Devrim Kitlelerle Yaşar… Silah Devrimi Öldürür…
Mısır Devrimi’nin bugünkü seyrine geçmeden önce, dünya devrimler tarihinin derslerine kısa bir yolculuk yapmamızda fayda var.
Fransız devrimi, Paris yoksullarının kitlesel ayağa kalkışıyla ve Paris’teki yüzlerce halk kulübünde örgütlenmesiyle başladı ve devam etti. Aynı devrim, Jakobenlerin ordu ve polis gücü örgütlemesiyle yozlaştı ve karşıdevrime dönüştü. Avrupa içlerine doğru ilerleyen Napolyon orduları Fransız devriminin değil, karşıdevriminin taşıyıcılarıydı.
1830, 1848 ve 1871 Paris Komünü devrimleri, büyük kitlesel ayaklanmalarla hayata geçti. Doğrudan silahlı güçlerle bastırıldı.
1917 Şubat-Ekim devrimi, keza büyük kitlesel ayaklanmaların ürünüydü. Bu ayaklanmaların sonucunda iktidarı ele geçiren Bolşevikler, batılı devletlerin güdümlediği karşıdevrimci Beyazlarla iç savaşa giriştikleri an devrim de kaybedilmiş oldu. Bizatihi Bolşevikler silahlı bir gücün örgütleyicisi olarak yozlaştılar ve kitleler üzerinde baskıcı bir güç haline geldiler.
İspanya 1936 devrimi, muazzam bir kitlesel devrimdi. Anarşistler bu devrimin itkisiyle ön plana çıktılar. Faşistlerin başlattığı iç savaş giderek kitleselliği geri plana itti ve silahı ön plana çıkarttı. Bunun kaçınılmaz sonucu, cumhuriyetçilerin düzenli ordu örgütlenmesine gitmesiydi. Bu göreve, cumhuriyetçi saflardaki en karşıdevrimci güç olan Stalinistler talip oldu ve salt bir özsavunma örgütlenmesi olan anarşistlerin (CNT-FAI) ve devrimci komünistlerin (POUM) milis güçlerini zorla dağıtarak devrimi sona erdirdiler. Devrim ve kitlesellik, Franko daha bütün ülkeye hâkim olmadan, Stalinist silahlı güçler tarafından yozlaştırılmış ve sona erdirilmişti.
1968 dünya devrimi, en büyük devrimci destanlarını kitlesel kalkışmalarla ve dönüşümlerle yazdı. Devrimin yenilgiye gitmesiyle birlikte ortaya çıkan dar silahlı örgütlenmeler aslında 1968 kitle devrimlerinin ölüm çanlarının çaldığının da habercisiydi.
Yaklaşık dört yıldır içinde yaşadığımız son devrimler kuşağına bakacak olursak aynı şeyi görürüz. Mısır ve Tunus devrimleri silahlı mücadeleye dönüşmeyip kitleselliklerini korudukları ölçüde devrimci canlılıklarını, kitleselliklerini ve yeni devrimci atılımlar yapma şanslarını korudular. Buna karşılık, Libya ve Suriye’deki ayaklanmalar, dış güçlerin de müdahalesiyle kısa sürede silahlı mücadeleye dönüşünce anında yozlaştı ve bu iki ülkede devrimler kitleselliğin sona ermesiyle birlikte hızla görüş ufkundan kaybolup gitti. Devrim, iç savaşlarda akan kanda boğuldu.
Bundan iki yıl kadar önce “Şimdi Sıra Kadetlerin Devrilmesinde” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazıda, Rusya’da, Şubat Devrimi’nden sonra Geçici Devrimci Hükümette yer alan, burjuvazinin ana gövdesinin temsilcisi Kadetlerle, Mısır’da, Mübarek’in devrilmesinden sonra iktidara gelen Müslüman Kardeşler (İhvan) arasında özdeşlik kuruyor ve İhvan’ın da yeni bir halk hareketiyle devrileceğini söylüyordum. Bu, öngördüğüm kadar kısa bir sürede değil ama iki yıl içinde gerçekleşmiş oldu.
Şimdi AKP yanlısı medya, Mısır’da ordunun “demokrasiye karşı darbesinden” söz ediyor. Oysa gerçek durum bu değil. Olay şudur: Silahlı mücadele tuzağına düşmeyen halk hareketi, Mübarek’i nasıl devirdiyse, Mısır’daki egemen düzenin temsilcisi İhvan’ı da aynı şekilde, kitle hareketiyle devirmiştir. Yani Müslüman Kardeşleri deviren, ordu değil, devrimci halk hareketidir. Ordu, halk hareketinin bütün sistemi silip süpürme ihtimalini gördüğü için, düzeni kurtarmak üzere Mürsi’yi uzaklaştırmak zorunda kalmıştır. Kısacası, bu bir askeri darbeden çok, ordunun düzeni korumak için yaptığı bir müdahaledir. Karşıdevrimin silahlı gücü olan ordunun devrimi durdurmak ve yatıştırmak için bundan başka çaresi yoktu.
Şimdi sıra, Türkiye’de görüldüğü gibi, sivil diktatörlere yol açmaktan başka bir anlamı olmayan “vesayet rejimi”nin sona erdirilmesinde değil, düzenin geri plandaki gerçek temsilcisi ordunun parçalanmasındadır. Suriye’de olduğu gibi, bizatihi devrimi yozlaştıracak silahlı mücadeleyle değil, kitle mücadelesiyle. Mısır’daki devrim bu aşamadan sonra bunu başarabilirse ilerleyecek, başaramazsa da ordu denen silahlı güç tarafından bastırılacak ve dağıtılacaktır.
İster devrimcilerin, ister karşıdevrimcilerin elinde olsun, silah, devrimin yozlaştırıcısı ya da bastırıcısıdır.
Devrimci kitlesellik, sağlıklı, gürbüz bir devrimin tek garantisidir.
Gün Zileli
4 Temmuz 2013
Budur: “Karşıdevrimin silahlı gücü olan ordunun devrimi durdurmak ve yatıştırmak için bundan başka çaresi yoktu.”
Yazının anafikrine katılmakla birlikte devrimin kitleler tarafından yapılacağını düşünmüyorum, kitlelerin bir hedefi olamaz, aniden gelişen isyan iyidir ancak devamında bir programı olmalıdır. Mısır daki sorunda örgütsüzlük sorunudur kanımca.
Devrim bilinçli halkın omuzlarında yükselebilir ancak.
karşıdevrimci sılahlı ordu mısır toplumsal devrimini çalan politik özne karşı devrimci ihvanı devirerek sistemin asıl alternatifi toplumsal devrimi engellemiştir.toplumsal olanın bütün politik dinamiklerin bileşkesi olduğu gerçeğinden bizdeki gezi devriminin içindede olmasından endişelendiğimiz kendi gücünden başka güçlere bel bağlayan darbeci gelenekleride içinde barındırıp mısır ordu darbesinden sonra tahrirde ordu darbesine sevinenlerin olmasıda düşündürücüdür.yinede toplumsal olan tahrir devrimcileri ellerinden çalınan devrimin yeni muktedirini alaşağı etmenin sevincini başarı olarak kutlaması doğal olduğu gibi devrimi sürdürmek için yeni mukdedirlerle yeni mücadelesinde moral kazanmış sayılabilir.bizdeki kendinden başka güçlere bel bağlayanların sinsice ellerini ovuşturduğu bu günlerde dayanamayıp milli duygu ve hassasiyetli açıklama yapmaları beklenmektedir.1 ayda örümcek bağlamış zihinleri bile özgürleştirecek sıçrama yaratan gezi devriminin öğrettiklerini test etme zamanıdır
27 Mayıs halk hareketinin de bastırılabilmesi için “NATO” vesayeti altındaki ordu iktidara el koymak zorunda kalmıştı.
Şimdilik tam olarak hazmedememiş olmakla birlikte anlamaya çalışıyorum. Silahlı mücadele olmaksızın, uluslararası sermayenin silahlı güçlerini yenmek nasıl mümkün olacak.
Ayrıca bir İran “devrim”i var ki, silahsız güçlerin silahlı güçleri yendiği ve gericilerin işbaşına geldiği (yani yozlaştığı) bir örnek.
Ama anlamaya çalışıyorum.
Evet, İran devrimi de iyi bir örnektir aslında. 27 Mayıs konusundaki tespitinize de katılıyorum. 27 Mayıs darbesi halkın yükselen devrimci muhalefetini yatıştırmıştır.
,önderliksizlik, ütopiasizlik,halklara , daha dogru , güzel bir dunyayi yaratmanin mumkun oldugunu anlatamayisimiz, biz devrimciler, özelestiriyi kendi kafamizi gözümüzü kira kira yaparizda, o kadar sol adina konusan sagci varki, gezi parki direnisinin, altindaki genel kitle talebi, öylesine uygunduki, yari liberal solcularimiz, ve basbayagi gericiligin pesine takilan (belkide sinif tavri geregi bunu yapan) aydin etiketli solcularimiz , sayesinde, polise tas atmayi bile eski paradigmanin lanetlenmesi adina onayladik, misir bizden iki adim ileri cok adim geri, ortak nokta , halak bir alternatif sunanamamak, bunda kimlerin sorunlu oldugu belli, o sorunlularin tecridi ilk is olmali,misir halki alternatifsizlikten dolayi, seriat yerine orduya razi oldu, bizim sürec cok ayri, bizde libos solu hak ile yeksan etmeden olmaz bu isler, devrimci cephe kendini üslubunu yenilemesi gerektigini ogrendi, asil kitlelerin bagrinda yanan atesi göremeyenler , görmek istemiyenler , harekete hakim oldu sorun odur, halk kitlelerine sloganlarla degil onlarin dogurlugu ve icerigi ile, ve bir takim orgutlenme ve mucadele methotlarinin mesru lugunu kanitlamak zorundayiz, söhret solcu birey, ve örgütlere ragmen……..mesele alternatif bir dunya meselesidir, o olmadan tüm devrimlerimiz calinacaktir… varolup biten Gün zileli gibilerinin önderliginin hakim oldugu bir devrim sönüsüdür , devrim ya öteki türlü olacaktir, yada gün Zilelinin kendi ile celismekten bile kacinmadigi sacmaliklarini ahada ne güzel oldu diye okumaya devam edeceksiniz, anarsizme süpheli yaklastigimi hic inkar etmedim, ama daha kaliteli durutti , malatesta yarainda anarsitlerimiz olasiya kadar bekleyecegiz sanirim. silah devrimi öldürürmüs, su asamada, yada kitlelerin kalkistigi asamada tabiki oldurur, ama kitlelerin silaha sarilabilecegi bir asamaya varmak istencinden bizi,umutlanmaktan , genel olarak kim alikoyabilir, yada, kitle hareketi eger tam bastirilirsa, gün zile li beni bir gün fokocu yapacak….
tüm saygima ragmen, ölüsüzce yazacagim, gun zileli gibi sevdgimiz ihtiyarlar, son demlerinde tehlikesiz sabun köpügü nostaljiler yasasin diye, mayis haziran deneyiminden radikallik düsmanligi gibi dersler cikarmak zorunda degiliz, o eski aydinlikci sol düsmanligini, cigerlerinden tükütmeyi basarabilirse, kimsenin ultra siddet önerdigi yok, ama zileli bize neredeyse polise ve fasist ak gence osuruk bombasi atmayi onerecek. o kadar asiri bir pasififizm propagandasi yapiliyorki (kitlelerin hazir olmadigini bizde biliyoruz) durutti mezarindan ciksa zileliye iki tokat askederdi… yeter yaww kimsenin asiri bisey yapacagi yok, ama sol adina ciddi ciddi , psikolojik ortami sizin tavsattiginizi dusunsenize biraz…isiniz zor zileli kitle cizgisi tutturmak, anti leninizm, asiri pasif direniscilik, sizi, bir gun bir parkta, bir sivil polis ile, provakatorler uzerine sohbet etmeye bile götürebilir… sanki birilileri reichstag i yakmaktan bahsediyor, birileri halkin savunma hakkini mesrulastirmaya calisiyor, edep ya
bu sohbeti bir açıkla da biz de öğrenelim. Öyle ortaya atıp kaçıp gidemezsin arkadaş.
olmus bitmis bütün devrimlere, marxiszm ve leninizm ne diyorsa tersi iyidir diye yorum getirmenin tiksindirici hali…..den baska birseyler bulunabilirdi derdim ama demekki olmuyormus, gün zileli adami yasasin lenin stalin diye bagirtir
bağırabilirsin. Özgürlük var:)
”Karşıdevrimin silahlı gücü olan ordunun devrimi durdurmak ve yatıştırmak için bundan başka çaresi yoktu.” dedigimiz zaman darbeci askeri guclere bakis bulaniklasir.Tahrirde milyonlarca insanin musluman kardeslerden beklentileri bittigi icin tekrar sokaga donduler.Daha kisa zaman once sokagin destegiyle iktidara ulasan ihvan-i muslimler o zamanda askerin destegini almislardi.Hatta iktidara gectiklerinde Husnu Mubarek zamaninda olmayan avantajlari mursu bir kusur yillik yonetiminde aldilar.Mursunin atadagi general kendisine karsi darbe yapti.Bu bir askeri darbedir ve darbecilere karsi mucadele verilmelidir.Tahrirdeki bilesenlerde bu darbenin dersini cikarmalari gerekir.Bagimsiz bir mucadele cephesi hem sivil diktatorluge hemde askeri darbeye karsi mucadele verebilirdi.Bunu yapamadilar fakat mucadele bitmedi askeri diktatorlugude,emperyalizmede mucadele etmeyi tecrubelerden gecerek basaracaklardir.Mubarek sonrasi Misirda asker sanki dokunulmaz ”kutsal” bir guc gibi iktidarini perde gerisinden zaten korumaktaydi.Iktidari paylasacagi sivil gucler-musluman kardesler- yeterli olmayinca ve sokakta biriken tepkiyi 24 saatlik bir uyaridan sonra perdeyide atarak iktidari ele gecirmis ve acikca askeri bir darbe yapmistir.Tahrirdeki enerjiden askerler yararlanmis,ayni zamanda bir tasla iki kus vurmustur.Sokagin gucu en kisa zamanda askerlere karsida enrjiye donusecektir.
sen nasıl benim yazımdan böyle bir sonuç çıkardın Hasan, bilemiyorum. Ben orduyu karşıdevrimci bir güç olarak tanımladım zaten, senin aktardığın cümlede de bu var. Ben askeri darbeye karşı mücadele ile yetinmiyorum, bu yazıda görüleceği gibi ordunun dağıtılması hedefinden söz ediyorum. ordu dağıtılmadıkça bu darbeler hep olacaktır. Halkın şimdiki hedefi bu olmalıdır.
Gun senin askeri mucadeleyle yetinmeden, ordu’nunda parcalanmasi gerektigi fikrini biliyor ve paylasiyorum.Ayni yazida bundan baska caresi yoktu dedigin icin yazinin kendi icindeki guclu bagi zayiflatmamak icin bu uyariyi yapmistim.
Gün hocam ,
-tarihte zorun rolünü tümden inkar etmek mümkün’mü ?
-ispanya devriminde olduğu gibi silahlı Anarşistler varlığı kimi korkutur ?
-öz savunma birlikleri tarafından veya doğrudan halkın meşru müdafası söz konusu olunca nasıl bir konumlanma öngörüyorsunuz ?
-kroştad direnişi ,mahnovşçina hareketi , italyan Anarşistlerinin
direniş öykülerinde silahla bağlarını koparmak mümkün’mü ?
sevgilerimle
Tahrir ile Taksimin farki,…. taksim meydanindan polisin ilk cekildigi aksam , entel danteller(Zileli nin devrimcileri) sadece gezi parkinda idiler, taksim meydaninda da aslinda örgütlü gruplarin cok az bi gücü vardi,(cok militan bir grup kendi guvenliklerini zor sagladigini yazmis) taksim ile tahrir meydanini hic karsi devrime elvermeye gerek yok, ciglik cigliga(kulaklarimda ugulduyor hala) hoolandali bir kadin gazeteciye tecavuz etmeye kalkan adamlari, birakin , buna izin veren adamlara, biseyler yapmak istenciyle dolan insanlarin asgari bilinci vardi, izledim, hemde muhalifler , olamaz böyle bir ciglik , tecavuze götürülen bir kadin, kimse orali olmuyor…???? bu taksimde mumkunmu idi) evet yeltenenler olabilmesi (zorluyorum artik ihtimalleri) itibari ile mumkundu) ama o adamlari yakaladiklarindaaa???? diyeceksinizki bide neler oluyor , inkar edenmi var, hollandali kadinin videosuna bakamadim, gercekmis, korktum, suriyede kafa kesme videosu gibi birsey, cigliklar gitmiyor kulaklarimdan, on yirmi kisi, george bushdan ifrit ederim, ayni duruma karisi dusse idi onu kurtarmak icin saldirirdim,..canimi verirdim…(uygun bir durumda kursuna dizebilmek icin). bu ne yaaaaa..tahrir ile taksimi kim karistirmak istiyor , batili oriyantalistler, sorun bu zaten, biz coktan, ne bti ne dogu olduk, anlamiyor salaklar
gun zileli bence turkiyeye orgutsuz kitle hareketine tapinarak ya ama ayni seyi yazmadan once tahrirde tecavuze ugrayan kadinin cigliklarini dinle….her turlu devrimden tiksinirsin…..
http://webtv.radikal.com.tr/turkiye/4144/tahrirde-tecavuz-iddiasi.aspx tahrir ile taksimi karsilastiran adamin suratina tukururm, , bu cigliklar kulaklarimdan gitmiyor
bizim devrimiz tahrir ile karsilastirilamaz
Gün Zileli Kardes,
Görüsünüze maalesef katilamiyorum,müslüman kardesleri bal gibi ordu devirdi.Bu hic tartismasiz bir askeri darbedir.Darbecilerin halkin ekseriyetini arkasina almasi ya da bu momente böyle görünüyor olmasi durumu asla degistirmiyor.Ilerleyen günlerde iyice görecegiz, bu darbe Mursiye karsi yapilmis gözüküyor ama gercekte Misir Hlakina ve Misir Devrimine ve devrimcilerine karsi yapilmis büyük bir karsi devrim darbesidir.Misir devrimcileri tarafindan darman duman edilemeyen Amerikanci Ordu deyim yerindeyse devrimin üzerine cukkadan oturdu.Kisac durum budur.
Tarihte zorun rolünün gerçek kahramanı halktır, ordu gücü değil
silahlı anarşistlerin varlığına cumhuriyetçi ordu tarafından son verilmiştir. Milis sadece özsavunma örgütüydü ve gereklidir. Yazıda da bu var
Özsavunma gereklidir ama burada da halkın doğrudan silahlanması söz konusudur. Zorunlu olduğu ölçüde. Ayrıca silahlı çatışmadan mümkün olduğunca kaçınmak gerekir. Çünkü iç savaşlar her zaman halk gücünün dağıtılması ve silahlı güçlerin yozlaşıp zorbalara dönüşmesiyle sonuçlanmıştır.
Sözünü ettiğin ayaklanmalar gerekli ve zorunluydu ama Mahnovişçina hareketinde bile yozlaşmanın bselirtileri rüşeym olarak gözükmeye başlamıştı. devam etseydi belki o da tamamen yozlaşacak ve zorba bir güce dönüşecekti.
ben de aynı kanıdayım.
Garanti diye bir şeyin olmayacağını öğrenene kadar yeterli vakit olacak mı acaba? Olmadı sigortacı oluruz değil mi; olmadı elimizde bu kaldı, imza devrim sigortacıları 🙂
gün zileli ; tek değişkenli bir denklemle düşünüyorsun,denklem tek boyutlu olsaydı söylediklerine okey derdim ama hayat sandığımızdan da karmaşık.belirttiğin hususlar doğru olabilir bu ancak karine olur,kesinlik oluşturmaz,durumu kendi özgüllüğünde değerlendirmek gerekir,mısırda halkın ayaklanması ordu tarafından manüple edildi,27 mayısa benzettim birazcık,kemalistler bu 27 mayıs 1960 üzerinden hayli meşruiyet üretti uzunca bir süre.ve şöyle bir yüksek olmamakla birlikte bir risk var taksim hareketine dahil ulusalcılar tahrir gösterileri ve sonrasındaki ordu müdahalesi üzerinden bir propaganda zemini yakaladılar.bu durum ulusalcı kemalist darbeye zemin hazırlama olasılığı yüksek değil ama kitleleri gerçek gündemlerinden uzaklaştırabilir,asılsız ve çarpık bir bilinç üretebilir.
sait halim paşanın söylediği bir söz vardır tarih boşuna yaşanmış bir zaman olsaydı insanları anlamak için zooloji yeterli olurdu sosyolojiye gerek olması,tarih sadece tarihte kalmış bir olgu değildir revizyonlarla kırılmalarla günümüze aktarılır ve bu zemin üzerindeng gelecek projeksiyonları yapılır.geçmiş tekrarlanan bir olgu değildir ama karinedir aktarımlar vardır ve fakat bundan ibaret de değildir işin içine bu gün ve gelecek de girere böylelikle zaman tekerrür etmeyebilir.
yaşadığımız mısır tahrir halk hareketi ve ordunun müdahalesi güncelliği göz önüne alınarak ve senin yazında belirttiğin iç savaşların yozlaştırıcı etkisine ve mustafa kemalin askerleriyiz gibi darveci çağrışımları davet edici söylemlere karşı panzehir olması amacıyla bir önerim var taksim hareketi darbelerle arasına mesafe koyduğunu deklere ve taahhüt etdecek bir bildiri yayınlayabilir ve bunu yüzbinlerin katıldığı bir toplantıda yapabilir.bu hem içerde harekete katılan destekleyen ve sempati duyanlara yön göstermesi ve rakipşerinin nefretini pasifise etmesi açsından uygun olabilir
Zileli devrimi değil,statükoyu savunuyor.
Zileli devrimden korkuyor.
Zileli’ye göre iktidar halka göre değildir.
Zileli halk iktidarı istemiyor.
Zileli’ye göre iktidar kirletiyor,o nedenle halk ikltidarı almamalı.
Ne büyük ve muhteşem teori değil mi !!!
Bence bu çok gereksiz olur. Mısır’daki gerçeklik darbe değil halk devrimidir. Fikret Başkaya’nın bu sitede yer alan yazısı bunu çok güzel izah ediyor.
Kendiliğindence halk hareketli örgütlü politik akıl geliştiremezse devrimleri gerici siyasal akımlar çalar. Mısırın da köklü ve yerleşik iki gelenek var biri ordu diğeri müslüman kardeşler. 11 şubatta Mısır halkı mübareği deffetti ama iktidar ortada kaldı daha hazırlıklı ve örgütlü olan ihvan iktidara oturdu. Sonrasında yine benzer gelişmeler ama bi farkla bu sefer ordu olabilecek muhtemel bir devrime karşı askeri darbe gerçekleştirdi. Şimdi üçüncü tiraddayız.. Bütün devrimlerin sorunu siyasal iktidar sorunudur ve bu sorunun halli Gramscinin modern prensesidir.. Gün zileliye katılmakla birlikte sadece defansta kalıp ilelebet bir muhaliflik bana hegelin efendi köle diyalektiğini hatırlattı ya da Fransız devrimcilerinin camü’yü eleştirirken söyledikleri ‘camus, efendinin önünde hep başkaldıran bir esir olarak kalmak istiyor’ Bizim keçinin’nin de (Lenin) menşevik önderlerin sınıf mücadelesine bakış açılarını özetlemek ve siyasal iktidar sorunun proleter mücadelesi için ne kadar önemli olduğunun altını çizmek için söylenmiş bir fafı vardı ‘mücadele etmesine edin ama kazanmayın’. Mısır devrimi Parti ,önderlik ve iktidar sorununu çözemezse yenilir.. Türkiye de dahil buna..
Yükselen kitleselliğe silahlı mücadeleyi eklemlemek kitleselliği, dolayısıyla devrimi öldürür, doğrudur. Azalan kitleselliği silahla gidermek mümkün değildir, nafiledir, intihardır. Bunu da yaşadık, öğrendik.
Örneklerin doğru, ama katılmadığım iki detay var:
1) Rusya devriminin yozlaşması iç savaşla değil, çok daha önce, RSDİP’ndeki Leninist azınlığın Şubat devrimiyle gelen burjuva hükümetine karşı silahlı sivil darbe yolunu seçmesiyle başladı. Nisan tezlerinin özü: Biz bu burjuva devrimini istemeyiz, çünkü iktidarı burjuvaziye verdi. Burjuva devrimini ille biz yapmalıyız ki, iktidar bizde kalsın. Kim bu biz? Proletarya mı? Kronstadt bahriyelileri mi? Çarlık Rusya’sının mirasını devralan bu öznenin, bürokratik yeni bir devlet sınıfı olduğunu kısa zamanda tarih gösterdi.
2) İhvan/Kadet benzetmesini tümüyle zorlama buluyorum. Bunların sınıfsal karakterleri arasında en ufak bir benzerlik yok. İhvanın tabanı esnaf ve köylulere dayanıyor, Kadetlerinki ise aristokrat artıklarına ve bir kesim büyük kapitalistlere,
Bir notum da İsmail Cengiz’e: 27 Mayıs halk hareketi filan değil, otoriterleşmeye başlayan iktidara karşı CHP’nin gövde gösterisiydi. Darbe ise i yaklaşan 61 seçiminde CHP’yi iktidardan mahrum etmekle kaldı. O yıllarda komünistlerin esamisi okunmuyordu. ”Liberal demokratlar” ise iktidar partisinde post kapmanın derdine düşmüşlerdi.
Selam Müfit. Tabii ki, devrime bakışta ayrılıyoruz. Ben Lenin’in hayatta yaptığı tek doğru şeyin Nisan tezleri olduğu düşüncesindeyim.
Müfit isimli zat buyurmuş, Leninist azınlığın darbesi olarak “Bolşevik darbesi”bu günlerde bu tartışmaları yapmak gerekli mi bilmiyorum.. 80 sonrası Sivil toplum teorisyonlerinin zerk ettiği ‘darbe,azınlık,vesayet’ bi cümle yazılar, toplumsal kökleri türkiyenin geçirmekte olduğu dönüşümlerle ilgili olsa gerek. Bu kavram ‘liberal demokratik rejimlerin’ karşı toplumsal muhalefeti kodlamak geçersiz kılmak için ürettiği kavramlar provakotör lafı kadar kullanışlı. Şubat devrim avrupa da yaşanan burjuva devrimlerinin sonuncusu ekim devrimi ise proleter devrimlerin başlangıcıdır. Bolşevik parti Toplumsal temelleri sendika ve köylülük içerisinde çoğunluğu oluşturarak oluşmuş ve gelişmiş bir parti Lenin çoğunluğu kazanmadan hareket etmedi sendikalardaki verilere bakıldığında bolşeviklerin adım büyüdüğünü görürsünüz bu büyüme menşeviklerin oportünüst çizgisi ve burjuva sosyal sınıflar karşısındaki yalpalamalarıyla mümkün olmuştur ve Bolşevik partinin devrimci politik hattıyla burjuva siyasal güçlere karşı kararlı çizgisyle… Otokratik bir rejim de nüfüsün %80 köylü işçi hareketinin küçük kaldığı süngülü bir toplumsal sistem ve bu otokratitik rejime devirmek için oluşmuş bir parti Bolşevik partisi.. İnsan mehmet metiner mi yazmış yoksa bir anarşist mi ayırmakta zorlanıyor..
Melih, arkadaşım olur. Anarşist değildir ayrıca. Bolşevik partisi dediğin gibi bir partidir ama otokrasiden daha beter baskıcı bir rejim kurup sonunda Stalin tarafından bazatihi kendisi de tasfiye edilen bir partidir de aynı zamanda.
Anarşist tabirini geri alıyorum .. . Tarihe böyle bakış ziyadesiyle kolaycı ve konformist çünkü Sosyal sınıfların hareketleri ve mücadeleleri bağlamından koparıp oraya buraya çekiştireceğimiz şeyler değil. Lenin almanya başlayacak rusya bitirecek dedi ikisi de olmadı rusya da başladı ve rusyada bitti.. Çünkü sermaye kompleks bir sistem sınıf mücadeleleri ilk önce almanyada sonra italya,fransa da yalıtıldı ve tarafsızlaştırdı sonra sovyetlerin tecrit yılları başladı.. Bu dediğim ülkelerin devrimci partilerinin ikili iktidar durumunda burjuva iktidarına dair siyasi iktidar sorununu parti sorununa bağlayamamış olmaları ekim devrimin olanaklarını budamıştır.. “Anarşistlerin Ekim devrimini olumlayan ama onu Kronştat veya Makno’nun ezilmesiyle bitmiş ve ezilmiş gören yaklaşımları da, Ekim sonrasının yozlaşmasını; nesnel koşullarda, yani Batı Avrupa proletaryasının yardıma gelmemesi ve Rusya’nın geriliği ve bu geri ülkenin yoksulluğu ve bitmişliği; İç savaş ve müdahaleler sonunda çöken ekonomisiyle, açlıktan yamyamlığa dönmüşlüğünde; İşçi Sınıfının fiilen yok olmuşluğunda arayacak yerde, Troçki veya Lenin’in hatalarında veya örgüt anlayışlarında görmek de yine aynı şekilde, Lenin, Troçki veya Bolşeviklere tarih ve toplum üstü bir güç vermekten başka bir anlama gelmez”
ne olacak zileli nerdeyse iyi oldu demeye gelen mısır askeri darbesi yazından sonra beklediğin değil tam tersine darbeye itiraz edenlerin daha büyük kitlesel direnişiyle sokaklara çıkmasınada sen karşı devrimmi diyeceksin?bırak artık kürtlere suriyelilere mısırlılara akıl vermeyi zileli önce sen bir aynaya bak cürmünü gör kendi milli duygu ve hassasiyetlerinle yüzleşip özgürleş kime saldırdıysan kitleselleşip başarılı oldu bekliyorum daha önceki yorumumda milli hassasiyetli silivrili darbe güzellemesi yazılar demiştim hazır sen itibarsızlaştırmaya çalıştıkça başarılı olabiliriz hdk-bdp-kürt özgürlük hareketi eleştirileri yapta motive et bizi
Benim zavalli hemcinslerim…!
insanin kufur edebilecek sebebinin olmasi ne guzel sey…ve hala arkadaslarimin yerinde saydigini gormek,ne uzucu…ve kendine kizmasi gerikirken topu baskasinin eline atip topun patlamasini beklemesi,hirsindan yanlisa sapmasi..ve ordan ciktmak istedikdikce tekrar batmasini gormek..okudukca cemberin icinden disariya cikamamasi….uzucu..evet;uzucu..!
devrim ve ozgurlugun sesi nereden gelirse gelsin;daglardan,kuslardan,denizlerden,insanlardan,ordudan…ve ottan bocekten,cicekten……gelsinde nereden gelirse gelsin..!
bir’hist’ sesi gelmedimi sana ….geldikten sonra….yasasin cicekler,bocekler,ademoglu insanlar….ve toplum..hist..hist..hist
olay bu..evet gercekte olay bu…
illaki;empati..hocam gorusunu yazmis..dogru aynlis yaz ama fikrini..dunya devrim tarihini indirsen kac yazar..silahlimisilahsizmi kirkyil onceki tez..sabahlara kadar tartisalim sonuc…sifir…gercek fikirlerinizi yazin..kalbinizin sesini,vijdanlarinizi dileyin o size dogru yolu gosterecektir..!!
tesekkurler hocam ama katilmadigim yerler cok;1;mesela devrimcilik kitlesellik saglikli ve gurbuz devrimin tek garantisi
2;devrimciler..ister karsi devrimcilerin elinde olsun silah;devrimin yozlastirici yada bastiricisidir..katildigim nokta..ama arkadaslarimin anlayamadigi yer..cunku herseye silhin ucundan bakinca baska seyi aranir bunun altinda aslinda dogru soyluyorsun..kuskusuz otoriteylede gelse veya sandikla gelse asla onemli degil…katilimci olmadiklarindan sonra..ben toplumun katilimina bakarim..mesela bizdeki baraj sistemi katilamayan bir okadar insan veya sandiga oyunu atip karsina guc veren elini guclendiren bir demokrasi olmakta..rte..gibi..misir keza…ayni..yok darbe halk gucuyle geldi yok…karsi devrim..ki;geri donusun olacagini bildikten sonra onca olum goz yasi ne yapayim o devrimi..yukarda aciklamaya calistigim gibi”hist..otlar,bocekler..herkese ozgurluk devrim almadiktan sonra ademoglu insan kurtulsa kac yazar..acikcasi boyle bir seyi kaleme alip tartismaya acman anlam yuklu kelimeler kullanman”teorik yazilari yazman”bile beni sasirtti..gelenek devam ediyor…kahrolsun gelenekler denmedigi surece kaliplar yikilmadigi surece birgun gelir ip boynumuza dugumlenmis..bak kimsenin yapamadigi seyi”diren taksim parkgezi yapti.”..tesekkurler..!sukran larimi iletirim herne kadar tanimasanda…hersey icin bu kisa sohbet icin..ve katilimcilar icin..!!
ben de katkın için teşekkür ederim. Büyük ölçüde katıldığımı da belirteyim.
Hocam sizce de bu yazı aslında son 2 aydır çıkardığımız derslere tamamen ters değil mi? Elbette 2013 yılında topla tüfekle meclisi kuşatıp “devrim” yapacak bir halkın olmadığını biiyoruz. Ama küba devrimini nereye koyuyorsunuz bu durumda? Fidel, Ernesto ve yoldaşları en başından elde tüfekle kübaya çıktılar, öncesinde fidel kışlaya silahlı baskın düzenlemişti diye Küba modeline çöp mü diyeceğiz? Bence bu genellemelerle hele hele artık herşeyin bambaşka bir boyuta taşındığı günümüzü 80 yıl önceki pratiklerle okuyamayız. Evet şu anda sokaklar hepimizi heyecanlandırıyor, ama unutmayın şu an sokaktaki kalabalığın büyük bir kısmı, eğer devrimci bir çizgiye çekilemezse, kürt halkına ya da devrimcilere saldırmak içinde sokağa çıkacak, politik altyapıları çok güçlü olmayani sadece refleksleriyle hareket eden bireylerden oluşuyor. Ancak devrimci örgütler tabanlarını güçlendirirse başarı gelecektir. Bunun yolu da gecekondularda kentsel dönüşüme, üniversitelerde diktatör ziyaretlerine paralılaştırmalara, devletin her türlü baskısına karşı gerektiğinde şiddete başvurarak direnmektir. Ancak bazı küçük kazanımlarla geniş bir kitle örgütlülüğü yaratabiliriz. Elbette devletle şiddet boyutunda başetmek çok zordur, fakat bu aşırı pasifizmi ve şiddet başlayınca devrim biter anlayışını da anlayamıyorum. Tüm samimiyetimle soruyorum, biber gazları, tomalar plastik mermiler, keyfi tutuklamalar, böyle bir devlete karşı pasif dreniş demek, sizin evinizin kapısından 2 adım atınca geri dönmeniz demektir. Batı avrupa basın, insan hakları, yargı seviyesinde olsak haklısınız. Ama biz bir ortadoğu ülkesiyiz, ve karşınızdakiler size ne yaparlarsa yapsınlar, koltuklarını kaybetmedikleri sürece başlarına bir iş gelmeyeceğini bilen zalimler! Ve siz de diğer ülkerlere sadece pazarsınız, mallarını satabildikleri sürece ülkenizde olanlar kimseyi ilgilendirmiyor.
Sevgiler…
Özsavunmayı elbeette reddetmiyorum. örneğin şu anda Hatay’daki direnişin özsavunma tarzını tamamen benimsiyorum. Benim sözünü ettiğim, kitlelerin bulunduğu mücadele düzeyini aşan bir silahlı örgütlenme, yani ordu örgütlenmesine gitmektir. Mücadelenin düzeyi elbette en üst yerlere bile tırmanabilir, Vietnam ve Küba’da olduğu gibi. Ama onlar bile özsavunmacı gerilla örgütlenmesinin ötesine gitmek istememiştir. Israr ediyorum: Düzenli ordu örgütlenmesi halkın mücadelesinin boyutunu aşacağından halka döner ve devrimi bastıran bir güce dönüşür.
Mevcut Düzenin Sınırlarını Aşmak
Bugün içinde yaşadığımız somut koşullarda, herhangi bir ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel ve askeri olay ya da olgu, genel olarak emperyalist sistemin, özel olarak verili bir ülkedeki mevcut düzenin sınırları içinde ve bu sınırlar içinde yer alan güçlerin karşılıklı ilişki ve çelişkileriyle ele alınır ve açıklanır.
Örneğin, IŞİD olayında, Suriye ve Irak’ta yer alan güçler ne kadar çok ve bunların karşılıklı ilişkileri ne kadar çok yönlü ele alınırsa alınsın, her durumda emperyalist sistem ve emperyalist ülkelerin genel ve bölgesel çıkarları hesaba katılmaksızın açıklanamaz. Diğer yandan, IŞİD’in kendisi başta olmak üzere tüm yerel ve bölgesel güçler de yine emperyalist sistemin içinde yer alan güçlerdir. Durum böyle olduğu için, IŞİD olayından zarar görenlerin de, IŞİD karşıtı güçlerin de ve bizatihi IŞİD’in kendisinin de emperyalizmle ve emperyalist ülkelerle, şu ya da bu oranda, doğrudan ya da dolaylı olarak bir ilişkisi vardır. Bu nedenle, “denk-lem”in bir tarafına IŞİD, diğer tarafına ister PYD ya da Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi yahut Suriye’deki Esad/Baas rejimi, Irak’daki şii yönetimi konulsun, her durumda emperyalizm ve emperyalist ülkeler (bir zamanların moda sözcüğü ile “yeni dünya düzeni”) “denklem”in asli unsuru, hatta doğrudan “denklem” oluşturucusu olarak karşımıza çıkar.
IŞİD olayının ortaya çıkışına yönelik tahliller de, IŞİD olayının geleceğine ilişkin yapılan öngörüler de, bu “denklem” içinde yer alan unsurlar çerçevesinde yapılır.
Bir başka örnek olarak Türkiye’deki siyasal durumu ve siyasal gelişmeleri verebiliriz.
Burada “denklem”in bir tarafında (ister şeriatçı, ister islami-faşist olarak tanımlansın) AKP yer alırken, diğer tarafından parlamentodaki muhalefet partileri başta olmak üzere tüm AKP karşıtı kesimler yer alır. Bu “denklem”de, AKP ve AKP’nin karşısındaki güçlerin en temel ve ortak özelliği, mevcut sistemin/düzenin şu ya da burasında yer alan güçler olmalarıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde açık biçimde görüldüğü gibi, her aday, 12 Eylül anayasasının meşruiyetini sağladığı mevcut düzenin yasallığı içinde yer alan güçlerin adayı olarak ortaya çıkmıştır. Bunların “dışında” olduklarını ilan ederek seçimi “boykot” eden kesimler de (SİP-TKP’si, Halkevciler, ÖDP vs.) mevcut düzen sınırları içinde “muhalefet” konumunda kalmayı sürdürmüşlerdir.
“Ne olacak bu memleketin hali?” sorusunu soranlar da, AKP iktidarının şeriat devletine doğru ilerleyişinin durdurulması gerektiğini düşünenler de, laiklik savunucuları da, kendisini “solda” tanımlayanlar da ve “sol” parti ve örgütler de kendilerini “denk-lem”in bir tarafı olarak tanımlasalar da, emperyalizmin bölgesel çıkarlarının getirdiği ilişkileri, Amerikan emperyalizminin emperyalist sistemdeki başat konumunu görmezlikten gelemezler.
En tipik ve en çok kabul gören, AKP iktidarının Amerikan emperyalizminin ekonomik, siyasal ve askeri çıkarlarının bir ürünü olduğu belirlemesidir. Bu nedenle, AKP’nin iktidar oluşu kadar iktidarda kalışının da Amerikan emperyalizminin çıkarlarına ve bu çıkarlarını “realize” etme koşullarına bağlı olduğu kabul edilir. Böylece Amerikan emperyalizmi ile AKP iktidarının karşılıklı ilişkisi ve çelişkisi, tüm süreçte sürekli gözetilen ve izlenilen ana unsur durumundadır.
İşte bu “denklem” içinde, AKP iktidarından “kurtuluş”un, her ne kadar “muhalefet” güçlerinin birleşik ve birlikte mücadelesiyle olacağı iddia edilirse edilsin, genel kanı, Amerikan emperyalizminin tutumuna bağlı olduğudur.
Bu değerlendirmelerimize karşı çıkanlar, “hayır, biz öyle değiliz”, “biz bu denklemin dışındayız” diyenler elbette olacaktır ve vardır da. Bu kesimlerin yanıtlaması gereken soru, mevcut AKP iktidarının nasıl devrileceği (ya da AKP iktidarından nasıl kurtulunacağı) sorusundan çok, AKP iktidarının yıkıldığı koşullarda kimin iktidar olacağıdır.
Kendisini “solda” tanımlayan, “solcu” olarak gören, kendisini “sosyalist”, “komünist”, “marksist” vb. ve hatta “devrimci” olduğunu söyleyen hemen herkesin bu soruya yanıtı, “gönlünden geçeni” söylemekten ibarettir. Yani “demokratik” ya da “sosyalist” bir devrimdir. Bu devrim de, SİP-TKP’sinin “Devrimden Sonra” adlı sinema filminde olduğu gibi, ülkenin insanlarının bir sabah uyandıklarında öğrendikleri bir şeydir.
Siyasal mücadele mevcut düzenin yasallığı içinde ele alındığı gibi, siyasal mücadelenin araçları da bu yasallığın çerçevesi içinde ele alınır. AKP iktidarı 12 Eylül anayasasından gelen bir yasallık içinde hareket ettiği sürece de “yasadışı” mücadele araçları sadece soyutlama düzeyinde (ki bu bile cesaret istemektedir) ifade edilebilmektedir.
Oysa sözünü etmiş olduğumuz siyasal olaylar ve gelişmeler, geçmişte, örneğin 1980 öncesi dönemde ele alınmış olsaydı, hiç tartışmasız, “sol”da yer alan herkes devrimden yola çıkarak ve devrimi hedefleyerek, devrimci mücadeleden ve silahlı mücadeleden söz ediyor olurdu. Bunlar ne kadar “ortak” söylemler olursa olsun, her durumda yine de farklılıklar, ayrışmalar olurdu. Kimisi silahlı devrimci mücadele için öncelikle toplumsal muhalefetin gelişmesinin ve birleşmesinin beklenmesini savunurdu, kimisi ise, doğrudan silahlı devrimci mücadelenin toplumsal muhalefeti birleştireceğini ve geliştireceğini savunurdu. Kimileri silahlı mücadelenin nesnel ve öznel koşullarının olgunlaşmasını beklemekten, kimileri silahlı mücadelenin değişik biçimlerinden (örneğin silahlı ayaklanma, barikat savaşı vb.) birisini esas alırdı. Ama her durumda, mevcut düzenin şiddet yoluyla devrileceği tartışmasız kabul edilirdi.
Böylece bir tarafında mevcut düzenin (ve emperyalist sistemin), diğer tarafında düzen karşıtı güçlerin yer aldığı bir “denklem” söz konusu olur. Bugün varolmayan tek şey, gerçek “denklem”in karşıt ucu olan devrimci mücadele, özel olarak silahlı devrimci mücadeledir.
Bugün, 12 Eylül öncesinden farklı olarak, hiç kimse silahlı devrimci mücadeleden söz etmiyor değildir. Silahlı mücadeleyi savunan örgütler ya da yapılar olduğu gibi, “silah”ın halihazırdaki ilişkiler içinde belli bir işleve sahip olduğunu (en azından “çözüm süreci” açısından) savunanlar da vardır. Ama silahlı mücadeleyi savunanlar da, savunurmuş gibi görünenler de, silahlı devrimci mücadelenin somut tarihsel koşullarda nasıl gerçekleştirileceği ve nasıl sürdürüleceği konularına fazlaca ilgi duymamaktadırlar. Yine de “silah”ı, bir ajitasyon ve propaganda aracı olarak gören ve bu görüş açısından zaman zaman “silahlı eylem” yapan kesimler mevcuttur. Günümüzün en önemli sorunlarından birisi de, bu tür anlayışla yapılan “silahlı eylemler”in silahlı devrimci mücadele olduğu zannedilmesidir.
Sözün özü, bugün Türkiye’deki siyasal gelişmeler içinde yer almayan ve yer verilmeyen tek şey, silahlı devrimci mücadeledir. Silahlı devrimci mücadelenin, yaşanılan tüm siyasal sorunların temel çözücüsü olduğu gerçeği görmezlikten gelinmektedir. Bu görmezlik durumu, silahlı devrimci mücadelenin zorluğu ve gerektirdiği fedakarlıkların göze alınamamasıyla da ilintilidir.
AKP iktidarı karşısında “tüm güçler”in birliğinden, beraberliğinden, birleşik mücadelesinden söz edenlerin bile devrimden, devrimci mücadeleden söz etmemeleri yaşanılan somut tarihsel koşulların en tipik özelliğidir. Bir diğer tipik özellik ise, devrimin, devrimci mücadelenin ve bunun özel biçimi olan silahlı devrimci mücadelenin ne olduğunun bilinmemesi, daha tam ifadeyle, bu kavramların içeriklerinin boşaltılmış olmasıdır.
Devrim kavramı, en sıradan malların reklamlarında bile kullanılan basit bir “farklılık” ile özdeşleştirilebilmiştir. Bu bağlamda devrim, herkesin kendi öznel dünyasında bile yapabileceği bir “yenilenme”, “değişiklik” durumudur. Böylece “yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş mal ya da hizmet, yeni bir pazarlama yöntemi, yeni bir organizasyon yöntemi”, kısacası “inovasyon” olarak tanımlanan şey ile devrim neredeyse özdeşleştirilmiştir.
Burada yapılması gereken ilk şey, içeriği boşaltılmış ya da gerçek içeriklerinden soyutlanmış kavramları yerli yerine oturtmaktır. Bu yapılmadığı sürece, ister devrimden söz ediliyor olsun, herhangi bir şeyi değerlendirebilmek, tartışabilmek ve yapabilmek olanaksız olacaktır.
Bilimsel olarak kavram, nesnel gerçekliğin insan beyninde yansıma biçimidir. Dolayısıyla, kullanılan kavramlar, aynı zamanda kişinin ya da ortaya konulan düşüncenin nesnel gerçekliği nasıl kavradığını, algıladığını ortaya koyar. Bu yüzden, her dünya görüşü ya da siyasal görüş, kendi kavrayışını belli kavramlarla, kavramlar dizgesi ile ortaya koyar. Ne anlama geldiği ve neyi ifade ettiği belirlenmiş sözcükler, böylece belli bir görüşün ifade edilmesinin temel araçları durumundadır ve bu yolla kavram haline gelirler. Tanımlanmamış ve her istenildiğinde değişik anlamlara sokulabilen kavramlar, kaçınılmaz olarak belirsizliği ortaya çıkarır ve bu tür kavramlarla ortaya konulan görüş ve düşünce her yöne çekilebilir bir nitelik kazanır. Bu da, her türden oportünizmin, legalizmin kendisini kolayca gizleyebilmesini olanaklı kılar.
Devrim, ister demokratik halk devrimi, ister sosyalist devrim olsun, her durumda kurulu düzenin topyekün, yani altyapısından üstyapısına kadar yıkılması ve yerine yeni bir sosyo-ekonomik düzenin, yeni ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel vb. bir düzenin kurulmasıdır. Bu nedenle, devrim kavramı, her durumda mevcut kurulu düzenin ne olduğunun, neden yıkılması gerektiğinin ortaya konulmasını ve bunun yerine geçecek olan “yeni”nin ne olacağının belirlenmesini (devrim programını) gerektirir.
İkincisi, devrim, devrimin nasıl gerçekleştirileceğinin ortaya konulmasını gerektirir. Bu yönüyle devrim, devrim stratejisine bağlı olarak yürütülen bir mücadele süreci olarak karşımıza çıkar.
Ama devrim, sıradan bir “yenilik”, “farklılık” ya da “inovasyon” olarak “algı”landığı sürece, bırakın yeni toplumsal düzen kurmayı, AKP iktidarından “kurtulma” yolu olarak bile görülmeyecektir.
Devrim kavramının içeriği böylesine boşaltılınca, kaçınılmaz olarak devrimci mücadelenin de, silahlı devrimci mücadelenin de içeriği boşaltılmıştır.
Kendisine devrimci diyen birisinin ya da bir örgütün yürüttüğü mücadele “devrimci mücadele” olarak tanımlanırken, silahlı devrimci mücadele de, kendisine devrimci diyen herhangi bir kişinin yaptığı “silahlı eylem” olarak kabul edilebilmektedir. Böylece içeriği boşaltılmış kavramlara dayanarak, bu kavramların popüler etkilerini gözeterek belli bir söylem geliştirilebilmektedir. Günümüz somutluğunda bunun en tipik örnekleri, IŞİD, “Rojava Devrimi” ve Kobanê olaylarında ortaya çıkmıştır.
Bu olaylarda görüldüğü gibi, en basit askeri gerçekler kolayca ajitasyona kurban edilebilmekte, Suriye’de merkezi otoritenin gücünü yitirmesiyle ortaya çıkan iktidar boşluğu “devrim” olarak tanımlanabilmektedir. İnsanların İstanbul’dan son model “klimalı” otobüslere törenle binerek, (zorunlu askerlik yasası nedeniyle askere gider gibi) silahlı çatışmaların yaşandığı, daha açıkçası insanların yaşamlarını yitirdiği Kobanê’ye “IŞİD’le savaşmak için” sınırları “aşması” ve birkaç saat sonra aynı yerden geri dönmeleri kolayca yüceltilebilmektedir. Daha da trajik olanı, insanların inşaat vincini izlermişçesine Kobanê’deki çatışmaları evlerin çatısından “naklen” izlemeleridir.
Her şey yerli yerine oturtulmalıdır.
Siyasal mücadele, bir iktidar mücadelesidir. İktidarın şu ya da bu yolla, yasal ya da yasadışı araçlarla ele geçirilmesi ve ele geçirilen iktidar aracılığıyla kendi programını uygulama olanağına sahip olmasıdır.
Devrimci mücadele, siyasal mücadeledir. Mevcut siyasal iktidarın (emperyalizmin ve oligarşinin egemenliğinin AKP hükümeti aracılığıyla sürdürülmesi) yıkılması ve yerine devrimci bir halk iktidarının oluşturulmasını hedefler.
Silahlı mücadele, askeri bir mücadeledir, askeri savaştır. Her askeri mücadele gibi, bir askeri gücün diğer (düşman) bir askeri gücü yenilgiye uğratmayı, düşmanın askeri gücünü imha etmeyi, kısacası savaşamaz hale getirmeyi amaçlar.
Askeri savaş, düzenli ordular arasında olabileceği gibi, düzenli ordular ile gayri-nizami (düzensiz) askeri güçler arasında da olabilir. Gayri-nizami savaşın en tipik biçimi gerilla savaşıdır. Hareketli savaş, gerilla savaşının bir üst evresini oluşturur.
Silahlı devrimci mücadele, politikleşmiş bir askeri savaştır. Bu savaşta, askeri savaşın bir biçimi (gerilla savaşı), devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak yürütülür. Amaç, mevcut düzene karşı olan ve bu düzenin yıkılması için mücadeleye hazır olan güçlerin örgütlenmesiyle sınırlı değildir. Politikleşmiş askeri savaşın temel amacı, bir yandan kitlelerle temas kurarak, siyasi gerçekleri açıklayarak halk kitlelerini bilinçlendirmek, diğer yandan bilinçlenen kitleyi örgütlemektir. Böylece gerilla savaşı, mevcut düzenin değişmesi gerektiğinin bilincinde olan kitlelerin siyasal-kitlesel mücadele biçimi olarak ortaya çıkar. Bir diğer ifadeyle, gerilla savaşı, kitlelerin mevcut düzene karşı ya da gelişen olaylara karşı tepkilerini dışa vurdukları bir politik kitle mücadelesidir.
Yasal ya da barışçıl kitlesel eylemler (ki genellikle gelişen olaylara karşı bir “protesto” niteliğine sahiptir) de politik kitle mücadelesinin bir biçimidir, ancak ikincil niteliktedir. Bu ikincil politik kitle mücadele biçimleri, mevcut düzenin yasallığı içinde kalabileceği gibi, bu yasallığın aşıldığı ve kendi kendine bir meşruiyet elde ettiği koşullarda da sürdürülebilir. Ama her durumda mevcut siyasal iktidarın yasal ya da yasal görünüme büründürülmüş şiddeti ile yüzyüze gelecektir. Bu nedenle de, daha ilk andan itibaren mevcut siyasal iktidarın zor ve şiddetine karşı alternatif örgütlenmelere sahip olmak zorundadır.
İşte bu alternatif örgütlenmenin en gelişmiş ve örgütlü hali gerilla savaşıdır.
Silahlı devrimci mücadele ya da bunun bir biçimi olan gerilla savaşı, bir günde, bir gecede ya da birkaç haftada örgütlenebilen bir savaş değildir. Devrimci politik amaçlarla, yani siyasi gerçeklerin açıklanmasının bir aracı olarak ele alınan gerilla savaşı, belli bir hazırlığa ve ön örgütlülüğe sahip olmaksızın yürütülen tekil silahlı eylemler düzeyine indirgenemez. Aynı şekilde, gerilla savaşı, yasal ya da barışçıl kitle eylemleri gibi gelişen siyasal olaylara karşı bir “protesto”yu ifade eden silahlı eylemlere de indirgenemez.
Silahlı devrimci mücadele ve onun bir biçimi olarak gerilla savaşı, belli ve belirgin bir stratejiye, politikleşmiş bir askeri savaş stratejisine bağlı olarak sürdürülmek durumundadır.
Gerilla savaşı, küçükten büyüğe, basitten karmaşığa doğru ilerleyen bir savaş sürecidir. Bu mücadele süreci, kaçınılmaz olarak bir hazırlık aşamasını içerir. Hazırlık aşaması, gelecekteki gerilla savaş alanlarında gizli örgütlenmeyi ve gerilla güçlerinin ön eğitimlerini, teknik hazırlıklarını kapsar.
Legalizmin ideolojik hegemonyası altında “barışçıl/legal” mücadele araçlarıyla mevcut iktidarın yıkılabileceği “umudu”, her şeyden önce gerilla savaşını frenler, hazırlık aşamasının uzamasına ve kendi içinde tahribata uğramasına yol açar.
“Yoğun bir şehirleşmenin ve gerçek bir sanayileşme değilse bile az çok gelişmiş bir hafif ve orta sanayinin bulunduğu ülkelerde gerilla grupları teşkil etmek daha zordur. Şehirlerin ideolojik etkisi, barışçıl usullerle örgütlenmiş kitle savaşları umudunu yaratarak gerilla savaşlarını frenler. Bu da bir çeşit ‘örgütçülük’ ya da ‘kurumculuk’ (revizyonist örgütlenme) yaratır ki, az çok ‘normal’ sayılabilecek olan dönemlerde, halkın geçim şartlarının başka durumlara nazaran pek o kadar çetin olmaması ile nitelenebilir.” (Che Guevara)
Bu somut-tarihsel gerçekler karşısında, AKP iktidarına karşı tek gerçek alternatifin devrimci mücadele olduğu, devrimci mücadele olmaksızın, AKP iktidarından ve onun yaratıcısı ve koruyucusu olan emperyalizmden kurtulmanın olanaksız olduğu görülmelidir.
Bu durumu gören ve bunun bilincinde olan herkes, silahlı devrimci mücadele stratejisi (Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi) çevresinde toplanmalıdır. “Ülkemiz AKP iktidarı eliyle hızla İslami-faşist bir diktatörlüğe doğru sürükleniyor” saptamasını yapanlar da, bu saptamaya katılanlar da, faşist diktatörlüğe karşı savaşmanın kaçınılmazlığını da görmek, bilmek ve buna uygun biçimde örgütlenmek zorundadırlar.
Hemen herkesin legalize olduğu, hemen herkesin herkes tarafından bilindiği, her türlü ilişkinin ve iletişimin izlendiği bir ortamda örgütlenmek ve mücadele etmek hiç de kolay olmayacaktır. Silahlı devrimci mücadelenin hazırlık aşamasının gizliliği ile legalizmin yarattığı aleniyet arasındaki çelişki pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. En temel sorun da, tekil bireylerin kadrolaştırılmasında, stratejik çizgiyle bağlantı kurmasında ortaya çıkmaktadır. Bu sorunun aşılabilmesinin yolu, hiç şüphesiz legalizmin ideolojik gücünün kırılmasından geçmektedir. Ancak bu uzun bir ideolojik mücadele sürecini öngerektirir. Dahası bu ideolojik mücadele, legalizmin etkin olduğu her alanda yürütülmesi gereken bir mücadeledir. Bu alanlarda legalizmin (ve elbette oportünizmin) gerçek niteliği teşhir edilmelidir. Legalizmin gerçek niteliğinin teşhir edilmesi de yeterli değildir. Bu teşhir faaliyetine paralel olarak, bu durumu görmüş olan bireyler bir araya getirilmeli, gelmelidir. Ve ancak o zaman legalizmin yarattığı aleniyetin sorunları aşılabilir ve stratejik çizgiyle daha güvenli ve daha sağlam bağlantı kurmanın yolları yaratılabilir.
Bugün Türkiye devriminin en acil sorunu, tüm legalizasyona, aleniyete ve karşı-devrimin olağanüstü tahkim edilmiş karşı-önlemlerine rağmen, silahlı devrimci mücadelenin hazırlık aşamasının tamamlanmasıdır. Bu durum karşısında, içinde yaşanılan sürecin ve silahlı devrimci mücadelenin gerekliliğinin bilincinde olan herkes, merkezi örgütlülük içinde olsun ya da olmasın bulunduğu alanlarda doğru devrimci çizgiyi savunmalı ve onun çevresinde örgütlenmeye gidilmesini sağlamalıdır.
Silahlı devrimci mücadelenin bir alternatif olarak ortaya çıkması mevcut tüm “denklem”leri değiştirecektir. Kesin olan budur.
http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc140_2.html
“Mevcut Düzenin Sınırlarını Aşmak”, başlıklı yazı bana 1970’leri anımsattı…
*
İlk bir kaç paragraf ne denli muğlak, karanlık… Bu bir retorik!
Kısaltacağım… “Dolgusu” fazla bir yazı!
*…
Bugün varolmayan tek şey, gerçek “denklem”in karşıt ucu olan devrimci mücadele, özel olarak silahlı devrimci mücadeledir…. Devrimci mücadele, siyasal mücadeledir. .. Gayri-nizami savaşın en tipik biçimi gerilla savaşıdır… ..Politikleşmiş askeri savaşın temel amacı, bir yandan kitlelerle temas kurarak, siyasi gerçekleri açıklayarak halk kitlelerini bilinçlendirmek, diğer yandan bilinçlenen kitleyi örgütlemektir… İşte bu alternatif örgütlenmenin en gelişmiş ve örgütlü hali gerilla savaşıdır…. Bu somut-tarihsel gerçekler karşısında, AKP iktidarına karşı tek gerçek alternatifin devrimci mücadele olduğu, devrimci mücadele olmaksızın, AKP iktidarından ve onun yaratıcısı ve koruyucusu olan emperyalizmden kurtulmanın olanaksız olduğu görülmelidir…
Hemen herkesin legalize olduğu, hemen herkesin herkes tarafından bilindiği, her türlü ilişkinin ve iletişimin izlendiği bir ortamda örgütlenmek ve mücadele etmek hiç de kolay olmayacaktır. Silahlı devrimci mücadelenin hazırlık aşamasının gizliliği ile legalizmin yarattığı aleniyet arasındaki çelişki pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. ..Bugün Türkiye devriminin en acil sorunu, tüm legalizasyona, aleniyete ve karşı-devrimin olağanüstü tahkim edilmiş karşı-önlemlerine rağmen, silahlı devrimci mücadelenin hazırlık aşamasının tamamlanmasıdır. ..Kesin olan budur.”
***
Bu bildiriyi yazanların, yayınlayanların, yazılanlara inanan ve önemseyenlerin “idealizminden”, özgeciliğinden, dürüstlüğünden kimsenin kuşkusu olamaz. Ama insanlığın ve bu coğrafyanın ve tarihsel-sosyal-kültürel gerçekliğini inkar ettiğ de çok açık.
Bu sitede iktidar kötülüğü ve “devrimci” silahlı mücadele üzerine çok şey yazıldı, konuşuldu.
Haydi hayal kuralım… Bu “silahlı gerilla mücadelesinin” hem de “zaferle” sonuçlanacak “filmini” ileri saralım… Ne oldurdu? Bu akıl yürütmeye itiraz edilecek elbette… Ama en iyimser olasılık sürecini konuşalım… Elbette verili toplumsal-tarihsel-kültürel ilişkiler içinde en iyimser olasılığı…
***
Sanırım 3-5 milyon insanı öldürmek gerekecek! Tipik, “azgın” sağcı popülasyon ile iç savaş kaçınılmazdır! Seçmen popülasyonu olarak en iyimser tahminle bu % 35 dir! 18 milyon civarı! Son bir ankette de IŞİD sempatizanlarının % 5 olduğunu öğrendik! Bu % 35’in % 5’i “karşı devrim” silahlı mücadelesine girse yaklaşık 2 milyon yapar! IŞİD sempatizanları bile erişkin nüfusun % %’i… Açık. Karşıda eli armut toplamayan 3-4 milyon kişi olacak… Yanlış anımsamıyorsam 1914’lerde Almanya’da Sosyalist, Komünist partiler 4-5 milyon oy alıyordu…
Tamam; Stalin yöntemleri de lafı mı olur; ABD-Avrupa da “şövalyece” davrandı… Karışmadılar! “Şefkatli” davrandık. Bir milyon cinayetle işi kotardık… Kalanları da toplama kamplarında sessizce halledeciğiz elbette! Sonra…. Elimizde, ekonomisi tümüyle dışa bağımlı, gübre, ilaç, motorlu araçları dışarıdan almak zorunda olan bir ülke kaldı. Beyin göçü ile en kıymetli evlatları çekmiş gitmiş… Sadakacı, ibadetçi, duacı bir % 60-70!
Sonra bu iktidarı alanlara bakacağız! “Onlar ki…” sütten çıkmış değiller! Yeni zorbalar olmak zorunda kalacaklar….
Biz bu filmi görmedik mi?
***
Bu “Devrim” sözcüğü benim de kulağıma, ruhuma çok hoş geliyor… Ama zamanı gelmemiş bir Devrim adına yola çıkanların acımasız katiller olmak zorunda olacaklarının arkada bıraktığımız bir tarihten sonra hala öğrenilememiş olması kim bilir hangi “gen’lerimizle” ilgili…
Şiddete karşı mıyız, sahiden?
Milattan önce 514 yılında Atina’nın seçkin gençlerinden Harmodios ve Aristogeiton, zamanın diktatörü Hippias’a bir suikast düzenlerler. Saldırı bir dini tören esnasında kalabalık içinde gerçekleştirilir. Hippias kurtulur, ama kardeşini öldürmeyi başarırlar. Suikastçilerden biri olay yerinde öldürülür; öbürü daha sonra işkence altında can verir.
MÖ 508 yılında Atina’ya demokrasi geldiğinde yeni rejimin ilk yaptığı işlerden biri, “Zalim-Öldürenler”in (tyrannophonoi) bronzdan heykelini yaptırıp Çarşı meydanına dikmek olur. Tarihçi Thukydides’e göre bu, tarihte kamu bütçesinden yaptırılan ilk anıt-heykeldir; aynı zamanda muhtemelen – padişah ve tanrılar dışında – bugün adını bildiğimiz gerçek bir kişiyi temsil eden, tarihteki ilk anıt-heykeldir. Bir bakıma, Yunan sanatını önceki medeniyetlerden ayıran büyük dönüşümün ilk timsalidir. İnsanlığın entelektüel evriminde bir dönüm noktasıdır. Kutsal Devlet’e karşı, sıfatsız – ve çıplak – Birey yüceltilir.
28 yıl sonra Persler Atina’yı işgal ettiğinde heykeli alıp götürürler. Bunun üzerine Atina kenti anıtın daha da güzelini sipariş edip aynı yere koydurur. O günlerde bestelenen bir ilahide iki kafadar, “özgürlük ve adaletle yeniden doğuşu” sağlayan kahramanlar olarak tanrısal Akhilleos’a eş sayılırlar. Devlet başkanının resmi tahtının ayağına, Zalim-Öldürenler heykelinin kabartması işlenir (bu tahtın bir örneği şimdi British Museum’da Elgin mermerleri faslındadır). İki suikastçinin soyundan gelenlere, sonsuza dek Meclis binasında ücretsiz ağırlanma ve tiyatroda en ön sırada oturma ayrıcalığı tanınır. Bir süre sonra Rodos şehir devleti, iki Atinalıyı resmen ilah mertebesine yükseltir; ikisi adına yıllık yortu ve kurban töreni tesis eder.
Yüz küsur yıl sonra Syrakusa diktatörü Dionysos’un sofrasında “en iyi bronz hangisidir” diye sorulduğunda, şair Antiphon’un “Atina’da Harmodios ve Aristogeiton heykelini yaptıkları bronz” diye cevap verdiğini Ploutarkhos aktarır. Enfes cevaptır.
*
Memlekette ağzı olan herkesin delirmiş papağanlar gibi “terör” ve “şiddet”e karşı iyi çocuk olmanın faziletlerini sayıkladığı bir zamanda bu hikâyeyi hatırlamakta fayda gördüm.
“İntihar bombacısı” mı demiştiniz?
http://www.facebook.com/note.php?note_id=10151082491918859
O.Gürsel
Öldürmenin her türlüsüne karşı olacaksak ölmemiz gerekir. Yediğimiz hayvanlar ve bitkiler de canlı. Onların öldürülmesini doğal karşılarken insanların öldürülmesini doğaya aykırı görmemizin nedeni insanmerkezciliğimizdir.