm üretimin niteliğinde önemli değişiklikler yarattı. Artık üretimin ağırlığını ağır sanayi değil, hizmetler ve bilişim sektörü oluşturmaya başlamıştı. “İletişim devrimi” bir anlamda “sanayi devrimi”ne son vermiş ve üretim denen şey giderek sanal bir alana aktarılmaya başlanmıştı. Dolayısıyla ağır sanayi, ekonomideki ve üretimdeki ağırlığını kaybetmeye doğru giriyordu ki bu, aynı zamanda ağır sanayi işçisinin de ağırlığını kaybetmesi anlamına geliyordu.
Bu durum, işçi sınıfının entelektüel niteliğinde de bir değişimi getirdi. Eskiden yüksek okul mezunları, mühendisler ve teknikerler işçi sınıfının dışında bir orta sınıf ya da işçi sınıfının kaymak tabakası olarak görülürdü. Üretimdeki niteliksel değişim bu kesimi bir kaymak tabaka olmaktan çıkartıp işçi sınıfının önemli bir parçası, hatta giderek esası haline getirmeye başladı. Keza, eskiden yedek işçi ordusunu köylerden akın eden işsiz kitlesi oluştururdu. Oysa artık bugün yedek işçi ordusunu diplomalı işsizler oluşturuyor. Neoliberalizm, yeni üretim dönemine özgü olarak yüksek okullar açmış, bu yüksek okullardan istihdam edemeyeceği sayıda çok işsiz üretmişti. Çünkü artık işsizler ordusuna bu alanda ihtiyaç vardı. Dolayısıyla bu durum işçi sınıfını yarı yarıya entelektüel bir sınıf haline getirdi. Sınıfın önemli bir kesimini okumuşlar oluşturmaya başladı.
Fakat sınıfın içindeki durum sadece böyle “yukarıya” doğru bir hareketlenme değildi. Aynı zamanda “aşağıya” doğru bir hareketlenme de vardı. Neoliberalizm, bir yandan yüksek nitelikli bir işsiz okumuşlar kitlesi yaratırken, bir yandan da hizmetler ve bilişim alanı dışındaki somut üretim için, son derece düşük ücretle çalışan bir köle-işçiler kitlesi de yaratmak zorundaydı. Bu kitle, artık köylerden gelecek bir yığın kalmadığından, şehre eskiden gelmiş insanların yerleştiği varoşlarda yaşamaktaydı. Bu insanlar büyük şehirlerde yaşıyorlardı ama aslında büyük şehir hayatıyla bağlantıları son derece zayıftı. Bir kısmı alt hizmetler alanında (temizlikçilik vb) çalışırken, diğer bir kısmı izbe tekstil atölyelerinde vb. asgari ücretin de altında, son derece kötü şartlarda ve iş güvencesinden tamamen yoksun bir şekilde yaşamak zorundaydılar.
Böylece neoliberalizm, işçi sınıfını yaşam tarzıyla, anlayışlarıyla ve hatta gelir seviyesiyle birbiriyle benzerliği çok az olan iki zümreye bölmüş oldu: Entelektüel işçiler ve köle-işçiler. Eski sanayi işçisi bu kesimin ortasında bir yerde yer almaktadır. Nüfusça ve ağırlıkça gerileyen sanayi işçisi, toplumsal mücadelelerde edindiği deneyimleriyle yeni entelektüel işçilere yakınken, kültürel düzeyiyle, yaşam alanlarıyla ve kültürüyle köle-işçiler kitlesine yakın bir konumdadır.

Son otuz yıl, aynı zamanda klasik sınıf mücadelesi paradigmasını da oldukça yıprattı. Sınıf mücadeleleri gerilerken onun yerini kimlik mücadeleleri ve kültür mücadeleleri almaya başladı. Bu durum işçi sınıfının sınıf mücadelesini zayıflatan bir etkendi elbette. Kimlik mücadeleleri sınıfı böler. Alevi işçi ile Sünni işçiyi, Türk işçi ile Kürt işçiyi karşı karşıya getirir. Oysa sınıf mücadelesi bu tür ayrılıkları geri plana itip sınıf dayanışmasını ön plana çıkartmayı gerektirir. Bu da sınıfın aleyhine işlemiş bir durumdur. Diğer yandan, sanayi işçilerinin görece gerilemesi, klasik sendikaları da geriletmiş ve iyice sistemin içine dâhil etmiştir. Artık DİSK, eski DİSK değildir.
Bununla birlikte, yeni koşullar bir bütün olarak işçi sınıfına yeni tür bir sınıf mücadelesi için olanaklar da sunmaktadır. Sınıfın entelektüel niteliğinin yükselişi, belki “sanayi devrimi”nden bu yana yakalanamamış bir fırsattır. Sınıfın entelektüel olanaklardan yoksun bırakılması daima “öncü” partilere vekalet vermeyi getirmişti. Son Gezi mücadelesinde “öncü” fikriyatının kendine bir alan bulamaması biraz da bununla ilgilidir. İşçi sınıfının entelektüel kesimi kültürel mücadele ile sınıf mücadelesini birleştirmekte önemli bir unsurdur.
Peki ya köle-işçiler. Onların Alevi ya da Kürt olanları, kendi “öncü”lerinin (CHP veya BDP) ağzına bakıyorlar hâlâ. Çok özel mücadeleci semtlerde (Gazi gibi) önemli mücadeleler olsa da köle-işçiler kitlesinin henüz AKP iktidarının dayanaklarından olduğunu görmemiz gerekir. AKP, köle-işçilere basit bir hayat, basit bir evlilik, üç çocukla varoşlarda yok olup gitme, namazında niyazında yaşama, yani kısacası sömürünün ve körlüğün devamını vaat ediyor ve bu vaadlerle uyuşmuş olan bu kesim daha gelişmiş işçi kardeşlerine hâlâ düşmanca nazarlarla bakıyorlar ne yazık ki.
İşçi sınıfı romantizmini bir yana bıraktığımız zaman işçi sınıfının somut durumu böyle gözüküyor.
Kültürel bakımdan gelişmiş işçiler Gezi hareketinin çok çok önemli bir unsurudur. Bu umut vericidir.
Eski tip sanayi işçileri ve onların sendikaları mücadelenin kıyısında beklemektedir. Bu umut kırıcıdır.
Varoşlardaki köle-işçiler AKP’nin Kazlıçeşme mitinginin mütedeyyin kitlesinin bir parçasıdır. Bu, umudu bırakın bir yana, yürek paralayıcıdır.

Gün Zileli
30 Temmuz 2013
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

19 Comments

  1. özgürlükçü

    toplumsal devrimci özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bütün sınıfları iktidarları hiyeyarşileri kaldırıp sınıfsız bir dünyada her türden iktidar ve hegemonyadan kurtulmuş özgürleşmiş insan ve doğa ilişkisi tahayülünde sanayi ploteryasının bu hayalleri gerçekleştirecek en devrimci sınıf olduğu tezi uzun yıllardır tartışılıp sorunlu bulunduğunu söylemeliyiz.boochkin inde yıllar önce kapitalist üretim ilişkilerinin geldiği neo liberalizmin hegemonyasında sanayi iççilerinden çok daha mağduriyetler yaşayan daha yoksul ve yoksun kesimlerin oluşup görece sanayi işçilerin zincirlerinden başka kaybedecek birikimleri olduğu düşüncesinden hareketle toplumsal devrimin devrimci motoru olabilmesi tartışmalıdır.bu tartışma marksist-lelinist devrim teorisinin de bir anlamda sorunlarının tartışması anlamına gelip insanlık tarihindeki toplumsal devrim ve sistem karşıtı ihtilaler mücadelesinin yeni hetrojen sınıf karakterini giderek yeni tarz iktidarsız alternatif örgütlenme modellerini ve bunlara uygun yeni mücadele stratejisi ve yöntemlerini üreteceği geleceğin özgürlükçü devrimci kuşaklarını belirleyeceği ihtimal dahilindedir.kuşkusuz kendinden başka güçlere bel bağlayanların güvendiği dağlara kar yağması kadar gelecek beklentilerinin bir türlü gerçekleşememeside geçmişini olumlu tüketemeyip bulunduğu yeri günü ve geleceği kavrayamama sorunu olarak önümüzde durmaktadır

  2. dik_duran

    İşçi sınıfının “zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri” artmıştır. 21. yüzyılın değişen finans-üretim-dağıtım-tüketim organizasyonu, başta sanayi işçisi gelmek üzere, hizmet sektörü ve memurlar dediğimiz devlet çalışanlarında, “bir gözü burjuvazide olmak” ruhunu yarattı. Sınıfın insan/kişi elemanları kapitalizme çözüldüler. Özel mülkiyet kanalından kapitalizme imanları pekişti. 1965-1980 arası dönemde -uygulamaları ne kadar yanlış olsa da- dünyanın üçte birini kaplamış bir “sosyalizm” gerçeği vardı. Kapitalizm dininden çıktıklarında ortada kalmıyorlardı. 1990 sonrası ise, muhalefetsiz küresel kapitalizmle karşı karşıya kalındı. Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya karşı olmak dışında belirgin direnişler gösteremediler. 1994-1998 krizlerinde, 2001-2008 krizlerinde ekonomik mücadelelerini dahi örgütleyemediler. Kapitalizme karşı olmaya dayalı bir siyasi bakıştan uzak kaldılar. “Kimlik siyaseti demokrasisi” nelerine yetmiyordu? Yaşanan süreçte sendika ağalıkları-siyaset beylikleri yeni şartlara göre yeniden oluşup güçleniyordu. Çaresiz ve karanlıkta kaldılar. Gezi Hareketini gerçekleştiren gençlerin oluşturduğu yeni kuşak, toplumun tümünün silkelenmesini sağladığı gibi işçi sınıfını da umutlandırdı. Sendika ağalıkları-siyaset beylikleri kıskacından kendilerini kurtardıkça yeni bakışa da kavuşacaklardır. Artı değer sömürüsünün ne olduğunu işçilerden dinlemeye ihtiyaç var !

  3. Yusuf Cemal

    Doğru söze ne denir? Belki küçük bir ekleme yapılabilir, o kadar…

    http://dazayn.blogspot.com/2013/03/godot-ya-da-proleteryay-beklerken.html

  4. sahip

    Cumhuriyetçilikle kürt düşmanlığını aynılaştırmak büyük haksızlık. Sözcü minvalindeki gazcı, kaosçu yayınlar yüzünden tüm cumhuriyetçileri, yurtseverleri kürt düşmanı ilan etmek büyük talihsizlik. birilerini başka birilerine düşman ilan etme çabaları devrimci insanlara yakışmıyor.

  5. Anonim

    türkiye cumhurieti devletinin hosnut oldugu bir rojava devriminde bir sakatlik vardir, isci sinifi nerede??? anlayin artik sinifi üretimde oldugu yerden degil, o uretimde oldugu yerden dolayi bölüsümden aldigi pay itibari ile devrimcilestirmeyioldugu alqandan konusmayi,,, bi ton mavi yaka beyaz yaka, yada ezilenlerin sosyalizmi edebiyati yapacaginiza, 1900 lerin kapitalizmini ysamiyorsunuz, 1900 lerin isci sinifida yok ortada, ve isci sinifi deyince neden akliniza, sendika geliyor, tmm haklisiniz hadi sinifa gidelim(sinif edebiyatina kacalim) modern proletarya oldukca gecisken bir sinif , ve kaybedecegi seyleri cok, bir isci grevinin yayginlasip ulkeleri saracak dinamiklerden daha fazla buyuk ezilenler (anti kapitalistler)dinamigi icinde ancak görürsünuz isci sinifini, hani paradigmalarinizi degistirmistiniz, eski mensevik uvriyerizm uzerinden soruyorsunuz soruyu, isci sinifi nerede?, kapitalizm toptan bir dusman sinif yaratmis ,siz hala soryosunuz, isci sinifi nerede, yusuf cemal soyler sana isci sinifi nerede:))) hadi isyeri komiteleri kuralim, en yeni iscici orgutumuzu de kenan gungor kurdu. mdd elestrisi uzerinden uvriyerizmini teorize ediyor, bide bi dergisi var akillARA SENLIK UVRIYERIST,, EMEGIN KORUNMASI DIYE basliklari var, emekci yada isc nin korunmasi olsa anliyacagim, emegin korunmasi?? enerjinin sakinimi gibi birsey, (marxist ekonomi politige göre) ey uvriyerist oportunizm nelere kadirsin, yasasin Lenin in ne yapmalisi, biz siyasal teshirlerimizi yapar alternatif dunyayi propaganda ederiz , bunun icin ozel olarak fabrika sendika ya gitmek ilk isimiz degil olsa olsa kol faaliyetimiz olur, felan ihtiyacimiz olmaz, bugunun dunyasini yikip yeni dunyayi kurmak fikrinde bizimle hareket edenlerin kacinin isci oldugu ile hiiiiic ilgili degilim, :)))) simdi denecek ayyy iste kucuk burjuva sosyalizmi teorisi yapiliyor, offf, ö
    üretim araclarinin özel mulkiyetine
    nin ortadan kaldirilmasina ses etmiyecek, hatta isci sinifindan daha fazla taraftar olacak bireylerden olusmus bir buyuk guruh sayarim sana eski sinif tanimina ggöre aciklayamazsin, iki isci grevi olur bagirirsin ahada isci sinifi ayaklandi, ama gezi direnisi isci sinig
    sinifi ile birlesmedi, o essek isci
    gezi direnisi ile birlesecek, hali hazir meydan savasi varken siginaklara niye kacsin devrim, Lenin in Ne yapmalisi anlasilmamiski , asilip elestirilsin, isci sinifi nerede, soyliyeyim yarisi meyhanede yarisi camide, hepsi gelse ne yazar… sinif tanimlarini sorgulamadan yeni paradigma bulduk diye saga sola atmayin, yeni dönem neo narodnizm donemidir,,,
    psikoloji sosyal psikoloji marxismin kabalastirilmamis anlaminda önemli bir kategoridir, kendinde sinif bilincli sinifi devrimci proletarya olarak yaratmanin kosullarinin sonu ekim devrimidir orda bitmistir, dün den bugune fabrikadan madenden mahalleye tikistirilmis vyborg iscileri bulamazsiniz, ama vyborglar bulursunuz onlara hangi fabrikada calistigini sormadan… korkmayin fabrikada da degil kent yoksul mahalleri ile, kent meydaninin aydin enetelektuel devrimci eylemini kurmaktan, siktir edin yasal isci partileri ve sendikalarini, onlar karsi devrimcilerdir, dunden bugune sarkmis…..istanbulda bilmem kac tane yoksul mahallesinde destek ayaklanmalari olmus, hatayda armutlu mahallesi direnmis, adam soruyor isci sinifi nerede, ebenin orekesinde…

  6. Anonim

    bir sendikada örgütlü ve o sendianin varsayilan en sol ekonomik siyasal önerisi ile hareket edebilecegi düslenen fabrika isci sinin o platformda ki orgutlu eylemi, yada onun eve gelmis mahallesine gelmis , toplumun neresinde oldugunu yasadigi yerdeki ni anlamis bir birey olarak anlamak,o bireylerin gr

    kitlesellgi olarak , modern proletrya ya budur yada yoktur.. genel sistem karsitligi icindeki eylem potansiyelini hic birseye degismem, siz isci sinifi deyince sendika anlamaya devam ediniz…. yoksul mahallerdeki yasanti ile, issizlesmeye mahkum edilmis yeni egitimli genclik(sizin paradigmala göre sanayii proletaryasi olmadigi icin ayri taali bir kategori) ve genel memnuniyetsizlerin toplami, benim devrimde siniflarin mevzilenmesi sorusuna verdigim yanittir, herkesi astim sanan , eski lere duyrulur, sakin bana marx sinif devrim akillari vermesin yusuf cemal , ben hecelemekten bahsediyorum, o bana alfabenin ilk harfi a diyor, biliyoz hoca biliyoz, sen birazda karsindakinin ne demek istedigini anlamaya calissan ukelalik yapacagina derler adama..

  7. Nidal

    Doğada dört- beş eşek bir araya gelerek bir patron eşeğe çalışmaz.Diğer türlerde de durum aynıdır. Enfazla ortaklaşa avlanan hayvanlar ganimet ele gecince katılımcı hayvanlar arsında yenir.İşçilik Sadece insanoğluna mahsustur.Doğaya aykırı olan bu davranışın öncülüğü bir yana varlığı ve tahribatı tartışılması lazım.Böylece İşçi sınıfı diktatörlüğü ve devletinden bahseden Marksizmin doğaya aykırı bir düzen olduğunuda belirtmiş oldum.
    işçi sınıfı meslesi yoğun bir şekilde tartışılması lazım.Türkiye devrimci hareketi her iki kelimenin arasına muhafazakar müminler Allahı sokuşturması gibi işçi sınıfı ve mücadelesini sokuşturarak imanlarını dile getirirler. 70 yıllık TC dönemi mücadelelerinde örgütledikleri işçiler yok denecek kadar azdır.Bu durum bir tesadüf değildir.İşçi sınıfı ülkemizde ve dünyada oldğu gibi devrimci bir misyonu yoktur. Bu durum kapitalizmin kuruluş döneminde farklı bir durum teşkıl eder.Sistemin içinde yerini alırken devrimcidir.Efendisine karşı süreki eylem halindedir.İşçiler kapitalist sistemde yerleri belli olduktan sonra tüm mücadelesi ücret sosyal garantiler çerçevesinde sıkışmıştır. Bolşevik, Çin devrimleri dahil hiçbir ülkede devrim yapmamıştır. İşçi devrim partisi, işçi önderliği sadece öğrenmişlik bir ezberdir.Kızıl sendika hikayesi de ab ayrı bir rüyadır. Sendikalar karşı devrimcidir kızılı beyazı olamaz olmamıştırda. En kızıl sendikalar diye tabir edilenler bile işçi düşmanıdır.Sendikalar köpeğe takılan tasma zincirdir.İşçiyi ehlileştirmekten başka hiçbir görevi yoktur.En büyük devrimci eylem işçi sınıfını ortadan kaldıran eylemdir.Tüm söylediklerimin altını doldurmak uzun bir iş fakat anlaşılır olduğnu düşünüyrum. yazıya ilişkin söyleyeceğim bir şey var.Yazıda yer alan aşağıdaki bölüm sadece batı Avrupa ABD ve japonya için geçerli olsada doğruluğu tartışılır. İletişim devrimi sanayi devrimini pekiştirmiştir. Son vermemiştir.Reel üretim hala esastır.Birde üretimin sanala aktarılması…burda ki kasıt olan ifadeyi anlamdım.

    “İletişim devrimi” bir anlamda “sanayi devrimi”ne son vermiş ve üretim denen şey giderek sanal bir alana aktarılmaya başlanmıştı. Dolayısıyla ağır sanayi, ekonomideki ve üretimdeki ağırlığını kaybetmeye doğru giriyordu ki bu, aynı zamanda ağır sanayi işçisinin de ağırlığını kaybetmesi anlamına geliyordu.

  8. Anonim

    http://www.youtube.com/watch?v=m2ZpqGQ6jdk kim demis gezi direnisi apolitik bir direnistir diye, Bayraklara bakiniz böyle bir sey olamaz neredeyse HDK bile biz onderlik etmedik deyip isi carsiya yikacak,,,

  9. Anonim

    iddia ediyorum bu dunyanin tarihinde bir isci devrimi hic olmadi, bu dunyada iscilerinde katildigi devrimler oldu hepsi bu…isci sinifi kapitalizmin yikicisi bir sinif degildir, isci sinifi kapitalizmin yikicisi hareketlere sinif bilincli olarak(ne zaman sahip olacaksa o bilince) katilabilir ancak,, yoksa rubleye kapik, isci sinifi burjuvazinin sistem uzaticisi zavalli bir uzantisidir…

  10. Anonim

    kapitalizmin yikicisi sinif??(sinif tekrar tanimlanmali) kapitalizmin yikima ugrattigi mutzus ettigi , insanlarin toplamindan baska birsey olamaz, isci sinifi oyle oldu boyle oldu ma soyle olsaydida ne iyi olurdu diyenler, marxi bile utandiracak kadar mekanik bir sinif savasimi teorisne sahiptirler, , isci sinifinin mucadelesi , ancak ve ancak kapitalizmi düzeltebilir, isci sinifinin bilincli hali, (hani su yusuf sureyyanin kendisi icin sinif vs dedigi sey) o kadar somurulmesine ragmen kendisi icin sinif olmayi beceremeyen bir sinif icin, Marx in hatirina ugrasamama, kapitalizmin mezar kazicisi, ondan nefret eden insan bireylerinin toplamidir, sendikalarda orgutlenip rubleye kapik katanlardan daha devrimcidirler,…:))) elveda proletarya hosgeldin genel halkin sosyalist devrimi:)))oyle yok kucuk burjuva vs vs degil basbayagi uretim araclarinin ozel mulkiyetinin kaldirilmasina ses etmiyecek bi ton adam sayarim sana , sen git sanayi proletaryasini orgutle yusuf cemal:)))

  11. Anonim

    cikarlari bir demokratik devrime denk gelen kücük siniflarla itifak politikasi olarak degil, kapitalizmin genel yikimini her alanda yasiyan toplamin topyekun devrimi,,, modern proletarya sinif tan cok mesleki bir gecisken kategori olmustur, kabaca soyliyeyimki, yusuf cemal bana marxizm dersleri versin, kapitalizmi sevmiyormusun??? bendensin…;)sosyalizmin orgutlenmesine karsi cikmayacagi dusunulen mulksuz sinif olarak proletarya her gun icinde mulk sahibi olmak ozlemini yasatir ekonomist kavrayista, onu kendisi icin sinif yapmak icin grev okullarindan felan gecirecegime, genel bir anti kapitalist bilinci yayarak neden baslamiyayim, adam gibi yasamak icin bir donum tarlasini topluma hemen verecek bir ton kcuk koylu taniyorum, ve sabancinin fabrikasindan atilmamak icin gezi parkinin yanina ugramayan isciler:))) marxi kurtarmak banami kaldi???

  12. Anonim

    gelecek belediye secimleri ile baslayacak genel secimlerle ic savasa donusecek bir gerilin kokusu ortaligi sararken, devrimciler ic savas onleyiciligi yapmazlar, bu ic savasa politik ve askeri olarak hazirlanirlar, yatistirici adaylar aramazlar. devrimciler ve hele hele anarsist olanlari böyle olmalidirlar, adalarda hava nasil esiyor bilmem, onumuzde bir ic savas var, laik anti laik ic savasi, hicbir devrim emek sermaye savasimi olarak baslamadi, hazirligini yap…

  13. Gün Zileli

    O zaman cuumhuriyetçiler “biz Kürt düşmanı değiliz” diye seslerini yükselttisnler. öyle değil mi? Sizin bu sesinizi sevinçle karşıladığımı da belirteyim.

  14. m.aliŞér

    köylülük üzerinden üretimin-pazarın tasfiye edilip, tümüyle kapitalist kent üretimi-piyasa aşamasındaki bir ülkede işçi sınıfı ağırlıklı ya da önderlikli bir devrim var mı?

    Bir zamanların devrim alanları olan fransa, almanya, rusya ispanya ya da ukraynada değil de; neden yarı köylü arap-islam coğrafyasında oluyor bu “şeyler”?

    “devrim” dediğimiz olayların yarı köylü toplumlarda vuku bulmasının bir açıklaması olsa gerek. açık işgale direniş durumları da dahil bu olayların, kırsal üretim ilişkilerinin belli bir ağırlığının olduğu alanlarda olmasının anlamı üzerinde düşünmek gerekli görünüyor…,

    sonucun böyle olmasında bence bir kaç neden var:

    1- işçi sınıfı “ideolojisi” olarak marxizmin etkisi: marksizm iktidar hedefinden vaz geçemediği için bir “ideolojidir.” kendinden başka düşünce tarzlarını “sınıfın egemenliğine düşman” addettiği için, yaşama şansı tanımaz. bu yüzden de toplumsal örgütlenme ve mücadele alanlarını (şura, konsey, vb özyönetim organları ve bunların örgütlü savunma hali olan milis yapılanmalarını ) merkezi, bürokratik hale getirir; bu halin zorunluluğunun düşüncesini dayatır.

    bu sonucu elde etmenin yolu, insanın arzularını yönlendirebilmektedir… buna kamu mülkiyeti ve ekonomik planlama ismini verir.

    a- planlama takıntısı ve piyasa düşmanlığı: marksizme göre temel mesele, ekonominin planlanmasıdır. piyasa denen canavar, tüm kötülüklerin anası olarak, ancak böyle yok edilebilir.
    bence ekonominin planlanacağını düşünmek, çocukça bir mühendislik düşüdür. zira insanı ve onun ihtiyaçlarını zaptu rapt altına almayı hedefler. bu işi “uzmanına” havale etmelidir, ona göre…(uzman devlet).

    oysa arzu ve istekler, insanın yaşama nedeni, varoluşunu mümkün kılan “öz”üdür. ölümün mutlaklığı düşüncesi karşısında, bu fikri bastırıp, yaşamaya devam etmesinin en temel dayanağıdır. insan arzuladığı müddetçe yaşar.

    b-arzuların sınırsızlığı karşısında,ekonomik kaynak ve imkanların sınırlılığı konusunda nirengi noktası mülkiyete bakış meselesidir.
    marxizm iktidarın mülkiyetle mümkün olduğunu/olacağını bildiği için, ondan vaz geçemez. onu sadece (“kamu adına”) devlet mülkiyetine dönüştürür. (malik devlet)

    c- neticede her devlet gibi “sosyalist devlet” de iktidarını bir sınıfa dayandırmak zorunda olduğundan “işçiyi hep işçi bırakmak; bu da yetmez herkesi işçileştirmekten” başka çıkaryol bulamaz.(patron devlet)

    d- böylece sermayeyi ve emeğin değerini belirleme gücünü kendi tekelinde tutar ve kendi egemenliğine referansla belirler. (tekel devlet).

    2-anarşizmin ürkekliği: bilhassa klasik anarşist yazar ve düşünürler marxizmin bu “ekonomik rasyonalizminin” etkisinden kurtulamamışlardır. sonuçta anarşizm adına ortaya, ekonomist, endüstriyalist bir tasavvur ve buna tekabul eden pozitivist bir “ucube” çıkmıştır.

    o kadar ki, işçilerin kendi yaşam ve mücadele pratiklerinden ürettikleri, piyasaya üretim yapan komün ve konsey benzeri birimler, “anarko-sendikalizm” adıyla teori( hatta doktrin)leştirilmiştir. bu da özünde gerekli bir mücadele organı olan sendikaları felç etmiş ve marxizmin etki alanına sokmuştur. sonuç malum: sendikal hayat tümüyle ölü haldedir.

    oysa ki piyasaya mülkiyetsiz komünler olarak üretim yapılması, hem devleti hem de “işçiliği”, dolayısıyla “işçicilik” ideolojilerini de boşluğa düşürmenin en etkili yolu olsa gerektir.

    (piyasaya komünalist üretim yapan komünler ve sendikal mücadele konusu, uzun uzadıya tartışılmayı hak ediyor ama bu sefer yeterinden fazla uzattığım için burda bırakayım ve bir başka parantez içi konuyu da kısaca özetleyeyim. piyasa mülkiyet ilişikisi içinde arzular ve tatmin: mülkiyetin arzu nesnesi olarak ortadan kaldırılması, sınıflı toplumla ilişkili ve tarihsel bir meseledir. devlet eğer, mülkiyet bekçiliği üzerinden bu yapay arzuyu kışkırtmasa tatmin aracı olarak görülmeyecektir. ).

    sonuç olarak diyebilirim ki: kendini işçi-cilikten kurtarmayan hiç bir “devrim”e işçilerin desteği olanaklı olmaz. gezi direnişinde bu imkanı göremediği için, işçiler gerekli desteği vermediler.

  15. Özer

    Temelde bir sorun var bence. İşçi sınıfı kavramı. Bu kavram içinde kendine yer edinmeye çalışan hor görülen, dışlanmış bir kesim var. Beyaz yaka… Sizin belki de “Kültürel bakımdan gelişmiş işçiler” olarak tanımladığınız sınıf. Küçük burjuva yaftası yapıştırılan ve her an -kaypakça- mücadeleyi bırakacakmış imajı verilen sınıf. Ayrıştırmak için ya da biri öbüründen daha iyidir demiyorum. Ben beyaz yakalıdan başka devrim isteyeni de neredeyse görmedim. Devrim isteyen herkes beyaz yakalı da değil o ayrı. Ancak “üretimden gelen güç” söylemi en çok bu sınıfa yakışıyor bence. Zira herkesin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri var artık. Bankacıların çok değil bir gün -belki o bile fazla- iş bırakma eylemi yaptıklarında kapitalizmin halini düşünsenize. Unutulmaması gereken bir diğer detay da ekolojik hareketler. Çevreyi önemseyen sınıf. Kapitalizmi kendisine acı çektirdiği için düşman gören sınıf. “Acı bilincin tek kaynağıdır” demiş Dostoyevski ve sanırım klasik anlamda anladığımız işçi sınıfı, pek acı çekmediği için bilinçlenmiyor.

  16. m.aliŞér

    bir kitap tanıtım yazısına, şöyle başlanmış: “ééé… bütün ülkelerin işçileri veee… ééé..tehdit altındaki uluslar, éééé…. birleşiniz”.

    şöyle devam etmiş:

    ” artık sol ve sağ… doğu ve batı ya da …sosyalistler ve kapitalistler karşı karşıya değiller..”

    ve şöyle tamamlamış:

    ” mücadele yurtseverlerden ve emperyalistlerden oluşan iki cephe arasındadır”…

    şimdi bunu ben ya da bir başkası söylese, soldan nasıl bir karşılık görür, soru işareti..

    peki söyleyen kimmiş: jürgen elsaaser diye bir adem.

    o da kimmiş, diyorsanız, ahana, tastaman “alman solunun başı dik aydını”…

    şimdi bu nasyonal sosyalistler başlarını dikip, herkesten 5 ağustosta silivride olmasını bekliyorlar. üstelik ” gezi ruhu adına”…

    bu gezi ruhu ne mene bişey ki,
    devletin verdiği görevi tastamam yerine getirdiği için; kürtleri helikopterlerden atıp, kemiklerini asit kuyularında eriten, sağını solunu yitirip de devletinde birleşmiş bu nadamları ve onların “masum yüzlü katliamlarını” mazur göstermeye uğraşan karılarını müttefik sayıyor?

    yanlış hesap yapılmasın…

    egemenliğin kendisinden kaynaklanan her zulme bir isyan davetidir gezi..

    yurtseverlik adına işlenen cinayetleri aklama yeri değil. birileriyle hesabı olanlar, adına devlet dedikleri patronlarından sorsun…”görevimi eksiksiz yapmamın karşılığı bu mu?”, diye.

    geziyi bu işlere alet ettirmezler…park ara sıra olabilir ama alan boş değil…

  17. Yusuf Cemal

    Bazen bir çocuğa “Gün batarken gökyüzü alev alev olur.” dersin, çocuk gün batımında göğe bakar ve bildiği alev ya da ateş yerine o alacalı bulacalı pembemsi rengi görüp sukut-ü hayale uğrar ya hani, 10 nolu anonim. Bana yorumun o durumu hatırlatıyor. Böyle pazulu pazulu pos bıyıklı işçilerin, kızıl bayraklar alıp, eşitlik de eşitlik diye bağırması gibi bir şey değil bu.

    Ben onu bunu bilmem aga. Kapitalizm gelecek olanla başa çıkamaz. Çünkü “ekonomik rekabet sebebiyle paranın birikimi” üzerine kurulmuş bir sistemin bu dünyadan diğerine gidecek hali yoktur. Gitse de istikrarı sağlayamaz ve bir şekilde barbarlığa geri döner. Bu aşamadan sonra bu sistemle idare etmeye çalışan tür kendisini yok eder. Dolayısıyla sınıra geldik.

    Türkiye’de gördüklerimiz daha derinleşememiş kapitalist sistemin derinleşme çabaları. Hala yarı-bakir toprak bulabiliyor kendisine. Ama Gün Zileli mesela “artık köylerden gelecek bir yığın kalmadığından” diyerek o rezervlerden birinin bittiğini anlatıyor. Böyle zilyon tane örnek bulunabilir. Adamlar neye ellerini atsa parçalayıp un ufak ediyorlar. Ama un ufak ettikleri tam da onları tutan kaya. Üstelik büyüdükçe daha büyük ellerle parçalıyorlar o kayayı. Diğerleri telaşla temiz kağıt arıyorlar. Bulamadıkça çöp sepetinden eski kağıtları çıkarıp üstüne yazmaya çalışıyorlar. Çin’i desen terkedilmiş Afrika’da Serengeti’den otoyol geçiriyor. Amerikası üretimin ne güzel bir şey olduğunu yeniden keşfediyor. Türkiye’si AVM’ler için yanıp tutuşan esnaflar üretiyor. Tuzağa yakalanmış bir kaplan gibi, kendi bacaklarını kemirip duruyorlar. Nereye kadar sürdürebilirler?

    Buna karşılık, “Yeter lan!” deyip, ayağa kalkacak insanların hangi grubu, bir adım sonra hala kolektif çalışıp, üretim hakkında rasyonel kararlar verebilir durumda olacaktır?

    Bir başka odak ortada olmadığında birbirinin gözünü oyan burjuvazi mi?

    Geçen yıl pahalıydı diye domates üretip, kar edeceğini düşünüp, yani aslında bi kendisini akıllı sanan, sonra herkes üretince malını 5 kuruşa satamayan kırsal küçük burjuvazi mi?

    Yoksa sınır taşları için kan davasına kadar işi götüren yoksul köylüler mi?

    Baskıcı sistemlerin mimarı, birbirlerinin bitini temizleyen makak maymunu bürokrasi mi?

    Eli işte gözü oynaşta misali, kendi işi üzerinde lafta da olsa neredeyse tamamen ideolojisiz olmaya çalışan, ama ne zaman sosyal sorunlar hakkında bir şeyler söylemeye kalksa o üniversite söylemiyle insanlara ukalalık taslayan bilim adamları mı?

    Kim? Kim gelecek kaostan sonra ve hatta o kaos sırasında, hala kendi ana alışkanlıklarını sürdürmek için çabaladığında, üretimi, teknolojiyi artık sürdürülebilir olan bir şekle getirmekle meşgul olabilecek?

    İnsanların ne düşündüğünü boşver. Onlar düşünmeden ezbere konuşurlar. Aynı anda hem yaşamak isterler hem de ölümü arzu ederler. Çelişkili varlıklarız vesselam. Sen bana, gelecek olan kaosun ortasında hayatını geçindirebilmek için harekete geçtiğinde kimin “Ya bu uygarlık işini yeniden deneyelim, ama bu sefer birbirimizi yemeyelim” diyebileceğini söyle. Bireyler elbette derler, burjuvazi de der, sokaktaki ayyaşlar da der. Toplumun ertesi güne yeniden hazırlanması, üretilmesi sürecinin hangi parçası daha yoğun olarak bu fikirlere sahip olur?

    Nerden uydurdunuz bu “sömürülen eninde sonunda bilinçlenir!” hikayelerini de buna marxçı, ona bakuninci vs. damgası vurup, sömürülenin bilinçlenmediğini keşfettiğinizde hikaye bunlar diyiverdiniz, anlamıyorum ki? Kim anlatıyor bunları? Bir söyleyin de, kimmiş bilelim böyle mekanizmaları uyduranları. Aslında biliyoruz da neyse. Etki-tepki, ying-yang, ediyle büdü. Bildiğimiz sağ duyu hikayeleri. Çocuklar için hayatta kalma rehberinden satırlar yani. Dawkins’in dinin kökenine ilişkin söylediklerine atfen.

    Yok yani, gerçekten alevler fışkırıyor demedim. Öyle yanardağ gibi de değil. Hani normalde mavi ya. Batarken kırmızımsı oluveriyor. Bulutlar da olunca görüntüde, sanki yanan, dumanı tüten bir ateşi andırıyor gibi. Benzetemedin mi?

  18. çıracı

    http://mustafasonmez.net/?p=3541

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑