Gazeteci nasıl özgür olur? (Ayça Söylemez)
Ancak bütün toplum özgür olduğunda. Özgürlüğün “yarım”ı olmaz. Emek hakkını savunmadan, herkes için ifade hakkını savunmadan, insanca yaşam hakkını savunmadan basın özgürlüğünü savunmaya kalkarsan kimse seni ciddiye almaz, şaşırma.
Bazı gazeteciler, iktidarın polisi medya plazalarının kapısına dayandığında fark ettiler durumun vahametini. Şimdiye dek fildişi kulelerinden baktıkları sistem dışı muhaliflerle aynı kefeye konulabileceklerini gördüler, bir gün kendilerinin ağzından da özgürlük ve eşitlik talebinin çıkabileceğini anladılar.
Anlamadıkları şey, “Özgürlük olsun ama sadece benim için olsun” düşüncesinin gerçekçi ve inandırıcı olmadığı.
Bugün Ahmet Şık için sokağa dökülenlerin kaçı, o hakları için dava açıp işsiz bırakıldığında yanındaydı? (1)
Gazetecilerin kaçı bir günde 10 arkadaşı birden işten atıldığında (ki başına gelmemiş olanı neredeyse yoktur) herhangi bir tepki gösterdi?
Bırakın sendikaya üye olduğu ya da maaşını zamanında istediği için kara listeye alınan arkadaşlarının yanında durmayı, kaç gazeteci “sakıncalı” bir haberi gazeteye sokmak için ısrarcı oldu?
Kaçı bu düzeni olduğu gibi kabullenmeyip hem kendi hakları hem diğer gazetecilerin hakları için savaş verdi?
Sabah-ATV grevinde neredeydiniz?
Atılım, Yürüyüş, Özgür Gündem/Günlük muhabirleri gazetecilik faaliyeti nedeniyle “terörist” ilan edilip yıllarca tutuklu kalmak üzere gözaltına alınırken neredeydiniz?
Cumartesi anneleri her hafta gözaltına alınırken, Hayat Dönüş Operasyonu’nda insanlar yakılırken, Gazi Mahallesi’nde katliam yapılırken, Kürtler öldürülüp toplu mezara atılırken ve Ahmet Şık gibi gazeteciler bunları haber yaptığı için ya öldürülüp ya işten atılırken neredeydiniz?
Büyük ihtimalle bir çokuluslu şirketin 5 yıldızlı otelde verdiği kokteylde…
Keser döndü sap döndü, iktidarın sopası size de ulaştı. Şimdi yukarıda saydığım konuları gerçekten mesele etmiş biri tutuklanırken bile, onun bu özelliklerini yok sayıp hala utanmadan kendiniz için korkuyorsunuz.
Hala sadece kendiniz için özgürlük istiyorsunuz. Ve bu halinizle sadece gerçek muhalifleri değil iktidarı bile güldürüyorsunuz. Sistem içinde kalarak bile yapabileceğiniz birçok şey varken, yanında oturan arkadaşının ayağını kaydırma hesabı yapan “gazeteci”, şimdi sokağa çıkıp “Dokunan yanar” diyen arkadaşı için yürüyor.
Halbuki zamanında kendisi de “dokunsaydı” hiç kimse yanmayacaktı.
Herkes bilir ama ben yine de hatırlatayım, tam yeridir çünkü:
“Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim.
Sosyal demokratları götürdüklerinde sustum. Çünkü ben sosyal demokrat değildim.
Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim.
Beni götürmeye geldiklerinde, geride sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” (2)
(Alman rahip Martin Niemöller)
Savaşı boş verip muharebeyi kazanmaya çalışırsanız, bütün savaşları kaybedersiniz.
(1) Ahmet Şık: “Herkes herkesin polisi ve gardiyanı olmuş durumda” http://serbestsiyasa.com/?p=395
(2) “Als die Nazis die Kommunisten holten…” http://www.martin-niemoeller-stiftung.de/4/daszitat/a31
katılmamak mümkün değil.
“Sisteme değilde Hükümete karşı olmak”, ” YÖK’e değilde sınavdaki şifrelemeye karşı olmak” gibi.
Ellerine-ağzına sağlık, ancak böyle içten ve cesur bir ayna tutulabilirdi yüzlerine. Cihangir entelijansiyası köşecilerine duyurulur!
Holding medyasinda bunun gibi yüzlerce var. Maksat sivil iktidara çakmak. Zaten kendisi de büyük bir gazeteye atlamak için zarf atmakta.
neresi cesur,
bu yorumun biraz zorlama olmuş…
bir daha oku…
Neresi Cesur; Az kıskanın, az kızın, az saçmalayın, az küfredin, az önyargı yapın, her şeyden az yapın biraz.
Bi şeyi unutmuşum: az desteksiz atın!
Ergenekon davasıyla ilgili olarak bazıları gibi toptan yaklaşıp tümüyle komplodur demem. Ama özellikle bu kitap meselesi manidar. Bunlar adını hatırlayamadığım ve şimdi uzak bir ülkede oturan ‘bilge kişi’nin yetiştirdiği ‘altın nesil’in başarısıdır. Zekeriya Öz’ün Ergenekon davasından alınması, soruşturmadaki hukuksuzluklara HSYK’nın dur demesi. Kılıf bulunamıyor artık. 12 Eylül yargılamalarını yapan sıkıyönetim mahkemelerinde mi daha özgür savunma yapılıyordu, şimdiki özel yetkili mahkemeler ve savcılıklarda mı? Ben iddia ediyorum ki, tüm eleştirilere rağmen sıkıyönetim mahkemeleri ve savcılıklarda hukuk kurallarına mutlak bağlılık vardı. Duruşmalarda saatlerce savunma yapılırdı. Bugün özel yetkili mahkemelerde adil bir yargılama ortamının olmadığını söylüyorum. Bir kere özel yetkilere gerek yok!
ERGENEKON DAVASI 10 YILDA BİTMEZ
MHP davası 19 Ağustos 1981’de başladı. 7 Nisan 1987’de karar verdik. Aslında bugünkü davalara kıyaslarsanız, jet hızıyla bitirdik o davayı. Ama bakın ne yaptık? Dava açıldığı zaman 587 sanık vardı, 975 sayfalık da bir iddianame. Adana vb. gibi yerleri ayırdık. Ankara’yı, partinin adamlarını, ülkücü kuruluşların genel merkez yöneticilerini aldık. 302 sanığa indirdik. Gerisini aynı mahkemede ayrı dosya haline getirdik. Hatta Savcı Nurettin Soyer kızdı bize. Gece ikilere, üçlere kadar haftanın üç günü duruşma yaptık. Hakimlik 09-18.00 mesaisiyle yürütülecek bir iş değildir. Fedakarlık ister. 79’da Sıkıyönetimde dört hakimdik, sekiz ay kızımı uyanık göremedim. Çünkü beş gün duruşma yapar, hafta sonu da giderdik. Ergenekon davalarında hala sorgular tamamlanamadı. İnanılmaz bir şey! Bu hızla 10 yıldan da uzun sürebilir. Mesela bir müvekkilimin olduğu Balyoz davası çok basit bence. Değerlendirilecek belli noktalar var, hiç uzatmaya gerek yok. Gecelere kadar duruşma yapar, bitiririm.
HUKUK OKUDUM
Askeri hakimlerin askerlikle ilgisi yok
Sivil ya da asker, seçilmiş ya da atanmış bürokrasi, kendi icraatını ve otoritesini kısıtlayıcı bir unsur olarak gördüğü yargıdan haz etmez. Hepsi yargı üzerinde etkili olmak ister. Önemli olan, yargı mensubunun karakteridir. Eğer hakim, savcı sağlamsa kimse bir şey yapamaz. Recep Ergun sıkıyönetim komutanıyken, saçlarım uzun olduğu için bana düşük sicil verdi. Versin, ne olacak? Benim yapım tahakküm derecesine ulaşabilecek veya özgür irademi etkilemeye yönelik bir otoriteyi kaldırmaz. Onun için askerliği hiç düşünmemiştim. Çünkü askerlik mesleği yapısal farklılıkları nedeniyle birçok noktada hukuk kavramıyla çatışan özellikler içeren bir meslektir. Hukukçu olmayı çok istemiştim. Ankara Hukuk’u bitirdim. Niyetim, askerden dönüp sivil hakimlik stajına başlamaktı. Yedeksubay okulunda ilk 10’a girenler istediği yeri seçiyordu. Ben de evlenmeyi düşündüğüm için Ankara’yı istiyordum. Listeye baktım, Askeri Yargıtay Başkanı Tuğgeneral’in emir subaylığı vardı, hukukla ilgili diye orayı seçtim. Askeri Yargıtay’da askeri hakimler üniforma giyiyorlardı ama askerlikle ilgileri yoktu. Birbirlerine “Komutan” demiyor, “Bey, abi” diye hitap ediyorlardı. Askeri hakimlik sınavına müracaat etmemi başkan tavsiye etti. Sınavda birinci oldum. 1976’da ilk görev yerim Hava Kuvvetleri Mahkemesi oldu.
MGK’YA DİLEKÇE
12 Eylül idaresini kınadık
26 Aralık 1978’de sıkıyönetim ilan edildi, 29 Aralık’ta Ankara 1. Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görevlendirildik. Bir buçuk ay mahkeme binası aradık. En sonunda Kıdemli Hakim Hamdi Sevinç’in aklına 71 sıkıyönetiminde Deniz Gezmiş’lerin yargılandığı eski sıkıyönetim mahkemesi binası geldi. Sıkıyönetim Komutanı Nihat Özer Paşa, o binanın üst katını bize tahsis etti. Ama o binayı kullanan Kara Kuvvetleri Mahkemesi’nin kıdemli hakimi Yaşar Turan, “Burayı vermem” dedi. Hamdi Albay ile neredeyse yumruk yumruğa gireceklerdi. Öyle meşakkatli başladık. Hamdi Sevinç’in ilişiğinin kesildiği günü hiç unutamam. En son Erbakan’ın tutuklanma talebini reddetmişti. Söylenmemişti ama biz ona bağlamıştık emekli edilmesinin nedenini. Mahkemede altı hakimdik. Milli Güvenlik Konseyi’ne dilekçe gönderdik. Yapılan işlemin hakim bağımsızlığına uymadığını, kınadığımızı yazdık. Üniforma altındaki hakimler olarak ihtilal idaresine yazıyoruz, dikkat edin. Tarih de 9 Kasım 1980. Geçenlerde torunu aradı, Hamdi Albay’ın notunu okudu. Kendisi geçirdiği bir gırtlak operasyonu nedeniyle konuşamıyormuş. Yeni yasadan yararlanmak istiyordu. Vekaletini aldım, haklarını alması için Milli Savunma Bakanlığı’na başvurdum. Kader bu…
İŞKENCE
Yapılmadı diyemem
12 Eylül’de herkes işkence iddialarını söylüyordu. Fakat bir kısmı tutuklama hakimi ifadesinde de itiraf etmiş, hatta silahın yerini de söylemiş, oradan bulunmuştu. Bakın, emniyette işkence yapılmadı demiyorum. Bunların hükme esas alınmadığını söylüyorum ben. Bu, Dev Yol davası için de geçerli, ülkücülerin davası için de. Mesela Muhsin Yazıcıoğlu, Hasan Çağlayan ile beraber silahları kendi göstermişti. Aynı Ergenekon kazıları gibi savcı başında durdu, buldozer getirildi. Silahlar, dinamit lokumları bulundu. Bunun işkenceyle ne ilgisi var? Biz hakim olarak yan delillerle ifadenin uyuşup uyuşmadığına bakarız. Ona bakarsanız 7 TİP’linin öldürülmesi davasında Haluk Kırcı’nın tutuklamasını ben yapmıştım. Hepsini anlattı, inanamadım. Adamın yalan söyleyip söylemediğini anlamaya, açığını yakalamaya çalıştım. Dosyadan ayrıntılar sordum. Bir dolu tehdit mektubu geldi MHP davası sırasında.
GENÇLİĞİM
Aruz vezniyle taşlama yazardık
12 Eylül öncesinde yurtta kalsaydım büyük ihtimal ülkücü olurdum. Babam serbest meslek sahibi, ticaret adamı. Rahat bir talebeydim, cebimde devamlı harçlığım olurdu. Bizim okuldaki devrimci tiplere göre ben komprador çocuğuydum. Dersten sonra hemen babamın sanayi çarşısındaki yedek parça dükkanına giderdim. O işlerle uğraşacak ortam olmadı. Babam eski Demokrat Parti zihniyetiydi. Şiir yazardım. Atatürk Lisesi’nde edebiyat kolu mezunuyum. Özellikle, divan edebiyatını çok severdim. Aruz vezniyle kaside yazmıştım zamanında. Biz arkadaşımla sınıfta birbirimize aruz vezniyle taşlama yazardık. Tarihi dizileri de çok severim ben.
YASAKLI KİTAPLAR
Hiçbirini yakmadım, isteyene verdim
Kitap niye yakayım ben, yazık. Alır okurdum müsadere edilen kitapları. Saklardım o kitapları. Tutanak tutardık imha edildi diye. Oradan aldığım İbni Haldun’un Mukaddime’si, Zweig’in Amok Koşucusu halen evde. Diyarbakır Sıkıyönetim’deyken kitapları imha edeceklerini öğrendim, “Getirin bana” dedim. Odam kitap doldu. İsteyen herkese verdim. Hatta 141-142. madde suç olmaktan çıkınca sabıka kaydının silinmesi belgesi almaya gelenlere “İstediğiniz kitabı alabilirsiniz” diyordum. Ben anılarımı yazmayacağım. Belki duruşmalarda olan komiklikler yazılabilir. Allah selamet versin subay üye vardı Tuğgeneral Yaşar Selamoğlu. Geldiği gün, “Hakim kumandanlar siz tanktan anlar mısınız?” demişti. Yok deyince “Haa ben de bu işten anlamam. O zaman sizin dediğiniz olur” dedi. Başkan ya kağıt üzerinde. Ona yetkisini izah ettik. Fakat baktık lüzumsuz yere duruşmadan adam atıyor, aramızda şifre koyduk. Vural abinin (Özenirler) “Duruşmanın disiplinini aşırı derecede bozuyorsunuz” demesi “Bir şey daha yaparsa duruşmadan at” demekti. Bir gün Yaşar Paşa, “Hey arka sıradaki seni atarım, atıyorum, attım” deyince bütün salon kahkahalarla güldü.
DARBENİN HAKİMİ
Kendimi ihbar ettim buyrun yüzleşelim
1991-95 yıllarında Diyarbakır’da görev yaptım. Sıkıyönetim kalkmıştı ama kalan dosyalara bakıyorduk. PKK davası Yargıtay’dan bozulmuş gelmişti. İlk duruşmada kendimi tanıttım. “Savunma hakkınızda en ufak bir kısıtlama olmayacaktır” dedim. Baktılar ki adil yargılama yapıyoruz, kendilerini teslim ettiler. PKK’nın en önemli adamlarından ‘Şirket’ kod adlı Rıza Altun vardır. 91’de Özal’ın çıkardığı infaz kanunu, idamı 20, müebbeti 15 seneye indirmişti. O da tutuklulukta 15 seneyi doldurduğu için tahliye kararı verdik. Hemen Bekaa’ya gitmiş, Apo ateşkes ilan ederken yanındaydı. Ateşkesten 10-15 gün sonra duruşma vardı. Dedim, “Şirket’i gördünüz mü televizyonda?” Biliyor musunuz sonradan dışarıda çok sanıkla karşılaştım. Oturup konuştuğumuz da oldu. Hiçbir sanıktan asla bir tepki görmedim. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu çeşitli kanallarla selam ve saygı göndermiştir bize. Bu güveni sağlayabilmeniz önemli. Anayasa değişikliğinin Resmi Gazete’de yayımlanmasının ertesi günü özel yetkili savcılığa gittim. Hamza Keleş Bey, dilekçeyi almak istemedi. “Yapma Hakim Bey” dedi. “Buyurun, kendi kendimi ihbar ediyorum” dedim verdim ben dilekçemi. “Geçici 15. madde bizi korumuyor ama hep istismar ediliyor. Eğer bir koruma varsa şimdi kalktı” dedim. Bizim için ‘Darbenin hakimi’ diyor bazıları. Varsa geçmişiyle yüzleşmek isteyen, şikayetçi olduğunu söyleyen buyursun gelsin.
İDAM CEZALARI
Artık geri gelemez
40 idam kararı vermem şöyle: 12’si MHP davasında, 20’ye yakını da Diyarbakır’da PKK davasında. Onlar zaten infazı hukuken mümkün olmayan idamlardı. Hava Kuvvetleri askeri mahkemesinde var bir idam kararı. Bir onbaşı, bir üsteğmenin eşini 36 yerinden bıçaklayarak öldürmüştü 89 yılında. Kanun değişti, o idam infaz edilmedi. İdam meselesini yine herkes tartışıyor da çok lüzumsuz. İdamın geri getirilmesi mümkün değil. “Ek protokole imza attık ama bizde bazı caniler var biraz ara verelim” diyemeyiz. İdamın taraftarı da olsanız devlet ciddiyetine uygun düşmez. İdam artık bu devirde olmaz. Dört infaza katıldım ama ikisinde imzam vardı. Mustafa Pehlivanoğlu’nun kararında vardım. Necdet Adalı da aynı gece infaz olduğu için ikisinin infazını gördüm. Tabii bir can ama kanun hükmüyle olduğu için o duruma düşmesine üzülüyorsunuz. Ali Bülent Orkan ile infaz gecesi yan yana oturduk. Çocuk yüzüme bakamıyor. “Ali Bülent kaderin böyleymiş” dedim. Başını haklısın gibi salladı. Piyangotepe’de yedi kişiyi yere yatırıp üzerlerine ateş ederek fütursuzca öldürmüşlerdi. Erdal Eren’in davasında ben yoktum. Erdal Eren’in durumunun müsebbibi avukatlarıdır. Avukatlar, yargılama sırasında yaşının küçük olduğunu gündeme getirmemişler. Mahkeme idam kararını vermiş, o zaman temyiz dilekçesine yazmışlar. Bir hata varsa onaylayan Askeri Yargıtay’dadır. İlk hakimlerin hatası yok.
EMEKLİLİK
Benim gibi çok konuşan adamı general yapmazlardı
95’te Diyarbakır’da sürem dolduktan sonra Askeri Yargıtay savcılığına geldim. 98’de hakimliğe başladım. Orada denetleyici makamda olduğunuz için farklı gözle bakıyorsunuz. Kanundaki bütün yetkileri kullanmak koşuluyla genel sekreterliği kabul ettim. 2001’de ani bir kararla emekliliğimi öne çekmiş oldum. Zaten Hava Kuvvetleri Komutanı Ergin Celasin Paşa, “Seni general yapacağız” deyince güldüm, “Beni yapmazlar” dedim. “Senden iyisini mi bulacağız?” dedi. “Benim gibi çok konuşan adamı sevmezler” dedim. İtirazlarımı söyleyebilmek için isterdim general olmayı. Silahlı Kuvvetler, askeri hakime hep omzundaki rütbeye göre bakmıştır. Bir hakim olarak bu bakış açısını asla içime sindirememişimdir. Benim kanıma dokunan şeylerden biri budur. Maaşımızın arttığı günlerde serviste hakimlere laf atanlar olurdu. Askeri Yargıtay’a yüksek mahkeme gibi davranılmalı. Ama bağımsız bütçesi yok. Yüksek Askeri Şura’nın üyelerden veya daire başkanlarından birini general yapması sonucu o kişi başkan oluyor. Bunlar değişmezse kalksın. Tabii önce askeri yargıyı muhafaza edecek miyiz ona karar vermek lazım. Altı çift başlı ise, başı çift başlı olmasa ne olacak? Şöyle bir alternatif de olabilir. Askeri yargı kalır, sivil Yargıtay’ın iki veya üç dairesi askeri mahkemelerden gelen dosyalara bakar.
DAĞLICA BASKINI
Çocukları mahkemeye veren silahlı kuvvetler hatalıydı
Avukat olarak sivil davalara da giriyorum askeri mahkemedeki davalara da. Dağlıca davasında bir uzman çavuşun avukatıydım. Enteresandır o dava. Baskının akabinde PKK bunları Kuzey Irak’a götürmüş, sonra el sıkışarak teslim edince vatan haini falan demişlerdi. Daha sonra o davada bir uzman çavuşun avukatlığını üstlendim. Görevi ihmal deyip hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiler. Keşke öyle verilmeseydi de dosya Yargıtay’a gitseydi. Ne hazindir ki, “Aman ha bu olaya sakın Çanakkale’deki 57. Alay mantığıyla bakmayın” dedim. Var ya bütün mensuplarıyla şehit olan alay… Fakat o mantıkla gerekçe yazdılar, ne olursa olsun şehit olacaklardı diye. Kaderin cilvesi, şimdi tabur komutanı Onur Dirik’in de avukatıyım. Savunmamda onu suçlayan bir sürü şey söylemiştim. Dağlıca’da birçok aksaklık vardı. Nihai savunmamda, “Temenni etmiyorum ama bu durumlar devam ederse başka Dağlıcalar yaşarız” dedim. Aktütün baskını oldu ondan sonra maalesef. Baskın öncesinde 100 kişilik personel 56’ya düşürülmüş. Teröristlerin katırlarla geldiklerini dürbünle görüp helikopter istiyorlar, “Top atışı yapın” deniyor. Keritepe’de telsiz bir tek üsteğmende var. Gece 12 civarında baskın başlıyor. Anında tabura bildiriliyor, helikopterler dörde çeyrek kala geliyor. İş bitmiş zaten o zamana kadar. Orada Silahlı Kuvvetler’in en büyük hatası bu çocukların mahkemeye verilmesiydi. Roj TV’deki o yayın kızdırdı tabii?
Birgün’deki devrimcilerle ayni çizgide, zaten hepsi asker, her Türk asker dogar, zaten her Turkish solcu da günün birinde askerci olur.
Mağdur yavrum Binbir Surat, içinde binbir farklı kimlik taşıyan sevgili Norman Bates mukallidi, halâ hangi yüzle bu sayfa altında yorum yapabildiğini anlayamıyorum. Horlanınca bilinçaltın mı okşanıyor?
72 Milyonun horladigi, çalismadan baskasinin sirtindan geçinen asalak tipler bir de insanlari horluyormus, gülerler sizin gibi maskaralara, topluma bir tek bu faydaniz var zaten, saklabanlik, “Cocuklar Duymasin” dizisindeki Mustafa Ali gibi. Bir de karar ver, polis miyim, AKP’li miyim, kompleksli biri miyim. Kusura bakma senin gibi maskaralar rahatsiz olsa da yorum yapacagim, burasi Türkiye, yok öyle kendi aranizda çelik çomak oynayip, gençleri taciz edip, kandirmak.
Anarsist oldugu halde seçimlerde oy kullanma cagrisi yapan var midir acaba?
Orducu mu! AKP’li (polis olman bununla çelişen bir şey değil) Atılım’dan, Azadiye Welad’dan, toplu mezarlardan, Gazi katliamından bahseden orducu mu olur! Ama komik bir zekasızlığın var. Holding medyasının iğrençliklerini anlatan birisine holding medyasına kapağı atmak istiyor diyecek kadar… Sen tanıdığını falan ima ediyor ve holding medyasına kapağı atmak istediğini söylüyorsun ya; ben sana söyleyeyim: Holding medyasında çalıştı ve istifa edip bıraktı oraları.
Asıl bu yorumlarınla teyid ettiğin şey senin nasıl da bir holding medyası avukatı, savunucusu olduğun. İşte böylesiniz, gerçeğiniz bu. Hey AKP’li; emin ol Aydın Doğan seninle gurur duyuyordur!
Diger yazdiklarin dogru degil, pek anlasilmadi (örnegin orducu nereden çikti?) ama Ayça hakkinda önyargili davrandigim dogru, gerçi kendisini tanidigimi ima falan da etmedim, zaten de tanimam, hele kiskançlik gibi bana yapilan suçlamalari anlamadim , benim zaten o taraklarda bezim yok, niye kiskanayim, ben gazeteci degilim, yazar degilim, futbolculari kiskaniyor muyum, ama öte yandan kendisi hakkinda “holding basinina kapagi atmakla” ilgili yazdiklarim yanlisti, bu nedenle madem ki yazdin ôzür dilerim, gerçekten acele ettim.
Hem Çocuklar Duymasın’ı izleyen hem de bu sitede düzenli aralıklarla mesai yapıp yorum yazan birisi…! Hayat beni çok şaşırtıyor, çokk…
Kovboy filmlerini izleyen Stalin’e, star Ciang Cing ile evlenen Mao’ya sasmiyorsun bana mi sasiyorsun? Pedagojik, didaktik, toplum mühendisligi pesindeki “Cocuklar Duymasin” adli bu dizideki Mustafa Ali tipi herseye ve herkese karsi çikan, çalismayi sevmeyen, çevrecilik adi altinda tembellik propagandasi yapan bir tip çizmis ve “yeni tip” solcu sayilabilecek bu tipi horlayip duruyor, dikkatli okuduysan bu örnegi hem kendisine solcu deyip hem de baskalarinin horlanmasini marifet sayma tavri için vermistim.
Bardamu’dan….
“Zaten hepsi asker, her Türk asker dogar, zaten her Turkish solcu da günün birinde askerci olur” diye yazanın da sen olduğunu sandım. Bunları sen yazmadıysan, benim söylediklerimin o kısmını üstüne alınma. Onlar sitedeki polise yönelik.