Doğu Perinçek’ten ve Diğer Bir Kısım Ulusalcıdan Saldırganlara Destek
Doğu Perinçek’le bazı gazetecilerin Ulusal Kanal’da, Hulki Cevizoğlu’nun programındaki, neredeyse dört saatlik söyleşisinin ancak son bir saatini izleyebilmiştim. Dün akşam tamamını baştan sona yeniden izledim. Doğu Perinçek’in bu söyleşideki görüşlerine, örneğin yakında AKP iktidarı tarafından Cemaat’e karşı başlatılacak “uzun bıçaklar gecesi”ni teşvik etmesine, hırsızlığa karşı mücadelenin arkasında ABD’nin olduğunu söyleyerek ve başka birtakım ulusalcı gerekçelerle AKP ile müttefik konuma geçme girişimlerine, Ukrayna halkının mücadelesinin ezilmesi ve Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesi girişiminde açıkça Rusya’nın yanında yer alması konusunda bundan sonraki günlerde bir şeyler yazar mıyım, bilmiyorum ama HDP’ye saldıranların “haklı mücadelesini” kutsayan sözleri üzerine acilen bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm. Sabahın 5’inde kalkıp bu yazıyı yazmaya girişmemin sebebi bu aciliyettir.
Doğu Perinçek’in sözlerine gelmeden önce, Fethiye’deki ADD’nin ve ona katılan bazı derneklerin yayınladığı bir bildiriden şu alıntıyı yapayım:
“Pazar günü ilçemiz merkezinde terör yanlısı ve destekçisi olduğu iddia edilen bir siyasi parti açılışı duyumlarına tepki amaçlı toplanan vatandaşlar, yerel otoritelerin kararı ile olayların daha da büyümemesi amacı ile parti tabelası indirilmiş ve kalabalığın sakinleşerek dağılması sağlanmıştır.”
Vay vay vay! Atatürkçü düşünceliler, saldırgan grubu teşvik etmekle kalmamışlar, bir de Fethiye’deki devlet görevlilerinin tabela indirme rezaletine gerekçe bulmuşlar. “Olayların büyümemesi”ymiş! Sen hem olay yaratan saldırganlara destek çık hem de saldırganların koçbaşı görevini üstlenen devlet yetkililerinin rezaletini “olayların büyümemesi” gerekçesiyle onayla. Sizlere ne diyeyim bilmem ki. Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış desem yine hafif kalacak. Tabelayı indirenleri kınayan MHP’ye bundan sonra faşist demeyeceğim. Bu niteleme ADD’ye daha çok yakışıyor.
Gelelim Doğu Perinçek’e. Uzun söyleşisinde söz AKP’ye geldiğinde ona her seferinde “gereken” hoşgörüyü gösteren, aşırı sağcı ve ırkçı İsviçre Halk Partisi’nin ve lideri Blocher’in Ermeni soykırımının reddi konusunda kendisine gösterdiği hüsnükabulden şerefyab olan Doğu Perinçek, HDP söz konusu olunca hop oturdu hop kalktı. Özerklik konusunu, ilgili ilgisiz ve tekrar tekrar gündeme getirip, “buna kalkışacak olanları şiddetle uyar”dı. Daha korkuncu, söz HDP’ye yapılan saldırılara gelince, bunun, “ülkeyi bölmek isteyenlere karşı haklı bir tepki” olduğunu söyledi. Elbette bu sözler, aynı zamanda İP Genel Sekreteri Serhan Bolluk’un birkaç gün önce yaptığı açıklamayı da geçersiz kılıyordu. Serhan Bolluk, İP’in bu saldırılarla ilgisi olmadığını açıklamıştı. Ama Doğu Perinçek’in bu sözlerinden sonra, diyelim ki, saldırılarda İP üyeleri bilfiil bulunmuyor olsalar bile, saldırganların arkasında İP’in bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Nasıl, saldırganların arasında bazı MHP’liler bilfiil yer aldığı halde, bu saldırılarla ilgisi olmadığını açıklayan ve hatta parti tabelasının indirilmesini (ilçe yöneticileri aracılığıyla) kınayan MHP’yi saldırıların arkasında bulunmakla suçlayamazsak. Genelde lafa değil, fiile bakılır, öyle değil mi? Şu somut durumda ise tersi söz konusudur. Söz fiilden daha önemlidir. Saldırganların arkasında, sözleriyle İP ve Genel Başkanı Doğu Perinçek bulunmaktadır.
Siyasi güçler, zaman içinde ideolojik bir evrim geçirir ve hatta yer değiştirirler ve bu yer değiştirmeler sırasında boş kalan alanlar değişim içindeki siyasi güçler tarafından doldurulur. Bana öyle geliyor ki, MHP son zamanlardaki yönelimiyle aşırı sağda bir boşluk bırakmış ve bu boşluğu doldurmaya İP talip olmuştur. Ulusalcı duyguları, laik görüşleri ya da orducu eğilimleri dolayısıyla İP’e eğilim gösteren insanlar, bindikleri arabanın onları sağın da sağına, aşırı sağa, nasyonal sosyalizme, faşizme götürdüğünün bilincinde olmalıdırlar. Faşist olmak ya da faşizme hizmet etmek istemeyen insanlar bir an önce bu arabadan inseler iyi ederler.
“Bölmek isteyenlere haklı tepki”ymiş. Bu ülkede yaşayan ve nüfusu 20 milyonu geçen bir halk kendini ifade edemeyecek, susturulacak, kendisini savunduğunu düşündüğü bir partiye destek veremeyecek, parti kuramayacak, bunları yaptığı zaman bölücü olarak nitelenecek, en azından “kendi evine” hapsedilecek, batı il ve ilçelerine çalışmaya gelmiş gariban Kürt işçileri tehdit altında tutulacak, saldırıya uğrayacak, batıda dükkân açmış Kürt kökenli esnafın işyerleri saldırıya uğrayacak, bunun adı da “vatanın birliği” vb. olacak. Şu despotluğa bakın! Ve aynı zamanda şu ayrımcılığa, bölücülüğe, ırkçılığa bakın. Bugüne kadar en büyük özgürlük düşmanlarının demokrasiden en çok söz edenler olduğunu defalarca gördük, yaşadık. Bölücülükten en fazla söz edenler de gerçek bölücülerdir. Kürde karşı ayrımcılık yapmaktan, onu dışlamaktan, kendini ifade etmesini, bir siyasi parti ile haklarını savunmaya çalışmasını önlemekten daha büyük bölücülük mü olur? Bölücü olan, ayrımcının ve despotun ta kendisidir.
Berkin Elvan’ı uğurladığımız tarihi yürüyüşte Türk bayraklarının Gezi direnişlerinden bile az olduğu dikkatimi çekti. HDP de dâhil Türkiye solunun ve Gezi’nin bütün renklerini orada gördüm. Gözüm İP’lileri aradı. Onlar da Gezi’nin bir rengiydiler, bulunmaları iyi olurdu diye düşündüm. Acaba solun fazla ağırlıkta olduğunu görüp katılmaya çekindiler mi diye endişelendim. Anarşizmin özgürlük anlayışı, bazı anarşist arkadaşların sandığının tersine budur. Bizim toplum anlayışımıza göre kimse dışlanamaz, dışlanmamalıdır. Buna karşıdevrimciler de dâhildir. Hatta bu konuda Marksist arkadaşlarla aramızda önemli tartışmalar vardır. Onlar, karşıdevrimcilere söz hakkı olmaz derler. Oysa aslında karşıdevrimcinin söz hakkını kısıtlamak devrimin de söz hakkını kısıtlamaktır. Çünkü bu işe girişenler, bir adım sonra bir kısım devrimciyi de karşıdevrimci ilan edecek ve söz hakkını elinden alacaklardır. Öte yandan, karşıdevrimin söz hakkı devrimin sağlığı açısından gereklidir. Karşıdevrim devrimi eleştirsin ki, devrim ona yanıt vererek kendi zihni uyanıklığını ayakta tutsun. Doktor arkadaşlar daha iyi bilir. Aşı denen şey aslında vücuda bir miktar mikrop zerk etmektir. Vücudun hastalıklara karşı bağışıklığı ancak böyle sağlanabilir.
İşte bu nedenle İP’lileri yürüyüşte görünce, inanın rahatladım. Şimdi, Doğu Perinçek konuştu da fena mı oldu? Bence iyi oldu. Böylece İP’in gerçek tutumunu öğrendik ve ona karşı argümanlarımızı güçlendirdik.
Doğu Perinçek, söyleşisinde ifade ettiği gibi, “zindanları boş bırakmasa” da gerçek devrim zindanları kökünden yıkacaktır. Uluslar ve milliyetler arasındaki sınırları ve duvarları da. Çünkü o sınır ve duvarlar gerçek bölücüler tarafından çekilmiştir.
Ama sanılmasın ki, herkese söz hakkı demek saldırgana saldırı hakkı tanımak demektir. HDP’ye saldıranlar bilsinler ki, HDP’nin özgürlüğü hepimizin özgürlüğüdür. Saldırdıklarında beyinlerine ineceğiz. Fiilen saldırırsan senin de Doğu Perinçek.
Zorba polis gücüne sapanla karşı koyan yürekli Berkin’imizin ruhu bize yol gösteriyor.
Gün Zileli
15 Mart 2014
ÇYDD Genel Merkezi’nin, imzalarının kendilerinden izinsiz atıldığına ilişkin açıklaması aşağıdadır (metin kopya edilemediğinden linkini veriyorum):
Görüşlerinize genelde katılıyorum. Perinçek’in haksız yere onca yıl yatırılmasına nasıl isyan ettiysem, çıkar çıkmaz hedefine (benim için hiç sürpriz olmadı) bdp-hdp’yi koymasına da o kadar isyan ediyorum. Ve Perinçek’in ömrünün son dönemini ciddi provokasyonlarla geçireceğine dair endişeleniyorum…
Yine Marksistlere haksizlik etmişsiniz. “Karşı devrimcilere söz hakkı verilmez” diyen bir tek Marksist olamaz! Olsa olsa Maocu bağnazlıktan ve Stalinci sosyal faşizmin artıklarından beslenen yerel cahil solcular vardır. Siz bir Alman veya Italyan Marksistin filancaların söz hakkı yoktur diyebileceğinize sahiden inaniyor musunuz?
Ayrımsız her insanın, her görüş ve inancın kendini ifade etme, yayma ve örgütlenme hakkı dokunulmazdır. Bunun istisnası bile olamaz.
Doğan Demir
her şey alenileşiyor; meselenin özgürlükle, ” kutsal devlet (mülk) tapıcılığı” arasındaki bir ayrışma olduğu belirginleşiyor. bu durum, “küresel sermayenin, ulus devletleri yapı sökümüne uğratma sürecinden” ayrı değerlendirilemez. bu bir savaştır ve temelde üretici güçlerin gelişim seyrine ve tarihin akış yönüne aykırı bir direnç gösteren “arkaiklerle”, insanlığın geldiği yeni aşamada dünyayı “devlet mülkü” olmaktan kurtarmak isteyenlerin mücadelesidir.
ancak, şunu gözardı etmeden davranmamız gerekiyor bence… bu savaşta “şiddete” (egemenin şiddeti yani) “teröre” gereksinim duyanlar, “onlar” olacaktır; olmak zorundalar. perinçekin ifadesi, bunun delili… bu savaşta yerini akp ile ittifak noktasına taşıyacağı, şimdiden belirginleşmiştir.
zira akp, “küreselleşmeden yana görünerek, devletin kendini kurtarma projesidir ve “asıl-çekirdek devlet” tarafından yürütülmektedir. suriye, ergenekon sanıklarının salınmasına karşı, kck lıların alıkonması, bunun örnekleridir. esasen, cemaatle kavgası da bundan dolayıdır. cemaat küresel güçlerle daha samimi ve içli dışlı durumdadır.
bu noktada kürt hareketine bir uyarı yapmak bence gerekli…akp den yana bir görüntü vermekten sakınmalı, bu cepheleşmede biraz daha tarafsızlaşmaktan yana olmalıdır. cemaat ve chp tabanıyla ” bile” , gerektiğinde ilişki kurmaya açık kanallar bulunmalı bence…
Çok haklısınız ama bu fikir Türkiye solunda o kadar yaygın ki. Hatta bazı anarşistlerde bile var bu düşünce. Daha geçen gün bir TKP’li tweeterde “tabii ki karşıdevrimcilerin ifade özgürlüğü olamaz” diye yazdı bana. Elbette bunun tersini düşünen özgürlükçü marksistler de var. Belki bu istisnayı belirtmem yerinde olurdu, buradan bu vesileyle belirtmiş olayım.
Perinçek için jitemin sözleşmeli elemani dedi cengiz candar. Ne dersiniz?
Gün hocam yazdıklarınıza noktasına kadar katılıyorum.Sizin YARILMA yı okumadım dedi.Okudu da verecek cevabı olmadığı için okumadım dedi. AKP yolsuzluklarından özellikle son operasyonlardan tek kelime bahsetmedi.. güya önemsemedi.. hatta çalınanlarla” iş kurulu filan ” dedi….CHP – MHP birlikteliğinden bahsetti. Allah aşkına kendini ne görür ki bu partiler gidip “DOĞU BEY BİZ GELDİK ” diyecekler… Velev ki” bu partiler biz geldik ama siz şöyle biraz kenarda bekleyin ” deseler imkansız kabul etmez. Zira ego ön planda. Devrimci gençliği ezen BOL APOLETLİLERE BEL BAĞLAMIŞ..” Arkadışm DENİZ “İN idamına çift el kaldıran Süleyman DEMİREL e teşekkür etmeyide unutmadı….saygılarımla
Bu konudaki düşüncem Cengiz Çandar’la ilgili bir yazıda var. Oraya bir bakıverin: ‘Büyük Türkiye’ Milliyetçisi Cengiz Çandar’dır yazının başlığı. Ben bu tür suçlamaların pek ucuz şeyler olduğunu ve meselenin siyasi ve ideolojik düzeyde ele alınmasını önlediğini düşünüyorum.
özellikle bu sonuncusu çok önemli. Demirel yalnız Deniz’in idamına el kaldırmakla kalmamış, AP milletvekillerinin idam yönünde oy vermelerini sağlayarak Deniz’i doğrudan ölüme yollamıştır. Bunları unutmamak çok önemli. Ego konusunda da haklısın. öyle olmasa Kılıçdaroğlu’na Tayyip’ten bile daha fazla saldırmazdı. Kendi taraftarlarını bile ikna edemiyor bu konuda.
ÇYDD de bu derneklerin arasında sayılmıştı, ama daha sonra resmi sitelerinden açıklama yapıldı ve izin alınmadan isimlerinin zikredildiği, yasal işlem başlatılacağı ifade edildi.
Söz konusu örgütlerin/derneklerin arasında TEMA da vardı, onlar da yerel örgütün merkezden habersiz bir açıklama yaptığını, ama söz konusu açıklamanın itidale davet olduğunu düşündüklerini belirttiler.
Diğer dernekler yani AKUT, ADD vb cevap vermedi bildiğim kadarıyla.
Hangi ulusalcılık diye bir soru olsa ÇYDD’ninki derdim. TEMA ise hayalkırıklığı yarattı bende.
MHP’nin dönüşme sinyalleri ise umut veriyor biraz olsun.
Ben giderim mersine, ağa gider tersine, diye bir söz var. Tüm dünyaya baktığımızda, İP. hep sol ağırlıklı hatta komünist bir tutum içinde olduğunu görürüz. Ancak Türkiye de, bu durum yok. Tam tersi. Perinçek, daha önceleri unutamadığım bazı yorumlarındaki aşırı sağcıları bile geride bıraktığı ifadelerini, unutmak mümkün değildir. Yani demem şu ki işçi sınıfını incelersek, emekçi bir sınıf, dolaysıyla ezilen bir sınıf olması gerekmekte. Ancak ne tuhaftır ki Perinçek hem işçi sınıfını kendisine maske etmiş hem bilinen faşistleri gölgede bırakacak derecede bir faşist. bu adamın ruhunda ihanet hiç eksilmedi ki. Daha önceleri kaleme aldığı yazılarla kaç kere devrimci yerlerini göstererek ölümlerine sebep oldu. (DEV SOL) Bunu unutmak mümkün mü? Tansu çiller zamanında. Bu ülkenin bir taşına değil, bir çakılına sahip çıkarım dediği ile ta o zaman Kürt ulusuna karşı olduğunu ortaya koymuştu.
Şimdi AKP faşizmini desteklemezse, yanında olmazsa şanına yazık etmiş olacak. Belki bu şekilde vurgun ve yolsuzluklarla elde edilen bala bir parmak ta o çalacak. Derdi gayesi bu zaten.
Berkin için terörist, ateist diyen bir faşist diktatörün yanından ayrılırsa zaten çok ayıp etmiş olur. (Perinçek)
Bu arada, Kürt liderlerinin de dikkat etmesi gereken durumlar var. Ortaya atılan aslı olmayan bir barış süreci bahanesi ile, aman bu süreç bozulmasın denilerek hep geri kalındı. AKP yandaşlığı gibi bir durum sergilendi. Gezi olaylarında halkın yanında olunmadı. Yolsuzluk olayında da ne yazık ki aynı durum sergilendi. Bilerek ya da bilmeyerek bu olay barış sürecine yapılan bir darbedir denildi. Sormak gerek ne oldu? Nerde barış? AKP nin ekmeğine yağ sürüldü sadece. Tek taraflı ve korkaklıkla hak alınmaz bunu artık kabullenmek gerek.
Çok eskilerden gazetenin birinde bir karikatür görmüştüm. Bir lider kafasının içinde bir sürü tilki çizilmişti. Altında şöyle bir not vardı. aslında bunu Erdoğan’ın kafasına sokmak gerek. Dolayısıyla………..????????
O açıklamaları buraya taşıyabilirseniz iyi olur. selamlar.
Sadece bir tespitim vesorum olacak. Ben Bodrum Turgutreis’te yaşıyorum. Bodrum yarımadasında gözlemim şu: iş yerlerinin çoğu öyle masum Kürt esnaf tarafından filan işletilmiyor. Çoğunluk açık net mafya. Kendi yanlarında getirdikleri gariban Kürt hemşerilerimizde sömürülüyor. Buralarda öyle bir tepki var ki bu mafya oluşumuna MHP Aldı başını gidiyor. Konultuğumuz pek çok Kürt kökenli vatandaşın özlemi güneydoğuda özerklik ,ama kendileri Türkiye’ nin heryerinde işlerine devam etmeleri . Sorum bu . Mafya için ne düşünüyorsunuz? Dikkat ettiniz mi ? Sahillerde terör yok artık. Çünkü zaten her yeri ele geçirdiler.
Ne güzel… Süreç aydınlanıyor…
Kürt halkının temel taleplerinin karşılanacağı, “kısa vadede” Demokratik-Laik bir Hukuk devleti temelinde birlik…
CHP-HDP-BDP-TKP.. ve diğer parti, yapılar… Karşıda AKP-İP-MHP vs … Bu olmazsa “patinaja” devam… Ve toz duman…
(Olur mu?…. Olasılık ne kadar… % 20 mi? Seçimler yine de insanların “nerede” olduğunu, “korkularının” ve “beklentilerinin” düzeyini gösterebilir… Bu “demokratik” ittifak ne kadar gecikirse, “dolandırıcı despotlardan” kurtulmamız da o kadar gecikecek…)
ÇYDD’nin konuyla ilgili açıklaması
http://www.cydd.org.tr/
Bu da TEMA’nın
http://www.tema.org.tr/web_14966-2_1/entitialfocus.aspx?primary_id=1222&target=categorial1&type=2&detail=single
Kişisel fikrim, iki açıklama arasında dünyalar kadar fark olduğu yönünde.
Mafya’yı herhangi bir milliyete bağlamak doğru olmaz. Bakın ben uzun yıllar ingiltere’de yaşadım. Orada da Türk ve Kürt göçmenlerden kimileri mafya işlerinde hayli mahirdir. Zürih’te de beş yıl yaşadım. Orada da Arnavutlardan çıkıyor böyleleri. Ama bu böyle diye ingiltere’deki Türk ve Kürt kitlesine ya da Zürih’teki Arnavutlara düşmanlığın körüklenmesine göz yumamayız. Ben size Mafya işlerine bulaşan bir sürü karadenizli veya başka yerli insanları da gösterebilirim. Ama Kürtler hemen göze batıyor, dikkat çekiyor. Kürtlerin böyle işlere karışmadıklanrını söylemek istemiyorum. Diğer milliyetlerden insanlar kadar onlar da karışmıştır. Mafyacılık biraz da gözü kara ve bileğine kuvvetli olmayı gerektirir. 20. yüzyılın başında da Amerika’da bu işlerin başını İtalyanlar çekiyordu. Ama bu, diyelim ki amerika’da İtalyanlara karşı ırkçı tepkileri haklı çıkarır mı? Ya da Sacco ve Vanzetti’nin idamlarını haklı gösterir mi? Bu yüzden batı illerinde bizlere düşen bir görev var. Her şeyden önce ırkçı önyargılarla mücadele etmek. Batı illerinden Kürtler çekip gitse mafia olmayacak mı? Mafia kürtlerle değil, kapitalist para düzeniyle ilgili bir olgudur.
Tema’nın yerinde olsam bu açıklamaya gerek görmezdim. Haberleri olmadan imzalarının atılmasının bir önemi yok ya da bu bizi ilgilendirmez. Bu tutuma katıldıktan sonra. Şu Akut denen ucubeye ne demeli? Ne biçim “mahlûki”lerdir bunlar?
yabancı arkadaşlarıma geziden bu yana ülkede olan tüm olayları, gelişmeleri anlatıyorum..her şeyi iyi kötü anladılar ama adı işçi partisi olan bir örgütlenmenin nasıl böyle faşist olabildiğini hala anlayamayıp soruyorlar..daha ötesinde bir şey söylemeye gerek yok sanırım, bu utanç bize yeter..
biz bile anlayamıyoruz, onlar nasıl anlasın 🙂
IP Perincek grubu ve siyasal islamcilarin koalisyonu karanligin zifiri karanliga donusmesinin en net ornegidir. Buradaki trajik durumsa laik/modern orta sinifin bu karanlikla beraber fasizmin en asiri ucuna savrularak kendi varolusuna dusmanlasmasi. Perincegin fikirleri yeni degil, uzun zamandir Avrasyaciligin en atesli savunucularindan, kitlesini gectim kendisi bile koku Rus Carlik emperyalizmine dayanan Avrasyaciligin tam olarak ne oldugunu biyor mu acaba? Ivan Ilyin ve gunumuzde Alexander Dugin adli ustun irk teoremcisi fasistlerin fikir babaligini yaptigi ve Putin tarafindan uygulanmaya calisilan, Carlik Monarsizmi-Nasyonel Bolsevism-Ortodoks Hristiyan dogmatisminin bir kirmasi olan bu gerici-fasist emperyal rejimi savunanlarin, Kremlin’den maasa baglanarak beslenenlerin grup/orgutlerine verdikleri isimlere bakin: Aydinlik, Isci Partisi, Turkiye Komunist Partisi, Sol Gazetesi… Bati Emperyalizmine karsi duracagiz derken ondan daha kor kuyulara dusen bu zihniyet zavalliligin en garip hali.
Rusya’da çarcılarla Stalinci KP’nin ittifakına “Kızıl-kahverengi ittifakı” dendiğini duymuştum. Karayüzlerin dirilişi!
mafya için bir sezgi olarak aklıma takılan bir soru var. acaba devlet, kürt imajının zedelenmesi, kürtlerin böylesi olumsuz gösterilmesi için, kasten göz yumuyor, bir kısım kürt insanı özellikle bu iş için destekliyor olabilir mi?
mayfanın tamamı böyle oluşur, demiyorum. kürtlerin güçlü aile ve aşiret bağları var. köyleri yakılıp, evleri başlarına yıkılmış ve şehir varoşlarına sürülmüş olan bu insanların, hayatta kalmak ve kendilerine bunları reva gören devlete karşı direnebilmek için, bu “avantajlarını” kullanmamaları beklenemezdi.
gene de sanki işin içinde böyle “meşum” bir destek de alanlar var gibi… bilhassa avrupadaki mafyalaşma için, böyle kuşkular duyduğumu itiraf edeyim.
nihayet akıllandın zileli yakın zamanda perinçek sevdanla sitede izleyin diyerek aslında konuşmaya bile değmezleri gündeme taşıyıp aklamaya çalıştın itiraz ettik bizzat kendini izleyip yalın acı perinçek gerçeğini gördün MHP nin bile gerisine düştüğünü anladın çok olumlu yazı tamamen katılıyorum.izmitte ip nin arabası türk milleti şövenizmi ile cepheci militer dille naralar atıyor.özel harbin merkezi izmit-gölcük hattında faşizmin kitle tabanına MHP yi çekemeyenler ip ve bilumum ulusalcılarla bunu yapmaya çalışıyor nedeni nedir sence???bence efendiler seçim sonunda HDP-BDP özgürlükçü politik muhalefetin %10 barajını aştığını bu durumun genel seçime uyarlamasından kürdistan faktörü ile toplamda 110 vekille parlamentonun kilidi olma ihtimali çok güçlenince efendiler şimdiyedek kürt siyasetini kimlik kabuğuna hapsetmek isteğini boşa çıkaran HDP yi saldırılarla bdp nin batı partisi imajı yaratmak istemelerinden ve geleceğin asıl alternatifini engelleme isteğinden olmaktadır.burada aslında cephe mantığının militer mantık olduğunu en iyi bilen biz devrimciler bu anlayışı olumlu tüketip sistemin bütün mağdurlarına sesimizi gelecek beklentilerimizin alternatif özgürlükçü devrimci programını ulaştırabilmek için cepheleşmeye değil bereketli toprakların bütün halklarına yönelik siyaset yapabilmeliyiz.kocaelinde 513 bin oy alan akp ye enyakını 250 yi zor almışken çözülmeye başlayan akp seçmenini kemikleştiren dil ve eylemdense onlarada sesini ulaştırabilen olmamız gerekirken akşamları akp önüne yürüyüş gibi yanlış eylemlerle çözülen akp seçmenini kendimizden uzaklaştırıp toplumsal muhalefeti aslında hiç farkı olmayan ulusalcı milli chp ye yamama çabalarını sitede üzülerek izliyorum.o.gürselin CHP-HDP-TKP ve diğerleri saptamasını HDP-ÖDP-TKP-BDP VE DİĞERLERİ şeklinde düşünmekte fayda var chp nin akp nin yerine şu anda iktidarda olan olsa farklı ne yapacağını bilmemize hatta akp nin yaptıklarını aynen yapacağını bilmemize rağmen bu sitede bile insanları sistemin kuyruğuna takmaya çalışmak üzücüdür?????özgürleşelim gezi gençliği bizim çocuklarımız hepimizi özgürleştirecek derken zilelide fark ettiği gibi giderek özgürlükçü dil ve simgelerin çoğalması sevindiricidir.birde eskiler karışmasa dahada özgürleştirecek gezi gençliği ama zehirlenmiş zihinler engelliyor çürümüş sistemin sömürgeci rantçı HIRSIZZZ düzen partilerine mecbur ve mahküm değiliz artık bir seçeneğimiz var toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci politik partisi HDP var UMUT var enseyi kararmayalım
CHP’yi bir çırpıda atıvermişsin muhalefet cephesinin dışına. İşin tuhafı şu ki, 4 saatlik konuşması sırasında D. Perinçek de aynı şeyi yapıyor, Kılıçdaroğlu’nu baş hedef haline getiriyordu. Bu benzerlik, hem İP’in hem de BDP’nin (hadi BDP’nin sağ kanadı diyelim) AKP’yi açık ya da gizli müttefik olarak görmesiyle de paralellik içinde.
Bir Laz, bir Kürt ve bir Türk idam sehpasında sıralarını bekliyor. Son istekleri soruluyor. Laz, her zamanki çelebiliğiyle, “bu da bana ders olsun” diyor. Kürt ne yapsın, aklına anası geliyor ve ölmeden önce son kez anasını görmek istediğini söylüyor. Sıra Türk’e geldiğinde ise hiç tereddütsüz son isteğini söylüyor: “Kürt anasını görmesin!”.
gün zileli o söyleşide ip başkanı doğu perinçek beşar esas ve baas sitemine de açıkça sahip çıkmıştır.emperyalizm karşıtlığı burada paravan işlev görmektedir.mesele kürt sorunuysa gerisi teferruattır halepçe soykırımcısı saddam da diktatör esat da desteklenir.temel mesele kürtlerin özgürleşmesininin önünde engel olmaktır.kardeşlik solculuk anti emperyalizm …vs söylemler birer paravan birer tuzaktır.ortadoğuda iran ırak suruiye ve türkiyenin oluşturdukları anti kürt statükosu sözkonusudur.ip doğu perincekin bütün tezleri bunun üzerinedir.bu yaklaşık 100 yıldır sürdürülen anti kürt hegemonyadır.Bu psikolojik savaşa dönüştürülerek sokaktaki ırkçı şövenizm desteklenerek vucut bulmaya çalışılmaktadır.doğu perinçek psikolojik harp yürütmektedir.bu bilinerek yaklaşıllırsa daha iyi anlaşılır.
Türklük sözleşmesi” ve Türk solu
Barış Ünlü
Türkiye solunun Kürt meselesiyle ilişkisi 1920’lerden bugüne uzanan uzun bir tarihe sahip. Ve bu tarih utanılacak bir tarih değil. Hatta kimi dönemleri ve kimi kişileriyle gurur da duyulabilecek bir tarih. Türkiye siyaset ve düşünce dünyasının Kemalizm, İslamcılık ve merkez sağ gibi diğer ideolojik evrenlerinde Kürt meselesine dair ya tam anlamıyla şoven tutumlar alınırken ya da en iyi ihtimalle koyu bir sessizlik hâkimken, Türkiye solu hem bireysel temelde hem de kolektif olarak özgürlükçü ve radikal çıkışlar sergileyebildi. Bireysel ölçekte, Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’larda “Kürdistan’da sömürge usûllerinin tatbik edildiğini” söylemesi, 1960’larda genç bir Türk akademisyen olan İsmail Beşikçi’nin Kürt meselesine dair çalışmalar yapmaya başlaması ve bunu sonraki onyıllarda her türlü baskıya rağmen sürdürmesi ve 1970’lerin radikal gençlik liderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizmle kopuşu ve Kürt halkının kendi kaderini tayin dâhil, gaspedilmiş bütün haklarını savunması akla ilk gelenler.
Politik hareket bağlamında ise, 1967’de Türkiye İşçi Partisi’nin düzenlediği Doğu mitingleri Kürtler için çok önemlidir. Bu mitinglerde meselenin etnik boyutu siyaset sahasında ilk defa açıkça gündeme getirilmiştir (Süleyman Demirel yirmi yıl sonra “Doğu Mitingleri çok büyük sıkıntılar çıkarmıştır Türkiye’nin başına” diyecektir). 1970’lerin etkili radikal sol örgütlenmelerinden Kurtuluş hareketi, Kürtlerin ve Beşikçi’nin ortaya attığı “Kürdistan sömürgedir” tezini desteklemiştir. 1990’ların başında Kürt hareketiyle ittifak eden SHP’nin sadece bir-iki yıl süren demokrasi tarihi bile bu alternatif siyasetlere merkez soldan bir örnek olarak gösterilebilir.
Bireysel ve kolektif düzeylerde alınan bu tutumlar ve tutulan tarafların bedelleri büyük oldu. İnsanlar öldürüldü, dışlandı, hain olarak görüldü, hayatlarının önemli bölümünü hapiste geçirdi; partiler kapatıldı, siyasal hareketler kriminalize edildi. Vurgulamak istediğim, bugün haklı-haksız birçok eleştiriye tabi tutulan Türkiye solu tarihinin, bir yanıyla, politik ve entelektüel cesaret tarihi olduğudur. Benzer şeyleri söylemek ve yapmak, diyelim ABD veya Fransa gibi daha demokratik bir ülkede daha kolay ve daha bedelsizdir. Türkiye gibi ezici bir şekilde sağcı, muhafazakâr, milliyetçi ve devletçi bir ülkede ise çok büyük riskler içerir. İşte Türkiye solu böyle bir atmosferde gurur duyulacak kişiler ve hareketler çıkarabilmiştir. Türkiye’de benzer bir tarihe sahip başka bir ideolojik-siyasî akım yoktur.
Ancak, Türkiye solunun Kürt meselesiyle olan ilişkisinin tarihi, aynı zamanda eleştirilmesi gereken yanlışlarla, eksiklerle, körlüklerle, sağırlıklarla, çarpıtmalarla doludur. Yukarıda saydığım olumlu örnekler, gerek bireysel düzeyde, gerekse de kolektif düzeyde istisna olarak kalmışlardır. Türkiye solu örgütlerinin çoğunluğu, 1920’lerden 1990’lara kadar Kürt meselesine sessiz ve ilgisiz kalmış, bir kısmı şoven tutumlar almış, bir kısmı da devletin yanında konumlanmıştır. Sol akademi ise 1990’lara kadar Kürt meselesine dair neredeyse hiçbir şey yazmamış, yazan mensuplarını da yeterince desteklememiş, hatta kimi zaman sükût suikastına uğratmıştır.1 Türk solunun önemli bir bölümü, Kürt meselesine neden ilgisiz, neden devletçi, kimi zaman ise neden açıkça şoven olmuştur? Bu yazı, bu sorulara cevap arayacaktır. Yazıda bu noktadan sonra Türkiye solu yerine Türk solu ifadesinin kullanılacak olması ise bilinçli bir tercihtir. Eleştirinin konusu Türkiye solu olamamış Türk soludur.
Kemalizm, Marksizm ve Kürt Meselesi
Türk solu üzerinde ideolojik düzeyde çok etkili olmuş, Türk solcularının ezici çoğunluğuna az ya da çok nüfuz etmiş Kemalizm en başta gelen nedenler arasındadır. Türk solu Kemalizmin modernleştirici, merkeziyetçi, ulus-devlet kurucu ve laik projesini büyük ölçüde desteklemiş, Kemalizmi ilerici, anti-emperyalist ve hatta zaman zaman anti-feodal bulmuştur. Bu bağlamda, örneğin Türkiye Komünist Partisi (TKP) geleneği ve sol akademi Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı girişilen ilk Kürt isyanları olan Şeyh Said ve Ağrı isyanlarını gerici, feodal ve emperyalizm oyunu olarak nitelemiş ve bazen açıkça bazen de örtük olarak devleti desteklemiştir.
İsyan denilen, ama aslında bir soykırım olan Dersim olayları da aynı kadere mahkûm olmuştur. Kürt meselesinin cumhuriyetin ilk on yıllarına tekabül eden bu kritik ve kanlı aşamalarında devletin yanında yer alan Türk solu, doğal olarak bu aşamaların tarih yazımında da yer almış, ve sonuç olarak bugün bu aşamalara dair Türk kamuoyundaki müthiş bilgisizlik ve ilgisizliğe katkıda bulunmuştur. Resmî ideolojinin Türk kamuoyundaki etkisi ve nüfuzunda Türk solunun da önemli rolü vardır. Özetlemek gerekirse, Kemalist resmî ideoloji Türk solunun ayağına takılmış, kurtulunması çok zor olan ve zaman alan bir zincirdir.
Bir diğer ve Kürt meselesine dair olumsuz sonuçları olan ideolojik etki, radikal solun temel ideolojik kökeni olan Marksizmin kendisindedir. Modern dünyada asıl politik hedef olarak gündemine proletarya devrimini koyan Marksizm etnik meselelere ve ezilen ulus milliyetçiliğine yeterince ilgi göstermedi. Proletarya devriminin gerçekleşmesi ilerlemeye, sanayileşmeye, modernleşmeye, feodal kalıntıların yıkılmasına bağlıydı. Bu bağlamda, Kürt isyanları Türk Marksistlerince uzun süre feodalite, köylülük ve aşiret kalıntısı olarak algılandı. Sosyalist devrim beklenirken veya bunun için çabalarken, Kürt meselesi bir ayak bağı olarak ortaya çıktı. Kürt hareketinin tanınmış simalarından Hatice Yaşar’ın 1980’lerde eleştirdiği gibi, “Enternasyonalist dayanışma bugünlerin bu kadar gecikmemesini gerektirirdi ama, sosyalizmin üretici güçlerin geliştirilmesi olarak yorumlandığı resmî biçiminde, hiçbir komünist egemen ulus milliyetçiliğinin tuzağından kolayca kurtulamadı. Resmî sosyalizmi, proletaryanın kurtarıcı ideolojisi olarak benimseyen Türk sosyalistlerinin de aynı tuzağa düşmeleri maalesef kaçınılmazdı…”2
Ayrıca, yine Marksizmin kendine has, ama içinde doğduğu çağdan alarak içselleştirdiği, bir tür oryantalizmi de mevcuttu. Marx’ın Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğini, değişime direnen eski yapıları yıkması bakımından, olumlu bulduğunu biliyoruz. Benzer bir yaklaşım Türk Marksistlerinin Kürdistan’a bakışlarındaki oryantalizmde de gözlemlenebilir. Türk modernleşmesi Kürdistan’da gaddar metotlar izlemiş olabilir, ama feodal ve gerici kalıntılar başka türlü yıkılamazdı… Düşünce buydu.
Türk solunu derinden etkilemiş iki ideoloji –Marksizm ve Kemalizm– Kürt meselesine dair yaklaşımların belirlenmesinde neredeyse işbirliği yapmışlar, tamamlayıcı olmuşlardır. 1960’larda Türk sosyalistlerince ortaya atılan devrim stratejilerinde –ister sosyalist devrim, ister milli demokratik devrim– ve bunların üzerinde bina edildiği toplumsal yapı analizlerinde Kürtlerden neredeyse hiç bahsedilmemesi, Kemalizm ve Marksizmin neden olduğu körlüklerle ilgili olsa gerekir. Sonuç olarak, Kürdistan’daki devrimci potansiyel büyük ölçüde es geçilmiştir.3
Bu ikili ideolojik etkinin ortaya çıkardığı körlüğe ve çarpık algılamalara, Kemalizm ve Marksizmin resmî ideoloji olduğu iki ülke olan Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki yakın ilişkiler de önemli ve Kürt meselesine dair olumsuz etkilerde bulundu. SSCB dönem dönem yakın ilişkide olduğu, ama neredeyse her zaman incitilmemesi gereken bir stratejik komşu olarak gördüğü Türk devletini Kürtlere karşı desteklemiştir. Bu destek ise Türk solunun önemli geleneklerinden olan TKP geleneğinde doğrudan bir yansıma buldu. SSCB Türk devletini desteklediği sürece, TKP de Türk devletini desteklemiştir. Ya da en azından, alması gereken tutumları alamamıştır.
SSCB eğer Kürtlerin yanında yer alsaydı, muhtemelen TKP de alacaktı. Yukarıdaki Marksizm eleştirisi bir yana, Marksizm içinde özellikle Lenin’in öncülük ettiği ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve ezilen ulus milliyetçiliği nosyonları böyle bir tavrı gerektiriyordu. Ama vurguladığım gibi, SSCB’nin aldığı pozisyonlar Türk solcularının da Marksizm içindeki daha zayıf ve tartışmalı noktaları benimsemesine yol açmış olabilir.
Genel olarak reel-sosyalist ülkelerin ve özelde de SSCB’nin farklı ülkelerdeki farklı etnik/ırksal sorunlara ilişkin takındığı farklı tutumlar o kadar önemlidir ki, çeşitli ülkelerde birbirine tamamen zıt komünist geleneklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye komünist geleneğiyle Güney Afrika komünist geleneğini kısaca karşılaştırmak öğretici olabilir. SSCB, Kürtlere karşı Türk hükümetini destekleme kararı aldığı 1920’lerde, Güney Afrika’da beyaz egemenliğine karşı siyahları ve siyah hareketlerini destekleme kararı almış ve bunu da Güney Afrika Komünist Partisi’ne (SACP) benimsetmiştir. Sonuç olarak, beyazların kurduğu SACP ve siyahların kurduğu Afrika Ulusal Kongresi (ANC) 1950’lerden 1994’e kadar Apartheid’a karşı birlikte, ittifak halinde mücadele etmişler, bedelleri birlikte ödemişlerdir.4 1994’den bugüne kadar ise iktidar ortaklıklarını bir koalisyon halinde sürdürmektedirler.
SSCB iki ülkede neden iki farklı tutum aldı? Birinci neden, Türkiye’nin SSCB için büyük önemidir. SSCB bu kadar yakın ve güçlü bir devleti karşısına almak istemedi. Böyle bir stratejik neden Afrika kıtasının en güneyinde mevcut değildi. İkinci neden, siyahların Güney Afrika’da çoğunluk, Kürtlerin ise Türkiye’de azınlık olmasıdır. Çoğunluğun er ya da geç iktidara geleceği beklenir, dolayısıyla desteklenmesi pragmatiktir; azınlığı desteklemek ise, başına ne geleceği belli olmadığı için, pragmatik değildir. SSCB’nin farklı pozisyonlarının nedeni ne olursa olsun, bu iki farklı pozisyon Türkiye ve Güney Afrika’da ezilen ulus milliyetçiliği ve ırkçılığa karşı birbirinden hayli farklı iki komünist geleneğin oluşmasına katkıda bulundu. Bu nedenle, sosyalist bloğun çöktüğü 1990’ların başında TKP’nin dünyadaki ve Türkiye’deki prestiji epey düşükken, SACP’nin prestiji çok yüksekti.
Bugün, Türk solunun büyük bölümü Kemalizmle olan bağlarını koparıyor, koparmaya çalışıyor. Bunda resmî ideolojinin son yıllarda aldığı büyük darbelerin etkisi çok önemli bir rol oynadı. Marksizm ise gelişmesine ve özgürleşmesine engel teşkil eden reel-sosyalizmin ayak bağından, bir başka deyişle sosyalist devletlerin resmî ideolojisi olma halinden kurtulmuş durumda. Dolayısıyla, bugün Marksizm çok daha özgürlükçü ve çok daha az devletçi, çok daha az oryantalist ve etnik meselelere çok daha fazla duyarlı. Bu gelişmelere paralel olarak da, Türk solu bugün Kürt meselesine karşı daha özgürlükçü ve eşitlikçi bir şekilde yaklaşabiliyor.
Ancak, Türk solunun Kürt meselesine dair sorunlu tarihi sadece Kemalizm, Marksizm ve reel-sosyalizmle ilgili değildir. Bugün sorunun önemli bir bölümünü, benim “Türklük” dediğim ve Türkler tarafından hiçbir zaman sorgulanmayan bir imtiyazlar, fikirler, refleksler ve duygular bütünü oluşturmaktadır. Sol Türkiye’de Türklüğü nedeniyle Türk solu olarak doğmuş, Türk solu olarak hayatını sürdürmüş ve Türkiye solu veya sadece sol olamamıştır. Sosyal bilimler Türkiye’de Türk sosyal bilimleri olarak doğmuş ve öyle yaşamıştır. Yazının geri kalanında Türklükten ne kastettiğimi ve Türklüğün Türk solunu ve sol akademiyi nasıl bir Türk sorunu haline getirdiğini açmaya çalışacağım.
Türklük ve Türk Meselesi5
Türk solcusu kendisini Türk olarak görmez, görmek istemez; enternasyonalist, sosyalist, Marksist olarak görür, görmek ister. Etnisite dendiği zaman, kimlik siyaseti dendiği zaman, aklına Kürtler veya diğer azınlıklar gelir. Kendisinin bir etnisiteye dâhil olduğunu, çoğunluğun parçası olduğunu ve bu mensubiyetten dolayı ne kadar imtiyazlı olabileceğini, bilgilerinin ne kadar sınırlı ve çarpıtılmış, duygularının ne kadar fakir ve tekdüze olduğunu göremez. Bir başka deyişle, kendi bilgilerini, duygularını, imtiyazlarını görelileştiremez, bunların yapıçözümünü yapamaz ve bunların kendi Türklüğüyle ilgili bağlarını deşifre edemez. Kendi Türklüğünün farkına varamadığı ölçüde de başkalarının Kürtlüğünü yeterince algılayamaz, duyumsayamaz. Türk olmaktan kaynaklı imtiyazlarını göremediği sürece, Kürt olmaktan kaynaklı sayısız dezavantajı da yeterince anlayamaz, Kürtlerle hakiki bir empati kuramaz. Kendi kimliğinin farkına varamadığı için başkalarını kimlik siyaseti yapmakla eleştirir. Türk solcusu, Türklüğünü kavrayamadığı ölçüde Türk sorununun bir parçası olmuş ve Kürt sorununun çözümüne yeterince katkıda bulunamamıştır.
Bir Türk solcusunun Türklüğü, şüphesiz ki, bir Türk milliyetçisinin veya İslâmcısının Türklüğüyle aynı değildir. Ama bu solcularda Türklük olmadığı anlamına gelmez. Türk milliyetçisinin katı Türklüğü çok kolay bir şekilde görünüp elle tutulabilirken, Türk solcusunun Türklüğü buhar halindedir, görmesi ve elle tutması zordur. Türklük solda kendine özgü haller almıştır. Ancak her ne kadar solun ve sağın Türklükleri farklı haller almışsa da, bu farklı Türklüklerin kökenleri aynı yerdedir.
Türkiye Cumhuriyeti “Türklük sözleşmesi” dediğim bir metaforik sözleşme üzerine kuruldu. Buna göre, anadili Türkçe olanlar ve sonradan Türkleşenler (Türklüğe asimile olan Çerkezler, Lazlar, Kürtler, Araplar, Boşnaklar, vb.) sözleşmeden yararlanacaklar, potansiyel olarak siyasette, iş dünyasında, bürokraside, akademide ve sanatta çok iyi yerlere gelebileceklerdir. Sözleşmenin ilk şartı Türk olmak ve/veya Türkleşmekse, ikinci şartı sözleşmenin üzerinde yükseldiği gayrimüslimlerin Anadolu’dan tasfiyesi ve zenginliklerine el konulması üzerine konuşmamak, yazmamak, ses çıkarmamaktı. Üçüncü şartı ise, Türkleşmeye direnebilecek olan diğer Müslüman gruplara dair yazıp çizmemek ve siyaset üretmemekti. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yazılı olmayan anayasasının değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen temel maddeleriydi.
Bu metaforik sözleşmeyi her Türk ve her Türkleşen aktif olarak imzalamamış olabilir, ama sözleşme gereği, imzacı olmasa da, kişi bundan faydalanabilir.6 Burada kritik olan sözleşmeye direnmemek ve aykırı davranmamaktır. Aykırı davrananlar en ağır şekilde cezalandırılacaktı. Bu cezalandırma öldürülme, hapsedilme, işkence edilme, işten atılma, işe alınmama ve dışlanma biçimlerini alabilirdi. Sözleşmeyi aktif olarak destekleyenler ve/veya sözleşmeye pasif olarak ses çıkarmayanlar ise çeşitli imkânların gerçek veya potansiyel faydalanıcıları olacaklardı. Burjuva, hâkim, öğretmen, profesör, bakan, cumhurbaşkanı, işçi, muhtar, müzisyen olabilirlerdi, oldular. Türklüğün maddî temeli bu metaforik sözleşme ve sözleşmecilere sunulan imtiyazlar setidir.
Bahsettiğim sözleşmeye Cumhuriyet tarihi boyunca direnenler Kürtler olmuşlardır. Türkleşmeyi reddeden Kürtler ve Kürtleri direnişlerinde destekleyen az sayıda Türk doğal olarak çeşitli biçimlerde, ama en ağır şekilde cezalandırıldı. Bu yolda onlara destek vermesi beklenebilecek solcuların büyük bir kısmı ise arkalarını döndü ya da doğrudan devlet politikalarını destekledi. Bunu da çoğu zaman Marksizm, enternasyonalizm ve ilericiliğin gereği olarak sundular, çünkü kimlik kavgaları sosyalizmin hedefinden sapma olarak görülüyordu. Kürt meselesi önemli bir mesele değildi, emperyalizmin oyunuydu, işçi sınıfını etnisitelere bölen bir gericilikti. Solcular bunları söylerken ya da daha sıklıkla olduğu gibi konuya dair hiçbir şey söylemezken, gerçekten de enternasyonalist ve ilerici olduklarını düşünüyorlardı.
Buna kendilerini inandırdılar, çünkü inanmak zorundaydılar. İnanmasalardı, Türklük sözleşmesine direnselerdi, Kürt direnişlerine destek verselerdi, bu desteğin kendilerine ne kadar büyük bir cezayla geri döneceğini –Türklük sözleşmesi gereği– biliyorlardı. Hayatlarından olabilirler, işlerinden atılabilirler, aileleri dâhil en yakınları tarafından dışlanabilirlerdi. Böyle cezalara maruz kalmamak, imtiyazlarından vazgeçmemek için teorik gerekçeler buldular, bazı hakikatlerden kaçtılar. Ancak bu bilinçli bir kaçış değil, bilinçdışı bir kaçıştır. Bilinçli kaçan korkaklığıyla yüzleşmek zorundadır. Bu da beraberinde utanç ve suçluluk duygusu getirir. Kaçışın gerçek bir kaçış olması için geride utanç gibi bir duygu bırakmaması gerekir. Bu nedenle, kaçışı bilincin dışına atarak gerçekleştirmek şarttır. İşte bu noktada Marksizm ve enternasyonalizm bir kaçış aracı olarak kullanılmıştır.
Kürtlerle girişilecek somut enternasyonalizmin yerine soyut bir enternasyonalizm her zaman için daha güvenlikli oldu. Kürtçe yasakken (öz)Türkçe edebiyat günleri düzenlemek, mahkemede ve mecliste Kürtçe konuşanları milliyetçilikle eleştirmek, Kürdistan’da her türlü zulüm yapılırken Amerikan emperyalizminin Türkiye’deki oyunlarıyla ilgili yazmak, Kürt devleti fikrini “Marksistler devlete karşıdır, yeni bir devletin kurulmasını neden destekleyeyim, ayrıca kurulsa ne olacak, o da ABD’nin oyuncağı olacak” gibi gerekçeler ileri sürmek… Bunları yapanlar sadece Türkler de değildir. Kürt solcular da uzun süre Kürtçe konuşmadılar, Kürtçe savunma yapmadılar, çocuklarına Kürtçe isim koymadılar. Bunları da “biz milliyetçi değiliz, bir enternasyonalistiz” gibi gerekçelerle açıkladılar. İster Türk ister Kürt olsunlar, böylece hem kaçmış, hem de kendilerini ve başkalarını kandırmış oldular. Türklük ve Türklük sözleşmesi, solun önemli bir kısmını böyle Türkleştirmiştir. Kürt meselesinin gereklerinden kaçırarak Türkleştirmiştir.
Türklük bir imtiyazlar bütünü olduğu kadar bir bilgi setidir. Türk solunun bilgi dağarcığında son yıllara kadar Kürt meselesine dair ciddi bir bilgi bulmak mümkün değildi. Bu iddianın doğruluğu ve yanlışlığı Kürt meselesine dair kaç Türk solcusunun ciddi bir araştırma yaptığına ve bunu yayımladığına bakılabilir. Kendileri yapmadıkları gibi, yapanları da ciddiye almamışlar veya yok saymışlardır. Özellikle geç 1990’lar öncesi gelişimini tamamlamış bütün önemli Türk sosyal bilimcilerinin yazdıklarına ve konuştuklarına bakılarak da bu iddianın sağlaması yapılabilir.
Ancak, bu bilgisizlik, ABD’de ortaya çıkan beyazlık çalışmalarının beyaz entelektüeller için öne sürdüğü gibi, pasif bir bilgisizlik değildir.7 Bilgi yokluğundan değil, bilgilenmeme yoluyla bilgisiz kalınmıştır. Çünkü bilmek, kişiye bildiği şeye dair bir sorumluluk yükler. Bilirseniz, bilginin gereğini yerine getirmek durumundasınızdır, o da bedeliyle birlikte gelir. O nedenle bilmemek, bilgiyi yok saymak, bilgiyi üretenleri ciddiye almamak gerekir. Ancak, bunu yaparken de kendinize olan saygınızdan ödün vermeden yapmanız gerekir. Bu noktada yine bilincin dışına itilen mekanizmalar devreye girer. Solcu kişi, bilgilenmek istediği ilgi alanlarını belirlerken Kürdistan’da olup bitenleri çok da önemli bulmamaktadır. Gecekondulaşma, kapitalizmin aşamaları, Türkiye’nin yarı-sömürge durumu, Marksizmin farklı boyutları ve düşünürleri vb. gibi konular ilgi alanlarında ön sıralara yerleşirler. Ülkenin en yakıcı, yüz yıldır onbinlerce kişinin ölümüne yol açan bir sorunu ise ne sol akademisyenlerin, ne de genel olarak Türk solcuların bilgi repertuarına ve ilgi dünyasına çok uzun bir süre girebilmiştir. Türklük ve Türklük sözleşmesi solun bilgi repertuarını da belirlemiştir.
İmtiyazlar seti ve bilgi repertuarıyla birlikte duygu repertuarı gelir. Duygular sosyalleşme ve bilgilenme yoluyla gelişir ve farklılaşırlar. Duygular öğretilebilir ve öğrenilebilir. Bu anlamda, Türk ve Kürt solcuları iki ayrı duygu dünyasında yaşamaktadırlar. Tipik bir Türk solcusuyla tipik bir Kürt solcusunun, sözgelişi, Atatürk’e, Kurtuluş Savaşı’na, Şeyh Said’e, Kürt gerillalara, Abdullah Öcalan’a yönelik hisleri arasında çok büyük farklar vardır. Aynı olguya bambaşka gözlerle, bambaşka duygularla yaklaşırlar. Türk solcuları Kürt muadilleriyle, Kürtlerin sorunlarıyla, duygularıyla, sevdikleriyle ve sevmedikleriyle çok zor empati kurmaktadır. Türkler için, taş atan Filistinli bir çocukla empati kurmak, taş atan bir Kürt çocukla empati kurmaktan daha kolaydır. Dünyanın bir ucunda bir devlete karşı savaşan gerillaya karşı sempati duyulurken, yanıbaşındaki bir coğrafyada kendi devletine karşı savaşan Kürt gerillası hakkında ne hissedeceğini bilemez. Türklüğün bir ölçüsü de duygu repertuarında neyin olup neyin olmadığıdır.
Bütün bunlarda aslında şaşılacak bir şey yok. İmtiyazlar setinin korunması doğal veya bilgi ve duygu repertuarlarının fakirliği ve zayıflığı anlaşılabilir. Devlet, okul, ordu, medya, aile, kişinin içinde yaşadığı meslekî cemaatler onlarca yıldır Türklerin ve Türkleşenlerin üstüne çeşitli bilgiler ve duygular empoze ediyor. Kişi sözleşmenin dışına çıkmaya kalkarsa imtiyazlarından oluyor, aforoz ediliyor. Şaşılacak şey, Türk solcusunun neden böyle hissediyorum, neden öyle hissetmiyorum, neden bunu biliyorum, neden onu bilmiyorum, neden bu konuya ilgiliyim, neden bu konuya ilgisizim diye düşünmemesidir. İlginç olan, Türk Marksistlerinin bir konu hakkındaki düşüncelerinin sadece Marksizmle ilgili olduğunu düşünmeleri, düşüncelerinin ve duygularının Türklükle gölgelenmiş olabileceğini hiç akıllarına getirmemeleridir. Eleştirilmesi gereken, Türklük dünyasının imtiyazlar setinin, bilgi evreninin ve duygu dünyasının bir parçası olmaktan ziyade, bunların parçası ve yer yer yeniden üreticisi olunduğunu görememektir. Bu da, Türkiye düşünce dünyasındaki yaratıcılık eksikliğinin sanırım önemli bir nedenidir. Türklük özgür düşünce ve duygu zenginliğinin önünde görülmeyen bir duvar olarak varlığını sürdürüyor.
İlk bölümde vurguladığım üzere, son yirmi yılda Marksizmin reel-sosyalizmin resmîliğinden kurtuluşu ve resmî ideoloji Kemalizmin çöküş sürecinde oluşu, Türk solunu ve akademisini önemli ölçüde özgürleştirdi. Artık Kürt meselesine daha özgürlükçü, daha bilgili ve daha duygulu yaklaşılıyor. Ancak Kemalizmin ve reel-sosyalizmin çöküşü Türk solunun içselleştirdiği Türklüğün kendiliğinden yok olacağı anlamına gelmez. Çünkü, bahsettiğim Türklük büyük ölçüde bilincinde olunmayan bir varoluş halidir. Belli görme, duyma, duygulanma, bilme ve görmeme, duymama, duygulanmama, bilmeme halleridir. Kendini pasif gibi görünen ilgisizlikle, duygusuzlukla, bilgisizlikle, eylemsizlikle ayakta tutar. Türklüğün farkına varmak, bilgisizliklerin, duygusuzlukların, ilgisizliklerin, eylemsizliklerin arkasında yatan bilinçsiz ya da yarı-bilinçli mekanizmaları kavramayı, neyin gerçek bir düşünce neyinse sadece bir refleks olduğunu bulup çıkarmayı, bütün bunları deşifre etmeyi gerektiriyor. Ancak bu başarılabilirse, Türk solu Türk olmaktan kurtulup Türkiye solu ya da sadece sol olabilir, Türk aydını entelektüel, Türk akademisi de üniversite olabilir.
Dipnotlar
1. Kürt meselesi ve Türk solu ilişkisinin tarihine dair Türk aydınlarının eleştirel görüşleri için bkz.: Sever, Metin (1992): Kürt Sorunu: Aydınlarımız ne Düşünüyor, İstanbul: Cem Yayınevi.
2. Yaşar, Hatice (1988): “Kürt Milli Meselesi Karşısında Türk Sosyalistlerinin Tutumu”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, c. 7, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 2114-15.
3. Türk solunun ideolojik kaynakları ve Kürt sorunuyla ilişkisi üzerine çok faydalı bir derleme eser için bkz. Gültekingil, Murat, ed. (2007): Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Sol, c. 8, İstanbul: İletişim Yayınları.
4. Bkz. Ellis, S./Sechaba, T. (1992): Comrades against Apartheid: The ANC and the South African Communist Party in Exile, London: James Currey.
5. Türklük meselesini daha ayrıntılı ve mukayeseli bir şekilde şu yazımda incelemeye çalışmıştım: Ünlü, Barış (2012): Türklüğün Kısa Tarihi, Birikim, 274, s. 23-34.
6. Burada, ABD’nin ırksal bir sözleşme üzerinde kurulduğunu ve her beyazın, ister imzacı olsun ister olmasın, bundan faydalandığını söyleyen Charles Mills’den ilham aldım. Bkz. Mills, Charles W. (1997): The Racial Contract, Ithaca: Cornell University Press.
7. Örneğin bkz. Sullivan, S./Tauna, N., eds. (2007): Race and Epistemologies of Ignorance, Albany: SUNY Press.
Barış Ünlü
Lisans ve yüksek lisansını iktisat ve siyaset bilimi dallarında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, doktorasını ise sosyoloji alanında SUNY Binghamton Üniversitesi’nde tamamladı. Halen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesidir.
Askeri kışlada şok yaratan olay: “Mermi manyağı yapacağım…”
Arabası çizilen komutan askerleri sıraya dizdi ve…
0
Türker Karapınar Ankara
Etimesgut 3. Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığı’nda görevli üstteğmen hakkında, kışlada arabasını çizenin kim olduğunu bulabilmek için içtimaya aldığı taburdaki sözleri nedeniyle dava açıldı. İddianamede; üsteğmenin içtimaya aldığı askerlere “doğulular bir tarafa batılılar bir tarafa geçsin” diyerek ayrımcılık yaptığı, batılı askerlerin tarafına geçerek doğulu askerlere hitaben “Bunu yapan kesin teröristtir, aranızda barındırmayın o böceği” dediği ve soruşturma sırasında tanık askerlerin ifadelerini değiştirmeleri yönünde baskı yaptığı bilgisi yer aldı. Önce askeri sonra sivil mahkeme tarafından görevsizlik kararı verilmesi üzerine, dosya Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gitti. Uyuşmazlık Mahkemesi, sivil mahkemenin verdiği görevsizlik kararının kesinleşmediği gerekçesiyle görev uyuşmazlığının karara bağlanamayacağına karar verdi.
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından verilen karar, Resmi Gazete’nin dünkü mükerrer sayısında yayımlandı. Kararda yer verilen olaya göre, Ankara Etimesgut 3. Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığı Destek Grup Ulaştırma Tabur Komutanlığı emrinde görevli sanık Üsteğmen V.D., 3 Şubat 2012’de yemekhanede akşam yemek yediği sırada yanına gelen asker H.A.B. arabasının çizildiğini söyledi.
İçtimaya aldı, askerleri ayırdı
Sinirlenen üstteğmen koğuşlardakiler de dahil tüm askerleri içtimaya aldırdı. H.A.B.’den arabasını çizeni söylemesini isteyen üsteğmenin, bu sırada, “Bunu yapan vatan hainidir, onu bulursam hapse attıracağım, mermi manyağı yapacağım” dediği iddia edildi. H.A.B., karanlık olduğu için kimin çizdiğini söyleyemeyince üstteğmenin askerleri doğulular bir tarafa, batılılar bir tarafa geçsin diyerek, bölgesel olarak küçük düşürmek suretiyle ayrımcılığa tabi tuttuğu, batılılar tarafına geçerek doğululara hitaben “bunu yapan kesin teröristtir, aranızda barındırmayın o böceği” dediği öne sürüldü. Olayın ardından yapılan şikayet üzerine üstteğmen hakkında soruşturma başlatıldı. Üstteğmenin savcılıkta ifade vermeye gelen askerlere, “O gün bir takım sıkıntılar yaşandı, isterseniz ifadelerinizi değiştirin, terhis olacaksınız tekrar Ankara’ya çağırırlar, haksız çıkarsanız ceza alırsınız”, “sen akıllı çocuksun, askerliğiniz bitecek uğraşmayın bu işlerle arkadaşlarına söyle ifadelerini değiştirsinler, yanlış gördük, yanlış duyduk desinler” dediği iddia edildi.
Dava açıldı
Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı, üsteğmen hakkında, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılamak, tanıkların ifadelerini değiştirmeye yönelik beyanlarda bulunarak, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek” suçlarını işlediği iddiasıyla dava açtı. Askeri mahkeme üsteğmenin eylemlerinin askeri bir suç olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verdi.
Dosyanın görevsizlik kararıyla gönderildiği Sincan 4. Asliye Ceza Mahkemesi de sanığın halen askerlik görevinin devam ettiği ve eylemi asker kişilere karşı işlediği gerekçesiyle görevsizlik kararı verdi.
Uyuşmazlık mahkemesi kararı
Zehra Ayla Perktaş başkanlığında toplanan Uyuşmazlık Mahkemesi, Sincan 4. Asliye Ceza Mahkemesi kararının temyiz incelemesine tabi olduğu, görevsizlik kararına da itiraz edildiği, dosyanın kararın temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderilmesi gerektiğine karar verdi. Uyuşmazlık Mahkemesi, Sincan 4. Asliye Ceza Mahkemesi kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle görev uyuşmazlığının karara bağlanamayacağına karar verdi.
Dersimliler, Türkler ve Muasır Medeniyet
Mehmet YILDIZ
Türk (Osmanlı) devlet yöneticilerinin bir buçuk asırdan fazladır önlerine hedef olarak koydukları “muasır medeniyet” ile kastedilen Avrupa medeniyetidir. Türkler rasyonel düşünüşün, matematiğin, tekniğin vb. bir ulusun gelişimi bakımımından ne kadar önemli olduğunu fark etmelerine rağmen, muasır medeniyet seviyesine bir türlü ulaşamadılar. Türkiye demokratik ve özgür bir ülke değildir. Birlesmiş Milletler İnsani Geşlişim İndeksi’ne göre Türkiye 177 ülke arasında 88. sıradadır. Türk toplumu bir mafia ve çete toplumudur. Türk ordusu ve polisi bir işkenceciler ve katiller örgütüdür. Türkiye’de hukuk yoktur. Yargıçlar MHP’li veya çetelerin adamlarıdırlar. Yargıtay üyeleri bile Alaattin Çakıcı’nın adamlarıdırlar. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk had safhadadır.
Bütün bu saptamalarda bulunurken kriter olarak modern toplumları, örneğin batı Avrupa ülkelerini alıyorum. Halbuki Türk toplumunun bu gibi bir kriteri yoktur. Türk insanının kitlesel bir siyasal memnuniyetsizliği yoktur. “Türk devleti bir hukuk devleti değildir” saptamama Türk seçmenin çoğunluğu katılmaz. Keza benim “Türk ordusu ve polisi bir işkenceciler ve katiller topluluğudur” şeklindeki tanımlamam da objektif bir saptama olarak görülmez. Türklere göre bütün ulusal, etnik ve dinsel azınlıklara her zaman çok iyi davranılmıştır. 1915 Ermeni ve 1937-38 Dersim Jenosidi birer uydurmadır.
Sosyal realitenin ne olduğu konusunda Türk toplumuyla anlaşmanın hiç imkanı yokmuş gibi bir durum arzetmektedir. Bu doğru değildir. Türkiye’de çok az da olsa demokrat, vicdan sahibi ve gerçeğe sadık insanlar vardır. Türkiye’nin gerçek anlamda medeni bir ülke olmasını isteyen Türkler vardır. Dolayısıyla mevcut gericiliği Türklerin biyolojisiyle açıklayamayız. Burada kültürel bir fenomenden bahsedilebilir, fakat kollektif kültür değişebildiği için Türkleri ulusal kültürlerinin bir sonucu olarak “gerici ve baskıcı” bir topluluk olarak tanımlamak da doğru değildir.
Dersimliler mazlum bir toplumdur. Ancak zülme uğramış olmak tek başına hiç bir topluluğu demokrat, toleranslı, vicdan sahibi ve adil yapmaz. Çok şükür biz bu özelliklere sahibiz ve bunu olanaklı kılan bizim kültürel kimliğimizdir.
Anadolu’da Ermeniler ve Yunanlılar yok edildikten sonra bize benzer topluluklar pek kalmadı. Ancak biz de bugün tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Bu gibi bir tehlikenin farkında olmak insana tarifi mümkün olmayan büyük bir acı verir. Fakat bu acı bizi kendimize karşı subjektif olmayı veya şahsımıza gerçekdışı şeyler atfetmetmeyi haklı kılmıyor. Dersimlilerin tartışmalarına bakınca bu insani kaliteyi görüyorum ve bundan büyük bir gurur duyuyorum. Sonuç olarak maruz kaldığımız bunca zulme ve karşı karşıya kaldığımız korkunç tehlikeye karşın insanoğlunun sorunlarını örneğin bizimle kıyaslanmayacak kadar imtiyazlı bir hayat sürmüş olan İsveçliler kadar soğukkanlılıkla ve rasyonel bir biçimde tartışabiliyoruz. Öyleki kriminal ruhlu, geri zekalı ve terbiyesiz insanların bile mantığına hitap etmeye çalışıyoruz. Türklerin muasır medeniyet seviyesine ulaşıp ulaşamayacaklarını bilmiyorum ama ben halkımın medeniliğiyle bahtiyarım.
http://www.geocities.ws/dersimsite/medeniyet.html
yuh artık zileli 13.özgürlükçü yorumunun altına yazdığından utanmayacakmısın?????kendini ne sanıyorsun????faşizmi öğrende gel dedim ip perinçek konusunda fethiye taksim Okmeydanı yazında ip konusunda ve faşizm anlayışını eleştirdim ders çıkarmışsın perinçeği niye izleyeyim ulen dedim sen izlemişsin faşistliğini nihayet anlayıp bu yazıyı yazmışsın aslında bu yazın benim eleştirimin cevabı olumlu cevabı olarak gördüm yazını olumlu bulduğumu katıldığımı yazdım.yorumlardaki akp karşıtlığını temel alıp sistem ve politik alternatiflik yerine ip ve özel harbin pisikolojik harbinin yedeğine düşen ulusalcı milliciği eleştirmem chp o.gürselin cephesinden eleştirip toplumsal özgürlükçü muhalefet içinde görmemem sana neden batar????sezarın hakkını vereceğine beni akp işbirlikçisi bdp nin sağ kanadı gibi aslında hiç bilmediğin halde çok bilmiş analizler kürt siyaseti ve HDP hakkında yaptığını sanan sürekli yazdığından ki tepkisel fesatlanmadan pişman olan sürekli yanlış yapan bir zileli özgürlükçüyü akp işbirlikçisi ilan edebilen akıl nereye takılır bi düşün yuh size akp yi asıl sıkıştıran işini bitirecek siyasi programı olup uygulayan akp işbirlikçisi yuh artık terörle mücadelede biz akp devlet-iktidar mücadelesinde biz hazret klavyede bize işbirlikçi kendi ip-chp-tkp-mhp ye oy ver çağrısı yapıp cümrü bindeyle ölçülmeyen en devrimöci öncü yuh artık biraz utan yukardaki barış ünlü nün türk solu analizine katılıyorum tam zileli seni tariflemiş sürekli beni bdp li gibi eleştirme yazımı iyi oku aklın takılmış faşizmin kitle tabanı kim soruyorum bana verdiğin cevaba bak biraz yazıya bak ne diyorum ben akp çözülüyor çözülmesini yavaşlatıp durdurma dediğim için akp işbirlikçisi sen karşıtı ??sizin gibiler yüzünden bu seviyede derinliksiz kadro bu kadar uzun süre iktidarda kalabildiğini söylüyorum anlamıyorsunuz yahu siz nesiniz nato mermer olmayın????gezi gençliğinden biraz öğrenip özgürleşin yahu siyat sınıfının halkın 40 yıl gerisinde olduğunu biliyordukda siz halkın en devrimci öncüsü sananların halkın başarı siyasetinin 100 yıl gerisine düştüğünüzü bir söylemeli o kişi size hakaret etmiyor yardımcı oluyor teşekkür etmeniz gerek
benim benimsediğim tek seçim sloganı “AKP’ye oy verme”dir.
CHP’yi genel olarak olumlu değerlendirmesem de, “ılımlı yeni AKP” görsem de, milliyetçi faşizan damarını kalın bulsam da…. İçinde azımsanamayacak ölçüde Kürt halkı isyanına saygı duyan, anti-milliyetçi, sol’cu, modern-Laik demokrat yığınları da içerdiğini düşünüyorum… Partinin bu yanını güçlendirmek, bu “yanını” muhatap almak… Dilek-Temenni yanları ağır bassa da, Türk-Kürt ortak ve eşit bir hayatı kurma iradesinin taraftarlarını çoğaltma yöntemi olarak CHP’nin “sessiz” yığınlarını dışarıda bırakmama çabası anlamında “ittifaka” dahil etmek istedim!
Kabul etmeli… “Bu taraf” milliyetçilikle “zehirlenmiştir!” Madem “bilinç altı-kasıtsız” eğilimler var; bu “zehir’in” panzehirini kabul edebilecek yığınlar ve süreci gözetmeli… Şiddeti, karşılıklı acımasızlığı en aza indirebilmenin bir yöntemi olarak CHP “ittifakının” sonuna dek zorlanması denenmelidir!
***
16 no’da aktarılan yazı güzel bir yorum. Üzerinde düşünmeye değer. Kendini bir Türk olarak görmeyen biri olarak okudum… Kim bilir? Bilinç altı gibi, kolaycılığa kaçma gibi kasıtsız eğilimler… Hemen itiraz edilemez savlar…
Sanırım Stalin’le birlikte “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının” sonlanmasına dayalı, Türk Solu’ndaki Stalinist eğilimin “kaçınılmaz” eğiliminden söz edilmemiş…
Bazen bu Kürt sorununda olan, biten, o şunu, bu bunu yaptının gereğinden çok fazla konuşulduğunu, çözümün net biçimde konuşulmasına sıra bile gelmediğini düşünüyorum.
Geçelim bunları! Çözüm…
1.Kürt diyarında özerklik-otonomi v.b yönetim biçimi…
2.Anadilde eğitim (Resmi okullarda…)
3.Kürt siyasal ve askeri tutuklu-hükümlülere genel af
4. Silahın bırakılması…
Bu temelde açık politika yürütülmesi (öncelikle ve gayretle “Türk Solu” tarafından desteklenmesi…) üzerinde net olunması daha yararlı olacaktır. (A.Öcalan’ın serbest kalması politik-psikolojik sürecin içinde çözümlenmesi, zaman içinde halledilmesi…)
İlk iki temel talep öne çıkarılarak iletişimi-anlaşmayı “taktik” olarak zorlamak “üzüm yeme” politikası yararlı olacaktır sanıyorum… Sonrası, sonra!
NE OLACAK ŞİMDİ!
“Veli Küçük’ü böyle karşıladılar
Ergenekon davasında ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve son çıkan yasayla cezaevinden tahliye edilen emekli tuğgeneral Veli Küçük, memleketi Bilecik’in Gölpazarı İlçesi’nde 5 bin kişilik şenlikle karşılandı.
DHA
Mehter Takımı eşliğinde şenlik alanına giren Veli Küçük, “Türk ordusunun yok edilmesi için her olayın içine Veli Küçük’ü soktular. Yaramazlık yapan çocukları korkutulan öcü gibi bir Veli Küçük yaratıldı” dedi…. Veli Küçük burada araçtan inerek kendisi için ’Türkmen Şenliği’ adı altında düzenlenen şenliğin yapıldığı Kavaklı Park’ına mehter takımı ile birlikte yürüyerek gitti. Şenlik alanında kurban kesilerek karşılanan Veli Küçük için ’Bu topraklarda seni seven binlerce gönül var. Özgürlüğünle mutluyuz. İlçene hoş geldin Paşam’ yazılı pankart asıldı. Kalabalık sık sık ’Gölpazarı seninle gurur duyuyor’ sloganı attı.
Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı şeniliğe Gölpazarı Belediyle Başkanı CHP’li Vedat Kazıcı da geldi. Alanda kurulan kürsüye çıkıp kalabalığa hitap eden Veli Küçük…
….. Ben öz ve öz Türk milliyetçisiyim ve benim Türk milliyetçiliğim Mustafa Kemal Atatürk’ün çizmiş olduğu ve hiçbir zaman silinemeyecek o milliyetçiliktir. Ben 70 yaşındayım. 70 yaşındaki bir adam ’öleceğim beni hapse atarlar’ diye korkmaz. Eğer ben bu vatan hizmetinde ’Aman bana bir şey olmasın’ diye çekilirsem yüce Allah ve öteki dünyaya gittiğimde 20 yaşındaki şehitlerime hesap veremem.”…
Veli Küçük’ün konuşmasının ardından beyaz güvercinler uçuruldu, katılanlara tavuklu pilav dağıtıldı. Küçük’e üzerinde Osmanlı arması ve Türk bayrağının bulunduğu bir tablo hediye etti. Küçük şenlik alanından ayrılırken bir gazetecinin ’Aktif siyasete girecek misiniz?’ sorusuna “Ben Atatürk’ün yolunda siyasetin içindeyim” yanıtını verdi.”
tamam akp ye oy vermede bir değil iki kuşak telef olduk ahır ömrümüzde özgürlükçü devrimci alternatif yaratmak nasip olmayacakmı???ne zaman kendimiz olmaya başlayacağız???bu rezil sistemden ne zaman kopacağız????hemen her türden politik gelenek alternatif oldu bu özgürlükçü devrimcilerin olamamsının günahı kimde????kendimiz olalım kendimizden kalkmayalım diyenlerde değil herhalde hale kendinden başka güçlere bel bağlayanlar gölge etmeyin ya kendiniz olun yada susun masum kitleleri sistemin eski yeni efendilerine kurban etmeyin özgürleşin
Türklerden nefret edince solcu mu olunuyor?
islami fasist Franco erdogan kendine orta parmak isareti yapan izmirli kadini gözaltina aldirmis, ulan erdogan sana ailene summeyye , karin emineye yapmak istedigim vucut hareketlerini dünya nin tüm pandomimcileri bir araya gelseler yapamazlar, bir kismi utanir, bir kismi biz o pozizyonu bilmiyoruz der…
Gün bey, her zamanki gibi görmek istediğiniz yerden görmüşsünüz. Maksat Aydınlık karşıtlığı olunca tabii… Aydınlıkçılar faşist, ülkücü ittifaklı, sistemin adamları vs vs vs. Bunları yazın, durmayın, her gün yazın, biz Aydınlıkçılar mutlu oluruz. Anarşizmin kara bayrakları arasından bu taraflar nasıl görünüyor, bunu da bilmek gerek diye düşünüyoruz. Siz istediğinizi yazın. Size bir şeyleri kanıtlamak, cevap vermek gibi bir derdimiz yok. Şu anda bunu yazmamın sebebi ise, yıllardır İngiliz paraları ile yazdığınız kitaplar, Aydınlık karşıtı yazılar falan, hepsini sıcak yuvanızda çayınızı yudumlayarak yazdığınızı size hatırlatmak isterim. Bizler ise faşist, ırkçı, “tu kaka” fikirlerimizi zindanlardan yazıyoruz. Yıllardır zindanlardan sisteme yalvarıyoruz “efendim biz de ırkçıyız faşistiz, ne olur bize görev verin!” deyu, ama malesef yaranamıyoruz, değil mi 🙂
Doğu Perinçek neyse de, hadi bir dönem tanıdınız, attığınız yalanlara inanan çıkar falan, ancak Stalin’e laf söylemek sizin haddinize değil, gerçekten değil.
Saygılarımla.
Devrimin karşıdevrimi aslında yine kendisidir. Devrimin aralıksız bir akış-süreç olduğunu gözardı eden bürokrasi ve halkın mevcut kazanımları koruma refleksi ile yetinmesi karşıdevrimi doğurmuştur. Bolşevik devrimin başına gelen budur…
http://habermerkezi.files.wordpress.com/2008/07/ulusalci-isci-partileri.jpg
‘Bazı gazeteciler’ söylemi biraz ironik olmuş sayın Zileli.
Voilius cok guzel ifade etmissin, devrimin karsidevrimi aslinda yine kendisidir, ancak devrim araliksiz bir aki-surec degil, ileri-geri aksinda tekrarlanan bir cevrimdir. Ornegin Carliktan kurtulup ozgurlesmek isteyen 1917 devrimi ilericiyken Stalin diktasi regresiftir, mesela kleptokrat diktatorlukten kurtulup ozgurlesmek isteyen Ukrayna 2014 halk devrimi ilericiyken, onu pacasindan tutup asagi cekmeye calisan TKP kafasi gericidir. Bu ornekler boyle gelip gider, devrimlerde bir ileri bir geri gider yani sonuc itibariyle akan ozgurlugune kavusan birsey yoktur.
Kısaca AKP karşıtlığı kılıfını kullanarak Kürtçülük yaptığınızı ne zaman dürüst bir şekilde kabul etme cesaretini gösterebileceksiniz gerçekten çok merak ediyorum? Bırakın bu bana göre tek slogan “AKP’ye oy vermedir” numaralarını! Laf ülkenin bölünmesine gelince Türk mücadelesi Faşist-Irkçı, Kürt silah kullanınca Özgürlük savaşçısı! Nedense sizin sol diye adlandırdığınız şey oldum olası Amerikan Emperyalizminin çıkarlarıyla birebir örtüşmekte bunu da kendinize nasıl açıklıyorsunuz çok merak ediyorum? Ya tüm bayraklara karşı çıkın ya anarşistim diye ortalıkta dolaşmayın kendinizi komik duruma düşürüyorsunuz sayın Zileli 🙂
iyi ya ülkenin mizah edebiyatına benim de bir katkım olsun 🙂
memlekette özel güvenlik görevlilerinin sayisi yarim milyona ulasmis, bir yandan utandirici bir yandan sevindirici haber , post modern, polisi ve ordusu tamamen parali askerlerden olusan bir türkiye özlemindeyim, ne rahat olurdu ozaman (ulusalcilardan kulliyen kurtulurduk)vicdanim,
taktik olarak gecici olarak ultra özellestirmeci liberal takilacam, zorunlu askerlik kalksin, polis ve ordu özel firmalara devredilsin… para icin bu isi yapsinlar , bizde kendi isimizi bildigimiz gibi yapalim:))9
Fasizmi polis terörünü AKP ile baslatan Muharrem Inceye, ki bu polis türk polisi degildir , bu AKP nin ise aldigi militanlardir diyen Muharrem Ince ye , istatistiki ornekler verecek aqdam yokmu memlekette… her gün secim calismasinda AKP oncesi ordu ve polisin ettigi haltlari anlatsin sirri sureyyya, ama hergun, tek tek, ayrim yapmadan , devrimcilere yapilan infazlari vs es gecmeden, duzen icinde olasi hic bir ittifak birakmamacasina, bana ne belediyecilikten… sülalemin oyu kurban olsun o zaman sirriya
b 12 zihinsel ve bedensel olarak insani güçlendiriyomus. OZGURLUKCU. mit ile görüsen pazarlik yapan bir adamin, ama olsun o kurt halkinin önderi ne diyosa oduruna isyan etmeden bizi HDP özgürlügüne cagirmani bana kitap önermeni ancak böyle yanitlarim. B 12 al….
o.gürsel ne olacak şimdi değil olan olmuşta biz anlamışmıyız asıl soru bu.veli küçük giller bereketli toprakları yıllarca kanla zülümle zindana çeviren özel harbin resmi sivil örgütüdürler onları tabiki memleketlerinde binler karşılar çünkü bu ülkede 100 yıldır velilerin ideolojisi ile bizim çocuklarımız bile yetiştirildi devlet-iktidar-kemalizm in eski yeni bütün efendilerinin öğrettiği son tahlılde aynıdır.chp belediye başkanının veli küçük aşkını yadırgaman garibime gitti ne sandın veli küçük,doğu perinçek,mhp,ülkücüsü millicisi ulusalcısı ip si bil umum bu sitede alttan alta güzelleme yaptıklarınız utanmadan seçenek diye sunduklarınızın alayıo veli küçüktür hepsi hrantın Berkinlerin uğurların sakinelerin katilidir asıl siz kimsiniz???ömrünüzde bir kez olsun kendiniz olun sistemin kuyruğundan çıkın benim gibi olda demem sadece yalın halinle kendin ol yeter kendimiz olabilirsek ilerde muhakkak birlikte iş yapmayıda öğrenip artık bir seçeneğimiz var çürümüş sistemin eski yeni bütün efendilerine mahküm değiliz diyebiliriz
Anonim 30, ülkenin bölünmesinden daha kötü olan, dünyanın (devletlere/ulus devletlere) bölünmesi değil midir?
Ben bir Türk değil bir insanım. Başta Türklük olmak üzere, insanları bölen her şeye düşmanım.
Anonim(29), devrimin devrim niteliğini kazanması için aralıksız bir akış-sürecin şart olduğunu kastettim. tabi ki sadece belirli bir dönemin kazanımlarını muhafaza etmek isteyenlerle bu kazanımları ilerletip artırmak isteyenler arasında mücadele olacaktır. Devrimin ileriye mi yoksa geriye mi gideceğini bu mücadele belirler büyük ölçüde. Buna en iyi örnek, bence, SB’de devrim içinde devrim yapmak isteyenlerin muhafazakarlarla girdikleri savaşı kaybetmeleridir.
Ukrayna’da halk isyanı devrime dönüşemeden eski kleptokratik klanın yerini başka bir kleptokratik klanı temsil eden yeni neonazi-liberal rejimi almıştır.
Ukrayna’da bugün parlamento içinde ve dışında sağın karşısında sol değil, sağ muhalefet var. Hatta halk isyanında “sol” adına hareket eden ve kendilerine anarşist diyen Narodnaya Volya (Halkın Özgürlüğü) bile nasyonal “anarşist”…
Bu isyana sağcılar, faşistler ve neonaziler öncülük etmiş bile olsa ortada yaşanan yatay örgütlenme ve özyönetim pratiği, baskı güçlerine karşı mücadele azmi (kuşatmayı yararak zafere ulaşma) var…
anonim 33 özgürlükçü seni ve senin gibileri HDP ye davet etmiyor senden bir şey olmaz ama bari sadece kendin ol insanlarıda kendin gibi eski efendilerin dolayısıyla sistemin kuyruğuna takma diyor???olabilirsen kendin ol adam mit-devlet-iktidar yerine seninle görüşmeliydi hata yapmış değilmi efendi benim diyorsun galiba dediklerinize dikkat edin ne anlama geldiği çok belli oluyor insan biraz utanır ülen simdiyedek hemen hepsiyle mücadele edip başarmışlara sen şununla iş tuttun eleştirisi yapmayın o iş tutulan bütünü yok etmek için elinden geleni yapıp yok edemediği için kontrol etmek oyalamak için bile iş tutar kendi halkının kararıyla özgürlük hareketide gereğini yapar tabi size uymaz çünkü halkın en devrimci öncü kendini sananlar kendinden kalkıp kendini dayatanlar halkından öğrenip gelecek beklentisinin programını politik program yapabilenleri anlaması mümkün değildir maalesef siyaset sınıfı halkın 40 yıl gerisinde olduğunu bilirdikte bu her daim halkın en devrimci öncülerinin halkın ve yaşanan hayatın 100 yıl gerisine düştüklerinide yeni öğrendik siz kendiniz olup devam edin geldiğiniz yer kadar gidersiniz aydınlıktaki sapmada 40 yıl önce böyle başlamıştı MHP yi bile faşistlikte solladılar sapmalar böyle başlar gideceği yeri efendiler çok iyi bilir efendilerin hizmetine kadar gider
Çok laf var bu sitede ama gerçeklikten kopuk. Basit bir soru sormak istiyorum:
Varsayalım ki Doğu Perinçek ve İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve tüm parti kadroları hiç var olmadı, yaşamadılar. Türkler, Kürtler, AKP, emperyalistler, BDP, MHP, CHP, Türk solu, faşistler ve buradaki yazıları olanlar bir kazanç elde etmiş olurlarmıydı? Eğer cevabınız evet ise kazanç ne olurdu?
Gün abi , milli görüş kökenli ve kendini Müslüman sosyalist olarak tanımlayan biri olarak yazılarınızı okumaktan büyük keyif alıyorum . Soldaki kimi oluşumlardaki gözlemlediğim dindarlar ve sol arasında ortak bir dil yaratma çabası da beni cok mutlu ediyor – hdp de bunun örneği. Doğu perinçek ve güruhu ise bu dilin yaratılması önündeki en büyük engel . Hapisten çıkar çıkmaz yaptığı açıklama ile biz dindarları hedef alması ise beni acı acı gülümsetse de şaşırtmadı. Umarım genel anlamda Türkiye solu bu zihniyetten kurtulup daha kucaklayıcı bir dil kullanmaya başlar.
Bunun miladı Gezi oldu Mehmet kardeşim. Müslüman kardeşlerimizle omuz omuza mücadele ettik. Süreç içinde de bu noktadaki kırılma devam edecektir. sevgi ve selamlarımla.
Perinçek savaşıyor,Zile-li savaşımın dışında kalmanın gerekçelerini yazıyor.
Devrime ve devrimcilere karşı kin yazılarıdır.
Sn Zileli, DORİAN GRAYin PORTRESİ-dir.
Özgürlükçü…Samimiyetine inanıyorum…
“Ne olacak şimdi?” diye sorarken AKP-BDP-PKK ilişkilerini sorgulamak istedim… Bir yanda “İmralı” ile görüşenlerin şu sıralar V. Küçük ile de görüşmediğine emin olmak ne zor!
Elbette, burada bir “iki yüzlülük” varsa da bu BDP Siyasetine ait değildir. Ancak bundan sonra tümüyle onlara ait olabilir! RTE ile aynı çuvala girilemez…
***
Ayanoğlu’yu bugüne dek çok yanlış anlamışım!
Perinçek’in savaşının RTE’nin savaşının yalnızca sözcükleri ile farklı, özünde aynı savaş olduğunu anlayamamış olmasının, kendi “bilgi yüküne” aykırı olduğunu düşünüyorum…
Eksik olsun bu savaş!
Hem de uydu-tabi bir Nasyonal Faşist siyaset için olumlu anlamda “savaşıyor” algısı uyandıracak şekilde anılması, yazanın tüm insani-siyasal kişiliğini kuşkulu kılar! MHP bu anlamda çok daha dürüst ve sahicidir… Onlara “savaşıyor” diyebilirsin! Ama Perinçekgiller için “entrikalar çeviriyor” tanımı daha uygun olur….
Lice’de bildiri dağıtan Hüda-par’lıların ilçeden polis korumasıyla çıkarıldığı olaylarla ilgili Bdp eşbaşkanı Demirtaş’ın gelenleri “provokatör” ve olayları “halkın tepkisi” olarak yorumlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Mhp’yi çıkarttığınız faşist parti kategorisine Bdp ve onun uzantısı Hdp’yi de dahil etmeyi düşünüyor musunuz?
olayı bilmiyorum. Eğer bir baskı varsa karşı çıkmak gerekir elbette. Öte yandan MHP’yi faşist parti kategorisinden çıkartmış değilim. MHP h^lâ faşist bir partidir, yani ırkçıdır. Benim önerim sadece bu seçime özgü bir taktiktir. Kaldı ki, benim önerim uygulanacak olsa MHP’nin geneldeki oy oranı çok düşer.
Kürt Milliyetçiliği hastalığını Solculuğa yedirilmesine çanak tuttuğunuz için sizi kınıyorum. Geç uluslaşma depresyonları yaşayan Kürt milliyetçi hareketlerine bu müsamahakarlığınız güç ve cesaret veriyor. bir gün sizin gibilere de gerçek yüzlerini net olarak gösterecekler, çünkü sizin desteklerinize ihtiyaçları olmayacak. kürt milliyetçiliği çok pragmatist, 30 yıllık süreçte bu çok net görülüyor. siz ise “kullanışlı aptallar” rolünü oynuyorsunuz onlara göre.
20 mart tarihli yorumumda bahsettiğim olayı bilmemenize mi, yorumum sonrası olayı araştırma gereği duymamanıza mı, Hdp’ye yapılan saldırıları en ağır dille eleştirirken pek çok kişinin yaralandığı bu olay için “varsa karşı çıkmak gerekir” gibi sığ bir cevap vermenize mi şaşırmalıyım bilemedim.
yorumun numarasını yazarsanız kolayca bulabilirim. beni uğraştırmayın lütfen. Her yere koşturamam. Numarayı bir yazar mısın
Hudapar jitem isbirlikciligi yapan kurt ozgurluk hareketinin katledicisi domuz baglariyla akla gelmeyecek oldurme yontemleriyle unlu Hizbullah’in siyasi kanadi konumunda bir parti. O gecmisin hesabini halk ve hak nezlinde vermeden faaliyet yapmasi bile zul. Guya Hudaparli kadinlari dovmusler. Kara propaganda. Gecmiste nasil kucucuk cocuklari iskenceyle oldururken apocu iftirasi attilarsa ayni sekilde simdide iftira atiyorlar. Sefih bir grup.
Kusura bakmayın yorum numarası yazmam gerektiğini bilmiyordum. No 42 gerçi bu yazıya o tarihte tek yorum yapan benim. Bulmak zor olmamalıydı. Cevabınızı merakla bekliyorum.(Bu arada yorumuma yorum yapan anonim arkadaşa şunu söylemeliyim. Hüda-par tıpkı Bdp gibi bir siyasi partidir. Sizin bunu meşru görmemeniz tıpkı Hdp’lileri meşru görmeyenler kadar faşistçedir. Ama sizin yorumunuzdan daha da vahim olan açıklama; Bdp eşbaşkanının siyasi parti çalışması yapan insanları yaralayanlar için “halkın tepkisi” açıklamasıdır.
“olayı bilmiyorum. Eğer bir baskı varsa karşı çıkmak gerekir elbette. Öte yandan MHP’yi faşist parti kategorisinden çıkartmış değilim. MHP h^lâ faşist bir partidir, yani ırkçıdır. Benim önerim sadece bu seçime özgü bir taktiktir. Kaldı ki, benim önerim uygulanacak olsa MHP’nin geneldeki oy oranı çok düşer.” cevabını vermişim. Şu sıralar o kadar çok olay oluyor ki (bana AKP’lilerin saldırması da dahil) hepsini araştırmam imkânsız gibi bir şey. Bazı olaylar daha çok öne çıkıyor, çünkü toplumsal duyarlılık açısından daha fazla ilgi göstermek gerekiyor. Türk bölgelerinde Kürt düşmanı bir kalkışmaya karşı çıkmak gerçekten çok çok önemlidir. Kürt bölgesinde iki Kürt partisi arasındaki çatışma kaçınılmaz olarak ikinci planda kalmaktadır. Ama size şunu açıkça söyleyeyim. Ben, bugün de yarın da, devrimden sonra da, karşıdevrimciler de dahil, herhangi bir grubun, partinin vb. söz özgürlüğünün bastırılmasının, zor uygulanmasının kesinlikle karşısındayım. Bu tür baskılar hiçbir gerekçeyle bastırılamaz. Bakın, ben AKP’ye o kadar karşıyım. Bugün AKP’lilerin söz özgürlüğünü bastıran bir davranış olsun (örnek: http://www.gunzileli.com/2013/09/07/dusmanini-sevindiriyorsan-yanlis-yoldasin/ yazımda olduğu gibi, ODTÜ’lülerin Cemaat mensuplarının söz özgürlüğünü kısıtlamasına karşı çıkmış ve ODTÜ’lülerinden bol laf işitmiştim – gerçi böyle şeyler beni yıldırmaz) ona da karşı çıkarım. HÜDAPAR’ın geçmişte çok sayıda cinayet işleyen Hizbullah’ın kurdurduğu bir parti olduğu söyleniyor. Olabilir ama bu bile bence saldırıya hak verdirmez. İş cinayetlere kalırsa bundan siyasi partilerin çoğu zararlı çıkar. Tekrar belirteyim: Hüdaper de olsa söz özgürlüğünü bastıran davranışların karşısındayım. Mutlak özgürlük ilkemdir. Saygılarımla.
cevabım yukarıda.
Selamlar,
Kimseye hitaben yazmıyorum. Bu sayfaya ilk defa bugün girdim ve yazılanlara biraz göz attım. Ben etnik temelli atışmaları gördüğümde çok üzülüyorum. Bu tür tartışmaları mümkün olduğunca azalmayı umuyorum. Benim önemsediğim iki konu, örgütlü nüfusun arttırılması ve seçim barajının tamamen kaldırılması konularıdır. Aksi takdirde sistemin partileri önümüzdeki yıllarda da halkı sömürmeye devam edecek.
Merhaba,
Hayatınız da iktidarı,halkı ezenleri en rahatsız ettiğiniz dönem Aydınlıkçı olduğunuz dönemdi. Şimdi ise, hezeyanları içinde boğulan,solu-muhalefeti-ezilenleri bölmeye debelenen, ezenlerin halka karşı mastürbasyon görevini yapan geveze,yılışık bir misyon yüklendiniz.
Durmak yok, yola devam Gün !
bir gün iktidara gelirseniz misyonuma devam edebileceksem eğer, bu talebinizi yerine getireceğim.
Doğu Perinçek ve işçi partisi hakkındaki tespitlerinize tümüyle katılmakla birlikte, HDP ve kürt halkının mücadelesi konusunda daha söylenecek çok şey olduğu kanaatindeyim. Doğu zaten eskiden beri düşmanımın düşmanı benim dostumdur anlayışının vazgeçilmez temsilcisidir.
1- HDP nin misyonu BDP nin batı uzantisi gibi görünüyor, gerçek anlamda bir cephe partisi algısını bende yaratmıyor, basit anlamda sol görüşlüleri kandırmak için kurulmuş uyduruk bir parti hissi veriyor. Seçim sonuçlarına göre de pek kimseyi kandıramadı.
2- PKK-BDP(HDP)-AKP birlikteliği sonuçta emperyalizmin bu bölgedeki proje ve çıkarları doğrultusunda tesis edilmiş bir ortaklıktır. AKP devletin bekası için çözmek zorunda olduğu kürt sorunundan kurtulmak ve bir taşla birkaç kuş vurmak için açılım adı altında PKK-BDP ile işbirliğine gitti. Kürt cephesi ise AKP nin bütün oyalama ve kandırmalarına şaşırtıcı bir sabır göstererek kazanımlarını cebine koymayı ve sonraki aşamada pazarlığa devam etmeyi hedefleyerek emperyalizmin bu bölgede onlara bahşettiği rollerini oynadılar.
3- Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini kabul etmiş devrimciler her zaman Kürt halkının mücadelesine kayıtsız şartsız destek verdiler. 1980 darbesi sonrası gücünü ve bütünlüğünü yitirmiş sol örgütlerden arta kalan devrimciler , PKK nın mücadelesine duydukları sempatiyle kürt hareketini yücelttiler, abarttılar.
4- Sonuçta öyle bir noktaya gelindi ki, sol hareket PKK kuyrukçusu olmaktan öte hiçbir dinamiği olmayan kof bir hale geldi.
5-Kürtlerin ezilmişliğini ve mağduriyetini o kadar abarttık ki, bunun kapitalist düzende bir sınıf sorunu olduğu gerçeği tamamen unutularak, ulusal yanı kürt şövenizmine vardırıldı.
Kürt şövenizmi, türk şövenizmini körükledi, sol iki şövenist cepheden kürt şövenizmini destekler konuma düştü. Üstelik başkada bir politikası olmadı.
6- Ulusal kurtuluş savaşıyla kimlik kazandırılan birtakım değerler toplumdaki gerici yapının kuvvetlenerek feodalizmin burjuvaziyi geriletmesi sonucu , savunulması gereken türk ulusal değerleri olarak gündeme geldi.
7-İP sin geldiği nokta budur sanıyorum. Onlarda iki şövenist cepheden türk olanı seçip, türk ulusal kazanımlarını savunma misyonunu üstlendiler.Ama MHP nin yerini almakta -en azından seçimlerde- başarılı olamadılar.
8- Kürtler kültürel ve ulusal kimlik kazanımları elde etmek için, emperyalizmle açık bir şekilde işbirliği yapıyorlar ve bu biz solcuları hiç rahatsız etmiyor, görmezden geliyoruz. Fakat İP nin türk şövenizmi yapması çok ters geliyor -ben dahil- algılayamıyoruz.
9- Arkadaşımızın iyi niyetle yazmış olduğu mafya örneğine sizin verdiğiniz yanıt bile söylediklerimi doğrular nitelikte. Sanki bu ülkede ezilmişlik, cahil bırakılmışlık, işsizlik sadece kürtlere özgüymüş, kalanların hepsinin keyfi yerindeymiş gibi mafya tipi örgütlenmelerine bile sempatiyle bakıyor gibisiniz.
10- Mesele şudur, insanlar yaşadığı çevrede , sosyal ve kültürel hayat tarzlarına ters gelen, ortamlarını, rahatlarını bozacak insanların olmamasını tercih ediyorlar. Bunu da anlayışla karşılamak mümkün. Burada mafyacılık yapan, hırsızlık yapanın türk olmasına, kürt olmasına , suriyeli olmasına bakılmıyor. Rahatsızlık veren kimse ona karşı çıkılıyor. Yukarda anlattığımız şövenizmlerden dolayı kürtler göze batıyor, veya tersi kürt olmalarının yaptıkları herşeyi haklı çıkarması bekleniyor.
11-Aslında bir paradoks sözkonusu, devrimciler kürt ulusal hareketini desteklemek zorunda fakat kürt ulusal hareketi emperyalistler tarafından bizzat desteklenen bir örgüt tarafından yürütülüyor. Hatta hareketin kendisi tümüyle emperyalizmin kontrolü altına girdi PKK yı desteklesen emperyalizmi destekliyorsun, karşı çıksan kürt ulusal hareketine karşı çıkmış oluyorsun. Kendi örgütün , kendi politikan yok.
12- Gelelim AKP-CHP konusuna, ikiside aynı düzenin partileridir, emperyalizmin onlara verdiği rolün dışına çıkamazlar fakat olay sadece bu değil. Birisi feodalizme yatkın, dini -ki toplumun beyinsel gelişiminin önündeki en büyük engeldir- ön plana çıkaran, yücelten , anti-demokrat bir parti, öbürü burjuvaziye yakın, laik, demokrat bir parti. ( Burada demokrasinin bir baskı biçimi olduğu gibi bir tartışmaya girmeyelim lütfen, anlatılmak istenen bu değil)
Tarihsel materyalizme göre hangisinin iktidarda olması daha ilerici bir tercih olur, feodalizm mi burjuvazi mi?
Şahsen ben sokakta karşılaştığım kadınların kot pantolonlu veya mini etekli olmalarını , çarşaflı olmalarına tercih ederim. Çocuğumun okulda zorunlu din dersi almasını, başı türbanlı dar kafalı bir öğretmen tarafından eğitilmesini istemem.
13- Velhasıl uzun uzun tartışılması gereken konuları kısacık bir yazıda çok karikaturize ederek anlattım. Sürçü lisan ettiysem affola.
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/rafet-balli/37263-rafet-balli-perincekle-bu-kez-didismedim.html
http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=6319
Size tüm samimiyetimle bir soru sormak istiyorum,ülkemdeki solun geçmişine her baktığımda zaman zaman günümüz teröristleri ile içli dışlı olduklarını görüyorum.Siz isteseniz de istemeseniz de bu ülke muhafazakar sağ ülkesi ve halkımızın çoğunluğu sizleri sevmiyor,bunun nedeni solcu olmanız değil geçmişinizde sürekli terör ile isteyerek yahut istemeyerek yakın olmanızdır.
Acaba halkı anlamaya ne zaman başlayacaksınız?Sadece kendi siyasi görüşünüz yüzünden halktan kopuk davranmak yahut terörü desteklemek kendi egonuzu tatmindir,halktan yanayız deyip de halkın ortak düşmanları ile samimiyetinize halkımız nasıl güvensin?
Samimi olmaya çalıştım,sözlerimi yanlış anlamayınız sadece düşüncelerim.
düşüncelerinizde tabii ki geleneksel sağ görüşün izleri büyük, bunu bir gözden geçirin. En büyük terörist devletin kendisidir. Ben o “terörist” dediğiniz insanlarla hem arkadaştım hem de aynı hapishanede yattım. Bu nasıl “teröristtir” ki tek bir insan bile öldürmemiş. Bu insanlar sadece kendilerini savundular. Öte yandan, daha sonraki dönemde ortaya çıkan Kürt mücadelesi de özünde bir özsavunmadır. Devlet Kürt köylüsüne bok yedirdi, meydanlarda toplayıp sopaladı. Karşılığında ne bekliyordunuz ki. Şu doğada her canlı tırnağıyla dişiyle kendini savunur. Halktan kopukluk meselesine gelince. Elbette kopukluklarımız vardır, bunlar gözden geçirilmelidir, ancak halktan kopmayacağız diye halkın yalakalıkları önünde eğilmeye de gerek yoktur. Halk kutsal değildir ve o da eleştirilecektir. Halk dalkavukluğu yapanlar sadece düzenin politikacılarıdır. Biz ise devrimciyiz ve halka her zaman doğruları söylemek boynumuzun borcudur. elbette sert ve haşlayıcı bir dille değil. Bakın ben size TİP’in 1963 yerel seçimlerindeki radyo konuşmalarından birini yapan Yaşar Kemal’in bir konuşmasını hatırlatayım. O konuşmada Yaşar Kemal, halkı açıkça eleştirdi. “AP’ye oy verdin de halt ettin değil mi, çek bakaylım şimdi ceremesini” dedi. Bu dobra konuşma tarzı o zaman halkın çok hoşuna gitmişti.
http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/37447-rafet-balli-sordu-dogu-perincek-yanitladi-abd-pkkyi-atese-surecek.html