Egemen sınıfların yoksullar üzerindeki çok yönlü diktatörlüğü yazılı tarihin başlangıcından günümüze kadar sürüp gelmektedir. Zorla, zorbalıkla, hile ve entrikayla önce üretim araçlarına ve artı ürüne el koydular. Daha sonra, kapitalizm çağındaysa gene üretim araçlarıyla birlikte artı değeri gasp ederek işçi sınıfını modern ücretli kölelere dönüştürdüler. Devlet denilen modern diktatörlük aracıyla, bu köleliği, çok yönlü metotlarla, baskı ve kontrol altında tutuyorlar. Ekonomik, politik, ideolojik kültürel ve entelektüel silahlarla yoksulların üzerinde zulüm diktatörlüğü sürüp gitmektedir. Teknoloji, bilim, kültür, sanat ve entelektüel alanda ürün yaratıp üretenlereyse, artı üründen ve artı değerden belli bir pay vererek onları kendi sınıfsal hizmetlerinde kullanmaktadırlar. Bu zelil duruma günümüz koşullarında entelektüel üretim yapan üretici işçiler tarafından ciddi boyutta herhangi bir muhalefet ne yazık ki gösterilmemektedir. Burjuvazi, eğitim, kültür ve entelektüel faaliyet için, mülkiyetin, sömürünün, iktidarın yaratmış olduğu bütün olanakları seferber ederek, uzun bir tarihi süreç boyunca entelektüel mülkiyetin tekelini de ele geçirmiş, sınıflı toplumla beraber, kültür, bilgi sanat ve entelektüel nimetler egemen sınıfların ve onların temsilcilerinin tekelinde ve imtiyaz alanında kalmıştır. Ne köleler ne serfler ne de işçi sınıfı sömürücü sınıfların tekelinde olan entelektüel alanı ele geçirip beyinsel açlıktan kıvranmakta olan beyinlerini entelektüel nimetlerle doyurma özgürlüğüne sahip olabildiler. Köleci toplumdan bu ana kadar uzanıp gelen ekonomik ve toplumsal süreçlere rağmen yoksulların büyük çoğunluğu hâlâ midelerini de kaliteli ve sağlıklı beslemekten oldukça uzaktırlar. En değerli varlıkları olan beyinlerine yeterli ölçüde kan gitmemektedir. Üreten yoksul sınıflar köleci toplum yapısından başlayarak kapitalizm boyunca öylesine çaresiz bırakıldılar ki, sadece midelerini abur-cuburla doyurabilmek için çırpınıp durdular. Beyinlerinin ihtiyacı olan, ne yeterli boş zamana ne sistemli ön eğitime ne de yeterli alt yapı olanaklarına sahip olabildiler.
Sürekli olarak bilginin, kültürün ve entelektüel alanın dışında tutulmaya mahkûm edildiler. Düşünce dünyası donmuş, bilgi, kültür, sanat ve entelektüel güçle donatılmaktan yoksun bırakılan işçi sınıfı, yalnızca üretimden gelen maddi gücünü kullanarak, önce Paris Komünü, daha sonra da Ekim Devrimini gerçekleştirdi. Bu iki büyük devrime rağmen, insanlığın sınıfsız topluma giden yolun üstündeki barikat ve engeller sökülüp atılamadı. Paris Komününde burjuvazinin zor, zorbalık, hile ve entrikaları egemen oldu. Ekim Devrimindeyse vesayetçi küçük burjuvaların diktatörlüğünü ve yanlış mülkiyetin yıkıcı sonuçlarını yok saymak mümkün değildir.
Üreten yoksul sınıflar açısından, başta kapitalizmin gelişmiş anayurdu Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, eski reelsosyalist ülkelerde, Türkiye gibi orta düzeyde gelişmiş kapitalist ülkeler de dahil bütün yoksul üçüncü dünyayı kapsayan toplumlarda son yüzyılın zihinsel durgunluk dönemi yaşanıyor. Aslında durgunluk iyimser bir tespittir. Egemenlerin kâr hırsı, bütün toplumların tepeden tırnağa çürümesine sebep olan temel nedendir. Günümüzde sınıfın kendi içinde bölünüp parçalanması, başta sosyal demokrasi olmak üzere, farklı burjuva politik eğilimlerin alanı haline dönüşmesi, teknolojinin üretim dışı bıraktığı işsizler ordusu ve çürümüş sendikal bürokrasinin yaratmış olduğu tahribatları görmezden gelmek mümkün değil. Topyekûn bütün bu yenilgilerin, yetersizliklerin, zaafların temelinde, çok yönlü bilginin, sınıf bilincinin, üretim ve yönetim deneyinin, kültürün, entelektüel gelişmenin yeterli olmadığını açıkça söylemekten korkmamak lazım. Bu tespitler özellikle işçi sınıfının ana gövdesi için geçerlidir. Öncü unsurlar istisnayı temsil ederler. İstisnaların varlığı toplumsal yapıları değiştirmeye yetmemektedir. Tabuların arkasına saklanmadan sınıfın içinde bulunduğu acı gerçekleri bütün olgularıyla tespit etmek, aynı zamanda, çözüm üretmenin yöntemlerini de beraberinde yaratır. Kapitalizmin ekonomik ve siyasal diktatörlüğü yanı sıra teknik, bilim, sanat, ideolojik ve entelektüel üretim araçları üzerindeki hegemonyası yıkılmadan, işçi sınıfının entelektüel gelişmesi yeterli düzeyde ivme kazanamaz. Ancak sosyalizmi beklemeden kapitalizm şartlarında işçi sınıfının entelektüel gelişmesinin asgari temellerini atmak pekâla mümkündür. Bu konuda sınıf mücadelesinin sekiz saatlik işgünü için tarihteki şanlı mücadelesi bize yol ve yöntem göstermektedir.
Sekiz saatlik işgünü, istisnalar dışında, evrensel olarak bütün kapitalist ülkelerde yasal hak statüsüne dönüşmüştür. 1 Mayısla sembolleşen bu tarihsel deneyim örnek alınarak yepyeni bir mücadele coşkusuyla yeniden tarih sahnesine çıkması onun bütün geleceğinin teminatıdır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfı adeta dolu mide, boş beyin taşıyan, senede en azından üç defa turistik tatil yapan, lüks evi ve arabası mevcut ücretli köledir. Sadece ücretli köle değil, aynı zamanda zihinsel köledir. Üçüncü dünya ülkelerindeyse insanlık felaketi bütün zulmüyle sürüp gitmektedir. İşçi sınıfı iki yüz yıllık sınıf mücadelesinin kazanımlarından uzak bir alanda, boş mide boş beyin yapısına mahkûm edilmiştir. Bu ülkelerde ekonomik mücadeleyle aynı paralelde entelektüel haklar mücadelesini gündemin birinci maddesine dönüştürme göreviyle karşı karşıyadır. Evrensel boyutta topyekûn sınıfın entelektüel haklar mücadelesi en azından sekiz saatlik işgünü mücadelesi boyutunda tarihsel öneme sahiptir. İşçi Sınıfının kendi sınıf bütünlüğü içindeki mevcut yetersizliklerini, zaaflarını aşarak toplumun nihai kurtuluşunu sağlaması, her şeyden önce entelektüel zaferine bağlıdır. Geleceğin geniş ufuklu entelektüel işçi sınıfı zihinsel pratiği ve entelektüel faaliyeti, sosyalizmi beklemeden kapitalizm şartlarında başlatıp sağlam temeller atarak geliştirmek, hayalden öte gerçeğin kendisidir. Bu gerçeği geliştirecek sınıf mücadelesinin yalnız ekonomik alana mahkûm olması, tam da kapitalizmin tuzağına düşmek olacaktır.
Sınıfın tarih içindeki mücadelelerinin yenilgiye uğramasının temelinde, bütün boyutlarıyla öncelikle entelektüel iktidarın üretim araçlarını ele geçirmekten henüz uzak olması yatmaktadır. Gerek Paris Komününde gerekse Ekim Devriminde sınıfın sadece azınlıkta olan öncü unsurları dışındaki ana gövdesi zihinsel entelektüel iktidar alanına hakimiyet kurmaktan uzaktı, bu nedenle ekonomik ve siyasal iktidarı ele geçirdiği halde muhafaza edemedi. Burjuvazi Paris Komününü ortadan kaldırdı. Tarihin en kanlı zulüm metotlarıyla tarihe kayıt düştü. Küçük burjuva vesayetçi diktatörlerin iktidarı gasp etmesi Ekim Devrimin kazanımlarını yok etmiş, yetmiş yıl sonra yeniden kapitalizmin zaferine yol açmıştır. Bu iki devrimin yenilgisinin benzerinin tarih sahnesine bir daha çıkmamasının garantisi işçi sınıfının entelektüel üretim araçlarını ele geçirmesidir.
Reelsosyalizm bu alanda ciddi bir başlangıç ve başarılı bir deney bırakmadı. Sınıfın entelektüel dönüşümünü hayata geçiremedi. Tam tersine sanayide ve tarım alanında üretim yapanların düşünme yetenekleri dumura uğratılmıştır. Kapitalizme dönüş yapılırken işçi sınıfının sessiz kalması bu gerçeği kanıtlıyor. Çağımızın kapitalizmi 19. Yüzyılın kapitalizminden çok farklı özelliklere sahiptir. Lenin, 19. Yüzyıl kapitalizminin şartlarının ürünü olan işçi sınıfı hakkında şunları söylüyordu:
“İşçi sınıfı matematiğin dört işlemini yeterince bilmezse sosyalizmi kuramaz. Yani toplama, çıkarma çarpma ve bölmeyi bilen işçi sınıfı sosyalizmi kurabilir.”
Ne var ki Lenin’in bu düşüncesi sadece işçi sınıfının öncü unsurlarını kapsayan bir tespitten ibaretti. Çarlık Rusya’sı koşullarında kapitalizm başlangıç dönemini yaşıyordu. Henüz feodal üretim ilişkileri yerini gelişmiş kapitalist ilişkilere terk etmemişti. Bu koşulların sonucu olarak, Çarlık Rusya’sında işçi sınıfının ana gövdesi (Mujik) köylülüğün bütün geri düşünce özelliklerine sahipti. Kapitalizmin başlangıç aşamasında belki matematiğin dört işlemini bilen bir işçi sınıfı, o günün üretim teknolojisini kavrayıp sosyalist üretimi, dolayısıyla sosyalizmi kurabilir düşüncesinin belli bir geçerliliği olsa da, yaşanan süreç çok farklı sonuçlar yaratmıştır. Bu sonuçlarla birlikte yeniden bir değerlendirme yapılırsa 21. yüzyılın kapitalist sistemine son verip sosyalizmi kuracak bir işçi sınıfı için matematiğin dört işlemini bilmek asla yeterli olamaz. Günün üretim teknolojisinin bütün özelliklerini kavramış, çok yönlü bilgiyi, kültürü, sanatı ve entelektüel düzeyi asgari ölçüleri yakalamış olması gerekir. Sistemli eğitim olmadan işçi sınıfının kendiliğinden, bireysel gayretlerle entelektüel aşamaya ulaşması olanaksızdır. Sistemli eğitimin ön koşullarını sağlamak için, eğitime tahsis edilmiş asgari zamanı, en iyi ve verimli tarzda uygulayacak eğitim programını işçilerin büyük çoğunluğunun katıldığı genel toplantılarında tespit edilir.
Eğitim programı, eğitimin son olanaklarıyla donatılmış dershanelere ihtiyaç vardır. Eğitim programını uygulayacak öğretim görevlileri olmadan sonuç elde etmek hayal olur. Bütün bu olanakların yaratılması nasıl sağlanacak? Ve hangi kurumlar tarafından üstlenilecek. Bu süreçleri başlatıp adım adım hedefine ulaştıracak toplumsal kurum SENDİKALARDIR. Neden Sendikalar?
Sınıfsız topluma giderken devlet tek başına sönümlenerek toplumsal alandan çekilip giden kurum değildir, devletle beraber parti de aynı şekilde toplumsal alandan çekilip gidecektir. Kalıcı olan sendikalardır. Sınıfsız toplum aşamasında mal, hizmet, sanat ve entelektüel üretimle beraber bölüşümün düzenlenmesini yapacak bir kuruma ihtiyaç vardır. Bu kurum, alt birimleriyle birlikte sendikalardan oluşur. Üretim ve hayat statükoyu reddediyor. Kendisini ve kendisiyle beraber toplumsal yapıları durmadan değiştiriyor. Bu değişikliklerin ortaya çıkaracağı muhtemel toplumsal sorunları sınıfsız toplum yapısında da çözecek tek kurum sendikalardan başkası olamaz. Bireyler toplumsal sorunların çözümünde yetersiz kalırlar. Sendikalar bugünkü bürokratik çürümüş yapılarıyla asgari entelektüel düzeye ulaşmak için gerekli eğitim zamanını kazanmak, eğitimin bütün önkoşullarını hazırlamak niteliğine sahipler mi? Şüphesiz bu nitelikten uzaklar. Ancak her şeye rağmen değişimin potansiyelini taşıyan sendikalar toplumun diğer kurumlarına göre (parti, devlet, ideolojik kurumlar) değişimin potansiyeline daha öncelikle sahiptirler, çünkü sendikanın bireyleri olan işçiler sürekli üretim süreciyle birlikte yaşamaktadırlar. Üretim kendisiyle birlikte işçi sınıfını değişime zorluyor. Değişim potansiyelini yaratan ve besleyen olgu, sürekli üretimin diyalektiği, aynı zamanda gecikmiş periyotlarla da olsa sınıf çıkarlarının tetikleyeceği radikal düşünceler işçi sınıfını mutlaka radikal mücadeleye sürükleyecektir. Ancak işçi sınıfının radikal mücadelesi sarı sendikaları dönüştürebilir. Dönüşüp sınıf çıkarlarının kazanılmasında radikalleşen sendikalar, sömürüyü daha da asgariye çeker. Asgariye çekilen sömürünün yaratacağı artı zamanı entelektüel gelişmeye ayırır, tahsis eder.
Günlük çalışma süresi altı saate indirilmeli. İki saat eğitime tahsis edilmeli. Bu iki saatlik artı zaman işçilerin eğitime ayrılan zamanıdır. İşverenler üretimde geçen altı saatlik ücrete ilave olarak, eğitimde geçen iki saate de üretimde çalışmış gibi tam ödeme yapar. Bütün işsizler de bu eğitime muntazaman katılırlar ve onlar için de iki saatlik eğitim ücreti genel bütçeden sağlanır. Günlük eğitim zamanı üretim faaliyetinden önce başlamalıdır. Bütün fabrika ve işyerlerinde yeteri eğitim araç ve gerekçeleriyle donatılmış dershaneler, kütüphaneler hizmete sunulmalı pedagoglardan, gönüllü sosyalistlerden, eğitim ve öğretim üyelerinden oluşan bir kadro eğitimin sorumluluğunu üstlenmelidir. Devrimden önce bu eğitimle işçi sınıfı entelektüel gelişmesinin önkoşullarını hazırlar. Ekonomik ve siyasal demokratik iktidar aşamasında burjuvazinin bilim, sanat, kültür ve entelektüel tekeline son verip onu bu alanda da mülksüzleştirir.
Ders programı, önce 30-40 kişilik çalışan aktif ve işsiz olan işçilerin katılacağı toplatılarda tartışılır. Tespit edilen taslak yazılı hale getirilir. Daha sonra büyük grupların katılacağı toplantılarda tartışılarak ilave edilen yeni önerilerle birlikte oya sunulur. Kabul edilen program taslağı, uzmanlar tarafından, işçilerin tespit ettiği temel düşüncelerin özüne mutlaka sadık kalmak koşuluyla detaylandırılıp zenginleştirilir. İnsanlığın ortak tarihi kültür mirası işçilerin farklı düşünce ufuklarını geliştiren bir zeminde tartışmalar ve eğitim yöntem olarak temel alınır.
Ders Konuları:
Üretim teknolojisi, üretim planlaması, felsefe, tarihi materyalizm, ekonomi, siyaset, güzel sanatlar atölyesi (uygulamalı resim, heykel, tiyatro, müzik), el sanatları. Her işçi en azından bir müzik enstrümanını asgari ölçüde öğrenip çalabilmelidir.
Tarım alanında aynı eğitim bütün olanak ve katkılarıyla köylü kooperatiflerinin öncülüğünde, tarım bakanlığının genel bütçe katkıları kooperatiflerin finansman olanaklarıyla bütünleştirilip köylülerin feodal düşünce yapılarının yerini bilim teknik, kültür ve entelektüel gelişmeye terk etmesinin önkoşulları yaratılmalıdır. Düşünce statükosunu değiştirmek için son teknolojik gelişmeler, yeni felsefi düşünceler, bilgi, kültür alanındaki gelişmeler köylü toplumuna demokratik metotlarla aktarılmalıdır.
Bütün bunları göz önüne alırsak, ne Türkiye burjuvazisi ne de dünya burjuvazisi altı saatlik artı değer sömürüsüne kolay kolay razı olacaktır. İki saatlik ücreti ödenmiş artı zamanı gümüş tepsi içinde işçi sınıfına ikram etmeyecektir. 19. yüzyılın son çeyreğinde sekiz saatlik işgünü mücadelesinin onurlu sayfalarına tarihe geçiren işçi sınıfı 21. Yüzyılda altı saatlik işgünü ve iki saatlik öğrenme hakkını elde etmek için kavgayı yeniden tarih sahnesine çıkarmaya mecburdur. Kendi sınıfının ve bütün insanlığın kurtuluşu, sömürüsüz sınıfsız topluma giden yolun inşasına bağlıdır. Entelektüel üretim araçlarının mülkiyetine son verilmeden burjuvaziyi mülksüzleştirmek yetmiyor. Bir başka yazımda kısaca özetlemiştim. Araştırma, geliştirme ve üretimin yeniden planlamasını yapamayan işçi sınıfı sosyalizmi kuramaz. Yukarıda özet halinde belirtmeye çalıştığım gibi, nitelikli işçi sınıfının oluşumu için, bilgi, kültür, sanat ve entelektüel alanda öğrenme hakkı, yaşama hakkı kadar kutsaldır. Bilgi kültür ve entelektüel haklar, evrensel temel hakların ayrılmaz bütününü oluşturuyor. İşçi sınıfının bu haklarına karşı çıkacak tek tek burjuvalar, onun parlamentosu, burjuva devletinin bütün kurumları, evrensel insan haklarını ihlal ediyor, çiğniyor ve insanlık suçu işliyor. İşçi sınıfı altı saatlik çalışma süresi ve iki saatlik eğitim hakkı için önce ülke çapında genel greve başlama hakkını kullanmalıdır.
Dünya sendikaları kanalıyla bu haklı talebin bütün dünya işçi sınıfının gündemine getirilmesi için çalışılmalıdır. Bu talep toplu sözleşmelerde gündemin ilk maddesi olmalıdır. Toplu sözleşmelerde kabul edilinceye kadar ısrar edilmelidir.
Toplu sözleşmelerde kabul edildikten sonra parlamentolarda yasal hak statüsüne kavuşturmalıdır. Bu mücadelenin iki hedefi var. Çalışma süresinin sekiz saatten altı saate indirilmesi başarılırsa, artı değer sömürüsü asgariye inmiş olur. Böylece burjuvazinin ekonomik gücü giderek zayıflar. Dolayısıyla bunun doğal sonucu, kapitalizmin siyasi iktidarının sarsılması, zayıflamasıdır. İşçi sınıfı ve üretici köylüler yalnız ekonomik güç kazanmakla yetinmemelidir. Siyasi ve ekonomik iktidarın önkoşulu olan entelektüel iktidar araçlarına kısmen sahip olmaya başlamalıdır. Kapitalizm şartlarındaki entelektüel gelişmenin düzeyi sadece devrimi gerçekleştirip, demokratik sınıf iktidarını muhafaza etmeye yeterli olabilir. İşçi sınıfının entelektüel bir sınıfa dönüşmesine bir kuşağın ömrü yetmez. Bu, kuşaklar boyu, uzun bir süreci gerektiriyor. Beyinsel açlığı en üst aşamada olan işçi sınıfı günlük çalışma süresini altı saate indirmeyi başardığı zaman, bu açlığın yavaş yavaş azalmasını sağlar. Üretim süresinde harcanan altı saatlik iş gününün dört saate çekilmesiyle aç beyinler entelektüel ürünlerle doyurulma zamanını kazanmış olurlar.
Bu doygunluğun son aşamasında entelektüel ürün yaratanların tekelini alt üst ederek, kendisi de entelektüel ürün üretmeye başlayacaktır. Varılan bu aşamada kol emeğiyle entelektüel emek arasında sürüp giden çelişki insanlık tarihinde bir daha sahneye çıkıp yaşama zemini bulamayacaktır. Değişen maddi koşullarla işçi sınıfı da tartışmasız entelektüel bir sınıfı olarak tarih sahnesinde yerini alacaktır.
Ali Kar
Aralık 2010
bir çok geçmiş hatayı tespite rağmen ,
yine de toplum mühendisliğinden vazgeçememiş yazarımız…
mesele ücretli emekçilikten yaratıcı emeke geçmektir. ücretli emekçiden devrim beklemek değil. bu sunulanlar kapitalizme içkindir. ancak kapitalizmi geliştirir, nefes almasını sağlar. onu sonlandıracak olan ücretli emekçilikten çıkma mücadelesidir. bu da sosyalist iktidarla değil, bugünden komünalistleşmeyle mümkündür.
Bence doğru bir noktaya parmak basmış. Ancak eğitim zorunlu olmasın aman.