Taha Haber Genel Yayın Yönetmeni Nuri Akçay, Doç. Dr. Fikret Başkaya ile Türkiye’deki İslamcılar ve Suriye meseleleri üzerine bir röportaj gerçekleştirdi.
Türkiye’deki İslamcılar, AK Parti hükümeti, Türk Dış Politikası ve Suriye konusu üzerine dikkat çekici açıklamalarda bulunan Fikret Başkaya’nın bu röportajı, pek çok anlamda ufuk açıcı olacak.
İşte O çarpıcı röportaj:
Nuri Akçay: Türkiye’de İslamcılığın siyasal bir akım olarak ortaya çıkması 1960’lı yıllara denk gelmekte; fakat İslamcılığın ahlaki açıdan en fazla tartışıldığı dönem ise 2002’den günümüze kadar süren AK Parti iktidarının bulunduğu dönem. Sizce bunun altında yatan sebep ne? Tek suçlu olarak AK Parti’yi gösterebilir miyiz? İslamcı cemaat ve grupların bu yozlaşmada etkisi yok mu?
Fikret Başkaya: Türkiye’de devletin dine yaklaşımını iki döneme ayırmak gerekir: Birinci dönemde, kabaca 1923-1946/50 yıllarında, din daha çok baskı altına alınıyor. Cemaatlerin “açık” faaliyetlerine pek izin verilmiyor. “Çok partili” sisteme geçildiği 1946/50 sonrasında dine yaklaşım yumuşuyor ama yine de havuç/sopa yaklaşımı benimseniyor. O tarihten sonra dini kullanma/araçlaştırma politikası benimseniyor ve rejim dozunu kendi ayarladığı bir dinci gericiliği demokratik/sol muhalefete karşı, toplumsal uyanışa karşı (işte Komünizmle Mücadele Dernekleri vb,) ve 1980’li ve 1999’lı yıllarda da Kürt hareketine karşı mobilize ediyor. Dolayısıyla dinci gericiliğin yükselmesinde veya aynı anlama gelmek üzere, “siyasal İslam’ın” palazlanmasında devletin dahli göz ardı edilemez. Şahsen dinle ilgili ciddi bir tartışma yürütüldüğünü sanmıyorum. “İslamcı cemaat ve grupların” yozlaşması kaçınılmazdı. Zira Politik İslam’ın bir toplum projesi yok. O zaman yegane amaç iktidar olup, bütçeyi ve hazineyi yağmalamak ve toplumu bağnaz bir dinci gericiliğe hapsetmekten başkası olamazdı ve olmadı… İslamcı gruplar AKP hükümetine yamanarak, iktidara ortak olarak yağma ve talana da ortak oldular, zenginleştiler, muradlarına erdiler ve böylece gerçek niyetleri de açığa çıkmış oldu. Türkiye’de politik İslam’ın güçlenmesinde devletin önemli bir rolü oldu. Aslında Cemaatlerin ve AKP’nin dinin temel metinleriyle “yüksek insânî değerlerle ilgileri tam bir retorikten ibarettir… Asıl amaç başka ve son 13 yılda gerçek yüzleri ortaya çıktı. Hiç bir insanî, ahlâki değerle bir ilgileri yok. Çalıp-çırpmayı, yalanı-dolanı dinî bir söylemle dayatmaktan başka bir şey yapmaları mümkün değil…
BU ÜLKE, AKP DÖNEMİNDE OLDUĞU KADAR SÖMÜRÜ, YAĞMA VE TALAN GÖRMEDİ
NA: AK Parti’nin iktidara gelmesiyle Türkiye’deki İslamcılığın öldüğünü de söyleyebilir miyiz. Zira artık muhalefet etmeyen ve sisteme entegre olup zenginleşen bir İslamcı çevreden söz ediyoruz.
FB: Sadece Türkiye’de değil, Türkiye gibi Politik İslam’ın iktidar olduğu her yerde ve çok kısa sürede İslamcıların gerçek niyeti deşifre oldu. Müslüman Kardeşler, kısa süreli de olsa iktidar olduğu Tunus ve Mısır’da kendilerini ele verdiler, foyaları meydana çıktı. Yaptıkları yegane şey zenginleşmek, bu amaçla kamu kaynaklarını yağmalamak, talan etmek, yandaşlarını palazlandırmak ve sınırlı demokratik hakları yok etmek, bağnaz bir dinci gericiliği dayatmaktı… AKP, başlarda pek açığa çıkmasa da Müslüman Kardeşlerin Türkiye versiyonudur. Her yerde aynı şeyi yaptılar. Şu kadarlık ömrümde bu ülke, AKP döneminde olduğu kadar sömürü, yağma ve talan görmedi. Böylesine utanmaz bir oportünizm görmedi… Yaptıkları yapacaklarının garantisidir. Politik İslam’ın artık bir daha ayağa kalkma ihtimali yok. En azından bunu orta vade için söyleyebiliriz. Kan kaybetmeye devam edecekler… İnsanlar yegane amacı ve kaygısı yağma ve talan, toplumu bağnaz bir dinci gericiliğe hapsetmek olan, hiç bir gelecek projesi olmayan, hiç bir asgari etik kaygı taşamayanbir siyasi harekete neden ümit bağlamaya devam etsinler?
RADİKALLEŞMEYİ DİNDE DEĞİL, ONU YORUMLAYANLARDA ARAMAK GEREKİR
NA: Dünyadaki İslami hareketlere baktığımızda, sürekli radikalliğe doğru evrilen bir yönelim görmekteyiz . Bir dönem Müslüman Kardeşler çizgisi hakimdi. Yakın dönemde ise El Kaide ve ötesinde IŞİD denen vahşi bir örgüt ortaya çıktı. Sizce radikalliğin kaynağını İslam aleminin bilgiden ve kültürden uzaklaşması olarak görebilir miyiz. Öte yandan bu radikalleşmenin Türkiye’ye yansımalarının nasıl olacağını tahmin ediyorsunuz.
FB: Ne kadar eski, köklü, yaygın olursa olsun, ne kadar toplum bilincinin derinliklerine nüfûz etmiş olursa olsan, din de son tahlilde bir ideolojidir ve hiç bir ideolojiye hak etmediği gücü vehmetmek doğru değildir. Politik İslam ta baştan itibaren kolonyalist/emperyalist odaklar tarafından araçlaştırıldı, manipüle edildi. Dolayısıyla sorunun bu veçhesini hiç bir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Eğer din bir ideolojisiyle o zaman yoruma da tabidir demektir. Şöyle veya böyle yorumlanabilir. Bir kere İkinci Emperyalistler arası savaş sonrasında, özellikle de ‘soğuk savaş’ döneminde din (İslam)ulusal/ilerici/demokratik/ sosyalist hareketleri etkisizleştirmenin, Sovyet sistemini çökertmenin bir aracı olarak kullanıldı. Son dönemdeki radikalleşmede , ABD önderliğindeki Batı’nın büyük dahli var. Tabii güdümlü hareketler her zaman güdümlü olmaktan çıkma istidadına ve potansiyeline sahiptirler. Bazen yangını çıkaranlar onu söndüremeye bilir, Ruhları çağıranlar geri yollayamaya bilir…
Radikalleşmeyi dinde değil, onu yorumlayanlarda aramak gerekir. Benzer fanatizmler ve radikalleşmeler pek âlâ başka dinlerde de ortaya çıkabilir… Elbette belirli bir tarihten sonra İslam Dini kendini yenileme yeteneğini kaybetti, İslam toplumları kapitalist modernitenin meydan okumasına cevap vermekte yetersiz kaldı; ama nihai analizde Ortadoğu toplumlarının içine sürüklendiği çıkmazı, sadece dinle açıklamak asla uygun değildir. Bölgenin durumunu, hakim ekonomilerle, Batı emperyalizmiyle bağımlılık, hakimiyet, sömürü ve şartlandırma ilişkilerini göz ardı ederek anlamak mümkün değildir. Türkiye’ye yansımalarına gelince, bundan sonra moral üstünlüğün kaybedildiği koşullarda, dinci fanatizmin Türkiye’de etkinliğini artırmasını mümkün görmüyorum. Zira bu ülkenin ilerici/demokrat/sosyalist birikiminin fanatik hezeyanlara daha fazla prim vereceğini sanmıyorum.
NA: AK Parti ve Türkiye İslamcılarının Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz.
FB: Doğrusu AKP’nin Suriye politikası tam bir rezaletti, tam bir kepazelikti. İnsanın aklına iyi de bu kadarını nasıl yaptılar, yapabildiler diyesi geliyor. Sanıyorum “Yeni Osmanlıcı” hezeyanlar, Osmanlıyı XXI’inci yüzyılda yeniden ihya etme, Sünni İslam’ın merkezi olma saplantısı bu kadar büyük bir yanlışı ve ayıbı mümkün kıldı. Aksi halde insan havsalasının alacağı bir şey değil… Türkiye’nin dış politikasını hep eleştirdik. Türkiye’nin yüzünü emperyalist Batı’ya, sırtını kendi coğrafyasına, Orta-Doğu denilen bölgeye çevirmesini hiç bir zaman tasvip etmedik ama bu kadar yanlışı da hiç görmedik doğrusu. Suriye’de yaşanan şiddetin, vahşetin, işlenen insanlık suçlarının başlıca sorumlularından biri AKP hükümetidir. Ta baştan itibaren yapılan yanlışı teşhir etmek için hayli çaba harcadım ama durum bu günkü hale geldi maalesef. AKP Hükümeti, Libya’da olanın bir benzerinin Suriye’de de olacağı beklentisiyle hareket etti. Ve yanlış hesap Şam’dan döndü. Tabii Suriye de yangına körükle gitmenin Türkiye’ye faturası da çok ağır oldu… Ve olmaya devam edecek… Bir an önce bu hükümetten kurtulmak şart ve bunun için bu kepazeliğin bilincinde olanların bu sefil duruma vakitlice müdahale etmesi gerekiyor. Aksi halde durumun daha da dejenere olma riski yüksek…
NA: Suriye’de Türkiye’nin Batı ile birlikte hareket ettiği bilinmekte. Hatta Batılı devletlerden daha çok Suriye’ye yönelik askeri müdahale seçeneğini gündeme taşımakta. Türkiye’nin emperyal devletlerden daha çok Suriye’ye yönelik operasyon istemesini nasıl açıklayabiliriz.
FB: Sanıyorum bu sorunun cevabı yukarda kısmen verildi. AKP ve onun lideri, Esat rejimini yıkmaya yeminli. Onun dışında gözü hiçbir şeyi görmüyor. Oradaki insanların kaderi onları hiç mi hiç ilgilendirmiyor. AKP’nin lideri bir Sünni kuşak oluşturmak istiyordu ama beklenti çok erken boşa çıktı. Hatadan dönmemekte ısrar ediyorlar ve sorunları daha da büyütüyorlar. Esad’ın düşmesini, kendilerinin yönlendireceklerini düşündükleri Sünni fanatikleri, İŞİD ve benzerlerini iktidara getirmek istiyorlar. Velhasıl ısrarla ateşle oynuyorlar…
BÖLGEDEKİ HİÇ BİR DEVLETİN KENDİ SÖKÜĞÜNÜ DİKMESİNE İZİN VERMEME KURALI GEÇERLİ KILINIYOR
NA: George Friedman“Gelecek 100 yıl” adlı kitabında, ABD’nin sorunlu bölgeleri ele geçirmekten çok burada kaosun daha da artmasını sağlamaya çalıştığını ve bunun ABD için daha avantajlı bir durum olduğunu söylüyor. Acaba ABD’nin şuan Suriye’de yaptığı şey bu mu?
FB: Bir kere neo-kolonyalizm döneminde bir ülkeyi işgal ederek orada kalmak ve yönetmek çoktan terkedildi. Zira, başka araçlarla (ekonomik, politik, finansal, ideolojik araçlar) ve işbirlikçi unsurlar aracılığıyla bu işi yürütmek mümkün iken, işgal ve ilhak artık gerekli değil. İşin tuhaf tarafı, yerli işbirlikçi unsurların bir de “milliyetçiliği” elden bırakmamasıdır… İnsanlar aldatılmaya hazır oldukça, mutlaka aldatıcılar da çıkacaktır. Tabii bölgede Siyonist İsrail Devletinin varlığı demek, bir bakıma orada emperyalizmin fizikî varlığı da demektir. Orta-Doğu denilen bölge, başını ABD’nin çektiği “kollektif emperyalizm” için vazgeçilmez. Bir kere jeostratejik ve jeopolitik önemi çok büyük. İkincisi, petrol ve doğal gaz kaynakları ve ulaşım yolları itibariyle de vazgeçilmez öneme sahip. Orada emperyalist çıkarların güvence altına alınması için, ne yapıp-edip bölge haklarının kendi ayakları üstünde durmalarını engellemeleri gerekiyor… Mâhut “kaos stratejisi”… Bunu nasıl gerçekleştiriyorlar? Bölgeyi din, mezhep, etnik, aşiret, kabile… hasımlıkları temelinde sürekli bir çatışma ve boğazlaşma sarmalına sokarak… Emperyalist stratejinin yaptığı ve yapmak istediği bu. Böylece İsrail’in güvenliği de sağlanmış oluyor.
Bölgedeki hiç bir devletin kendi söküğünü dikmesine izin vermeme kuralı geçerli kılınıyor. Bunun için de oradaki devletlerin olabildiğince ufalanması gerekiyor ve şimdilerde yapılan da o… ABD ve müttefiklerinin “gerçek niyetlerinin” ne olduğu iyi anlaşılırsa, IŞİD’le mücadele retoriğinin ne demeye geldiği de netleşir, yerli yerine oturur. Fakat bu gün orada yapılanların geçmişi oldukça eskiye dayanıyor. Jimmy Carter’in başkanlığıbdöneminde (1977-1981) ABD Ulusal Güvenlik danışmanı olan Zbigniew Brezinski tarafından Ortadoğu’da 30 yeni devlet kurulması ve o zaman 56 kadar olan devlet sayısını 86’ya çıkarma teklifi yapılmış ve bu teklif 1983 yılında Senato tarafından Kabul edilmişti… Şimdilerde o plan dahilinde hareket ediyorlar. Amaç devletleri ve toplumları olabildiğince küçük parçalara bölmek… İşte Suriye ve Irak’tan 6 devletçik çıkarma hesabının arkasında o plan var. Devletler ne kadar parçalanır, toplumlar ne kadar ufalanırsa, bölgede at oynatmak o kadar kolaylaşıyor. Tabi bu işte “hırsızın” vebali de az değil. Bölge halkları bir türlü aklını başına almayı ve ayağa kalkmayı beceremedi bu güne kadar. 1950’lerde öyle bir çıkış hamlesi yapıldı ama başarılı olamadı. Bölgedeki rejimler yeniden külliyen kompradorlaştı… Bölge halkları için yegane kurtuluş yolu, kapitalizmi sorun etmekten ve emperyalizmi bölgeden sepetlemekten geçiyor ve bu gayet mümkün… İnsanların, toplumların eli ilâ-nihaî armut toplamaya mecbur olmadığına göre…
NA: Türkiye’nin nihai olarak Suriye politikasında nasıl bir konum alacağını düşünüyorsunuz? Acaba yanlışlarının farkına varıp politikalarından vaz geçer mi?
FB: AKP iktidarda kaldıkça bu yanlıştan dönüleceğini sanmıyorum. Ayıbın üstünü örtmeyi sürdüreceklerdir. Dünyayı anlamaktan aciz olanların hayırlı bir şeyler yapması pek mümkün olan bir şey değildir. Küstah bir kendini beğenmişlikle işleri götüreceklerini sanıyorlar. AKP yanlıştan dönmez ama Türkiye halklarının AKP’den acilen dönmesi gerekiyor. Aksi halde fatura kabarmaya devam edecektir. Aslında rahatsız edici bir durum var: AKP çoktan meşruiyetini kaybetti, buna rağmen hâlâ iktidarda kalabiliyor oluşu tuhaf bir çelişki…
Kaynak: Taha Haber
FİKRET BAŞKAYA KİMDİR
Lise eğitimini İzmir Atatürk Lisesi’nde yaptı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi iktisat ve maliye bölümlerini bitirdi. Paris ve Poitiers üniversitelerinde doktora öğrenimini tamamladı. Yurt dışında bulunduğu süre boyunca; azgelişmişlik, emperyalizm ve kapitalizmden sosyalizme geçiş sorunları üzerine birçok araştırma yaptı.
Türkiye’ye döndükten sonra askerliğini yaptığı Yedek Subay Okulu’nda ‘sakıncalı er’ sayılarak Erzurum’a (Oltu) sürgün edildi. Askerlik sonrası değişik kuruluşlarda araştırmacı olarak çalıştı. Bir süre Sosyal Hizmetler Akademisi’nde iktisat dersleri verdi. Abant Izzet Baysal Üniversitesi iktisat bölümü öğretim üyesi iken Paradigmanın İflası adlı kitabından ötürü Terörle Mücadele Yasası’na muhalefetten 20 ay hapis cezasına çarptırıldı. Haymana Kapalı Cezaevi’nde cezasını çekti.2004’te, 1994 yılında Gündem gazetesinde yayımlanan ve hiçbir adli işleme konu olmayan makalelerine “Akıntıya Karşı Yazılar” adlı kitabında yer veren Doç. Dr. Fikret Başkaya’nın, “devletin manevi şahsiyetine hakaret ettiği” gerekçesiyle 3 yıl hapsi istendi. Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Başkaya’nın ‘eleştiri sınırları içinde kaldığı’na hükmedilerek hakkında beraat kararı verildi (2005). 2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Başkaya’nın ‘Paradigmanın İflası’ adlı kitabına sesli kitap projesinde yer verdi.
Fikret Başkaya 2007 yılı itibariyle Özgür Üniversite’nin başkanlığı görevini sürdürmekte ve bu kuruluşta gönüllü olarak ders vermektedir.
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/turkiye-dindarlasmiyor-aksine-dinden-uzaklasiyor_30083737
http://www.nerinaazad.com/columnists/kadir_amac/ahmet-tasgetirene-cevap
http://marksist.net/ilkay-meric/muhammed-aliyi-somurerek-sov-yapmak.htm