Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Gerçek Mahkûmiyet!

Anti-emperyalizm ve Ulusalcılık, Doğu Perinçek, Portreler

Günlük ve harcıalem değil de, felsefi açıdan bakacak olursak, demokrasi, özgürlüğün gerçekleşememiş şekli, hukuk da, adaletin gerçekleşememiş şeklidir. Yani özgürlük ve adalet gerçekten hayata geçebilmiş olsalardı, ne demokrasiye, ne de hukuka gereksinme olacaktı. Bu anlamda, demokrasinin, özgürlüğün karikatürü, hukukun da adaletin karikatürü olduğunu söylemek o kadar yanlış olmaz. Kapitalizmle sınıfsız toplum arasındaki uzaklık ne kadarsa, demokrasiyle özgürlük, hukukla adalet arasındaki uzaklık da o kadardır. Bu bakımdan hukuka bir de “burjuva” sıfatı takmaya gerek yoktur. Hukuk, kapitalist sistemin üstyapısının önemli bir parçasıdır. Hukukun yokluğu, ya mutlak adaletsizliğe ya da adaletin bütünüyle gerçekleşmesine tekabül eder. Aynı, demokrasinin yokluğunun, ya mutlak diktatörlüğe ya da özgürlüğün bütünüyle gerçekleşmesine tekabül ettiği gibi. Adalet ve özgürlüğün gerçekleşememiş biçimlerine bile hayat hakkı tanımayanlar, faşistler, neo-naziler ve Stalinistlerdir; adalet ve özgürlüğün gerçekleşememiş biçimleriyle yetinenler, sosyal demokratlar ve liberallerdir; adalet ve özgürlüğü bütünüyle ve eksiksiz gerçekleştirmek isteyenler ise, anarşist ya da Marksist devrimcilerdir.

İsviçre devletinin anti-ırkçılığı 261. maddeyle yasal koruma altına almasıyla, Türk devletinin 301. maddeyle Türklüğü yasal koruma altına alması, içerik olarak birbirinin tam tersi olmakla birlikte, özünde benzer amaçlardan, devletin temelinin korunması amacından yola çıkmışlardır. Her ikisinde de korunan, halklar, ırklar ya da uluslardan çok egemen devletin kendisidir. Türk devleti, tek ulus egemenliğine dayandığından nasıl Türklüğü eleştirmeyi yasaklamışsa, İsviçre de çok ulusa dayanan bir devlet olduğundan, doğal olarak çok ulusluluğu sarsma ihtimali olan ırkçılığı yasaklamıştır.

Öte yandan, bir halka karşı soykırım yapılıp yapılmadığına karar verecek olanlar, temellerindeki harç, halkların kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş devletler ya da parlamentolar değildir. Hrant Dink’in deyimiyle, her ferdi bir belge olan Ermeni halkının yaşadığı acının gerçekliği, Türk, İsviçre ya da Fransız devletlerinin şu veya bu yöndeki kararlarından, resmi belgelerinden ve birbirlerine yönelik suçlamalarından bağımsız olarak, halkların ve insanlığın vicdanında çoktan tescil edilmiştir.

Bu genel saptamalardan sonra, “Doğu Perinçek davası” üzerine söyleyeceklerimize geçebiliriz.

İsviçre mahkemesinin Doğu Perinçek’in aleyhinde verdiği kararın ırkçılığa karşı bir zafer anlamına gelmediğini düşünüyorum. Tersine, bu karar, Türkiye’de Ermeni düşmanı ırkçı duyguları daha da bilediği gibi, neo-nazi Doğu Perinçek’in milliyetçi popülaritesine katkıda bulunmuştur (zaten Doğu Perinçek de, bu amaçla, ta Türkiye’den İsviçre’ye gelerek bile bile yasayı ihlal etmiştir.)

İkincisi, bu karar, Ermenilere uygulanan soykırımın kamuoyunda enine boyuna tartışılmasını teşvik etmemiş, tartışmanın yerine yasanın zorunu koyarak aslında tartışmayı engellemiştir. (Üstüne üstlük, paradan başka bir şey düşünmeyen İsviçre devletinin, Doğu Perinçek’e karşı yasaya başvuran Ermeni vatandaşına 10 bin franklık bir fatura çıkartması iyice ironiktir.) Bundan böyle, yasal cezalandırmadan korkan ırkçılar, İsviçre’de Ermeni soykırımına karşı argümanlarını ileri süremeyecekleri için, Ermeni soykırımı da, en azından kamuoyunda tartışılmayacak, sadece akademik araştırmalarla kısıtlı kalacaktır.

Oysa yapılması gereken, Doğu Perinçek’i yasalarla cezalandırmak yerine, açık forumlarda onu tartışmaya çağırmak ve şu soruları yöneltmekti:

1.     “Ermeni soykırımı yoktur, karşılıklı katliam vardır” diyorsunuz (yasa zorunun hiçbir faydası olmadığını ileri sürmek doğru olmaz. Doğu Perinçek, mahkemeye çıkıncaya kadar “karşılıklı katliamdan” söz etmemişti). Bu “karşılıklı katliamın” rakkamlarını ortaya koyar mısınız? Bu “karşılıklı katliamda” kaç Türk, kaç Ermeni katledilmiştir?

2.     “Karşılıklı katliamın” taraflarına bakalım. Bir tarafta jandarmasıyla, Teşkilatı Mahsusa’sıyla, devlet destekli çeteleriyle ve haydutlarıyla son derece silahlı, örgütlü, büyük bir devlet ve çoğunluk gücü vardır. Diğer tarafta ise sadece Türk köylerine misilleme saldırısı yapma gücü olan Ermeni çeteleri. Bu eşitsizlik koşullarında, “Karşılıklı katliam”dan kimin çok daha büyük zarar gördüğünü söyler misiniz?

3.     “Karşılıklı katliam” adını verdiğiniz olayda, sadece bir tarafın diğerini devlet zoruyla tehcire zorlama gücü vardı. Çoluk çocuk yüzbinlerce insanı devlet zoruyla, aç, susuz ve barınaksız tehcire zorladığınızda ve üstelik de peşlerine devlet destekli katliam çetelerini taktığınızda, bu “karşılıklı katliamın” bir tarafın kıyamına dönüştüğünü görmemek ya da görmezden gelmek hangi vicdanla ve bilim namusuyla bağdaşır?

4.     1972 yılındaki yargılanmanız sırasında, 152 arkadaşınızla birlikte imzaladığınız (en başta da sizin imzanız yer alıyor) ve mahkemede okunan, daha sonra 1974 yılında kitap olarak basılan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Davası Savunma‘sının 154. Sayfasında şöyle diyorsunuz: “İttihatçı kompradorlar, milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. Doğu’da yüzbinlerce Ermeniyi katletti. Geri kalanlarını da yurtlarından sürdü.”

İsviçre’ye “Talat Paşa Komitesi” üyelerinin desteğiyle geldiğinize göre, öyle anlaşılıyor ki, “İttihatçıların kompradorluğu” fikrinden vazgeçmişsiniz. “Yüzbinlerce Ermeninin katledildiğini” de artık inkâr ediyorsunuz. Yukarda alıntılanan görüşlerinizden ne zaman vazgeçtiniz? Bu görüşlerinizin özeleştirisini ne zaman yaptınız? İP’in taraftarı Kaynak Yayınları bu kitabı hâlâ satmakta ve para kazanmaktadır. Bu kitaptaki görüşlerinizi reddettiğinizi, en azından kitaba bir dipnot düşerek belirttiniz mi? Osmanlı İmparatorluğunu Alman emperyalistlerinin yanında savaşa sokan “İttihatçı komprador”lar ne zaman “devrimci yurtseverler”e dönüştü?

Doğu Perinçek’in gerçek mahkûmiyeti, her akıl ve vicdan sahibi insanın kolayca sorabileceği bu sorulardadır, yoksa İsviçre mahkemesinin, ırkçılığı mahkûm etmekten çok, İsviçre devletinin bütünlüğünü korumayı hedefleyen para cezalarında değil.

Gün Zileli
12 Mart 2007

37 Comments

  1. eylem

    günü yanlış şeyler söylediğinde acımasızca eleştirim ama doğru ve cesurca sorular sorduğunda ise yanında olurum.çok yerinde sorular.zihinsel dönüşüm sağlayan çapta ve etkide bir tavır olmuş.neo nazi doğu perinçek acaba bu sorulara ne cevaplar verirdi.

  2. devrim karasansar

    acımak duygusu ınsancıl bır duygudur. acı ! ama etık degerlerı gozeterek sert bır sekılde elestır:)
    doğu ne cevap verecek ? ahı gıtmıs vahı bıle kalmamıs bır mıtcı.

  3. Hasan Hamburg

    yani Doguyu savunuyor musun yoksa eleştiriyor musun belli değıl. Irkçılık varsa İsviçrenin kararı niye yanlış olsun?

  4. Gün Zileli

    Şundan dolayı yanlış: Irkçılıkla devlet önlemleri yoluyla mücadele edilemez. Tam tersine bu tür devlet önlemleri ırkçılık üzerine tartışmayı engeller, hatta onu mağdur duruma sokarak haklılık bile kazanmasına yol açabilir. Cezalarla hiçbir şey halledilmez. Esas olan, ırkçılığın kanunen değil, kafalarda mahkûm edilmesidir.

  5. Faruk

    Müthiş bir yazı olmuş. “Demokrasi” ve “hukuk” baz alındığında gıptayla bakılan, refah seviyesi yüksek İsviçre devletinin verdiği bu kararın aslında hangi değerler gözetilerek verildiğini gözler önüne sermişsiniz.
    Günümüz dünyasında bize sunulanlardan fazlasını görebilmek için gerekli olan düşünce yapısı ve tavır sanırım budur.

  6. anoninist

    Irkcilik tartisilabilir.Irkcilik propagandasi yasaktir.Cocuk Porno-hirsizlik tarisilabilir .savunmasi,propagandasi,övülmesi yasaktir..
    Cirkefliktir bunlari savunanlar. Cirkef politikacilardir..
    Bunlara propaganda özgürlügü verilemez! Yeri Hastane,hapishane.Bu Dünyada yerleri yoktur..

  7. AYANOĞLU

    Devrimcilikle hiç bir ilişkisi kalmayanlar ancak emperyalizme el uzatır.Mücadeleyi bırakan Zileli,devrimlere ve devrimcilere en sağcı konumdan saldırıyor.Buna benzer tavrı Çalışlar,Çandar vb.leri de yapıyor.

  8. ibrahim erdoğan

    Az okumak her cahilce eleştirinin nedeni. Kemal Tahir de böyle yapmıştı. Yarım bilgiden ve Marksın marjinal, kenarda kalmış yazılarından destek alarak ATÜT fırtınası estirmiş, Devlet Anayı yazmıştı. Milliyetçi muhafakarlıktan nefret ederim. Türk kökenli bile değilim. Şu anda Avrupada bir İslamofobi olduğu iddialarını da ciddiye alamıyorum. Fakat Ermeni Soykırımı savının kesinliğini nerden çıkarıyorsunuz. Hiç Mehmet Perinçek araştırmalarını, Ermeni yetkililerin Kaynak Yayınlarında çıkan değişik yaklaşımlarını okunuz mu? Bir anekdot: Troçki Sovyet yetkilisi iken yaygaraya kapılır ve Kemalist Türkiyeye karşı koroya SSCBnin de katılmasını ister. Duruma Gün Zileli’nin kişisel düşmanı ve günah keçisi, kendisine küfrederek stres atma aracı Stalin müdahale eder. Konu Lenin tarafından sağduyuya havale olur. İşte böyle, Cihangir solcusu Troçki ve sağduyulu Stalin farkı. Okumadan savurun bakalım, ideolojik önyargılarınızı. Felsefenizin Sefaletini ortaya sermekten bıkmadınız.

  9. Hüseyin Taş

    Doğu Perinçek’in neo-nazi olduğu tespiti oldukça yerinde… Daha önceki bazı yazılarınızda,Perinçek’i ulusal ”sol” olarak tanımlıyordunuz,yanlış anımsamıyorsam.Demokrasi ve hukuk konusundaki tespitler de anlaşılır ve aydınlatıcı…Yüreğine sağlık Gün Zileli.

  10. Gün Zileli

    Kanımca 8 yıl önce yazılmış bu yazıdaki “neo-nazi2 nitelemesi aşırı bir niteleme olmuş. D. Perinçek ve İP neredeyse ırkçılığa varacak ölçüde aşırı milliyetçidir ama günümüzün neo-nazileriyle önemli farklılıkları da vardır.

  11. hortlak

    Saskin mahkeme yazisi olmus..

    Bugünlerde kapitalist ülkelerin Tv.lerinde basininda gecegündüz
    HOLOCOUST un kurtulsunun 70. yildönümü aniliyor…

    Solcularin sola baktigi ermeni konusundada konu “aslinda tartisilabilir” e dönüsülmüstür..

    Holooust nasil inkari tartisilmaz ise Ermeni Soykirimida tartisilmaz..
    Ayni sekilde inkarida yasaklanmalidir..
    Solcular gene demokrasi,özgürlük,insan haklari konusunda kapitalistlerin gerisinde kalmistir..

    Su senin sevgili arkadasina gelince; adamin adini agza almak icinde migde gerek..

  12. Gün Zileli

    Öyle ya, islam bağnazları da kendi kutsallarının tartışılmayacağını söylüyorlar. Her tartışılmaz, çürümeye mahkûmdur sayın Hortlak.

  13. Miyamoto

    Yarim dunyayi dolastin asalak,pervert,control freak ve donek olmaktan kendini kurtaramadin.Elinde tuttugun horoz sekerinin bir gun otecegi umudu ile isin gucun saga sola bok atmak.Seninde omrun laklak ile geciyor.

  14. Anonim

    Saray soytarısı
    Taner Akçam
    Taraf

    Türk Dil Kurumu sözlüğünde, saray soytarısının anlamı üzerine bir şeyler ararken, T. Oflazoğlu’na ait, “Çirkin bir oyun bu. Soytarıların zaferinden tehlikeli sonuçlar çıkarıyorsunuz,” sözüne rastladım.

    Arasam Doğu Perinçek’in, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) savunması üzerine söylenenleri bundan daha iyi özetleyecek başka bir cümle bulamazdım.

    Neresinden başlasam ki?

    İsterseniz Perinçek’in şu sözlerinden başlayalım. Dinlemeye aşağı yukarı 1:54:45’ten başlayın.

    http://www.echr.coe.int/Pages/home.aspx?p=hearings&w=2751008_28012015&language=lang&c=&py=2015

    Perinçek, konuşmasında aklı sıra daha önceki konuşmalarda dile getirilmiş büyük bir yanlışı mahkeme kayıtlarına geçiriyor; ve böbürlenerek şu bilgileri veriyor:

    “Sayın başkan, sayın üyeler, önce bir bilgi yanlışı, Talat Paşa hiç bir şekilde Türkiye’deki mahkemeler tarafından Ermeni kırımı nedeniyle mahkum edilmemiştir. Böyle bir mahkumiyeti yoktur. Galip İngiliz devletinin soruşturmasının sonucunda da Ermeni meselesiyle ilgili olarak hakkında hiç bir suçlayıcı kanıt bulunmadığı için dosyası kapatılmıştır. Talat Paşa bir hürriyet kahramanı; yani bu davanın konusuyla doğrudan ilgili… 1908 Hürriyet devriminin lideridir.”

    Yanlış okumadınız, Perinçek Talat Paşa’nın, Ermeni kırımı nedeniyle, bir Türk mahkemesi tarafından hiçbir biçimde mahkûm edilmediğini söylüyor ve bunu kayda geçiriyor. Yine Perinçek’e göre, Talat Paşa hakkında İngilizler soruşturma açmışmış ve ama aleyhinde delil bulamadıkları için dosyayı kapatmışlarmış!

    Ve ona göre, bu mesele davanın özü ile doğrudan ilgili imiş!

    Aslında, Perinçek’in AİHM’de görülmekte olan davasının özü ve özeti budur.

    Bir kendini bilmezin demagoji ve palavralarını Ermenilere yönelik kin ve nefret söylemi olarak, Türkiye ve Avrupa’nın gündemine getirmesi… Tüm mesele bundan ibarettir.

    Türkiye’de ise bu dava ve bu dava vesilesi ile söylenenler bir zafer gibi sunuluyor ve bundan tehlikeli sonuçlar çıkartılıyor.

    Sözü edilen zafer, ancak ve ancak Perinçek’in yukarıdaki cümleleri kadar gerçek!

    Önce Perinçek’in, mahkemenin özüyle doğrudan ilgili olduğunu söylediği demagojik cahilliğini düzeltelim.

    Talat Paşa, İstanbul’da 8 Mart 1919 tarihli özel bir kararname ile [yeniden] kurulan Bir Numaralı Askerî Mahkeme’de yargılanmış ve gıyabında idam cezasına çarptırılmıştır.

    27 Nisan 1919 tarihli ilk duruşmada okunan iddianamenin tam metnini, 5 Mayıs 1919 tarih ve 3540 sayılıTakvim-i Vekayi’de, dönemin Resmî Gazete’sinde okuyabilirsiniz.

    İddianamede, Talat ve yakalanamayan diğer İttihat ve Terakki yöneticilerinin gıyaplarında yargılanacağı söylenir. İşledikleri suç Ermeni kıtalı [katliamı] gibi “alçakça cinayetlerden” sorumlu olmaktır. Ceza Kanunu’nun 45’inci maddesinin birinci fıkrasına uygun olarak idamla cezalandırılmaları istenir.

    4 Mayıs 1919 tarihinde, Talat’ın dosyası diğer yakalanmayan kişiler ile birlikte davadan ayrılır ve ayrı bir dava açılır.

    Talat hakkındaki karar 5 Temmuz 1919 tarihinde verilir ve 22 Temmuz 1919 tarih 3604 numaralı Resmi Gazete’de yayımlanır.

    Talat, Enver ve Cemal başta olmak üzere İttihatçı yöneticiler Ermeni kıtalından sorumlu bulunarak idam cezasına çarptırılırlar. (Ayrıntılı bilgi için: V. N. Dadrian, Taner Akçam, Tehcir ve Taktil: Divan-ı Harb-i Örfi Zabıtları: İttihad ve Terakki’nin yargılanması, 1919-1922, Bilgi Üniversitesi, 2008)

    Perinçek’in, İngilizlerin Talat Paşa hakkında soruşturma açtıkları ve sonra delil yetersizliğinden davadan vazgeçtikleri bilgisi de bir başka palavradır.

    Böyle bir soruşturma yoktur. Perinçek muhtemel Malta Adası’nda tutulan 141 kişi hakkındaki soruşturmayı kastediyor ama bu da ayrı konu…

    Özetle, Perinçek, Türk Mahkemelerince idama mahkûm edilen bir katili sadece övmekle kalmamış, bu katilin adına kurduğu bir örgütle (Talat Paşa Komitesi), Ermenilere yönelik kin ve nefret yayarak, Türkiye’de Hrant Dink dahil başka cinayetlerin işlenmesine zemin hazırlamıştır.

    İsviçre’de yargılanan budur.

    AİHM’in, 1915’in soykırım sayılıp sayılmayacağı üzerine karar vereceği iddiası ise, başta Perinçek olmak üzere, devlet erkânının yaydığı bir başka palavradır.

    Bunun üzerinde ise ayrıca duralım.

    http://duzceyerelhaber.com/taner-akcam/32041-saray-soytarisi

  15. Anonim

    Perinçek’i cami avlusundan almışlar!
    Taner Akçam

    Benim zamanımda hapiste çok sık kullanılan bir deyiş vardı; “Cami avlusundan alınmak”.

    Her hapse düşen, hiçbir suç işlemediğini, masum olduğunu söylerdi (hâlâ da öyledir herhâlde). Mahkûmlar, biraz da bu durumla alay etmek için her yeni gelene, “biliyoruz seni de cami avlusundan aldılar ama sen gene de neyle suçlandığını bir anlat”, derlerdi.

    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde savunma yapan Perinçek’i, hele asıl Fransız avukatını dinlerken, bir acıdım, bir acıdım ki sormayın gitsin. Neredeyse ağlayacaktım. Kanaatimi söyleyeyim; Perinçek’i cami avlusundan almışlar. Adam masum!

    Hayden White adını hiç duydunuz mu bilmem, tanınmış bir edebiyat eleştirisi tarihçisidir. Tarih ve hakikat üzerine söyledikleri, soykırım ile uğraşan tarihçileri çok kızdırır.

    “Tarih yazımının hakikat ile alakası yoktur, hakikat diye adlandırdığınız şey aslında bir edebiyattır. Farklı tarih yazımları arasındaki tek fark, bunların aşk hikâyesi, komedi, trajedi veya hiciv biçiminde yazılıp yazılmalarıdır”, meyanında şeyler söyler.

    White’a ben de çok kızardım ama AİHM davasını izledikten sonra adama hak vermeye başladım.

    AİHM davası ile ilgili hakikat dediğiniz şey, iki saati aşkın süren bu gösteriyi komedi mi trajedi mi olarak yazmak istediğinizle ilgilidir.

    Ben bir komedi olarak yazmak taraftarıyım. Gözümün önüne Perinçek ve avukatı ile onun arkasına beşi bir yerde altın gibi dizilmiş Deniz Baykal’ı, Egemen Bağış’ı ile devlet erkânını getirince, aklıma komediden başka bir yazım türü gelmiyor.

    Perinçek ve özellikle de avukatı nasıl savunma yaptı biliyor musunuz?

    Perinçek, 1915’te cinayetler işlendiğini kabul ediyormuş! Bu cinayetleri kınıyormuş! Cinayetleri kabul eden ve kınayan Perinçek bir tek 1915’e hukuken soykırım denemeyeceği kanaatindeymiş!

    Zaten Ermenileri de çok seviyormuş!

    Yanlış duymadınız.

    Perinçek’in, tek ama tek meselesi, soykırım kelimesinin 1915 cinayetlerini tanımlamak için, hukuken uygun olmadığı imiş. İşlenen cinayetleri kınayan birisinin, “hukuken buna soykırım dememek lazım”, dediği için cezalandırılması ise olacak şey değilmiş!

    Hani Perinçek’i tanımasanız, yaptıklarını bilmeseniz zannedersiniz ki olay şu: Zürih’te bir üniversitede bir profesör konferans veriyormuş; konuşmasının bir yerinde, “arkadaşlar, her ne kadar 1915’te cinayetler işlendi ise de hukuken buna soykırım dememek lazım” demiş; “vay sen misi bunu diyen”, diye polis gelmiş ve fukara adamı zorla mahkemeye çıkarmış ve cezalandırmış.

    Sanki dava Perinçek’e karşı değil de, 1915 cinayetlerini lanetleyen ve ama “buna soykırım demeye aklım yatmıyor” diyen bizim liberal arkadaşlarımızdan birisinin aleyhine açılmış.

    İnanın, eğer Perinçek ve özellikle de avukatının savunmasını dinleseydiniz, “bu Avrupalılar çıldırmış mı, bizim liberal arkadaşımızı niye yargılıyorlar”, derdiniz.

    Davayı, komedi olarak yazmayı gerektirecek ikinci bir neden daha var:

    Perinçek ve devlet erkânı AİHM davasının esasının, 1915’e soykırım denip denmeyeceği ile ilgili olduğunu söylüyorlar.

    Yapılan propagandaya göre, Perinçek, İsviçre’de 1915’e hukuken soykırım değildir, demiş; İsviçre de sen bunu nasıl dersin diye Perinçek’i cezalandırmış; AİHM de Perinçek’e hak vermiş ve demiş ki, 1915 soykırım değildir, onun için Perinçek hakkında verilen ceza yanlışmış.

    Bu nedenle, bizimkiler, “AİHM, Türk tezini destekledi, 1915 soykırım değildir dedi”, diye zil takıp oynuyor.

    Oysa tüm dava boyunca, başta Doğu Perinçek’in avukatı olmak üzere İsviçre ve davaya taraf olan Türkiye ve Ermenistan hükümetleri, 1915’e soykırım denip denmeyeceğinin bu mahkemenin konusu ve görevi olmadığını söylediler. Mahkemeden bu konuda bir karar vermesini beklemenin, Mahkemeye saygısızlık olduğunun altını çizdiler.

    Taraflar arasında bu konuda en küçük bir anlaşmazlık yoktu ve hepsi bu konuda hemfikirdiler.

    Peki, konu 1915’e ne deneceği ile alakalı değilse, yargılama neyin nesiydi?

    Niye Türkiye’de sanki dava buymuş gibi gürültü kopartılıyordu?

    Hani sanki, “bizim millet enayidir, ne satarsan yer, salla sallayabildiğin kadar”, durumu var.

    Dedim ya, davayı komedi olarak yazmak dışında bir şansınız yok!

    http://www.taraf.com.tr/yazarlar/perinceki-cami-avlusundan-almislar/

  16. Gün Zileli

    Evet ama Taner keşke yargılamanın ne olduğunu da yazsaydı.

  17. Ahmet

    Taner Akcam yine sacmalamis, Dogu Perincek’in ya da herhangi bir soykirimi kabul etmeyen mesela bir nazinin yahudi soykirimini reddeden birinin goruslerine katilmayabilirsiniz ama onun bu gorusleri ifade etmesini yasaklayamazsiniz. Bu dusunce yasagina girer. Bu noktadan sonra egemen dusuncenin disinda kalan her dusunceyi yasaklama ortami dogar. Bu noktada politik olarak binlerce tarihi olay adli yasaklarla cozume kavusturulmaya calisilir.

    Bu noktada gerek Isvicrede gerek Fransa da bu konuda alinan adli yasaklar ozunde fasist yasaklardir. Bu yasagin tek bir faydasi olmus, yanlis hatirlmiyorsam Perincek vb aslinda ermenilerin karsilikli bir savas icinde katledildigini savunuyorlardi, anlasildigina gore artik onlar da ermenilerin yok edildigini ama bunun soykirim olmadigini kabul ediyorlar.

  18. ogürsel

    E. Hobsbawm Ermeni katliamını “etnik temizlik” olarak tanımlıyor..
    *
    E. Hobsbawm. Tarih Üzerine. Bilim ve Sanat Yayınları 1999)

  19. hortlak

    Avrupa ülkelerinde Yahudi soykirimi olmadigini beyan etmek yasaktir! kafalari 150 yil önce programlanmislar ise bu konuda farkli düsünyorlar..

    Düsünün bir; Korkunc bir katliam oluyor göz göre göre birileride yok böyle birsey diyor ve bu yönde propaganda yapiyor..
    Milyonlarca insan ölsün yok böyle sey denilsin..
    Dogu nezaman basi derde girse GZ yardima kosuyor..

  20. hortlak

    Laws against Holocaust denial.. wikipedia..

    en fazla okumadim ama sanirim bizden daha iyi aciklaniyor..

  21. Gün Zileli

    Yasaklanan fikir güçlenir.

  22. Gün Zileli

    Bence en doğru tanım bu gibi görünüyor.

  23. Ahmet

    Hortlak,
    kapitalist ulkelerin tum yasalari dogru olucak diye bir sey yok, evet bir cok ulke de Yahudi soykirimi olmamistir demek suctur ama bu yanlis ve gerici bir yasadir. Insanlar eger inaniyorlarsa yahudi soykiriminin olmadigini iddia etme bunu savunma hakkina sahip olmalidir. Aksi gercegin yasalar ve polis zoru ile duzenlenmesi olur ki fasizmdir.

  24. hortlak

    Inkar etmek fikir degil maruz kalanlara ilgisiz kalmaktir,olayi kücümsemek demektir,rkcilara,fasistlere sende hakli olabilirsin belki demektir. Olay sadece fikir,düsünce degildir!

    Bu katliamlari inkar edenler hala anti semitist,dinci fasistler,naziler vb.dir.
    Sizlere birakilsa bu katliamlar öven,seven diyen fikirlerde serbest olurdu.. Düsünce özgürlügü iste..

    Aslinda bazen katliamda gerekli haa…Su isidcilarin kökünü kazmak kadar sevap birsey olurmu!

  25. hortlak

    Gz.ninde yazisini tam okuyamadim..Periceki ikna etmege calismis gibi.. ” Özelestiri yaptinmi ?” sorusu varya? ne diyelim..

  26. Anonim

    Bir trajedi olarak Perinçek davası
    Taner Akçam

    Perinçek ve Türk Hükümeti’nin AİHM’deki Perinçek davasını Türkiye’de pazarlayış tarzları ile mahkemede izledikleri savunma stratejisi arasında büyük bir uçurum var.

    Bu uçurumdan hareketle, AİHM davasını bir komedi olarak yazmıştım.

    Oysa aynı dava, benim gibi Hrant’ın öldürülmesiyle sarsılmış insanlar için bir trajedi olarak yazılmalıdır.

    Perinçek, Ermenilere yönelik ırkçı kin ve nefret yaymak amacıyla kurulan ve bu doğrultuda faaliyetlerde bulunan Talat Paşa Komitesi’nin kurucusudur.

    Komite, Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz’lerle beraber, sadece ırkçı ve nefret söylemini yaymakla kalmadı, Hrant Dink cinayetine yol açan siyasi faaliyetler yürüttü.

    Başta Boğazlayan Kaymakamı Kemal olmak üzere, Ermeni soykırımının katillerine sahip çıktı.

    Bu komitenin üyelerinin büyük kısmı Ergenekon davasından yargılandı ve ceza aldı. Davada, Talat Paşa Komitesi’nin, insanlar arasında kin ve nefret yaymakta olduğu kayda geçti ve bu faaliyetler ile Hrant Dink cinayeti arasındaki bağa dikkat çekildi.

    Perinçek’in, AİHM önünde yargılanma nedeni, Talat Paşa Komitesi’nin, Ermenilere karşı kin ve nefreti örgütleyen faaliyetlerini Türkiye ile sınırlı tutmakla yetinmeyip, Avrupa’ya taşımış olmasıdır.

    2005’te Perinçek ile birlikte İsviçre’ye gidenlerin çoğu, Talat Paşa Komitesi üyeleridir Ergenekon davasından ceza almışlardır.

    “Savunma mevzilerini Avrupa başkentlerinde kurduk”; Batı’nın “saldırılarını, Batı başkentlerinden taarruzla karşılama planını uygulamaya başladık. Avrupa’daki beş milyon yurttaşımızı seferber etmek için harekete geçtik. İlk taarruzumuz, çok başarılı oldu” ifadeleri Doğu Perinçek’e aittir.

    “Bu daha başlangıç yeni zaferler yolda” diyen de Perinçek.

    Ortada Ermeni düşmanlığını körükleyen, kin ve nefret saçan bir kampanya ve eylemler dizisi var.

    Sözkonusu olan, Türkiye’de başlamış bir kampanyanın Avrupa’ya taşınmasıdır.

    Şimdi kalkıp AİHM önünde, sanki Zürih’te konferans veren bir profesör edasıyla, “1915’te cinayetler işlendi ama ben buna hukuken soykırım demiyorum”, diye savunma yapmak ikiyüzlülüktür.

    Yargılamanın, 1915’i soykırım olarak adlandırıp adlandırmamakla ilgili olduğunu ileri sürmek, insanları kandırmaya yönelik kötü bir demagojidir.

    AİHM’de görülmekte olan davada sözkonusu olan:

    A) 1915 soykırım mıdır, değil midir, tartışması değildir ve zaten Perinçek İsviçre’de “1915 soykırım değildir”, dediği için ceza almamıştır;
    B) AİHM, “1915 soykırım değildir”, diye bir karar da almış değildir.

    AİHM gerekçeli kararında, davanın 1915’in nasıl adlandırılacağı ile alakalı olmadığını (bakınız gerekçeli karar 111. paragraf) ve bu konuda karar vermenin kendi işi olmadığını özel olarak belirtmiştir.

    Zaten başta Perinçek’in avukatı olmak üzere davaya taraf olan tüm kesimler, Mahkeme’den 1915 hakkında bir karar almasını beklemediklerini, bunun Mahkeme’ye bir saygısızlık olacağını belirtmişlerdir.

    Peki, “1915 soykırım mı değil mi” tartışması mahkemenin konusu değilse, ve Perinçek de bundan dolayı ceza almamışsa, AİHM’de görülen Perinçek davasının konusu nedir?

    Dava iki merkezî soru etrafındadır:

    A) Perinçek, İsviçre konuşmasında Ermenilere yönelik kin ve nefret suçu işlemiş midir?
    B) Perinçek’in söyledikleri kin ve nefret suçu kapsamında telakki edilse bile, İsviçre’de Perinçek gibi birisine ceza vermeyi gerektirecek zorlayıcı sosyal neden var mıdır?

    Türkiye’de davaya ilişkin son derece yanlış bir algı yaratılmıştır.

    Bu algıya göre, İsviçre’de “soykırımı inkâr etmek” suçtur. Ve bir kişi, “ben şu veya bu olayın soykırım olduğuna inanmıyorum”, derse ceza alır.

    Bu nedenle Perinçek’i sevmeyenler bile, onun “1915 soykırım değildir” dediği için cezalandırıldığını zannediyorlar ve fikir özgürlüğüne inandıkları için Perinçek’in böyle bir söz sarf etme hakkı olduğunu savunuyorlar.

    Bu yanlış algının iki temel nedeni var; birincisi Avrupa’daki ilgili yasaların bilinmiyor olması; ikincisi Perinçek ve Türk Hükümeti’nin, mesele buymuş gibi propaganda yapmalarıdır.

    Dava doğrudan Avrupa’daki Irkçılık ve Nefret suçları yasaları ile ilgilidir. Perinçek, “1915 soykırım değildir”, dediği için değil, bunu ırkçı ve nefret suçu yaymak amacıyla söylediği için ceza aldı. Bu yasalara yakından bakmakta fayda var.

    http://www.taraf.com.tr/yazarlar/bir-trajedi-olarak-perincek-davasi/

  27. Gün Zileli

    Taner Akçam’ın “ergenekon davası”nı tanık göstermesi talihsizlik olmuş. Bu davanın çoğunluKLA SAHTE BELGELERE dayandığı ortaya çıktı.

  28. hortlak

    Perincekin en önde olmasinin iyi böyle en sevilmeyen birinin, desifre olmus birinin,dejenere olmus birinin histerikce ermeni düsmanligi yapmasi kafasi karisik olanlarin,vicdani olanlarin düsünmege itmesidir..

    Nerde katil ,cani varsa hemen onun savunuculuguna hazir nazir olmak varya..
    Sipidak orda GZ … -:))

  29. Gün Zileli

    eee ne yapalım. bana da bu görev düşüyor. Vicdansızca edilmiş hiçbir lafı, düşmanıma bile edilse onaylamam.

  30. Anonim

    Yaşar Kemal İçin – “Van Muhaciri” “Mühtedi”nin Oğlu “Kemal Sadık”

    “Rus’u biraz kazıyınca altından bir Tatar çıkar” diye diye bir söz varmış Rusya’da. Türk’ü de biraz kazıyınca altından bir Rum, Ermeni, Süryani, Slav, Yahudi vs. çıkar. Hele “Türk” denilen kişi biraz sıra dışıysa, bir sanatçıysa, bir demokratsa vs. hiç şaşmaz.
    Bunda da şaşılacak bir şey de yoktur aslında. Türklerin Orta Asya’dan geldiği yalanı Irkçı Türk tarihçiliğinin bir uydurmasıdır. Bugün Türk denenler, son bin yılda önce Müslümanlaşmış sonra da Müslümanlardan Türkler yaratılırken Türkleşmiş Anadolu’nun otantik insanlarıdırlar. Hem genetik hem de kültürel olarak böşledir bu. Orta Asya’dan Pers uygarlığının Roma Bizans ile rekabetinde koçbaşı olarak getirdiği fatihler ve onların ahvadı ise nüfusun yüzde beşini aşmaz. Genetik araştırmalar da bunu doğrular.
    Yani eğer Türklerin “soydaş”larından söz etmek gerekirse, Türklerin soydaşları en başta vae en yüksek oranda Ermeniler, Rumlar, (İyonya’lı Yunanlılar ve Pontuslu Rumlar); 93 ve Balkan harplerinden sonra gelmiş Müslüman (Balkanlılar) Slavlar, (Kafkaslılar) Çerkezler, vs.dir. Ancak eski kuşak müslümanlaşmışlar, birkaç kuyak sonra kökenleri unutulduğu için, egemen dinden olduklarından, ezilen olmanın duyarlılıklarını kaybetmişlerdir.
    Bu duyarlıkları taşıyanlar, özellikle son yüz yıldaki Türklüğün yaratılması sürecinde katledilenlerin kılıç artıkları, oğulları, kızları, torunları, bugünkü “Türk Kültürü” denen şeyin gerçek yaratıcılarıdırlar.

    Modern batı uygarlığının kültür, sanat, bilim ürülerinin neredeyse tamamını yaratan nasıl Yahudilerse; eğer bir “Türk kültürü” diye bir şey varsa onu yaratan da en başta Ermeni, Rum ve Yahudiler ve onların kılıç artıklarından başka kimse değildir ve olamaz.
    Yaşar Kemal de bir istisna oluşturmuyormuş. Yaşar Kemal’i Kürt diye biliyordum ve yukarıdaki kuralın bir istisnası sanıyordum. Bunu Facebook’taki bir paylaşımdan öğrendim.
    Yaşar Kemal için bir zamanlar Süleyman Demirel, De Gaulle’ün “Sartre Fransa’dır” demesini taklit ederek, “Yaşar Kemal Türkiye’dir” demişti.
    Onun dediği anlamda değil ama, hiç kast etmediği, yukarıda dediğimiz anlamda, aslında gerçekten “Yaşar Kemal Türkiye’dir”.
    Bu yıl Ermeni katliamının yüzüncü yılı da olduğuna göre onu bu “Gerçek Türkiye” yanıyla analım.
    (Aşagıdaki bilgilerden dolayı Hatspanian’a teşekkürler.)
    *
    Sarkis Hatspanian yazıyor Facebook’taki paylaşımında:
    “Yaşar Kemal’in babası 1894-1896 Hamidiye katliamları sırasında zorunlu olaral islamlaştırılan, yani AVDETİ veya MÜHTEDİ diye tanımlanan DÖNME (Bavfılla) Ermenilerdendir ve taşıdığı kimlik kağıdında da DİNİ ibaresinin karşılığında: MÜHTEDİ yazılmıştır. Sadık adını taşıyan bu insan, 1929 yılında camide 5 yaşındaki oğlu Kemal Sadık (yani Yaşar Kemal yazın adıyla bilinen) oğlunun gözleri önünde “Geber Gâvuroğlu gâvur” denilerek vücudu bıçakla delik-deşik edilerek katledildikten sonra mezarlıktaki yeri bile müslümanlarla karışmasın diye onlardan çok uzağa gömülür ve mezar taşına da VAN MUHACİRİ diye işlenir.”
    Yine Hatspanian’ın aktardığı, Yaşar Kemal’in kitaplarında bizzat anlattıkları bu trajedinin yazılı şahitleridir:
    “Şimdi işimize gelelim, demek Van’dan geliyorsunuz, evet yurdunuzu yitirdiniz, çiftlikleriniz, köşkleriniz, orada kaldı. Devleti Alimiz size her türlü kolaylığı gösterecektir, soylu kişiliğinizi de nazarı itibara alarak şimdi size Ermeni zengini Kendirliyan’ın on iki odalı konağını yazıyorum. Münasip mi Beyler?”
    “Semail’in çiftliğini de senin üstüne yazacağım” dedi Arif Bey.
    -“Sağ ol ama Bey. Ben Ermeni konağı, çiftliği, tarlası istemem”
    “-Ne varmış, Ermeni konağı ve çiftliğinde de”…
    -Yuvası bozulan kuşun yuvasında öteki kuş da barınamaz”
    “-Kuş değil, Ermeni, Ermeni be ahmak Kürt, Ermeni… Ermeni”
    “Yağmurcuk Kuşu”
    (Kimsecik 1, Sayfa 103)
    (Yaşar Kemal’in yarı öz yaşam öyküsü niteliğinde olan bu kitap, Van’dan Çukurova’ya göçüşün öyküsünü anlattığı kitabıdır.)
    “İsmail Ağa için, Kırım Günleri, ömrünün en acı günleridir.
    Cennete gitmek için, yeterli sayıda Ermeni öldürmek için, Ermenilerin peşine düşen insanların varlığını da bu kitaptan öğreniyoruz.
    “Ver Ermeni’yi bana, onu öldürmeliyim ben. Cennete gideceğim. Bu Ermeni’yi de öldürürsem benim sayım tamam olacak. Cennete gideceğim ver onu bana da sevabıma gir. Ben onu Rıza’dan satın aldım.(sayıyı tamamlamak için)
    Aynı kitapta Yezidi kıyımından da bahsediyor.
    “Hiçbir Yezidi bırakmadık, çoluk, çocuk hepsini kılıçtan geçirdik”. Bundan sonra senin de benim de yerim cennetlik.
    Bu kadar çok Yezidi öldüren bir Müslüman’ın yeri, Allah indinde cennet olmaz da ne olur. Çok da altınları gümüşleri çıktı. Ağzına kadar iki heybe doldurduk”.
    Üç kitapta tamamlanan bu seride bu ve buna benzer durumları çoktur. Romanın kahramanı, kıyıma uğrayan bir “Yezidi’nin Çocuğudur”. Bu kıyımı yapanlar da, Yezidi ve Ermenileri öldürdüklerinde cennete gideceklerine inanan Kürtler’dir.
    *
    YAŞAR KEMAL’İN KALEMİNDEN AĞTAMAR ÖYKÜSÜ
    Yaşar Kemal kendini anlatıyor,
    “Diyarbakır ovasında topraksız kalmış, göçebe olmuş aileler ovayı doldurmuşlar, nerelere gideceklerini bilemiyorlardı. Onları da yazdım. Yayan yapıldak birçok köy dolaştıktan sonra Diyarbakır’da işim bitti, oradan Van’a geçtim. Tuğ’dan vapura bindim Vana gidiyordum. Gönderdiğim röportajlar gazetede yayımlandı mı, ya da yayımlanmadı mı bilemiyordum. Geminin güvertesinde bir subay oturuyordu, yakasında da yılan vardı. Anladım ki doktor. Doktorun yanında da bir tomar Cumhuriyet, belki yirmi tane. Gazeteyi açmış okuyordu ki, adımı gördüm. Bendeki sevinci tahmin edin bakalım. Hemen doktorun yanına koştum, heyecanla, “Gazetenize bakabilir miyim yüzbaşım?” diye sordum. Yüzbaşı heyecanıma şaşırdı. İşi anlattım. “Siz Yaşar Kemal’siniz değil mi” dedi. “Evet,” dedim, gazetelere saldırdım. Gönderdiğim tüm röportajlar “Anadolu Notları” başlığı altında çıkmıştı. Hepsini okudum.
    Yüzbaşı okumuş, kültürlü bir insandı. Benim heyecanıma şaşkınlıkla bakıyordu. Yüzbaşıya heyecanımın sebebini anlatmak zorunda kaldım. Eğer röportajlarım yayınlanmasaydı, Erciş’teki akrabalarımın yanına gidecek, orada arzuhalcilik yapacak, Cumhuriyet’e borcumu ödeyecektim. Bir de gazeteciliğe ilk adımımı atmıştım. Sanırım bu işi artık tutturacaktım.
    Yüzbaşı, “şu talihe bakın” dedi, “iyi ki sizinle karşılaştık. Burada Ağtamar adasında Ermenilerden kalma bir kilise var. Bir yapı başeseri. Bugünlerde bunu yıkıyorlar. Yarın sizi oraya götüreceğim. Bu kilise bu toprakların eseri, isterse Ermeniler yapmış olsun. İnsanlığın malı, kim yaparsa yapsın. Bana ve ülkemize yardım edebilir misiniz?”
    “Çok yeni bir gazeteciyim, elimden ne gelir ki…”
    Bir de çekiniyorum. Böyle işlere karışırsam geçmişim ortaya çıkar, başladığım işten, daha başlamadan olurum, diye.
    Bir ikindi üstü Van iskelesinde gemiden indik, yüzbaşı Dr. Operatör Cavit Bey beni Van’ın tek oteline götürdü. Yarın buluşmak üzere ayrıldık. Yüzbaşı sabahleyin erkenden geldi beni almağa. Ağtamar adasına gidecektik. Bizim o zamanki Van muhabirimiz İlyas Kitapçı’ydı. Altmış yaşlarında olgun, güzel düşünceli bir kişiydi. Yüzbaşıyla önce onu görmeye gittik, o, kilise üstüne daha kötü şeyler anlattı, elinden geleni de gelmeyeni de yapmış, bir türlü yıkımın önüne geçemiyormuş. Vali de çok iyi, şair bir kişiymiş ya emir almış, hiçbir şey yapamıyormuş.
    İlyas Bey, bana, “Nadir Nadi’ye telefon edelim, bizi anlar, durdursa durdursa bunu Nadir Bey durdurabilir” diye bir düşünce attı ortaya. “Nadir Bey’e telefon edip, sorunu ona anlatalım.”
    “Olur” dedim ben.
    Doktorla Ağtamar adasına doğru yola çıktık. Van gölü de büyülü bir suydu. Andan ana rengi değişiyordu. Küçük bir kayıkla adaya çıktık. Kiliseye daha sıra gelmemişti ya, kilisenin yakınındaki küçücük şapeli hemen hemen yıkmışlardı.
    Yüzbaşı:
    “Ben gelinceye kadar, bu kiliseye bir kazma bile vurmayacaksınız. Ben Vali’ye gidiyorum” diye buyurdu.
    İşçiler hazırola durdular. İşçilerin başı, “baş üstüne komutanım” dedi. Van’a geldik. Cumhuriyet’e telefonu açtık. O gün akşama kadar bekledik, telefon açılmadı. Ertesi gün gene erkenden gazeteye telefon açtık. Birkaç saat sonra Nadir Bey karşımdaydı. Olayı yüzbaşıdan öğrendiğim kadarıyla anlattım.
    Nadir Bey:
    “Üzülmeyin” dedi. “Avni Bey bu işi halleder. Onu iyi tanıyorum, uygar bir kişidir.” Avni Başman o yıl Milli Eğitim Bakanı’ydı.

    İki gün sonra İlyas Kitapçı, yüzbaşı Dr. Operatör Cavit Bey’le otelime geldiler. Sevinç içindeydiler. Avni Başman Valiye yıkımı durdurmaları için telgraf çekmiş. Ağtamar kilisesinin kurtuluş günü 25 Haziran 1951 günüdür.”

    http://demirden-kapilar.blogspot.com/2015/03/yasar-kemal-icin-van-muhaciri.html

    Yaşar Kemal’in ardından şurada yazılanlar bu ülkede ırkçılığın hala ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor;

    http://www.turkcuturanci.com/turkcu/manset/kolay-gebermek-yok-sana-yasar-kemal/
    http://www.turkcuturanci.com/turkcu/manset/kolay-gebermek-yok-sana-yasar-kemal/10/

  31. Anonim

    Ermenistan’dan ‘soykırım’ kararı
    Ermenistan Ulusal Meclisi, bugün aldığı kararla 1915-1923 yılları arasında Osmanlı topraklarında yaşanan Süryani ve Pontus katliamlarını soykırım olarak tanıdı.

    AGOS’un haberine göre tasarıda, 1915-1923 yılları arasında yaşanan Pontus ve Süryani katliamları “soykırım” olarak tanımlandı.

    Meclis Başkan Vekili Eduard Sharmazanov karar sonrası Armenpress’e yaptığı açıklamada, “Ermenistan parlamentosu her gün yeni bir yasayı kabul etmiyor. Bu açıdan tasarının kabul edilmesi Pontus ve Süryani kardeşlerimizin huzurunda tüm soykırımların Ermenistan parlamentosu nezdinde mahkum edilmesi anlamına geliyor” dedi.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/234813/Ermenistan_dan__soykirim__karari.html

  32. Anonim

    Ergenekon yok ve uydurma diyorsunuz da (Taner Akçam’a yaptığınız yorumda), peki Roni’nin şu yazdıkları yanlış mı?

    Hilal-Kaplan-tipi gazeteci

    “Ya vallahi bize karşı darbe yapacaklardı, çok fena olacaktı ya…” Hükümetin ve hükümet gazetelerinin bu feryadını duyan ve Türkiye diye bir memleket olduğunu yeni öğrenmiş olup memleket hakkında hiçbir şey bilmeyen Uzak Doğulu bir turist çok üzülürdü herhalde. Çok acırdı hükümete. “Zavallılar,” diye düşünürdü, “anlaşılan bu memleketin silahlı kuvvetleri siyasete müdahale ediyor, darbe girişimleri oluyor filan.”
    Bu Uzak Doğulu turistin gün boyu gezdikten sonra hem dinlenmek hem Türk tatlılarının zevkini çıkarmak için bir baklavacıya girip oturduğunu varsayalım. Tesadüf bu ya, yan masada da bir gazeteci oturuyor olsun. Bu gazeteci de mesela Hilal Kaplan olsun. Selamlaşsınlar, laf lafı açsın. Bizim turist üzüntüsünü dile getirsin, “Askerlerle başınız dertteymiş galiba” desin.
    Ne diyecektir Kaplan?
    “Yoook,” diyecektir, “siz ‘darbe’ kavramını yanlış anlıyorsunuz. Bizim askerimiz harikadır, darbe falan yapmaz, sapına kadar demokrattır. Bizde askerlerin silahla, tankla yaptığı şeye ‘darbe’ denmez zaten. ‘Darbe’ diye ya sokaklarda gösteri yapan gençlerin yaptığına ya da Fethullahçıların yaptığına denir.”
    Başka?
    Askerî darbecileri engelleyip hapse atmaya “kumpas” denir!
    Hükümetten memnun olmayan herkese ya “Gezi tipi darbeci” ya da “F-tipi darbeci” denir!
    Hilal Kaplan’ın bunları söyleyeceğini nereden mi biliyorum? “Neden hâlâ Gezi’yi konuşuyoruz?” diye bir yazı yazmış bugün de, oradan biliyorum.
    AKP’nin hayal ve propaganda dünyasında hepimiz darbeciyiz. Ama Çetin Doğan’la Veli Küçük masum birer demokrat!
    Amerika Birleşik Devletleri’nin 1776 tarihli Bağımsızlık Bildirgesi şöyle der:
    “Bütün insanlar eşit yaratılmıştır, onları yaratan Yaratıcı kendilerine vazgeçilemez bazı Haklar vermiştir, bu haklar arasında Yaşam, Özgürlük ve Mutluluğu arama hakları yer alır. Bu hakları güven altına almak için insanlar arasında, yetkilerini yönetilenlerin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. Herhangi bir Hükümet Biçimi, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya ortadan kaldırmak ve kendi Güvenlik ve Mutluluğunu sağlamaya en uygun görünen ilkelere dayanan ve yetkilerini bu amaçlar doğrultusunda örgütleyen yeni bir Hükümet kurmak o Halkın Hakkıdır.”
    Halkın hükümeti beğenmeme ve değiştirme hakkını tanıdıklarına göre, tarihin ilk demokratik anayasasını yazanlar da darbeciymiş anlaşılan!
    “Darbeci” diye kime denir, bilemiyorum, kafam karıştı, ama şu kadarını biliyorum: Hükümetin her yaptığını övmeyi görev bilenlere ve övmeyenlere darbeci demeyi iş edinenlere “Hilal-Kaplan-tipi gazeteci” denir.

    Roni Margulies
    (Sosyalist İşçi)

  33. Gün Zileli

    Roni kendine kolay lokma seçmiş.

  34. Anonim

    http://imgur.com/d3lRFz6

  35. Anonim

    Tarih, hâtıra yasaları ve ifade hürriyeti
    M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

    AİHM, Büyük Dairesi kararı 1915’te ne olduğu hakkında herhangi bir “tez”in doğruluğunu vurgulamamakta, hâtıra yasalarının “ifade özgürlüğü” alanında yarattığı sorunları ortaya koymaktadır

    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi, 2. Daire tarafından 2013 sonunda verilen kararı onaylayarak, “1915’te Ermeni soykırımı olmadığı”nı söyleyen Doğu Perinçek’i cezalandıran İsviçre’nin, İnsan Hakları Avrupa Konvansiyonu’nun “ifade hürriyeti”ni düzenleyen 10. maddesini ihlâl ettiğine karar verdi.
    Büyük Daire onayı da 2. Daire kararı gibi karmaşık ve çelişkili tezlere dayanmakta, tarihle ilgili ne tür yorumların “nefret suçu” oluşturacağı konusunda muğlak bir yaklaşım ortaya koymakta ve Yahudi Soykırımı (Holocaust)’ı “ifade hürriyeti” tartışması dışında bir kategori haline sokmaktadır.
    Bir yargıcın karara kısmen katılıp kısmen karşı çıktığı, diğer yedisinin muhalefet şerhi koyduğu, bunlardan dördünün bir ek muhalefet şerhi daha kaleme aldığı göz önüne alınırsa konu üzerinde hukukçular arasında da fikir birliği yoktur. Ancak dağınık görüntüsüne karşılık Büyük Daire kararının değişik konularda “inkârcılık”ı yasaklayan “hâtıra yasaları”nın neşir ve bilhassa uygulanması alanında çığır açacağı şüphesizdir.
    Büyük Daire kararı, 2007’de İspanya Anayasa Mahkemesi’nin “inkârcılığın yalnızca dile getirilmesinin doğrudan şiddete teşvik olarak yorumlanamayacağı”na hükmetmesi, 2011’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun “tarihî olaylara ilişkin görüşlerin açıklamasını yasaklayan kanunların, devletlerin İnsan Hakları Sözleşmesi’nden doğan yükümlülükleriyle bağdaştırılmasının mümkün olmadığı” yorumunu yapması ve bir yıl sonra Fransız Anayasa Mahkemesi’nin “yasayla tanınmış soykırımın varlığının inkârını suç sayan” kanunu ifade ve araştırma özgürlüklerine aykırı bulması ile beraber okunduğunda ağırlık kazanan bir eğilimi yansıtmaktadır.
    Bu ise tarihçiler ve ifade özgürlüğü savunucuları tarafından “hâtıra yasaları” adı verilen düzenlemeler hakkında dile getirilen sakıncaların “hukuk” tarafından gecikmeli de olsa paylaşıldığını göstermektedir.

    Hâtıra yasaları ve “tarih”
    Fransa’da 1990’da, Nürnberg Mahkemesi’nin tanımladığı anlamda “insanlığa karşı işlenen suçları” inkâr etmeyi suç haline getiren Gayssot Kanunu ile başlayan süreç, 1932 Ukrayna Kıtlığı (Holodomor)’dan Romanların marûz kaldığı muamelelere uzanan değişik tarihî olayları kapsayan konularda karşı görüş ileri sürülmesini yasaklayan çok sayıda “hâtıra yasası”nın kabûlü ile devam etmiştir. Avrupa toplumlarının başını çektiği diğer ülkeler de değişik “hâtıra yasaları” neşretmişler ve tarihçiler ile ifade özgürlüğü savunucuları uzun süre bu düzenlemeler konusunda sessiz kalmışlardır.
    Bu tutumun benimsenmesinde ana akım tarih yazımı yaklaşımında görülen değişim de önemli rol oynamıştır. Yirminci yüzyılın ortalarına doğru “seçkinler” yerine “ortalama” insanlar üzerine yoğunlaşma eğilimi gösteren ana akım tarih yazımı, daha sonra geçmişi “muzafferler”in değil “ezilenlerin” zaviyesinden inşa etmenin daha anlamlı olacağını kabullenmiştir.
    Dolayısıyla “ezilenler”in seslerinin duyulmasını sağlayacağı düşünülen “hâtıra yasaları” tarih yazımında egemen olan yeni yaklaşımla da örtüşmüştür. Ancak “seslerini duyuramamış olanlara bu imkânı sağlama” düşüncesinin yasakçılıkla tahkim edilmesi, tarihî yargılara “ezilenleri koruma” adına res judicata zırhı giydirilmesi nedeniyle ifade özgürlüğüne yönelik ciddî bir tehdidi de gündeme getirmiştir. Buna karşılık siyasal partiler söz konusu yasaları alan genişletme aracı olarak görmüşler, ana akım tarihçilik ise onların yasakçı boyutunu “siyaseten doğru” söylemi benimseme adına gözardı etmeyi tercih etmiştir.
    Bu yasalar esir ticareti üzerine kaleme aldığı kitabı önemli ödüller kazanan Olivier Pétré-Grenouilleau’nun 2001’de çıkarılan Taubira Kanunu’na muhalefet nedeniyle yargılanması örneğinde görüldüğü gibi hukukun ifade özgürlüğü ve tarih yazımına ciddî müdahalelerde bulunmasını tetiklemiştir.
    Tarihi ezilenlerin gözünden yazmayı hedefleyen söz konusu “hâtıra yasaları”nın bir “ifade özgürlüğü” sorunu haline geldiğini gören “Liberté pour l’Histoire (Tarihe Özgürlük)” benzeri örgütlenmeler bunlara itiraz etmişlerdir. Temel eleştirileri önde gelen Fransız tarihçiler tarafından kaleme alınarak 2005 sonunda yayınlanan bildiriden aktaracak olursak: “Tarihçi güncel olayların kölesi değildir… O güncel hassasiyetleri geçmiş olaylara tatbik etmez. Tarih hafıza değildir… Tarih hafızayı dikkate alır; ama ona indirgenemez. Tarih yasal bir konu değildir.”

    Alınacak dersler
    Büyük Daire onayının 1915’te Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı trajedi ile ilişkilendirilmesi anlamlı değildir. Söz konusu karar, hangi tezin “1915’te ne olduğunu” daha anlamlı biçimde yansıttığı ya da “doğru” olduğunu tartışmamaktadır.
    Karar, tarihî olaylar hakkında görüş beyan etmenin nefret suçu sınırı aşılmadığı müddetçe yasaklanamayacağını vurgulayarak “ifade özgürlükleri” konusunda daha geniş sınırların çizilmesi gerekliliğini vurgulamıştır. Büyük Daire onayı “Ermenilerin emperyalist güçlerin âleti olduğu” söyleminin “onların katliama uğrama ya da yokedilmeyi hakettikleri” benzeri vurgular taşımaması nedeniyle, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesinin uygun olacağının altını çizmiştir.
    Bu nedenle karardan “tezimizin zaferi” benzeri bir sonuç yerine iki önemli neticenin çıkarılması anlamlıdır. Bunlardan birincisi toplumumuzda 1915’te ne olduğu tartışılırken, Büyük Daire’nin “o ifadeler kullanılsaydı cezaî uygulama meşruiyet kazanırdı” meâlindeki yorumunun önemini kavramaktır. Türkiye’de konu ele alınırken böylesi ifadeler sıklıkla istimâl edilmekte ama bunlar herhangi bir yaptırımla karşılaşmamaktadır.
    Daha da önemli olan ise mahkemenin “hâtıra yasaları”nın ifade özgürlüğü alanında oluşturduğu sorunların altını çizmesidir. Türkiye 1951’de kabûl edilerek “Atatürk’ün hâtırasına hakaret”i cezalandıran kanun ile “hâtıra yasaları” alanında pek çok ülkeden önce eyleme geçmiştir. Bu yasanın belirli dönemlerdeki yorumlanma biçimleri “ifade özgürlüğü” sınırları ile tarihte ne olduğu konusunda farklı görüşler ortaya koyabilme serbestisini zorlamıştır. Benzer şekilde TCK’nın 301. maddesi de belirli zaman aralıklarında tarihin tüm gelişmelerini tekil yorumlara indirgeyerek ve onlara res judicata zırhı kuşatan bir “hâtıra yasası” biçiminde yorumlanmış ve böylece “ifade özgürlüğü” üzerinde sallanan bir Demokles kılıcı haline sokulmuştur.
    Dolayısıyla Büyük Daire kararının “tezimiz”e katkısını tartışmak yerine aslî mesajının anlaşılması ondan ifade özgürlüğü alanında önemli dersler çıkarabilmemizi mümkün kılabilir.

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/10/25/tarih-htira-yasalari-ve-ifade-hurriyeti

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑