Dışardan Gazel!!!

 

Yeni Harman dergisinin Kasım 2011 sayısında yayımlanmıştır.

Ayrıca Yeni Harman’ın Aralık 2011 sayısında “İki Tür Nasyonal Sosyalizm” ve “Tartışma özgürlüğü, özgür Tartışma” başlıkla yazılarım yayımlanacaktır.

“Dışardan gazel okumak” pek hoş bir deyim değildir. Hem bu söze muhatap olan, hem de söyleyen açısından. İnsanlar bir şeyler yapmaktadırlar. Bu yapılanın dışında duran biri yapılan işe ilişkin eleştirilerde bulunur. O zaman işi yapanlar haklı olarak, eleştiri sahibinin “dışarıdan gazel okuduğu”nu söylerler. Evet ama, gerçekten de sandıkları kadar haklı mıdırlar bakalım? Ya “dışarıdan gazel okuyan” haklı bir eleştiride bulunuyorsa? Hatta bu eleştirilerini dışarıda kalmanın avantajlarından yararlanarak yapıyorsa? Bazen, hatta çoğunlukla, işin içinde olanlar işe kendilerini öylesine kaptırırlar ki, yapılan hataları göremezler. Bazen onları uyaracak dışarıdan bir göz yararlıdır, yani herkese bir “dışarıdan gazel okuyan” gereklidir.

Böylece, kendime bir “haklılık” kalkanı oluşturduktan sonra Kürt siyasal hareketinin yürütücülerine, Kürt hareketiyle ilgili söyleyeceklerimi dobra dobra söyleyebilirim. Tabii, “dost acı söyler” sözünü de hatırlatarak. Bu da ikinci kalkanım olsunJ

Birincisi, Türkiye’deki Kürt düşmanı bir takım aşırı sağcı çetelerin AKP iktidarına söylediği şeyi ben tersinden söyleyeyim. Onlar, “hiç PKK gibi terörist bir güçle görüşme yapılır mı?” diye yükleniyorlar AKP iktidarına. Ben de tersinden, PKK yöneticilerine ve gelecekte Kürt siyasal hareketi adına görüşme yapma ihtimali olan bilcümle Kürt siyasal hareketi temsilcisine tersinden şunu söylüyorum: Hiç devletle ve MİT’le görüşme yapılır mı?

Temsilcilerin ne diyeceğini duyar gibi oluyorum. “Barış için yapılır.” O zaman anlıyorum ki, aynı zeminde değiliz ve benim söylediklerim gerçekten boşuna. Nedir barış? Savaşın silahsız sürdürülmesidir, yani savaşın bir başka veçhesidir. Oysa bizim barış değil, savaşın toptan sona ermesini istememiz gerekir. Yani barış değil, silahların toptan ortadan kaldırılmasını ve savaş denilen şeyin topyekûn yok edilmesini. Bu ise barış görüşmeleri ile değil, silahların tek taraflı olarak ve tamamen bırakılması ile mümkün olabilir. Yani Kürt siyasal hareketi için en savaş karşıtı ve en devrimci tutum, hiçbir şart ileri sürmeden silahları bıraktığını ve silahlı örgütünü dağıttığını ilan etmektir. Bu, Türk devleti karşısında bir yenilgi değil, tersine Kürt hareketi için muazzam bir psikolojik üstünlük anlamına gelecektir.

Öte yandan, diyelim ki, Kürt siyasal hareketi bu kadar radikal bir adım atmaya hazır değil. Bu durumda da devletle ve MİT’le görüşme yapmak, yani pazarlık masasına oturmak yanlıştır. Çünkü devlet ve onun gizli istihbarat örgütü MİT’in bu görüşmelerdeki tek ve değişmez amacı Kürt hareketini teslim almak ve Türk devletine eklemlemektir. Tabii Kürt siyasilerinin de amacı buysa onu bilemem.

İkincisi, bu eklemlenmenin ya da entegrasyonun en önemli unsurlarından biri de Meclis’e katılmaktır. Kürt siyasal hareketi, BDP ya da BDP’yle blok kurmuş diğer sol gruplarla birlikte TBMM’de yer alarak entegrasyon ve eklemlenme yönünde önemli bir adım atmıştır. Bütün medyanın, neredeyse ayrımsız bir şekilde, ayrıca MHP de dahil olmak üzere bütün siyasal partilerin koro halinde, “BDP parlamentoya dönmelidir” şarkısını söylediğini hepimiz duyduk, dinledik. Ben BDP’li ya da Blokçu olsam, en azından koro halinde söylenen bu şarkının anlamı üzerinde dururdum. Neden BDP’yi parlamentoya istiyorlar? Çünkü bu yolla BDP’yi ve bloku teslim alacaklarını düşünüyorlar ki, bu hiç de yanlış bir hesap değildir. Amaçları, Kürt hareketinin “tepe”sini teslim alıp, “taban”ını ezmektir. Nitekim bu süreç başlamıştır. BDP’liler istedikleri kadar Meclis’te itirazlarını ileri sürsünler, Sırrı Süreyya önder, istediği kadar güzel konuşmalar yapsın, sonuç değişmeyecektir. KCK tutuklamaları devam edecek ve Kürt hareketinin siyasal örgütlenmesinin tabanı ve orta kesimi bundan sonra “maçı” “duhuliye”den izlemek zorunda kalacaktır (şimdi bu metaforu da açıklamak zorundayım, gençler anlamayabilir. Eskiden Mithatpaşa stadında bir de “duhuliye” bölümü vardı. Bu, açık tribünlerin bodrumunda yer alan, önü tellerle kaplanmış, cezaevinden farksız bir yerdi. Çok az parası olanlar maçı buradan izlemek zorunda kalırlardı). Bu kadarla da kalmıyor. Devletin ve onun yürütme kurulu AKP’nin “dağ”a ilişkin siyaseti son derece nettir. Gerilla gücünü silah zoruyla bastırmak. Bunun için dağ polisi hazırlıyorlar, bu orta ve uzun vadeli hazırlığı görüp de hâlâ AKP iktidarından ve devletten olumlu bir gelişme bekleyen Kürt politikacılarına gözlüklerini bir kere daha kontrol etmelerini ve birkaç derece daha yükseltmelerini söylemekten başka yapabileceğim bir şey yok. Üstelik daha geçen gün sınır ötesi harekât için tezkereyi yenilediler mecliste. Böyle vahim kararlar alan bir mecliste işiniz ne? Biz muhalefet etmek için oradayız diyeceksiniz, biliyorum ama oradaki varlığınızın bütün bu savaş girişimlerini perdelediğini nasıl görmezsiniz? Şöyle söyleyeyim: Meclis dediğiniz, egemen düzenin genel konseyidir. Bu genel konsey halka saldırı kararları alıyor ve siz bir muhalefet olarak orada kalmaya devam ediyorsunuz. Şahsen ben, halka saldırı kararı alan hiçbir organda bir muhalif olarak bile kalmaya devam etmezdim. Üstelik 11 bin lira maaş alarak! Çünkü orada kaldığınız her saniye, böylesine gayrimeşru kararlar alan bir organı meşrulaştırmaya hizmet ediyor. Çok mu toptancıyım? Evet öyleyim.

Üçüncüsü, yeni anayasa da bir yem ve aldatmacadan başka bir şey değildir. Yine toptancı bir şey söyleyeyim de iyice iflah olmaz biri olduğuma kanaat getirin. Nedir anayasa? Devletin tüzüğü, öyle değil mi? Neden devletin tüzüğüne katkıda bulunuyorsunuz ki? Neden silah, ölüm ve hapishaneden ibaret olan bir kurumun meşrulaştırılmasına alet oluyorsunuz ki? Bu topraklarda yaşayan halkların devlete değil, devletsiz yaşamaya ihtiyacı var.

Haydi bunu da bir yana koyalım, daha reelpolitik bir alana doğru kayalım. Diyelim ki, “demokratik” bir anayasa umut ediyorsunuz. Mümkün mü böyle bir şey? Hem de böyle bir meclisle. Kürtlerin kültürel hakları verilmeyecektir. Veriliyormuş gibi bir şeyler gevelenecektir elbette ama aslında verilmeyecektir. Tek dil, tek bayrak demeye devam edecekler. Hiçbir özerklik hakkını, hiçbir kültürel hakkı koymayacaklar anayasaya. Yüzde on barajını falan da kaldırmaya niyetleri yok. Bütün iktidarlar anti-demokratik olmak zorundadır. Sizin kendi alanlarınızdaki iktidarınız da dahildir buna. Demokratik olmak isteyen, bunu gerçekten özleyen, önce kendi iktidarını dağıtmakla başlamalıdır işe.

Dördüncüsü, özerklik yasal bir sorun değildir, özerkliğin süjesi olan halk istenci sorunudur. Halk özerk yaşamak istiyorsa bunu fiilen geliştirir. Bu bakımdan, Ağustos ayında Yeni Harman’la yaptığım söyleşide de belirttiğim gibi, Kürt siyasal hareketinin son yıllardaki en olumlu çıkışı özerklik bildirisidir. Esas mesele bunun hayata geçirilmesidir. Köy köy, kasaba kasaba, hiçbir silahlı eyleme gerek olmaksızın halkın özerk organları, yasal izin olmadan ama açık ve meşru bir şekilde toplanabilir ve kendi kararlarını alıp hayata geçirebilir. Kürt bölgelerinde bunun için çok olumlu koşullar vardır. Kürt halk kitleleri buna çok yatkın bir konumdadır. Bu fırsat kaçırılmamalıdır. Gecikilmeksizin özerkliğin uygulanmasına girişilmeli, özerk komünler ve bunların kurumları yaratılmalıdır.

Yukarda silahların terk edilmesinden söz etmiştim. Gerilla örgütlenmesi dağıtılmalı ve silahlı mücadele bir kenara bırakılmalıdır. Asker, polis ya da sivillerin ölmesi, bunların cenazelerinin kasabalara taşınması ve orada yapılan cenaze törenleri halkın moralini bozmaktan, Kürtlerle bu ülkede yaşayan diğer halklar arasında husumetin giderek artmasından ve aşırı sağcı güçlerin bu durumdan yararlanarak faşist propagandayı yoğunlaştırmalarından, devletin, Kürt halkına karşı yapacağı baskı için bahane yaratmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Zaten bugün gerilla eylemleri, sadece devleti görüşme masasına oturmaya razı etmek ve o masada elini güçlendirmek için kullanılıyor. Ne var ki, ben zaten o masaya oturmanın yanlış olduğunu savunuyorum. Eğer benim dediğim doğruysa, gerilla savaşının hiçbir işlevi kalmıyor. Silah, ancak, özerklik davasını fiiliyata geçiren Kürt kitlelerinin, devletin ya da paramiliter güçlerin saldırısına karşı bir özsavunması anlamında işleve sahip olabilir bugün.

Dışardan gazelimi okudum.

Acı sözümü söyledim.

Günah benden gitti Kürt kardeşlerim.

Gün Zileli

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

17 Comments

  1. sayın zileli
    osmanlı toplumsal düzenini nasıl yorumluyorsunuz? bazı kesimler osmanlı toplumsal düzenini feodalizm olarak tanımlıyor; lakin toprakta özel mülkiyetin olmadığı bir düzenin böyle tanımlanması bana pek mantıklı gelmiyor. bu tanımı destekliyici olarak öne sürülen osmanlı topraklarının padişah ve ailesine ait olması bu yorumu doğru kılar mı? iyi günler

  2. Bu konularda çok yetkin değilim ama kısaca fikrimi söyleyecek olursam, ben feodalizm diye bir şeyin hiç olmadığını düşünüyorum, bırakın Osmanlı’da olmasını. Başından beri var olan kapitalizm ve onun en alt basamaklarından en üst basamaklarına doğru gidiştir. Kapitalizm paranın hakimiyet kurduğu andan itibaren insanlığın tek toplumsal sistemi olmuştur. Toprak ağaları da aslında birer toprak kapitalistidir. Osmanlı düzeninin batıdaki kapitalizmden farkı, özel mülkiyete de değil de devlet mülkiyetine ağırlık vermesidir. Yani aynı XX. yüzyıldaki reelsosyalist ülkeler gibi. Mülkiyet devlete aittir. Toprak ve makam sahipleri ancak görevde bulundukları sırada devlet mülkiyetinin bir parçası olarak mülkiyete sahip olurlar. Görevleri bitince de (ya da öldürülünce) o mülk yine devlete kalır Bu yüzden de bu tür ülkelerde merkezi despotizm daha güçlüdür. .

  3. * Osmanlı’da mülkiyetin önemli bölümü padişah ve ailesine bağlıydı (ki bu tekelciliğin de daniskasıdır). Kürdistan’da ve Ortadoğu’daki eyaletlerde bir çeşit feodalite (veyahut özerk beylikler) vardı. 16. yy’ın sonlarından itibaren “iltizam” denilen ‘vergi toplamada taşeronlaşma’ sistemi uygulanmaya başladı, ki bu özel mülkiyete bir nevi geçiş aşaması sayılır. İltizam sayesinde yeni beyler, yeni zenginler semirmeye başladı.
    * Tabii Gün beyin de söylediği gibi hepsi sömürünün, para tahakkümünün farklı birer cinsidir.

  4. Ayrıca Anadolu’da özellikle Alevilerin yaşadığı yerlerde devlet otoritesinden azade yaşamaya çaılşan daha komünal topluluklar vardı ki Osmanlı her daim bu insanlara karşı “görüldüğü yerde ezme” politikaları uyguladı.

  5. Yörüklere karşı da benzer politikalar uygulandı.

  6. Kürt halkının yok sayıldığı, asimilasyon ve baskının en yoğun olduğu ve dönemsel olarak, 12 Eylül askeri faşizminin, işkencelerinin yoğunlaştığı bir anda, “silah” tan başka bir yol kalmamıştı belki de.Ancak günümüzde şartlar değişmiş, Kürt Sorunu tartışılır hale gelmiş, bu konuda devlet kayda değer adımlar atmıştır.

    Artık silah çözüm değil, sorunun bir parçası haline geldi, ve devletin operasyonları durdurup, Kürt’lerin istedikleri gibi bir
    çözüme yanaşmayacağı da açıktır.Örgütün de varlık amacı haline gelmiş olan silahı bırakacağını da pek sanmıyorum, bu kısır döngüyü sivil kürt siyaseti, kürt halkının kendisi çözebilir, ancak o da örgüte olan bağlılığını sorgulayabilir mi? orası da tartışılır.

    Yani, Gün Zileli’nin dediği gibi, meclisi boykot edip, aşşağıdan yeni bir örgütlenmeyle, özerkliği kurma işine gireceklerini pek sanmıyorum, çünkü, asıl söz sahibi elinde silahı olan grup, Kürt halkı adına hareket etme insiyatifini kendinde görüyor,ve bu gücü de silahından alıyor zaten…

  7. Demokratik özerkliğin önündeki tek engel yalnızca elinde silahı olanlar da değil. Aynı zamanda Kürt özgürlük hareketinin sınıfsal bileşenleri (Kürt yoksullarının yanı sıra ağalar ve “ulusal” burjuvazi) de demokratik özerkliğin kurulmasının önünde ciddi engeller teşkil ediyor. Kürt hareketi, var olan bugünkü sınıfsal yapısıyla (ve güncel dinamizmini kaybetmeye de devam ederse) emek yönü zayıf, düzen-içi bir çözüme razı olabilir (mesela AB tipi bir yerel yönetim modeli). Bizim istediğimiz anlamda (komünal, özyönetimci, eşitlikçi) bir özerkliğin kurulabilmesi için ise Kürt yoksullarının ve topraksız köylülerin her türlü ulusallıktan uzak (ama kültürel hak ve özgürlük taleplerini de içine alan) sınıf bağımsızlığı temelinde örgütlenmesi gerekir. Mesela Hakkari’deki köy komünleri bu konuda iyi bir model oluşturuyor.

  8. Gever’de Köy Komünleri

    Cumartesi, 04 Aralık 2010

    Gever’e bağlı 19 köy, yaklaşık 5 yıldır komün yaşamı, yeniden diriltme çabası içerisinde.Gever’de kurulan komünler, çalışmalarıyla her açıdan örnek teşkil ediyor. Köylerde mali, hukuk, eğitim ve kültür komisyonları oluşturan komünler, her türlü sorunun üstesinden kendi güçleriyle geliyor.

    Binlerce yıllık hiyerarşik devletçi toplum sisteminin egemenliği altında doğal komünal değerlerin parçalanması ve yok edilmesi için egemen devletçi sistem çok örgütlü ve yoğun bir çaba harcadı. Dolayısıyla komünal ölçüler ve değer yargıları birçok yönüyle dağıldı ve parçalanarak yok edilip tersine dönüştürüldü. İşte tüm bunlara karşı Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’ndeki 19 köyün sakinleri, yaklaşık 5 yıldır bir komün çalışması yürütüyor. 5 yıl önce deneme amaçlı başlayan köy komünleri, bugün ciddi bir deneyimle her gün yeni köyleri de kervana katarak yoluna devam ediyor. İlk başlarda Şişemzin, Kısıklı (Dêleze) ve Bilindbasan’da kurulan komünal yaşamı, son iki yıl içinde 16 köy izledi. Hala çok sayıda köy, komün oluşturmak için komün bulunan köylerdeki meclislerle alış veriş içine giriyor. Komünlerini kuran 80 haneli Güllüce (Sekran), 60 haneli Bulgurlu (Navdiyan), 70 haneli Bölük, 40 haneli Yemişli (Dotkan), 100 haneli Kısıklı (Dêleze), 35 haneli Serindere (Şişemzîn), 30 haneli Akpınar (Soriyan), 50 haneli Güldalı (Bilindbasan), 20 haneli Duranlar (Aviyan), 70 haneli Çukurca (Pagî), 70 haneli Aşağı Uluyol (Tilorîna Jêrî), 13 haneli Yukarı Uluyol (Tilorîna Jorî), 20 haneli Demirkonak (Kaport), 45 haneli Değerli (Memikava), 60 haneli Kilimli (Member), 25 haneli Yumrutaş (Kuçe), 20 haneli Dişli (Kêlban), 25 haneli Sarıtaş (Mûşan), 40 haneli Çamdalı (Meşkan); yaptıkları çalışmalarla civar köyler için de örnek oluyor. Köylerde bulunan sorunları hukuk, eğitim, mali ve kültür alanlarında sınıflandırarak, bu yönlü komisyonlar oluşturan ve sorunlara çözüm üreten köy komünleri, komün için vazgeçilmez olan kuralları ihlal eden köylerin uyarıdan sonra yeniden kuralları çiğnemeleri durumunda belli bir süre ilişkileri askıya alınıyor.

    Kendilerini yönetiyorlar

    Komün oluşturan köylerde köy nüfusuna göre bir meclis oluşturulurken, her köyün de biri kadın olmak üzere 2 veya 3 sözcüsü bulunuyor. Kendi toplantılarını haftada bir gerçekleştiren köy meclisleri, 45 günlük toplantılarda da diğer 19 köyün sözcüleriyle toplantılar alarak, yeni planlamalara gidiyor. Bütün köylerin 7 veya 9 kişiden oluşan yürütmeleri ise, 15 günde bir toplanarak var olan sorunlara çözümler üretmeye çalışıyor. Sözcüler 6 ayda bir yenilenirken, yılda bir de meclisler yenileniyor. Toplantılarda alınan kararların yapılma zorunluluğu var. Alınan kararların 90 gün içerisinde yapılmaması durumunda ise, köyün diğer komünlerle ilişkisi bir süreliğine donduruluyor.

    İkinci evlilik ve kadına şiddet yasak

    Komün yaşamını kendi köyünde kurmak isteyen köylülerin uyması gereken kimi kurallar var. İkinci evliliğin yasaklandığı komün köylerinde, ikinci evliliği yapan şahıs köyden çıkarılıyor. Zorla evliliklerin yasaklandığı köylerde, şiddete maruz kalan kadınlar için de komünler içinde örgütlenen kadınlar hemen devreye giriyor. Uyarılar yapılıyor. Uyarı dinlenmediği zaman şahıs köyde tecrit ediliyor. Kimse ile ilişkiye girmesine müsaade edilmiyor.

    Kooperatifleşmeye doğru

    Dêlezî köyünde bazı köylülerin elinde olan meralar tartışmalar sonucu bütün köylülerin hizmetine sokulurken, Pagî ve Dêlezî köylerinde ise, buğday ekimi yapılarak, elde edilen ürün ihtiyaç sahiplerine dağıtılmış. Hayvancılık ve tarım üzerine kooperatifleşmelere doğru gidilen köylerde, doğal ve yaban yaşam da koruma altına alınıyor.

    Ekolojik dengeyi koruma çabası

    Avlanmanın yasaklandığı köylerde, her komün ekolojik dengeyi koruma adına var olan doğal yaşam ve ormanı korumanın yanı sıra, her sene yaklaşık 500 meyve fidanı dikmek zorunda. Köy komünlerinin olduğu her alanda tüm hayvanların avlanması yasak. Buna uymayan köy veya köy bireyleri, köy komünü hukukunda cezalandırılıyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde bal arılarına ve kovanlarına zarar verdiği gerekçesiyle köylüler tarafından bir ayı öldürülmüş. Önümüzdeki günlerde alınacak olan toplantıda ayıyı öldürenler hakkında komün hukukuna göre, yaptırıma gidilecek. Komünün kurulduğu köylerde, kumar oyunları oynatan kahveler kapatılırken, gençleri yozlaştıran bütün faaliyetlerin de önüne geçiliyor.

    Köylüler bürokrasiyi beklemiyor

    Kan davası, küskünlük ve dargınlıkların giderildiği komünlerde, aynı sorunların yeniden yaşanmaması için de taahhütler alınıyor. Yine köylerde bulunan ve ağır hastalığa sahip bireylerin, bütün köylülerin yardımları ile sağlık sorunları giderilmeye çalışılıyor. İl dışına gönderilmesi gereken hastalar, Ankara gibi yerlere gönderilerek sağlık sorunları giderilmeye çalışılıyor. Yine şimdiye kadar kimi köylerde bulunan madde bağımlısı gençler de, tedavi edilerek topluma kazandırılmış. Tespitli kimi madde bağımlılarının da sorununu gidermek için çalışmalar başlatılmış durumda. Köylerdeki yol, su, kanalizasyon, çöp vb. sorunlar için de bürokrasiyi beklemeyen köy meclisleri, kendi imkanları doğrultusunda sorunlarını gideriyor. Komün ekseninde köy meclisleri köyün bütün hukukunu belirlerken, bu temelde çözüm üretiyor. Toplumsal ahlak ön planda tutularak, sorunların giderildiği köylerin amacı, ortak noktada toplanmak ve ilçede bütün köylerin hukukunu bir araya getirmek. İşte tüm bu nedenlerden dolayı komünü bulunan köylerin etrafındaki civar köylerde, komün oluşturmak için bir arayış içine girmiş bulunuyor.

    5 yıl önce başladı

    Kısıklı (Dêlezî) köyü Komün Sözcüsü Mesut Kıratlı, komün fikrinin 5 yıl önce ortaya çıktığını, çok kısa bir sürede de halkta da benimsendiğini belirterek, şunları söylüyor: „Ortada bir komün fikri vardı, ancak bizler buna öncülük ettik. Öncesi yaklaşık 4 ay bunun denemesini yaptık. Ancak sonra gördük ki; aslında bu halk arasında kabul görüyor. Zaten Kürt halkı arasında imece (Zebare) usulü yaşam vardı. Teknoloji ve kapitalizmle birlikte bu biraz yok olmuştu. Bunu nasıl tekrar kurabiliriz diye düşündük. Sonra bu komünal sistem ortaya çıktı. Bu sistemin toplum için çok önemli olduğunu gördük. Sonra komünalitenin kurulmasıyla yavaş yavaş oturmaya başladı. Yaklaşık 4 senedir bizim köyümüzde de bu kuruldu. İnsanların birbiriyle ilişkileri, kadın erkek ilişkisi, toplumsal yaşam konularında bayağı ilerleme kattetik. İlk başlarda sadece 3 köyümüzde komün vardı ancak bugün 19 köye ulaştık.“

    Dayanışmayı arttırdı

    Köylerini gören civar köylerde komün oluşturmak için kendileriyle ilişkiye girdiğini ifade eden Kıratlı, „Kimi köylüler geliyor, biz de kendi köyümüzde kurmak istiyoruz diyorlar. Bizden deneyimlerimizi istiyorlar. Birçok köyde komün kurma çalışmaları da şimdi devam ediyor“ diyor. Komünler kurulmadan önce köyler arasında bir kopukluk olduğunu vurgulayan Kıratlı, „Bir köyde herhangi bir sorun olduğunda kimsenin haberi olmuyordu. Ancak komünlerin oluşmasıyla şimdi herkes birbirinden haberdar. Bir eksiklik olunca bütün köylüler hemen toplanıyor neler yapılabiliri konuşuyorlar ve çözüm üretiyorlar“ diye belirtiyor. Kimi köylerde futbol etkinliklerinin düzenlendiğini, kimi köylerde tiyatro, müzik, çocuk korosu gibi grupların oluşturulduğunu söyleyen Kıratlı, söz konusu köylerin etkinliklerde bir araya geldiğini ve hünerlerini halk ile paylaştığını dile getiriyor.

    Alternatif bir yaşam

    Kürt yaşamının komünal bir yaşam olduğuna vurgu yapan Kıratlı, sorunları bürokrasiye takılmadan kendi öz güçleriyle gidermeye çalıştıklarını kaydediyor. Kıratlı, „Örneğin devlet tarafından bir köyde bir muhtar görevlendiriyor ve bütün köyü temsil ediyor. Ancak bunun çözüm olmadığını görüyoruz. Köylerin birçok sorunu oluyor, sadece bir kişi tarafından giderilemiyor. Komün yaşamı işte devleti beklemiyor. Alternatif bir yaşamı yaratıyor. Kendi gücüyle köy yaşamını kurmaya çalışıyoruz. Bürokrasiyi beklemiyor. Bir köyün yolu mu yok, suyu mu yok. Muhtar dilekçe yazıyordu kaymakama veriyordu oradan başka yere gidiyordu. Ve sorun çözümsüz bir hal alıyordu. Ancak şimdi bu bürokrasiyi beklemiyoruz, hemen gideriyoruz“ diyor.

    Güçlü bireyler güçlü köyler

    Her köyün kendi içinde meclislerini ve komünlerini oluşturmasını isteyen Kıratlı, yaşadıkları sorunların en başında gelen sorunun ise feodal zihniyet ve kişisel çıkarlar olduğunun altını çiziyor. Kıratlı, „Diyelim ki; bir köyde güç sahibi biri var ve ortak yaşamı kurmak istemiyor. Meclis kurulduktan sonra köydeki herkes ortak yaşama katılıyor. Ve köyde güç sahibi kalmıyor. O yüzden bütün köylerin meclislerini oluşturmasını istiyoruz“ çağrısında bulunuyor.

    Okullarını kendileri yaptı

    Yaklaşık 4 ay önce komününü oluşturan Güllüce (Sekran) Köyü’nde şu ana kadar bir köy okulu, futbol sahası, çöp toplama merkezi, dikiş nakış kursu, müzik korosu, tiyatro grubu ve yardımlaşma deposu oluşturulmuş durumda. Güllüce Köyü sözcüsü Sefer Özbeker, köylerde meclis oluşturduğunu duyduklarında kendi köylerinde de böyle bir oluşum yapılması için bir arayış içine girdiklerini söylüyor. Özbeker, „Köyümüz Yüksekova’ya bağlı Sekran Köyü’dür. 80 hane 700 nüfusa sahiptir. Biz köylerde meclis kurulduğunu öğrenmiştik. Biz de toplandık ve daha sonra komün oluşturma kararı aldık. Ramazan ayında evleri tek tek dolaştık, yine teravihlerde camide vatandaşlarla toplantı aldık ve köyümüze komün kurulması için diğer köylerden yardım talep ettik. Komünü oluşturduktan hemen sonra da çalışmalarımıza başladık. İlk olarak köyün temizliğine başladık. Köydeki çöpleri topladık. Haftada bir toplanan çöpleri köyün çok uzağında oluşturduğumuz çöp sahasına taşıyıp imha ettik. Ve bu çalışmamız hala devam ediyor. Yine folklar ekibi, Koma Berwedan isimli bir koro oluşturduk. Köydeki küskünleri barıştırdık“ diyerek yaptıkları çalışmaları anlatıyor.

    İlişkiler sağlamlaştı

    Komün kurulmadan önce hemen yanı başlarındaki komşuları ile bile ilişkilerinin kısıtlı olduğuna dikkat çeken Özbeker, „Komün sayesinde hepimiz bir araya geliyoruz, birbirimizi tanıyoruz. Köyümüzün de bulunduğu Geliyê Diriyan bölgesindeki bütün köylerde yaşayanları tanıyoruz. Birbirimizin sevinçli, hüzünlü günlerinde toplanıyoruz. Birliğimizi oluşturduk“ diyor.

    30’u kadın 70 kişilik meclis

    Güllüce Köyü’nün kadın sözcüsü Mizgin Gönenç ise, köylerinde 70 kişilik bir meclis olduğunu ve bunun 30’unun kadın 40’ının da erkek olduğu belirtiyor. Haftada bir toplantı yaptıklarını ve köyün sorunlarını tartıştıklarını söyleyen Gönenç, kadın meclisi de oluşturarak, kadınların daha fazla birlik ve beraberlik içinde hareket etmesini sağladıklarını ifade ediyor. Gönenç, eskisi gibi kadının evde oturması anlayışının köylerinde ortadan kalktığına dikkat çekiyor.

    Köylüler birlikte yaşamaktan mutlu

    Bahar Atay (40) ise, 20 yıl öncesiyle bir kıyaslamaya giderek, komünlerle fikirde bir değişikliğin de kendisini hissettirmeye başladığını belirtiyor. Eski yaşamın daha organizeli bir yaşam haline getirildiğini kaydeden Atay, „Unuttuğumuz yaşam biçimine yavaş yavaş yeniden kavuşuyoruz. Daha önce zozanlara giderdik, dolayısıyla bir arada olurduk. Bunu yavaş yavaş unutuyorduk. Ama şimdi yeniden dönme özlemi içindeyiz ve bu komünlerle çok mutlu olduk“ diyor.

    Kütüphaneleri de var

    Komünün bulunduğu bir diğer köy olan Serindere’de (Şişemzîn) ise, bugüne kadar çok sayıda etkinlik yapılmış. Folklor ekipleri bulunan köyde, kadınların ve gençlerin eğitilmesi amacıyla bir köy okulu ve 2 bin kitabı bulunan bir kütüphane oluşturulmuş. Daha önce yaptığı futbol turnuvası, Gever’i temizleme kampanyası ve şenliklerle isminden bahsettiren köy komünleri, önümüzdeki günlerde KURDÎ-DER ile ortak Kürtçe eğitim faaliyetlerine de başlayacak.

    ABDURRAHMAN GÖK/SAMİ YILMAZ/DİHA/HAKKARİ -04-12-10

  9. Bunlardan birisine katılmak bizim için kurtuluş olur mu? Hayır! Bunlardan birilerine teslim olmakla kurtulamayız. Tümüne karşı bir mücadele vermek gerekir. İnsan hakları ve demokrasi mücadelesi ancak böyle kazanılır.

    Bu gibi bir pespektife sahip olduğum için “faşist Türk devleti ile karşıtı silahlı örgütleri aynı kefeye koymakla” suçlandım. Zulmün ana kaynağının Türk devleti olduğu doğrudur. Ancak ona karşı silahlı mücadele verdiğini iddia eden güçler de tıpkı Türk devleti gibi insanlıkdışı uygulamalarla meşguldürler.

    http://www.dersimsite.org/ciftekolelik.html

  10. arkadaşlar, polis masasının yerlerini Devrim Karasansar arkadaş eski bir yazıya yorum olarak göndermişti. Sanırım herkesin dikkatini çekmedi. Buraya yeniden alıyorum:

    Bu arada bınbır suratın iş adreslerinı paylasayım dostlarla:)
    (eskı)ankara koc bank genel merkez zemın katı

    (yenı) yesılköy hava lımanı özel kuvvetler bınası üst katı

    (yakında tasınacak) gazıosmanpasa
    telecom

    Anlaşılmıştır.

  11. gün zilelinin kendi deyimi dışardan gazeline kuşkusuz kürtlerin cevabı önemlidir.özgürlükçü demokratik siyasi kürt hareketi(BDP)üyesi bir laz olarak dışardan gazelin her organizasyonun fark edemediklerini fark etmesi ve dışardan nasıl göründüğünün öğrenilmesi gibi bir çok nedenle öneminin farkındayım.bütün bunlar yazıdaki eksik ve yanlışları görmemizi engellememeli.1.si kürt hareketinin 80 lerdeki imha ve zorla türkleştirme işkencesinden çıkış için silahlı isyanının kürtlerde bilinç sıçraması yaratıp imha,inkar ve asimilasyonu engelleme işlevini kabül edip bu gün silahlı isyana gerek olmadığı gibi okuyorsak makaleyi bu doğrudur bu gün silahı bırakıyorum siyaseten kendi geleceğimi kuracağım diyen kürt hareketi devlet-iktidar karşısında yenilmiş değil başarmış olarak görüleceği açıktır.zilelinin fark edemediği kürt isyan örgütünün eline silahı veren silahı bıraktırabileceğidir.bana göre kürt halkı pkk ye silahı verdiğine göre bizim çağrımızdan çok daha işlevi olacak silahı bırak çağrısı kürt halkından gelmelidirki son yıllarda bu çağrılara birlikte şahit olduk.dışardan gazelle olan ve olmayan işler vardır buda onlardan biridir.2.zilelinin yanlışı herkesin bdp nin mecliste olması çağrısı ve isteği var tesbiti tamamen yanlıştır.bdp mecliste olmasını devlet-iktidar hiç bir zaman istemedi olamaması için neler yaptıklarını kendi gayrı meşru hukuklarını bile çiğnemelerine rağmen bdp meclise gelmesi onlar istemediği halde demokratik siyaseti bdp önemseyip meclistede toplumsal muhalefetin sesi olmak için devlet-iktidar hegemonyasına rağmen istenmediği meclistedir.zilelinin istediği ne işiniz var burjuvazinin ahırında dediğini başbakan ve devlette aynısını diyor bdp nin gündeminde olmadığı halde geçen günlerde terk edecekseniz terk edin diye seslenen başbakandı zilelinin talebi ile devlet-iktidarın talebi aynıdır.şu anki sistemin egemenleri ve sahipleri blokun ve bdp nin elindeki 103 belediye ve 36 vekilliğin olmasını istemişde onlar hediye etmiş kirli mevkiler kazınılmış izlenimi veren yazı tamamen yanlıştır.tam tersine bdp ve blok eksik yanlış diğer tolumsal muhalefet dinamikleri ile birlikte iş yapıp ağır bedellerle bu günlere gelen özgürlük mücadelesinin ürünü bu sonuçları verimli kullanıp cürümüş sistemin devletçi düzen partilerine(hepsi aynıdır)mahkum olmayıp kendi geleceğimizi kendi ellerimizle kurup iktidar ve hegemonyanın asıl sahibi halka devredileceği bir özgürlükçü iktidar seçeneği mümkündür diyerek sistem mağdurlarının fikir seviyesindeki muhalefet dinamiklerini toplumsal muhalefetin programı seviyesine çıkarma çabalarını yanlış bulmak hatyatın dışına düşüp başarı siyasetini anlamayıp kendinden başka güçlere bel bağlayıp edilgen sistemin beklentilerne uygun bir anlayışın sonucudur ki bu genel anlayışın sol ve devrimci geleneklerin genel bir hastalığıdır.en önemli özelliğide kendinden kalkıp kendi bildiklerinin dışında başarı olamayacağı düşüncesinden kaynaklıdır.3. ve zilelinin fark edemeyip duhuliye metaforuyla kürt siyasetinin tutuklama ile ve bu tutuklamanın genişlemesi ile biteceği yada politik aktör olmaktan çıkıp seyirci olacağı tesbiti zilelinin özgürlükçü siyasi kürt hareketi bu gün geldiği yeri toplumsal muhalefetteki işlevi diğer sistem mağdurları ile olan ilişkisi ve olası potansiyellerini hiç anlamamaktır.90 lardaki imha siyeseti bu günkünden eksik tasviye harekatımı idiki ondan bile daha güçlü çıkıp kitleselleşerek bölgede yerel yönetimleri alıp bölgenin alternatifi olmasını her imha ve tasviye girişiminden karlı çıkıp daha güçlü siyesette yok edilemez hale gelip giderek diğer topşımsal muhalefetleride mıknatıs gibi kendine çeken çabaları hiç anlamamış.duhuliyede yani tutuklanınca hayatı biti zannetmek 3 milyon insan bir şekilde terör örgütü ile ilgili diye hapise girip çıkanı olup biteceğine daha güçlenmenin nedenlerinden biride insanları kendi hukunuda çiğneyerek düşünce,ifade,siyaset özgürlüğünü engellemenin sonucu bu seviyede hayatın pratiği ve mücadelenin pratiğiyle içinden genç liderler yetiştiren organizasyon olunabiliniyor.deprem yardımlarına ‘yardımlada kardeşlik kokusu var’cümlesi kuracak seviyede hangi siyasi anlayış içinden yaratıcı genç lider yetiştirebildi.siyasi geleneği ölünceye kadar lider anlayışlarda başkasını üretemeyip tek bir genç lider yetiştiremeyen siyasi hayatımızdaki bütün olumlu örnekleri sergileyen siyasi kürt hareketini tayip gibi ayni dilden eleştirmekle hiç bir yol alamayız.tam tersine ben emma goldman aleksandır berkman,kropotkin,durutti hayrani biri olarak ne tanrı ne efendiden bu güne bu alanda biriktirdiğimiz özgürlükçü insanı temel alan anarşizme en yakın hatta anarşizmin değerleriyle kendimi gerçekleştirmeme engel değil teşvik edici hareket bdp yi gördüm.4. en önemli konu kuşkusuz zilelininde çok önce fark ederek önemsediği demokratik özerklik kuşkusuz insanların kendi öz iradeleri ile gerçekleştirebilecekleri kendilerini yönetme projesinin silaha ihtiyacı olmadığı doğrudur.yanlız buna benzer çabalarıda yine özgürlükçü siyuasi kürt hareketinin pratikleri bilinir asıl soru en ufak sivil özgürlükçü kendi olma kendini yönetme çabasını militarist faşist devletin müdahalesinin futursuzluğunda inşa etmenin zorluklarını en iyi zileli bilir bu tarz çabaları ve inşa edilen kurumların kendini yönetme çabası kadar kendini başlangıçta koruma çabasıda gerekmezmi.duhuliyede on binlerce özgürlükçü insanımız var orda bile bir hayat yaşanıyor ordada özgürlükçü mücadele mümkündür kürt özgürlük hareketi başarmıştır tayip-devlet-iktidar başarılmış öyküleri geriye çeviremez daha büyük başarılara sebep olabilirler

  12. Ayça Söylemez’in bir yazısında gördüm sanırım “devrimin yolunu devrim tayin eder” diye bir cümleyi. elbette Kürtler açısından da bu böyle olacaktır. ancak devrimin yolunu tayin edecek olanlarda dünyadan izole yaşamamaktadırlar. etkileşim halindeler. doğal hariçten gazellerde onları(eğer etkili bir gazelse)etkileyecektir. demokratik özerklik projesi özgürlükçü çevrelerde yankısını bulmuştur. ama unutulmamalıdır ki gittiğiniz yol sizi yapılandırır. demokratik özerklik güzel ancak basit bir yol değildir. bu yola girdiğiniz zaman buna göre ilerlemezseniz, ne bunda ne de diğer yollarda başarılı olursunuz. bu coğrafyada daha yapılması daha zor olmakla beraber, zapatistaların denemeleri güzel bir örnektir. bütün otonomluğuna rağmen silahı sadece otonomlarını korumaya dönük kullanmalarına rağmen, silahlı güçlerin sözü uzunca bir süre daha çok geçmiştir. onlar bu durumu da aşmak için markus ve arkadaşları sadece dünyaya mesaj yazıyorken -iç kararlar doğrudan demokrasiyle alındığı halde-o bile öne çıkarıyor diye gerillayı, 2002 den beri onu bile yapmayı bıraktılar.
    hem bölgesel, hem konjoktürel siyasete dönük hamleler hem de komünler ya da demokratik özerklik zorluklar doğurmaktadır. örneğin: bu demokratik yapılar DTK gibi karar aldıklarında konjüktür gereği çoğu zaman örgütün yönetimi tarafından boşa çıkarılabilinmektedir. ya da (dışarıya yansıması) zaten hiç bir kararları geçerli gözükmemektedir. çünkü merkezin olduğu yerlerde demokrasi olmaz. deyip çok uzatmadan noktalayayım. devam etmek üzere çünkü konu çok geniş aslında…

  13. bu canımızı yakan etimize kemiğimize değen konuda bütün söylenenler önemli ve değerlidir.asıl göremediğimiz söylenmeyenlerdir.zilelide söylenmeyip iyot gibi açık olanıda fark edecek seviyede analiz ve değerlendirme yeteneği olduğuna göre.pkk nin 99 dan sonra söylediğinin özeti nedir dersek tek cümle ile gerek kürt halkına gerekse devlet-iktidar egemenlerine mesajı’ bu sorunun silahla geleceği yer bitmiştir benim elimdeki silahı alıp demokratik siyasete ve hayata benide dahil edin’cümlesinden başka bir mesaj okuyamayız.asıl sorun gerek kürt siyasi iradelerde gerekse iktidar siyasetinde bu iradeyi gösterecek irade ve süreç yönetim yeteneği cesareti çıkamamasıdır.

  14. Feodalite yoktu, kapitalizm vardı fikrini çok absürd buldum. O zaman kölecilik de yoktu, başından beri kapitalizm vardı.

    Kapalı ekonomide ve meta ekonomisi olmayan koşullarda tuhaf ve anlamsız bir kapitalizm! Bu tam bir anarşizm örneği olmuş. Bu kaba marksizm gibi bir tür kaba anarşizm. 🙂

  15. KISA BİR DEĞERLENDİRME

    Bilinenleri tekrardan kaçınarak, ayrıntıya girmeden, yaşanılan süreci ve günümüzü bir kez daha irdeleyelim.

    Türkiye Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerinde kuruldu. Ulusal kurtuluş savaşı denilen, Anadolu’nun yabancı güçler tarafından sömürgeleştirilme girişimine karşı verilen mücadeleye, Osmanlının yetiştirdiği kadrolar öncülük etti. Bunların arasından sivrilen ve yönetimi ele geçiren Mustafa Kemal olduğu için de harekete Mustafa Kemal hareketi de denilebilir.

    Hareketin başlangıçtaki amacı Anadolu’yu yabancı güçlerin işgalinden kurtarmaktı. Bunun için tüm Anadolu halklarını kucaklayan söylemlerle yola çıkıldı. İşgal sona erdikten sonra Hareket ulus devlet kurmaya yöneldi. Ancak Anadolu’da yaşayanlar tek ulusa mensup değildi. Devletin kuruluşu aşamasında diğer ulus ve azınlıklara esnek davranıldı. Mustafa Kemal’in ilk meclisi açış konuşmasında “ Bu meclis Türklerden ve Kürtlerden müteşekkildir” sözü, meclisi ve devleti kuranların yalnız Türkler olmadığını; Kürtlerin de bu mücadelede paylarının olduğunun açık bir kanıtı olarak tarihe geçti.

    Cumhuriyet’in ilanıyla verilen sözler unutuldu, red ve inkâr savunulmaya, baskı ve şiddet arttırılmaya başlandı. Cumhuriyetle birlikte Kürtler için görece özgür oldukları Osmanlı dönemi sona erdi, red ve inkârın egemen olduğu Türkiye Cumhuriyeti dönemi başladı.

    Kürtler bu yeni dönemi kabullenmediler. Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanları ile itirazlarını dile getirmeye, gasp edilen haklarını almaya çalıştılar ancak güçleri yetmedi. Sonuçta idam, katliam ve sürgünlerle karşılaştılar.

    1915 Ermeni soykırımının inkârı, Nazım Hikmet’in zindana atılması, Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, Tan matbaasının yakılması, 6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi,49’lar Hareketi ve benzer gelişmeler, oluşturulan sistemin Türk halkı ve diğer azınlıklar için de demokratik olmadığının açık göstergeleridir.

    1946’da çok partili sisteme geçiş, Kemalist diktatörlükten demokrasiye geçiş olarak yutturulmaya çalışıldı. CHP’den ayrılanların kurduğu Demokrat Partisi iktidara geldi. Amerika ile kardeş olduk ama reşit olmadığımız için velayetimiz Amerika’ya verildi. DP Kemalist diktatörlüğü başka bir biçimde ve isimde sürdürdü.

    1960 cuntası DP diktatörlüğüne son verdi ama askeri vesayetin ve cuntaların da önünü açtı. Verilen göstermelik demokratik haklarla demokrasiye geçtiğimiz iddia edildi. Ancak verilen haklar mücadele ile kazanılmadığı için Devlet-i Ali’nin gördüğü lüzum üzerine geri alınabiliyordu.

    1960’larda olumlu gelişmeler de oldu. Marksizm kitlelerle buluşmaya başladı. 1965’te TİP parlamentoda grup kurdu. DEV-GENÇ yüzbinleri sokağa dökebiliyordu. Kürt gençliği DDKO’larda örgütlenmeye başlamıştı. KDP kuruldu. 12 Mart’a gelindiğinde gençlik eylemleri, 15-16 Haziran’la ayaklanma provaları yaşanmıştı. Kitleler bilinçleniyor ve sağlıklı örgütlenme girişimleri başlamıştı. Tam bu dönemde Kürt hareketini sağlıklı bir rotaya sokmak için PSK kuruldu. Ortam PSK’nin gelişmesine elverişliydi. Öyle de oldu. Kürt gençliğinin önemli bir bölümü DHKD’leri seçti. Özgürlük Yolu’nun dağıtımı on binlere, Roja Welat’ın 30’binlere ulaştı. Diyarbakır ve Ağrı Belediye Başkanlığı seçimleri kazanıldı. Kürt Ulusal Demokratik Hareketi sağlıklı bir rotaya girmiş, sağlıklı bir örgütlenmenin temeli atılmıştı.

    Diyarbakır seçimleri bazı kesimlerde şok etkisi yarattı. Her geçen gün etkinliğini yitiren KDP’yi saymazsak, PSK bölgede tek örgüttü. Özgürlük Hareketi’nin gelişimi devleti de düşündürdü ve onu farklı yöntemler izlemeye itti. Tam da bu dönemde PKK kuruldu. Henüz “ İki yanımda iki mit ajanı, ben onları kullanıyordum onlar da beni “, “ Üç yıl süreyle devlet bize yiyecek verdi “, “ Pişmanım, hizmet etmeye hazırım” denilmemişti; Pilot Necati bilinmiyordu ama savunduğu görüşler ve yaptığı eylemlerle PKK’nin yanlış yolda olduğu başından beri belliydi.

    PSK belli tarihsel koşulların ortaya çıkardığı bir örgüttür. Sosyalizmin ve Sovyetler Birliği’nin prestijinin yükseldiği, Dünya Sosyalist Sisteminin ulusal kurtuluş mücadelelerine destek olduğu, bu güçlü desteğin ulusal kurtuluş mücadelelerinin başarıya ulaşmasında önemli rol oynadığı bir dönemdi bu. Türk devletinin Kürtlerin en küçük demokratik taleplerini bile kanlı bastırdığı bu dönemde legal örgütlenmenin yolu kapalıydı. Bu yüzdendir ki PSK Marksist bir parti olarak  illegal örgütlendi.

    Bugün koşullar değişmiştir. Sovyetler Birliği ve Dünya Sosyalist Sistemi gibi bir destek artık yok. Marksist bir partinin öncülüğünde silahlı mücadele ile dört devleti dize getirmek zor. Kitlelerin desteği olmadan sosyalizmi kurmak bir yana, sömürgeci boyunduruğu kırmak bile oldukça zorlaşmıştır. “Tahrir Meydanı” türünden kitlesel halk ayaklanmaları olmadan köklü değişimler sağlanamaz. Bunun içindir ki PSK misyonunu tamamlamış ve miadını doldurmuştur. Varlığı demokratik gelişmenin önünde bir engel oluşturmaya başladığı için de bir an önce varlığına son vermelidir.

    NEREDE HATA YAPTIK?

    Anıları okuduktan sonra kuşkularım arttı ve geçmişin bir kez daha değerlendirilmesi gerektiğine inandım.

    İşçi sınıfının – neredeyse – olmadığı, İslam inancının egemen olduğu bir toplumda örgütleniyorduk. Bu Bizim temel zaafımızdı. Böyle bir toplumda Marksist bir parti olarak kök salmak zordu. Buna hatalar ve eksiklerimiz de eklenince durum daha da zorlaştı.

    Sovyetler Birliği’ne körü körüne bağlılık ve Barzani’yi hain ilan etmemiz hataydı. Özeleştiri yaptığımız için bunu bir yana bırakalım. Sosyalizme inancımızdan ve Lenin’in ülkesine olan sevgimizden dolayı enternasyonalizmi abarttık ve milliyetçiliği küçümsedik. BKP Türklerin adlarını değiştirip onları kamplara ve Türkiye’ye gönderirken biz hâlâ Riya Azadi’de “Bulgaristan Müslümanları” sür manşetli yazılar yazıyorduk.

    12 Eylül sonrası sahayı tamamen boş bıraktığımız için ayrık otları türedi, kök saldı, şimdi de onları ayıklamakta zorlanıyoruz.

    KADRO POLİTİKASI

    Kadroları doğru değerlendiremedik. İhsan Aksoy ve Mehdi Zana’dan başlayarak; Nazif Kaleli ve Zeki Adsız’a uzanan yolda onlarca kadroyu kolayca harcadık. Hareketimiz, değirmen taşı gibi kadro öğüten bir harekete dönüştü. Başından beri yanlış yapanlar, partinin verdiği görevleri yerine getirmeyen ve partiyi dinlemeyen “prensler” polit büro üyesi yapılarak ödüllendirildi. Partinin verdiği görevleri yerine getirenler, partiye ve halka karşı dürüst olanlar kolayca harcandı. Partide ikinci adam olmadı, ikinci adam adayları kolayca harcandı. Bu durum erozyona neden oldu ve parti kurucularından Y. Çamlıbel ve Z. Acar dışında kimse kalmadı. Onlar da yurt dışında yaşıyorlar.

    Yurtdışındaki kadrolarımızın bulundukları ülkelere entegre olmalarını salık verdik. “Teşt’te” yıkanan birinin, her an akan sıcak suyun olduğu bir evde kalmasını sağlamanın, ülkeye geri dönüşü zorlaştıracağını önceden göremedik. Koşullara ayak uydurma, koşullara göre mücadele yol ve yöntemlerini öğretme, örgütün amaç ve ilkelerine bağlılık vb. konularda kadro eğitiminde yetersiz kaldık. Bu durum hareketi her geçen gün eriyen bir kartopuna dönüştürdü.

    PKK’nın ne olduğunu 1983’te yayınlanan kitaptan, yakılan KOMKAR binalarından, Mustafa Çamlıbel ve Ramazan Adıgüzel’den, yurt dışında öldürülenlerden dolayı en iyi bilenlerdeniz. Kuruluşunda devletin parmağının olduğu, puslu 90’lı yıllarda hangi olayı devletin, hangi olayı örgütün yaptığının belli olmadığı bir dönemde, PKK’nin başındaki adamla protokol yapmak büyük bir hataydı. Bu protokol Kürt devrimci kamuoyunda PKK’yi meşhurlaştırma hareketiydi.

    BİRLİK POLİTİKASI

    Birlik, birden fazla örgütün veya hareketin bir araya gelerek aynı program etrafında ortak hedeflere varmak için oluşturulan yeni bir örgütlenmedir. Bu yeni yapı cephe olabileceği gibi yeni bir parti de olabilir. Birliğe katılanlar birlik için istekli olmalı. Birliğe katılanların temel hedefi artık yeni oluşumun temel hedefidir. Bu tür birliklerde toplumda etkinliği olan tek tek bireyler de taraf olarak yer alabilmeli. Birliğe katılan partilerin eski yapıları, işlevleri, çalışmaları birlik içinde ikincil olmalı, temel hedef birliğin amacına ulaşması olmalı. Birlik kendi zaafını gizleme aracı olmamalı.

    Birlik konusunda hep isteyen taraf olduk. UDG’den Hevkari’ye, Tevger’den Sol Birliğe kadar hep birlik isteyen biz olduk. Birliğin tarafların karşılıklı isteği doğrultusunda gerçekleşebileceğini bir türlü kavrayamadık. Hiç beş yıl süren birlik çalışması olur mu? Bizde oldu ve başarısızlıkla sonuçlandı, tüm diğer birlik girişimleri gibi. Bir ay süren MYK toplantısının olduğu yerde 5 yılın adı mı olur? Kürtlerin zamanı çok.

    Yanlışlardan arınmadan sağlıklı bir birlik olmaz.

    DBP DÖNEMİ

    Leninist örgütlenmenin iki temel zaafı vardı: İllegal örgütlenme ve profesyonel devrimcilik. Birincisi kadroların kontrolsüzlüğünü, ikincisi ise boş vermişliği beraberinde getirdi. DBP sürecinde bunlar açıkça görüldü.” İki başlı yapı “ ve “ uzaktan kumanda “ sistemi parti “ komiserleri “ yarattı. Bu yapı demokratik gelişmenin önünde engel olmaya başladı, kadrolar arasında haksız rekabete neden oldu. Yanlışları görenlere “ ayrılıp PKK’ye katılaydın “ denilerek “ yaratıcı! “ çözüm önerileri getirildi. Gençleri partiden kovanlar, “ parası olmayan partiye gelmesin “ diyenler, bir ay maaş almazsa partiye uğramayacak olanlar “ prens “ ilan edildi. Bütün bunları herkes biliyor ve dillendiriliyor ama nedense bir çözüm bulunamıyor.

     Bu aksaklıklar DBP’nin kan kaybına neden oldu ve parti her geçen gün küçüldü, kongre yapamaz hale geldi. Emek verenleri onore etmek yerine onlara nankörce davranıldı. Bu zaaftan kurtulmak için birlik konusu gündeme getirildi ve HAK-PAR’ı oluşturma süreci başladı.

    Barışçıl mücadele yöntemleri ile Kürt sorununu çözmek isteyenlerin birlikteliği ne kadar önemli ve gerekliyse; soruna taraf olanların iyi niyetleri ve birlik konusundaki istek ve çabaları da o kadar önemlidir.

    HAK-PAR

    HAK-PAR’ın kuruluşu sürecinde DBP’de Kürtlerin birliği konusunda iki görüş vardı. Çoğunluğun savunduğu birinci görüşe göre, PKK’nin dışında ki Kürtlerin, ne pahasına olursa olsun, birliğinin sağlanması yönündeydi. “ Demokratik Cumhuriyet “projesi ve Avrupa Birliği süreci PKK dışında ki Kürtlerin birliğini zorunlu hale getirmişti. Kürtlerin sisteme entegre edilmeleri önlenmeli, Kürt sorunu çözülmeden Türkiye AB’ye üye yapılmamalıydı. Aksi takdirde Kürt sorunu Kıbrıs sorunu gibi çözümsüzlüğe mahkûm edilecekti. Bu anlayışla hep beraber birlikten yana tavır aldık. Ancak, bana göre PKK dışındaki Kürtler birliğe hazır değillerdi. Birliğin bileşenleri olarak görülen A.Fırat, Ş.Elçi, Eski Rızgari ve DD taraftarları birlik için hazır ve istekli görünmüyorlardı. Tümünün Özgürlük Hareketi’ne karşı önyargıları vardı. Eski DD ve Rızgari taraftarları HAK-PAR’ı kendi eski yandaşlarını toparlama aracı olarak görüyorlardı. Adı geçen iki ismin yan yana gelmeleri mümkün görünmüyordu. Bu anlamda tüm tarafların bir araya gelebilecekleri bir parti belki kurulurdu, ancak tümünü aynı potada eritmek, bütünleştirmek olanaksızdı. Benim görüşlerim partide kabul görmediği için, Y.Çamlıbel’in ricası üzerine, çoğunluğun görüşleri doğrultusunda, birlik konusunda partinin görüşlerini yazdım. Süreç içerisindeki istifalar ve ayrılmalar henüz bir potada bütünleşmeye hazır olmadığımızı gösterdi. Keşke haklı çıkmasaydım.

    AKP DÖNEMİ

    AKP, HAK-PAR’la aynı dönemde kuruldu ve ilk seçimde hükümet kuracak çoğunluğu elde etti. Ana gövdeden ayrılarak kitleleri peşinden sürükleyen, üç seçim üst üste oylarını arttırarak hükümet kuran ve giderek iktidar olan tek parti AKP’dir. Gülen Cemaati ile ilişkileri olan ve Gülen’in “ tedricen “ iktidarı almak gerekir stratejisine uygun hareket eden de AKP’dir.

    AKP’nin kurucuları Erbakan’ın öğrencileridir. Erbakan Siyasal İslam’ın Türkiye’de ki kurucusu ve fikir babasıdır. Siyasal İslam’ın temel felsefesi şeriat kurallarıdır ve bu demokrasi ile bağdaşmaz. Fetva ve ulemanın egemen olduğu yer karanlıktır ve karanlıkta demokrasi yeşermez. Diğer bütün söylemler “ teferruattır.”

    AKP’nin AB’ye üye olunmasından yana görünmesi onun çağdaş demokrasiden yana olduğunu göstermez. Cuntalara karşı görünmesi de öyle. O sadece kendisine zarar verenlere karşı rövanşist bir tavır sergiliyor, kin ve intikam duyguları ile hareket ediyor. Kemalistlere karşı tavrının altında yatan neden de bu. AKP’nin AB’den yana görünmesinin iki nedeni var: Birincisi, AB cuntaların önüne set çekiyor, ikincisi ise, parti kapatmayı zorlaştırıyor. AKP tam da bu iki konudan rahatsızlık duyuyor.

    AKP’ye koşulsuz destek verenler tarihten ders almayanlardır. Kemalist diktatörlüğe, askeri vesayet rejimine karşı olmak iyi de bunun yerine getirilmek istenen namahrem, fetva ve ulema rejimidir. İran bizim için iyi bir örnektir. Şah rejimine karşı Halkın Mücahitleri, Halkın Fedaileri, Tudeh ve Kürtler Humeyni’yi desteklediler. Onlar da Şah rejiminden kurtulalım gerisi kolaydır diye düşünmüşlerdi ama öyle olmadı. Bugün adı geçen muhalif gruplar yok ve 33 yıldır ülkede demokrasi adına yaprak kımıldamıyor.

    AKP’nin bazı olumlu adımları abartılıyor. 3-5 Generali içeri atmak Kemalist rejime karşı olanların yüreklerine su serpebilir ama demokrasiyi getirmez. AKP kendi derin devletini yaratıyor ama çoğu insan AKP generalleri içeri atıyor diye alkışlıyor. Alkışlayan beyler, sıra size geldiğinde etrafınızda kimse olmayacak.

    El kaide ve Taliban’dan ağzı yanan Amerika, Ortadoğu’da ılımlı İslam’a yöneldi, “ Kanlı veya kansız” diyenlerin yerine, “ Milli görüş gömleğini çıkardık” diyerek takiyye yapanlara destek oldu.

    Kürtler için red, inkâr ve işgal politikalarından daha kötüsü olamaz anlayışı ile AKP’yi koşulsuz desteklemek akılcı bir politika olamaz. Karanlıkta kaybolan hiçbir şey bulunmaz ve şeriat karanlıktır.

    AKP, 28 Şubat ve darbe girişimlerinin üstüne gittiği kadar 12 Eylül’ün üzerine gitmiyor. Çünkü 12 Eylül’de kendisi zarar görmemiş, tersine palazlanmıştır. 12 Eylül yargılamaları semboliktir. Referandumda 12 Eylül’ün yargılanmasını isteyen toplum, cuntayı önleyemediği, Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı yaptığı, yüzde 92 ile anayasaya evet dediği ve bugüne kadar değiştirilmesini sağlayamadığı için kendisini yargılamalıdır.

    Cuntalara ve siyasi partilerin kapatılmasına elbette karşıyız, ancak yürürlükteki yasalar herkes için geçerlidir. Anayasa Mahkemesi AKP “laiklik karşıtı hareketlerin odağı olmuştur” kararını veriyor ama partiyi kapatmıyor. Anayasa Mahkemesi, HSYK’nın yapısı değiştiriliyor, üniversiteler YÖK aracılığıyla kontrol altına alınıyor, Cumhurbaşkanlığı, Parlamento, Yargı, Üniversiteliler, MGK, Polis teşkilatı siyasal İslam’ın kontrolünde. Derin devlet denilen olgu uzaylı bir yaratık değil, toplumun içinde.

    AKP’nin Kürt sorunu konusunda attığı adımlar koşulların zorunlu kıldığı adımlardır. Red ve inkâr ilelebet sürdürülemezdi. Kürt sorunu diyerek sorunun adını koymak, çözümü de “ Milli birlik ve kardeşlik” projesinde aramak çözüm olamaz. TRT Şeş bizi yanıltmamalı. AKP devlet Kürt’ü yaratmaya çalışıyor. Rojin’in şarkılarına tahammül etmeyen anlayış Kürt sorununu çözme konusunda inandırıcı olur mu? Uludere katliamını kim yaptı?

    Kürt sorunu karmaşık bir sorundur. Sorunun karmaşıklığı yalnızca Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüşlüğünden kaynaklanmıyor. Kürtler kurmancı, sorani, zazaca, şeybızınca gibi farklı lehçelerde konuşuyorlar. Türkiye’nin büyük illerinde çok sayıda Kürt nüfus var. Adana, Antalya, Mersin, İzmir, Manisa, İstanbul, Bursa, Ankara, Konya, Kırşehir gibi iller, Ağrı ilinin onlarca katı kadar Kürt nüfus barındırıyor, Kürt-Türk evliliği çok, birçok Kürt ailesin de Türkçe konuşuluyor, birçok Kürt genci Kürtçe bilmiyor, Orta Anadolu Kürtleri ayrı bir coğrafi konuma sahip, uluslararası evlilik milliyet belirlemeyi zorlaştırıyor. Bütün zorluklara rağmen Kürt sorununu çözüm yoluna sokmak için siyasi iradenin inisiyatif alması gerekiyor. Sorunu karmaşıklaştıran ülkeyi bölen emperyalistlerdir.

    Uluslararası koşullar, tek kutuplu dünya, iç içe geçmişlik, klasik silahlı ulusal kurtuluş mücadelesinden vazgeçilmesini gerektiriyor. Silahlı mücadele, insan öldürme yöntemi ile kurtuluş olamaz. “ Tahrir Meydanı” veya “ sivil itaatsizlik” gibi yöntemler kullanılabilir ancak barışçıl yöntemlerle sorunu devlet çözer. Bunun için de siyasi irade olmalı.

    Kuzey Irak’ta bir ilk yaşandı. Amerika’nın çıkarları Saddam rejiminin devrilmesi konusunda Kürtlerin çıkarları ile kesişti. Bu bir paradokstur ama Kürtler Amerika’nın desteğiyle Saddam’ın zulmünden kurtuldu. Milyonlarca Iraklının ölümü ve sürgünü bu özgürlüğe gölge düşürdü.

    Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için devlet adım atmalı. Öncelikle devlet bugüne kadar izlediği red ve inkâr politikası ve katliamlar için Kürt halkından özür dilemeli. İlk adım bu olmalı. Demokratik ortam sağlanmalı, herkesin ayrılma isteği dâhil, tüm görüşlerini, özgürce savunabileceği ve görüşleri doğrultusunda örgütlenebileceği koşullar sağlanmalı, bağımsızlık, federasyon, özerklik, kantonal sistem gibi tüm seçenekler tartışılabilmeli, referandumla halkın eğilimi görülmeli ve ona göre çözüm biçim ve yöntemleri belirlenmelidir. Bütün bunlar yapıldıktan sonra ancak Kürt sorunu çözüm yoluna girer.

    Bugüne kadar izlenen devlet politikalarında, Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözme yönünde, hiçbir önemli adım atılmadı. Anayasa ve siyasi partiler yasası olduğu yerde duruyor. Ana dilde eğitim yok, Tv yayını korsan yayınla geçiştiriliyor. Bütün bunlara rağmen AKP’yi savunmak, televizyonlara çıkıp yalnız PKK’yi eleştirerek AKP’ye destek olmak, anlaşılır gibi değil. Yaşananlar devletin gözü önünde yaşandı, yaşanıyor. Yazılanlardan devletin bilgisi var. Devletin MİT’i, polisi, jandarması ve her köyde bir imamı var. Buna rağmen Meclis’te PKK’nin işlediği iddia edilen cinayetleri anlatmak, liste sunmak bizim işimiz olmamalı. Bunları anlatırken devletin yaptıklarını da unutmamalıyız. 90’lı yılların SHP’li bakanı Azimet Köylüoğlu’nun televizyonda ellerini iki yana açarak, “ devlet köy yakıyor ben ne yapayım” dediğini de anımsatmalıyız.

    Sonuç olarak, lider güvenilir, adil ve yol arkadaşlarına karşı vefakâr olmalı; esnek, sakin ve hoşgörülü olmalı. R.T. Erdoğan’ın yanındaki çekirdek kadro Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden kalmadır. Partisinde ondan sonra Abdullah Gül, Bülent Arınç vb. sayılabilir ama bizde hep tek adam oldu. 31 Yıl yurtdışında kaldıktan sonra devletin çağrısıyla ülkeye dönerek “ Özgürlük ve Barış sembolü” olunmuyor.

    Mandela öyle olmadı.

    15 Mayıs 2012

    Mehmet ÖZKÖK

    http://www.serbesti.net/?id=1359

  16. Kürtlerin AKP’yi olumlamak için geçerli nedenleri yok

    Bir kürt öldürülüyor, istisnasız tarihin her döneminde olduğu gibi, hatta her yılın her ayında olduğu gibi…
    Sonra bir başbakan çıkıyor, “kürt sorunu benim sorunumdur” diyor…
    Kürtlerin katli devam ediyor. Kürtler topluca tutuklanıyor. Takrir-i Sükun dönemini anımsatırcasına basın mensupları tutuklanıyor. Bir farklaki Özalp ilçesinde 33 kişiyi kurşuna dizmek yerine Roboski’de aynı nedenlerle 35 kişi uçak bombardımanıyla katlediliyor.
    Çevik Bir tutuklanıyor, Koşaner ve sair generaller tutuklanıyor. 17 bin kürdün infazı için bir tek soru sorulmuyor kendilerine. Sadece 28 Şubat bildirgesini kimin imzaladığı araştırılıyor. Kovuşturma ve itham cemaate kontra yapmak suçuyla sınırlı.
    Mehmet Ağar’a 5 yıl ceza veriliyor. 1991-94 infazlarında 5 bin kürdün katlinden sorumlu Ağar’a infazlarla ilgili tek soru yöneltilmiyor. 5 bin cinayete 5 yıl hapis. Her bin kürdün ölümü için 1 yıl hapis diyeceğiz ama kürtleri katletmeyle ilgili bir hüküm yok ortada.
    Üstüne üstlük türk siyasetine “ananı al da git, aşifte, kürt dili medeniyet dili değildir, ana dilde eğitim mümkün değildir” lügatçesiyle ifade edilen bir anlayış egemen. Kürt ve Kürdistan düşmanlığı siyasi iktidarın en yetkili ağızlarınca ilan edilmekten kaçınılmıyor.
    AKP demokratmış.. Kemalistlere, darbecilere, infazcılara karşıymış..
    Kendisi faşist, kemalistliğine ilaveten yobaz, teokratik darbeci ve Muğlalı’dan şedit infazcı AKP hükümeti evladı katledilmiş binlerce ananın gözyaşlarını istismar ediyor.
    Başbakan analarla görüşüyor ortada cinayet suçlusu yok, maktülün cesedi yok.
    İktidar Dersim diyor, Seyid Rıza’nın ve Şeyh Said’in mezarları üzerinde tepiniyor.
    İktidar nurculuk diyor, Said-i Kürdi’nin mezarı meçhul.
    İktidar açılım diyor, köyleri yakılarak tehcir edilmiş 5 milyon 400 bin kürt Türkiye vilayetlerinde teslim alınmış durumda ve her kımıldadıklarında linç kuşatması koyulaştırılarak üzerlerindeki tehdit artırılıyor.

    ***

    Türkiye NATO’nun en büyük 2. ordusuna sahip.
    Askeri Araştırmalar Enstitüsünün bu hafta içinde yayınladığı rapora göre Türkiye’nin 2011 yılı askeri harcamaları 17 milyar 400 milyon dolar. Türkiye bu harcama ile dünyada 11. sırada.
    Türkiye’nin mevcut 3 ordusundan ikisi Kürdistan’da (Erzincan, Malatya) bulunduruluyor. Bu orduların mevcudu seferi (savaş) koşullara göre 3/1 oranında artırılmış durumda ve ilaveten jandarma birliklerinden müteşekkil 2 yüzbin kişilik Özel Harekat Kolordusu Kürdistan’da bulunuyor.
    Türkiye’nin kürtlere açtığı savaşta kullandığı silahlı güçler sadece bunlarla sınırlı değil. Kürdistan’ın her bir ilinde bulunan jandarma ve asker sayısı il başına düşen jandarma ve asker sayısı bağlamında Türkiye vilayetleriyle kıyaslandığında kişi başına 3 hatta 4 misli daha fazla polis ve jandarmanın Kürdistan’da olduğu görülür..
    Bu modern donanımlı ve fahiş oranda yüksek sayıya tekabül eden türk askeri varlığına karşı kürtlerin 30 bin tüfeği bile yok..
    Kürtler silah bıraksınmış?
    İsteyene bakın?
    Türk devleti silahsız ortam istiyorsa ordularını Kürdistan’dan çeksin.

    ***

    Türk devletinin silahlanma düzeyi ve askeri hareketlilik pozisyonu aynı zamanda mevcut hükümete demokratlık atfedenlerin demokrasiden ne anladığına da ölçüdür. Mevcut durumun daha iyi anlaşılması için bir karşılaştırma yapalım.

    1920’li yıllarda türk devleti emsallerine oranla aşırı silahlanmış durumdaydı ve çok büyük askeri güçler bulunduruyordu. Türk askeri güçleri 1919 yılından başlayarak 1940’lı yılların ortalarına kadar Kürdistan’da aralıksız askeri harekatlar düzenlediler, sonraki dönemde ise askeri güçler günümüze kadar sürekli teyakkuz halinde tutuldular. Askeri harekatların en yoğun olduğu dönemde çıkarılan Takrir-i Sükun yasası gereğince basın ve muhalifler susturulmakla kalınmadı. Dönemin iktidar kanadı bir önceki devlet kadrolarından ittihatçı ve liberal politikacıları, sivil ve asker bürokratları İstiklal mahkemelerinde yargıladı ve elimine etti.

    İttihatçıların maliye bakanı Cavit Bey, ittihatçıların önemli örgütleyicisi ve kasası Kemal Bey (küçük) bu dönemde asıldı. Trabzon milletvekili Ziya Hurşit, Erzurumlu Rüştü Paşa bu dönemde asıldılar. Hamidiye kahramanı ve donanma komutanı Rauf Orbay, türk istiklal savaşının gerçek başlatıcısı Kazım Karabekir, Lozan murahhası ve sıhhiye vekili Rıza Nur bu dönemde yurtdışına kaçtılar. Mehmet Akif Ersoy bu dönemde sürgüne gitti ve geri dönmedi.

    Türk istiklal mahkemeleri kahır ekseriyetle kürtleri sorgusuz-yargısız asarken o günün türk muhaliflerini de tıpkı bugün olduğu gibi yargılamayı ve devre dışı bırakmayı ihmal etmedi. Çok ilginçtir, 1920 döneminin muhalifleri birçok insanık suçu işlemişken kendilerine sadece “hükümete komplo ve hükümet yetkililerine suikast hazırlığı içinde oldukları” suçlaması yöneltilmişti. Bugün de öyle, hükümet demokratikleşmeyi esas alan bir yönelim içinde olsa belli bir dönemin tüm kadroları yargılanır ve çok ağır insanlık suçlarından mahkum edilirler. Zaten ekseriyeti emekli sivil-asker bürokratlardan oluşan bugünkü tutukluların yargılanmalarında işledikleri suçlardan hiç bahsedilmemek suretiyle çok hafif cezalara çarptırılmaları bürokraside temizlik anlamına dahi gelmiyor. Pro-Hitler Kemal’in bürokrasi temizliği daha radikaldi. Buna rağmen bugünkü iktidara olduğu gibi Kemal’e de devrimcilik atfeden yağcılar, demokratlık atfedip eteklenen kürt işbirlikçiler o gün de eksik değildi. Bir farklaki Meço ve Diyap ağalara günümüz kürt muhalefetinin güya devrimci ve sosyalist kesimleri de dahil olmaya başladılar. 1920’li dönemin kürt muhalefeti kemalistlerle işbirliğini reddetti, türk parlamentosunun yetkilerini dolayısıyla türk devletinin hükümranlığını reddetti, türk mahkemelerinin yargı yetkisini, ilaveten türk zabıtasının tutuklayarak mahkemelere sevketme yetkisini kararlı bir şekilde reddetti. Şeyh Said ve Seyid Rıza’nın bu konudaki tutumları açıktır ve hayranlığa şayandır. Her iki Kürdistan önderinin hâlâ belirli bir mezardan yoksun oluşlarının nedeni bu tutum hatırlanarak sorgulandığında daha iyi anlaşılır. Böyle bir sorgulama aynı zamanda türk hükümetinin kürtlerle ilgili niyetinin ve niteliğinin deşifre edilmesine imkan sunacaktır.

    Kürtler, 1920’li yıllarda kendilerine karşı suç işlemiş olsalar bile türk devletinin kendi iç hesaplaşması gereği hedef aldığı bürokratların yargılanmasında taraf olmaktan titizlikle uzak durdular. Bu tutumları bir başka suçlunun ve esas sorumlu olan devletin yandaşı olmaktan kaçınmak ve türk yargısının yekilerini kabul etmemek gibi haklı ve tutarlı bir tavrın icabıydı. Kürtler bunun yerine devletle açık silahlı çatışmayı göze alacak bir uzlaşmazlığı benimsediler. Kürtler bu sayede yokolmaktan kurtuldu. O gün de Zülfü Tigrel’ler, Ziya Gökalp’ler vardı. Bugün devletle işbirliği yapan PKK üst yönetiminin ve arada simsarlık yapan emzikçi taifenin işbirlikçi tavrına kürt sosyalist ve devrimci cenahından yeni katılımlar var. Bu sonuncular terazinin diğer kefesine oturuyor olsalar bile sonuçta oturdukları kefe hükümetindir ve terazi tümden türk devletinindir. Dün ittihatçılara taraf olmayıp kemalist iktidara taraf olanların düştüğü ibretlik konum gibi hiç birinin gerekçesi kendilerini işbirlikçi olmaktan kurtarmaya yetmeyecektir. Kabullenilen türk devletinin yargı yetkisi ve “demokratikleşme yeteneği” olduktan sonra düşülen konum ve hakedilen sıfat aynıdır. Siyasi mevzilenmenin bu türü yaratacağı sonuç itibarıyla tıpkı 1920’lerde olduğu gibi türk devletinin safra atarak arındırılmasına hizmetten ileriye gidemez. Türk devletinin arınma arzusu Kürdistan’daki siyasi ve askeri varlığını güçlendirmeyi amaçladığında kürtlerin buna çanak tutmak için hiçbir geçerli mazereti yoktur.

    http://www.serbesti.net/?id=1183

Comments are closed.