Dün Taksim Meydanı’ndaydık. Yanımıza ihtiyaten gaz maskemizi almıştık ama bir çatışma ruh hali içinde değildik. Oraya gelen kitle de değildi. Kimse taş atmadı, tersine karanfil attı ama polis yine saldırdı. Bir polis şefi gözüyle bile baksanız, eğer polis alanı zorla boşaltmaya kalkmasaydı, zaten İstiklale doğru dağılan kalabalığın en az yarım saat içinde dağılacağını görmeniz mümkündü. Bekleyemediler, beklemek istemediler. Polisin, intikamcı, son derece gaddarca ve fütursuzca davrandığı açıktı. Daha sonra öğrendim. Dikmen’de daha da kötüsünü yapmışlar, evlerin içine kadar gaz atarak.
Polis de ordu gibi, son derece mekanik bir güçtür. Dur dersin durur, yürür dersin yürür. Dolayısıyla, polisin arkasındaki yönlendirici iktidarın ruh haline bakmak, onun ne yapmaya çalıştığını anlamak gerekiyor öncelikle.
İktidar ne yapmaya çalışıyor? Kendi yıkımını hazırlayan bu saldırıları düzenlemesinin ardındaki mantık nedir? Aynı zamanda kendimize de sormalıyız. Hareket nereye gidiyor? Nereye varacak?
Önce iktidarı tahlil etmeye çalışalım. Bana kalırsa, AKP iktidarı bir güç tutulmasına uğramış bulunmaktadır. Bu güç tutulması, “madem güçlüyüm, ezer geçerim” cümlesiyle özetlenebilir. Fakat bu güç tutulmasının ardında esasen çok büyük bir korku yatmaktadır: “Ben onları ezmezsem, onlar beni ezecek.”
Korku ile güç ilişkisi çok önemlidir. Tarihte de örneklerine çok rastlanacağı gibi, en zalimler en korkaklardır. En zalim iktidarlar, halktan en fazla korkan iktidarlardır. Korku katsayısıyla zalimlik katsayısı doğru orantılıdır ve bu ikisi birbirini sürekli besler. Görünen o ki, AKP iktidarı, halk hareketine karşı şiddetini misliyle arttırarak bu yolda ilerlemeye devam edecektir.
Halk hareketine gelince. Bilindiği gibi, hareket kendiliğinden niteliğini sürdürmektedir. Kendiliğinden bir patlamayla ortaya çıkan hareket, Gezi Parkı merkez olmak üzere yeni bir dünya özlemini kendiliğinden, bir anda hayata geçirmiş, kendiliğinden çarpışmaların ardından kendiliğinden parklardaki halk forumlarına geri çekilmiş, eşzamanlı olarak, duran adam gibi pasif direniş biçimleri yarattıktan sonra dün yine kendiliğindenlik tarzını sürdürerek Taksim’de toplanmıştır. Bu öylesine kendiliğinden bir harekettir ki, hareketi yönlendirmekte en fazla etkisi olabilecek Taksim Dayanışması bile harekete hâkim konumda değildir. Kitle, Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla meydana gelmiş ama dağılmakta kendi bildiğince hareket etmiştir. Dağılmasına dağılıyordu ama bunu da kendi bildiği tarzda yapıyordu. Polis, bunu anlamaktan bile acizdi.
Üstelik polisin dünkü insafsız Taksim ve Dikmen saldırıları, kitle hareketinin daha da yaygınlaşmasına ve yeni bir öfkeyle ileri atılmasına yetip de artacaktır. Bu durum, yeni katılanların da katkısıyla kitle hareketin kendiliğinden niteliğini daha güçlendirecektir. Harekete hiçbir örgüt hâkim değildir. 1917 Temmuz günlerinde Bolşevik Partisi’nin yaptığı gibi, hareketi taktik geri çekilişe sevk edecek bir devrimci örgüt otoritesi yoktur ve bundan sonra da olacak gibi görünmemektedir.
Bugünkü iktidarın polis gücü hareketi durduramamakta, tersine “Tomakrosi”nin saldırısı kitle hareketini daha büyük dalgalara dönüştürmektedir. Bu durumda, bu hareketi durdurmanın tek yolu, rejimin otoriter diktatörlükten, herkesin açıktan susturulduğu ve anında içeri atıldığı bir totaliter diktatörlüğü yönelmesidir ki, bunun da bugünkü dünyada koşulları pek yoktur. Geriye kalıyor, otoriter rejimi daha da otoriterleştirecek bir OHAL ya da sıkıyönetim formülü. Ne var ki AKP hükümeti, orduyu tam disiplini aldığı koşullarda ona yeniden aşırı yetkiler tanıyacak böyle bir yola gitmeye hiç istekli görünmemektedir.
Dünkü çatışmalar, hareketin tam bir durdurulamazlık ruh haline girdiğini ortaya koyuyor.
Hem hareketin belli bir otoritenin denetimine girmemesi, hem de iktidarın içinde bulunduğu koşullar ve ruh hali de bu durdurulamazlık durumuna güçlü dayanaklar sunmaktadır.
Çok olağanüstü bir dış müdahale olmazsa, kitle hareketinin durdurulamazlığı, iki üç aylık bir sürecin sonunda, AKP iktidarının bir insan seli tarafından yıkılmasıyla noktalanacak gibi görünüyor.
Gün Zileli
23 Haziran 2013
Bence rte nin planı durdurulamaz halk hareketini 12 eylül öncesinde yapıldığı gibi, çatışmaya çekmek, bunun için de sürekli kendi yandaşlarını kışkırtıyor, sivil faşistleri eylemcilerin üzerine sürmeyi amaçlıyor, şu ana kadar pek başarılı olamadı, bunun bir sebebi ülkücüler gibi örgütlü bir gençlik grubu olmaması, ama olayı ortadoğuda olduğu gibi mezhep çatışmasına çekebilirse amaçladığı şeyi yapabilir.
Zafer istiyorsak devrimci öncü yapılar inisiyatif almalıdır. Başbakanla görüşen, validen izin isteyen Taksim Dayanışması adlı grupla olmaz…. dün olduğu gibi müdahele başladıktan sonra , zaten çatışma tecrübesi olan devrimci unsurlar ön saflara çıkmalıdır
Faşizm, barışçıl amaçlarla yapılan her türlü
gösteriye dahi, vahşice saldırmakta ve düzen
karşısında her türlü hareketliliği, hak aramayı,
halk hareketini, herkesi susturmak istemektedir. AKP nin bu topyekün saldırısı karşısında,
birlikte direnmek, kim saldırıya uğrarsa
uğrasın, sahip çıkmak ve saldırıya uğrayan
kim olursa olsun, kendisi saldırıya uğramış gibi
kabul edilmez ve buna uygun eylem hattı oluşturulamazsa,AKP Fasizminin saldırıları daha da
pervasızlaşarak sürecektir.AKP saldırıları
karşısında birleşik direniş hattı oluşturmak
ve bu çerçevede halk kitlelerinin birleşik mücadelesinin
gelişimi, hiçbir teoriyle engellenemez
ve reddedilemez. Faşizmin bütün çabalarına
karşın halk kitleleri zulüm ve sömürü
karşısında birleşmeye ve birlikte mücadeleye
hazırdır. Hazır olmayanlar, bir türlü küçük hesaplardan
kurtulmayan örgüt ve gruplardir…..
öncü gruplar, önerileri asan inisiyatiflare giristiklerinde , direnisin kitle tabani daraliverir bu direnisin sonu demektir. bu kendiliginden bir kitle hareketidir, aman hiç bir sey onermeyelim söylemeyelim yoksa hareketin büyüsü bozulur gibi bir anlayis, örgüt bayrak flama düsmanliginda birlesmis ulusalci gizli onculuklerin yani basinda henüz neyi neden nasil yapabileceginin bilincine varmamis insanlarin uzaklasmasi yada , bir cumhuriyet mitingi hareketine yol acabilecektir. öncülükten kasit çok degisik anlasilabilmekte. Direnis henüz güçsüzde olsa Halk forumlarini yaratti. devrimciler sosyalistler,özgürlükçü komunistler, gercek liberaller, bu platformlarda,direnise iliskin, gözlemlerini, önerilerini kaygilarini, kitlelerle paylasabilirler. Direnisin kendiliginden cercevesi, AKP fasizmi, totaliterligi, polis terörü, özgürlük istencine düsmanligi ilgisinden kopmadan , yani kaba sosyalizm ,veya anarsizm veya baska birseyin tasarlanmis devrim programlarinin ezberlenmis taktiklerinin sloganlarini atmadan, kitle icinde onun bir parcasi grup ve bireyler olarak, onlari kendi tekkelerine cagirmadan, herkes yararli pekcok sey yapabilir diye düsünüyorum..
Aşırı güçün sınırı hangi seviyede olacak? Dozajı artırmak sonlarını daha hızlı gündeme getirir. Eger akıllılarsa en kısa yoldan seçime giderler. Seçim ayaklarıyla kendilerini kurtarırlar.Gözüken o ki bu adamlarda öyle bir zeka yok .Eğer şefleri emrederse ancak seçime giderler. Eylemin süpriz gelşmesi şeflerinin hazırlıksız yakalanmalarına neden oldu. Tunnusta olduğu gibi.
Türkiyenin ortadoğuda önemli rolu var. Şef ortadoğuda oluşacak boşluktan endişeli. Yoksa çoktan AKP nalları dikmişti. Mücadelenin uzun sürmesi ABD ve AB nin aleyhinedir.Almanya sinyal vermeye başladı.
akp iktidarının insan seliyle yakında yıkılacağı tesbiti devrimci ajitasyon hamaset değilse devrimci romantizm olabilir.kuşkusuz bir gün bizdeki iktidarda yıkılıp geçmiş örneklerinin akibetini yaşayacaktır.burda zilelinin bahsettiği milyonlarca kitlenin genel ayaklanması ile sistemin asıl sahibi asıl devlet ve siyasi iktidardan bahsettiği şeklinde anlaşıldığına göre ölmeden sistemi kökünden değiştirip dönüştürecek toplumsal devrim göreceğiz demektirki böyle bir devrimci durumun alt yapısı nesnel şartları ve kendi iç dinamiğinin uygunluğu kadar toplumsal muhalefetin sistem iktidar hedefli örgütlü perspektifi gibi sorunlar barındırmasından erken beklenti gibi erken bir görüş olabilir yinede kayda girip ben bildim diyecek seviyede iddialı yorum yapmış zileli.yanlız dikkatimi çeken dış müdahele olmasa yığınların iktidarı devireceği cümlesindeki dış müdahele açıklanmaya muhtaçtır.burada bir dikkat çekici konuda devrilecek olanın iktidarmı?yoksa reel mevcut iktidarmı?iktidar karşıtlığımız sadece reel mevcuta indirgemeci anlaşılması açıklamaya muhtaçtır?
Kusura bakmayın ama ben bu kadar kısa zamanda AKp diktatörlüğü’nün yıkılacağını zannetmiyorum. Bir de bu enerji korunabilip bir sonraki aşamaya geçebilir mi? Geçebilirse çok önemli olacak. Devrim ne de olsa bir süreçtir. Bu arada AKP iktidarı iktidarda kalmak için her yolu devreye sokacak halkları karşı karşıya getirme, sivil kontrgerilla, gözaltı ve tutuklama dalgaları olabilir, Gerekirse Ordu’yu da devreye sokacaktır. Yalnız Ordu devreye girdiğinde ABD’nin mi AKP diktatörlüğüne mi hizmet edeceği o anki verili güçler dengesi belirleyecektir. Umalım ki sizin dediğiniz gibi olur. Daha iyi, daha güzel bir dünya umuduyla….
http://dazayn.blogspot.com/2013/06/gezi-park-direnisi-ve-isyerleri.html
” İktidarın gitmesini istiyorsan, cemaatle AKP arasındaki çelişkilere, Cumhurbaşkanı’na, Aklı selim görünen tiplere bel bağlama. Parlamentoya hiç bel bağlama. İktidara kim gelirse gelsin, iktidar olmanın hiç kolay bir şey olmadığını göstermek gerek. Yangından mal kaçırır gibi çıkardıkları yasalara, yasalar olmadan verdikleri illegal emirlere uyulmayacağını bilmeleri gerek. O halde kendi direk çıkarlarını da gözeterek, böyle yönetemeyeceklerini göster. İş güvenliğimizi tehdit edecek yasa mı çıkarmaya çalışıyorlar, işyerlerinden başlayarak tepkini göster.
Düne kadar tek başına olduğunu sanıyordun, yürürsen kimse seninle yürümez sanıyordun. Bak Gezi’de neler oldu. Milyonlarca insan hep birlikte tepkisini gösteriyor. Şimdi hakkını aramanın ve örgütlü bir topluma doğru ilerlemenin tam zamanı.”
Gösteriler sönecek ve anılarda kalacak. Brezilya’da dün bir milyon kişi yürüdü, bugün 4 bin kişiye düşmüş sayı. Bizde de polis şiddeti olmasa çoktan sönmüştü. Acaba bu şiddetin amacı da bu mu?
Daha uzun vadeli mi bakıyor egemenler? Her türlü olumlu gelişme şiddetle ve kanla bastırılmıştır bu ülkede. Burada uzun vadeli bir politik sınıfsal akıl var.
Milyonlar AKP’yi yıkacak türünden boş hayallere insanları kandırmayın. Kendiniz bile inanmadan yazıyorsunuz. AKP’yi yıkmak değil, onu sınırlamak ve biraz yönlendirmek daha işe yarar bir çaba olur.
AKP’yi yıkmak gibi bir hedef çok kötü ve tehlikeli. Hem onun alternatifi yok ve olsa da daha kötüleri var, hem de kitle desteği ve oyuyla iktidarda duran bir partiyi gösteri ve isyan yoluyla yıkmayı düşünmenin imkanı da yok, meşruiyeti de.
Hedefi böyle belirlerseniz kitleyi kırdırırsınız. Bunun sorumluluğunu dahi almadan kaçıp gidersiniz. Anı kitabı olarak bir cilt daha yazarsınız sonra. Ama artık kimse okumaz.
sizinle üç ay sonra görüşelim.
Diyelim ki ben temenni mi yazmış olayım… Ya sizinki?
Benim temennim, komünal, eşitlikçi, demokratik değerlerin kalıcı hâle getirilmesi ve ileriye aktarılması. Bu direnişin anlamı ve kapsamı buradadır, hedefsiz, güçsüz, dağınık bir ayaklanma girişiminde değil.
Süreç o yöne çekilebilir ve bu ölümcül olur. Ya da süreç, ulusalcıların eline toplanabilir ve bu da istemediğimiz bir durum olur. Bizim istediğimiz, bu sürecin eşitlikçi, halkçı bir toplumsal düzene doğru yol almasıdır ki bunun için henüz çok erkendir.
Lenin’in itfaiyeci yazısını tekrar okumalı. Şartlar olgunlaşmadan ortaya çıkan isyan dalgaları farklı yönlere götürecektir. Şimdiki iktidarın öncekilerden daha kötü olduğunu düşünmüyorsanız, şimdiki muhalefetin mevcut iktiadardan daha iyi olduğunu düşünmüyorsanız, bu anlamlı yükselişi haksız yere isyana sürüklemekten kaçınmalısınız.
Ayrıca meşruiyet boyutunu tekrar vurgulayayım. Seçimlerle gelmiş ve seçimlerle gitmesi yasal olarak mümkün olan bir hükümeti hangi meşruiyet gerekçesine dayanarak yıkmayı savunabilirsiniz?
Lenin’in itfaiyeci yazısı tam bir rezalettir. Temmuz devrimini durdurup ekim darbesini yapan Lenin’dir ve sonuçlarını biliyoruz. Temmuz devrimini durdurmuştur, çünkü güçleri henüz iktidara hazır değildi. Hazır olduğu zaman da zaten devrimin canına okumuştur.
Devrim kimsenin iradesine, isteklerine göre gelişmez. halk hareketi neyi nasıl yapmak istiyorsa öyle yapacaktır. Bize akıl vermek düşmez, en iyisi ondan öğrenmektir. Devrimcilik korkarak, şöyle böyle olur ihtimalleriyle hareketi geri çekmeye çalışarak olmaz. Zaten bunu da kimse dinlemez dinlemeyecektir. devrim bu büyük kaos içinden kendi yolunu açarak ilerleyecektir. Seçim denen şey bir hokkabaz oyunudur. Meşruiyet diye bir şey yoktur. Meşru olan tek şey halkın ayaklanmasıdır.
Ama hangi halk? AKP’yi destekleyen ve ona oy vermiş olan da “halk” değil mi? “Makarna dağıtıldı-oyla alındı” basitliğiyle açıklanamayacak bir halk desteği de yok mu? Onların tercihi, iradesi, işler ilerleyince ortaya çıkacak veya çıkarılacak kitle hareketleri olmayacak mı? Halkımızın bir kesimi ile diğer kesimi arasında bir iç savaş sizce önemsiz sayılacak bir ihtimal midir?
Meşruiyet zaten ortaklaşılan asgari bir kavramdır. Seçimler ve halk oyuyla iktidara gelmek de ortak uzlaşma ile varılan bir noktadır. Buna itiraz edebilirsiniz, eleştirebilirsiniz. Ama yerine daha anlamlı bir olguyu koyamazsanız, ki şimdiki çok parçalı ve kendiliğinden hareketlilik böyle bir olgu değildir, bunu koyana dek seçimleri meşru saymak zorundasınız.
Şimdiki olgu kalıcı hâle getirilebilirse zaten seçimlerde kendini ifade edebilecek ve sonraki dönemde damgasını vuracaktır. Aksi halde sönüp gidecektir.
Fazlasıyla parlamenter önyargılar içindesiniz. Sandığın meşruiyetini kabul etmek, bugünkü tek adam diktatörlüğünü, dahası Hitler diktötörlüğünü meşru kabul etmekle aynı şeydir. İç savaş diye bir şey söz konusu değildir. AKP’ye oy veren yığının Türkiye’nin toplumsal ve kültürel hayatında bir diktatöre onay vermenin ötesinde bir rolü yoktur. Yani bunlar fiilen pasifleştirilmiş, küçük hayatları içinde yok olmuş insanlardır. Polis güçleri de bunların çocuklarıdır, oradan derlenmektedir. Zaten diktatör de böyle bir yığına dayanarak hükmünü sürdürmektedir. Öte yandan bu devrim bu yığını da uyandırmaktadır, uyandıracaktır. Bu insanlar da temelde hayatlarından memnun değillerdir ama islam kültürünün tevekkül telkinleriyle koyun gibi boyun eğmektedirler. ancak müslüman kitle içinden radikal bir eğilim daha çıkmıştır ve bu eğilim gün geçtikçe yayılmaktadır. Fransız devriminde, Sovyet devriminde de her zaman pasif yığınlar vardı. Bunlar devrim zamanlarında değil karşıdevrim zamanlarında etkili olurlar. Örneğin Stalin, Tayyip’inkine benzer pasif bir kitleye dayandırmıştır diktatörlüğünü. Bu pasif yığınlar her zaman diktatörlerin dayanağı olmuşlardır. Devrim onları elbette karşı almayacak ama uyandıracaktır.
Fransız devrimi de, Stalin dönemi de hep parlementer sistemin, serbest seçimlerin olmadığı ortamlardı. Şimdi serbest (% 10 barj gibi anti demokratik yanları olsa da) seçimler var. 10 ay sonra yerel seçimler olacak.
Ayrıca “diktatör” dediğiniz kişi halen tek başına değil ve fethullahî kesim de olmak üzere çeşitli kısıtlar altında iktidarını sürdürüyor. Gül’le olan çelişkisi giderek derinleşiyor.
Pasif yığınların yarın öbürgün ilerici gençlerimizin üzerine salınması hâlinde neler olacağını, polisin de desteğiyle ne gibi kanlı senaryoların uygulanabileceğini düşünmüyor musunuz? Nasıl olur da “iç savaş diye bir şey söz konusu değil” dersiniz? Böyle bir çatışmalı ortamda nasıl olur da o “pasif yığınlar”ın “uyandırılacağını” düşünebilirsiniz?
Uyanış eğer demokratik ve yaratıcı duruş devam ederse zamanla olacak. Duran adam eylemine karşı onlar da duran veya dönen adam eylemleri yapmayı öğrendiler. kitap okuyan gençlere karşı polis de, tersinden de olsa kitap okumaya başladı(!). Klasik çatışmacı zorun yerini zekaya ve tartışmaya dayalı vaşka bir kültür alıyor.
Böylesi bir ortam kalıcı kılınabilirse, hükümet pek çok uygulamasını gözden geçirmek zorunda kalacak. İstanbul’da durakların yerini dğeiştirirken bile halka soracaklarını açıkladılar. Artık kafalarına göre ortalığa AVM, rezidans vb yapamayacaklar. Tabii süreç bu yönde devam ederse…
Meşruiyet zaten ortaklaşılan asgari bir kavramdır. Seçimler ve halk oyuyla iktidara gelmek de ortak uzlaşma ile varılan bir noktadır. Buna itiraz edebilirsiniz, eleştirebilirsiniz. Ama yerine daha anlamlı bir olguyu koyamazsanız, ki şimdiki çok parçalı ve kendiliğinden hareketlilik böyle bir olgu değildir, bunu koyana dek seçimleri meşru saymak zorundasınız
Halkin bizzat kendisinin direkt kararlar aldigi öz örgütlenmelerinin mümkün olugunu bize söyletmeyen ne olabilir. Bu gerceklik ortada iken bir takim insanlari temsilen halki yönetmesi icin secmekten baska bir anlam tanimayan (en iyi ideal parlementer sistemde dahi) sandik demokrasisi nasil bir uzlasma olarak önerilebilir. parlementer demokrasi denen sey ne bir toplumsal uzlasmayi nede halkin iradesinin yansimasini temsil eder, o secilmislerin yönetimi ile ancak, halkin iradesinin irzina birilerinin gecmesine caresiz riza göstermesinden baska ne olabilir. kelimenin gercek anlamiyla bir halk yönetiminin tartismasiz tek bicimi vardir, tüm halkin katildigi karar aldigi temsili olmayan öz yönetimlerin örgeni, kitlelerin ayaklandigi bir zamanda halka oturun yerinize secim vakti oyunuzu veriniz demek halkin iradesine karsi olmaktan baska ne ifade edebilir..
halkın iradesi değil, iradesi çalınmış halkın boyun eğişidir sandık. Şimdi çıkmak zrundayım. Daha sonra devam ederiz.
Genis yiginlarin AKP ye oy vermesi , onlarin özlemlerini isteklerini AKP nin temsil etmesimi sizce, yoksa varolan baska alternatifleri olmamasimi???Hal böyle iken halk kitlelerine daha ideal bir alternatif önermek (parlementoda iktidar olabiliecek) yerine bizzat halkin kendi öz örgütlenmlerini yaratmak neden olmasin, sadece bu amacla mücadele etmek ve böylesi örgütlenmelri bir ölcüye kadar ortaya cikarabilmek bile, ileride sönse dahi halk hareketinin gercek tarihsel kazanimidir. o yuzden hukumet tten alinmis su yada bu tavizi (ki hic niyetli degil hukumet buna , iktidarin degismez kanunlarini uyguluyor) somut kazanim sayip direnisi bitirmek, önerilebilecek en son seydir. kitleleri kirdirmak söylemi , ancak kitleleri henuz hazir olmadiklari bir savasima sokmak onerisi karsisinda anlamli olabilir, ama kitle ayaklanmasi ve direnisinin kendi ic diyalektigi ile , pasiften aktif direnis yöntemlerini ögrenip uyguladigi bir hareketin karsisinda , aman kitleleri kirdirmayalim demek??? bu mantik direnisin ilk gününde ortaya cikti, sosyalist oldugunu ileri süren partiler taksim alaninda arabalariyla ilk gun anonslar yaptilar direnisi bitiriyoruz diye, yuhalandilar, basbakanla görüsme sirasinda olmadik yalanlar söylediler kitleye, kandirdilar, kitle dinlemedi, iste o yuzden , bu kitleleri kirdirmayalim lafinin arkasina saklananlari kitlelerin dinlememis olmasi sayesinde su an bile kazanilmis bir tarihi deneyimimiz var ,adina mayis haziran direnis gunleri diyebilecegimiz.. Bir yandan direnise methiye duzen diger yandan ona her adimda kendi geri onderligini, kendi grup cikarlari ile yönlendirmeye (söndurmeye) calisan adini anmak istemedigim bir legal partiler Blogu (ustelik oldukca da ilkesiz bir bloktur bu) blogunun akli selimine karsi da gelisti bu direnis…
AKP iktidari Suriye de savas kiskirtiyor, sizce AKP ye oy veren yiginlar savas istiyormu???? çogaltilabilir sorular..
Dostoyevski’nin bir lafı var suç ve ceza isimli kitabında Gün zileli’nin hatırlamasında fayda var. ‘O zaman anladım ki sonya, iktidar ancak, onu eğilip almak yürekliliğini gösterenin olur’ Lenin ve partisi rusya da iktidarı alma yürekliliğini gösterdi hele bunu darbe diye nitelendirmek tarihle çelişmek anlamına gelir edward hallet carr’dan rakamlar verip dediklerinizi çürütebilirim lenin çoğunluğu kazanmadan hareket etmedi çoğunluk hazır olduğunda devrimi mantıki sonuçlarına vardırdı.. Hele bize akıl vermek düşmez gibi laflar yakın dönemin moda lafları ama post teoriler gibi kof ve geçicidir.. Devrimi olanaklı kılacak örgüt ve partiler aynı zamanda toplumsal kurtuluğun aklı ve yüreği olmak zorundadır. ‘Devrim kimsenin iradesine, isteklerine göre gelişmez. halk hareketi neyi nasıl yapmak istiyorsa öyle yapacaktır.’ Devrim ve halk iki ayrı şey gibi düşünülmesi sonra halk ne istiyorsa ona yapacak demesi tutarsızlıktır.. Ek yapalım siyaset boşluk kabul etmez burjuva siyaseti ve partileri ezilen sınıf ve siyasetlerden daha hazır ve boşluğu doldurup hareketi burjuva yasallağına hapsedebilir.. Evet mevcut sosyalist-komünist partilerlele olmaz değişmeleri ve hareketin aklı olmalrı gerekli ama Gün’ün bakışıylada hiç olmaz..
cok iyimser olacak belki ama, herkesin, birey, parti, grup, düsüncelerini, hic bir dis otoritenin belirleyecegi yasak ve kurallari tanimadan ifade edebilecegi ,iktidar ve benzeri otoritelerden arindirilmis, özgür bir karar alma platformunda , hic bir gerici soven düsüncenin ön yarginin kendisini (iktidar gücü ve otoritesinden soyunmus olmasindan dolayi) halka kabul ettirebilecegini sanmiyorum… tepelerde gizil pazarliklar icinde halklarinin sorunlarina cözüm arayanlar, tek gercek cozum vardir, onun dinamikleri organlari nuve halindede olsa ortaya cikmistir…
Ay resmen devrim! mm mmm..
rte bunu görüyor kendi seçmenine mağdur görünmek safları sıklaştırmak için kullanıyorsa gün abi
Bu ülkede kimse iktidar olamaz, sadece ama sadece hükümet olabilir. Emperyalizme göbekten bağlısın ve Oligarşinin yönetimi altındasın. Dolayısıyla şuan iktidar olan akp değil Oligarşidir. Sandığa güvenmek, parlementer demokrasi vb söylemler Türkiye realitesiyle uyuşmuyor.
Temsili demokrasi Burjuva demokrasisi’nin ezilen kitleleri manüple aracıdır. Her geçen gün makyajı daha da dökülmektedir. Seçimler size o anda verilen seçeneklerden birini seçmenizi dayatır. Halkın idaresini asla temsil edemez. Çünkü size dışarıdan dayatılan tercihlerden birini seçmeye zorlanıyorsunuz. Mutlak anlamda demokratik bile değil. Eğer gerçekten seçim ve reformlarala bu sistem Bernstein’ın dediği gibi daha iyiye ve güzele gitseydi Naziler, Orban’lar iktidara gelmezdi. Ancak geldiler. Geldiğimiz nokta zaten dünya da da devam eden temsili demokrasinin krizinin yansımasıdır.
Read more: http://www.gunzileli.com/2013/06/23/direnis-notlari-3-hareketin-durdurulamazlik-momenti/comment-page-1/#comments#ixzz2X9CRbQ9A
(not:önceki mesajımda bazı yazım hataları vardı)
Ekim devrimi değil, bu devrime dayanarak Bolşeviklerin iktidarı tekeline alması darbeydi kardeşim. Bu darbe Ekim Devrimini de bitirmiştir zaten.
Darbe olduğu noktasında hemfikir olamayız. “Ekim devrimi değil, bu devrime dayanarak Bolşeviklerin iktidarı tekeline alması darbeydi kardeşim” iktidarını tekeline aldı demek liberal bir yorum sınıf mücadeleleri farklı sınıf ve kutupların mücadelesi iktidarı almak sosyalizmi inşa etmek zor öğesini devreye sokmaktır. Burada önemli olan kime karşı iktidarı aldı.. Sınıf mücadeleleri devrimde kimi halk ve emek güçlerini kendine katar kimilerini ise karşısına alır . Eğer liberal yasallık çerçevesinde bakarsan evet bolşevikler darbe yaptı ve iktidarı tekeli aldı dersin, Saygı duyarım ama katılmam keyfi bir yorum. 20 yy İşçi sınıfının bu önemli tarihsel deneyimi darbe lafzından ötesini temsil ediyor..
şu anda Lenin’in devrim paradigmasına bağlı arkadaşlarla bir tartışmaya girmek niyetinde değilim. Sonuç olarak devrimci marksistlerle anarşistyer bu mücadealede yan yanadır. Bu ayrı bir tartışma konusudur.
Temsili demokrasi, yada secilmislerin yönetimi, halkin iradesini temsil edemez. Bu burjuva demokrasisi ile sinirli degildir, devlet ile ilintilidir devlet denen seyin yerini özyönetimler almadigi müddetce gerceklesmis halk iradesinden bahsedilemez.
” devrimci marksistlerle anarşistler bu mücadelede yan yanadır”
🙂
Bazıları olabilir
Lenin devrim paradigması rusya gerçekliğinin tahlilini temel alır o yüzden evrensel bir devrim paradigması olduğunu düşünmüyorum ama yeryüzünün bütün devrimci kuşakların gerekli dersleri çıkaracağı önemli bir tarihsel tecrübe.. Gün Sizin kuşak Ekim devrimini evrensel devrim paradigması sayıp copy-paste yaptığı için bu arkaik bir tartışmaları yapıyoruz yapmak istemiyorsak keyfi ve yetersiz tanımlamalardan kaçınmalıyız.. Tabi ki yan yanayız ama ayrılık sevdaya dahil..
Yukarıda ki yorumlara baktığımda 68 hareketi ve başarısızlığının resmini rahatça çekebiliyor insan..Çoklu denklemler, paradigmalar, vs., vs….Ey büyük devrimciler; basitleştirin artık, hayatı da, devrimi de basitleştirin. Bir kişi de şunu söylesin ; bu direnişi başlatan gençler 17-18 gün boyunca “otoritesiz” “kollektivist” “mülkiyetsiz” mükemmel bir dünya kurdular, yaşadılar, soludular..Örnek elimizde duruyor..Bu dünya artık ütopya olmaktan çıkmıştır.. Devrimci müslümanlar; islam inancı ve ideolojise anarşizm le örtüşmektedir diyor..
Poder, ben bunu dedim ya 10 No.lu mesajımda. Büyük harflerle mi yazsaydım? 🙂
Yaşananların sürdürülebilir olabilmesi için lojistik destek ve “akıl” gerekiyor. Gün’ün AKP’ye biçtiği üç aylık vadeye “amin” diyelim ama bana göre olanaksız. Seçimleri yapacak bence. İşin anahtarının yerel seçimlerde düğümleneceği görüşündeyim.
bakalım göreceğiz neler olduğunu. Hadi beş aya çıkaralım. 🙂
üç mü, beş mi karar verin. 🙂 ona göre size hatırlatacağım… 🙂
Ben küsurattan hiç hoşlanmam. Yılbaşına kadar diyelim. Yani azami 6 ay.
Şimdi de 6’ya çıktı. 🙂
küsurat olmasın diye
Sayın Zileli, bu yazınızı yazalı 3 gün olmuş, bu iyimserliği koruyor musunuz hala? Bu kanıya nasıl vardınız. Benim gördüğüm katılımda ve coşkuda giderek azalma var. Ethem’in katili serbest bırakıldı ve tepkiler çok zayıf kaldı. İlk günlerde diktatörlüğün devrilme, hatta bir sosyal devrimin gelişme potansiyeli vardı. Ama bence diktatörlük 2 konuda başarılı olarak inisiyatifi geri aldı: 1. Öz savunma yapan unsurları “provokatör, marjinal” diyerek kitleden kopardı ve bunu diğerlerine kabul ettirdi. 2. Kürt hareketini pasifize etti, hatta bir kısmının işbirliğini sağladı.
Elbette kazanımlarımız var, en azından bir direniş hattı oluşturduk, yeni deneylere giriştik ama hareketin kitleselliğinin azaldığı da bir gerçek.
Sayın Zileli, bu yazıyı yayınladıktan sonra 3 gün geçti, hala aynı fikirde misiniz? Maalesef, ben sizin kadar iyimser olamıyorum. Ethem’in katilinin serbest bırakılması üzerine tepkinin ne kadar zayıf kaldığını gördük. Hareketin kitleselliği belirgin biçimde azaldı. İlk günlerde gerçekten diktatörlüğü devirme, hatta bir sosyal devrime dönüşme potansiyeli vardı ama şu anda bir gerileme safhasına girmiş görünüyor. AKP’nin 2 alanda başarısının bunu sağladığını düşünüyorum. 1. Öz savunma yapan, aktif unsurları “provokatör, marjinal” diyerek tecrit etmeyi başardı. 2. Kürt hareketini pasifize etti, hatta bir kısmını işbirlikçi hale getirdi.
Elbette, ciddi kazanımlarımız oldu,yeni deneylere giriştik ama başlardaki kitlesellik artık yok, yüz binlerden on binlere oradan binlere düştük. Bir süre sonra, o ilk taşı neden atmadık diye pişmanlık duyacağımızdan korkuyorum.
Hareket her zaman aynı hızda gitmez. Güç toplama ve geri çekilme anları vardır. Rusya’da 1917 Temmuz’undaki ayaklanma bastırıldıktan sonra Geçici Hükümetin terörü başlamış ve hareket bastırılmış gibi görünmüştür. Ama ardından ekim devrimi gelmiştir. Bu direnişin potansiyeli çok büyük. Öyle küçük taktiklerle bastıralacak gibi görünmüyor. İnsanlar hâlâ gece yarılarına kadar sokakta. Her tarafta halk forumları toplanıyor. Siz medyanın olayı yatışmış gibi gösterme çabalarına bakmayın. Yatışmayacaktır. Daha da kabararak ilerleyecektir. Ayrıca Kürtleri uyutma politikası da tutmayacaktır. Çünkü AKP’nin verdiği elma şekerinin sapı Kürt hareketinin elinde kalacaktır. Göreceksiniz, pek yakında Kürt hareketi de hayal kırıklığıyla bu harekete katılacaktır. Gelecek günlerde göreceğiz.
ben iyimser değilim ama siz kötümsersiniz bence. Ayrıca marjinal söyleminin tutmadığı kanısındayım. Yok böyle bir şey.
31. ve 32. yorumlar bana aittir, gitmediğini düşünerek tekrar yazdım, arada birkaç saat fark var, “kötümserlerin” sayısı olduğundan fazla görünmesin diye bu notu ekliyorum.
vallahi hocam yaşım tutmaz, emin olamıyorum söylediklerinizin de bir ihtimal olduğuna. tecrübesizlikten kötümserim ben de diyelim. inşallah, inşallah sizin dediğiniz gibi olur.
Kötümser olmamak gerekir. İnsanlar ayağa kalktı bir kere.
bilmiyorum eski yorumları da görüyor musunuz ama, geçen bir aydan sonra, öngörünüzün güncellenmiş halini merak ettim. ne diyorsunuz, ısrarlımısınız yılbaşına kadar direnişin büyüyeceği ve padişahın devrileceği konusunda?