Direniş Notları (1) 15-16 Haziran 2013 Direnişi’nden Bireysel Notlar

 

 

15 Haziran darbesi bir hükümet darbesidir. Fakat bu, ordunun hükümete karşı darbesi değil, dişinden tırnağına kadar silahlanmış bir hükümetin halka karşı darbesidir. Ve geçmişteki hiçbir darbe halkın bu kadar büyük direnciyle karşılaşmamıştı. Çünkü, önceki 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, halkın ruh halinin çöküşe doğru gittiği anlarda gerçekleşmişti. Bugün ise tersi bir durum vardır. Halkın morali yüksekse hiçbir darbenin uzun vadede başarılı olma şansı yoktur.

Örgüt aklından ve politik akıldan uzak olan halk direnişinin aklı, faşist iktidarın tehdidi karşısında geri çekilmeyi reddetti ve her türlü saldırı ve darbeye kafa tuttu. Böylece devrimle faşizm sert bir şekilde çatıştı. Bunun sonuçlarından biri, daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, aradaki bütün arabulucu güçlerin ya devrim safında ya da faşizm safında yer alması olmuştur:

“1930’larda, Almanya’da ve İspanya’da da devrimle faşizm böyle karşı karşıya gelmişti. Ya devrim ya faşizm. Aradaki bütün güçler ya devrimin ya da faşizmin bileşeni haline gelmişti.”

Bunun, şahıslarda berraklaşan iki ilginç örneği var: Cengiz Çandar ve Halil Berktay. Her ikisini de kırk yıl önceki Aydınlık hareketinden tanıyorum. Her ikisi de sonradan neoliberal politikaları desteklemiş ve AKP iktidarını, “askeri vesayete” karşı mücadele ettiği gerekçesiyle kutsamışlardı. Ne var ki, devrimle faşizmin sert çatışması sonucunda Cengiz Çandar AKP iktidarından açıkça kopmuş, her ne kadar geçmişteki tutumunu hâlâ savunmaya çalışsa da Tayyip Erdoğan’ın kaybettiğini ilan ederek faşist darbenin karşısında ve esasen halk devriminin safında yerini almıştır. Halil Berktay ise, 16 Haziran günü Nişantaşı’ndaki bir apartmanın yüksek katlarından birinden izlediği çatışmaları yazarken İçişleri Bakanı’nı bile gölgede bırakan bir polis savunuculuğuna soyunarak tarihçiliğini alçaklığın tarihini yazarak noktalamış ve bir Marksist entelektüel olarak başladığı hayatını bir faşist propagandacısı olarak sonlandırmıştır. Böylesine sert bir çatışmada arada kalabilmenin hiçbir şekilde mümkün olmadığını gösteren iki parlak örnektir bu.

15 Haziran 2013 darbesi ve 15-16 Haziran direnişi üzerine bundan sonra da çok şeyler yazılacaktır. Herkes bu direnişteki bireysel deneylerini de yazacaktır elbette. Bu son cümlem aynı zamanda bir temennidir de. Herkes ama herkes gördüklerini ve yaşadıklarını yazmalıdır. 16 Haziran’da yaşadıklarımı yazmayı ben de düşünmüştüm. Fakat eve gelip çatışmaları gösteren çok sayıda videoyu seyrettikten sonra, yaşadıklarımın bunların yanında önemsiz olduğunu düşünüp bir ara bundan vazgeçer gibi oldum. Fakat Halil Berktay’ın, devletin ve polisin avukatlığını yapan yazısını okuyunca yazma güdüm depreşti. Çünkü aşağı yukarı aynı gün, aynı saatlerde aynı yerlerdeymişiz. Tabii ki o yukarılarda, ben aşağıda.

 

15 Haziran akşamı, Gezi Parkı’nda muazzam bir kalabalık vardı. Bütün halk çoluğuyla çocuğuyla, bir bayram ve şenlik havasında parka doluşmuştu. Yani Gezi Parkı, o sırada, bugünkü gibi polis işgalinde değildi ve parka, sivil polisler de dâhil her isteyen girebiliyordu. Gezi Parkı’nın merdivenlerine geldiğimde buradaki barikatların kaldırıldığını gördüm. Yedi ayrı yerde yapılan forumlardaki eğilimler dikkate alınarak barikatların kaldırılmasına karar verilmişti. Bundan sonraki adım, Taksim Dayanışması’nın büyük bir çadır kurması ve örgütsel flamaların örgütlerin de rızasıyla indirilmesi olacaktı. Kısacası, Gezi direnişi, hem hükümetin tehditlerine boyun eğmiyor, hem de Gezi Parkı’nda görece ve tedrici bir geri çekilişle güçlerini daha derli toplu hale getirmeye çalışıyordu.

Duruma baktım ve en azından o gece bir müdahale yapılmayacağı sonucuna vardım. Polis güçleri, AKM’nin önünde dinlenme halindeydiler. Kınalı’ya 19.45 vapuru vardı. O vapurla Kınalı’ya gitmeye karar verdim. Ben ayrıldıktan yarım saat sonra müdahalenin başlayacağını nereden bilebilirdim.

Eve gelince öğrendim müdahalenin olduğunu. Saatime baktım. 9’u beş geçe bir vapur vardı. Bisiklete atladım. Fakat vapuru birkaç dakika farkla kaçırdım. Allahtan, bundan sonraki vapur çok geç değildi. 9.55 vapuruyla Kabataş’ın yolunu tuttum. Bu arada arkadaşlardan telefonla bilgi alıyordum. Divan Oteli’nde durumun korkunç olduğunu bildiriyordu arkadaşlar. Çoluk çocuk biber gazının dumanları altında kalmıştı.

Devrim’le konuştum telefonla. “Sen gelme yahu” dedi bana, “70 yaşında adamsın.” Son yirmi günde Devrim bütün küfür kanallarımı açmıştı. Son günlerde ben de hayatımda hiç olmadığım kadar küfürbaz olmuştum. “Siktir ulan” dedim Devrim’e, “ben hepinizi yollarım öbür tarafa.” Sonra da, beni her zaman duygulandıran Polonya ulusal marşının ilk dizesini söyledim ona: “Polonya ölmedi daha…”

Kabataş’a yaklaşırken Fulya taraflarındaki arkadaşlardan bilgi aldım. “Biz kendimizi zor attık eve” diyorlardı, “her taraf sivil polis dolu. Bir yere gitme. Bize gel.”

Kabataş’tan bir otobüse atladım. Beşiktaş’taki Barbaros Bulvarı’nın başında iki bin kişilik bir kalabalık görünce indim. Mustafa Kemal’li Türk bayrakları epeyceydi. Şöyle bir baktım. Beşiktaş halkıydı bu. Kadınıyla, çocuğuyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle, futbol taraftarıyla Beşiktaş halkı. Ortalıkta polis falan görünmüyordu. Çarşı’ya doğru yürüdüm. Anıtın çevresinde bir başka topluluk daha vardı. Tanıdık bir arkadaşa rastladım. Ayaküstü birkaç laf ettik. Sonra uzun bir yürüyüşle arkadaşların evini buldum. TV’den haberleri izliyorlardı. Osmanbey’deki bir arkadaşla konuştum. Orada barikat kurulduğunu ve çetin bir direniş olduğunu söyledi. Evdeki arkadaşlarla aramızda bir durum değerlendirmesi yaptık. Gece çıkmayıp gündüz taze bir güç olarak çıkmaya karar verdik. Biz gecenin ikisinde yatarken apartmanın önünden hâlâ direnişçi grupları geçiyor, apartmanlardan insanlar onları alkışlıyordu.

Sabah sekizde kalktım. Arkadaşlar daha uyuyordu. Onları beklemeden çıktım. Cevahir merkezinin önünden Şişli’ye doğru yürümeye başladım. Ortalıkta bir direniş görünmüyordu. Zaman zaman benim tersi istikametimde yürüyen direnişçi gruplarına rastlıyordum. Yollarda yıkılmış barikatlar vardı. Asfaltta yer yer sönmek üzere olan ateşler gördüm. Direnişçiler nerelerde acaba diye bakınırken birden durumu idrak ettim. Sağ tarafımdaki restoran bir yatakhane gibiydi. İnsanlar yerlerde, masaların üstünde ya da iskemlelerde derin bir uykuya dalmışlardı. Demek direniş sabaha kadar sürmüştü, direnişçiler çatışmalardan bitkin düşmüş ve güç toplamak üzere uykuya çekilmişlerdi. Orduevi’nin oraya gelince polis barikatını gördüm. Küçük direnişçi grupları yorgun bir şekilde hâlâ barikat kurmaya çalışmakla meşgullerdi. Kimisi çatışıyor, kimisi de çatışmadan dönüyordu. Gaz maskemi ve kara-kızıl bandanamı taktım. O arada bir genç bana dikkatle bakınca beni tanıdığını sandım. Kendimi tanıttım ve sohbete başladım. Tabii ki beni tanımıyordu. Deniz Gezmiş’in arkadaşıyım dedim, belki iyi bir referans olur düşüncesiyle. Genç, Deniz Gezmiş’i biliyordu, asıldığını da biliyordu ama bunun ötesinde fazla bir şey bilmiyordu. Dolayısıyla Deniz Gezmiş’in arkadaşı olmam da ona çok fazla bir şey ifade etmedi. O sırada bunun üzerinde derin derin düşünecek zamanım yoktu ama kafamın bir köşesine kaydettim. Mirasın kuşaklara aktarımı bu kadar zayıf olabilir miydi? Başlarındaki berelerden ve berelerin üzerindeki kızıl yıldızlardan DHKP-C’li olduklarını tahmin ettiğim kadınlı erkekli bir grup geliyordu bu tarafa doğru. Belli ki, bitkin bir şekilde çatışmışlar, belki de dinlenmek için geriye yürüyorlardı. Direnişçiler çok dağınıktı. Buradaki direnişçi kitlesinin, Beşiktaş’ta gördüklerimden farklı, ağırlıklı olarak varoşlardan gelmiş sol örgüt militanları olduğunu gözlemlemek mümkündü.

Biraz daha ilerledim. Polis barikatıyla arada elli metre kadar bir mesafe vardı. Bu mesafede yaklaşık yüz ya da yüz elli kişilik bir grup polise uzaktan taş atıyordu. Derken polisin tazyikli su ve biber gazlı saldırısı başladı. Kalabalık, bir sokak arasına kaçıştı. Sokağın başına gelen bir polis ara sokağa iki adet biber gazı sıktı. Elimde sıcağa karşı dayanıklı eldiven vardı ve arkadaşların verdiği gaz maskesi oldukça iyiydi. Orada bulunanlarda bu kadar gelişmiş bir gaz maskesi göremedim. Sokağa sığınan arkadaşlar, “sende gaz maskesi var, şu tüpü sen al” önerisinde bulundular. “Emre” uyup dar sokakta sıkıştığı için iyice yoğunlaşmış dumanların arasına daldım ama o yoğun dumanda tüpü görmem mümkün olmadı. Zaten gözlüğüm de duman sızdırıyordu. Gerisin geri çıktım dumanların arasından.

Bundan sonra ne yapayım diye düşünürken yakınlarda oturan bir arkadaşım aradı. Büyük bir tesadüftü. “Neredesin?” sorusuna, “tam senin evin önündeyim” diye yanıt verdim. Arkadaşım evde dört dönüyor, “öldürüyorlar çocukları” diye ağlıyordu. Sabaha kadar uyumamıştı. Bundan sonra, saat öğledensonra üçe kadar olayları buradan izledim. Direnişçiler geri sürülmüştü. Şimdi apartmanın baktığı Harbiye, Nişantaşı kavşağı tamamen polis işgali altına girmişti. Pencereden başımı uzatıp sol tarafa doğru baktım. Çok az sayıda direnişçi ilerleyen polise taş atarak direnmeye çalışıyordu.

Sırtlarında çantalarıyla sivillerden oluşan kalabalık bir grup geldi Askeri Müze’nin önüne. Ben önce bunları bir gazeteci grubu sandım. Biraz sonra çantalarını açıp sarı polis yeleklerini giydiler ve uzun coplarını ellerine aldılar. Ardından takviye olarak çevik kuvvet de geldi. Siviller, muhtemelen yoğun gözaltına alma talimatı gereği uzun coplarıyla ileriye sevk edildi. Evin arka tarafına gidip Dolapdere taraflarına baktım. Evlerden yükselen tencere protestosu durmak bilmiyordu. Oradaki durumu bildiren birkaç twit attıktan sonra evden çıktım. Elbette gaz maskemi, gözlüğümü ve bandanamı çantama koyarak. Evden çıkmadan, polisin, yoldan geçen bazı gençleri durdurup çantalarını aradıklarını görmüştüm ama başka çarem yoktu. Çünkü orada durmanın bir anlamı yoktu artık. Bir arkadaşımdan, Beşiktaş’tan çok büyük bir kalabalığın yürüyüşe geçtiğini, Çarşı grubunun başını çektiği yürüyüş kolunun Akaretler’den yukarı çıkmakta olduğunu öğrenmiştim. Onlara ulaşmaya çalışacaktım.

Polislerin arasından sıyrılıp Nişantaşı Parkı’na girdim. Parkta da küçük gruplar vardı. Bir gruba, büyük bir kalabalığın Akaretler’e yürüdüğünü söyledim. Orta yaşlarda bir kadın, ben de sizinle geleyim dedi. Birlikte yürümeye başladık. O, yolları benden daha iyi biliyordu. “Baktım, tencere tavayla olmayacak bu iş, ben de sokağa çıkmaya karar verdim” dedi yoldaki sohbetimiz sırasında. İsmi S. imiş. “İsimlerimizi bilelim ki, gözaltı olursa bildirelim gerekli yerlere” dedi. Ben de adımı, her zamanki gibi soyadımla birlikte söyledim. Halkımızın, “Ümit Zileli ile bir akrabalığınız var mı?” klasik sorusunu sordu o da. “Yeğenim olur” dedim bu sefer ve orada noktalamak gereğini duydum.

Akaretler’e çıkan bir yola girdiğimizde yolun uzun coplu siviller tarafından kesildiğini görüp geri döndük. Aşağılara inerken bir yürüyüşçü grupla karşılaştık. Yaklaşık beş yüz kişilik, Mustafa Kemal’li Türk bayraklarının ağırlıkta olduğu bir gruptu bu. Gece Beşiktaş’ta gördüğüm topluluktan farklı değildi. Her yaştan insan. Çok genç, yaşanan kültürel devrimin bir göstergesi olarak alınabilecek şortlu kızlar. Yaşlılar. Yaşlı kadınlar, erkekler, futbol taraftarları. Beşiktaş halkı sokaklara dökülmüştü. Akaretler’in sonuna geldiğimizde polis kordonu ile karşılaştık. Çok militanca çatışacak bir topluluk değildi. Nitekim, grubun başını çekenler “geri dönüyoruz” dediler. Topluluk tam geri dönmüş, Beşiktaş’a doğru yürümeye başlamıştı ki, yoğun biber gazı saldırısı başladı. Topluluk sokak aralarına kaçıştı. O noktadan sonra S. ne oldu bilmiyorum. Ben de bir sokak arasından yürüdüm. Dolmabahçe taraflarından çıktım. O sırada arkadaşlardan Sıraselviler’de çok sert çatışmalar olduğunu öğrenmiştim. Kabataş’ın ilerlerinden Cihangir’e çıkmaya karar verdim. Tophane’ye kadar uzanmamalıydım. Çünkü orada faşist paramiliter güçlerin göstericilere saldırdığını duymuştum. Merdivenli bir sokaktan Cihangir’e çıktım. Taksim İlkyardım Hastanesi’nin oralara gelince, “işte en sonunda yerime geldim” dedim. Muazzam bir kalabalık vardı. Bütün Cihangir ayaktaydı desem yalan olmaz. Sayıyla anlatmak ne kadar doğru olur bilemem ama sokakta gördüğüm kalabalık en az yirmi beş otuz bin kişi vardı. Buradaki topluluk çok iyi teçhizatlıydı. Çok gelişmiş gaz maskesi takanlar vardı. Orta düzeyde gelişmiş olanlar da yaygındı. Neredeyse herkesin kafasında baret vardı diyebilirim. Elbette bu teçhizat zenginliği, bölgenin ekonomik gücüyle bağlantılıydı. Bazen ekonomik güç de devrime hizmet edebilir. Bir anlamda Cihangir’deki bu güçlü kalabalığın niteliği, bunun bir entelijensiya isyanı olduğunu da düşündürebilir bize. Doğrudur da. Zaten kültürel bir devrimde entelijensiyanın ön planda görünmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Cihangir ve Sıraselviler’i biraz daha anlatayım. Cihangir entelijensiyasının yönelimine uygun olan şeyler gördüm burada. Örneğin genç ve orta yaşlı kadın nüfusu diyebilirim ki, erkek nüfusuyla eşitti, hatta belki daha bile fazlaydı. Ve bu kadın nüfusu, barikatların en önünde de erkek nüfusundan geri kalmıyordu. Gençler epeyceydi. Ama yirmili yaşlarla temsil edilen gençlerin yanı sıra otuz yaş üstü genç erkek ve kadınlar da bu gençlik nüfusla boy ölçüşecek düzeydeydi. Daha yaşlılar da bir hayliydi. Beşiktaş’ın tersine burada ulusal bayraklar ve ulusal sloganlar yok denecek kadar azdı. Siyah ya da kızıl-siyah bandanalı gençler gördüm. Sanırım bu toplulukta bireysel anarşistler de bir hayliydi. Harbiye’deki çatışmalarda gördüğüm sol örgüt militanları Cihangir çatışmasında çok az göze çarpıyordu.

Müthiş bir kolektif dayanışma havası vardı. Anında kaldırım taşı taşıma zincirleri oluşturuluyor ve kaldırım taşları üst üste yığılarak barikatlar oluşturuluyordu. Oradaki bilinçli kitle dayanışmayla neler yapılabileceğinin çok iyi farkında görünüyordu. Dikkatimi çeken bir diğer nokta da kimsenin kimseye bir şey buyurmaması ama ortalıkta hiçbir buyruğun uçuşmadığı bu ortamda işlerin tıkır tıkır yürümesiydi.

Kadın erkek, genç yaşlı, herkes son derece soğukkanlıydı. Polis korkusu diye bir şey yoktu. Çatışma anlarında polisin attığı biber gazı tüpleri anında yakalanıyor ve sulara bastırılıp boğuluyordu. O kadar yoğun atışlara rağmen hiç kimse vurulmaktan korkmuyor ve kapsülleri yakalamak için birbiriyle yarışıyordu âdeta. Çatışma bir şenlik havasında sürüyordu. Ön saflardakiler çatışırken arka saflardakiler aralarında sohbet ediyorlardı. Polisin bir salvosuyla ön saftakiler geri çekilince, bu sefer sohbet edenler onların yerini alıyordu. Hiç konuşulmamış bir görev bölüşümüydü bu. Gerçek savaş alanlarında yaşanan, savaşın kargaşalığı ile değişik insan davranışlarının kaotik uyumu bir aradaydı. Tolstoy’un Harp ve Sulh romanının içindeydik sanki.

Bir ara polis yoğun biber gazı ve tomalarla saldırıya geçti. Etrafımı göremez oldum. Bir cama dayandım. Camlı kapı açıldı ve biri “çabuk geç” dedi. Bir cafe-bardı. Büyükçe bir yerdi. Benden önce altı yedi genç kadın daha sığınmıştı oraya. Barın sahibi görünmeyin dedi bize. Orada yarım saat kadar oyalandım. Bir kahve içtim. Parasını ödemek istedim. Almadılar. O sırada bardaki ekranda Tayyip Erdoğan’ın miting konuşması gösterilmekteydi. “Ben artık çıksam” dedim bar sahibi arkadaşa. “İsterseniz çıkabilirsiniz ama burası polis hattının gerisinde kaldı” dedi. Yaşıma güvenmekten başka çarem yoktu. Gaz maskemi, iş eldivenimi ve bandanamı çantama tıkıştırdım. Okuma gözlüğümü boynumdan sarkıttım. İşte bilmeden sokağa çıkma gafletinde bulunmuş, evine dönmeye çalışan, yaşını başını almış biriydim. Çıktım. Hemen sağ tarafımda bir toma ve arkasına gizlenmiş, ellerinde gaz tabancalı robokopları gördüm. Sırlarında “polis” yazan uzun coplu sivil polisler de vardı. Çaresiz o tarafa doğru yürüdüm. Çünkü sevgili direnişçilerim o taraftaydı ve onların arasına karışmam gerekiyordu. O sırada direnişçileri, aşağı yukarı polisin bulunduğu zaviyeden görmem mümkün oldu. Hayatım boyunca unutmayacağım görkemli bir manzaraydı bu. Baretli direnişçiler, kendi kurdukları barikatı da aşmış, polis gücüne doğru ağır ağır ilerliyorlardı. O sırada göğsümü gururla dolduran bir şeye tanık oldum. Direnişçilerin ağır ağır yaklaştığını gören sivil polislerden biri geriye doğru kaçarak arkadaşlarına korkuyla, “geliyorlar” diye seslendi ve siviller geriye doğru kaçıştılar. Onlar geriye kaçarken ben ilerledim ve direnişçi arkadaşlarımın arasına karıştım. Polisin, baret, gaz maskesi ve iş eldiveni gibi savunma araçlarından başka bir şeyi olmayan direnişçilerden aslında ne kadar korktuğunu ve o gaz bombalarının bir kısmının da bu korkunun ürünü olarak fırlatıldığını yaşayarak öğrenmiştim.

Bundan sonra barikatlarda çatışmalar devam etti. Aynı sahneleri anlatmama gerek yok. İleri geri ileri geri. Geri çekilmek var ama kaçmak, dağılmak yok. Dağılmayan, dağıtılamayan kahraman bir kitleydi bu. Öncü yok, kahraman yok. Herkes öncü, herkes kahraman. Buradan hepsine, ortaklaşa yazdıkları bu destan için sevgilerimi yolluyorum.

Biraz geride, Özgür üniversite’den tanıdığım arkadaşlara rastladım. Ayak üstü sohbet ettik. O sırada yeniden gaz bombaları atıldı. Geri çekildik. Onlara kaybettim. Bu seferki çok yoğun bir saldırıydı. Kalabalık, sokak aralarına çekildi ama hemen ardından yeniden Sıraselviler’e çıkmak üzere. Tanıdığım genç bir arkadaşa rastladım. Dumanların arasından birbirimizin omuzlarına dokunarak selamlaştık ve mücadeleye devam.

Artık hava kararmaya yüz tutmuştu. Polisin yoğun bir gözaltına alma kampanyası başlattığı söyleniyordu. Sabahtan beri sokaklardaydım. Sağ ayağım topuk dikeni nedeniyle çok fena ağrıyordu ve ayağımı sürümeye başlamıştım. Galiba artık “Polonya ölmeden” cepheyi terk edip eve dönmenin zamanı gelmişti. Cihangir’in ara sokaklarından Kabataş’ın Tophane’ye yakın bir yerine indim. Aşağı yukarı beş bin kişilik bir kitle gösteri yapıyordu burada da. Adalar iskelesine geldim. Büyükada’dan arkadaşlara rastladım. Onlar yeni geliyorlardı. Bana nereden gitmeleri gerektiğini sordular. Onlara Sıraselvileri tavsiye ettim. Vapur, akşama kadar mücadele etmiş direnişçilerle doluydu. Yarı yolda Kadıköy’den gelen vapurla karşılaştık. Her iki vapur birbirini “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganlarıyla selamladı. Biz cepheden dönerken onlar taze bir güç olarak cepheye gidiyorlardı.

 

20 Haziran, saat  20.00’de, devrim martirleri için dünya çapında saygı duruşu.  

 

Gün Zileli

19 Haziran 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

37 Comments

  1. “cadı avı” sürerken sırası mıydı?
    neyse, takdir senin…
    yarınki küresel anarşist selamlama için, uygun bir form olacak herhalde şu İNSdurAN eylemi, bence..

  2. Eleştiriyi anlayamadım.

  3. bir yazınızı anımsadım gün abi:) mihail bakunin hapisten çıkınca bir eve gider,”libya,tunus,mısır,türkiye nasıl,hareket var mı”der.yok denilince,”hadi hasta yatağında yatmanın zamanı değil,bir yerlere gidelim,hareket,eylem olsun”der:) sizde ki aynı ruh!

  4. Sağol Tolga. O ruhtan bir şeyler alabildiysem ne mutlu bana. O anekdot, Romantik Sürgünler kitabında geçer. Sibirya’daki sürgünden kaçtıktan sonra dünyanın yolunu katedip Amerika üzerinden Londra’ya, Herzen’in evine gelir ve sözünü ettiğin konuşma geçer orada.

  5. anlaşılmaz bişey yok..
    devletin “ifşa değerlendirme güçleri” devredeyken biraz erken bir yazı, diye düşünüyorum.

  6. aman be m.alişer kardeşim. ölmüş eşek kurttan mı korkar.

  7. estafirullah… bu haziranda ölümü düşünmek daha bi zorlaşmakta…

    bu arada yukarda anılan kitabı okumadım ama ilginç bir tevafuk değil mi, “tunus, mısır, libya ars-dından türkiye diye saysa sıralamayı dahi doğru öngörmüş olacaktı”” rahmetli bakunin

  8. Direnişin ilk haftasında Ankara’da, Kızılay meydanında roman tadındaki metninizde anlattığınız gibi barikatlarda polisle yoğun çatışmalar vardı. Meşrutiyet caddesi, Karanfil sokak, Ziya Gökalp, Sakarya ve Güvenpark’ın karşısındaki avm’den yukarı uzanan cadde de barikatlar kurulmuştu. Gün içinde Kızılay meydanı dört bir yanını saran caddelerin kalabalıklarca kapatıldığı ve bütün elektrik lambalarından taşlarla vurularak şehrin damarlarını yaran ve herkesin aşkla iştirak ettiği bir tamtam dansıyla çınlıyordu ve celladına hadi gel, ben hazırım diyordu, işte bu meydanda karşılaşacağız sizinle çünkü burası bizim meydanımız diyordu; barikatlarda göğüs göğüse çarpışılıyordu. Ankara’da bunları yaşamamış olsam İstanbul direnişine ilişkin yazdıklarınızı gene de hissederdim ama şimdi sizin gözünüzle görüyorum ve de duyumsayabiliyorum ama halil berktay asla duyumsayamayacak bunları, nasıl 77 Mayısını da duyumsayamamışsa öyle. Elinize gönlünüze sağlık. Gelen günleri de ayrıca not düşeceğiz daha, süreç devam ediyor,devam edecek. Sevgiyle

  9. yaşadıklarını okurken ben de yaşadım… anlından öpüyorum Gün arkadaş )

  10. bizdeki devrimci geleneklerin ve toplumsal muhalefet dinamiklerinin toplumun sistem mağduru bütününe seslenen ilişkiye geçebilen yöntemler bulamayışına rağmen gezi direnişinde yeni nesil gençliğin tolumunu bütününe selenebilip yeni kural kurum işleyiş üreten katılımcı kapsayıcı yeni taktik yeni yöntemler üretebilip ufuk açıcı zeka örnekleri geliştirmesi türkiye toplumsal muhalefet mücadelesi tarihinde ilk diyebilirmiyiz?1908 hürriyet vatan yurttaşlık anayasal haklar için sokaklara çıkan toplum örneğiyle benzeşen yanları varmı?bu seviyede toplumsal isyan direniş örneğimiz varmı?yeni nesil özgürlükçü gençliğin en devrimci öncü anlayışı ve geleneğini telef ettiğini söyleyebilirmiyiz?bu durumun içinde olup kendi e-politik ezberiyle destek vermesine rağmen politik devrimci geleneklerimizin en devrimci öncü benim kendinden kalkan anlayışına itirazı olumlu tüketmeyi gezi direnişi içinde barındırabilirmi?kendi ezberiyle katılıp gezi dayanışmasının talebi olmayıp tekrar edilen kendi ezberimizin geziye desteklediğini zannedip toplumsal katılımını daraltıp sadece hükümet akp karşıtlığı ezberin belkide başlangıçta akp ye oy vermişlerinde desteklediği gezi isyanının toplumun tümünün desteğini almasını engelleyip daraltmasına yol açmış olabilirmiyiz?dayanışma destek çağrıları yaptığında yığınla her kesim gencin geldiği geziye akp ye oy vermiş ailelerin çocuklarıda gelip peşinden anne babaları gelmeye başlayınca dayanışma siz gelemezsinizmi dedi? demediyse bizim hükümet istifa ve sırf akp karşıtı bildik ezberimizle geziye destek verdiğimizi zannederken daraltıp kapsayıcı kimseyi dışarda brakmayan kitleselliğini bilmeden engellemiş olabilirmiyiz?

  11. dünya özgürlükçü anarşist devrimcilerininde anacağı yeni yüzyılın özgürlükçü toplumsal devrimci gençliğin isyenı ve devriminin merkezi olmaya aday gezinin şimdiyedek politik devrimci geleneklerin başaramadığı toplumun bütün sistem mağdurlarıyla ilişkiye geçebilme onlara seslenebilme kapsayıcı katılımcı dayanışma yaratabilmesi örneği tarihimizde varmıdır sayın zileli?1908 yurtaşlık vatan hürriyet sesleriyle üsküpten izmire selanikten izmit istanbul sokaklarını dolduran kalabalıklarla benzerlikleri yada 1908 den beri bu seviyede toplumsal kitlesel isyan oldumu?yeni nesil gençliğin bildik en devrimci öncülük anlayışlarının başaramadığını başarıp sistemin mağdur ettiği bütün itirazların kendinden bir şey bulabildiği seviyede melşruiyet yaratıp kabül görüp kapsayıcı katılımcı kimseyi dışarda bırakmayan seviyede yeni dil zeka kural yöntemler geliştirmesi bir anlamda politik ezberiyle en devrimci öncülüğün telef olması gençliğin bu eski ezber ve anlayışları olumlu tüketmesi olabilirmi?gezi dayanışmasının talepleri arasında olmayan bildik eaki ezber sloganlarımizla geziye destek verdiğimizi zannedip hükümet istifa sadece akp karşıtlığı ve bildik ezberimiz gezi dayanışmasının akp ye oy vermiş ailelerin gençlerininde içinde olduğu onların anne babasının da geldiği geziden dayanışma bunları sen gelemsin demezken biz ezberimiz sologanlarla akp ye oy vermişlere kahrolsun faşizmle gelen mhp lilere adeta siz gelemesiniz demiş olmadıkmı? katılıp gezi isyanının katılımcı kapsyıcı kimseyi dışarda bırakmayan kitlesel meşruiyetini engellediğimiz ve daralttığımız belkide bütün 76 milyonun 70 milyonuna seslenecek seviyede toplumsal meşruiyeti kitleselliği belkide toplumsal isyan ve devrimi daraltmış olabilirmi bildik politik ezberlerimiz.?

  12. 1960’lı yılların sonlarındaki Ankara DTCF’de yaşadığınız işgalleri, direnişleri ve boykotları yeniden yaşar gibi yazmışsınız Zileli. Öyle görülüyor ki o günlere duyulan bir özlem de yok değil. Hadi o günlerin koşulları belliydi,üniversite gençliği ister istemez bir “taraf”tan oluyordu, daha “politik” idi, “ideolojik düzey”i daha yüksekti ama yaptıkları her şey inandıkları bir hedef içindi, kişisel hesap güdülmezdi (en azından büyük bir bölümü için diyelim). Fakat şu an yaşadığımız cari durumda (olayları kastediyorum), görünen ve bilinen sebeplerin dışında sanki her şeyin gençliğin bam teline dokunulduğu için başladığını düşünüyorum. Yani 11 yıldır yapılan faul’lü uygulamalara 5-10 kişilik sembolik tepkilerin dışında parmağını bile kıpırdatmayan insanımız bu sefer -beni bile şaşırtarak- farklı tepki gösterdi. “Bireysel özgürlük= kişilerin ve özellikle gençlerin kişisel rahatı ve keyif aldığı şeyleri yapabilmesi ve dolayısıyla kişisel çıkarı” değil midir? Yoksa adama “yıllardır neredeydiniz kardeşim” diye sormazlar mı?

  13. Kardeş ne saçmalıyon, afedersin. Diktatöre laf etme, faşisme laf etme, akp’li de gelsin, mhp’li de… Eee, daha ne isyanı, isyan mı kaldı geriye? Bu hareketi böylesine kitleselleştiren daha ilk baştan kitlelerin diktatörle hesaplaşma kararlılığıdır. AKP’lileri nereye katıyon? Polise destek eylemi yaparsan ona katılırlar ancak, git birkaç akp’liyle konuş, nasıl bir kafa yapıları olduğunu gör, ondan sonra ne diyeceksin bakalım

  14. sistemin medyasında sürekli gezi isyanının şiddeti ve vandalizminden bahsediliyor.gezi dayanışmasının ve destekçilerinin çok hetrojen yapısına rağmen devlet-iktidar polis şiddetine maruz kalmadığı hiç bir yerde saldırmayan polise saldırı ve direnme olmadığını bir allahın kulu söylememesi enteresan sitedede izledik zileli haber kanallarına çıktığı gibi tam şimdi çıkıp bizzat yaşıyanı olarak hatta anarşist kimliğiyle gezinin asıl özgürlükçü anarşist ruhunu ve olup biten gerçekliği açıklamasına ihtiyaç var.muhakkak uygun bir zemin bulabilir çok bilgi kirliliği var.gerçeğin anlaşılır netlikte açıklanıp şiddetin iktidarlar aracı olduğu bütün çıplaklığı ile halkla paylaşılmasını devlet-iktidar ve şiddetin teorisini ve pratiğini en iyi bilen birinci elden zilelini bunu yapmasına ihtiyaç var.tv ye çıkacağı tarihi siteden öğrenebilirsek izlenmesi için bilgide paylaşabiliriz.duran ilk adamın açıklamasında anarşist olduğunu söylemesi daha önceki tartışmalarda sitede belirtildiği gibi gezi isyanı ile bizdede insan karakterine en uygun ideoloji olarak anarşizmin sanılanın aksine çok geniş bir itibarı özellikle toplumsal devrimlerin asıl öznesi gençlikte bildiğimizin çok üzerinde kitlesel ama örgützüz yada gevşek organizasyonlar ve bildik sol politik örgütlerde neredeyse en egemen kitleyi temsil ettiğini gözlemledim.izmitte son tutuklamalara itiraz açıklaması yapan HDK açıklamasına beklenenin çok üstünde gençliğin katılması gençliğin bütün bildik ezberin aksine daha özgürlükçü duruşuna rağmen eski ezber sloganlar duyunca gençliğe dönerek yüksek sesle eski ezber sloganları değil siz gençlerin gezi yaratıcı zekası örnekleri gibi içinde gençlik ve özgürlük kelimeleri olan yeni solaganlarınızı duymaya geldik deyince gençlikten olumlu tepkiler aldım.20 sineki dünya anarşistlerinin 1 dakkalık saygı duruşunu politik öznelerin tamamına haberiniz varmı diye sorunca duyanın olmadığı cevabını alınca üzüldüm bu duyurunun duyulacak seviyede paylaşılmasına ihtiyaç var 20 sine saat 20 de dünyada gezi anması olurken biz burda ıskalarsak çok ayıp olacak

  15. Olayları birinci elden birinin kaleminden okumak nefes kesiciydi. Zaman ayırıp yazdığınız için teşekkürler. Ben de okurken benoni’nin hissettiklerine benzer şeyler hissettim. Eski devrimci günlere ve direnmeye karşı duyulan bir özlem ve aynısı olmasa bile benzeri bir direnişte yer alabilmenin verdiği gurur ve mutluluk birarada imiş. Bunu kesinlikle orada oluşunuzu hafife aldığım için söylemiyorum. Aksine 70 yaşında biri olarak adadan tekrar alanlara gittiğinizi okumak, küçük bir kız çocuğum olduğundan ve bana birşey olursa ona ne olacak korkumdan dolayı meydanlara çıkmamış, yalnızca tencere-tava ve facebook protestocusu biri olarak ezikliğimi bir kez daha yüzüme çarptı. Demek ki böyle böyle kalabalıklaşıyor oralar dedim. Söylemek istediğim bir şey daha var ki o da yine benoni’nin yazdıklarıyla örtüşüyor. Direnişin ilk günlerinden beri hissettiğim ve pek fazla köşe yazarının bahsetmediği bir şey bu. Gençler bir takım idealler uğruna değil; bireysel özgürlüklerine zelal geleceğini hissettikleri için bu kadar tepkili olabilirler miydi? Umut verici bir durum, evet, ama derinine inince o kadar da gurur duyulacak bir durum mu bilemiyorum. Ya da çağımızın devrimcisi de böyle oluyor demek ki diye kabullenilmesi gereken bir şey. Yalnızca Deniz Geçmiş ismini bilecek, asıldığına aşina olacak ama başka da bir şey bilmeden (yani entellektüel birikimi fazla olmadan) bir gazla alanlara çıkacak. Bilmiyorum sizin yorumlarınız neler…

  16. Gün Zileli, 70’lik ihtiyar, ruhu genç bir delikanlı, hatta çocuk, uslanmaz anarşist… Yazdıkların etkileyici ve hoş. Bu demektir ki Türkiye’de gerçek bir halk ayaklanması çıkarsa, tabii sen de onu görürsen ve içinde yer alacak kadar dinçsen hâlâ, onu muhtemelen en iyi sen anlatacaksın.

    Halkın bir kesiminin, azıcık bir kesiminin, gençliğe ve orta sınıfa ait bir kesiminin bu beklenmedik başkaldırısını bile böyle coşkulu anlatabildiğine göre…

  17. Devrim herkesi, hepimizi eğitiyor. O çocukları da eğitecektir, eğitiyor. Tabii “eğitim” gibi kötü ünlü bir sözcüğü kullanmak zorunda kalmak kötü ama ne yapacaksınız. Siz tencere tava çalmayı neden önemsemiyorsunuz ki. Az şey midir bu. Devam edin lütfen. Herkes elinde ne varsa, ne kadarını yapıyorsa onu yapacaktır. Her damla büyük bir denizi ve dalgalarını oluşturuyor. öncü yok, kahraman yok. Herkes öncü, herkes kahraman. sevgilerimle.

  18. Direnis Iktidar tarafindan itibarsizlastirilmaya, Burjuva Liberal kesim tarafindan sevimli bir iceriksizlige kavusturulmaya calisildigi dönemde, iyi bir is yapiyor Zileli, Göreseller duvar yazilari vb materyallerle, güvenilir baskalarinin anilari ile birlikte tarihsel bir dökümantasyon gibi birsey yapilaydi eyi olurdu…

  19. Tencere tava çalanindan , duranadam pasif direnisçiligine,oradan tas atan , barikatta duran adam ve kadin direnis biçimlerinin biebirlerine karsit birbirini dislayan ve mesrulugun disina atan alternatifler degil , birbirleri ile dayanisan,tamamlayan, an saat gün ihtiyaca göre öne çikan ve geriye düsen , büyük düzensiz bir koro yu dinleyecek günlerede ulasiriz umarim..

  20. Yazıyı okudum. eski paradigmalara göre ve eski düşünce alışkanlıklarıyla yazılmış. Son derece tepeden ve kibirli bir dili var. Öncelikle bu dili bırakmak gerekli. ne olursa olsun aynı saflarda dövüştüğün insanlara, bileşenlere karşı böyle bir iktidarcı dil, her şeyden önce harekete ve devrime zarar verir. Öte yandan, sözü edilen burjuva kesimlerinin yardımlarının bile küçümsenmeye çalışılması hiç de gerçek bir sınıf tutumunu yansıtmaz. Yani gerçek sınıf böyle davranmaz, gelen yardıma ve yardım edene bağrını açar, kim olursa olsun. ayrıca, anarşistlere karşı orta sınıf falan lafları etmeden önce bu hareketin başlatıcı kıvılcımını onların attığını söyleme dürüstlüğünü de göstermek gerekirdi. Kaldı ki, madem proletaryayı temsil ettiğiniz iddiasındasınız, esasen hâlâ olayları kenardan izlemeye devam eden proletaryaya biraz laf anlatsanız ya. Onu bunu azarlayıp etiketlemek yerine bunu yapsanız bu devrimci kalkışmaya çok daha fazla yararınız olurdu. Son bir nokta, herkese esip üfüren bu yazının ulusalcılara tek bir laf etmemesi de gözümden kaçmış değil, Türk bayraklı fotoğraf da dahil. Solun bu kitle hareketinden yararlanarak kendini biraz olsun değiştirmesini umardım, hâlâ da umarım.

  21. devrimci Proletarya nin yazisini ben attim , Tamamina katildigim için degil, hatta pasifizm ile sinif iliskisini kurusu vb arizali bence, su an icin direnisin geri cekilmesi , yasal kurumlar, bazi kesimlerin devlet ve iktidar tarafindan gayri mesru sayilmasina zimnen uymasi, Erdoganla görüsenlerin gizledikleri vb teshiri acisindan bulup okuyabildigim bu . elestrilerinize kismen katiliyorum…özellikle bu kesim(ler)in Proletarya fetisizmi, bana kuran in sureleri gibi geliyor. Kendilerine yontarak deginmisler ama, bu Liberal Anarsizm meselesi/elestrisini önemsiyorum, pek cok türden sagciliga kapi açiyor alt siniflardan kopma vs. Tsk ler.

  22. Ayrıca durma eylemlerine yaklaşımı da doğru bulmuyorum. Bu, halkın bir dinlenme molasında olayın soğumasını engellemek için başvurduğu bir yoldur. ayrıca bu yolla, evinde oturan birçok insan da aktifleşebilmektedir. Durma eylemmi yapanlar, çatışmayın, sadece durma eylemi yapın demiyorlar ki. Halk kendi eylem ve mücadele biçimlerini buluyor ve geliştiriyor.

  23. Eleştirilerinde haklı yerler var elbette. Ama bu kibir yenilmedikçe o haklılıklar da güme gidiyor.

  24. Devrimci Proletarya nin elestrisine ek: Halkci demokrat denen gruplarin , direnisin geriye çekilmesine karsi çikmasi, ama genel egilimin içinde erimesi elestrisini, ben dogru anliyorsam, bu bir eksiklikten çok bir olumluluk olarak anlasilmali, Proletarya nin öncülügünü gizlice red etmekle suclanan , mücadelesini isci sinifi icinden baslatmaya hic de egilimli olmayan,bu gelenek, parti örgüt öncügü meselesinde oldukca kati tutum sergilemesine ragmen, devrim mücadelesini toplumun bagrindaki tüm çeliski ve haksizliklara karsi cikmayi düstur etmis olmasi ile (Halkcilik dedikleri bu olsa gerek),bu sürecten ders cikarmaya diger ortodox marxistlerden daha acik diye düsünüyorum. Bir takim radikal eylem bicimlerini teklestirip fetislestirmek yerine en pasifinden en aktifine kadar her türlü eylem direnis metodlarini birbirne karsi cikarmamayi bilince cikarirlarsa, bu kesim, isci sinifi uvriyerizmi vb gibi, sinif, mücadele iliskisini kaba bir sekilde kurmayisiyla ile en azindan digerlerinden daha fazla sey ögrenmistir diye düsünüyorum. öncülük etme isteklerini terketmeselerde(kolay kolay etmezler),bu istegi, kitlelerin mesru tartisma platformlarinda öneriyi gecmiyen bir tavir sinirlandirmislarsa , bu Devrimci proletarya nin eksiklik saydigi sey olsa olsa bir olumluluk sayilabilir diye düsünüyorum..Zileli kadar umutlu olmasamda..

  25. Yok yaf, bu yazı inanılmaz kötü bir yazı. Örnekleri çok.

    Burjuvazi, çok çok özel durumlar dışında bir bütün olarak tüm sistemi bire bir kontrol etmez. “Burjuvazinin devleti” dediğimizde, devletin burjuvazinin çıkarlarını koruduğunu ifade etmek isteriz. Yoksa tamamen onların kontrolünde bir devlet teşkilatını değil. Dolayısıyla “iktidar kurumları” sözü çok saçma. Burjuvazinin “iktidar kurumu” çoğunlukla partilerle kurdukları para ilişkileridir ve karşılıklıdır. Boyner tersini denediydi, eline yüzüne bulaştırdı. Ekonomik iktidar kurumları ise Gezi eylemlerinin kendisiyle aşılabilecek bir şey değildi. Bunu sağlamak için emek harcamak gerek.

    Bir ikincisi, tamamen kendiliğinden olan ve toplumsal sınıf ve tabakaların psikolojisiyle ilişkili olan reaksiyonları “Bu sınıf ve kesimlerin hareketin 3 haftalık seyrindeki tutumları da son derece karakteristiktir.” diyerek incelemeden kenara atıvermişler. “Orantısız zeka” söylemi, açıkça polise duyulan öfkenin aşağılamaya dönüşmüş haliydi. Bazı sınıfların pasifizmi övmesi için uydurulmuş bir şey değildi.

    Üstelik, örgütsüz çalışan sınıfın iki kesiminin, mahallelerde informal sektör çalışanlarının ve Taksim çevresinde beyaz yakalıların olağanüstü katıllımına kıyasla, örgütlü mavi yakalıların bu yazıdaki deyişle “yasa ve düzen”i temsil ettiği görmezden gelinemez. Yazıda, o parçalanmış proleterya görüntüsünden eser yok. Yazı, açıkça ideal bir proleterya varmış da, o proleteryanın periferisindekiler ve diğer sınıflarla ilişkilerini inceliyorlarmış gibi yazılmış. Yok böyle bir şey.

    Evet bir de araya militan, öncü gibi kavramlar serpiştirilmiş ki, bunlar da olmasa kendileri bile bu yazının bir analiz yazısı olduğuna inanmayacaklar. Ulusalcılardan dem vurmamaları, üstelik çatır çatır asıl orta sınıflar ulusalcı olmalarına rağmen bundan bahsetmemeleri, Gün Zileli kadar beni de kıllandırdı. Kadim deyimlerle söylersem: Yoksa bu işin içinde “kendinde sınıf”tan “kendisi için sınıf”a geçememiş proleteryaya “kendisi için sınıf” haline gelmiş muamelesi çekip, kitlelerin geriliklerinin peşinden koşma, ya da en azından onları hoş görme hatası mı var? Hani eskiden “kuyrukçuluk” dediğimiz?

    Ve son olarak, ana konuya deyinmeden geçmişler: Gücümüz aha bu aga. Henüz bundan daha yükseğe çıkamadık. O halde güçlenmemiz gerek. Orta sınıfların pasifizmini anladık da, çalışan sınıfların heterojenliğinden kaynaklanan güçsüzlüğünden bahsetsek biraz? Çünkü, orta sınıflara dert anlatmayacağımıza göre gerçek problemimize odaklanmamız gerek. O politik ve kültürel heterojenliği ortadan kaldırmak için çabalama felan gerekmez mi?

  26. “devrim martirleri” ??!!
    Sizde dil duyarlığı da yok.
    Dil sevginiz de yok.
    Nasıl öykü-roman yazıyor ve çeviriyorsunuz,şaşılacak bir durum !

  27. Ne kadar yasayacagi, yayginlasacagi , etkinlesip etkinlesmeyecegi bilinemesede Halk forumlari ni önemsemek gerekiyor diye düsünüyorum. Aranizda ki asiri uçlar illegal örgütler demagojisinin , direnisin içindeki yankisi, parti bayrak flamalarlari ile gelinmesin gibi bir (slogan ve örgüt reklami rekabetçiligine karsi bir önlem olsa idi sadece, itiraz edilemezdi) yasakciligin ve yasasin apolitiklik slogani ile bu olusumlarin yozlastirilmasi egilimi var. Türk bayraklari altinda , bazen polislerin bile söz alabildigi Halk forumlarina, devrimciler sosyalistler, özgürlükçüler neden az itibar ediyorlar.(aman öncülük etmiyelim fobi haline geliyor) Kendi gündem , slogan programlarinin propaganda platformu olarak görmeden, öncülük dayatmadan söylenebilecek cok sey var oralarda. Asiri uçlar , sol örgütler vs karsitligi ile aoplitiklik pompalanirken, aslinda basbayagi sagci uzlasmaci Liberalizm ile ulusalciligin , politik hakimiyeti , sinsi sinsi isleniyor buralarda..Oysa söylenebilecek önerilebilecek cok sey var oralarda..

  28. Kitle hareketinin sol örgütleri astigi, onlarin ezberini bozdugu, onlarin dillerini öncülük sevdalarini kursaklarinda biraktigi ni cosku ile tespit edenlerin, israrla , örgüt aklindan uzak oldugu için övdükleri bu direnise, bu ayaklanmaya, buldugu her firsatta , hemde basbayi örgüt vs kimlikleri ile pasifizmi , direnisi bitirelimi, aman politik olmayalimi, aslinda basbayagi politik bir öncü imis gibi dayatmalarini, bunu, gezi parkinda bayrak flama yasakciligina kadar vardirmalarini elestirmemek, üzerinden atlamak, beni acayip killandiriyor. bu apolitizm vurgusu kitlenin kendiligindenligine olan saygidan cok iktidarin mantigina zimni uymaktir diye düsünüyorum. Devrimci Proletaryanin kurdugu sinif ilgileri hiç umurumda degil yeminli uvriyerizm ekonomizm karsiti olarak. ama birileri kitlelerin kendiligindenligi üzerinden , kendi sag uzlasmaci , siyasi öncülüklerini gizleyerek basbayagi harekete yukaridan politika dayattilar. elestriyi sol örgütlerden daha çok hakederlerken onlara tek laf etmemek beni acayip killandiriyor. kaldiki kitleler forumlarda bu direnisi geri cekelim diyen sag öncülüklere hiç pasvermediler, direnise devam karari aldilar, olmadik ayak oyunlari ile kitlenin karari yok sayilmaya, aciklanmamaya , ertelenmeye, çalisildi. bu noktada sol öncülere bir laf ederken sag öncülere( cogu legalist, acik mucadle ile icazetci legalist mucadele farkli seylerdir) bes laf etmek gerekmezmi idi???(hemde bunu anarsistlerin yapmasi en anlamlisi olmazmiydi, reformist legalizmle flört eden ama militan sol örgütlere dudak büken bir anarsizm olsa olsa majestelerinin anarsizmi olur) iste benide bu ciddi ciddi killandiriyor.. ulusalcilik sinif devrim anlayisi vs bir yana, HDK yi ODP yi TKP,CHP ,IP i BDP yi ayni pratik tavirda (direnis bitmeli, sembolik cadir da sembolik surmeli, bayrak flama olmamali) ne birlestiriyor????. Dayandigi sinif kitlelerimi, ulusalci olup olmamalarimi ? sanmiyorum. Perspektifleri ,farkli politik amaclar, kaygilar ile ayni pratige geldiler.Hrekete samimi olarak yaklasmamak bu cevrelerin isi oldu. mücadelenin mesrulugunu aradiklari mecra ayni…Halk forumlari bu kesime bir tavir koydu resmen.Tüm darkafaliligina karsin sol bu konuda Forumun karari ile pratik uyusum icerisindeydiler,(sol sunu farkedebildi, bir politik program ve hedefe uydurmak yerine, hareketin gidecegi yere kadar götürmek , en azindan bir miras birakir, eylem direnme aliskanligi,kitleler nezdinde direnme gösteri hakkinin mesrulugu ve polis devlet terorunun teshiri, bütün kagit uzeri resmi! kazanimlardan yegdir) , politik program larin propagandasindan cok, sokakta gösteri hakkinin güvence altina alinmasi, akp nin totaliterizminin en azindan geriletilmesi gerektigi, biber gazi yasaklansina gibi ajitasyonlari, hicte militan solun yükseten uctuguna kanit olusturamaz,simdi bu kesimleri diger soldan ehveniser bulanlar hala militan örgüt elestrisi yapiyorlar. iyi ama hangi orgutler, militan olanlarmi, yoksa bunlarmi, militan olanlarin eksikliklerini tamamlama kendilerini degistirme ihtimalleri zorda olsa var, ama bu kesimlerde sinmis pasifist sagcilik, legalizm… zorrrr degisir zorrrr. Devrimci proletaryanin yazisinda bu noktalar beni ilgilendiriyor. gerisi bildik Polemik. Türkiyede kendini en Proleterci sayan bir düzine örgüt çevre var onlar gibi asagi yukari ayni seyleri yazrlar, sinif mücadele iliskilerini kaba kurarlar. hareket bizi yeniledi ama bu sol hala anlamadi diyenler bir düsünsünler, acaba hareket sizi yeniledimi? öyle ise gezi forumunda kitle direnise devam dediginde neden sasirdiniz, ögrenememissiniz demekki hala:)))Peki kitlenin aldigi karar yanlismi idi?? bence degildi.AKP nin tavrini direnese katilmayan nötr insanlar karsisinda dahada teshir etti, en azindan. her barikati ancak yikilmayacagi zaman kurmayi, her direnise ancak mutlak kazanacagi zaman karar kilan akila baaagzi seyleri anlatmak ne kadar zorrr..bide kendilerini yenilemis sayiyorlar.. (hareketin ilk haftasinda bu is gezi parkini kurtarmayi asiyor, politiklesiyor diye i aciklama yapan ,bu yüzden bitirmeyi oneren yesil anarsist grubun yaptigina ne diyecegiz??)

  29. 19 daki yorum cok ilginc.
    Burjuvazi, çok çok özel durumlar dışında bir bütün olarak tüm sistemi bire bir kontrol etmez. “Burjuvazinin devleti” dediğimizde, devletin burjuvazinin çıkarlarını koruduğunu ifade etmek isteriz. Yoksa tamamen onların kontrolünde bir devlet teşkilatını değil.
    Dolayısıyla “iktidar kurumları” sözü çok saçma. Burjuvazinin “iktidar kurumu” çoğunlukla partilerle kurdukları para ilişkileridir ve karşılıklıdır.

    Korkunç bir belirleme , hic bir sinif devlet denen aygiti bire bir kontrol edemez,(bu devletin bir sinifin iktidar araclarindan biri olmadigini degil boyle yetenekli bir örgütlenme olamayacagindandir) hemde o cok özel anlarda dahildir buna. (absolut fasizm bile birilerine bir miktar ödün vermek zorundadir) Burjuvazinin devletinden anladigimiz onun cikarlarini koruyan devlettir bunu anlariz .?? Yani ne anlatilmak isteniyor . Devletin burjuva bireylerinin ayni zamanda devlet görevlileri olarak , iktidar, direkt siyasi yöneticileri olarak örgütlenmis olmamalarimi?? Bu sadece feodalizm de gerceklesen birsey, Egemen sömürücü sinif ayni zamanda devlet olarak orgutludur, diger bütün formlarda, egemen sinifin iktidari ( cikarlarinin korunmasi fiili ile iktidar i ayri ayri tartisabilmek gercekten kadim kavramlarin yerine baska seyler koymayi gerektiriyor, sirf egosundan iktidar olmak diye birsey ile mi ayrim yapilmak isteniyor?sinifin cikarini korumak bizzat iktidarin ta kendisi degilde , ne??? yoksa sömürücü siniflar sadece egolari icinde hükmeden zevk kurumlarimi kuruyorlar) sinifin bireyleri disinda memurlar yöneticiler vb den olusan bir örgüte ihtiyac duyar, ve bu basbayagida egemen sömürücü sinifin devleti ve hatta iktidar organlarindan biri ve hatta en önemlisidir. Iktidar kurumlari sözü neden sacma olsunki, iktidarin pek cok kurumu olabilir farkli islevlerde, en önemlisi devlettir, parti -devlet, yada isleyen bir parlemento, partiler de devlette degisebilen iliskiler icinde iktidar kurumlari sayilabilirler.. Ekonomik iktidar ?? iktisadi zor gibi birsey mi anlatilmak isteniyor, bunun icin bir kurum gerekmezki, iktisadi zor , bir örgüt ve kuruma ihtiyac duymayan olgudur…Burjuvazinin Partilerle parasal iliskileri olarak aciklanan iktidar kurumu..?? evlere senlik … devlet sömürücü sinif , iktidar iliskisi basit bir rüsvet iliskisine indirgeniyor. en saf Bonapartist dönemlerde dahi devlet varolan mülk sahibi siniftan ayri degil ancak özerk olarak algilanabilir.. sanki tarihte devlet, iktidar, üretim iliskilerinden bagimsiz ayri ayri olarak ortaya cikmis, bir yöneticiler sinifini Burjuvazi (yada dönemin sömürücüleri) para ile tavlamis. aha burjuvazinin devleti…(tersinden devlet ve iktidardan sömürüyü cikarsamak dahi bu sakat tanimi kurtaramiyor) kategorik kargasa ayri konu sinif örgüt parti kurum ILISKISI bizzat kurum olabiliyor. örgüt-devlet ve onun fonksiyonu birbirine karissiyor.burjuvazi ve partilerin parasal iliskileri iktidar kurumudur…?? su kadim deyimler edebiyati yakinda siz hala eski alfabeylmi konusuyorsunuz, hatta siz hala bir dil vasitasiylami anlasiyorsunuz gibi bir asamaya gelirse sasmam..

  30. Anonim 23, ya okuduğunu anlamıyorsun, ya da kötü niyetlisin. Tabi ki kötü niyetli olmanı tercih ederim.

    “Bu yazı” diyerek Devrimci Proleterya’da çıkmış yazıyı kastediyorum ve senin eleştirilerin benimkilerle bazı yerlerde aynı. Ama o kullandığım terimlerin o yazıdan alındığını farketmemişsin.

    Neyse, bir iki söz: Devlet bir sınıfın diğer sınıflar üzerine tahakküm aygıtı değildir yalnızca. Aynı zamanda toplumun sırtında bir asalak yapıdır. Finansörü burjuvazi değildir yalnızca, aynı zamanda vergilerle ezilen sınıflardan çatır çatır finansman sağlar. Sanırım kafandaki karmaşa devletin kendisinin üretimi denetleyen sınıftan oluştuğu SSCB’yi sosyalist olarak görmenden kaynaklanıyor. Sorun değil. Bu şekilde baktığında bürokrasi ve burjuvazi arasındaki sürtüşmeleri, 1960 darbesini vs. açıklayamayacağını söyleyip geçeyim.

    İlişki ile kurumu birbirine karıştıran dil’in kullanımı. Ben bir ilişkiye atfen söylenmiş “burjuvazinin devleti” sözünün, aslında bir kurum olmadığını, bunun senin deyiminle bir ilişki biçimi olduğunu anlatıyorum. Eğer hala bu konuda problemin varsa, özellikle bu konuyu daha açık yazabilirsin.

    Kadim sözünü ise, “eski ve bilgelik içeren” anlamında kullanırım hep.

    Bir de ekonomik iktidarın kurumlarla, örgütlerle ilişkili olmadığını düşünmen, ne yazık ki kapitalizmi limon satmaya özdeşleştirmen anlamına geliyor. Oysa her çalışan, devasa bir bürokratik işyeri yapısında her gün ve her gün, prosesler, bürokratik emirler, daha sıkı çalışmanın örgütlenmesi ve bazı durumlarda bildiğimiz zor aygıtının devreye girmesi (özel güvenlikçiler de fabrikanın içinde polis ya da jandarma gibi davranır) durumlarını yaşar.

    Ekonomik iktidar, kurumlaşmış ve neredeyse bir devlet düzeninde örgütlenmiş kurumsal bir yapıdır ve biz o yapılara fabrika, ofis, maden, atölye vs deriz. Richard Sennett’ın Yeni Kapitalizm Kültürü’nde Bismarkçı devlet- Alman fabrika sistemi arasında kurduğu, anarko sendikalistlerin devlet=fabrika söyleminin zayıflatılmış versiyonuna bir göz atmanı dilerim.

  31. “[İ]ktidar insanların kendilerinden ziyade, maddi nesnelerin örgütlenmesi tarafından, yani devlet kurumu ve onun doğal temeli olan bireysel mülkiyet tarafından ayrıcalıklı kişiler için yaratılmış olan koşullardan kaynaklanır.

  32. iktisadi zor ,güç, mülkiyetin edinimi- korunmasi ile yasayabilir ancak, bu korunma siyasal-toplumsal bir erk mekanizmasi olmadan mümkün degildir. Siyasal toplumsal bir güç ile korunmayan ekonomik erkin (mülkiyetten dogan) etkisi sinirli ve süreli olarak mümkündür.siyasal bir erk devlet ile korunmayan mülkiyet ve üretim iliskileri mümkün degildir, mülk hakkinin güç ile korunmadigi bir toplumsal formda , zenginlik , mülk sahipligi nin diger insanlari zorlayiciliginin sinirlari vardir. ekonomik “iktidar“ denen ekonomik zor , siyasal bir bastirma araci olan siyasal devlet in yoklugunda kendini varedemez, süreklilestiremez..devlet ve egemen sinif mulkiyet iliskisini parcali düsünmek, bu ayri parcalarin birbiriyle girdigi iliski olarak algilamak…böyle olunca hep varolan özerk bir devletin mülk sahibi siniflarca ayartilmasi satin alinmasi, yada ele gecirilmesi??? o devlet bizzat mülkiyetli toplumun belirli bir asamsinda bizzat mulkiyet tarafindan, iktisadi zor un tek basina yetersizliginden, dolayisiyla tartismali ekonomik iktidarin iktidarsizliginin bir sonucu olarak , ama onu tamamliyarak varoldu. baskalari adina onlara söylemedigi seyler söyleterek tartisma aliskanligi çok kadim bir demagojidir. siyasal zor olmadan ekonomik zor bir hictir.. burjuvazinin siyasal egemenliginin araci devleti yöneten , yada yönetmeye aday parti vb örgüt degildir yalnizca, devlettir. Devletin dogumu partinin dogumundan öncedir. mülk sahibi siniflarin ekonomik ustunluklerini henuz bu ekonomik ustunluklerinin salt zorlayiciliklarinin yetersizliginden dogar, yoksa vergi veren insanlarinda riza gösterdigi bir kamu ihtiyacindan dogan aslinda asalak olan bir sey degildir devlet..egemen siniflar icin hicte asalak degil gereklidir ustelik…Ekonomik zorun(iktidarin) topluma yansimasi olarak kaba bir sekilde tanimlanamaz..o öyle bir ekonomik iktidarki bu siyasal iktidar olmadan yasayamiyor…??? devletin ve onun fonksiyonlarinin yerini bizzat ekonomik iktidar (neden mulk sahibi siniflar demiyoruz) in dolaysiz bastirma araclarinin alabilecegini ve almasi gerektigini söyleyenlerde var tabiii, bu ama devletin özellestirilmesinden baska birsey olamaz, anarsistleri de issiz birakmaz.. devlet ve iktidar ile ilgili düsünclerimi siyasi zor bastirma üzerinden tartistim, diger araclarini bilmedigim gömedigim olarak anlasilmasin. gecim kaynaklarini yaratan arac ve varliklara sahip insanin bunlara sahip olmayanlar üzerindeki ekonomik iktidar bir, siyasal toplumsal iktidar kurumu olan devlet olmadan nail gerceklesebilir? siyasal iktidar , siyasal olmayan mülkiyet ilisiklerinden ayri bir kamu gücünü yoneten hukumet ile sinirli tutulabilirmi…devlet siyasal bir kurumdur…

  33. adina devlet denen , mülkiyet iliskileri konusundaki görevi ile siyasi karakterini alan kurumun yoklugunda, mülk sahibi (üretim araclarinin mulkiyeti) siniflarin , iktisadi gücleri ile diger bir sinifi sömürmeleri, yani iktisadi üstünlüklerini (mulkiyet) onlara bir üretim iliskisi icinde somuru olarak dayatmalari mumkun degildir. Devlet ile korunma altina alinmis uretim araclarinin ozel mulkiyetine dayanan toplumsal sistem , devletin yoklugunda , fabrikadaki baska bir ekonomik iktidar ancak üc gun yasar….

  34. Bu direnişin hikayesini siz anlatmalısınız 🙂 (Biraz şımarıklıkla 🙂 ) en yakın zamanda..:)

  35. biraz zaman geçmeli ama:)

  36. Dönemin MDD’cilerine (ve özellikle Maocu Bozkurtlar’a) tarihin kapağı: http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/en-sicak-iki-gun-15-16-haziran-isci-sinifi-vardir-ve-gucludur-159190

Comments are closed.