“Elhamdülillah Marksist-Leninistiz”

Bu ülkede insanlara “Müslüman mısın?” diye sorun, yüzde doksan beşi “Elhamdülillah Müslümanım” diye cevap verecektir.

Oysa çoğu, Müslümanlığın ne olduğu konusunda muğlak fikirlere sahiptir; “nedir Müslümanlık?” diye sorsanız doğru dürüst cevap veremez; atadan duyduğu birkaç efsanenin dışında İslamiyet hakkında hiçbir şey anlatamaz; İslamın “beş şartını” bile yarım yamalak bilir. Birkaç duayı ezbere bilse de anlamını bilmez. “Elhamdülillah Müslümanım” diyenlerin çoğu namaz da kılmaz; gösteriş olsun diye bazen cuma namazlarına gider, yine çevreye ayıp olmasın diye birkaç gün oruç tutar ya da tutar gibi yapar. İslam’a ilişkin ritüelleri bundan ibarettir ve bilgisi de son derece kıttır. Yine de “Elhamdülillah Müslümanım” demekten geri kalmaz.

Dünyayı bilmem ama Türkiye’deki halihazır solcuları bu tür Müslümanlara benzetirim. Sorsanız hepsi bir ağızdan, “elhamdülillah Müslümanım”cılara benzer bir şekilde “katıksız Marksist-Leninist” olduğunu söyleyecektir. Fakat Marksizm-Leninizme ilişkin bilgileri son derece kıttır. Marx’ı neredeyse hiç bilmezler. Lenin’e ilişkin birkaç menkıbe bilirler ama bilgileri bundan öteye gitmez. Sovyetler Birliği’nde ne olup bitmiştir, bununla aslında doğru dürüst ilgilenmezler bile ama Stalin’in Hitler’i yenilgiye uğrattığı menkıbesiyle övünmek pek hoşlarına gider. Facebook ya da twitter sayfalarında Kızıl Ordu askerlerinin Reichstag’ın tepesine orak çekiçli kızıl bayrağı dikmesine ilişkin fotoğrafı paylaşmaya ya da “483” Nazi askerini vuran keskin nişancı Kızıl Ordu askerinden övgüyle söz etmeye bayılırlar ama 2. Dünya Savaşı’nda gerçekte ne olmuştur bilmezler. 1939 yılındaki Hitler-Stalin saldırmazlık Paktı hakkında pek bir bilgileri yoktur. En bilgilileri bunun zaman kazanmak için ve savaşı ertelemek için bir taktik adım olduğunu söyleyecektir ama Savaşın bu paktın imzalanmasından bir hafta sonra çıktığını söyleyenlere kulaklarını tıkarlar. Şeytanın iğvasına uymamak için kulaklarını ya da gözlerini kapatan “elhamdülillah müslümanımcı”lardan hiçbir farkları yoktur.

Yaşam tarzlarının da Marksizm-Leninizmle bir ilişkisi yoktur gerçeklikte. Devrim falan umurlarında olmadığı gibi, Marksizm-Leninizmin ya da sosyalizmin içinde bulunduğu bunalıma çözüm aramak gibi bir dertleri de yoktur. Aslında kapitalist sisteme tamamen adapte olmuşlardır ama Marksizm-Leninizmin onlara toplum içinde bir statü kazandırdığını düşünerek onu bir rozet gibi taşırlar. Marksizm-Leninizmin geleceği ya da pratikte bu düşünceye ilişkin yapılacaklar umurlarında bile değildir. Bu yüzden, aynı genel geçer Müslümanlar gibi konformisttirler.

İslam inancında olmadığı halde İslam inancı ve tarihi hakkında çalışmalar yapmış bir teolog nasıl İslamiyet hakkında “elhamdülillah Müslümanım”cılardan çok daha bilgiliyse ve bu anlamda onlardan daha “Müslüman”sa, Marksist-Leninist olmayan bir tarihçi ya da teorisyen de “elhamdülillah Marksist-Leninistim”cilerden bu anlamda çok daha “Marksist-Leninist”tir. Çünkü Marksizm-Leninizmi kendine dert etmiştir. Oysa elhamdülillahçı bunu dert etmekten kopalı yıllar olmuştur ya da hiçbir zaman dert etmemiştir.

Elhamdülillahçı, Marksizm-Leninizm ve sosyalizm tarihini araştırmak, kurcalamak ve öğrenmek konusunda hiçbir tutkuya sahip değilken, tarihçi ya da teorisyen, Marksizm-Leninizmin tarihini, uygulamalarını ve sorunlarını büyük bir tutkuyla araştırır, irdeler, sonuçlar çıkarır; Marksizm-Leninizmin yanılgılarını tahlil eder; değerli yanlarını pratikteki hatalarından tefrik etmeye çalışır; kısacası, çağımızı etkilemiş bir ideolojiyi büyük bir merak ve ilgiyle tahlil etmeye çalışır.

Bizim “elhamdülillahçıların” umurunda değildir bunlar. Rahatsız edici sorulardan kaçmaya çalışır, batmakta olan bir geminin içinde, uyuşuk bir şekilde günlerini gün etmeye bakarlar sadece.

Gün Zileli

1 Eylül 2020

14 comments

  1. Cok güzel bir degerlendirme

    Eksik olan “Elhamdülillah Müslümanım” diye cevap verenlerle din konusunda tartismada, ona bilmedigi bir seylerden bahsettiginde, susup bilmedigini söyler ve kendince ilgisiz argüman sunar. “Elhamdülillah M/Leninistim” diye cevap verenlerle tartistiginda bilmediklerini, okumadiklarini söylemezler ve cevap zanettigi ayni seyi tekrar söylerler. 1924-50 tarihleri arasinda Sovyet halkina, tutsaklara ve diger halklara ( Kafkas, baltik, Balkan, dogu asya halklari) karsi uygulanan islemler Nazilerin ayri bir versiyonudur. 1950 den sonrada baski ve tutsak kamplaridevam etmistir. Iktidar üstten asagiya kadar rüsvet, yalan, yalakalik, isgüzarlik, ayrimcilik, siddet, iftira, linc, komplo, sahtecilk, sermaye birikimi, otoriterlik, statükoculuk, seksizm, türcülük ve vb seylerle kapitalist ülkeleri aratmayacak bir yapidaydi. Bizim Elhamdülillah ML ler bunlari ne bilmek, ne duymak , nede arastirma ihtiyaci hisseder. Ortadoks ML’ in cogu bizim topraklarda yasarlar. Avrupa solu yani Liberter marksistler ve int komunistlerle hic baglantilari yoktur.

  2. Gün, çok haklisin. Ben da tam bunu soylemek istiyordum. Ama bir türlü basaramıyordum. Ben onlara, aslında “Marksit Leninist olmadan, Matksist Leninist görünmeye çalişanlar” diyordum,’. Sonra,”vitrin düzenleyicileri” dedim o da kesmedi. Sonra sen
    “Elhamdülillahçı, Maksizim-Leninizmciler” dedin cuk oturdu.

  3. herkes doğru yolu bulacaktır

  4. Tarih

    Kitapsız filozof (!) Sakallı Celal’i ‘‘Türkiye doğuya giden bir gemidir. Güvertede batıya koşanlar, geminin batıya gittiğini zanneder…’’ demiş. Bunu söylerler ve göbeklerini hoplata hoplata gülerler. Sakallı Celal filozof milozof değildir. Şifahi filozof olmaz. Söylediği “lafügüzaf”tır, boş sözdür. Ama ben bu boş sözün içini dolduracağım:

    ***

    Bilindiği gibi “tarih”te üç zaman vardır: Geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman. Fiil çekimi gibi. Geçmişin sonu, geleceğin başı bellidir. İkisinin arasında şimdiki zaman bulunur. Şimdiki zaman, başlangıcı belli (bulunduğumuz an, gün, hafta, ay, yıl, yüzyıl) ama sonu görece olan bir süreçtir yani zaman parçasıdır.. Şimdiki zaman geleceğe doğru ilerlerken aynı zamanda geçmiş de olur. Benim gibi bir otodidaktın tanımlaması budur.. Bu tanımlamayı tarih ve zaman mühendisleri beğenmeyebilir. Beğenmesinler!

    ***

    Tarih(in) aracı (gemisi, treni) bir gezegen olmadığı için yörüngesi yoktur; bir doğru hat üzerinde hep geleceğe doğru ilerler. Tarih aracının bir sürücüsü de yoktur. Hızı değişse de hep ilerler. Dünya Güneş çevresinde döner ama tarih kendi çizgisini sürdürür. Başka bir deyişle tarihin ırmağında iki kez yıkanılamaz. Bireyler, toplumlar, uluslar hangi yöne dönerlerse dönsünler tarih geleceğe doğru ilerler. Yönleri tarihin yönünde olmayanlar telef olur. Erdoğan’ın dediği gibi “Atı alan Üsküdar’a geçer”. Ama tarihin Üsküdarı ile İstanbul’un Üsküdarı’nın adresi aynı değildir.

    ***

    Belki anlamışsınızdır: Sözü AKP yaratığına getirmek istiyorum. AKP demokrasi tramvayından Tek Adam durağında indi ama tarihin tramvayında hiç durak yoktur.

    İnsan dört ayaklıyken ayağa kalkıp iki ayaklı oldu ve iki el kazandı. Elini ve ayağını kullanarak ağaca çıktı ve bir daha dört ayaklı olmadı. Ağaçtan indi ve tarihin yönünde yürümeye başladı. Ortaçağdan ilkçağa geri dönmedi; yeniçağ da ortaçağa geri dönmedi. AKP de Dört Halife zamanına dönemez!

    ***

    Benim kuşağım maltız ve kuzinede yemek pişirildiğini gördü. O sırada köylerde, yemek tenceresi odun ateşinde sacayağın üzerine oturtuluyordu. Ardından benzin yakıtlı pompalı ocaklar geldi. Sonra gaz dönemi başladı. Çamaşır leğeni çamaşır makinesine, teldolap buzdolabına dönüştü. Santral aracılı manyetolu telefon cep telefonu oldu. Ve bunlar AKP doğmadan oldu. Teknolojinin gelişim yolunda geri dönüş yoktur. Uygarlıklar, tarihin yön ve yolunda ilerler.

    Toplumlar obadan kabileye, kabileden ulusa evrildi. Ama Amazon ormanlarında, Papua Yeni Gine’de ve Avustralya’da çağdışı kalmış topluluklar da var. Sayıları on kadar.

    Günümüzde tarihe, akıl ve bilime sırtını dönmüş olan Müslüman toplumlar da birkaç yüzyıl sonra Brezilya’da Xingu Nehri boyunca 44 ayrı köyde yaşayan Kayabo kabilesi gibi mostralık olacak.

    ***

    AKP’nin ata seçtiği Osmanlı devleti, kurucu ailenin, oba reisinin adını aldığı için yanlış kurulmuş bir devlettir. Rus Çarlığı, Fransa Krallığı, Kutsal RomaGermen İmparatorluğu ve Avrupa’da herhangi bir devlet kurucusunun ya da kurucu ailenin adını taşımıyor. Gerçek devlet kurulduğu toprakların adını alır. Özel insan adı taşıyan devletlerin tamamı ulusal devlete dönüşmeden yıkılmıştır. Osmanlı da ulusal devlete dönüşemediği için yıkıldı. Osmanlı ailesi Türklerin atası değildir. Ata, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlardır.

    ***

    Askeri fetih, kölecilik ve yağmaya dayalı siyasetiyle Osmanlılar kazandıkları toprakların halkını haraca bağladılar ve ötekileştirdiler. Tuhaftır: Devleti kuran halkı, Türkmenleri de ötekileştirmişlerdi. Bu nedenle, silah üstünlükleri sona erer ermez 300 yıl süren bir yenilgiler ve bozgunlar dönemi başladı. Daha da ilginç olanı, kuruluşundan itibaren Arap dil ve kültürünün boyunduruğuna girmişlerdi.

    ***

    Bütün İslamcı örgütlerde olduğu gibi AKP’nin tarihsel zamanı ilk Dört Halife döneminde durmuş durumda. Tarih bilincinden yoksun olduğu için ne Osmanlıyı, ne Cumhuriyeti, ne İslamiyeti ne de Türklüğü değerlendirip anlayabiliyor. Bu nedenle Cumhuriyete ve Cumhuriyetin ulusal bayramlarına düşman; aşağılık duygusu içinde. Osmanlı’nın 700 yılından Cumhuriyetin 97 yılının daha uzun ve kalıcı olduğunu bir türlü anlayamıyor.

    ***

    Orta birinci sınıfta Türkçe öğretmenimiz şanlı Göbek Emmi (Rahmi Öztop) bize bir şiir ezberletmişti: “Dünya döneriken yolun üzerinde durulmaz / Davranmayacak kimse bu kervana katılmaz!”

    Özdemir İnce
    04 Eylül 2020 Cuma
    Cumhuriyet

  5. Yazının sonuna bakmamıştım. Ben de kim bu çok bilmiş diyordum içimden. Meğer bildiğimiz Özdemir İnce’ymiş. Hiç şaşırmadım.

  6. “Bu tanımlamayı tarih ve zaman mühendisleri beğenmeyebilir. Beğenmesinler!”

    Anarşizm mühendisleri de beğenmemiş anlaşılan! Hiç şaşırmamalı.

  7. “Diktatörün altında mıdırlar yoksa eş halinde midirler, işte bu mesele doktrinde tartışmalıdır. Tartışma, Marx’a kadar uzanmaktadır ve soru şudur, am I marxist, bir yerde tereddütüm var.”

    Gün abi, şu eski yazıyı bir okumanı tavsiye ederim:
    https://www.aydinlikgazete.com/m/koma-sutcu-imam-devri-devleti-soyanlar-spikerine-giydirenler-ve-am-i-a-marxist-tamami-makale,20186.html

  8. Namaz fetişizmi İslam’ı mahvediyor

    Gökhan Bacık
    Mar 11 2020

    İslam dünyasının bugünkü üzücü halini açıklamak için üzerinde mutlaka durulması lazım gelen konulardan birisi de namaz fetişizminin İslam’a verdiği zararlardır.

    Bugünkü anlayışa göre İslam adeta bir namaz dinine indirgenmiştir. Hatta namaz, İslam’ın önüne geçmiştir.

    İlk olarak İslam’ın Beş Şartı olarak tanımlanmış her açıdan akıl ve mantık dışı yaklaşımı sorgulamak gerekiyor. Bugünkü yaklaşıma göre İslam’ın şehadet getirmek, namaz, oruç, zekat ve hac şeklinde beş şartı bulunuyor.

    Oruç yılda bir aydır. Hac daha kısa bir süre içindir. Zekat bir kere verilir. Şehadet de İslam’a girerken söylenir. Dolayısı ile yılın bütün zamanlarına bakarsak İslam’ın tek şartı kalıyor: Namaz. Yani aslında “İslam’ın beş şartı vardır” önermesi pratik olarak “İslam namazdır” demekten başka bir şey değildir.

    Peki, evrensel bir dini adalet, özgürlük, eşitlik, emek, sevgi gibi değerler üzerine değil de namaz gibi son tahlilde bir tür bedensel harekete dayanan ibadete indirgemek doğru mu?

    Bırakın bir dini herhangi bir beşeri düşüncenin temel normu bir ritüel olamaz. Namazın adalet, özgürlük gibi normlardan önemli olduğunu iddia etmek ne akli ne İslamidir.

    Namaz, adalet ve özgürlük gibi normlara göre daha önemsizdir. Adil bir namazsız, namaz kılan adil olmayan bir kişiden her zaman daha üstündür.

    Nitekim, “İslam’ın beş şartı” daha sonraki zamanlarda kurgulanmış apolitik bir buluştur. Belli ki bu buluşa yapılan yüzlerce yıllık yatırımın amacı bugünkü dindarlığı – yani adalet, ahlak, özgürlük gibi normları öncelemeyen dindarlığı – talep etmekti.

    Burada kimse “aman efendim namaz kılmak diğer iyi işlere engel olmak demek değildir” gibi banal modası geçmiş lafları hatırlatmasın. Bir insana “dünyada en değerli şey altındır ama elma da önemlidir” derseniz ve bu adamı “elmalar ve altınlarla dolu bir odaya koyarsanız” elindeki torbaya elbette altınları dolduracaktır.

    Müslümanların ritüel-ibadetler ve ahlak, özgürlük gibi değerler arasında evrensel bir nedensellik (hatta korelasyon) olmadığını anlaması gerekiyor.

    Bunun en iyi örneği şeytan taşlamak için hacda insanların birbirini ezerken öldürmesidir. Veyahut milyonlarca hacının her yıl Kabe’de ibadet etmesine rağmen Suudi Arabistan’ın siyasal rejiminin adil ve özgürlükçü olmamasıdır.

    Namaz ve insan arasındaki ilişki sübjektif bir ilişkidir ve bu nedenle namaz ve ahlak yahut namaz ve demokratik olmak gibi konular arasında evrensel bir korelasyondan bahsedilemez.

    Diğer bir konu ise namazın dindarlığı tek başına nitelemesi. Namazsız bir dindarlık hayal edilmemekte. Ancak namazını bir kere kaçırmadan hayatını yaşayan ama hayatı boyu bir tane bile kitap okumadan yaşayıp ölen milyonlarca insan bulunuyor.

    Namazı merkeze alırsak namaz kılmayanlar dindar değildir. Ancak Kur’an’ın “oku” emrini merkeze alırsak namazını kaçırmadan yaşayan ama bir kere kitaba para vermeyen Müslümanlar da dindar değildir.

    Namaz kılmayanlar için dindar değil önermesi kadar hayatı boyu kitap okumayanlar, ağaç dikmeyenler, çevre konusunda hassas olmayanlar için de dindar değildir önermesini ciddiye almak gerekiyor.

    Salt namazı merkeze alan dindarlık tanımı, anlamsız tatminler ve işe yaramayan dindarlık türü üretmekten öteye gitmiyor. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın temel referans kitabı olarak halka dağıttı iki ciltlik İlmihal’in birinci cildi 584 sayfadır. Bunun 162 sayfası namaz üzerinedir. Allah’a iman 24 sayfa, temizlik 26 sayfa yer tutuyor.

    İlmihal’in ikinci cildi 558 sayfadır ve burada çevre konusu sadece iki sayfadır. Yine ikinci ciltte kesilen kurbanın diğer parçalarına da yaklaşık iki sayfa ayrılmıştır. Yine bu ciltte “kaş alma kıl yolma” bir sayfa kadar yer tutmaktadır. İş ve işveren haklarının hepsini içeren bütün bölüm sadece beş sayfadır. Örneğin, İlmihal’de iş akdi ile ilgili bölüm “kaş ve kıl aldırma” ile ilgili bölüm ile aynı uzunluktadır.

    Doğal olarak Müslüman toplumlarda işçiyi kapının önüne koymak “kaş ve kıl aldırma” kadar ilgi uyandırmamaktadır. İslamiyet bir tür ritüeller ve anlamsızlıklar manzumesine indirgenmiştir.

    Hepimiz biliyoruz ki bu ritüel merkezli İslam’ın amacı apolitik, devlete (veya dini lidere) itaat etmeyi dindarlık sayan anti-entelektüel bir insan tipi üretmektir.

    Ancak bu ritüel merkezli dindarlığın merkezinde namaz bulunuyor. Günlük bir ilmihalde 162 sayfalık ayrıntısı olan namaz gerçekte ise ciltlerce literatürle açıklanıyor. Bu ayrıntılara bakarsak Ebu Hanife mezarından çıksa hakkıyla namaz kılamaz. Daha trajik nokta ise binlerce sayfalık bir literatürle yüzyıllardır namaz yazılmasına konuşulmasına rağmen günümüzde ise kimsenin hakkıyla namaz kılmadığı söyleniyor. Yüzlerce yıldır namazla yatan kalkan bir ümmet günün sonunda hakkıyla namaz kılamıyor.

    “Ah hakkıyla bir namaz kılsak her şey çözülecek” tekerlemesi her gün tekrar ediliyor. Türkiye’de yaklaşık 100 bin imam ve o kadar camide bir türlü hakkıyla namaz kılınmadığı için ülkenin sorunları hala çözülmüyor.

    Namazın ilahi bir emir olarak görülmesi ve ibadet olarak uygulanmasını kimse eleştiremez. Bu sonuçta Müslümanlara kalmış bir şeydir. Ancak namazın fetişleştirilerek İslam’ı niteler hale gelmesi en başta İslam dinine büyük zarar veriyor.

    Müslümanların acilen şuna karar vermesi gerekiyor: Dinlerinin temel normları akılcılık, özgürlük ve adalet gibi değerler mi olacak yoksa namaz, şeytan taşlama gibi ritüeller mi olacak?

    Bu soruya cevap verilirken de şunu unutmamak gerekiyor. Bu soru bir öncelik sorusudur. Yüzyıllardır yapılan zevahiri kurtarmaktan öteye geçmeyen “o da olsun bu da olsun” gibi pratikte sadece safsata olan cevapları tekrar etmenin bir faydası yok.

    Ahval Türkçe

  9. “Modern toplumun dini: din tanımı üzerinden bir din”

    “İşte burada tarihin en ilginç dinine geliyoruz. Kendinden önceki dinleri özele ilişkin olarak normlarla tanımlamak ve böylece kendisinin bir din olmadığını söylemek, sosyolojik olarak tamı tamına bir dindir. Yani tam da din tanımı üzerinden sınırları çizer ve ilişkileri düzenler. Diğer dinleri sınır çizmekten ve ilişki düzenlemekten çıkararak, onları sadece özele ilişkin alanla sınırlayarak kendisi nesnel olarak bu işi yapar.
    Bu din, bütün dinleri kendisinin basit bir eklentisine dönüştürüp, kendisinin din olmadığını söyleyen bir dindir.
    Bizzat bu özel ve politik ayrımının kendisi modern toplumun sınırlarını çizer ve ilişkilerini düzenler.

    Modern toplumun dininin din tanımına göre dinsiz, Ateist, Müslüman, Alevi, Sünni, Hristiyan, Budist olduğunuzu söylediğinizde, bu dinlerden herhangi birinden olduğunuzu söylemiş olmazsınız, modern toplumun, dini kişilerin özel sorunu olarak gören dininden olduğunuzu söylemiş olursunuz. Çünkü o dinin din tanımını kabul ederek Müslüman veya ateist olduğunuzu söylemektesinizdir. O ise kendini din tanımı üzerinden kurmuş bir dindir.

    Sonuç olarak, toplumsal hayatı normatif olarak özel ve politik diye ikiye bölen ve din olmayı özele ilişkin olmakla sınırlayan modern toplumda başka bir dinden olmak mümkün değildir.
    Bugünün dünyasında ne Müslüman ne Alevi, ne Hristiyan olunamaz. Bu dinlerin varlık koşulu modern toplumun diniyle ortadan kaldırılmıştır. Var olma iddiası, kendini özel alanla sınırlamamak anlamına gelir ki, fiilen şiddetle ezilmeyi ve yok edilmeyi getirir.
    Elbette modern toplumun dini içinde, Müslüman, Hristiyan, Alevi, Sünni, Budist, Taocu inancından olabilirsiniz. Hatta bu anlamda inançsız da olabilirsiniz. Allah’a inanmamak ta, dinsiz olmak da hukuki bir kategori olarak bir inançtır, yani özele ilişkindir.
    Dinsiz veya inançsız olduklarını söyleyenler bile aslında böyle derken farkına bile varmadan modern toplumun dininden oldukları yönünde bir kelime-i şehadet getirmiş olurlar.”

  10. Marksist leninist duraktan duraktan geçmeden liberter devrimci durağa ulaşabilenlerin çok az olabileceği düşüncesindeyim. sanırım 60-70 lerde bizdeki devrimci yayın ve literatürün daha çok kömütern merkezli oluşu lenin ve stalin kitaplarından beslenip başlangıçta leninist olup giderek toplumsal yada politik özgürlükçü devrimci geleneklere(anarşizm) sıçrayan çok örnek olduğunu düşünüyorum. üstün körü öğrendiğimiz marsizm-leninizmden öğrendikçe uzaklaşan çoğaldığını düşünüyorum. örnek marks elinden muhalefetin alacağı belli olan enternasyonali sırf muhalefetin (bakunin) eline geçmemesi için enternasyonalin merkezini amerikaya taşıyıp tükenmesine neden olmuştur bunu ben neden sonra öğrenebildiğim gibi insanlar öğrendikçe bu iki gelenekten hangisini pratik hayat doğrularsa ona yönelim artmıştır. yinede modern çağın dahilerinden marksın insanlığa kazandırdığı sosyalist öz bilincin önemli bir kazanım olduğunu her türden anarşist eğilimde bu özün olduğundan şüphe duymam.

  11. 10 ağustos anonim yorumunu ben yapmıştım demek ki uzun arada özgürlükçü ismimi kullanmayı unutmuşum selamlar.

  12. Bu yazının etken nedeni nedir? Yazarın eski bir Marksist-Leninist(-Maoist) oluşu mu, şimdinin Marksistleri mi, Marksizm ile Anarşizm (ki kendimi anarşizme daha yakın görürüm) arasındaki neredeyse 200 yıllık kavganın kindar kavga mı? Nedir sahi?

  13. Şudur: İmanla bilgi birbirinin zıddıdır. İman eden aslında konformisttir, yani halihazır kalıplara sırt dayayıp kendini üzmeden durumu idare etmeye çalışır. Bu yüzden de iman ettiği ideolojinin sorunlarını ciddi anlamda dert etmez, görmezliğe gelir, üstünü örter. Bugünkü ML ideolojisinin takipiçilerinin %98’i böyledir. Onların konformizmini teşhir etmek istedim. Dost acı söyler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir