Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Fikret Başkaya/Mısır: Devrimin ikinci raundu

Devrim ve Sosyalizm Sorunları, Duyurular, Fikret Başkaya yazıları, Konuk Yazılar, Ortadoğu

 

“ Karşı devrim devrimin kamçısıdır”  Karl Marx

Birinci Tahrir devriminden yaklaşık iki yıl sonra ve Müslüman Kardeşler iktidarının birinci yıl dönümünde, işçi, emekçi, kadın, genç, çocuk, her yaştan 16-17 milyon insan, Mısır’ın tüm kentlerinde tekrar sokaklara döküldü. İki yıl önce Mubarek’i iktidardan kovduğu gibi, bu sefer de Amerikancı Müslüman Kardeşler iktidarına son verdi. Zira Mursi iktidarı Mubarek’in yolundan gidiyordu. Mısır halkı böylece özgürlük, sosyal eşitlik ve demokrasi mücadelesinde kararlı olduğunu bir kere daha dosta-düşmana gösterdi. Müslüman Kardeşler 1928 yılında kurulduğundan beri, ilerleminin, özgürlüklerin, seküler değerlerin ve demokratikleşmenin karşısına dikildi. Başlarda İngiliz istihbaratı, 1950 sonrasında da Amerikalılar tarafından desteklendi, araçlaştırıldı ve kullanıldı. Hiç bir alternatif toplum projesine sahip değildir. Söyledikleri tek şey: Çözüm Islamdadır”…  Bu kafayla insanların yüz yüze geldiği sorunlar çözülebilir mi? İlk kurulduğu yıllarda Mısırda seküler, ilerici, ulusçu, demokrat, sosyalist, komünist ve anti-kolonyalist hareketlere karşı kullanıldı. İkinci emperyalist savaş sonrasında da ABD tarafından araçlaştırıldı. Dine gönderme yapsa da dinle ilgisi retorikten ibarettir. Neoliberal teokrasinin timsali olan bir siyasi hareketin Mısır halkına teklif edeceği bir şey olabilir miydi?

ABD Birinci Tahrir devriminde Orduyla anlaştırarak, Müslüman Kardeşleri iktidara  taşıdı. Amaç devrimci kalkışmayı etkisizleştirmek, yolundan saptırmak, yerli mülk sahibi sınıfların ve emperyalist kampın, tabii Siyonist İsrail’in çıkarlarını güvence altına almaktı. Lâkin hesap tutmadı. Mısır halkı yoluna devam etmekte kararlı olduğunu bir kere daha gösterdi ve Mubarek gibi Mursi’yi de iktidardan uzaklaştırarak, taleplerinin arkasında olduğunu gösterdi. Her ne kadar ordu son anda devreye girip, sürece müdahale etse de, Mursi iktidarına son veren ordu değil, görkemli halk hareketiydi. Birinci Tahrir kalkışmasında ordu halk hareketine müdahale edemedi. Müdahale etmekten çekindi. Bölünmekten korktuğu için. Zira devrim anlarında hiç bir toplum kesimi yükselen dalganın dışında kalamaz. Buna bürokrasinin bileşenleri de dahildir… Bu sefer iki taraf arasında yatıştırıcı rol oynamak üzere sürece müdahale etti. Böylece konunumu bir süre daha korumayı amaçlıyor. Dolayısıyla Mursi bir darbeyle değil, halk hareketiyle uzaklaştırıldı. Bu, Mısırın geniş emekçi kitlelerinin büyük başarısıdır. Bu hareti küçümsemek, itibarsızlaştırmak için darbe söyleminin çok kullanılacağı anlaşılıyor. Bizde sürüler halinde televizyonlara çağrılan Müslüman Kardeşler muhibi “konunun uzmanları”, bıktırırcasına seçilmiş bir başkana ve hükümete yönelik kitle tepkisini, halk iradesine karşı bir darbe olarak sunmak için yarışıyorlar. Halkın kendi iradesine, kendi kendine karşı olması mümkün müdür? Halk oy atmaya giderken iyi de, iktidara karşı gösteri yapınca neden darbeci sayılıyor? Kaldı ki,  katılımın %46 da kaldığı bir seçimde oyların % 52’isini alarak başkan seçilen Mursi, oy hakkına sahip olanların dörtte birden azıyla o makama getirilmiş demektir. İkincisi seçimlere hile karıştırıldığı da cümle âlemin mâlumuydu… Dolayısıyla halk iradesi safsatasının da bir karşılığı yok.

Mursi’nin seçimle geldiğinde ısrarlı olan zevat, Mursi’nin iktidar olduğu bir yılda neler yaptığını neden hiç sorun etmiyor? Durum gayet açık. Mursi tüm devlet kurumlarına kendi yandaşlarını yerleştirmek dışında, halkın talepleri doğrultusunda tek bir adım atmadı. İşsizlik, yoksulluk, açlık, ve sefalet derinleşirken, insanlar çöp dibonlarından karın doyurmaya çalışırken, kazalar tam bir katlima dönüşürken, elektirik kesintileri sıradan hale gelirken, sınırlı özgürlükler de ortadan kaldırılırken, rejim hızla şeriat rejimine, tek adam diktasına dönüşürken, halkın bu kepazeliği uzaktan seyretmesi, gelecek seçimleri beklemesi mi gerekiyordu? “ Seçimle gelip, seçimle gitmeli” diyenler, seçimle nasıl gelindiğini de sorun ediyorlar mı? Seçimlerin ahmakları aldatma dışında bir şeye yaramadığını biliyorlar mı?

Bu kalkışma, özü itibariyle kapitalizme, emperyalizme, siyonizme karşı bir harekettir. Göstericilerin taşıdıkları afişlerde Mursi ile birlikte ABD’nin Mısır büyükelçisi  Anne Patterson’un resmini üzerine de çarpı işareti konulması, ABD’ye yönelik nefretin dışa vurumudur. Mısırın emekçi halkı emperyalist hesapları ve Müslüman Kardeşler’e dair yaratılan efsaneyi boşa çıkardı. Velhasıl Müslüman Kardeşler ideolojik savaşı kaybetti, karizmaları çizildi… Geniş halk kitleleri ikinci ayaklanmada birinciden daha güçlü tepki vererek, kaldığı yerden yoluna devam edeceği kararlılığını ortaya koydu.

Türkiye’deki Müslümün Kadeşler muhibi iktidar çevreleri, akıl hocaları ve sözcüleri bu devasa kalkışmayı, “dış güçlerin” marifeti olarak sunmak için boşuna çırpınıp duruyorlar. Aslında bu anlayış, halkın kendiliğinden, kendi iradesiyle, kendisi için hiç bir şey yapmaya ehil olmadığı, öyle bir istidadı olmadığı inancının ve saplantısının bir tezahürüdür. AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, sevgili  müttefikin sahneden çekilişinden duyduğu rahatsızlığı ifade ederken şöyle diyor: “Bu darbenin dış desteği de var. Bazı batı ülkeleri, Müslüman Kardeşler hareketinin iktidara gelmesini hazmedemediler, hazmetmek istemediler. Önce meydanları hareketlendirdiler, sonra muhtıra verdiler, şimdi de darbeyi yaptılar“. Müslüman Kardeşlerin Başta ABD olmak üzere, emperyalist Batı tarafından iktidara taşındığını sağır sultan bile biliyorken, bu tür zorlamalar ne anlama geliyor?

O halde iki şey: Birincisi, Mısır devriminin ikinci dalgası bölgedeki hesapları ve dengeleri alt-üst etmiş bulunuyor. Ve ikincisi, emperyalist Batı ve bölgedeki uşakları [bir de ne demekse “stratejik müttefik” diyorlar] Mısır’ı istikrarsızlaştırmak için, Libya’da, şimdilerde Suriye’de yaptıkları gibi paralı askerleri, profesyonel katilleri, cihadcı denilen canileri seferber ederek, iç çatışmaları körükleyerek, devrim sürecini sabote etmek isteyeceklerdir. Bu amaçla manipülasyonlara gireçeceklerdir. Lâkin Mısır halkı bu tür saldırıları püskürtmeyi de başaracaktır.

Artık kesin olan bir şey var: Burjuva uygarlığı gününü doldurdu. Brezilya’dan Türkiye’ye, Mısır’a… ne zaman nedere patlayacağı meçhul kitle kalkışmaları sıradan – bilinen şeyler değil. Aracın rotasını, şeylerin seyrini kalıcı olarak değiştirme istidadı taşıyan, dolayısıyla yeni bir uygarlığın habercisi olan büyük depremler.

 

7 Comments

  1. BorkluChe

    Yazılanlar ve yaşananlar çok umut verici ve yol açıcı. Yalnız Türkiye’de FORUMLARDA azımsanmayacak bir çoğunluk -aslında kendi eylemlilikleri bile siyasal eylemin hası ama- siyasallaşmaktan uzak duruyorlar; onlara bir biçimde siyasal toplumun panzehirinin karşıtı değil gerçek siyasal kitlelerden (siyasallaşmış kitlelerden) geçtiğini anlatabilmek gerek. Nasıl ki DEVLET, ancak devlet olmayan “devlet” yolu ile (dolayımı ile) aşılabilecekse SİVİL TOPLUMa yani demokrasisizliğe de ancak siyasallaşarak ve devletin her bir kurumunu İLGA ede ede ulaşılabilecektir. Ama gelin de bunu TOY ama YÜREKLİ kitlelere anlatın bakalım. Ben karınca kararınca deniyorum.

    Dostlukla.

  2. karahasan

    Fikret baskaya hocamiz malesef,ulusalcilarin emperyalizm anlayisindan kopamadigi anlasiliyor.”Ve ikincisi, emperyalist Batı ve bölgedeki uşakları [bir de ne demekse “stratejik müttefik” diyorlar] Mısır’ı istikrarsızlaştırmak için, Libya’da, şimdilerde Suriye’de yaptıkları gibi paralı askerleri, profesyonel katilleri,cihadcı denilen canileri seferber ederek, iç çatışmaları körükleyerek, devrim sürecini sabote etmek isteyeceklerdir.” derken devrim surecini sabote eden bir emperyalist nerde yok. boyle bir sey.Zaten askeri darbeyle iktidarini surdurmekte olan ABD ve almanya hangi devrim surecini sabote edecek.Bu noktada su ihtimal soz konusu olabilir.eger musluman kardesler-ihvan-iktidari almak icin bir ic savasi goze alirsa kalici bir bolunme o zaman yasanabilir.zaten boyle bir ic savas kosullarinda sanirim manzara bir yanda ABD,almanya ve askeri darbeciler ve bunlari destek sunan tahrirden ayrisan asiretler olabilir.Diger yanda ihvanda ayrisarak ve tahririn mucadele eden ozgurluk gucuyle birlesirse gercek bir demokrasi cephesi kurabilinir.Tahrir deki ozgurluk isteyenler bu sefer ihvana ikinci kez ayni sansi vermiyerek devrimin motor gucu olmalidir.Tahrir de devrimci demokrat oz bastan beri var.Ocak 2011 husnu Mubarekin devrilmesi ve tahrir meydanin gucu ortaya ciktiginda ABD ve Misir Askeri cuntacilari,gelisen halk hareketini esas olarak kendiliginden bir hareketti ve kontrol altina almayi basardilar.Vesayet iktidarinin sivil figuru.musluman kardesler-ihvan-bile iktidari almaya hazir degildi ama iktidar olma hastaligi vardi ve her turlu uzlasmaya acikti. Askerler Cumhurbaskanin yetkileri sinirlanirken,Mursi tam aksine uzlasmanin geregi askerlerin husnu Mubarek zamaninda bile olmayan yetkileri veriyordu.Fikret hocanin saydigi bir cok seyi yapan,devlet kadrolarini partizanlastiran, sokaktan geldigi diger kardeslerini unuttu.Tahririn volkanik gucu icten ice yanarak ve enerjilerini disariya vurdugu Musrinin gerici sivil diktatorlugune karsi milyonlar tahrirde alanlari doldurdugunda, Darbeci askerler yine ABD ve Almanya destegiyle bir tasla iki kus vurarak hem gelisen meydandaki muhalefet harekatini frenlemis,hemde mursinin atadigi general tarafindan askeri darbeyle iktitardan uzaklastirmistir.Mursiyi gelisen halk hareketi devirdi demek,ABD,almanya ve isbirlikci askerlerin-ordunun-gucunu kucumsemek demektir.Zaten tersi olsaydi yani Misirda demokrasi mucadelesinin bilesenleri guclu olsaydi en basta tahriri tanklarla onlar ezerdi.Tahrir alanlarinda kitleler kendi tecrubeleriyle Ocak 2011 ve Temmuz 2013’u yasadilar.Askerler her iki tarihte sokagin gucunu yaniltti ve yonlendirdiler.Alanlari dolduranlar mutevazi tecrubeden gereken dersleri almislardir,Darbecilerin bundan sonra sansi kalmamistir.Tahrir alanina milyonlar yigildiklari zaman karsilarinda askerleri bulacaktir.Eger gereken ders cikarilmadiysa zaten bu hareketin devrimci ozu manasini kaybetmis demektir..

  3. Bekir Öğretici

    Gün arkadaş, Fikret Hoca ile olan muhabbetinizi anlarım saygı duyarım, ama anlayamadığım şey bu değerlendirmeyi sayfanda yayınlayıp hiç bir yorum yapmaman oldu, sence de ilginç değil mi? Kulak üstüne yatmak yakışmamış sana, hoşçakal.

  4. Gün Zileli

    Yayınladığım her yazıya yorum yapmam mı gerekiyor? O zaman şimdi yapayım. Yazıya tamamen katılıyorum.

  5. Bekir Öğretici

    Çok şükür allahım çok şükür bu günü de gördüm, ölsem gam yemem gayrı, Suudi Arabistan başta olmak üzere bütün arap hanedanlıkları, A.B.D ve AB. devirmici oldular ve Mısır Devrimine arka çıktılar. İhanete uğrayan devrimlerden sonra, çalınan devrimi gördük ve hırsızlara alkış tutanları.

  6. Anonim

    Fikret Başkaya’nın Paradigması İflas Etti

    Kemalist rejime getirdiği eleştirilerle tanınan Fikret Başkaya, söz konusu Müslümanlara karşı yapılan baskı ve zulümler olunca eleştirdiği Kemalist Paradigmanın diliyle konuşuyor.

    Fikret Başkaya’nın söz konusu yazısı:

    Birinci Tahrir devriminden yaklaşık iki yıl sonra ve Müslüman Kardeşler iktidarının birinci yıl dönümünde, işçi, emekçi, kadın, genç, çocuk, her yaştan 16-17 milyon insan, Mısır’ın tüm kentlerinde tekrar sokaklara döküldü. İki yıl önce Mubarek’i iktidardan kovduğu gibi, bu sefer de Amerikancı Müslüman Kardeşler iktidarına son verdi. Zira Mursi iktidarı Mubarek’in yolundan gidiyordu. Mısır halkı böylece özgürlük, sosyal eşitlik ve demokrasi mücadelesinde kararlı olduğunu bir kere daha dosta-düşmana gösterdi. Müslüman Kardeşler 1928 yılında kurulduğundan beri, ilerleminin, özgürlüklerin, seküler değerlerin ve demokratikleşmenin karşısına dikildi. Başlarda İngiliz istihbaratı, 1950 sonrasında da Amerikalılar tarafından desteklendi, araçlaştırıldı ve kullanıldı. Hiç bir alternatif toplum projesine sahip değildir. Söyledikleri tek şey: Çözüm Islamdadır”… Bu kafayla insanların yüz yüze geldiği sorunlar çözülebilir mi? İlk kurulduğu yıllarda Mısırda seküler, ilerici, ulusçu, demokrat, sosyalist, komünist ve anti-kolonyalist hareketlere karşı kullanıldı. İkinci emperyalist savaş sonrasında da ABD tarafından araçlaştırıldı. Dine gönderme yapsa da dinle ilgisi retorikten ibarettir. Neoliberal teokrasinin timsali olan bir siyasi hareketin Mısır halkına teklif edeceği bir şey olabilir miydi?

    ABD Birinci Tahrir devriminde Orduyla anlaştırarak, Müslüman Kardeşleri iktidara taşıdı. Amaç devrimci kalkışmayı etkisizleştirmek, yolundan saptırmak, yerli mülk sahibi sınıfların ve emperyalist kampın, tabii Siyonist İsrail’in çıkarlarını güvence altına almaktı. Lâkin hesap tutmadı. Mısır halkı yoluna devam etmekte kararlı olduğunu bir kere daha gösterdi ve Mubarek gibi Mursi’yi de iktidardan uzaklaştırarak, taleplerinin arkasında olduğunu gösterdi. Her ne kadar ordu son anda devreye girip, sürece müdahale etse de, Mursi iktidarına son veren ordu değil, görkemli halk hareketiydi. Birinci Tahrir kalkışmasında ordu halk hareketine müdahale edemedi. Müdahale etmekten çekindi. Bölünmekten korktuğu için. Zira devrim anlarında hiç bir toplum kesimi yükselen dalganın dışında kalamaz. Buna bürokrasinin bileşenleri de dahildir… Bu sefer iki taraf arasında yatıştırıcı rol oynamak üzere sürece müdahale etti. Böylece konunumu bir süre daha korumayı amaçlıyor. Dolayısıyla Mursi bir darbeyle değil, halk hareketiyle uzaklaştırıldı. Bu, Mısırın geniş emekçi kitlelerinin büyük başarısıdır. Bu hareti küçümsemek, itibarsızlaştırmak için darbe söyleminin çok kullanılacağı anlaşılıyor. Bizde sürüler halinde televizyonlara çağrılan Müslüman Kardeşler muhibi “konunun uzmanları”, bıktırırcasına seçilmiş bir başkana ve hükümete yönelik kitle tepkisini, halk iradesine karşı bir darbe olarak sunmak için yarışıyorlar. Halkın kendi iradesine, kendi kendine karşı olması mümkün müdür? Halk oy atmaya giderken iyi de, iktidara karşı gösteri yapınca neden darbeci sayılıyor? Kaldı ki, katılımın %46 da kaldığı bir seçimde oyların % 52’isini alarak başkan seçilen Mursi, oy hakkına sahip olanların dörtte birden azıyla o makama getirilmiş demektir. İkincisi seçimlere hile karıştırıldığı da cümle âlemin mâlumuydu… Dolayısıyla halk iradesi safsatasının da bir karşılığı yok.

    Mursi’nin seçimle geldiğinde ısrarlı olan zevat, Mursi’nin iktidar olduğu bir yılda neler yaptığını neden hiç sorun etmiyor? Durum gayet açık. Mursi tüm devlet kurumlarına kendi yandaşlarını yerleştirmek dışında, halkın talepleri doğrultusunda tek bir adım atmadı. İşsizlik, yoksulluk, açlık, ve sefalet derinleşirken, insanlar çöp dibonlarından karın doyurmaya çalışırken, kazalar tam bir katlima dönüşürken, elektirik kesintileri sıradan hale gelirken, sınırlı özgürlükler de ortadan kaldırılırken, rejim hızla şeriat rejimine, tek adam diktasına dönüşürken, halkın bu kepazeliği uzaktan seyretmesi, gelecek seçimleri beklemesi mi gerekiyordu? “ Seçimle gelip, seçimle gitmeli” diyenler, seçimle nasıl gelindiğini de sorun ediyorlar mı? Seçimlerin ahmakları aldatma dışında bir şeye yaramadığını biliyorlar mı?

    Bu kalkışma, özü itibariyle kapitalizme, emperyalizme, siyonizme karşı bir harekettir. Göstericilerin taşıdıkları afişlerde Mursi ile birlikte ABD’nin Mısır büyükelçisi Anne Patterson’un resmini üzerine de çarpı işareti konulması, ABD’ye yönelik nefretin dışa vurumudur. Mısırın emekçi halkı emperyalist hesapları ve Müslüman Kardeşler’e dair yaratılan efsaneyi boşa çıkardı. Velhasıl Müslüman Kardeşler ideolojik savaşı kaybetti, karizmaları çizildi… Geniş halk kitleleri ikinci ayaklanmada birinciden daha güçlü tepki vererek, kaldığı yerden yoluna devam edeceği kararlılığını ortaya koydu.

    Türkiye’deki Müslümün Kadeşler muhibi iktidar çevreleri, akıl hocaları ve sözcüleri bu devasa kalkışmayı, “dış güçlerin” marifeti olarak sunmak için boşuna çırpınıp duruyorlar. Aslında bu anlayış, halkın kendiliğinden, kendi iradesiyle, kendisi için hiç bir şey yapmaya ehil olmadığı, öyle bir istidadı olmadığı inancının ve saplantısının bir tezahürüdür. AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, sevgili müttefikin sahneden çekilişinden duyduğu rahatsızlığı ifade ederken şöyle diyor: “Bu darbenin dış desteği de var. Bazı batı ülkeleri, Müslüman Kardeşler hareketinin iktidara gelmesini hazmedemediler, hazmetmek istemediler. Önce meydanları hareketlendirdiler, sonra muhtıra verdiler, şimdi de darbeyi yaptılar”. Müslüman Kardeşlerin Başta ABD olmak üzere, emperyalist Batı tarafından iktidara taşındığını sağır sultan bile biliyorken, bu tür zorlamalar ne anlama geliyor?

    O halde iki şey: Birincisi, Mısır devriminin ikinci dalgası bölgedeki hesapları ve dengeleri alt-üst etmiş bulunuyor. Ve ikincisi, emperyalist Batı ve bölgedeki uşakları [bir de ne demekse “stratejik müttefik” diyorlar] Mısır’ı istikrarsızlaştırmak için, Libya’da, şimdilerde Suriye’de yaptıkları gibi paralı askerleri, profesyonel katilleri, cihadcı denilen canileri seferber ederek, iç çatışmaları körükleyerek, devrim sürecini sabote etmek isteyeceklerdir. Bu amaçla manipülasyonlara gireçeceklerdir. Lâkin Mısır halkı bu tür saldırıları püskürtmeyi de başaracaktır.

    Artık kesin olan bir şey var: Burjuva uygarlığı gününü doldurdu. Brezilya’dan Türkiye’ye, Mısır’a… ne zaman nedere patlayacağı meçhul kitle kalkışmaları sıradan – bilinen şeyler değil. Aracın rotasını, şeylerin seyrini kalıcı olarak değiştirme istidadı taşıyan, dolayısıyla yeni bir uygarlığın habercisi olan büyük depremler.”

    http://www.haksozhaber.net/fikret-baskayanin-paradigmasi-iflas-etti-38785h.htm

  7. Anonim

    İslamın darbeciliğe cevaz verişine değinmeler..

    Müslüman müslümana darbe yapmış imiş?

    Gelen müslüman olduğunu söylüyor, giden aynı şeyi söylüyor.

    Ömer öldürüldü. Asrı saadet halifesine yapılan suikast bir darbeydi.

    Osman’ın ödürülmesi de bir darbeydi. Kitlesel bir ayaklanmada öldürüldü.

    Ali’nin öldürülmesi de bir darbeydi.

    Sonra Kerbela, her biri bir darbede bir şekilde yer almış kitlelerin iki kamp halinde nihai hesaplaşmasıdır.

    Daha sonra Emeviler içinde bir çok halife ve yine bir çok Abbasi halifesi darbe ile uzaklaştırılmış, iktidar darbe ile el değiştirmiştir.

    Osmanlı’da da durum farklı değildir. Hilafet belki araptan türke geçmiştir, ancak hilafet ve dayandığı islami anlayış aynıdır. Hilafeti eline alan halk yada hanedanlık değişirken hiç değilse islam değişmemiştir.

    Osmanlı’da tahttan indirilen, zehirlenen, boğdurulan halifelerin sayısı ganidir. İlaveten evlatlarını, kardeşlerini hatta babasını katleden/ettiren bir düzine halife sayıp dökmek işten bile değil.

    Dün hurma satardık, bugün petrol satar olduk. İkisi de Allah vergisi. Müslüman olarak batılılar gelmeden biz kendi ülkelerimizde ne yarattık, nelerin mucidiyiz, neyi üretir ve satarız? Buna bakmak lazım.

    Felsefe yarattık, iman yarattık, matematik yarattık, filanca büyük alimi yarattık, riyaziyat ve hendese yarattık, yarattık da yarattık.

    Tamam hepsi iyide bu yarattıklarınız toplumsal ilerlemeye ne tür bir katkı sundu?

    Hele müslüman ülkelerdeki kadının durumuna bir bakın?

    Toplumdaki sosyal ve sınıfsal eşitsizliklerin durumuna ve özgürleşme denemelerinin tarih boyunca olduğu gibi bugün bile hangi ceberrutlukla karşılandığına bir bakın.

    İnsanlık bumu?

    Sosyal örgütlenmemiz, hukukumuz, yaşam anlayışımız Sumer’den pek de ileri değil. Şayet bu bir “başarıysa” bunu islama borçluyuz. Maşallah diyelim nazar değmesin.

    Müslüman halkların bilim ve teknoloji alanındaki genel durumu ise sosyal gelişmişliğiyle aynı pejmürdelikte ve hiç de içaçıcı değil.

    5 bin yıllık dokumacılığı, Urartu’nun diğer coğrafyalara yayılmış taş işçiliğini, mimarisini, Kizzuvatna, Tarqunia (Tercan), Satala (Hekimhan), Kargamış iş ocaklarının bakır ve demir işçiliğini, bezemeciliğini, Grek’e ilham olmuş Hitit sütun başlıklarını bölgede görenler maden ve taş işçiliğine, dokumacılığa, mimariye dair ilerilikten bahse koyulmasınlar sakın. Bunlar bölgenin adeta genlerinde var.

    İslam hepsini durdurdu. İlk şarabın yapıldığı ve dünyaya ihraç edildiği yöremizde testiler boş kaldı, kırıldı. Biz testilerimizi hala dolduramadık, yerine yenisini koyamadık.

    – Niçin?

    – Beynimiz, aklımız, muhayyilemiz darbeli olduğu için.

    Beyindeki karakolları yıkmak için önce kafadaki darbeyi tedavi etmek gerekir.

    – Darbe karşıtıyız !

    – Yok yahu, öylemi?

    – Bir maşallah daha..

    ***

    Diğer kriterleri şimdilik bir yana bırakalım. İslam milletlerin salt kadın hakları ve eşitliği hakkındaki düzeyleri bile başlıbaşına bir ölçüdür.

    Son günlerde sıkça Mursi demokrasisi ve özgür iradeden bahsedildiğini duyar olduk.

    Mursi demokrasisi kadına erkeği boşama hakkı vermişmiydi?

    İhvan demokrasisi miras hukukunu kadının eşitliği esasına göre düzenleyerek mirastan erkekle aynı oranda yararlanmasını garanti etmişmiydi?

    Kadınlara çalışma özgürlüğü ve eşit işe eşit ücret garanti etmişmiydi?

    Kadının toplumsal yaşama erkekle eşit koşullarda katılabilmesini, karar mercilerinde yer almasını, yüksek mevkilere gelmesini, yönetici olmasını, öğretim üyesi olmasını, iş kadını olmasını teşvik eden, taahhüt eden bir programı varmıydı?

    Kadınlar mütefekkir, alim ve müçtehit olamayacak kadar akıl yoksumumudurlarki El Ezher’de bir tek kadın alim yok?

    Toplumun yarısını hürriyetten ve eşitlikten mahrum bırakan demokrasi?

    Demokrasiymiş, özgür irade imiş. Mısır halkının tercihine ve iradesine ipotek konduğunu kabul ediyorum ama demokrasiye ve özgürlüğe ipotek konduğunu söyleyerek işi abartanlarla aynı düşüncede değilim. Önce hak ve irade gaspının büyüklüğüne bakın, özgürlüğü daha sonra bu gaspedilen iradeye koşumlamaya çalışınız bakalım nereye, hangi kapıya çıkarır sizi.

    Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur demekle yetinelim.

    ***

    Darbeler islamdan önce de vardı. Darbeciliğin kronikleşmesi ve tüm dünyada iktidar değişiminin kolay ama kanlı yolu olarak benimsenmesi ilhamını müslümanların biteviye darbeciliğinden almıştır.

    1400 yıl bölge imparatorluğu olmuş müslüman ülkelerin bir teki dışarda kalmamacasına durumlarına bakınız, hepsinin yürekler acısı durumu ortada. Batının ithal malları olmasa ham çarık, kıl çorapla gezer olacaktık. Beşbin yıl öncesinde neysek oyuz.

    Ortadoğu, milatttan 3 bin yıl önce de, milattan bin yıl önce de, milattan 5 yüzyıl sonra da dünyanın en ileri, en uygar bölgesiydi. İslamdan sonra bu uygarlık ancak 5 yüzyıl tutunabildi.

    Belki de birçok kardeşim bu yazdıklarımı sömürgecilikle açıklamaya koyulacaktır yada islama saldırıldığı argümentiyle karşı hücuma geçerek cevaplayacaktır.

    Sömürgeciliğe karşı durunuz ama yağmurdan kaçarken doluya tutulmayınız. İslam tarihi tıpkı batının tarihi gibi aynı zamanda sömürgeciliğin tarihidir, bunu unutmayınız. Amerika’da yapılanlara karşılık kendi dininden ve kendi egemenliğinde olanlara müslümanların yaptıkları Amerika’da yapılanlara 5 çeker.

    Bilim ve teknoloji kimsenin tekelinde değil, bunun yerine din vazettiğinizde daha beter olursunuz ve zaten toplum olarak daha beter olmuşuz. Ben sizlere nasıl kurtulacağınızın yolunu gösterdim. İsterseniz düşünürsünüz, isterseniz reddedersiniz. Benimle münazarat kurmanızın gereği yok. Masala yeltenmeyiniz derim, her müslüman bu masalla büyümüştür. 1400 yıldır dinleye dinleye yorulduk. Ben, masaldan ziyade müslüman ülkelerin bugünkü gelişmişlik düzeyine bakıyorum. İslamın gerçek fotografı orada. Din kitapları ve ideolojiler diğer yanda dursun.

    Eleştirmezden önce islamın darbeci tarihine bakınız, bilimi hatta felsefeyi yasaklamış olmasına bakınız, hukukuna bakınız, kadının müslüman toplumlardaki durumuna bakınız. Çin’in teknolojik gelişmişliği dini referanslardan hareket ederek sağlanmadı, batıyla aynı rasyonel yolu izledi. Buna rağmen Çin temel insan hak ve hürriyetlerinin kullanılamadığı bir ülke ve dünya egemenliği hayal, sonuçta teknolojik kopuşa uğramaya mahkum.

    Müslüman halklar 1400 yılda sömürgeci olmayan bir tek devlet çıkaramadı. Tarih farklı söylemiyor. Bugün bile öyledir. Pakistan’dan İran’a, Irak’tan Suriye’ye, Türkiye’den Cezayir’e her bir müslüman ülkenin sömürgesi vardır. Ürdün bile Filistin topraklarını ilhak etmiş durumdadır, 1947 yılında 300 bin filistinliyi bir ayda katleden devlettir.

    Dünün sömürgeleri müslüman ve hiçbirinin aklına din “kardeşlerini” azat etmek gelmiyor. Bu eğilim müslümanların tümüne egemen. Devlet yapıyormuş? Bu devletlerin ahalisi kimlerden müteşekkil, silahlarını kimler kuşanarak ordular oluşturuyor?

    İdeoelojik terimlere sığınmayı, Fukuyama’yı, inanç istismarını bırakarak müslüman toplumların geri kalmışlığını benim yaptığım gibi son derece nesnel ve soğukkanlı bir biçimde irdelemeye ve izaha çalışınız. Zararlı çıkmazsınız. Kendi toplumunuzun nesnel durumuna başkalarının gözlüğüyle bakmamayı öğrenmek zorundasınız. İşinize geldiğinde dindar, işinize gelmediğinde Fukuyama gibi sekuler olmanız tutarlı mantık yürütmenize imkan vermez.

    Sizin bir tarihiniz ve dersler çıkaracağınız kendi tecrübeleriniz yokmu?

    Bunu kim yapacaktır sorusu havada kaldığında toplumun geri kalmışlığını Kuran yada Fukuyama yada sair mütefekkirler ile açıklamak zorunda kalırısnız. Oysa bu başkalarına havale etmekte olduğunuz sizin asli işinizdir. Bunu Kuran’a, Marks’a yada Fukuyama’ya havale ettitiğinizde herhangi bir şey söylemiş sayılmazsınız. İdeolojik propaganda dışında nesnel durumu gözeten sağlıklı izah koyamıyorsanız, suçlamayla, ideolojik hattınızı müdafaa ile muhatap olmayınız.

    Nesnel durum nedir?

    Buna bakmak ve çareler aramak sizin görevinizdir. Bu durumda islamın menfi rolü sizin ideolojik takdiminize ters düşüyor diye doğruyu söyleyenleri suçlamaya, bastırmaya kalkışmak.. İşte islamın 1400 yıldır yaptığı budur ve bu tavır varolanı sürdürmek tahtında batağı daha da derinleştirir.

    İslam ülkelerinin 1400 yıllık tecrübesi ortada. İslam diyerekten değerleri rencide edilmiş edasıyla sitem edeceğinize bu 1400 yılın muhasebesini yapınız.

    Bu 1400 yıllık dönemin her irdelenişine “islama saldırı var” galeyanıyla atak geliştirmenin kimlere ait bir tavır olduğu hepimizin malumumuzdur. Zaten toplumsal ilerlememizin katili de bu sakat ve bağnaz anlayıştır.

    İslama saldırı varmış?

    Siz önce islamın 1400 senedir ırzına geçmediği toplum bırakmadığı gerçeğinin muhasebesinden sorumlusunuz.

    Bu muhasebe sorumluluğunu diğer ülkelerin mütefekkirlerine, teorisyenlerine, kitaplara havale ettiğinizde ülkenizin kendi mukadderatını tayin hakkını yabancılara devretmiş olursunuz. Bu nedenle kendi koşullarınızın sağlıklı tahlili sizin devredemeyeceğiniz kendi sorumluluğunuz ve görevinizidir. Geleceğinizi bu nesnel tahlil üzerine olduğu kadar bu hak üzerine inşa edeceksiniz.

    ***

    Eğer Allah varsa, bütün dinleri ve kitapları, gelmiş geçmiş peygamberlerin hepsini, bütün vahiyleri ve alimleri evladı kurşunlanmış bir tek ananın feryadına, o körpe bedenin yaşama hakkına ve masumiyetine kurban ederim…

    Elhamdüllilah müslümanım ve vallahi darbeci değilm. Çünkü inancımı siyasete hiç karıştırmadım. Homacı olduğum kadar alevi, müslüman olduğum kadar ezdi, bir o kadar da yarsaniyim. Her mabette önce insan olmayı önünüze koyduğunuzda her dergahı özgürleştirmeye ama hepsinden önce sizin özgürleşmeye şansınız ve mecaliniz olur.

    Geçin bu darbeciliği. Siyasal islam neresinden bakılırsa bakılsın Muhammed’den sonra bir kez bile özgür biatı işletememiştir. İşletmek istemediğinden değil, islamın itaati emreden özgün durumu buna engel olduğundan işletememiştir. İslam din olmaktan çıkarılıp siyasete indirgendikçe bugüne kadar hiç kimsenin başaramadığını bugünden sonra da kimse başaramayacaktır.

    Güzel ahlaklı kalın, hiç değilse dindarlığınızın bir değeri olsun.

    http://cebaxcor.blogspot.com/2013/07/darbecilige-islamn-cevaz-verisine.html

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑