İki tür anarşist vardır: politik mücadeleye katılmaya karşı olan ve politik mücadeleyi kabul eden. Ben ikinci tür anarşistlerdenim, yani politik mücadeleye katılmanın devrim ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yönünde ilerlemek için, özellikle Türkiye gibi diktatörlükle boğuşan bir ülkede kaçınılmaz olduğunu düşünürüm.
Bu yüzden de, anarşist olmama rağmen, o zamanki Rusyalı anarşistlerin geneldeki tavrını elbette beğenmekle ve Temmuz günlerindeki ayaklanmacılıklarını bütün yüreğimle desteklemekle birlikte, politik mücadele arenasında, kendimi anarşistlerden çok, 1917’nin ilk yarısında uzlaşmacı çoğunluğun burjuvazinin peşine takılmasının önüne dikilen Bolşeviklere ve Lenin’e, ikinci yarısında da Bolşeviklerin iktidarı tek başlarına kapma oyununa karşı çıkıp gerçek ve çoğulcu Sovyet iktidarını savunan Menşevik Enternasyonalistlere ve Martov’a daha yakın bulurum. Çünkü anarşistler, 1917’nin ve sonrasının genelinde politik mücadele arenasında oldukça başarısız olmuş, tüm temsili kurumları anında ortadan kaldırma hevesleri yüzünden, örneğin Kurucu Meclis’in Bolşevikler tarafından kapatılmasında onların “hazır kuvveti” rolünü oynamış ve Marksist bir arkadaşımın dediği gibi, böyle yaparak kendi mezarlarını kazmışlardır.
Anarşist olsun olmasın, her türlü politik mücadeleyi reddeden arkadaşlarla aslında uzun boylu tartışılacak bir şey yok. Onlar, belki de haklı bir tutumla politikayı bir düşüş olarak görmekte ve ilkeli bir tutum alarak bu düşüşü kabul etmemektedirler. Tabii bunun, bütün toplumun reaksiyonun ya da sahtekâr politikacıların veya diktatörlerin eline düşüp inim inim inlemesine seyirci kalmak anlamına geldiğinin farkında mıdırlar, o ayrı bir sorundur.
Esas tartışmak istediğim, politikayı kabul eden anarşistlerin büyük kısmı da dahil, solcularımızın büyük kısmını oluşturan arkadaşların, bir düşüş olarak politikaya yaklaşımlarıdır. Bu arkadaşlarımız, politika yapmayı kabul ettikleri halde, özünde bir düşüş olan politikanın gereklerini yerine getirmeye karşıdırlar. O zaman da politikayı kabul etmeyen anarşistlerle daha baştan aynı yerde buluşmaktadırlar. Örneğin, bu arkadaşların bir çoğuna göre ÖDP Başkanı Alper Taş’ın CHP’den Beyoğlu Belediye Başkanı adayı olmayı kabul etmesi ilkesizliktir. Arkadaşların bir kısmı bunu “sineye çekse” de, bir adım ötede Alper Taş’ın CHP’nin müttefiki İyi Parti’yi ziyaret etmesini ve Meral Akşener’in portresi önünde konuşma yapmasını “ilkeli olmak” adını şiddetle eleştirmektedir.
İlkeli olmak! Kesinlikle katılıyorum, bir düşüş olan politikaya bulaşan biri, bu düşüşün sonunda yere çakılmamak için ilkeli olmaya bir kat daha özen göstermek zorundadır. Örnek verecek olursak, Alper Taş, sırf CHP’nin müttefikidir diye İyi Parti’ye olmayacak övgüler düzseydi ya da hatta sırf CHP’den aday gösterildi diye “Kemalist” olduğunu söyleseydi bence de ilkesizlik ederdi ve bu ilkesizlikle öyle bir düşerdi ki, bir daha yerinden kalkamazdı. Ne var ki Alper Taş, bildiğim kadarıyla böyle bir şey yapmamış, sadece tek kişi diktasına karşı objektif olarak ittifak konumunda bulunduğu sağ eğilimli bir partiye iyi niyet ziyaretinde bulunmuştur. Ben burada politikanın gereği olarak kaçınılmaz bir düşme ya da aşağıya doğru bir pike yapıldığını kabul etmekle birlikte yere çakılmaya yol açacak ilkesiz bir düşme görmüyorum.
Madem konu açıldı, burada benzeri birkaç noktayı daha tartışalım. Bundan 5 yıl önceki yerel seçimlerde, AKP iktidarını geriletmek için “Tatava yapma bas geç” tavrını önermiştik. Aradan beş yıl geçtikten sonra görüyoruz ki, HDP ve CHP bu tavra oldukça yaklaşmıştır. Doğrusu şahsen ben, HDP’nin ummadığım bir esneklik tavrı gösterdiğini düşünüyorum. HDP, CHP’nin AKP veya MHP karşısında kazanması ihtimali olan yerlerde aday göstermeyerek “bas geç” tavrını pratiğe koymuştur. Bu, politik bir parti olan HDP açısından bir düşüş değil, kendini tehlikeli bir uçuruma bıraktığı halde bir yükseliş anlamına gelmektedir.
Ne var ki, belki de, Selahattin Demirtaş tarafından çok yerinde bir şekilde “stratejik oy kullanma” olarak ifade edilen bu yeni politikayı daha tam olarak içine sindirememekten dolayı HDP’nin bazı politikaları geneldeki yüksek politikadan sapmalar göstermektedir. Örneğin, Ankara’nın Çankaya ilçesinde hiç gereği yokken aday göstermesi böyle bir sapmadır. Öte yandan, Dersim’deki durumda da HDP yüksek siyasetin gerektirdiği olgunlukla davranmamıştır bugüne kadar (belki önümüzdeki bir aya yakın zamanda düzeltir diye “bugüne kadar” diyorum). Orada popüler bir aday olarak Mehmet Maçoğlu ortaya çıkmıştır. Diyelim ki, Maçoğlu, önceden HDP ile görüşme yapmadan bir emrivaki yapmış olsun. Böyle olduğunu kabul etsek bile HDP gibi, milyonlarca oy alan bir partiden beklenen, olgunluk gösterip adayını geri çekmesi ve Maçoğlu gibi solcu bir adayı desteklemesiydi. Urfa’da SP adayı karşısında çekilme taktik inceliğini gösteren HDP’nin Dersim’de solcu bir aday karşısında böyle bir tutum takınması hayret vericidir.
Buraya kadar ağırlıklı olarak partilerin ya da adayların tutumları üzerinde durdum. Bir de bizim gibi sadece oy kullanma durumunda olanların takınacağı tutumlar var.
Görünen şu: Aynı 2014 yerel seçimlerinde ve diğer genel seçimlerde ya da C. Başkanı seçimlerinde olduğu gibi, bence diktatörlük karşıtı seçmenlere düşen, AKP’nin karşısındaki (bu seçimde AKP ve MHP’nin oluşturduğu “Cumhur ittifakı’nın karşısındaki) adaylara oy vermektir. Fazlasıyla “ilkeli” gibi gözüken bazı sol ve Troçkist (DİP gibi) partiler, “boykot” tutumu alarak, çok küçük bir yekûn da tutsa, üye ve taraftarlarını oy vermemeye teşvik ederek, istemeden de olsa, teknik olarak “Cumhur İttifakı”na hizmet ediyorlar. Hesap ortada. AKP karşıtlarına verilmeyen her iki oy, “Cumhur ittifakı”na verilmiş bir oy anlamına geliyor. Karşı taraftan bir örnek verecek olursak, bir AKPli gelip size, “ben bu sefer oy vermeyeceğim” dese ne dersiniz? Elbette çok iyi yapıyorsun, dersiniz. Onun aslında karşı tarafa oy verme ihtimali çok zayıftır ama kendi partisine oy vermemesi AKP’nin zararına, dolayısıyla karşısında yer alan cephenin yararına bir durumdur. Kısacası bu, politikanın bir hesap meselesi olduğunu ortaya koyuyor.
Bir de, aynı VP ya da bir kurbağa gibi, cüssesinin ufaklığıyla ters orantılı olarak ortalığı yaygaraya veren TKP vardır. Bu partinin derdi diktatörlüğü falan geriletmek değil, kendi ufak cüssesini şişirmek ya da büyükmüş gibi göstermekten ibarettir. Devrimci sorumluluktan aşağı bu düşüş biçimi bence düşüşle alçalmanın aynı anlama geldiği bir örnek oluşturmaktadır.
Bu tür küçük partilerden olmayıp haklı olarak bugünkü durgunluk ortamında içine kapanan ve umutsuzluğa kapılan çok sayıda devrimci arkadaş da, “boykot” demese de, “ben oy kullanmayacağım” demektedir. Neden? Çünkü, örneğin CHP adaylarının diğer tarafın adaylarından pek de bir farkı yoktur. Evet ama, dedik ya, politika bir duygu meselesi değil, hesap meselesidir. Evet, adayların çoğunu beğenmemekle haklıdırlar, biz de beğenmiyoruz. AKP-MHP’nin karşısındaki partilerin söylemlerini beğenmemekle de haklıdırlar, biz de beğenmiyoruz. Ama mesele zaten buna rağmen, yer yer âdeta tiksinerek de olsa oy verebilme dirayetini gösterebilmektir. Çünkü duygularımıza, beğenilerimize yenilmek düşüşün en büyüğüdür. Doğrudan düşmanın avcuna düşmek anlamına gelir! Denemesi bedava. Oy vermeme tutumunuzu gidip tutarlı bir AKPliye anlatın, bakalım size ne diyecek! Sevinçten size sarılacağından hiç kuşkunuz olmasın. Kısacası, özellikle bu seçimde oy verilen partinin görüşlerinin ya da adaylarının hiçbir önemi yoktur. Bir partiye ya da adayına değil, neredeyse bir plebisit anlamına gelen bir oylamada diktatörlük karşıtlığına oy veriyoruz.
Oy kullanmamayı savunan bazı arkadaşlar, peki o zaman C. Başkanlığı seçimlerinde neden M. İnce’yi değil de S. Demirtaş’ı destekledik diye sormaktadır. Şundan dolayı ki, 1. Turda önemli olan, Tayyip Erdoğan’ın %50 oyu bulamamasıydı. Bu bakımdan 1. Turda oyların T. Erdoğan dışında kime verileceği önemli değildi. Ama seçim 2. Tura kalsaydı o zaman mecburen M. İnce’ye oy verilecekti. 1. Turda olsun, eğer yapılsaydı 2. Turda olsun oy vermemek ise o seçimde de yanlıştı.
Bir de, siyasi arenada hiç yapılmayacak bir hata yapıp, “ben CHP gibi bir partiye asla oy vermem” diye fazlasıyla ilkeli mi desem, yoksa inatçı mı desem, dediğim dedik tutum alan arkadaşlar vardır. Bu arkadaşların CHP hakkındaki kanaatlerine büyük ölçüde katılmakla birlikte inatçılıklarını onaylamak mümkün değil. Politikada inatçılık sökmez. Politikanın gerçekleri döner dolaşır yeniden ve yeniden karşınıza çıkar ve tutumunuzu size eninde sonunda yutturur. Ha, bir kısım anarşist gibi, “ben politik alanın tamamen karşısındayım” diyorsanız ona bir şey diyemem. Bu tür dini sektler vardır. Mesela kellelerini kesseniz domuz eti yemezler ya da kadınlarla el sıkışmazlar vb., bu tür örnekler listeler boyu uzayabilir. Böyle tutumlarda sebat etmek sektleri ayakta tutabilir ama politik mücadelede hiçbir fayda sağlamaz.
Tekrar edelim. Politika, duygu veya inanç meselesi değil, hesap ve taktik meselesidir. Hesap yapmak ve taktikler izlemek için illa ilkesiz olmak gerekmez. Tam tersine, belki de en ilkeli tutum, fikirlerinden taviz vermeden düşmanını yere serecek ya da uçurumdan düşmesini sağlayacak dolambaçlı yollardan yürüme cesaretini gösterebilmektir.
Gün Zileli
4 Mart 2019
Neden HDP cok elestiriliyor. Sürekli mercek altinda. Cankaya’da neden aday cikartildi, Tunceli’ de solcu aday varken neden HDP yeni aday gösterdi felan felan. Son yillar CHP nin fasist söylemleri, aldigi kararlar, ittifaklari, AKP ile zaman zaman müttefikligi, ortak düsünceleri hic elestirilmez. Büyük Parti diye mi bu tolere ediliyor?. Dokunulmazligi mi var?. Güclünün yanida olmak zorunlulugu mu var.
TKP ” kendi ufak cüssesini şişirmek ya da büyükmüş gibi göstermekten ibarettir” sözü bunu dogruluyor.
Kücük olunca yanlis. Büyük olsun, silahla binlerce devrimciyi öldüren Fasist kadrolu partiyle ittifak yapsin. hic önemli degil öyle mi?
Neden Stalin Hitlerle itifak yapti diye figan ediyorsunuz. Ne olmus?. Stratejik itifak yapti, hic de yanlis degildi. Zaman kazanmak icin yapti. Hakliydi. Sizin bu günkü siyasete bakis acinizi dogruluyor.
Yillar sonra Türkiye Devrimci tarih söyle yazilmasi gerekir.. Sosyal demokrat ( milliyetci, kemalist ve anti kürt, anti ermeni ) Bazi türk Solculari, bazi Anarsistler ve ufakFasist sag parti (iyi ) ile birlikte ittifak yapildi. Cephe olusturuldu.
Cevap hazir; Diktatörlüge karsi her siyasetle ittifak mübahtir.
ödp CHP ittifaki yüzeysel ve bireysel degildir. Bizati aralarinda siyasi ve politik aynilik bulunmaktadir. Birgün gazetesi finansini CHP karsilamakta. Ulusal sola kayan Eski Devrimci yolcularin bazilari CHP yandasi durumundadir.. ML ve Maocu Partiler Türkiye Devrim tarihinde öDP’ yi Anti Marksist, Anti leninist olarak yazacaklar. Tarih silinmez ve hep hatirlanacak. Bu günlerde devrimcier siyasi iktidara odaklanildigi icin,elestirel yazi yazmamaktalar. ödp nin disindaki ML ve Maocular devrimci elestirilerini sakli tutmak kaydiyla bekliyorlar. Bir gün hepsi dergilerinde devrimciler ve karsi devrimciler adli yazilari yayinlanacak. Bakalim Sosyal milliyetcilige gecen solcular ne cavap vercek. CHP ile bir cati altina girmak Ermeni soy kirimini, Dersim katliamini inkar etmek demektir. Deniz Gezmis ve arkadaslarinin idami meclis gündemine getirilikken bazi CHP li vekiller “asilsin bu terörisler” dediler. Suriye isgalini onayladilar. Dokunulmazligi onayladilar. Fasistlere ülkücü kardes diye hitap ediyorlar.
Suriyedeki kürtler ABD ile ittifak yapiyormus. Türkiye devleti, partileri ve CHP’ de dahil ,hangisi ABD ile ittifak yapmiyor ki.ABD ile stratejik ittifak degil, bizzat ortaklik ve biat ediliyor.
Gün Bey sen CHP yi ne kadar icine sindiriyorsun?
Selam Gun Abi,
Bu yazinizda, secim sisteminde oy verme ve saymanin adil ve durustce yapilacagini varsayiyorsunuz. Oysa boyle bir durum yok. Metruk binalara yazilan hayali secmenler, muhalif secmenlerin listelerden silinmesi, muhursuz oy pusulalari ve zarflarin sayilmasi, oy tutanaklarinda yapilan hileler, gecen Ankara seciminde yapilan YSK baskiniyla hile… Say say bitmez.
Bunlarin daha azitmis bir sekilde yapilmayacaginin garantisi var mi? Boykot diyenler, hileli secime mesruiyet kazandirmak istemiyoruz diyor. Cogunluk boykot etse bir anlami olurdu elbet. Hatta ekonomik kriz bu kadar derinlesirken, hileli secimleri kabul etmiyoruz, sizinle baska yolda mucadele edecegiz mesaji, belki de Erdogan’in yaninda yer alan devlet siniflarinin da cekilmesine sebep olurdu. Ama bu boykot konusunda butunluk yok.
boykot, ancak devrimin iyice kabardığı dönemlerde olacak bir şeydir
CHP’yi asla içime sindirmiyorum, o yüzden eleştirmiyorum zaten. insan kendine yakın bulduklarını eleştirir. Stalin’i ittifak yaptığı için değil, yanlış ittifak yaptığı için eleştiriyoruz. Nasıl VP’ni AKP ile ittifak yaptığı için eleytiriyorsak.
Gün, “İki tür anarşist vardır: politik mücadeleye katılmaya karşı olan ve politik mücadeleyi kabul eden. Ben ikinci tür anarşistlerdenim, yani politik mücadeleye katılmanın devrim ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yönünde ilerlemek için, özellikle Türkiye gibi diktatörlükle boğuşan bir ülkede kaçınılmaz olduğunu düşünürüm.” diyorsun.
Tespitlerine katılıyor ve sormak istiyorum. Politik mücadeleyi kabul etmekten neyi kast ediyorsun? a. Politikayı bizzat yapmaktan mı? b. yoksa zaman zaman oy vermek ve tavırlar almak dahil, olup bitenleri analiz etmek mi?
Doğru olan bizzat politika yapmak ise, politik mücadeleyi ne tür araçla ya da araçlarla yapmak gerekiyor? Ben, Murray Bookchin’in önerdiği yüz yüze doğrudan demokrasi ile işleyen Halk meclisleri kanalı ile yapılmasını ve Halk Meclislerinin oluşumu için var gücümüzle uğraş vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Ne diyorsun?
Üstelik, son kamu yoklamalarına göre kitlelerin devlete, orduya, c. başkanına, parti liderlerine olan güvenleri azalmış görünüyor. Muhtarlar adaylarından ve belediye başkan adaylarından da meclis projeleri duymaya da başladık.
Temsili demokrasi ile işleyen partiler kanalı ile politikanın yapılamayacağı bir gerçek. Çünkü söz konusu partilerin sadece yöneticileri politika yapar. Üyeler ise kararların uygulayıcıları olduğu için politika yapamaz. Halk meclislerinde ise, doğrudan demokrasi işletileceği için herkes politika yapma olanağı elde eder.
elbette burjuva parlamentosunda yer almak bir anarşist açısından düşünülemez. Morray Bookchin’in söylediği elbette çok daha geçerlidir. Benim söylediğim ise, halihazır politik mücadelede, en özgürlük düşmanı gücü tecrit etmek için durumdan yararlanmadır. Halkta parlamentoya ve seçimlere karşı bir bıkkınlığın gelişmesi olağan ve iyi bir şey ama bu henüz seçimlere katılmayı reddedecek boyutlara gelmiş değil.
Diktatörlüğü geriletmek için ABD’yle bile ittifak yapılabilir deyin, basın geçsin, tatava yapmayın.
Peki!
Sistemin düz mantığıyla baktığınız zaman söyledikleriniz doğru. Lakin hangi sebeple olursa olsun, seçimleri boykot etme tavrı ve boykot veya başka nedenlerle oy kullanma oranının düşmesi de, sisteme gerileten bir güç değil midir? Şu anda belki yüzde 10- 15 arası olan seçime katılmama oranı, yüzde 25-30 lara çıksa, diktatörleri bile kaygılandırmaz mı? Siyaset sistemini boykotla felç etmek mümkün değil mi?
İktidar sahipleri seçimlerden hemen sonra yaptıkları ilk açıklamalarında, ilk vurguyu seçime katılma oranının yüksekliğine niçin yaparlar? Bu oranların düşüklüğü onlar için o kadar önemlidir ki, kime oy verilirse verilsin, katılma oranının yüksekliğiyle sistemin bekasını kurtarmış oldukları için. Ondan sonra kendi partilerinin aldıkları oyu değerlendirmeye başlarlar. Hep eleştirdiğimiz partilere, sadece mevcut iktidar muhalifi oldukları için oy vererek, sistemin ekmeğine yağ sürmüş olmaz mıyız?
En büyük muhalefet partisi CHP olduğu için onlardan örnek vereceğim. Üç dönem, dört dönem başkanlık yapmış, ya da aday olmuş insanları, tüm beceriksizliklerine, basiretsizliklerine, yanlışlarına rağmen tekrar tekrar seçmene dayatmalarına oy vererek destek vermek başka bir vicdansızlık değil mi?
Diğer yandan, eğer bir AKP’li seçmenin kafasını karıştırmak gerekiyorsa, onu önce boykota davet etmek, daha doğru bir eylem olmaz mı? AKP’ye oy verecek seçmene, ben boykot ediyorum” dediğimiz zaman, o da kendisini sorgulamaz mı? tabii üzerinde kişilik olarak bir etkimiz varsa.
Aslında sizin dedikleriniz çevremizdeki CHP!li ve HDP’liler de aynen bu sözcüklerle söyleyip, boykotçuları sandığa davet ediyorlar. Ama karşısında, adayları kazandığında bir şeylerin değişeceğine dair hiç bir söz veremiyorlar. Dolayısıyla daha uzun vadede boykot etmek daha doğru bir tavırdır diye düşünüyorum.
Seçimlerle hiçbir şey değişmez elbette ama seçimlerin sonucunda diktatörlere bir darbe indirilebilir. O zaman da özgürlük kanallarının açılması için bir şans doğar. AKP’lileri oy kullanmamaya devet etmek elbet yerinde ama AKP ve MHP’nin dışındaki partilere oy verecek olanları oy veermemeye teşvik etmek dolaylı yoldan diktatörlüğün işine yarayacaktır.
Gün;
Senin söylediklerin “reel politiker” diye isimlendirilebilecek bir tutumun ifadesi, Ancak bir de ilkeler var.
Bu soruna farklı bir pencereden bakacak olursak, koşullar “boykot” için hiçbir zaman bu kadar uygun olmadı. Oy kullanacak sıradan insanlarda bile “eee, yettiniz be, hepiniz aynı bokun soyusunuz!” yaklaşımı egemen.
O halde, ben de soruyorum. Boykot şimdi değilse ne zaman? Aslında boykot fikri aynı zamanda da şöyle bir zemin üzerine oturuyor. Yerel seçimlerin üç aşağı beş yukarı nasıl sonuçlanacağı bugünden zaten belli ve sonuç ne olursa olsun, bu malum gücün geriletilmesi anlamına gelmeyecek. Halbuki senin yazdıklarından benim anladığım şu: Temel varsayım hala sandık yoluyla bir güç erozyonu yaratılabileceği. Bunun mümkün olup olmadığını ciddi olarak tartışmamız gerekiyor. Varsayım doğru ise, o zaman haklısın. Boykot yanlış olur. Benim görüşüm odur ki, artık seçim sistemi bir tiyatro haline gelmiştir ve oy kullanan herkeste bu oyunda birer basit figüran olmaktan öteye gidemez. O yüzden tanıdığım herkese şunu söylüyorum: Seçim mi, teşekkür ederim ben almayayım.
Arkadaşım, parlamento veya belediye seçimleri genelde böyle bir şeydir zaten, Bu mantığa göre her zaman boykot yapmaktan başka bir çare yoktur. Oysa boykot, sadece ciddi bir halk hareketi kabarışının olduğu dudumda olur. örnek verecek olursak, 1917 Şubat’ında halk Çara karşı ayaklanmışken, Çar seçim yapılacağını ilan etseydi, o zaman bu seçimin boykot edilmesi gerekirdi. Çünkü halk hareketinin boyutu seçimleri aşmıştı ve o koşullarda seçim halkı geri çekmek, yatıştırmak anlamına gelirdi.
Gün bey
Orhan Veli’nin şiirlerini sever misiniz?
Evetse, bir tanesini kopyala/yapıştır yapar mısınız?
Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama…
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!
komünistler 100 yıldır dünyanın her yerinde “faşizmi geriletmek için”, “savaşı engellemek için”, “gericiliği durdurmak için” “neoliberal saldırıyı önlemek için” vb. acil ve kısa vadeli sebeplerle en güçlü sola yakın siyaseti destekleme biçiminde siyaset yürütüyorlar. bazen hatta çoğu zaman “kazanıyorlar” da ama ne faşizmler ne savaşlar ne gericilik bitiyor… komünistler bir tek doğrudan komünizm için mücadele etmiyorlar ve bunu başarmadıkları sürece daha çok acil ve kısa vadeli hedefler önlerine çıkacak çünkü kapitalizm sürekli bu krizleri ve problemleri yeniden üretiyor.
Hangi komünistler ve komünizm için mücadele ne demek? Yani bugüne kadar kurulanlar gibi bir rejim kurmak mı, her şeyi devletleştirmek mi, komünler kurmak mı, çok çalışarak üretimi artırmak mı, polis devleti kurmak mı, sınıfsız, sömürüsüz bir topluma doğru ilerlemek mi, ne?
ʻʻİki tür anarşist vardır: politik mücadeleye katılmaya karşı olan ve politik mücadeleyi kabul eden. Ben ikinci tür anarşistlerdenim, yani politik mücadeleye katılmanın devrim ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yönünde ilerlemek için, özellikle Türkiye gibi diktatörlükle boğuşan bir ülkede kaçınılmaz olduğunu düşünürüm.ˮ
ʻʻAnarşist olsun olmasın, her türlü politik mücadeleyi reddeden arkadaşlarla aslında uzun boylu tartışılacak bir şey yok. Onlar, belki de haklı bir tutumla politikayı bir düşüş olarak görmekte ve ilkeli bir tutum alarak bu düşüşü kabul etmemektedirler. Tabii bunun, bütün toplumun reaksiyonun ya da sahtekâr politikacıların veya diktatörlerin eline düşüp inim inim inlemesine seyirci kalmak anlamına geldiğinin farkında mıdırlar, o ayrı bir sorundur.ˮ
DİĞER BİR DİLE ÇEVİRİ
ʻʻİki tür Türk vardır : vatanını sevmeyen ve vatanını seven. Ben ikinci tür Türklerdenim, yani düşmanla boğuşan ülkemizde vatanımızın özerk ve özgür olma yönünde ilerlemesi için savaşa katılmanın kaçınılmaz olduğunu düşünürüm.ˮ
ʻʻTürk olsun olmasın, her türlü savaşa katılmayı reddeden arkadaşlarla uzun boylu tartışılacak bir şey yok. Onlar, belki de haklı bir tutumla savaşı bir katliam, hatta sahtekâr politikacıların veya diktatörlerin elinde coşturucu bir oyun olarak görmekte ve ilkeli bir tutum alarak bu katliama ve coşku sapıklığını kabul etmemektedirler. Tabii bunun, savaşta canını verenlere ve vatanseverlerimizin düşmanlarımızın eline düşüp inim inim inlemesine seyirci kalmak anlamına geldiğinin farkında mıdırlar, o ayrı bir sorundur.ˮ
ʻʻHangi komünistler ve komünizm için mücadele ne demek? Yani bugüne kadar kurulanlar gibi bir rejim kurmak mı, her şeyi devletleştirmek mi, komünler kurmak mı, çok çalışarak üretimi artırmak mı, polis devleti kurmak mı, sınıfsız, sömürüsüz bir topluma doğru ilerlemek mi, ne?ˮ
Komünizm için mücadele ne demek?
İşçilerin sömürülmesine yol açan sosyal sınıflar düzeni kapitalizme son vermek için. Sizin deyişinizle ʻʻdevrim ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yönünde ilerlemek içinʼʼ
Hangi komünistler?
Aşağıdaki ülkelerde sosyalist veya komünist partiler kurarak yukarıdaki idealler için mücadele edenler:
Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Yugoslavya, Polonya, Arnavutluk, Bulgarya, Romanya, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Çin, Kuzey Kore, Küba, Kuzey Vietnam, Şili, Afganistan, Tibet, Yemen, Kenya, Sudan, Kongo, Birmanya (Myanmar), Nikaragua, Grenada…
Aşağıda iki soru var.
ʻʻ1. Yani bugüne kadar kurulanlar gibi bir rejim kurmak mı, her şeyi devletleştirmek mi, komünler kurmak mı, çok çalışarak üretimi artırmak mı, polis devleti kurmak mı, 2. sınıfsız, sömürüsüz bir topluma doğru ilerlemek mi?ˮ
Sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma ilerlemek mi? Evet.
Yani bugüne kadar kurulanlar gibi bir rejim kurmak mı, her şeyi devletleştirmek mi, komünler kurmak mı, çok çalışarak üretimi artırmak mı, polis devleti kurmak mı?
Bu sorular ancak son 100 yılın iktisadi ve siyasi tarihi bağlamı içinde incelemelerle cevaplandırabilir.
ʻSınıfsız ve sömürüsüz bir topluma ilerlemeʼ veya sizin dediğiniz ʻdevrim ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yönünde ilerlemek içinʼ gibi ideallerle geriye bakıp gerçek dünya şartları içinde alınan kararları yanlış bulmak çok kolay. Hem de çok yanlış. Şu an sizin desteklediğiniz bazı siyasi proje ve tutumların mevcut dünya düzen ve gidişatı içinde nasıl gelişeceğini bilemezsiniz, hatta zamanla yozlaşıp kapitalist düzenin aracı bile olabilirler ve önleyemezsiniz. Örnekler çok. Yıllarca rejim kurma, her şeyi devletleştirme, çok çalışarak üretimi arttırma ve polis devleti kurmayı destekleyen çok sayıda düşünürler oldu.
Kapitalistlerle rekabete giren komünist rejimler çevreyi kapitalistler gibi kirletip harap ettiler. Böyle sonuçlara yol açacaklarını nasıl öngörebilirlerdi? Komünistlik günlerinizde çevrecileri ciddiye aldınız mı?
almadım.
AKP iktidari boyunca secimler bolca yapildi. Herhangi bir degisiklik oldu mu? Hatta daha da arsizlasip azginlastilar. Kendi disindaki partilerine baski ve yasaklar koyarak secimleri yönetiyorlar. Secimlere katilip oy vermek, hile ve zorla alinmis iktidari mesrulastirmaktir. Dünya secimle ( hileli, hilesiz ) gelmis parlamenter iktidari tanimakta. Kim olursa olsun, ister diktatör, ister demokrat. Burjuva demokrasi bunu istemekte. Böyle secimler oldukca, iktidardaki parti ve liderinin koltugu saglamlasmaktadir. burjuva demokrasi oyunlari, malesef.
Bu iktidar hic bir sekilde cekilmez. iktidar bariscil bir sekilde iktidarligini birakmaz. Hesap sorulacagini ve bir cok gayri resmi islerin batagindaki sahis evine cekilip resim yapmaz.
Gün bunu sende biliyorsun. ve söyle diyorsun ” Oysa boykot, sadece ciddi bir halk hareketi kabarışının olduğu dudumda olur.”
Halk hareketi nasil kabaris asamasina gelecek. Surekli secimlere katilip, oy isteyerek mi?
Yurtdisindan ihrac devrimciler gelecek ve halki örgütleyecek ve örgütlenmis halk kabaracak. Olur. türkiyedeki devrimciler ve Anarsistler yatsin, secimle ilgilensin. Halk kabarisi mantar degildir. Emek ve calisma gerekir.
Secimle gitmeyen, gitmeyecek iktidara, genel secim boykotu ile cavap verilir. Yani CHP, HDP ve daha kim varsa secimler mesru degildir, secimlere katilmiyoruz demeliler. Iste o zaman dünya kafasini cevirir ve sorgular. tek basina secime katilan iktidar partisinin iktidari dünya’da taninmaz. Yasal iktidar olamaz. Uluslar arasi toplantilara, ticari iliskilere mesru sekilde katilamazlar. iste yanlizlastirmak buna denir.
Belkide AB veya ABD, rusya bunu bekliyor olabilir. Biz türkiye halki olarak secimler sekilde hic birsey yapamiyacagiz. Anlasiliyor.
neden bir şey yapamayasın ki, her şey seçimle kaim değil ki.
Ne yapacaksin? kim ?,nerede’? ,nasil ? yapacak?. Secim tek care gibi solcular devlet partileri icinde adayliklarini acikliyorlar. Yani her sey secimle oldugunu düsünüyorlar.
Bakiniz adaylara. kac tane solcu var. O solcu adaylari gören solcular, daya oy verilmesi icin cabaliyorlar. Oylariyla kazana adaylar bölgelerinde sosyalizmi kuracaklarini vadediyorlar. Halki kandiriyorlar. Sosyalistler Anarsistler icin Kapitalizmin 5. kolu diyorlardi. Simdi kendileri Kapitalizmin ayagi oluyorlar. Halkin kabarisini kim yapacak?. Solun hali ortada. Hayali birakalim. Secimi partiler, halkin hep birlikte boykot edmeli. Boykot edilmesse, ayni tas, ayni hamam. Secim mücadelenin afyonudur. gerci afyon icmek güzeldir, kafa yapar, özgür olursun.:) Iktidarin, egemen güclerin oyalamasidir. Anarsist olarak secim propagandasi yapmak dogru degil diyorum. Genel Boykot. Biz en azindan kirlenmemis oluruz. Aldatilmamis oluruz. En azindan biz Anarsistler oarak sistemi, devleti, iktidari, otoriteyi tanidigimizi deklere ederiz. secim sonuclari ve sonrasi ayni olacak. adam mesru olacak.
Gun bey senin piyasa gazeteciliginden farkin var. Onlar hergün isi gücü politika, partiler, iktidarlar, sanatcilar, sarkicilar, mankenler, moda, futbol, eylence, ABD, Avrupa, piyasa ekonomisi, kriminal haberler yayinlamaktadirlar. Yapmazlarsa ekmeginden olurlar. Muhalefet yazar ve cizerler sürekli iktidarin aciklarini, yanlislarini, yapmasi ve yapmamasi gerekeni , kendi yapacaklarini yazar dururlar. Iktidar yanlilarida keza ayni seyi yaparlar. Kisacasi her iki kesimde Devletin daha uzun yasamasi, halkin boyun eymesi, Devletin tamir ve onarilmasi, sermayenin, özel mülkiyetin korunmasi ve yasamasi, kanunlarla, nizamlarla vatandaslik görevi icin cabalar dururlar. Muhalefet sol basin ( cumhurriyet, Birgün, Evrensel, Sözcü) Halkin devrimcileriymis gibi görünür halkin gözünde. DEGILLER, HEMDE HIC DEGILLER. BIZZAT KARSI DEVRIMCIER.
Gün bey sende secim sürecinde muhalif basin gibi sürekli devlet politikalari, muhalefet yazilari ve demokrasi yasatmak icin insanlari secime odakliyorsun. Yukarida senin icin yazdigim sey ” sen onlardan farklisin”
Secime dair devrimci ve anarsist persfektifle birseyler yazmalisin, söylemelisin. ” seçimle kaim değil ki” diyorsun.
secimlerin karsisinda, mücadele icin ne yapilmali onu söyleyebilirsin.
Kacamak, Oportenist cevaplarla hic bir yere varilmiyor, sadece egemenlerin, otoriterlerin, milliyetci fasistlerin ekmegine yag sürülüyor.
Nasil kabarmali, ne yapilmali halk hareketi kabarsin?
Stalin, Sovyetler, elestirel Devrim tarihi yazilarinin devami olsun, günümüze ait yazacaklarin olmali. 1848 den bu zamana kadar Devrimlerin pratiginde, süreci tamamlayan, yapilmasi gerekenler yazilmali.
sen yazsana
yok yahu, neden meşru olsun. birçok diktatör “sezim” kazanır ama meşru olmak başka bir şeydir. Hatta bence diktatör olmayanlar da çoğunlukla para gücüyle seçim kazanır.
Gun bey secimlerde milliyetci muhalefet parti ve onun icine girmis sol adaylari desteklemeye cagiriyorsun. Bu sana daha mi kolay geliyor?. Sen yazsana diyosun. Secime katilin , boykot etmeyin diye propaganda yapmak devrimci anarsist persfektif’ mi? Heyhat .
Sen yaz diyorsun. Olur yazayim. Anarsist olarak sende yazdiklarimi okur, dogrulari, yanlislari ve eksikleri tamamlarsin.
hiçbir ideolojik yaklaşımın kölesi olmam. Diyelim ki anarşizme aykırı ama hayata uygun. Anarşizm boykot diyorsa eğer, yanılmış olamaz mı?
Cezayirli öğrenciler: ‘Sizi çok iyi tanıyan ama sizin haklarında hiçbir şey bilmediğiniz bir nesille karşı karşıyasınız’
Cezayir’de Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika’nın Devlet Başkanlığı seçimlerinde adaylığını geri alması ve seçimleri ertelemesi kararı Cezayir toplumunu özellikle de liselileri ve üniversitelileri memnun etmiş değil.
Cezayirli öğrenciler, eylemler başladığından bu yana özellikle aktif ve sokaklarda eylemlerine devam ediyor. Dün de başkent meydanlarında öğrenciler bir araya geldiler ve Buteflika’nın adaylığını geri çekme kararına rağmen eylemlerine devam ettiler.
Dün gerçekleşen eylemler, aslında Buteflika’nın adaylıktan çekilme ve seçimleri erteleme kararından önce planlanmıştı. Bu eylemler Eğitim Bakanı’nın bahar tatilini öne çekme ve tatili uzatma kararı sonrası protesto amaçlı planlanmıştı (Bakanın bu kararının ardında eylemlerdeki üniversiteli sayısının fazla olması var). Ancak Buteflika’nın açıklamaları sonrası öğrenciler Buteflika’nın kamuoyuyla paylaştığı reform taleplerini ve seçimlerin süresiz olarak ertelenmesini protesto etmeye başladılar.
20 yaşındaki Sofiane ‘Buteflika’nın gitmesini değil sistemin gitmesini istiyoruz’ dedi ve ekledi ‘Buteflikasız bir seçim isterken, seçimsiz bir Buteflika ile karşı karşıyayız.’
Liseli Aziz ise ‘Buteflika’nın kararı bizleri sakinleştirmek ve zaman kazanmak için bir hamle, seçimi ertelemeye hakkı yok.’ dedi.
Öte yandan öğrencilerin pek çoğu ‘defol, istifa’ diye slogan atarken, eylemcilerden biri Malika ‘Bunların hepsi birlikte gitmeliler, hepsi kokuşmuş’ dedi.
Olayları bir kafede oturarak dışarıdan izleyen Cemal ise ‘Önümüzdeki haftalarda belki büyük bir değişim gelmeyecek ama iyi bir geleceğimizin olduğunu görüyorum’ dedi ve ekledi ‘Gençleri küçümsemişiz.’ Bu sırada kafenin önünden geçen bir genç şöyle bir pankart taşıyordu: ‘Sizi çok iyi tanıyan ama sizin hiçbir şey bilmediğiniz bir nesille karşı karşıyasınız.’
https://medyascope.tv/2019/03/13/cezayirli-ogrenciler-sizi-cok-iyi-taniyan-ama-sizin-haklarinda-hic-bir-sey-bilmediginiz-bir-nesille-karsi-karsiyasiniz/
* * * * *
Soru:
Gün bey, gençliği, ‘genç kalmayı’ yüceltmek epey zamandır ‘moda’ bir tavır. Farkındasınızdır diye düşünüyorum.
Sizce, gençliği, ‘genç kalmayı’ yüceltip, yaşlılığı, ‘yaşlanmayı (ihtiyarlamayı)’ hakir görmek; devasa holdinglerin yönettiği kapitalist sistemde stratejik olarak uygulanan köleleştirme projesi mi?
‘Genç’; hızlıdır, dinamiktir, zorluklara dayanır, sömürelim sömürebildiğimiz kadar.
‘Yaşlı’; yavaştır, küflenmeye yüz tutmuştur, yeniliklere kolayca adapte olamaz, zorluklara dayanamaz, keşke şu ‘yaşlılar’dan çabuk kurtulabilsek.
Cevabınız nedir Gün bey?
Son sorumuza verdiğiniz kısa ama öz ʻalmadımʼ cevabınız için teşekkürler.
Sizin sorduğunuz sorulara etraflı cevaplar verdik, galiba okumamışsınız. Tekrar yolluyoruz, ama yine okumazsınız diye cevapları basitleştirdik.
ʻʻHangi komünistler?ˮ sorunuzun kısa cevabı: sizler ve sizlerin o zamanlar büyük coşkunlukla desteklediği ve katıldığı komünistler.
ʻʻKomünizm için mücadele ne demek?ˮ sorunuza aslında siz ʻDüşme Biçimleri!ʼ yazınızın ilk paragrafında ʻʻdevrim ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yönünde ilerlemek içinʼʼ cevabını vermişsiniz. Desteklediğiniz ve katıldığınız komünistler aşağı yukarı aynı amacı güderlerdi: ʻʻişçilerin sömürülmesine yol açan sosyal sınıflar düzeni kapitalizme son vermek için.ˮ
Siz ve Türk solcularının çoğu ʻʻher şeyi devletleştirmeˮ, ʻʻ çok çalışarak üretimi artırmaˮ, ʻʻ(geçici de olsa) polis devleti kurmaˮ, ʻʻ sınıfsız, sömürüsüz bir topluma doğru ilerlemeˮ gibi ilke ve amaçlara katıldınız. Doğru değil mi?
Şimdi katılmamakla siz değişmiş olabilirsiniz ama olanlar değişmez. Eski katılık ve dogmatikliğiniz de değişmeyebilir, yeni ideolojinizde başka türlü tezahür eder.
Kendiniz buna çok şahane bir örnek sağlamışsınız: anarşistliği, sizin gibi genç, atılgan, her zaman ön saflarda yer alan, dinamik, aksiyon anarşistliği ve uyuşuk, mıymıntı anarşistliği diye sadece iki sınıfa ayırmanız bu katılığınızın bir tecellisi. Üstelik uluslararası, küresel anarşistlikler de var.
ne güzel.
Bir yönüyle doğru tabii.
Gün Zileli gibi ‘yaşlılar’a, gençlerden uyari adli yanit sahibi
Ageism cok tehlikeli bir yakasimdir. Yas ne meslektir, ne parayla alinir. övünülecek bir durumda degildir. Tüm canlilar zaman sürecinde vucudundaki hücre yenilenmesi yavaslar, vucud korum sistemi yavaslar, reaksion azalir. oksidasyon prosesleri yükselir.
Bu demek degildir ki beyin düsüncesi durma noktasina gelir. Günümüz gencligi düsünce kapasitesi ortada. Onlari suclu görmüyorum, Smart hayat gencleri bu hale getirdi. Yaslilardaki sorun ise kendini yaslanmis, ise yaramayan, kenera atilmis yada kenara cekilme düsüncesi yaratilmis. onlarida suclamiyorum.
Genc teknolojiyi kulanamadigi icin yaslilari öteler, yaslilar gencleri tecrubesiz ve düsüncesiz olarak öteler.
Bilerek bu ayrimcilik yapiliyor ve körükleniyor. Halk kendi icinde ne kadar ayrilirsa ,egemenler yasamlarini o kadar uzatir.
Homofobik, türcülük, pedofili, irkcilik, lookism ve Ageism ayni katagorideki sosyal rahatsizliklardir.
Egemenler , teknolojik hakimiyetleri icin Ageism’i kullanarak insanlari ayrimciliga ve ötekilestirilmeye yönlendirirler. En cok kulandigi sey lookism ve Ageism’dir. insanlara önyargi uyandirmak, anlamazlar ordusu yaratmak, tüketimi hizlandirmak ve vucud enerjilerini kullanmak icin cabalayip, ayrimci reklamlar yaratirlar.
Ageismi ve Lookismi bazende siradan insanlarda kullanir. Kisilik bozuklu olanlar kendilerini korumak ve var edebilmek icin bu ayrimciligi kullanirlar.
Lookist birisi yaninda sürekli kendince guzel olmayan kisi ile gezer, övgüler ve ilgiler kendisinde yogunlasmasini isterler.
Ageism rahatsizligindakiler kendinden büyüklerle yasadigi travma neticesinde olusur. Ya da kendisinin elle tutacak birseyi olmadigini düsünüp, gencligini öne sürerek varlik olacaklarini düsünür.
Tüm bunlar teknolojik sermayenin ve uygarligin tüketici kisilerin yaratilmasi icin kullandigi argümanlardir.
Bana göre Homofobik, türcülük, pedofili, racism, lookism, Ageism ve kisilik sorunlari aynidir.
Kapitalizmi, racismi ve esareti tum yas guruplari birlikte yenecekler ve . birlikte özgür olacaklar. Sermayeye, iktidara inat
Son yorumum yayinlanmadi. Hayirdir. Ne olaki.
Bir yönüyle doğru tabii.
Hangi yönüyle yanlış?
Evrende hiçbir şey saf haliyle bulunmaz, dolayısıyla mutlak doğru diye bir şey yoktur. Bir yönüyle doğru demek, esasen doğru demektir.
Uyarı başka uyanmak başka.
Yaşlı-Ebedi Genç Zileli ʻʻBir yönüyle doğru tabiiˮ der gençlik günleri hatıraları uykusuna döner. Hangi yönüyle yanlış olduğuna değinemez. O eski güzel gün-lerden uyanmak istemez.
Peki, hangi yönüyle yanlış?
Gün Zileli eski gün-lerinde Perinçek babasıyla Abdülaziz Buteflika ve diğer Cezayirli büyük beyinliler gibi dünya yeni düzeninde yer almaya hazırlandılar. Sömürücülerin fiziksel mevcudiyeti tarihe karışmaktaydı. Sömürenlerin okullarında eğitim görenler işi akıl yürütme ile yürütecek kadar büyük beyinli olmuşlardı. Şimdiki Cezayir gençlerinin de yeni bir dünya düzenini sezdikleri belli. Kullandıkları dil son 100 yıl protestolarının kopyaları. Solcu devrimcileri hoplayıp zıplatan ve özellikle moruklara gençlik günlerini hatırlatan dil.
Siyasi iktisat salt siyasi ve salt iktisat oldu olalı bu protestolar medyada da darmadağın bir çerçeve içinde soytarılık oldu.
Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Fransa’da sarı yelekliler güzel bir örnek. İstekleri, toplumu idare edenlerin kurayla seçildiği ve bilimler içinde diğer bütün bilimlerden ışık yılı üstün olan beraber yaşama sanatını bizzat yaparak öğrenmek mi?
Yoksa 7 bin yılın şaşkına çevirdiği insanların istekleri mi? Daha iyi bir geçim geliri? Televizyon önünde evren kadar büyük beyinli bilim adam ve karılarının vaat ettikleri ve şimdiye kadar eşit dağıtılmasa da aşağılara sızan mucizeler? Filim, şarkı türkü, spor, internet yıldızı olup günde milyonlar kazanmak? Yaşlandığı için deli kanı tükenmiş Zileli gibi seçimlere katılıp karınca kararınca hiç de fena olmayan hayatlarına devam etmek? Fransaʼnın daha da zengin olması için dünyanın her yerinde savaşları ateşlemesine devam edip daha da zengin olması? … Liste sarı yelekliler sayısı kadar.
Cezayirʼe gelince. Tüketicilik daha henüz Fransa gibi zirveye ulaşmadığından, kıyasla çok daha dengesiz tüketim yaşandığından, tarih sahnesine yakın zaman içinde çıktığından konu sarı yelekliler gibi karışık değil.
Tabii azılı devrimciler için çok basit: . YENİ VE DAHA DOĞRU BİR DEVRIM YOLDA.
Her önüne geleni, özellikle solcu devrimci marksist, maoist, troçkist, iki türlü anarşist şarlatanları yiyip solcu devrimci çene düşükleri olarak kusan, gücü üssel artan ve dünyaya tam egemen Kapital’in yarattığı harabeleri görmek daha kolay gibi.
İlk önce ünlü Fransız Yazar Victor Hugo.
‘The French had turned to African colonization after their 1871 defeat in the Franco-Prussian war, licking their national wounds by seizing large swaths of territory across western Africa. “God offers Africa to Europe,” author Victor Hugo asserted in urging his fellow Frenchmen to add to holdings in Senegal and ALGERIA, “Take it. . . and at the same time solve your own social questions!” To his own rhetorical question “From whom” was the land being taken, Hugo responded, “From no one!” Britain and the newly unified states of Germany and Italy also joined what came to be known as “the scramble tor Africa” and invoked the CIVILIZING MISSION* to justify their jockeying for international stature and the continent’s vast mineral resources.”
*Not: (aynı çevre sorununa uyarmalar uyanmayan Zileli ve Türk solcuları, anarşist ve diğerleri dahil, bu medenileştirme ırkçı görüşlerine devam etmekteler. Uyarmalar nafile.
– Zileli ve Perinçek ve kapitalistler ve solcu devrimcilerin yarattıkları beyin manzaralarında yaşlı/genç kalıbına uymayan çok yaşlı bir kadın bana sordu: ʻʻFransızların sömürgesi olmaktan kurtulmak için Cezayir savaşıyla ne kanlar aktı. Şimdi de bütün Cezayirliler Fransaʼya gitmek istiyor, neden?ˮ
– Eskiden Cezayir’de dilenciye sadaka verdiğinde ʻʻAllah seni cennete kavuştursunˮ derlerdi. Şimdi ʻʻAllah seni Fransaʼya kavuştursunˮ diyorlar.
– Fransaʼda bir Cezayir fıkrası: bir sofu Müslüman ölür, cennete gider, ilk kahveye girer. Muhammed hariç gelmiş geçmiş bütün peygamberler bir masa etrafında Zileli ve babası Perinçek ve solcu devrimciler ve Graeber gibi dünyayı tamir etme konularını konuşmaktalar. Şaşkın Müslüman yanında geçen birinin kolunu tutar ve sorar: Muhammed nerede? Geçen bağırır: ʻʻGarson! biri seni arıyor.ˮ
– Keşke Araplar Cezayirʼe risaleyi kendileri getireceklerine postayla gönderselerdi.
İslamʼın şaşaalı günlerinde böyle alaycı laflar duyulsa da ciddiye alınmazdı. Aynı Zileliʼnin yeni dünya düzeninde yer almak için komünist rejimlerin sayısız gaddarlıklarını desteklemesi yetmez gibi bu rejimlerin aynı kapitalistler gibi dünyayı harabeye çevirmelerine uyaranları ciddiye almadığını da kabul etmesi gibi. Yazdığı kitaplarla o günlerinin dedikoduları ve gevezelikleri kendine fazlasıyla yetiyor gibi.
Ben biliyorum diyemem ama boş konuşmaları biliyorum diyebilirim.
Bir sayısı, saf bir mi, esasen bir mi, evren dışı bir mi?
Sizden diğer yönleri sorduk. Bilmediğinizi itiraf edeceğinize dinci cevabı vemişsiniz. Hiç bir bilimci bu aşağıdaki gibi aptalca bir laf etmez.
ʻʻEvrende hiçbir şey saf haliyle bulunmaz, dolayısıyla mutlak doğru diye bir şey yoktur.ˮ
Durmadan gerçek dünya ile ideolojinizi karıştırıyorsunuz. İdeolojik bilgilerinizi bilimsel bilgiler sanıyorsunuz.
1. ʻʻEvrende hiçbir şey saf haliyle bulunmazˮ bilimse bir öneri ve ancak bilimsel cevaplandırabilir.
2. ʻʻdolayısıyla mutlak doğru diye bir şey yoktur.ˮ ideolojik bir öneri. Değişik bir ideoloji savunan bunun yanlış olduğuna inanabilir.
Mutlaklığa basit bir örnek:
ʻʻ Evrende hiçbir şey saf haliyle bulunmaz, dolayısıyla mutlak doğru diye bir şey yoktur. Bir yönüyle doğru demek, esasen doğru demektir.ˮ ile ʻʻ Evrende hiçbir şey saf haliyle bulunmaz, dolayısıyla mutlak doğru diye bir şey yoktur. Bir yönüyle doğru demek, esasen doğru demektir.ˮ aynı.
Bu mutlak doğru değil mi?
Hızlı Sahte Sokak Anarşisti ve Bir Düzeltme, Zileli gibi ‘yaşlılar’a, gençlerden uyarı ve Yön
Sen yine mi buradasin? Ya arkadas lütfen bize iskence yapma. Yazdiklarin, karaladiklarin labirentler ve karisik dünyasi. . Yazilarini takip edemiyorum. Sana kac kere söyledim. Ayarlari bozulmus radyo gibi frekanslari bir birine girmis zat.
simdide Ageist’mi oldun?.
Yukaridaki yazimi okudun mu? yani egemenlerin, sistemlerin, ailenin, okulun, is hayatinin yaratigi kisislik rahatsizliklarini yazdim. Sansa bak yine sen ciktinnnnn. Sana düstü.
kulvar degistirmissin. Ageist olmussun. Bundan evvelki yazilarinda, sicmak, bok, ishal, kabiz, korkak, cesur, siginmak, cahil gibi kelimelerle ic fobilerini ve traumalarini yansittigini söylemistim. Repertuarin genisliyor. Simdide Ageism ilave edildi. Ya kardes sen ne imis sin?.ya …of amam offff…… Seni nasil tedavi ettirelim. Bilmiyorum. Seninle tartismayacagim. Hastalara kötü davranmamak lazim. onlari anlamak, dinlemek lazim. Senin tedavin icin cabalayacagim. Sokak hastahanesinde calisiyorum. sana yardim ederim.
değil.
herif ifadesine izin verilmiyor.
Balık baştan kokarmış. Bakalım şu başa bir.
ʻʻ İki tür anarşist vardır: politik mücadeleye katılmaya karşı olan ve politik mücadeleyi kabul eden.ˮ
ʻPolitik mücadeleyi kabul etme anarşitliğinin karşıtıʼ sadece ʻpolitik mücadeleye katılmaya karşı olma anarşitliğiʼ değil. Bu ʻyaʼ / ʻya daʼ mantığı bilime tapanların sitesine hiç yakışmamış. Hatta bu sayfada Antik Yunan devrinde çeşit çeşit özgürlüklerden ilham alan bir Bookchin yandaşı, sitedekilere kendinin atomaltındaki bulunan çeşit çeşit özgürlüklerden ilham aldığını yazmıştı. Atomaltını bırak, ʻbu, ikiʼnin karşıtı alt bütün diğer sayılar bile değil elma armut da olabilir. En kötüsü, her ikisi de soayal mühendislik olabilir.
Dünyayı salt laflarla yeniden yaratma çok eskilere gitse de, son 5-6 yüz yıl muazzam bir hız kazandı. Uzun bir süre konuşma ve dil insan olmanın masum ve pasifçe dayattığı kaçınılmaz zaruriyetiydi. Belli bir tarihte, bir biyolojik mutasyon sonucu yani doğal olarak, kral ve imparatorlar sıradanlar arasından sıyrıldılar. Bunlar dünyayı laflarıyla, verdikleri emirlere değiştirebilmeye başladılar. O gün bu gün ʻʻiki tür kral vardır : saraydakilerle dalkavukları ve saray dışında taklit edenler.ˮ Her iki taraf, megalolar da dahil, bütün insanlar adına konuşur. Ve bütün insanlık için konuştuklarından vicdanları temizdir. Utanmaları için hiç bir neden yoktur. Doğaya karşı girdikleri savaşta bayrakları İLERLEMEDİR, DAHA İYİYE GİTMEDİR.
Tabii ve özellikle son 3-4 yüz yıl asıl ilerleme ve iyiye gitmeyi teknisyenler yapar, ama olsun. Sağ/sol işin süsüyle meşgul olur. Bu yazı şahane bir örnek. Teknisyenlerin saray dışındaki bir kölesinin imam vaazi. Aynı görevi saray içinde halkla ilişkiler teknisyeni yapar. Makyaj ve ambalaj. Kuaför, güzellik salonu, jimnastik salonu falan filan.
Teknisyen becerilerine kısa bir örnek vermekte yarar var.
ʻʻBen, Murray Bookchin’in önerdiği yüz yüze doğrudan demokrasi ile işleyen Halk meclisleri kanalı ile yapılmasını ve Halk Meclislerinin oluşumu için var gücümüzle uğraş vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Ne diyorsun?ˮ
Genellikle diğer teknisyen beyinliler, dünyayı ölçüp biçme at gözlükleriyle görenler, hemen hoplar zıplar, kişi sayısı ve toplanacak yer metre karesini hesaplar ʻʻyüz yüze olmaz efendim, olmazˮ türküsü söylerlerdi. Ama şimdi, (maşallah, maşallah) internet ve sosyal medya ile yüz yüze demokrasi pekâlâ mümkün!
Teknisyen kölelerinin hindi gibi kabarmaları tiksindirici, çok iğrenç. Utanma yerini dolaylı faşist ruhlu ŞANTAJLAR almış. Saray içi ile saray dışı arası fark gittikçe sıfıra yaklaşmakta.
ʻʻAnarşist olsun olmasın, her türlü politik mücadeleyi reddeden arkadaşlarla aslında uzun boylu tartışılacak bir şey yok. Onlar, belki de haklı bir tutumla politikayı bir düşüş olarak görmekte ve ilkeli bir tutum alarak bu düşüşü kabul etmemektedirler. Tabii bunun, bütün toplumun reaksiyonun ya da SAHTEKÂR POLITIKACILARIN VEYA DİKTATÖRLERİN ELİNE DÜŞÜP İNİM İNİM İNLEMESİNE SEYİRCİ KALMAK ANLAMINA GELDİĞİNİN FARKINDA MIDIRLAR, O AYRI BİR SORUNDUR.ˮ
Bir zamanlar ʻsahtekâr olmayanʼ politikacıların ve diktatörlerin eline düşüp inim inim inleyenlere seyirci kalan birinin bu hafifliği kaldırılacak gibi değil. Bir şey öğrenmemiş, nakaratlar da aynı, şantajlar da!
Ne var ki, her iki tarafın da, saray içi/saray dışı olsun, saray dışı ve dinamik/uyuşuk olsun, azabına uğrayanlar var. Azaba uğrayanlar için, aile içi kavgalarda yer alanların, hangi tür olursa olsun, dünyayı saray açısından gördükleri çok bariz.
Örnek mi? İyi, işte her iki tarafı da kudurtacak tarihten bir yaprak.
Ama önce şu an teknisyenler dünyasının başını çekenlerin başında gelenlerden Çin’e bakmakta yarar var. Çin, Türkiye gibi bok çukurundaki saray içi ve dışı heveslileri, değil asıl lafı ağır basanların peşinde. Çinʼin yemi mi? Vitrin süsü veya ayıp donu ʻConfucianismʼ.
ʻʻBy and large Confucianists have been critical of Chuang Tzu. Hsün Tzu (fl. 298-238 B.C.) said that he was “prejudiced in favor of Nature and does not know man.” Ssu-ma Ch’ien (145-86 B.C.?), the famous historian and the first biographer of Chuang Tzu, characterized his work as “empty talk not based on facts . . . primarily aimed at pleasing himself and useless to RULERS OF MEN.” And Chu Hsi (1130-1200), the leading Neo-Confucianist, complained, “Lao Tzu still wanted to do something, but Chuang Tzu did not want to do anything at all. He even said that he knew what to do but just did not want to do it.” As a matter of fact, he was so much rejected by Chinese thinkers that since the fifth century, his doctrines have never been propagated by any outstanding scholar.ˮ
Not: Bu sitedeki ciddi lak lakçılara benziyorlar, değil mi?
Bir de bakalım kimmiş bu saray içi ve quantum atomaltı parçacıkları gibi, saray içi ve dışı, her iki yerde aynı and olabilen dinamik Zileli ile ilk günahçı uyuşuk anarşistlerin nefret edecekleri kudurtucu Chuang Tzu.
ʻʻCHUANG TZU (bet. 399 and 295 B.C.) has always fascinated the Chinese mind. He takes his readers to undreamed of lands and stimulates them through conversations of the shadow, the skeleton, and the north wind. His freshness of insight and broadness of vision are in themselves inspiring. He seems to transcend the mundane world, yet HE IS ALWAYS IN THE VERY DEPTH OF DAILY LIFE. HE IS QUIETISTIC, YET FOR HIM LIFE MOVES ON LIKE A GALLOPING HORSE. He is mystical, but at the same time HE FOLLOWS REASON AS THE LEADING LIGHT.
All this is a direct product of his concept of Nature. To him, Nature is not only spontaneity but nature in the state of constant flux and incessant transformation. This is the universal process that binds all things into one, equalizing all things and all opinions. The pure man makes this oneness his eternal abode, in which he becomes a “companion” of Nature and does not attempt to interfere with it by imposing the way of man on it.ˮ
Gerçi tüm yazı bunun tam zıddı altın yumurtlar dolu ama şimdi de baştan kuyruğa doğru diğer bir fikre bakacağım.
Kuantumda özgürlük gören bir teknisyen köle konuşur ve diğer bir köle cevap verir.
Not: Çok uzun bir süre önce, Cassirer, quantum atomaltı parçacıkları arasında dolaşırken özgürlüğe rastlayan, insanla Hobbes’ın makinesini karıştıran quantum fizikde Türkleri vecde getirecek Nobel ödülü kazanan Jordan’ı paçavraya çevirdi ama salt saray haberleiyle beslenen Türk solcuları yine ve yeniden büyük bir felakete can ve gönülle katılmışlar. Şu an bile bu Jordanʼın safsatası enayilere gece göndüz yutturulmakta.
ʻʻMorray Bookchin’in söylediği elbette çok daha geçerlidir. Benim söylediğim ise, halihazır politik mücadelede, en özgürlük düşmanı gücü tecrit etmek için durumdan yararlanmadır. Halkta parlamentoya ve seçimlere karşı bir bıkkınlığın gelişmesi olağan ve iyi bir şey ama bu henüz seçimlere katılmayı reddedecek boyutlara gelmiş değil.ˮ
Morrayʼın en sadık, hiç değilse Morray ölene kadar, müridinden bir alıntı:
ʻʻTo my knowledge Murray’s first discussion of democracy appeared in the remarkable essay “Forms of Freedom,” an inquiry into revolutionary institutions written in the annus mirabilis 1968. “Let us turn to the popular assembly for an insight into unmediated forms of social relations,” he urges — that is, unmediated by legislators and parliamentarians. In ancient Athens, he says, “the trend toward popular democracy … achieved a form that has never quite been equaled elsewhere. By Periclean times the Athenians had perfected their polis to a point where it represented a triumph of rationality within the material limitations of the ancient world.”
Sarışın mavi gözlü İLERLEME peygamberi Morrayʼın ümidi, aynı diğerleri ve aynı bu site sağ/sol anarşistleri gibi, ekolojiyi maskaraya çeviren tekno-bilimde. Benim büyüdüğüm çevrede inim inim inleyen çaresizler ağlarlardı, ümitlerini teknisyen ve politikacılara bağlayanlar doğal olarak vaatlerde bulunurlar veya ima ederler. Hindi gibi kabarırlar. Bu Morrayʼın diğer sarışın bebeği de ʻreasonʼ! Bu eski Marksist, Freud ve Marksʼın teorilerinin ʻreasonʼın iflas etmesinden kaynaklandığını bile bilmez gibi.
Her neyse. İşte Morray’ın “Forms of Freedom,” yazısı çıktıktan sonraki ve bu site dinamik ve uyuşuk anarşistlerini rahatsız edecek 20. yüz yıl Chuan Tzuʼdan bir yanıt:
ʻʻNow begins the rise of that great and greater Athens so highly admired by the later Western Spirit and its so-called Renaissance. The following six generations will teem, in armored Western eyes, with infinitely varied ʻforms of freedom.ʼ
The ʻforms of freedomʼ will be visible to those who look at Athenian Rhetoric and not at the slaves, grapes and olives.
Athenian rhetoric proclaims that the Anatolian cities are now free and can resume where they left off.
But the undefeated Athenian navy embraces them all in a Delian Confederacy, a rhetorical name for the Athenian Empire.ˮ
lütfen saygılı ifadeler kullanın. Herif diye bir şey yok.
ʻSonsuz ne?ʼ Soru cevap.
Sonsuz mu?
Sokak anarşistinin bilgiçliği! Tıp, psikoloji, sokak, sosyoloji, sosyal psikoloji, ageisme, otelemek, Smart hayat, hücre, oksidasyon, vücudun korunum sistemi, homofobik, türcülük, pedofili, lookism, racism, sermaye… Kısacası, bilgiçlik gemisini yürüttüğü laflar. Çoğunu ilk defa duyduğumdan google amcasına sordum.
Sonsuz mu?
Sokak anarşistinin internetten öğrendiği gevezelikler.
Sonsuz mu?
Sokak anarşistinin bilimsellik gösterisi?
Sonsuz mu?
Sokak anarşistinin son 7-10 bin yıldır çeşitli isimler alan şeytana, tabi olduğu sokak anarşitleri parti mensuplarının hoşuna gidecek ʻʻTüm bunlar teknolojik sermayenin ve uygarligin tüketici kisilerin yaratilmasi icin kullandigi argümanlardir.ˮ yeni ad bulması ile sergilediği zekasının ölçüsü.
Yahu insaf be! Sermayeden önce senin gibileri tüketici yaratma amacıyla pompalama bilgini hangi külahından çıkardın? İnternet külahından mı yoksa ʻpipsqueakʼ rumuzlu geri zekâlının saçma sapan fikirlerinden mi?
Her halükârda, bu senin kişisel özel sokak anarşisti erg-u-man diğer okunmaz ama iki yüz yıldır tekrarlandığı için anlaşılır yazılarındaki cici bici lafların gibi veri bankası hesabına yatırmaya değer.
Sonsuz mu?
Şimdi kendisi gibi orta sınıflılar, eski solcuların öcüsü ve baka baka aynı oldukları burjuva imamlılarının bekleyin eşeklerim yaz gelecek vaaz ʻʻKapitalizmi, racismi ve esareti tum yas guruplari birlikte yenecekler ve . birlikte özgür olacaklar. Sermayeye, iktidara inatˮ sayısı.
Sonsuz olsa da sonsuzun sonu gelir. Sokak anarşistinin zeka ölçüsü sonsuzu aşar, daha büyük bir sonsuza hoplar. Sonsuzdan büyük sokak anarşisti zeka sonsuzuna örnek olur.
Zekası sonsudan daha büyük sonsuz ama aynı zamanda orta sınıfı hali vakti yerinde bir ailenin süt evladı olduğu da sonsuz bariz: ʻʻAgeismi ve Lookismi bazende SİRADAN İNSANLARDA kullanirˮ
Anarşizm tarihinde yeni bir isimle yeni bir çığır açan yaratıcı sokak anarşisti efendi. Benim büyüdüğüm mahallede kadınlar birbirlerine ʻʻbu kızın güzel, bir subay, doktor, mühendis, sokak anarşisti, yazar, gazetede köşe dönercilerden biri gelir alır, dert edinme; bu kızın çirkin, ona ev işleri öğretˮ derlerdi.
Aman, sizleri gece gündüz pompalayan sarışın mavi gözlü ilahlarınız Batılılar duymasın! Türk, Arap, Kürt, İran şarkı türkülerinin hemen hemen hepsi güzellik ve özellikle kız ve kadınların güzelliğini dile getirir.
9. yüz yılda bir Müslüman teolog filozof ʻʻAllahʼa inanmıyor musun, kadının güzelliğine bak.ˮ dedi.
Hâşâ siz ilerici, ırkçı, devrimci solcu/ sağcı koyu yobaz bilimselci huzurundan, sizlerin insan bile saymadığı eski taş devrinde çıplak, insana yakışır SOKAK yerine çöl, orman, buzlar üzerinde dolaşanların bir mitine göre, güzel kadınlarını kıskanan tanrılar yere inip kadınlarını kaçırmışlar.
Truva savaşı kapitalistlerin alçaklığından oldu ama kadını suçladılar.
Adem Havvaʼya güzel olduğu için sulanmadı. Sizlerin Kapital+Bilim-Teknik ayvasını yiyip suçu sizler gibi sizlere yedirenlere yüklemenize örnek olsun diye sulandı.
Allah yere indiğinde tapınağa değil Meryemʼe gitti.
Sen de Zileli gibi var olan dünya hakkında durmadan değişen bilgi ile ideolojiyi karıştırmışsın. Biyoloji başka, ideoloji başka, sokak anarşisti efendi.
Sizlere meşale tutup aydınlatan ilahlarınız, aynı sizler gibi seks açlığından kafayı yemiş sarışın Avrupalıların gazabına uğramak istemeyen Afrika kadınları bilerek kendilerini çirkinleştirirlerdi. Bütün ilkeller arasında fahişelik Avrupalılar geldikten sonra başladı. Bazı ilkel çıplak vahşi kadınlar ilahlarınız Avrupalıların ellerine düşmesin diye rahimlerindeki bebeklerini, vahşi çıplak ilkel erkeklerin yardımıyla, öldürürlerdi. Sizler gibi insancıl medeni Batılılar, dinlerinin yargılarına uyarak, allaha şükür, bu vahşeti yasakladılar.
Avrupalı olma sevdası içinde ʻhepimiz insanızʼ içi boş dışı güzel kutusuna sığınıp hem bilim-teknikle yaratılan mal bolluğu hem zenginliğin yarattığı bilgi bolluğu ile gözleri kamaşan siz Türk okuryazarların, özellikle solcu marksist ve anarşistlerin kamaşan gözlerini kapatıp görmeleri imkânsız. Koyu dinciler asla hak yolundan çıkmazlar. Kapital+Bilim-Teknik güzelliğini ta baştan gören ama sizin gibi gevezeliklerle örten Rus ve Çin dersleri bile sizlerin cin gibi açıkgözlülüğünüze mani olamıyor.
Son zamanlarda, stres, tramvay, her şey kafada psikolojisi gibi her şeyi ve hiçbir şeyi açıklamayan emzikler listesine bir tane daha eklendi. Eminim bu emzik senin işine çok yarar. Bu yazıma sokak anarşisti Türkçesi ile cevap verirsen, sizler için yaratılmış ʻnefret yaymaʼ (ʻhate-mongeringʼ) emziğinle yapacağın sokak interneti teşhisini dört açık gözle bekliyorum.
Senin aşırı çaylaklığın, internet mahsulü cahilliğin hayli eğlendirici. Çoktan (en son 1970ʼlerde) ilan edilen, postmodern düşünceleri derin etkileyen otoritersizliği, yani otorite yoksunluğunu, bilmediğin için her bilgiçliğe özenen kelek gibi sokak anarşistliği anlaman şahane bir örnek. Sayın Sokak Anarşisti, medya antenlerin güçlü ama salt algılamışsın, anlamamışsın: Asıl otorite Kapital+Bilim-Teknik. Sen ve ben kıçımızla göklere bile uçsak, uçakla seyahat eder, internetle veya telefonla haberleşiriz.
Elbette gözlerimizi dünyadan ideolojilere çevirirsek neler ver neler.
Sor ʻʻʻ0+0 sıfıra eşittirʼ, mutlak doğru değil mi?ˮ Senin sokak anarşistliğine özenen Zileli, aynı senin gibi her türlü otoriteye karşı olma hevesi içinde, ʻdeğilʼ der çıkar. Sonradan görmüşler arasında sık rastlanan bir taklitçi aşırılığı.
Her neyse, Allah sizleri anarşistlik Allahınıza bağışlasın! Sayenizde ideoloji hasarlarının sonsuzluğunu öğreniyorum.
Ailesi ve özellikle iyi kalpli insancıl annesinin Nazilere katıldığını bilen bir sosyoloji profesörü faşistlik ruhunu anlamak için bir deney yapar. Fakat deneyin asıl amacını gizler, kobaylara öğrenme teorisi üzerinde araştırma yaptığını söyler. Kobayların bir kısmı öğrenemeyenlere elektrik şoku verecekler diğer kısmı, ki aslında tiyatro öğrencileri, şoka tabi tutulacaklar olarak ikiye ayrılır. Şok verilenler acı içinde kıvranma numaraları yaparlar ve hatta şok çok yükseldiğinde şoku verenlere durdurmaları için yalvarırlar.
Deney bittiğinde asıl amaç ve sonuçlar açıklanır. En yüksek şok verenlerin çoğunluğu deneye katılan üniversite profesörleri!
ʻʻBilgiˮ ve ʻʻbilgiyi aktarma mesleğiˮ önemini içselleştiren profesörler için camın öbür yanında acıdan kıvrananlar insan değil, öğrenme yeteneği kısıtlılar. İdeolojik gözlükleriyle gördükleri asıl dünya.
Bu deney, daha geniş bağlamda, anlayanlar için, kazananlar tarafından yazılan dünya tarihine de ışık tutar. Hayatta kalma kavgasında başarının zeka ve öğrenme ölçüsü olduğu özellikle Darwinʼden sonra (utanmadan) ilan edildi. Tabii sadece tek bir insan vücudunda şu an dünya nüfusunun 4-5 bin katı bakteri olduğu bile buna inanların hindi gibi kabarmalarına son vermez. Ne de, bu bakterilerin hayatta kalma kavgasından dolayı dünyaya yaşattığı antibiyotik sorunu.
1972ʼde Türkiyeʼye geldiğimde bu deneyi biliyordum. Ancak, aynı zamanda, Naziler savaşı kaybetti ama yarattıkları yeni düzenin kazandığına da tamamıyla inanıyordum. Şu an da hâlâ Nazi düzeninindeyiz ama çok daha cici bici ambalajlara sarıldığından her türlü eleştiri iyimser/kötümser, senin fikrin/benim fikrim, görecelik, insan doğası, psikoloji, stres, tramvay, sağ/sol, devrim gibi televizyonlaşıyor, basmakalıplaşıyor…
Türk solunun, deneydeki profesörler gibi dünyayı taktıkları ideolojik gözlükle gördükleri apaçıktı. İdeolojilerin karşı çıkmak düşünülemezdi. Hemen inim inim inleyenler şantajı yapılırdı. İşin kötüsü, eğer bunlar büyüdüğüm mahallede yaşamış olsalar dı, ben onları Bill Gate alesinden sanırdım. Daha sonra bunlara Avrupaʼda da rastladım. Bolluk için değil özgürlük için gelmişlerdi. Kimse bolluğa kavuşmaktan başka bir amaç kalmadığını açıkça söyleyemiyordu. Diğer yandan, bolluğa kavuşanlar da mutsuzdu, kavuşmayanlar da. Geri kalan edebiya veya televizyon.
Ateislikten vazgeçmeyen bir marksist filozof bile en keskin eleştirilerin artık aşkınlığa inananlardan geldiğini söyledi. Tabii, bu sitedekiler ve Türk solu hemen Erdoğanʼı, imamaları, din afyonunu görüp şantaja başlar.
Her halükârda, Türk devrimci solcular düşmanlarının aynı İLERLEME gözlüğünü takmışlardı ama düşmanları acele etmiyordu.
Bunların arasında yer alanların çoğu Zileli gibi1990ʼlara kadar İLERİCİ komünist rejimleri desteklediler. 1990ʼlardan önce çıkan ʻʻGulag Archipelago, 3 cilt (1973-1978)ˮ bile bu hızlı devrimcileri durduramadı. Şimdi bile, aynı deneydeki profesörler gibi ʻʻbu dünya bir öğrenim gezegeniˮ gözlüğü takmış yerel dedikodu yapıyorlar ve okuma yazma bilmeyen veya okuduğunu anlamayanlara enfarmasyon (in-formation biçimlendirme demek) sağlama, uyandırma, bilinçlendirme gibi 2 yüz yıllık ninnileri tekrarlıyorlar.
Sağcı, dinci ve kapitalistlerden tek farklar takılan yanlış/doğru gözlüklerde, içselleştirilen yanlış/doğru ideolojilerde.
Zileli ʻDüşme Biçimleri!ʼ yazısında komünist rejimleri desteklediği günlerde taktığı ideolojik gözlükle ne rejimlerin gaddarlığını ne de çevreyi viraneye çevirdiğini görmüş, hâlâ güzel ama tam güzel olmayan günleri anlatıp duruyor. Günümüzdeki sağ ve solun ıslah edip aşırdığı çevre sorununu örnek vererek ideolojilerin körleştirip vurdum duymaz ettiğini hatırlatana rahatlık içinde, aşağı yukarı, cevabı: ʻʻbu sitedeki gerçek ve dinamik anarşistler asla senin gibileri dinlemez!ˮ
Üstelik bütün politikacıların karşı sürülere saldırısında kullandıkları halklarının ʻʻinim inim inleme, minim minim minimlemeˮ his sömürüsü şantajını farkında bile olmadan yapması da rahatlığını kanıtlar.
Trump ve Erdoğan gibi rahat olmak pek zor değil galiba.
Gerçi bu sitedeki anarşistleri bana saldırmalarında sık sık ʻyoutubeʼ video adresleri vermeleri çoğunun gece gündüz ʻʻŞİMDİˮ his dünyasında rahat bir hayat yaşadıklarını çoktan göstermişti.
“9. yüz yılda bir Müslüman teolog filozof ʻʻAllahʼa inanmıyor musun, kadının güzelliğine bak.ˮ dedi.”
Tıpkı iki yüzyıl önce aynı şeyi söyleyen peygamberi gibi:
“Şehr bin Havşeb, Abdullah bin Selâm’dan ( radıyallahü anh ) rivâyetle: “Eshâb-ı kiram ( radıyallahü anh ) toplanmışlar, Allahü teâlânın zâtının nasıl olduğunu düşündükleri bir sırada, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) çıkageldi. Onlara “Neyi düşünüyorsunuz?” diye sordu. Onlar da “Biz Allahü teâlânın zâtını, Allahü teâlânın nasıl olduğunu düşünüyoruz” cevâbını verdiler. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Sizler Allahü teâlânın zâtını düşünmeyiniz, O’nun yarattığı mahlûkları düşününüz. O mahlûkların yaratılışındaki hikmeti, nizâmı, intizâmı, akılları durduran incelikleri düşününüz” buyurdular.”
http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/SEHR-BIN-HAVSEB/1087
“Tefekkerû fî âlâillâhi velâ tefekkerû fî zâtillah”
(“Allah’ın nimetlerini düşünün fakat zâtını düşünmeyin”)
şeçim aynı şeylerin tekrarın ise bizde neden katılalım ki?