Devrimci İşçi Partisi: Soma’nın, Yatağan’ın, cam işçisinin cumhurbaşkanı adayı yok! Demirtaş ancak işçi sınıfı lehine çalışacağı konusunda güvence verirse desteklenebilir!

Devrimci İşçi Partisi bildirisi

Soma’nın, Yatağan’ın, cam işçisinin cumhurbaşkanı adayı yok! Demirtaş ancak işçi sınıfı lehine çalışacağı konusunda güvence verirse desteklenebilir!

Birinci turu 10 Ağustos’ta yapılacak olan cumhurbaşkanı seçiminin adayları belli oldu. Tayyip Erdoğan ve Ekmeleddin İhsanoğlu aynı uluslararası sistemin, Türkiye burjuvazisinin göbekten bağlı olduğu emperyalizmin ve Ortadoğu düzeninin iki ayrı temsilcisi. Bunlardan ABD ve AB şirketlerine ve bankalarına, onların Türkiye’deki ortaklarına, Ortadoğu’nun petrol rantiyelerine hayır gelir. Ama işçi sınıfına gelmez! İşçi sınıfının çıkarları ve ihtiyaçları açısından çok değerli bir olanak vardı: partimizin 27 Haziran tarihli ve “Halkın cumhurbaşkanı adayını öneriyoruz! Adayımız Gezi’nin, Soma’nın, Kürt halkının ortak adayı!” başlıklı bildirisinde önerdiği gibi, HDP’nin milletvekillerinin hukuki bakımdan aday teklif etme kapasitesini geniş bir ittifakın kurulması yolunda kullanması halinde, Kürt halkının yanı sıra işçi sınıfının, Alevilerin, kadınların, gençlerin ve Gezi ile başlayan halk isyanına katılan herkesin ortak bir adayının çıkarılması, bu sayede CHP’nin solunda açılmış olan büyük boşluğun doldurulması, cumhurbaşkanı seçiminin hâkim sınıflara karşı bütün ezilenlerin birlikte mücadele ettiği bir arenaya dönüştürülmesi mümkündü.

Kendi Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı aday göstererek HDP bu fırsatı kaçırmıştır. Demirtaş uzun yıllardır Kürt halkının özgürlüğü için fedakârca bir mücadelenin içinden gelmiş, o halkın saygıdeğer bir lideridir. Ama bugün yalnızca Kürt hareketinin adayıdır. Kürt hareketinin 2000’li yıllardan itibaren işçi ve emekçilerin sorunları için mücadeleden büyük ölçüde uzaklaşması dolayısıyla işçi sınıfına, emekçilere, yoksullara güven vermesi mümkün değildir. Öyleyse, daha iki ay önce 301 evladını sonsuza kadar toprağın altına veren Soma’nın, onlarla aynı felakete uğramamak için özelleştirmeye karşı mücadele eden Yatağan’ın, şimdi “77 milyonun cumhurbaşkanı olacağım” diyen bir adayın başbakan sıfatıyla bir hafta önce grev hakkını gaspetmiş olduğu 5800 cam işçisinin ve onlar gibi milyonlarca ve milyonlarca işçi, emekçi, emekli, işsiz ve yoksul köylünün adayı yoktur! Bu durum hepimizin sorumluluğudur. Bu durumu düzeltmek zorundayız. İşçi sınıfının siyasete damgasını vurması için uygun araçları yaratmak zorundayız. İşçi sınıfının yumruğunu masaya vurması için koşulları hazırlamak zorundayız.

Cumhurbaşkanı seçiminin yöntemleri son derecede anti-demokratiktir!

Elbette işçi sınıfının kendi ihtiyaçları doğrultusunda destekleyebileceği bir adayı olmamasının bir nedeni, bu seçimlerin son derecede anti-demokratik olmasıdır. Tayyip Erdoğan “bu seçimlerle vesayet bitiyor” diyor. O bile tartışmalı, ama tartışmalı olmayan başka bir şey var. Beyler bir araya geliyor, kendi içlerinden birini işçiye emekçiye seçtiriyor. Patronlar sınıfının işçiler üzerindeki hâkimiyeti bas bas “devam ediyorum” diye bağırıyor! Cumhurbaşkanının üniversite mezunu olması koşulunu başka nasıl anlamalıyız? “Gerontokrasi” diye bilinen yaşlıların gençler üzerindeki sultası devam ediyor. 40 yaş kuralını başka nasıl anlamalıyız? Bunlar 2007’de anayasayı değiştirirken AKP’nin 12 Eylül cuntasının anayasasından aynen aldığı anti-demokratik koşullar.

Bunlara bir de halkın seçeceği iddia edilen cumhurbaşkanına halkın aday gösterememesinin gülünçlüğünü ekleyebiliriz! AKP, 2007’de kuralları koyarken, tarihte ender görülen derecede anti-demokratik bir aday belirleme yöntemi bulmuştur. Mecliste gücü olmayan aday gösteremiyor! Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçildiği ülkelerde bu kadar az adayın yarıştığı belki de hiç görülmemiştir. ABD’de, Fransa’da, Meksika’da veya Arjantin’de yarışa çok daha fazla sayıda aday giriyor. Nasıl olsa elinizde ikinci tur var. İkinci turda nasıl olsa sadece iki aday yarışacak. O zaman telaşınız ne? Neden çeşitli siyasi akımları cumhurbaşkanlığı yarışından dışlamaya çalışıyorsunuz? Bu, şimdi müebbet hapse mahkûm olmuş olan Kenan Evren’in parlamento seçimlerine getirdiği yüzde 10 barajı ile aynı mantığın ürünüdür. Amaç işçi sınıfını, emekçileri, yoksulları temsil edebilecek adayları dışlamak, seslerini halka duyurmalarını engellemektir. Şimdi başarıya kavuştular. Belki bir süre daha başarılı olacaklar. Ama bir gün gelecek, işçi sınıfının adayı ya da adayları karşılarına bir heyûla gibi dikilecek. Kimsenin kuşkusu olmasın!

İşçi sınıfının kurtuluşu cumhurbaşkanlığı seçiminde değildir!

İşçi sınıfı, kendi kurtuluşunun seçimlerle, Çankaya’ya cumhurbaşkanı seçtirerek, parlamentoda güç kazanarak olmayacağını bilmelidir. Onun kurtuluşu ve onun etrafında toplumun büyük çoğunluğunun kurtuluşu büyük eylemlerle, genel grevlerle, meydanlarda sokaklarda, sanayi sitelerinde, işçi mahallelerinde işçilerin emekçilerin ayaklarıyla oy kullanmasıyla, kendilerine ait sınıf organları oluşturmasıyla olacaktır. Yine de işçi sınıfı seçimlere sırtını dönmemeli, koşullar uygun olduğu ölçüde bu mücadele alanını da sınıf mücadelesinin bir aracı haline getirmelidir. Peki, bugün içine girdiğimiz bu cumhurbaşkanı seçiminde seçimi böyle bir araç olarak kullanmak mümkün müdür?

Ortada üç aday var. Tayyip Erdoğan, Soma katliamının ve cam grevinin hepimize çıplak biçimde gösterdiği gibi işçi düşmanıdır. O emekçiyi ve yoksulu düşkün görmek, ona sadaka vermek, desteğini öyle almak ister. Hakkını teslim etmek bir yana, yağmalar. İşçi sınıfına “ayaklar” olarak bakar, kendine “baş”!

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun işçi sınıfına verecek hiçbir şeyi olamaz. O emperyalist hâkimiyet altındaki kapitalist dünya sisteminin bir bürokratıdır. Ortadoğu kralları, şeyhleri, diktatörleriyle hayat boyu gayet güzel geçinmiş biridir. Düzenin has adamıdır.

Geriye HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş kalıyor. Demirtaş elbette öteki ikisinden farklı olarak bu düzenle çatışmış bir siyasi hareketin, bu düzenin ezdiği bir halkın temsilcisidir. Ama Kürt hareketinin politikası onun gelecekte ne yapacağını belirsiz kılmaktadır. Öyleyse, işçi sınıfının çıkarları açısından bakıldığında Demirtaş’ın ancak bazı açık seçik taahhütler karşılığında desteklenmesi olanaklıdır.

Biz Devrimci İşçi Partisi olarak işçi sınıfımızı bu cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş’a oy kullanmaya çağırmak için aşağıdaki güvenceleri bekleriz:

1) Demirtaş, müzakere sürecinin hassasiyeti dolayısıyla, Kürt hareketinin Gezi ile başlayan halk isyanında ve 17 Aralık sürecinde Tayyip Erdoğan’a karşı ikircikli bir tutum belirlemiş olduğu göz önüne alındığında, kendisi ikinci tura yükselemediği takdirde Tayyip Erdoğan’a oy çağrısında bulunmayacağını daha birinci turdan önce kesin bir dille açıklamalıdır.

2) Demirtaş, seçim kampanyasında rakibi Erdoğan’ın hem şahsen, hem de bir bütün olarak hükümetin başı sıfatıyla, yolsuzluk ve hırsızlık şaibesi altında olduğunu, aleyhinde delil olarak kabul edilebilecek çok önemli belgeler ve bilgilerin basına sızmış olduğunu meydanlarda ve televizyonlarda açık biçimde hatırlatmalı, kendisi işçi sınıfının ve emekçilerin oylarıyla cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, Devlet Denetleme Kurulu’nu derhal harekete geçirerek, Erdoğan’ın bütünüyle hukuka aykırı yöntemlerle önünü tıkadığı yolsuzlukların soruşturulması sürecini başlatacağını şimdiden kesin bir dille açıklamalıdır.

3) Demirtaş, işçi sınıfının ve emekçilerin oylarıyla cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, önüne gelecek olan, özelleştirmeyi genişleten veya taşeronlaştırmaya ilişkin hüküm içeren herhangi bir yasayı onaylamayacağını, özelleştirmeye karşı ve daha önce özelleştirilmiş üretim araçlarının kamulaştırılması ve taşeronlaşmanın kesin biçimde yasaklanması doğrultusunda çalışacağını kesin bir dille açıklamalıdır.

4) Demirtaş, işçi sınıfının ve emekçilerin oylarıyla cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, cumhurbaşkanının bilgilenmesi bakımından hayati bir rol oynayabilecek bir kurum olan, ordu ve yargı dışında bütün kamu kurum ve kuruluşlarında ve işveren ve işçi örgütlerinde her türlü araştırmaya yetkili olduğu için halkın aydınlatılmasında ve suçluların teşhirinde büyük bir gücü olabilecek olan Devlet Denetleme Kurulu’na, üyelerinin yenilenme zamanı geldiğinde işçi sınıfının ve emekçi halkın örgütleri tarafından önerilecek adayları atayacağını kesin bir dille açıklamalıdır.

5) Demirtaş, işçi sınıfının ve emekçilerin oylarıyla cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, ilk birkaç ay içinde Devlet Denetleme Kurulu’na taşeron uygulamaları, işçi sağlığı ve iş güvenliği ve sendikalaşma hakkını kullanan işçilerin işten çıkartılmasına ilişkin etraflı bir araştırma yürütmesi için kapsamlı bir görev vereceğini kesin bir dille açıklamalıdır.

Devrimci İşçi Partisi, on yıllardır varlığı ve kültürü inkâr edilmiş, bunu kabul ettirmek için mücadeleye giriştiğinde ise imha edilmiş olan Kürt halkının özgürleşmesinin Türkiye işçi sınıfının çıkarına olduğu kanısındadır. Bu yüzden, Selahattin Demirtaş’ın seçilmesi bizim açımızdan kendi başına olumlu olacaktır. Ama Kürt hareketinin son yıllarda izlediği siyasi hat, bize işçi sınıfının çıkarları açısından güvenceler aramanın zorunlu olduğunu düşündürüyor.

Yukarıda ifade ettiğimiz açıklamaları yaptığı veya bu açıklamaların temsil ettiği ruhu ifade eden başka adımlar attığı takdirde, Devrimci İşçi Partisi Demirtaş’ın adaylığını destekleyecek, birinci turda ona oy verilmesi çağrısı yapacaktır.

İşçi sınıfının düşmanları yenilgiye uğratılmalıdır. Ama bunu yapabilmek için işçi sınıfının dostunun kendini ayırabilmesi gerekir.

Devrimci İşçi Partisi

6 Temmuz 2014

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

11 Comments

  1. zavallıca bir açıklama. bu adamlar teoride troçkistler, pratikte ve icraatta stalinist ve devletçiler. gün zileli sever böyle devletçi komünistleri.

  2. neden zavallıca olduğunu da açıklasaydın bari…

  3. Bilinen retoriği taşıması ve yazıda “gerçeklik dışı” yanlar var elbette… Ama “hayali” de olsa Demirtaş’tan beklenilen 5 maddeye kimin neden itirazı olsun ki…
    Bu 5 madde gerçekten “özgürlükçü”, azıcık “sosyal adalatçi” dünya görüşü taşıyan, “dürüst” her ploitikacının “evet” diyeceği şeylerdir… Ama HDP’nin konumu en azından şu sıralar böyle açık ve dürüst bir siyaset için uygun değil görünüyor!

  4. bu türk sosyalistlerinin kürtlere akıl veren kibri beni öldürecek. alışmışlar yüz senelik tozlu sovyetik dile, leninist zırvalara, boş beleş sallıyorlar hdp’ye. bugün hangi sosyalist partide hdp’deki kadar devrimci emekçi var? beş kişilik marjinal entel kulübüsünüz, bedel ödeyenlere oturduğunuz yerden akıl veriyorsunuz. selahattin demirtaş daha ne yapsın? yaşasın troçki veya yaşasın stalin diye mi bağırsın adam sizi tatmin etmek için? yaşasın marksizm leninizmin yüce ideolojisi diye mi bağırsın?
    tkp’li stalinistler, dip’li troçkistler ve gün zileli gibi anarşistler bugün hdp’ye karşıtlıkta birleşiyorlar. kendi halklarına ve coğrafyalarına yabancılaşmışlar. batı zihniyeti.

  5. “bu türk sosyalistlerinin kürtlere akıl veren kibri beni öldürecek… beş kişilik marjinal entel kulübüsünüz, bedel ödeyenlere oturduğunuz yerden akıl veriyorsunuz…”

    Türk sosyalistlerini, bu ülkedeki sosyalist düşünceyi savunan insanları kuşatma, yıldırma, boğma taktiklerinin öğretilmiş iki klişesi bu (yeri geldikçe diğerlerini de konuşuruz.)

    1. “Kürtlere akıl veren kibir…”
    Kimse, kimseye akıl vermiyor. Diyalektik, materyalist tarihin 200 yıllık deneyimi ve bunun üzerinde yükselen dünya görüşü temelinde analizler yapılıyor; “nasıl olursa emekçi halklar için daha iyi olur” ilkesi temelinde siyaset konuşuluyor.
    Soyutlama yeteneği insanda 8-9 yaşından sonra gelişen bir özellik! Bu doğal yeteneği inkar ederek olayı kişiselleştirme çabaları, bu yolda analiz yapan insanları tek kişi gibi algılama ve algılatma çabası en başında bir “taktiğin” ürünü. Bu insanların standart saldırı biçimi. Yinelemeli, “akıl verilmiyor”, yazılarak düşünülüyor… Sınıf temelli dünya görüşünün milliyetçi dünya görüşü ile çelişkileri ele alınıyor… Türk ve Kürt milliyetçiliğinin ve her tür milliyetçi yolculukların sonu hep cehennemde bitmiştir; yanlarında masum insanları da sürükleyerek… Bu milliyetçiler “akl-ı selim” insanları da kendi cehennemine sürüklemeyecek olsa zaten bu konulara hiç girmeyeceğiz!

    2. “beş kişi, marjinal ve entel..”
    Sayınız az! Haksızsınız! Öyle mi! Hangi sosyalist şimdiye kadar sayısal azlık üzerine bir mantık kurdu? Sizin oy’unuz bakın % 7… Demek ki % 93 için önemsizsiniz… Dedi mi?
    Yüzde 99’u Müslüman… O zaman kalan % 1 i mahvedelim; Cuma’ya gitmeyenleri sopalayalım, Oruç tutmayanları linç edeli… Az’lar ya!
    Marjinal… Evet Milliyetçiler marjinal değil!
    O zaman “ne mutlu XXXX milliyetçiliğe!” Çoklar ya! Mutlu olsunlar!
    Kendi burjuvaları tarafından sömürülmek, madenlerde, iş kazalarında öldürülmek, işbirlikçi burjuvalarının taşeronluğunda bölgesel savaşlarda katledilmek isteyenlere ne mutlu! Bir ömür boyu asgari ücretle yaşayanlara ne mutlu!
    *
    Gelelim Entel’e… Bir aşağılama amacı ile kurulan cümlelerde bu sözcüğün yer alışı ilk ne zaman kurulmaya başlandı? Özal’dan sonra mı? Ya da büyük düşünür Kenan Evren’in “ben ne yapayım böyle Aydın’ı” demesinden sonra mı… K. Evren’in aşağıladığı Aydın ile bu “kafanın” aşağıladığı “Entel’in” aynı kişi olduğunu biliyoruz. (Züppe, keçi sakallı, düşünceli tavrı ile bir özenti entelektüel gerçekliğine Entel demek ile analitik düşünen gelişmiş insan aklını aşağılamadan söz etmiyoruz…) Bu kafa için kuşkusuz Marks-Engels de Entel’di… Milliyetçi eğilimleri, ruh halini, tutkuyu eleştiren herkes entel’dir zaten…

    Aşağıda “bağlantısı” verilen yazıdan bir alıntı ekliyorum… Ve M. De Unamuno’da elbette bir ENTEL’dir bu zihniyet için; O Faşist general gibi haykırıyorlar; “kahrolsun zeka, kahrolsun akıl!”… Entel deyince “yiyeceğimizi” sanıyorlar…
    ***

    “Franco yanlılarının etki alanı içinde yer alan ve Miguel de Unamuno’nun rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’nin büyük amfisinde 12 Ekim 1936’da rektörün izni olmaksızın bir ‘Irk Şenliği’ düzenlenmiştir. …kürsüye çıkan Francocu General Millan-Astray, Cumhuriyetin ilanı ile “İspanya’nın maruz kaldığı büyük iç ve dış tehlikeleri” sayıp döken ve faşizmi öven bir konuşma yapar ve konuşmasını, coşturulmuş kalabalık tarafından sık sık tekrarlanan “Viva la muerta! – Yaşasın ölüm!” nidaları ile bitirir.
    …Miguel de Unamuno… söz almaksızın, generalin ardından kürsüye çıkar, oluşan bir ölüm sessizliği içinde ve “işgalciler”in şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:

    “Şimdi benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum. Beni tanıyorsunuz, beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de öğrenmek istemiyorum suskun ve sessiz kalmayı. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir….
    Basklara ve Katalanlara ilişkin iftira ve aşağılamalar yığını içinde kişiliğime yönelik olanları bir yana koyalım… Marazi ve anlamdan yoksun bir çığlık dinledim: ‘Yaşasın ölüm!’ Ben ki, ömrümü, anlamını kavrayamayanların tüylerini diken diken eden paradoksları hâle yola koyup aşmaya çalışmakla geçirdim, uzman kimliğimle, bu barbar paradoksun benim için tiksindirici olduğunu söylemeliyim,” der…

    General Millan-Astray’in, oturduğu yerden, “Kahrolsun zekâ, Kahrolsun akıl!” nidaları ile sık sık kestiği ve coşturulmuş amfiye yuhalattığı bu konuşmasının ardından, Miguel de Unamuno kürsüden inerken faşist militanlar namlularını ona doğrultmuş… Namlular ve şaşkınlık homurtuları arasında kürsüden indirilen Unamuno, amfiden de yuhalamalarla çıkar, evinde göz hapsine alınır ve 31 Aralık 1936’da “ölür”… [6]

    http://rojevakurdistan.org/kueltuer-sanat/13928-bir-aydin-l-k-hali-fikret-baskaya

  6. …Edward Said’…”Düzenin adamları belli çıkarları gözetirler, oysa entellektüeller, ŞOVENİST MİLLİYETÇİLİĞİ, şirketleşmiş düşünce müsveddelerini ve SINIFSAL, IRKSAL VE CİNSEL İMTİYAZLARI SORGULAYAN KİŞİLER olmalıdırlar,”
    Yalnızca entellektüeller değil…. Irk ve din’den bağımsız yalnızca “insan” olabilmeyi-kalabilmeyi becerebilenler de sorgulamak zorundadır..
    … (Kürt halkı ister ayrı devlet olsun ister federe… nasıl istiyorsa öyle olsun! Ana dilde eğitim hakkı kutsaldır… Bu “talepler” milliyetçiliğe değil, insan’a ait temel haklardır..) Kürt Milliyetçileri bu konuları MHP milliyetçileriyle tartışsınlar; yanlış yerlerde, yanlış insanlara yazıyorlar… Milliyetçiler kendi aralarında anlaşsınlar! Bizim ikisi ile de ilgimiz yok .. ve sayımız da çok az! MHP’liler daha çok..
    Neden biz anti-milliyetçi sosyalistlerle uğraşıyorsunuz ki?

  7. Laci takımları ve kolej yüzlü temiz imajı ile kendine dikte ettirilenlerin dışında derinlemesine siyasi bir bilinçten uzak olduğunu düşünüyorum Demirtaş’ın. Bırakın CP ığını,Ve ayrıca, sol oyların kürt milliyetçilerinin milliyetçilerinin tasarrufuna geçmesi geçmesi içini kurrulmadı mı HDP?

  8. 5 madde sol açıdan makul değil mi? Sinirli ve suçlayıcı ifadeler neden?

  9. DIPin bildirisi sacma bir burjuva tarz. Garip bir itttfak anlayisiyla hedef belirliyor. Demirtas ilk tur icin mantikli. Buralar tamam.

    Amma velakin su anonim 3un yazdiklarina O. Gursel’e katki baabinda bir seyler soylenmeli. Oncelikle benim kime akil verecegime sen karisamazsin. Bedelin allahini odemislere de akil verilir. Odememislere de. Bedel odeyince deha haline gelmiyorsun. Senin gibilerse akla daha da muhtac hale geliyor. Insanciklar sizi.

    Ikincisi ise bunu soyleyecek kisinin, kendi mantigi geregi mesela benden daha fazla “bedel” odemis olmasi gerek. Eger oyle degilse, baskalarinin odedigi bedelin ustune konan bedavaci yalakalardan biri olur. Onlar adina konusan, “abi abi bak ne dedim” cinsi birileri. Hasbam sanki Kandil’den Gun Zileli’nin sitesine girmis. Yancilar sizi…

    Ve ucuncusu, su igrenc koylu/kucuk burjuva tarzdan kurtulun be yahu. Tukkanci misiniz nesiniz? “Bedel odedim, bana akil ogretemezsin.” Ya da “Tiridine bandim. Bedava mi sandin para virip aldim” Bu ikisi ayni cumle. Bu kafadan kurtulun. Yoksa biz sizi kurtarmayi biliriz. Kaz kafali esnaf tayfasi sizi.

  10. Devrimci İşçi Partisinin bildirisi gayet yerdinde ve tutarlı. Kürt Ulusal Hareketi her türden eleştiriyi ‘bedel’ lafzı ile buharlaştıracağını sanıyorsa büyük bir yanılgı içinde olduklarını söyleyelim. Bedelse Türkiye Devrimci Hareketi 90 yıldır bedel ödüyor..

  11. Ancak bir burjuva politikacisi kadar tutarli. Proleter partiler ya da hareketler birbirinden tamamen ters anlama gelecek iki davranisi (Demirtas’a oy vererek Tayyip’in ilk turda kazanamamasini saglamak ya da ilk turu boykot edip Tayyip’e ilk turu altin tepside sunmak / Secimleri onemsemek ya da obemsememek) sarta baglayamazlar. DIP burada HDPye merkez ya da SD parti muamelesi cekip Trocki’nin birlesik cephe taktigini uygulamaya kalkiyor ama o taktigin ozunu anlamadan. O taktigin ozu muarizlar savassa da savasmasa da savasmaktir. Dolayisiyla “SPD savasmayi kabul etmedi, hadi biz de savasmayalim bari” gibi bir taktik proleter taktik degildir. Bu bariz burjuva tarz. Anlasilmadiysa gayet acabilirim. Ne prolerterdir ne burjuvadir diye…

    Bedeller konusuna gelince, 40 bin olu, 17 bin faili mechul, milyonlarca travmali insandan bahsediyoruz. Bedel odediler, lami cimi yok. Ama bu akil verilemez anlamina gelmez.

Comments are closed.