Fikret Başkaya / Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Türkiye Solu…
“Bir başkasını ezen ulus özgür olamaz”.
Karl Marx
“Her türlü sağlam ve özgür gelişmenin temel koşulu ulusal kölelikten kurtulmaktır”
F. Engels
Bidayetten itibaren Türkiye sol hareketi Kürt sorununa dair tutarlı bir yaklaşıma sahip olmadı… Elbette istisnalar var ama “istisnalar kuralı doğrulamak içindir” denmiştir… Bunun iki nedeninden söz edilebilir: Birincisi, Türkiye solu hiçbir zaman resmî tarihle, rejimin resmî ideolojisiyle cepheden bir hesaplaşmaya cüret etmedi… Malûm, resmi tarih mülk sahibi egemenlerin “bilinmesini istediği” tarihtir… Geçmişte yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış versiyonudur.
Fakat, resmî tarih oluşturmak bir başına amaç değildir. Asıl amaç ‘resmî ideoloji’ oluşturmaktır. Resmî tarih, resmî ideolojinin hammaddesidir… Velhasıl, resmî ideoloji oluşturmak için resmî tarih oluşturmak, resmî tarih oluşturmak için de toplumun hafıza kaybına uğratılması, toplumsal belleğin [kolektif hafızanın] yok edilmesi, bozulması, tahrif edilmesi, bugünün egemenlerinin ihtiyacına uygun bir bellek imal edilmesiyle mümkün oluyor.
Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya [occultation], adıyla çağırmamaya, sansür ve oto-sansüre dayanan bir tarih versiyonudur. Toplumsal bellek, egemen sınıfların ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden kurgulanıyor. Dolayısıyla genç nesillere öğretilen tarih ‘gerçek tarih’ değil, ısmarlama üzerine üretilmiş bir tarih versiyonudur.
Bu “uydurulmuş tarih, başta genç nesiller olmak üzere, kitleler tarafından ‘içselleştirildiğinde’ amaç gerçekleşmiş sayılır. Öyleyse bir toplumun hafızasını [belleğini] yok etmeye, değilse bozmaya, hafıza kaybı [amnésie] yaratmaya, tarihi tahrif etmeye kim neden ihtiyaç duyuyor sorusu akla gelir. İktidar olmanın ve iktidarda kalmanın yolu gizlemekten, unutturmaktan, toplumu geçmişine yabancılaştırmaktan, toplumu “tarihsizleştirmekten, kimliksizleştirmekten” geçiyor. Zira, toplumsal hafıza toplumsal kimliğin en temel yapıcı unsurudur…
Bizde sol hareket, Cumhuriyetin anti-emperyalist bir mücadele sonucu kurulduğuna inanıyor… “Millî Mücadele” emperyalizme karşı bir mücadele değildi… Tam tersine emperyalizmle uzlaşmaydı… Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist savaşta taraf olduğu unutuluyor… Hikâyenin 1919 sonrası esas alınıyor… Savaşta yenilen tarafa bir dizi ‘yaptırımlar’ dayatmak işin doğası gereğidir. Ülkenin Batı bölgelerini istila eden Yunan Ordusunun püskürtülmesi, anti-emperyalist bir ‘ulusal kurtuluş hareketi’ değildir… Söz konusu olan ‘kurtuluştur’… Mesela Fransızların Alman işgalini püskürtmesi, bir kurtuluş hareketidir (libération)… Oysa, Cezayir halkının Fransız kolonyalizmine, Vietnamlıların Amerikan emperyalizmine karşı yürüttükleri mücadele, ‘anti kolonyalist, anti-emperyalist bir ulusal kurtuluş mücadelesidir’…
İkinci neden de ‘sınıf mücadelesini’ sadece işçi sınıfının (proleteryanın) sermayeye ve burjuva devlete karşı yürüttüğü mücadele saymakla ilgili… Komünist Manifesto’da Sınıf mücadelesi çoğul ifade ediliyor… “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir” deniyor… Dolayısıyla, sadece işçi sınıfıyla burjuva sınıfı arasındaki mücadele değil … Doğrusu ‘sınıf mücadelesi değil, sınıflar mücadelesidir’…
Köle isyanları, ulusal kurtuluş için yürütülen mücadeleler de sınıf mücadelesidir… Santo Domingo’da [bugünkü Haiti] Toussaint L’Ouverture önderliğinde Fransız kolonyalizmine karşı yürütülen Siyah Kölelerin isyanı bir sınıf mücadelesi değil miydi? Fransızların defedilmesi sadece Haiti’de değil, tüm Orta ve Güney Amerika’da [Latin Amerika] şeylerin seyrini değiştirmişti… Kıtada köleciliğin lağvedilmesiyle sonuçlanmıştı… Amerika kıtasının ilk devrimiydi… İrlandalıların İngiliz kolonyalizmine ve köleleştirme saldırısına karşı mücadelesi de bir sınıf mücadelesiydi. İkinci Dünya Savaşı ertesinde sömürge halklarının ulusal bağımsızlıkları için yürüttükleri mücadeleler de bir sınıf mücadelesiydi. Aynı şekilde Güney Afrika’da Nelson Mandela önderliğinde ırk ayrımcı (apartheid] rejime karşı siyahların mücadelesi de bir sınıf mücadelesiydi… Yüzyıllık Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin de tartışmasız bir sınıf mücadelesi olduğu gibi…
Dolayısıyla, sadece işçi sınıfının burjuvaziye ve burjuva devlete karşı yürüttüğü mücadele değil… Sınıf mücadelesi farklı tarihsel dönemlerde farklı biçimler almıştır. Son tahlilde söz konusu olan ezen-sömüren ve ezilen-sömürülen sınıflar arasındaki mücadeledir.
Tarihte kadınlar ‘ilk ezilen sınıf” olmuştur. Esasen kadının aile içindeki konumu, işçinin fabrikadaki, işyerindeki konumu gibidir. Eğer söz konusu olan ücret karşılığı çalışan kadınsa, proleterse, çifte sömürüye ve baskıya maruz demektir… Boşuna “kadınların kurtuluşu evrensel kurtuluşun ölçüsüdür” denmemiştir… Kadınlar ezilmeye, sömürülmeye devam ettikçe de gerçek bir eşitlikten-özgürleşmden (emansipasyondan) söz etmek mümkün değildir. Zira, kadınların mücadelesi bir cins mücadelesi değildir…
Netice itibariyle, üç düzlemde (boyutta) gerçekleşen üç büyük sınıf mücadelesinden söz etmek mümkündür: Uluslararası planda ezilen halkların, ulusal planda işçi sınıfının ve aile içinde kadınların mücadelesi…
Nasıl doğa zerreciklerden oluşursa, insan dünyası da uluslardan oluşur.
Ulusun şahane bir tanımı: Dolandırıcı ile enayiyi kardeş yapar.
Marks uluslar dışında kalanları kendisi gibi büyük beyinliler ile girdiği horoz kavgası içende olduğu rakiplerinin yanlış olduğunu kanıtlamak için kullandı. Karl Marks Yahudi-Hıristiyan geleneği içinde bir kurtarıcı ve (eski adı burjuva) orta-sınıf düşünürdü. Rus-Çin ve diğer devrimler Avrupalı sarışın mavi gözlüler gibi orta sınıf olma devrimleri idi. Bu site de bir orta-sınıf solcu devrimci sitesi.
Eskiden, anarşistin Marksisten farkı, anarşistin çok daha cahil olduğu söylenirdi. Okul-Televizyon –(ve şimdi) İnternet evliliği ile cahil/bilgili ayırımı, her şey gibi, anlamını kaybetti. İsrail-Gazze savaşı haberleri, yorumları, taraf tutmaları, fikir yürütme özgürlüğü ile her şey mubah oldu. Televizyon-İnternet vasıtasıyla tüm dünya ile hemen ilişki kurmak, hemen her şeyi bilmek, hemen fikir geliştirmek ile fikir en adi ve en ucuz meta oldu.
İki örnekle yetineceğim.
1. İnsanlığın ilk günahının yemek olduğu Eski Ahit’te. Yani o ünlü tarım-hayvan ve insan evcilleştirilmesinden sonra. Darwin bunu seküler/laik/bilimsel etti. Marks, eğer yemek bolluğu yaratırsak, Avrupa sarışın mavi gözlülerin büyük vaadi olan Özgürlük, Kardeşlik, Eşitlik, Hümanizm (son günlerde bu DEMOKRASİYE indirgendi) yalan, meşhur diyalektikle doğru olur ve böylece bol sütlü bir inek doğmuş olur iyi haberini verdi. Bu yeni yalan da eskisi kadar güçlü: Çin hala komünistlik ayıp donu ile apaçık olan kapitalistliğini saklamakta.
Son zamanlarda gezegeni kurtarma haçsız seferleri ilan edildi. Eski bol tüketim yerine sürdürülebilir ekonomi pompalanmakta ve medya artistleri hemen akıma katılmakta. Günümüzde, devlet-endüstri-banka Teslis’ini bile bir yana bıraksak, çevreyi harabeye çevirenler dünya nüfusunun %1’den az. Tabii sağ ve sola göre dünyayı viraneye çeviren İNŞALIKMIŞ, yani hepimiz.
19’ncu yüzyılda kolonileri sayesinde dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Fransa’da bile tarımcı köylüler “yamalanan palto yenisinden çok daha uzun dayanır” derlerdi. Onları bırak, son 7-10 bin yıl baş belası olan medeniyetlerde bile halkın %99’u sürdürülebilir ekonomi yaşadı. Bunu bilmek için fazla bir bilgi bile gerekmez, fakirleri düşünün yeter. Galiba medya artistliği için can atan bu orta-sınıf sitesinde büyük beyinliler başka şöhret peşindeler.
2. Şu an İsrail’in Filistinlileri soykırımından geçirmesi ile ilgili bir tarihi yazı:
“Her şey ulus inşası, deforme olmuş diaspora Yahudilerinin küllerinden güçlü bir İbrani ulusunun doğuşu – ya da onlara göre Anka kuşu gibi yeniden doğuşu – ile ilgiliydi. Gelecekteki bir İbrani devletinin temellerini atıyorlardı. Çoğunun, yirminci yüzyılın ikinci yarısında sömürgecilikten kurtulmanın ardından, sosyalist Siyonizm’i savunan, kendinden menkul solcular olması bugün tuhaf görünebilir. Ancak o günlerde SOSYALİZM ile sömürgeciliğin birleşimi istisnai bir durum değildi. Sosyalist Enternasyonal’in Yedinci Kongresi’nde (Stuttgart, 1907) sunulan bir karar taslağı şunu ileri sürüyordu: “Kongre prensipte tüm sömürge politikalarını kınamıyordu, çünkü sosyalizmde sömürge politikası UYGARLAŞTIRICI (karşımıza yine o İLERLEME ideolojisi çıktı) bir rol oynayabilirdi.”
Moshé Machover Feb 01, 2020 (Monthly Review aylık dergisinde)