Cumhuriyet Yasaları Uygulamada!
28 Şubat sürecinde İşçi Partisi’nin (İP) sık sık tekrarladığı bir slogan vardı: “Cumhuriyet yasaları uygulansın”. Şu tarihin cilvesine bakın ki, bugün cumhuriyet yasaları AKP tarafından uygulanmaktadır. Hem de bu yasaların uygulanmasını isteyenlere ve eskiden olduğu gibi, bugün de Kürtlere karşı. Gerçi bugün, Şeyh Sait’leri, İskilipli Atıf Hoca’ları, Seyit Rıza’ları ipe yollayan İstiklal Mahkemeleri, Kılıç Ali gibi cellatlar ve Avrupa standartlarının zoruyla ölüm cezaları yok ama, aynı yasaları bugünün koşullarında uygulayan, tutukluluğu ceza haline getiren Özel Yetkili Mahkemeler var. Ha Kılıç Ali, ha Ali Kılıç. Kılıç adaletsiz cezanın değişmez sembolüdür.
Adaletsizlik insan vicdanını yaralar. Örneğin, Kılıç ali adlı celladın, İskilipli Atıf Hocayı, kıyafet kanununa karşı çıktığı için önce üç ay cezaya çarptırıp, sonra da, herhalde yüksek makamlardan gelen bir emirle ipe göndermesi ve şahitlerin, adamcağız asıldıktan sonra dinlenmesi garabetini yeni öğrendim. Bu uygulamayı İslamcı kesim dile getirdi de öğrenmiş olduk. Belki yıllardır dile getiriyorlardı da seslerini duyuramıyorlardı. Çok genç yaşlarımda, hiçbir şey bilmeden Atatürk devrini kutsamış olmaktan utanç duyuyorum.
Adaletsizliğin insan vicdanını yaraladığı doğru olmakla birlikte, siyasi mücadelenin ne yazık ki vicdan kaldırmadığını da zaman içinde öğrendim. Zaman değişir, zalimler mazlum, mazlumlar zalim haline gelir ve bir zamanların mazlumları aynı vicdansızlıkla cumhuriyet yasalarını bu sefer kendi siyasi rakiplerine karşı uygularlar. Hayat en büyük eğitici. Bunu da son dört yılda olup bitenler öğretti bana.
Şimdi ılımlı İslamcılar cumhuriyeti ve dolayısıyla yasalarını ele geçirmiş bulunuyorlar ve geçmişte kendilerine baskı uygulamış rakiplerini aynı yasalarla bir güzel eziyorlar.
“Savcılar, Troçkist-Buharinist-Terörist Ergenekon Örgütü Hakkında Kesin Delillere Sahip” yazımda belirttiğim gibi, önce “Ergenekon” adlı hayali bir örgüt yarattılar ve kendilerine karşı muhalefet eden herkesi bu örgütün içine doldurmaya başladılar.
Alalım Doğu Perinçek’i. Yirmi yıl boyunca aynı örgütte mücadele ettik. Bu yirmi yılın yaklaşık on yılında bir örgüt içi muhaliftim. Kendisiyle çok sert tartışmalarım da oldu. Perinçek’in Stalinist ve Nasyonal Sosyalist fikirlerini en çok eleştiren biriyim ve partisinin 1990’ların ortalarından itibaren nasyonal sosyalist bir çizgi izlemeye başladığını 1998 yılında Birikim dergisine yolladığım, yayımlanmamış bir yazıda ilk açıklayan benim. Doğu Perinçek’in askeri darbe taraftarı olduğu da bilinmektedir ve zaten kendisi de bunu çeşitli biçimlerde açıklamıştır.
Bununla birlikte, Doğu Perinçek’in “Ergenekon” türü bir silahlı çete örgütlenmesine giriştiğine hiç kimse inandıramaz beni. Perinçek, her ne kadar, hep birlikte bir toplumsal devrimi savunduğumuz dönemde bir silahlı halk devriminin taraftarı olmuşsa da, bu örgüt içinde, silahlı maceralara karşı en uyanık kişilerden biriydi. Daha sonraki dönemde, partiyi legalizme sürükleyen ve halk devrimine değil, egemen kesimlerden birine güvenerek iktidara gelmenin yollarını arayıp devrimcilikten uzaklaşan da odur. Kısacası, ister devrimi savunduğu dönemde olsun, ister daha sonraki legalist ve işbirlikçi döneminde olsun, hiçbir zaman fiili silahlı kalkışmalara ve örgütlenmelere girişmemiş, bundan uzak durmuştur. Perinçek’in askeri darbe yanlısı olması, silahlı bir örgütlenmeye bilfiil girişeceği anlamına gelmez. Ve zaten bugüne kadar bu yönde herhangi bir delil de bulunamamıştır.
Bir noktayı daha belirteyim. Solda, sol içi şiddet, hatta örgüt içi şiddet yönünde güçlü eğilimler olmasına rağmen, ne benim içinde olduğum yirmi yıl içinde, ne de daha sonra, Doğu Perinçek’in tek bir örgüt içi cinayeti söz konusudur. Havariler’de sözünü ettiğim iki kuşkulu olay vardır ki, bunlarda da en ufak bir delil ortaya çıkmamıştır. Biri, yazdığı bir şiirden dolayı hakkında aranma kararı olan ve o zamanki TİKP’nin temin ettiği bir evde saklanan şair Gazi Bozarslan’ın ölümü olayıdır. Gani Bozarslan’ın cesedi Üsküdar açıklarında, denizde bulunmuştur. Babası Mehmet Emin Bozarslan, oğlunun örgüt tarafından öldürülmüş olabileceğini ima eden açıklamalar yapmıştır ama bu konuda hiçbir somut kanıt ileri sürülememiş ve olayın intihar olduğu sonucuna varılmıştır. Diğer olay, Almanya’dan parti tarafından getirtilen ve partinin illegal kesiminde görevlendirilen Mustafa Tutkun’un kaybolması olayıdır. Mustafa Tutkun o günden bugüne kayıptır, kendisinden en ufak bir haber alınamamıştır. Mustafa Tutkun’un örgüt tarafından ortadan kaldırılmış olabileceğine dair bir kuşku olsa bile, bunu kanıtlayacak hiçbir delil yoktur ortada.
Bu iki olay bir yana, Doğu Perinçek’in başkanlığını yaptığı örgütün hiçbir zaman böyle bir yönelimi olmamıştır. Tüm Stalinist ve nasyonal sosyalist yönelimlerine rağmen. Bu da net bir şekilde saptanmalıdır.
Doğu Perinçek dört yıldır tutuklu. Peki nedir onun “Ergenekon” adlı bir silahlı komplo örgütü kurduğuna ilişkin deliller? İddianameyi çok ayrıntılı incelemedim ama Doğu Perinçek’in ideolojik yönelimlerinin dışında pek bir şey yok ortada.
Veli Küçük’le ortaklığı mı? Evet, Susurluk faili meçhulcülerinden biri olan Veli Küçük’le Doğu Perinçek’in, Kıbrıs’a bakışta, Ermeni katliamının gerçekliğini inkâr etmede aşırı reaksiyoner ortak bir tutumu paylaştıkları bir gerçek. Ama bu sadece ideolojik bir yakınlıktır ve elbette Doğu Perinçek’in bu yönelimi dolayısıyla esaslı bir şekilde eleştirilmesi gerekmektedir. Buna rağmen, ideolojik yakınlık içinde olan bu iki şahsın bir masanın başına oturup silahlı bir örgüt kurmaya karar verdiklerine ilişkin hiçbir somut veri yok ortada.
Bu, savcıların eski yöntemidir. Bu tür davalarda ben de yargılandım 12 Mart döneminde. Savcı Baki Tuğ, öğretmenlerin kendi aralarındaki romantik-devrimci mektuplaşmalarından bir örgüt imal etmeyi becermişti. “Örgütümün” yöneticilerinden Fakir Baykurt’la, Oya Baydar’la vb. hayatımda ilk kez duruşmalarda yüz yüze gelmiştim. Yani anlayacağınız, “örgütümüz”ün kurucusu bizzat Baki Tuğ’du. Beni de iki öğretmenin mektuplaşmasında adım geçtiği için katmıştı örgüte. Bugünkü “Ergenekon” da aynı şekilde savcıların ve polisin yaratımıdır.
Yalçın Küçük’ün de üzerinde biraz durmak istiyorum. Yalçın Küçük’ün dışardayken katıldığı bir televizyon programını izledim. Küçük’ün bu tür programlarını mizah ihtiyacımı gidermek için izliyordum o zamanlar. Beni çok güldürüyordu. Çok da sevimliydi üstelik. Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar’ın sorular sorduğu bu programda Yalçın Küçük, açık açık, “Biz Türk sosyalistleri orducuyuzdur” dedi. Şimdi, bu fikre ne kadar karşı olursam olayım, bir kere bu fikri netliği ve dürüstlüğü sadece saygıyla karşılamak düşer bana. Yalçın Küçük’le oturur saatlerce tartışırım ama onu bu fikrinden dolayı suçlamak ve yargılanmasını istemek aklımın köşesinden geçmez. Daha açıkçasını söyleyeyim. Fikri planda darbe savunucusu olmak suç değildir. Ceza kanununda da darbe savunuculuğu yapılamaz diye bir suç yoktur, bildiğim kadarıyla. Olsa bile bu sadece yasanın kusurudur. Nasıl ki, bir insan birisini öldüreceğini söylediği için katil sayılamazsa, birisi de darbe yapılması gerekir dediği için darbe yapmış sayılamaz.
Keza Mustafa Balbay için de aynı şey söz konusu. Balbay darbe günlükleri tutmuş, emekli generallerle darbe planları yapmış. Bunu ne kadar yapmış bilmiyorum ama bu kadarıyla bu da suç değildir. Yani cinayet planı yapan bir insana karşı alınacak tek tedbir, cinayetin hedefi olan insanı korumak ve cinayet işleyeceğini söyleyen insanı kontrol altında tutmaktır, üstünde silah falan taşıyorsa o silahlardan arındırmaktır. Ama cinayeti işlemeye fiilen kalkışmadığı sürece bundan başka bir şey yapamazsınız. Medyamız ve bilumum intikamcımız, Norveç hukukunun, Norveç’te yetmiş genci öldüren Anders Behring Breivik’in psikolojik olarak cezai yargılamadan masun olabileceği yönündeki yönelimine veryansın edeceğine, bu insani ve hukuki yaklaşımdan bir şeyler öğrenseler iyi ederler.
Esas Susurlukçular, Mehmet Ağar’lar, Mehmet Eymür’ler, Korkut Eken’ler, Tansu Çiller’ler dışarda normal hayatlarını sürdürürken bu insanların hapislerde süründürülmesi gerçekten büyük bir hukuksuzluktur.
Bugünün sloganı, “cumhuriyet yasaları uygulansın” değil, “insan haklarına uygun hukuk uygulansın” olmalıdır.
İşte o zaman Kılıç Ali’lerin korkunç hayaleti, Taksim Meydanı’nda yıllar yılı kıçımıza batar gibi yükselen (ve neyse ki bir hayır sahibi tarafından kaldırılan) süngü silinir gider, yerine adaletin terazisi gelir.
Gün Zileli
3 Aralık 2011
Mehmet Ali değil, Mehmet Emin Bozarslan olmalı ismi,
Çok güzel bir yazı olmuş… Özellikle “Ceza kanununda da darbe savunuculuğu yapılamaz diye bir suç yoktur, bildiğim kadarıyla. Olsa bile bu sadece yasanın kusurudur.” kısmı cuk oturmuş. Bu “de facto” suçun yanı sıra bizlere hayatı zindan eden diğer bir “de facto” suç ise “hükümeti yıpratacak faaliyetler yürütme” suçudur. Ceza kanununda böyle bir suç var mıdır bilinmez (ki var olsa da abestir; zaten herhangi bir iktidarı yıpratmak, hatta yıkmak demokrasi için yaşamsal bir ihtiyaçtır) ama AKP iktidarı (ve onun şakşakçı entelektüelleri) bugün en ufak bir toplumsal muhalefet belirtisini dahi bu de facto suça dayanarak mahkum edebiliyorlar (örn.: Polis ve Murat Belge tipi entelektüeller, Hopa halkını ve sosyalistleri bu “suça” dayanarak mahkum etmişlerdi). Bu “suç” da sizin yazınızda bahsettiğiniz “suç” kadar paranoyakçadır, AKP’nin otoriter rejimin taşlarını döşemede kullandığı diğer bir önemli aparatıdır.
Örneğin, Kılıç ali adlı celladın, İskilipli Atıf Hocayı, kıyafet kanununa karşı çıktığı için önce üç ay cezaya çarptırıp, sonra da, herhalde yüksek makamlardan gelen bir emirle ipe göndermesi ve şahitlerin, adamcağız asıldıktan sonra dinlenmesi garabetini yeni öğrendim. Bu uygulamayı İslamcı kesim dile getirdi de öğrenmiş olduk. Belki yıllardır dile getiriyorlardı da seslerini duyuramıyorlardı. Çok genç yaşlarımda, hiçbir şey bilmeden Atatürk devrini kutsamış olmaktan utanç duyuyorum.
Darbe planlamak suçtur. Dünyanin her ülkesinde. Hâlâ bu saatte generalleri kurtarmak için bin takla atip kendilerine sosyalist diyen Kemalist bozuntularindan utanç duyuyorum.Bu yolda devam edin, solcularin gerçek yüzü daha iyi anlasilmakta böylece.
son dönemde sık sık karşılaştığımız “akp iktidara oturdukça kemalist oldu” tahlilinin bariz bir örneği var bu yazıda. akp iktidara yerleştikçe statükocu bir hal aldı, fakat asla kemalist olmadı ve özellikle işçi partisi’nin kastettiği biçimde bir kemalist çizgiye yerleşmedi. bu çok düz, oldukça yanlış ve kökten kestirmeci “yok birbirlerinden farkları” türü bir yanlışın ürünü. kendi statükosunu yaratıp uygulamadaki cevvalliğiyle kemalist çizgi ve akp arasında “yok birbirlerinden farkları” tahlili yapabilirsin. fakat ideolojik olarak bunu asla yapamazsın. kemalistler de alevi katliamı yapmıştır yavuz sultan selim de, aralarında fark yok diyebilir misin?
bu iki kesim arasındaki farkı dersim tartışmalarında da göremiyorsanız daha ne diyeyim ben size? akp cumhuriyet’in temellerinin sorgulanmasının bir yolu olarak chp’nin en yumuşak karnına esaslı bir yumruk attı, hala kıvranıyorlar. esas amaç ise, dersim’le başlayıp istiklal mahkemelerine, şapka devrimine, gerici isyanlara vb. uzanmak ve kemalist devrim’in osmanlı mirasına indirdiği güçlü darbeye güçlü bir darbe vurmaktır. bülent arınç başladı bile. burası açık.
bu site ilk kurulduğunda hala ergenekon’a şüpheyle yaklaşanlar varken, solda ve burada pek çok kişi (Gün Zileli de ergenekon’a “ama” diyordu) ergenekon’un asla ama asla generallere falan uzanmayacağını, bu işin çok uzamayacağını, işçi partisi gibi militan unsurlara ceza kesilip devam edileceğini, esasen tsk ve akp’nin uzlaşı içinde olduğunu falan söylüyordu. geçen zaman gösterdi ki (özellikle balyoz’la beraber) bu meselenin esas amacı askeri cezalandırmak ve dizginlemek, akabinde cumhuriyet’le hesaplaşmanın fikri hegemonyasını inşa etmekti. şimdi bu aşamadayız.
biz hala lafımızın kıçını başını güncel tartışmalarda “bizi kurtaracak” biçimde dizayn etmeye bakalım. bari kendileri tutuklu ama fikirleri iktidarda deseydiniz, tam olurdu. ucuz, üzerinde düşünülmemiş, güncel politik manevralardan başka bir şey değil bu yazı.
gün bey iyi günler,
önceki yazınızın yorum kısmına aşağıdaki sorumu yazmıştım. belki orada dikkatinizi çekmemiştir diye bir de buraya yazayım dedim.
türkiye de 70 ve 80 döneminde cerayan eden iç karışıklıkların belli istihbarat servislerinin denetiminde meydana geldiğine dair iddialar var. o kuşağın bir mensubu olarak bu görüşler için ne diyorsunuz. iddia sahiplerinin sıklakla başvurdukları argümanların başında seksen darbesiyle çatışmaların bir anda kesilmesi – ki, bu tespitlerinde oldukça haklılar- veya karşıt akımların üzerinden çıkan teçhizatın aynı ülkelerin malı olması geliyor. bir de gerçekleştirilen bireysel eylemlerde öldürülen insanların ilginç kimlikleri geliyor. tekrar iyi günler diliyorum.
selamlar, yazılarının bütününde doğru ile yanlış o kadar içiçe giriyor ki içimden yorum yapmak gelse de kendimi engellemek zorunda kalıyorum. akp isimli tuhaf koalisyonun, kemalistlerle aslında aynı kafada olduğunu, cumhuriyet kanunlarını uygulamakta olduklarını teşhis ederken bunlara katılmamak mümkün değil. ancak iş somut örneklere ve argümanlara geldiğinde yazı bambaşka bir hal alıyor.
birincisi, adının hiçbir önemi yok ancak ergenekon diye anılan örgütlenmenin var olduğunu ben biliyorum. 1998’den başlayarak üstelik. bunların şahsen mağduru olduğum için biliyorum. arslan bulut’un başını çektiği kızıl elma koalisyonundan başlayarak, kemal kerinçsizlerle, veli küçüklerle, yekta güngör özdenlerle yanyana kampanya yürüten perinçek efendinin sadece ideolojik yakınlığı olduğunu söylersen atatürk kütüphanesine gidip 98 – 2007 arası gazete arşivlerini bir taramanı öneririm. yok sermaye medyasına güvenmiyorsan git agosçularla konuş. hrant dink’e karşı kerinçekler ve perinçsizler birlikte nasıl kampanyalar örgütlemiş onlar anlatır sana… sorun böyle bir örgütlenmenin olup olmaması değildir. ilgili ilgisiz bir sürü kişinin bu torbaya atılıp karıştırılması elbette devletin ve bugün devletin köşelerini tutmuş olan akp’nin terörünü çok iyi ifade eden bir gerçekliktir. buna kötü niyet taşımayan kimsenin itiraz edebileceğini de sanmıyorum. ancak her şeye rağmen esas sorun o da değildir. polis, savcılar ve hakimler önüne geleni ergenekon ya da kck torbasına tıkıştırmasalardı bu kurumlar meşru bir iş mi yapmış olacaklardı? haklı mı olacaklardı? tmk ve tck’nın ceza dağıtma ve her tür muhalefeti sindirme noktasındaki maddelerini dikkatli bir şekilde okuyan herkes bu maddelerden dolayı cezalandırılmak için hiçbir şiddet eylemine filan girişmenin gerekli olmadığını görecektir. bu yasları uygulamakla yükümlü olan devlet organları ve kişiler ergenekon davasında da kck davasında da hopa davasında da ve diğer davalarda yasalara uygun hareket ediyorlar. yasa neyi emrediyorsa onu yapıyorlar ve 2005’te yürürlüğe giren tcki cmk, cik tartışmalarına bakarsan şimdi içerde olan faşist tayfanın bu yasaları bile yetersiz gördüğünü, bu yasaların sertleşmesi için akp’yi zorlamaya yeltendiğini görürsün. çok az bir kısmında (uzun tutukluluk süreleri gibi) başarılı oldularsa da neyse ki o dönem başarısız oldular da şimdi konuştuğumuz tüm bu iğrençlikleri bile mumla arar hale gelmedik… baştan aşağı “teba”ya karşı terör uygulamak üzere örgütlenmiş olan devletin yasalarından ya da hukukundan hiçbir beklentim ya da adalet talebim yok. hukuksuz değiller, onların hukuku terör üstüne kurulu ve bu, devletin varlığına içsel bir durum. hiçbir şey yapamıyorsak foucault’nun “halkın adaleti” tartışmalarına göz atalım.
ikincisi doğu perinçek konusunda kendisini ve örgütünü çok iyi bilen biri olarak neden yaptığını anlamadığım bir şekilde yanıltıcı bir tavrın var. örgüt içi infazlar, genellikle örgüt içi muhalefetten dolayı gerçekleşmez, ajan şüphesiyle, genellikle de kapalı örgütün yarattığı paranoyadan dolayı gerçekleşir. doğu perinçek her dönem askeri darbeyi desteklemiş ve bunun için de orduyla ilişki arayışında bulunmuş bir adam değil midir? nihayetinde bir takım ilişkiler kurabildiği de bilinmemekte midir? bu durumda örgüte sızan ajanı ya da ajan olarak sızdığı zannedilen kişiyi infaz etmeleri de “gerekmeyecektir.” Kemalizmle ve kemalist devletle sorunu olmayan aydınlık çevresi devlete karşı elbette silah kuşanmaz ancak sola karşı öldürme ve işkence dahil şiddet eylemlerine girmiş midir? silahlı şiddete karşıysa bu konuda da pirupak bir harekettir herhalde? bu konuyu bir düşünüp belki hafızanı tazelemek istersin ne dersin? aydınlık’ta çarşaf çarşaf yayınlanan ihbarları ve bu ihbarlar neticesinde devletin katlettiği, işkence ettiği ya da yıllarca hapishanelerde tuttuğu devrimcileri de belki anmak istersin? belki de bütün bu olayları bir torbaya doldurup tüm sola paylaştırırsın. diğerlerinin ne yaptığını hepimiz biliyoruz. siteni takip eden insanlar da anlattıkların sayesinde biliyorlar. o konuda doğru bir iş yaptığından şüphem yok ama izin ver doğu perinçek çetesinin neler yaptığını da bilsinler. “türk solu” gibi bu ülkenin gördüğü en iğrenç ırkçı faşist çevresini hepimizin başına musallat eden perinçekgiller konusunda “aman yiğidi öldür hakkını ver” tavrını sen çok ahlaki buluyor olabilirsin ama hakkını verirken hakkını gerçekten ver. gerçeklerin bir kısmını söyleyip büyük bir kısmını es geçmek yalan söylemenin en kötü biçimidir. darbe destekçileri değil (onlar koca gazetelerde köşe sahibi insanlar) bizzat bütün stratejisini darbe tezgahlamak üzerine kuran bir hareketin şiddet konusunda ne kadar ak kaşık olduğunu senden okumak doğrusu üzücü. hiçbir iğneleme olmadan, kelimenin gerçek anlamıyla üzüldüğümü bilmeni istiyorum.
İzmir’de binlerce kişi AKP’yi protesto etti
ANF
17:57 / 03 Aralık 2011
İzmir – KESK, DİSK, TMMOB ve TTB, AKP hükümetini ‘dikta’ yönetim şeklini protesto etti. Binlerce kişinin katıldığı yürüyüş kortejine, çevredekilerde alkışlarla destek sundu.
Basmana Fuar kapısında toplanan binlerce kişi, “Hukuksuzluğa-Baskılara-Tutuklamalara-Cezalara Teslim Olmayacağız” yazan pankart açarak, yürüyüşe geçti. Yürüyüşü sırasında sık sık, “Gün gelecek, devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”, “Yaşasın devrimci dayanışma” şeklinde slogan atan kitle, yol güzergâhındaki halk tarafından da alkışlarla desteklendi. CHP Genel Başkanı Gürsel Tekin, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu’nunda katıldığı yürüyüşte AKP hükümetinin politikaları protesto edildi.
Basmane Meydanı’ndan başlayan yürüyüş, Konak Büyükşehir Belediyesi önünde sona erdi.
Burada KESK, DİSK, TMMOB ve TTB adına ortak basın açıklamasını KESK MYK Üyesi Ali Kılıç yaptı.
Kılıç, AKP hükümetinin ‘ileri demokrasi’ adı altında yürüttüğü politikanın ‘yalan ve fiyasko’ olduğunu kaydederek, AKP için demokrasinin kıstasının AKP’li olmak olduğunu söyledi.
AKP hükümetinin ‘Hitler faşizmini’ örnek aldığını ifade eden Kılıç, “İlk kez Hitler faşizminde duyduğumuz ‘eş zamanlı operasyonlar’ büyük başarı olarak sunuluyor. AKP yargısı adalet dağıtmıyor, baskı ve korku salıyor” dedi.
Her alanda baskı ve tutuklama furyasının hüküm sürdüğüne dikkat çeken Kılıç, “Derelerine sahip çıkan Hopalılar, sendikacılar, AKP’li olmayan belediyeler, seçilmiş belediye başkanları ve milletvekilleri tutuklanıyor” şeklinde konuştu.
Türkiye’de ‘sıkıyönetim’ dönemlerinde bile bu kadar çok tutuklama yapılmadığını hatırlatan Kılıç, “Cezaevleri tıka basa dolu! Başbakan yeni okulların, hastanelerin, yolların yapılacağı ya da insanca yaşanacak ücret müjdesi değil, yeni cezaevi müjdesi veriyor. Artık yeter diyoruz! Bu gidişata son verilmelidir” diye konuştu.
Kılıç, taleplerini sıralayarak, “Özel yetkili mahkemeler ve Terörle Mücadele Yasası kaldırılmalıdır. Gözaltı operasyonları durdurulmalıdır. Hukuka aykırı tutuklananlar derhal serbest bırakılmalıdır” diyerek, bu taleplerin karşılanmaması halinde, emekten gelen güçlerini kullanarak eylemler koyacaklarını söyledi.
ANF NEWS AGENCY
Birçok cinayetinde suç ortakligi var, basta 1 Mayis 1977 olmak üzere 1980 öncesi ve sonrasi olaylar yargilanmaya baslandiginda kendisi de ifade verecek, gocunmasi ondan, suçlularin telasi içinde.
Gazeteci Altınok, TGRT’deki programında şöyle konuştu; “Mehmet Ağar sadece bir zamanlar valilik yapmış, emniyet müdürlüğü yapmış böyle bir bürokrat değil. Mehmet Ağar çok faza inisiyatif almış bir isim o süreçte. Dediğimiz gibi daha süreci sürüyor, yargılanması sürüyor, bu söylenilenlerin hepsi iddianameden ibaret. Ama iddianamelerin dışında bir şey var, benim kanaatlerim. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kanaatleri. Benim kanaatlerim o süreçte çok yoğun şekilde rol aldığı, hukukun dışına çıkarak inisiyatif aldığı yönündedir. Bu anlamda da pek çok şahitlik var. Örneğin Memduh Bayraktaroğlu, Tansu Çiller’e yakın isimlerden birisidir, danışmanlığını yaptı. Bir kitap yazdı, orada açık açık bu isimleri veriyor.
‘Sanırım anlaşılmıştır’
Altınok sözlerine şöyle devam etti; “Hatta geçtiğimiz günlerde Memduh Bey beni aradı. Şöyle söyledi; “Birkaç isim var… Bunlar kamuoyunun yakından tanıdığı isimler… Bunları bir odaya alsanız Türkiye’nin o dönemine dair bir tek nokta kalmayacak. Bunlar devlet arşivlerinde de var. Birbirleriyle hesaplaşacaklar. Ve bunların içerisinde sadece Mehmet Ağar, Tansu Çiller falan yok. Medyada bugün çok itibar ettiğimiz o fırınlara girip hamam böceği kovalayan isimler var ya, müthiş isimler… O isimler de var bu sürecin içinde. Ve bunlar bu medyadaki hesaplaşma süreci ortaya çıktıkça ‘korkuyoruz, ağzımızı açtık, çok başarılıyım ama işsizim’ diyen isimler var ya, bu isimlerin dahli var bunun içinde. Biz bunları konuşmaya başlayacağız… Sanırım anlaşılmıştır… Bu isimlerin hepsiyle hesaplaşmamız gerekecek. Çünkü bunlar başka maskelerle ortalıkta dolaştılar bugüne kadar. Dediğim gibi fırınları kovala, zavalla zabıtanın kafasına bone geçir falan Türk halkının kafasına ne çoraplar örmüşsünüz…”
İnsanlar, yaşadıkları ortamda şekillenirler. Türkiye’de aydınlamanın başlıca mekanları okullardı. Ve bunların başında da yatılı okullar, öğretnmen okulları geliyordu. Buralara giden insanların Kemalizmden etkilenmemiş olması mümkün gözükmüyor. Etkilenmemiş istisnalar var mı? Belki ama onlar da istisnadan öteye gitmez. İstisnalar ise, kaideyi bozmaz.
Her şey, doğar, gelişir ve değişir. Ve hatta zıddına dönüşür. Değişmeyen, tek şey varsa o da değişimdir. Bu durum, doğanın diyalektiğidir.
site takipçilerinin dikkatine sunuyorum bu gün yaşadığımız hukuksuzluklara asıl etimize kemiğimize değip canımızı yakan sorunlara ben anarşistim,devrimciyim özgürlükçüyüm diyen birinin önceliği olabilip doğru yanları olsa bile öncelik olabilip bu makaleyi hak eden savunulması gerekekip siyasi hayatımız ve gelecek beklentilerimizde hiç bir işlevi olamayacak perinçek,küçük,veli küçük giller ile darbecilikleri sabit esasen ortak özellikleri halk ve özgürlük düşmanı olanları bu seviyede savunmak için ne nedenin olabilir zileli?topu topu 100 kişiyi bulmayan darbeci ergenekoncuları gündemin en önüne alabilen nedir?senin gibi özgürlükleri savunduğu için 8 bini göz altına alınıp 5 bini tutuklananlar dikkatını çekmeyip bunlarmı anarşist zileli ve sitenin önceliği olabiliyor.bütün yorumlarımda körle yatan şaşi kalkar uyarısı ile zilelideki özgürlükçülükten sapma endişelerimle uyarıcı yorumlarda ne kadar haklı olduğumu şimdi daha iyi anladım yorumlarda içinden genç liderler yetiştiren geleceğin başarı siyasetinin örnekleri ile anarşizmi savunan bizlerin dikkatini çekmesi gereken konu kişi ve olaylarda bunca uyarıma rağmen şaşiliği tercih eden zileliyi yolunda yolun açık olsun diyorum bu halinle yakında alttan alttan eleştiriyor gibi gösterip aslında haketmedikleri gündeme taşıyarak savunmaya çalıştığın prinçek,yalçın küçük,kirençsiz,veli küçük.ip ve olmayan ergenekongillerle yolların birleşebilir.belki hayırlıda olabilir öğrenmeye çalıştığımız anarşizm anlayışı ve geleneğini daha iyi öğrenebileceğimiz yeni seçenekler yaratma fırsatınada neden olabilir.hem yazı için hemde bu seviyede yorum yapmak zorunda kaldığım içinde üzgünüm bu kadar erken beklemiyordum.lütfen katı eşitlikçi adalet etik özgürlükçü devrimci duruş
Anonim arkadaşım, 1980 öncesi olaylarda istihbarat örgütünün payı olduğu bir gerçektir. özellikle MHP’li militanlar MİT’in denetimi altında kıyımlar yapmışlardır. Sol örgütlerin içine sızan ajanların da belli faaliyetleri olmuştur. öte yandan Aydınlık örgütünün solcuları ihbar siyaseti de bu duruma tuz biber etmiştir. Bununla birlikte her şeyi komplolar bütünü olarak düşünmemek gerekir. Bu, toplumsal mücadelenin özgün koşullarının ürünüdür.
Mefkure arkadaşım, Aydınlık’ın 1980 öncesindeki ihbar siyaseti bir gerçektir ve elbette bu siyasetin sonucunda zarar gören çok sayıda devrimci olmuştur. Bunu ben Havariler adlı kitabımda yazdım zaten ve kendi sorumluluğumu da ortaya koydum. Ancak bunun ötesinde, benim bilmeyip de sizin bildiğiniz şeyler varsa, sizden ricam bunları burada ortaya koymanızdır. Ama afaki iddialar, muhatabınız kim olursa olsun haksızlık olur. Perinçek’in Ermeni düşmanı yayınlarını eleştiren yazılarım bu sitede de mevcuttur, ayrıca sözünü ettiğiniz isimlerle Perinçek’in ittifakına başka yerlerde olduğu gibi ben de değindim. ama siyasi veya ideojik ittifak başkadır, bir masa etrafında toplanıp “Êrgenekon” adlı silahlı komplolar düzenleyecek bir örgüt kurmak başkadır. Adil olmak devrimci kişiliğin baş mihenk taşıdır bence.
Özgürlükçü arkadaşım, öncelik diye bir şey yoktur. Bu makale bu konuda oldu. başka bir makale de KCK tutuklamaları üzerine olur ki, geçmişte defalarca KCK tutuklamalarının haksızlığına değindim. Bağnazlığı ve partizanlığı bırakıp biraz daha geniş bakmaya çalış. ayrıca kerinçler ve veli küçük hakkındaki kanaatimin de suç babında da tamamen olumsuz olduğu bilinir.
sevsinler hem anarşistim diyeceğiz hemde veli küçük ve kerinçgiller hakkında kanaatiniz olumsuzmuş yok olumlu olsun bari ayıp ben partizan dar bakan oldumda senin geniş,özgür ve devrimciliğin bumu?başaka konumu kalmadı bu kimlerden bahsediyorsun hayattaki karşılığı nedir?bir elin parmakları kadar darbeci subaylar destekçisi sivil faşistlerden başka geldikleri yer milli duyguları zirvede faşizm bu sitede bu seviyede yer alabilirmi benim başka işimmi yok beni meşgul etmeye nehakkın var nesin sen?öncelik diye bir şey olamıyorda hep bu makale gibi devletçi,millici,ulusalcu,ırkçı,iktidarcı,faşist,darbeci,vesayetçilerden başka konumuz niye olamıyor senin bütün önceliklerin bumu?yokardaki sorunların cevabı olamamış darbeyi savunması ceza gerektirmezde acaba bu darbeci subaylar darbe yapabilmenin şartlarını oluşturmak için sivillerle iş yapması gerekmezmi?yaptıkları birlikte iş yokmudur?geçmiş örnekleri böyle olmamışmıdır?savunduklarının silahla işi olmasada silahla darbe yapmak isteyenleri savunanları darbeciler kulanmış olamazlarmı kulanmak istese seninle benimi kullanır savunduğun perinçekle,küçüğümü kullanır hayattaki yerleri nedirki hala bunları savunma ihtiyaci hissettin geçmişte yaptığın gibi anarşizmdende ricatı düşünüyormusun?düşünürsen savundukların kollarını açacaktır ama ne yazıkki bu kadim dünyadaki işlevleri bitti anlayana
Özgürlükçü, sen iyi misin, yoksa kriz mi geçiriyorsun?
yeniden selamlar, anonim arkadaşlardan biri gün’ün kişiliğine dönük bir ithamda bulunmuş. gün’ün tavrının öyle korkularla kişisel kaygılarla ilgili olabileceğini söylemek bence büyük bir insafsızlık olur.
benim anlamadığım şey aydınlık’tan ayrıldıktan sonra yıllarca bu çevrenin tehdidi ile yaşadığını bildiğimiz gün, aydınlıkçıların şiddetle ilişkisi konusunda nasıl böyle kefil oluyor? (senli benli konuşurken bunu kabalık olarak algılama lütfen, yeniden bana hitaben cevap vereceksen “sen” diye konuşman beni mutlu eder) sen yıllarca aydınlıkçılar tarafından tehdit edilmedin mi gün? hakkında ölüm kararı çıkarmadılar mı? seni neyle tehdit ettiler gıdıklamakla mı? yanlış biliyorsam lütfen düzelt…
mesele bir eylemin suç oluşturup oluşturmaması değildir. argümanlarının yanlışlığından söz ederken özellikle bu vurguyu altını üç beş kez çizerek yapmak istiyorum. zira mesela mustafa balbay için öne sürdüğün argüman tamamen bilgi eksikliğine dayanıyor. darbe teşebbüsü yasa gereği müebbet hapisle cezalandırılan bir SUÇtur. anayasal düzeni silahla değiştirmeye kalkışmak (eski tck 146) ve bölücülük (eski tck 125) de bunun gibi teşebbüs suçlarıdır. zaten bu eylemler sübuta erse faillerin yargılanması filan mümkün değildir. 12 eylülde olduğu gibi. adam darbe yapmış nesini yargılayabilirsin? ben devrim yapmışım hangi nahkeme beni yargılayacak? yani teşebbüs suçlarının teşebbüs suçu olmasının çok tutarlı bir mantığı var…. yasa bu noktada özellikle esnek bırakılmıştır ki ihtiyaç hasıl olduğunda önlerine geleni en ağır cezalara çarptırırken kendilerine meşru bir kılıf uydurabilsinler. yasadaki esneklik “olağan” dönemlerde içtihatlar yoluyla köşelendirilir. nedir yargıtayın teşebbüs suçlarındaki içtihatı? elverişliliktir. yani ben anayasal düzeni bozmak için harekete geçtim, yanıma da seni aldım ama iki kişilik örgüt anayasayı filan değiştiremez malum. bu durumda eskiden 146/3 uygulanırdı. bu madde 2005’teki tck değişikliği sırasında yürürlükten kaldırıldı. ayrıca yardım yataklığı düzenleyen 169. madde de kaldırıldı. bu maddeler kurunun yanındaki yaşı meğer koruyan maddelermiş de haberimiz yokmuş. ve şimdiki tck’da örgüt üyesi sayılmanız için örgüt faaliyetine katılmanız gerekmiyor. ben örgüt üyesiysem kapını çalıp bi su istediğimde benim kim olduğumu bilerek bana su verirsen sen de örgüt üyesi gibi cezalandırılabiliyorsun…. örgütün amaçlarıyla örtüşen herhangi bir eylem ve söylem içindeysen örgüt üyesi sayılmana yeter bir yasal “esneklik” sağlandı. yani sen bu yazın yüzünden ergenekon örgütüne üye sayılabilirsin, cezalandırılabilirsin ve “hukuki” olarak bunda hiçbir yanlışlık öne sürülemez. mevcut hukuk düzeneği bunu çok açık biçimde söylüyor. çok amiyane bir tabir olacak ve eril dili ortaya salacak ama rahat anlaşılsın diye söylüyorum, yasa açıkça “tuttuğunuzu s..in” diyor. ve yasanın bu halini almasında en büyük katkı sahibi akp değil şimdi bir kısmı silivride olan beyzadelerdi… özetle bu gibi davaları eleştirirken yasaların çiğnendiği, zorlandığı, hukuksuz bir şekilde suç üretildiği argümanı tamamen geçersiz bir argüman. hal böyle olunca silivriden ya da kck’dan söz ettiğimizde gerçekte hukuk hakkında değil siyaset hakkında konuşuyoruzdur. siyaset hakkında konuşurken de kime kefil olup olmayacağımızı durup durup defalarca yeniden düşünmek gerekir… ilkesel bir tartışma yürütülecekse de nacizane tavsiyem kadir cangızbay’ın yazılarına bir göz atmanız. ben çok beğenerek okuyorum. eminim sen de beğeneceksin….
yasalara uygun yürüyen bu sindirme hareketlerine karşı çıkarken de yürütücülerden önce hukuki düzeneğin kendisini hedef alıp devletin gerçekte nasıl bir canavar olduğunu, nasıl bir terör aygıtı olduğunu etraflıca anlatmak ve fiili olarak işlemez hale getirmeye çalışmak gerekir.
aydınlık konusunu bir soruyla geçiştirdim ama ergenekon konusunda ve aydınlık’ın burdaki olası rolü konusunda etraflıca bildiğim şeyler ise şimdilik bende kalsın… kısaca aktarıp geçmek haksızlık yaptığım yönündeki kanını daha da pekiştirmekten başka işe yaramayacak. burada ya da başka bir mecrada uzun uzun anlatırsam seni mutlaka haberdar ederim…
😉
Mefkure arkadaşım, ben aydınlık hareketi tarafından ne ölümle, ne de herhangi bir şekilde tehdit edildim. Böyle bir şey olsaydı zaten her şeyi yazdığım gibi bunu da yazardım Sapak adlı kitabımda. Orada ayrılıkların ve çatışmaların ayrıntılarını anlattım. elbette her ideolojik mücadelelede olduğu gibi faüller oldu ama şunu da belirteyim ki, Saçak dergisinde fikirlerime ve yazılarıma karşı sansür bile uygulanmadı. Bütün yazılarım tamı tamına basıldı, muhalif yazılar olmasına rağmen. Bunları da Sapak’ta yazdım.
Onun ötesinde, ben iktidarların uydurma suçlamalarına karşı son derece duyarlı olmak gerektiğini düşünüyorum. Gerek ergenekon davası, gerekse KCK davası, elbette senin de sözünü ettiğin yasalara dayanılarak açılmış uydurma davalardır amaç muhalifleri bastırmaktır.
Son olarak, darbeci bir fikre sahip olmakla, darbe teşebbüsünde bulunmak farklı şeylerdir. Örneğin, Yalçın Küçük darbeci, orducu olduğunu saklamamaktadır. ama bilindiği kadarıyla böyle bir darbe girişimi söz konusu değildir. Benim sözünü ettiğim girişimdir. Bugünkü mevcut yasalar çerçevesinde bile Yalçın Küçük’ü darbe teşebbüsüyle yargılamak mümkün değildir. ama dediğin gibi, birini suçlamaya kafaya koyarsan yasaları istediğin gibi kullanarak bunu yapabilirsin.
Özgürlükçü de sorup duruyor. Bu adamları niye savunuyorsun diyei. Cevabım kısadır. Fikri muarızlarının, hatta düşmanlarının özgürlüğünü savunamayan kendi özgürlüğünü de savunamaz.
Bir grup devlet memurunun hükümet siyasetini etkilemek amacaiyla kendi aralarinda örgütlenerek yetkilerini asan sekilde planlamalar yapmalari kesilikle agir cezalik bir suçtur. isteyenler Code Pénal Français’yi okuyabilir. Bu konuyla ilgili maddeler Kraliyeti geri getirmek isteyen reaksiyonerlere karsi Fransiz devrimcileri tarafindan konulmustur.
Bu isi ilerde siddet kullanmak amaciyla yapmalari daha vahimdir.
Demokratik rejimi akamete ugratmak amaci tasimalari müebbetliktir, Fransa’da da, Almanya’da da, Italya’da da.
Bütün bunlar AB ülkeleri ve tum medeni ülkelerde suçtur.
Suç: Coalition of officials (eng)-coalition des fonctionnaires(fr)Darbeyi sadece düsünmek veya darbenin ülkeyi kurtaracak tek yol oldugunu yazmak suç degildir. ( aninda siddeti davet edecek provakatif ve ajitatif yayinlar disinda) Planlamak ise suçtur. Bu amaçla çalismalar yapildiginda sadece siviller arasindaki görüs alisverisi , eylem sübut bulmadigi için suç olmayabilir. Ama isin içine devlet memurlari ve hele silahli bürokrasi girmisse kesinlikle suçtur. Balbay’a atili olan suç budur. Mahkeme devam ediyor, masum ise beraat eder, suçlu ise ceza görür. örnegin Ümit Zileli karargahtan gelen davete icabet edip KKK’ya gitmedigi için tutuklanmamistir, Balbay KKK’ya gittigi için tutuklanip, hakkinda dava açilmistir.
Kemalist subaylar kendilerinde dokunulmazlik var sandilar, onlarin pesindeki sözde sosyalistler de ayni kanidadir, ama bilsinler ki, darbe hazirligi suçtur. Bütün dünyada. Bunlara dokunulmustur, darbeci subaylari valelerine de dokunulmustur, dokunulacaktir, bunlara dokunulmazlik kilifi hazirlayanlar da yasalari çignerlerse onlara da dokunulacaktir, kusura bakmasinlar.
zavalli fikir suçlusu generaller. zavalli balyozcular. vah zavalli çetin pasa, vah zavalli Deniz kuvvetleri cuntasi, vah vah general Veli, …,
saka bir yana generallerin tutuklanmasini muhaliflerin baski altina alinmasi seklinde takdim eden Zileli secaat arzederken siraktin söylemekte.
Efendi, efendi…demokratik bir rejimde generaller muhalefet falan edemez, siyasetle ugrasamaz bu bir.
Bir anarsist generalleri savundugu zaman ona ne denecegini hiç söylemeyeyim, anlayan anladi, sen de biliyorsun zaten bu da iki.
Fazlasini yazmaya zaten gerek yok, bu da üç.
kriz falan geçirmiyorum.asıl soruları cevapsız bırakıp neyi gizlemeye çalışıyorsun.özeleştiri ve geçmişiyle yüzleşme örneğinin en açığını yapmış zilelinin bile geçmişini olumlu tüketemediği çok açık.düşmanın bile özgürlüğünü istiyormuş en özgürlükçü imiş özgürlük ip,perinçek,veli küçük,yalçın küçük,darbeciler ve faşistlere çok yakından geçtiğinimi söylemek istiyorsunki başka mevzu yokmuş gibi sürekli onlarla ilgili yazı yazıp bizide bunca işin arasında fuzuli işlerle uğraştırıyorsun.bir önceki makalende yorum kısmına bir arkadaşın özgürlükçü kürt hareketinin modernist paradigmayı reddeden başka bir proje olduğunu yazdığı ve şimdiye kadar bilinmeyen yeni bir kendini yönetme pratiği segilemeye çalıştığını belirten yazı hakkında görüşlerini yaz.o yazıyı eleştir yada varsa eksiği tamamlamaya çalış.özgürlükçü devrimci anarşistlere bu tarz konuları derinleştirmek özgürleşip zihnimizdeki karakollardan kurtulmamız için ilaç gibi gelebilir.şu anda halat çekme oynundaki halat gibisin devletçi,vesayetçi,özgürlük ve halk düşmanı dilinden düşürmeyip sürekli yazdıkların ipin bir ucundan seni kendi yanlarına çekmeye çalışıyor görüyorumki sende pek memnun ve teşne olup çabalarımıza rağmen oraya doğru hızla gidiyorsun.hiç bir soruya cevap vermeden kriz geçirdiğimi söylüyorsun topu topu 5-10 kişilik kızıl elmacı ve darbeci subayı konuşuyoruz zamanımız ve enerjimize yazık onların işi bitti ne yazıkki bizim gibi özgürlükçü devrimciler bitiremedik bizden öğrenenler bitirdi hala biteni konuşuyorsun geleceği geleceğin başarı öykülerini yaratabilecek olanlara gelince tık yok.yoksa geleceğin başarı öykülerini yazdığın özgürlük ve halk düşmanlarının yapacağınımı sanıyorsun.sorulara cevap lütfen eski yorumlarıda tekrar oku bu yoruma benzer dikkat algısından diğer makalelerine yapmış halat oyunundaki halatı özgürlükçü devrimcilere çekmek için gayret ettikçe sen tam tornistan ısrarla bir türlü tüketemediğin geçmiş tükenmiş arkadaşlarına yelken açtın hatırla tekrar olup biteni gözden geçir hatta bu makaleni ve yorumları casus örneği gibi oylattır anlayacaksın
Ergenekon davasını nasıl anlamak lazım?
12. Eylül 2011 – 19:58
Ergenekon davası, Türkiye’deki sömürü düzeninin emekçi halka, devrimcilere, Kürtlere karşı işledikleri suçları, en azından bunların küçük bir bölümünü aydınlatmak, suç işlemiş devlet görevlilerini yargı önüne çıkarmak için yapılmamıştır. Tutuklanıp mahkeme önüne çıkarılanlar, gözaltına alınanlar arasında katiller, işkenceciler, çeteciler bulunabilir, vardır da. Bunların arkasından gözyaşı dökmüyoruz.
TKP’nin burada karşı çıktığı, operasyonun temel hedefidir. Ergenekon operasyonu ABD’nin Türkiye siyasetini AKP eliyle kendi hedefleri doğrultusunda yeniden şekillendirme girişimlerinin parçası olarak gündeme gelmiştir. Devlet bürokrasisinde bu hedeflere itirazı ya da çekincesi olanlar tasfiye olurken, onlarla yakın ya da uzak teması olan, hatta temas kuracağı varsayılan herkes “suçlu” ilan edilmiştir.
TKP bu sürece tepki göstermiştir, çünkü yargılanan kişiler devletin emek düşmanı politikalarından, NATO üyeliğinden, emperyalist ülkelerle kurulan açık ve örtülü ilişkilerden, özelleştirmelerden, sermaye sınıfından yana uygulamalardan, ilerici insanların kovuşturmalar, tutuklamalar, işkenceler, idamlar ve darbeler eliyle sindirilmek istenmesinden yargılanmamaktadır. Ergenekon operasyonu, Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizmin yeni ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesine engel oluşturduğu düşünülen düzen içi aktörleri ayıklamayı hedeflemektedir. Bir başka ifadeyle, ABD’den onay alanların elini rahatlatmayı, toplumun da bu doğrultuda baskı altına alınmasını hedeflemektedir.
Burada “devletin içindeki kavga bazı suçların ortaya çıkmasına yarıyor” diye düşünenler, “katiller tutuklanıyor, faşizm çöküyor” diye sevinenler yanılıyor.
Emperyalizmin bütün bir bölgeyi yeniden şekillendirdiği bir dönemde, devletin baştan aşağı yeniden yapılandığı bir dönemde, halkın önüne Veli Küçük, Sedat Peker, İbrahim Şahin gibi faşist isimlerin atılmasıyla avunmak, zavallı bir tavır ve siyasetsizlik olur. Burada asıl dikkat edilmesi ve karşı çıkılması gereken, Ergenekon operasyonundan çok, onun parçası olduğu süreçtir. Ergenekon operasyonunun ardından gelen referandum süreci, Türkiye’yi nasıl bir karanlığa sokulmakta olduğunu daha açık göstermiştir.
http://www.tkp.org.tr/ergenekon-davasini-nasil-anlamak-lazim-1497
okuyup görüşünü eleştirini varsa katkını sorduğum yazıyı haylooo bir önceki makalene yorum kısmında cengiz baysoy un otonomda çıkan yazısını kastettim beğen beğenme o seviyede yazılar beklerken hayal kırıklığı yaşadık kafan karışık yada başka sorunlara kafayı takmaktan kendini olumsuz tüketiyorsun endişesindeyim.o yazıyı tekrar oku görüşünü merak ettim o yazıyı eleştir ki en büyük katkı eleştiridir.varsa anlayış olarak söylemek istediğini örneklerle genişletip katkı ver bu sistem çürüdü bitiyor ddaha neler yaşayacak bu krizleri arayacaklar sistem insanlar arası ilişkilerin krizinde henüz bunun birde doğa ile ilişkisinin krizini yaşamaya başladımı bu sistemin yerini alacak yeni üretim ilişkisi doğacak o gibi, makaleleri derinleştirebilirsek yeni olanı ve gelecek olanı şimdiden anlamaya çalışabiliriz.ne sanıyorsun yazdığın özgürlük ve halk düşmanlarımı bunu yapacak bunu anarşizmi savunanların yapabileceği hiç aklına geldimi?
Bu yorum, (Gazi) imzası sahte olarak kullanıldığından çıkartılmıştır. Yazanın “tiyneti”nin görülebilmesi için başlık çıkartılmadan bırakıldı.
Gün Bey
Atilla İlhanın “Sosyalizm Asıl Şimdi” ve “Hangi Sol” adlı kitaplarını okudunuz mu? Okuduysanız görüşlerinizi öğrenebilir miyim. Geçenlerde bitirdiğim kitapların doğrusu sosyalizm bahsinde epey fikrimi aydınlattığını söylemek isterim. Özellik Bakunin’ den yaptığı alıntıları tekrar tekrar okudum. Valla içim açıldı. İyi günler diliyorum.
Bu yazının içeriğine gösterilen tepkileri abartılı ve haksız buldum. Zileli kendi fikrini açıklamış. Ben de Perinçek’in ve Y. Küçük’ün “ergenekoncu” olabileceğine ihtimal vermiyorum. Ne var bunda? Ben de mi şimdi darbecileri savunuyor oldum?
Zileli, Y. Küçük’ün değil de V. Küçük’ün masumiyetinden söz etseydi o zaman bu tepkileri haklı görebilirdim. Yani şu “bir anarşist nasıl darbeci generalleri savunur vb” tepkilerini.
Ne yazık ki lafları iyi anlamadan yorum yapma, tepki verme huyumuz var.
Yalçın Küçük’ün “orducu sosyalist” lafını da sanırım Gün Zileli yanlış anlamış. Orda kastedilen darbe savunuculuğu değil, orduyu etkilemeden ve orduda örgütlenmeden sosyalist devrimin gerçekleştirilemeyeceği düşüncesidir. Bu da doğrudur. Darbecilik işareti olarak gösterilemez bu söz.
Sen tabii ki “darbecileri savunuyor” olmadin. Yalçin Küçük’ün “orducu sosyalist” tutumunu benimsedigine göre darbecinin ta kendisisin. Fikir özgürlügüne saygimiz var, ama eyleme geçersen polis, mahkeme, savci beklemeyip, sana engel olacak milyonlarca insan oldugunu da unutma.
Halil Berktay’dan bir analiz:
Bir tür “taammüden” ahlâksızlık da bende aynı hissi uyandırıyor. Lânet olsun diye sırtımı dönerek geçip gitmek istiyorum ama tam geçip gidemiyorum da. Üstelik yararı da var; kendime yön çizmemde tâyin edici rol oynuyor. Siyasette, örneğin, sırf temel fikir ve tahlillere değil, esas kimlerin, hangi tarafın yalan söylediğine de bakarak yerimi belirlemeye çalışıyorum. Geçtiğimiz on yılda, örneğin, yalan ve iftira çok büyük ölçüde ulusalcılıkta çökeldi, birikti. Bu da 2002’den itibaren kafamda hiç bir tereddüde yer bırakmadı.
Murat’a yönelik son saldırılar karşısında şöyle demiştim : “… bunların hırçınlığı yer yer hezeyan boyutlarında. Yılkıda, veldt’de, bush’da veya outback’de, yaralı sırtlanlar var. Etrafımızda dolaşıp kan kokluyor, zaaf arıyor; bazen kişisel insiyatifleri, bazen daha organize olduğu izlenimini veren ihtilâçlarıyla, sporadik ve spazmodik biçimde durup durup yeniden başlıyorlar.” (8 Eylül 2011)
Geçenlerde Kötülük üzerine dört yazıyı yazarken de aklımdan gene bunlar geçiyordu (20-22, 27-29 Ekim). Üçüncüsünde Küçük ve katıksız kötüler’e, sonuncusunda Solculuk ve kötülük paradoksuna değindim. “Küçük, haris, arrivist veletler”den söz ettim; 21. yüzyılın yeni “Türk rüyası” (Turkish dream) uğruna bütün yalan ve iftiraları yaymaya teşne “haşerat ve muzarafat”tan.
Nadiren bu kadar ağır ifadeler kullanırım. Fakat hayasızlığın da bir karşılığı olmalı.
İçime doğmuş galiba. Hayır, ben BDP’de ders vermek istemiyorum’u (7 Kasım) yazdım ya. Tam bu kategorilere giren kötüler hemen harekete geçti. İnternette, kendi kuzenim Ayşe Berktay’a dahi sırt çevirerek, Gülen cemaati ve polisiyle saf tutup KCK tutuklamalarından hiç söz etmediğime, haksızlığa karşı çıkmadığıma dair bir takım metinler dolaşıyor.
Kim herhangi birine ‘Ergenekoncu’ derse…
BUGÜNÜN Türkiye’sinde kim herhangi birine “Ergenekoncu” diyorsa, siyasi eleştiri falan yapmıyordur. Yaptığı şey doğrudan suç isnadıdır. İhbardır. Polisi ve savcıları harekete geçirme çağrısıdır.
Dolayısıyla…
“Siyasi eleştiri” adı altında çeşitli kimselere “Ergenekoncu” diye yafta asanların, o kimselerle ilgili ellerindeki kanıtları ortaya koymaları gerekmektedir.
“Ergenekoncu” diye yaftaladıkları kimselerin hangi darbe kışkırtmasının içinde yer aldıklarını, silahları nereye gömdüklerini, bombaları ne yaptıklarını falan anlatmaları, kendilerini “gizli” ya da “açık” tanık listesine yazdırmaları gerekmektedir.
Yeni dönemin “çok sayın muhbir vatandaşları”na önemle duyurulur.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19329473.asp
Hali hazirda ergenekon baglantilari nedeniyle hakkinda sorusturma yürütüldügü iddia edilen eski köktendinci, yeni köktenaskerci Hürriyet yazari A. Hakan Coskun mu? Yahut beyni onun kadar çalışan biri mi?
Tabii ki ergenekoncu herkes suçlu degildir. CHP’ye oy veren insanlarin en az yarisi Ergenekon’a sempati duymakta, buna Kiliçdaroglu da dahil. Zaten herkesin bilip de söylemedigi gibi Ergenekon’un kurucusu M. Kemal ‘dir. Ergenekon demek askeri vesayeti savunmak demektir. Türk solcularinin yüzde 99’u da ergenekoncudur. Gerçi bu solcularin toplami zaten %0,1’i asmiyor. Netice %12,5 +%0,1, toplumda %12,6 oraninda ergenekon’a sempati duyan insan var. Bunlar eyleme geçmedikleri ve yasalari ihlal etmedikleri takdirde kriminalite içinde düsünülemez.
Ama önemli olan su: Paçasini kurtarmak için herkese pislik bulastirip, neredeyse ergenekonculugu mesru gösterme çabalari ancak zaten davaya ikna olmuslari ikna eder: Zileli gibi yani.
Gazi’ye. Ben kimseye şunun bunun köpeği demem, her şeyden önce bu, çok sevdiğim köpeklere hakaret olur. İnsanlara hakaret etmeyi de sevmem. Halil Berktay’a polis köpeği demedim. Bu senin alınganlığın. O parafrafı birazdan buraya alıntılayacağım. Doğu Perinçek’e de öyle bir laf etmem. ama Doğu Perinçek’in bir dönem genel kurmay basın bürosu gibi çalıştığı doğrudufr ve onunla da bu noktada en sert mücadeleyi yapan sen değilsin, benim Gazi. Öte yandan, Ergenekon konusunda bir toh laf edeceğine bu örgütün varlığını kanıtlayan bir şey ortaya koyup bizi de ikna etsen ya. Ama demagoji yapma sakın. Devletin gizli örgütlenmeleri elbette vardır, gizli örgütleri vardır. Bu bir ucundan Susurlar’ta ortaya çıkmıştır ama üstü hemen kapatılmıştır. Susurluk çetesinin elebaşıları dışardadır. Korkut Eken’in, Mehmet Ağar’ın, Mehmet eymür’ün dışarda olduğu koşullarda Nedim Şener’ler, ahmet Şık’lar, Doğan Yurdakul’lar içeri atılıyorsa esas orada bir bit yeniği ararım ben senin yerinde olsam. Şu anarşizm sakızını da bir yana at artık. Sen sadece anarşizm satan birisin.
Halil Berktay’a polis köpeği dediğim iddia edilen satırlar şöyledir:
Beni belki biraz saf bulacaksınız ama yakın zamana kadar, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in peşindeki iz sürücüler, yazılı kâğıt takipçileri sürüsünün sadece halihazır iktidarın emrindeki polis ve savcılardan ibaret olduğunu sanıyordum. Meğer bu gazeteci avlama sürünün içinde epeyce polis köpeği de varmış. Kölelik dönemini anlatan bir ilüstrasyon asılı dururdu başucumda, birkaç yıl öncesine kadar. Oradan oraya taşınırken sanırım kayboldu. Kölelerin başında bir köle-güdücü var, aynı diğer kölelere benziyor; onlardan tek farkı elindeki kırbacı. Demek kurban, avcıdan önce kendi gibi bildiğinden korkmalı.
Taraf gazetesinin yazarlarından Emre Uslu’nun, Ozan Kütahyalı’nın yazdıkları bir süredir kanımı donduruyordu da, Halil Berktay’ın da aynı mealde polisiye bir yazı yazacağını nedense düşünmemiştim; belki de yaşananlar ne olursa olsun, insan eski arkadaşlarına bazı berbat davranışları yakıştırmaktan ısrarla imtina ediyor, psikolojik bir olay bu sanırım. Benim bir zamanlar o kadar yakından tanıdığım, gizlendiğimiz evlerde aynı lahmacunu paylaştığım, aynı makarnaya kaşık salladığım arkadaşım, şimdi nereye giderse gitsin bu kadar kötü olamaz, bu kadarını da yapamaz düşüncesi ya da ruhsal savunusu diyelim. Ama Cemal Süreya’nın deyişiyle, “bu da oldu işte” ve eski arkadaşım Halil Berktay da, Taraf gazetesinin (Zaman okumuyorum) bir kısım “gazeteci”-polislerinin girdiği yola girip o meşum yazıyı yazdı: “Ergenekon Yaşıyor Hâlâ”.
Görüleceği gibi bu satırlarda “Halil Berktay polis köpeğidir” veya buna benzer bir niteleme yoktur. Ama polis köpekliği iyi bir şey değildir. Buna dikkat çektim. Şimdi daha açığını söyleyeyim. Herhangi bir insanı ortada doğru dürüst bir delil yokken, polisle birlikte suçlamak ne yazık ki, polis köpekliğinden farksızdır.
alınma ama Gazi!
Aygül arkadaşım, Atila İlhan’ın^”hangi sol” kitabı çok güzeldir ve sol dogmatizmi esaslı bir şekilde eleştirir. Ne yazık ki, ömrünün sol yıllarında ulusalcı bir çizgiye girerek bu güzel kitaplarını da kendi eliyle gölgelemiştir.
Yukardaki sahte yorumla ilgili olarak yapıldığından bu yorum mecburen kaldırılmıştır
Yukardaki sahte yorumla ilgili olarak yapıldığından bu yorum mecburen kaldırılmıştır.
Yukardaki sahte yorumla ilgili olarak yapıldığından bu yorum mecburen kaldırılmıştır.
şu gazi, çevik kuvvet binasının serverinden yazan nam-ı diğer “akp masası” mı? şimdi de anarşist mi olmuş..
anarşist polis.. hiç güleceğim yoktu 🙂
Hayır, bu arkadaş Gazi Bertal’dır. Türkiye’nin bilinen anarşistlerindendir. Kaos yayınlarının başındadır ve Türkiye anarşizmine büyük hizmetleri olmuştur, olmaktadır. Ancak ne yazık ki, birkaç yıldır Taraf gazetesinin iğvasına uymuş ve libeno-anarşistliğe eğilim göstermiştir. Bana söylediği laflara ve ağır ithamlara rağmen kendisini severim. ama şu yazdıklarının akp masasıyla karıştırılmasına neden olması üzerinde düşünse kendisi açısından çok iyi eder.
Hiç delil olmadan 50 general tutuklanir mi? Zaten senin ikna olman da gerekmiyor, tutuklama mahkemesi ikna oldu ki tutukladi, kamuoyu zaten 12.06.2011’de ikna oldugunu gösterdi, mahkeme de ikna olursa ceza alirlar, sen de oturur yas tutarsin. Zaten generallere yönelik bir hareketin senden destek görmesi beklenemez, çünkü sen onlarin tiynetindensin, bu konuda bizi ikna ettin.
Gazi gibi konuşma sen de hemen, aynı tarafta olabilirsiniz ama başka kelimeler bul kendine cahillerin kara’sı.
bir de o ikinci a’daki inceltmeyi kaldır, ilkinde olacak bir tek! Savunduğunuz şanlı türklüğünüzün dilinden bile bihabersiniz…
Gün Bey
Bir de geçenlerde kaybettiğimiz Server Tanilli Hoca ve kitapları hakkında fikirlerinizi sorabilir miyim. Güncel kitaplarından anladığım kadarıyla Atatükçü sosyalistlerden olsa gerek. Yoksa yanılıyor muyum? iyi akşamlar…
Devletin, kendi eliyle yaptıklarını, yine kendi eliyle ortaya çıkartmasına ‘inananlara’ diyecek hiç bir söz bulamayışımız ne acı… Anarşizm nedir ne değildir, tartışması yapmak anlamsız. Ama devletin oltasını yutmamak olduğundan eminim. Ergenekon vardır, diyen tüm ‘anarşist’lere asıl bu noktayı, kendi durdukları yeri sorgulamaları tavsiye olunur. Gün Zileli, kendine anarşistim diyen ve devletin söylemlerine inanların da solunda durduğunu bu yazıyla, bir kere daha, göstermiş. Sağolsun.
pardon ya, iki a’da da inceltme varmış.
Aygül arkadaşım, geçenlerde kaybettiğimiz Server Tanilli, çok dürüst, sağlam bir aydındır. Ömrü boyunca dik durmasını bilmiş, kimseye eyvallah dememiştir. 30 yılı geçkin bir zamandır, faşistlerin attığı bir mermi sonucunda tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda kalmıştır. İdeolojik olarak atatürkçü olduğu doğrudur. Şöyle oturup bir tartışsaydık herhalde aramızda epeyce ihtilaf konusu çıkardı. ancak kendine özgü bir Atatürkçüdür. Tipik Fransız ihtilali aydınlanmacısıdır. Ulusalcı rezaletlere, Talat Paşa komitelerine falan bulaştığını hiç duymadım. Işığı bol olsun.
“m’ye”ye,
bana darbeci demekle bana cevap yazmış olmadın. Ben tabii ki darbeci değilim. Ben “orducu sosyalist” lafından anladığımı yazdım. Bunu yazınca birilerince hemen darbecilikle itham edilmem ilginç.
Cevap niyetine suçlama yapan bir zihniyet. Tamam, yapın da bâri önce anlamayı deneyin.
ergenekon diye bir örgüt var mıdır yok mudur, hem vardır hem yoktur.
bu isimle bir örgüt yok ise de Fikret hocanın asıl devlet dediğidevletin kendisi vardı. bu akpnin yaptığı da devleti ele geçirirken eskiyi ortadan kaldırmak, ancak kaldırırken devleti yıpratmamak için ergenekon ismi verilip(ya da daha öncekiler kendilerine öyle diyor da olabilir)sanki devletin kendisi çeteci ,faili meçhulcü, hukuksuz iş yapan değilde, işte bir takım adamlar bir araya gelip böyle işler yapmışlar, yoksa kemalist tc de bütün diğer devletler gibi” halka hizmet için vardır.”
herneyse velhasıl bu işlere karşı çıkarken ve taraf olurken şöyle düşünmek gerekir. içeri alınanların hiç birini sevmem, ancak bu birilerinin birlierini içeri almasına taraf olursam, yarında başka birileri devlete ele geçirir, başkalarını içeri alır. ve devleti ele geçiren herkes kendi muhaliflerini içeri almak için kılıfı çok rahat hazırlar. bu adalet, hukuk, hapishane v.b. bunların varlığını sorgulamak gerekir.
Öyle bir Anayasa yapacağız ki bundan sonra darbe yapmaya gerek kalmayacak.
Kenan Evren
Bu ne yahu? Cumhuriyet dininin, Kemalizm mezhebinin, dümenden burjuva/anarsist tarikatinin bir bas sagligi ifadesi mi?
Bunu nereden ögrendin Zileli, 1980 öncesinde devrimciler yollarda keklik gibi avlanirken sik sik gittigin Büyükada’daki Anadolu Klübü’nde mi?
Allah Rahmet eylesin.
Gazeteler:
Tanilli’nin naaşı Cumhuriyet Gazetesi’nde düzenlenen törenin ardından Üsküdar’daki Şakirin Camisi’ne getirildi.
Tanilli’nin oğlu Bülent Tanilli ve eşi ile kardeşleri cami avlusunda taziyeleri kabul etti. Tanilli’nin cenazesi öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından, Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Camideki törene, eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Osman Korucu ve sanatçı Tarık Akan’ın yanı sıra Cumhuriyet gazetesi çalışanları ve Tanilli’nin çok sayıda seveni katıldı.
Tanilli’nin tabutunun üzerine, cenaze töreni boyunca Cumhuriyet Gazetesi konuldu.
Cenaze törenine, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, DSP Genel Başkanı Masum Türker, CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, birinci ”Ergenekon” davasının tutuklu sanığı İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi çelenk gönderdi.
Biri m. arkadaşı akp masası konusunda uyarsın arkadaşlar. Ortak kararımız akp-fetullahçı polis masasıyla tartışmaya girmemektir.
Açik gazete’de yorumlarin yayinlanmayinca çok bozum olmustun ama, ya ne haber?
burada her türlü yorum yayımlanıyor, küfür dışında.
bravo zileli tamda kendine yakıştırdığını yapmışsın.özgürlükçünün sorularına lütfedip cevap vermeden işine geldiklerini cevaplayıp bir çoğunuda başkalarının görüşü gibi güzellemecilere cevaplatmak çok enteresan olup anlamadığımızımı sandın?haylooo nun yoruma koyduğu cengiz başsoyun yazısı hakkındaki görüşünü sormuştum.bunca yırtınmana rağmen savunmaya çalıştığın bişi bitmişleri kurtaramadığına göre yazıların yetmemiş devam etmeyi hep devletçi,orducu,vesayetçi ve darbecileri savunan yazılara devam etmeyi düşünüyormusun?halkımızı bu konuda uyandıramadığını düşünerek yazıları aynı anlayışta günde bir makale seviyesine çıkarıp yandaşların ve önceliklerini kurtarmak istemezmisin?site takipçilerin çeşitlenip çoğalırken bizim gibi emma,a.berkman,kropotkin hayranı anarşistlerin yerini atatürkçülerin almasını gördükçe gururlanmaya başlayıp milli duygularını okşadımı?beni bile bunca didişmem sitede açık iken casus anlayışıyla aynı yönde eleştiriyor izlenimi verdirmekten mutlumusun?kaos yayınları ve anarşizmin evrensel birikimleri ile durduğun yerin farkını hiç merak ettinmi?bizim bile senden öğrendiklerimizle senin geldiğin yerin farklı olduğunu düşünmemiz hangimizin sapma yaşadığı sorusunu aklına getiriyormu?senin dönemindeki tip geleneğinde başlayan sapma başlangıçta senin şimdiki sapman gibi başlayıp kızıl elma faşizmine gitmesinin çok zaman almayıp sana bir şey hatırlatıyormu?o zaman cengiz bassoy ve biz anarşist değilizde neyiz?biz sana göre değilsek sen bizden daha özgürlükçü ve devrimci nasıl olabiliyorsun sana yetişebilmek için ne yapmalıyız?
Cengiz Başsoy’un yazısı gayet güzel.
haylooo zileliye sorularım ve alıntı yaptığın otonom makalesi hakkındaki yorumunu merak ediyorum.ayrıca devlet,iktidar,adalet,hukuk,hapisane gibi konuları ve bunların anarşistlerce nasıl göründüğünün yazılarınımı zileliden okuduk yoksa eski arkadaşları olup hidayete erip milli duyguları zirve yapıp başına iş gelenlerin savunuculuğunu yapan yazılarmı okuduk bu gidişle zileli hidayete erermi?zileliden cengiz başsoy anlayışında yazılar varsa o yazıya eleştiri okuyabilecekmiyiz yoksa değersiz ve önemsiz gördüğü asıl konular gündemine girememesinin nedeni ne olabilir?
Babası orduda albaydı Ailesinde hiçbir din eğitimi görmedi Evde sadece anneannesi düzenli olmamakla birlikte bazen yatak odasına geçer sessizce namaz kılardı Bayramlar da dahil aileden hiç kimse camiye gitmezdi Abdest almak namaz kılmak tümüyle yabancısı olduğu şeylerdi Aslında babaları onun ve kardeşlerinin sünnet olmasına şiddetle direnmişti Daha 12 yaşındaydı Allah’ı inkâr ettiğinde Fakat bu kolay olmamıştı İnkâr için deneme yanılma yöntemini kullanmış İçinden Allah’a küfürler savurdu ve çarpılmayı bekledi Bir şey olmadığını görünce çok daha ağır küfürler savurdu Hiçbir şey olmadığını görünce Allah’ın olmadığına karar verdi En son denemesini annesinin bir örtüye sarmalayıp başucuna koyduğu Kur’an’ı ayaklarının altına alıp çiğneyerek yaptı Yine çarpılmamıştı Bu ampirist girişmleri onu Allah’ın olmadığına ikna etti Böylece iç huzuruna kavuştu Bunları kendisi yazıyor 68 Kuşağı’nın gençlik liderlerinden Gün Zileli “Yarılma” adlı otobiyografisinde Aslında kitap 68 kuşağının içinde yer aldığı sosyo-politik-kültürel ve sosyo-psikolojik ortamı çok iyi ifade ediyor Kitap Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım”ının bir başka versiyonu İlginç detaylar var içinde Mesela bugün MHP saflarında olan Devlet Bakanı Tunca Toskay’ın da YÖN harekatı içinde olduğunu YÖN bildirgesine imza koyanların arasında olduğunu öğreniyorsunuz (s 99) “Bazıları” hariç solcu 68’lilerin davalarında ne kadar samimi ve sadık çalıştıklarını görüyoruz “Önce Kemalizm sonra sosyalizm” diyorlardı Gün Zileli Coşkun Kırca’nın babası Mehmet Ali Kırca’nın Sıraselviler’deki Yeni Kolej’inde okudu Coşkun Kırca onda Mihri Belli’ye ilişkin ilk merakı oluşturan kişiydi Sosyalizm için çalışıyorlardı ama ailesi bir taraftan da İstanbul’un zengin Şişli sosyetesiyle iç içeydi “İşin tuhaf tarafı bir yanında Nili’ler Hakko’lar Vakko’lar Bezmen’ler bulunan bu sosyetenin öbür ucunun solcu bir sosyeteye açılmasıydı “
Kimse beni “AKP masası” konusunda uyarmadı Timur. Ne demek istediğini anlamadım. Beni AKP masasına mı yakıştırıyorsun? Böyle bir hisse kapıldım. Demin birisi beni “darbeci” ilan etti, şimdi de sen AKP’li mi ilan ediyorsun? Bu kadar çok karpuzu taşıyamam. 🙂
Kaypakkaya infaz edilmeli, Ersanlı hapse girmeli -Erdem Can
Erdem Can -ANF
09:42 / 08 Kasım 2011
Ankara – BDP Parti Meclisi Üyesi Prof. Büşra Ersanlı ile yayıncı Ragıp Zarakolu’nun da ”KCK operasyonu” gerekçesi ile tutuklanmaları uzun bir zamana yayılmış olan sürek avını sonunda dünya gündemine taşıdı. Uluslararası sivil toplum örgütlerinin AKP Hükümeti’ne yönelik sert tepkilerinin yanısıra, uluslararası basınında da, son tutuklamalarla AKP’nin tüm muhalefeti sindirme, gözünü korkutma operasyonu yaptığı vurgulandı.
Tartışmanın, iç kamuoyundaki yansıması da parçalı oldu. Gülen Cemaati kuruluşları ile AKP çevreleri operasyonları desteklerken, ”Ersanlı ve Zarakolu’nun” da baya, ”terörist” olabileceğini kanıtlamaya çalışıyorlardı. Bu çevrelere ait gazetelere servis edilen tapelerle, özellikle, Prof. Ersanlı’nın olduğu iddia edilen telefon konuşmaları ve ortam dinlemelerden elde edildiği söylenen bazı diyaloglar yayınlanarak bir linç başlatılmak istendi.
Ancak, bilim insanları ve aydınlar yaptıkları kampanyalarla hem AKP’nin bindirilmiş kıtalarının hem de Gülen Cemaati’nin yalan şebekelerinin kara propagandasına karşı ortak bir duruş geliştirdiler. Destek amaçlı imza kampanyalarının yanı sıra, ”BDP Siyaset Akademisinde ders vermek istediğini” beyan eden bilim insanları, iktidar ve cemaatin ortak saldırısına karşı durdular.
Tarafların son derece açık bir biçimde kendilerini ve saflarını ortaya koyduğu bu mücadelede, Taraf Gazetesi de büyük polis bülteni ailesi içindeki yerini aldı. Polis kepini Baseball kepi gibi ters takarak kamufle olmaya çalışan Taraf yazarlarına, akademik cüppesi içinde gizlenen eski bir ”tetikçi” de katıldı. Yakın arkadaşı Gün Zileli bu ”akademisyenin” iktidarla olan ilişkisini tanık olduğu bir olay üzerinden anlatıyor.
Şöyle söylüyor Zileli, ”İbrahim Kaypakkaya, hareketin merkezine, darbecilik, Kemalistlik ve silahlı mücadeleden yan çizmek türü eleştiriler yöneltti. Bu tür bütün monolitik partilerde olduğu gibi, merkezin eleştirilmesi merkez hizbiyle Kaypakkaya hizbi arasında bölünmeyi getirdi. Bölünme henüz fiilen gerçekleşmeden Söke’nin Beşparmak dağlarında üstlenmiş merkez elemanları arasında, Kaypakkaya’ya karşı tutum konusunda bir tartışma cereyan etti. (Halil)Berktay, sertlik yanlısı eğilimi savundu ve “hain” İbrahim Kaypakkaya’nın infaz edilmesini öneren birkaç kişiyle aynı tutumu takındı. Bildiğim kadarıyla Doğu Perinçek’in bu öneriye yanaşmamasıyla “hain” İbrahim Kaypakkaya’yı öldürmek, TİİKP’ye değil, Türk devletine nasip oldu.”
Üyesi oldukları örgütü ”kemalistlikle” eleştiren İbrahim Kaypakkaya’nın ”infaz” edilmesini isteyen Halil Berktay, sonraki yıllarda Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yaptığı dönemde, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü müdür yardımcılığı görevini de yürüterek bir ”tutarlılık” timsali olduğunu ele güne karşı ispatladı.
Bugün her fırsatta ”özgürlükçü” düşünceye olan ”yılmaz bağlılığını” dile getirmekten özel bir haz aldığı anlaşılan Berktay’ın, bu anlamda kişisel geçmişine hiç değinmemesi dikkat çekici. Tarih bilinci gelişmediği için kendisini tanıyanların tanıklıklarına ihtiyaç duyulan Barktay’ın ”özgürlük tutkusu” söz konusu olduğunda şu satırları atlamak olmaz:
”Öncelikle belirteyim ki, bizzat Halil Berktay dürüst değil. Taraf gazetesindeki makalelerini bilmiyorum ama 1970’li yıllarda yazdığı onlarca makalesinin “talimatla” (eğer illâ bu çirkin askeri deyimi kullanmak zorunda kalacaksak) yazıldığını ben biliyorum. Sadece Halil Berktay değil, ben de dahil Aydınlık hareketinin eli kalem tutan bütün yazarları “talimatla” yazı yazardı. Üstelik bunda da, örgüt çerçevesinde yazı yazmak söz konusu olduğunda, anormal bir şey yoktu. Yazı Kurulu sen şunu şöyle yaz derdi ve biz de oturur o yönde yazılar yazardık. Çoğunun fiilen yazılış şeklini unutmuşumdur ama örneğin 12 Mart muhtırasının hemen ardından haftalık Aydınlık dergisinin, muhtıraya karşı tutumunun, bizzat Halil Berktay tarafından bir arkadaşın evinde nasıl yazıldığını bugün gibi hatırlarım. Daktilonun sesi bile kulaklarımdadır. Üstelik yazı, orada bulunan bizlerin “talimatıyla” birkaç kez geri çevrilip Berktay tarafından tekrar tekrar yazılmıştır…” (Gün Zileli, 16 Nisan 2011 ”Halil Berktay Yaşıyor mu hala?”)
”Yazın” hayatına büyüklerinin talimatları çerçevesi ve perspektifinde yazdığı yazılarla başlayan Berktay, İbrahim Kaypakkaya’nın, ”kanına göz diktiği” günlerden çok uzaklaşmamış olmalı ki şimdi de bir başka devrimciyi, Prof. Ersanlı’yı ihbar ediyor. Berktay, Taraf’ın 07 Kasım 2011 tarihli nüshasında yer alan yazısında, polis dinlemeleri olmasa da, yani uydurulmuş delillere de gerek duymadan ”tasavvurları” üzerinden ihbarda bulunuyor:
”Taraf‘ta bir yığın şey yazıldı, polisin neleri dinlediği ve kaydettiği hakkında. Bunlar olmasaydı bile, orada “ezilen millet”in “haklı savaşı”nın, ya da KCK’nın (hegomonik, despotik karakterine pek çok yorumcunun dikkat çektiği) programının en azından teorik esaslarının, veya son bir yılda attıkları -Meclis boykotu, Çukurca ve “yeniden savaş” dahil- bütün adımların “haklı”lığının altının çizilmediğini tasavvur etmemiz mümkün mü? Daha net konuşalım : BDP’nin de üzerinde ve arkasında, PKK ve KCK’nın maddî-manevî varlığının bütün atmosfere sinmiş olmadığına inanabilir miyiz”
Özgürlükçü, Berktay, ”tasavvurlarıyla” polislere de görev bırakmadan ihbarını yapıyor.
Hem de ne üzerine yazıyor bunları Berktay, kendisini kale almadan başlamış sonuçlanmış, ”Biz de siyaset akademisinde ders vereceğiz” kampanyası hakkında yazıyor.
Berktay yazısında, eksik de olsa kendi birikimlerinden de örnekler vererek, ”Sanki ben geçmişte hiç parti okulu yönetmedim, ders vermedim. Hangi sert çekirdekli kadro örgütü, kendi ana ilkeleri ve temel çizgisini kendi parti okulunda eleştiriye açar, açtırır? Marksizm-Leninizmin ve ondan türeyen bütün diğer “devrimci şiddet” akımlarının teorisi hazırdır, bu konuda” diyor. Elbette Berktay’ın, örgütünü eleştirdiği için, bir yoldaşının infaz edilmesini isteyen biri olarak bunları herkesten daha iyi bildiği kesin.
Vakti zamanında örgütü içinde ‘Stalinizmin’ tartışılmasını bile yasaklayan Berktay’ın temel hatası herkesi ve her siyaseti kendisine ve kendi içinde yetiştiği siyasete benzetiyor olmasıdır.
Kendi parti arkadaşının infazına soyunan, pusucu Berktay, hiç bir ilgisi olmayan bir bağlantıyı kurabilmek için iftiradan da çekinmiyor. BDP Siyaset Akademisi ile El Kaide arasında bir ”eşitlik kuran” Berktay, ”Faraza El Kaide (veya legal cephe örgütü) bir siyaset akademisi açıp, Darülharb‘deki kâfirleri öldürmeyi Kuran’ın emrettiğine dair dersler koysa, devlet de bunu kapatmaya kalksa, biz içeriğinden tamamen bağımsız olarak, çok soyut bir “siyasî partilerin eğitim faaliyeti özgürlüğü” uğruna, göğsümüzü gere gere “bu parti okulunda da ders veririz” diyebilir miyiz?” diyor.
Amaç belli, Kaypakkaya’nın kanına girmeyen Berktay, bu kez de Kürt dostlarını hedef gösteriyor. BDP Siyaset Akademisi’nde ”cinayet kararları verildiğini” iftirasını atıyor.
Kendisine hiçbir biçimde bir teklif yapılmadığı halde ısrarla kendisini bu konunun bir parçası yapma kompleksindeki Berktay, ”Kürt milliyetçiliği” ile dalga geçemediği için hayıflanıyor. ”Tutun ki her nasılsa beni (bile) çağırdılar. Türk milliyetçiliği konuşacağım da Kürt milliyetçiliği konuşmayacağım; ya da Türk Tarih Tezi’yle dalga geçeceğim ama şurada burada rastladığım, (sadece) Kürtçenin bir “doğal dil ve doğa dili” olduğu cahillikleriyle, sahte-bilimiyle dalga geçmeyeceğim, öyle mi?” diyor Berktay.
Oysa, Slavoj Zizek, bu tavrı, yani milliyetçilik karşıtı entelektüelin tavrını fena halde şaibeli bulur ve milliyetçiliğin onun üzerinde yarattığı büyülenmeye dikkat çeker. Zizek’e göre:
”Liberal entelektüeller, milliyetçiliği reddederler, onunla alay ederler, ona gülerler, ama yine de güçsüz bir büyülenmeyle gözlerini ondan alamazlar. Milliyetçiliği itham etmenin getirdiği entelektüel haz, kişinin kendi iktidarsızlığını ve başarısızlığını başarıyla açıklamanın verdiği tatmin hissine tekinsiz denecek ölçüde yakındır…”
BDP’yi kast ederek, ”Silâhlı bir örgütün gölgesinde, vesayeti altında siyaset yapmaya devam eden bir “ikinci kademe” partisinin vitrinindeki süs, entelektüel yol arkadaşı olmayı kabul edemem” diyen Berktay, kendisine teklif edilmemiş bir öneriyi, sanki teklif edilmişte onu geri çeviriyormuş tasavvuru ile-adeta kendini darı ambarında gören aç tavuk misali-, ”reddetmenin” hazzını yaşamak istiyor.
Kant Fransız Devrimi’nin tarihsel öneminin, Paris sokaklarında gerçekte olup bitenlerde değil, bu özgürlüğü gerçekleştirme girişiminin eğitimli aydınlanmış kamuoyunda uyandırdığı heyecanda aranması gerektiğini söyler. Kant’a göre bu yankı, salt özgürlük imkanına değil, antropolojik bir olgu olarak, özgürlük yönündeki eğilimin gerçekliğine de tanıklık eder.
canerdem2126@gmail.com
ANF NEWS AGENCY
Yok yok m. öyle bir şey ima etmedim asla. AKP masasıyla tartışmaya gidme demk istedim. Sana darbeci yakıştırmasını yapan o. Sen bilmiyorsun belki. Bu sitede bir ay kadar önce bir tartışma oldu. AKP masasını bloke edelim mi dişe. Buradaki sürekli yazan arkadaşlar arasında bir oylama da yapıldı. Sonuçta bloke edilmemesine ama AKP masasına da cevap verilmemesine karar verimdi. Bu AKP masası provakatördür. Mesajlarını çeşitli polis merkezlerinden yolladıklarını burada bir arkadaş da açık etti hatta. Yani seni dikkatli ol diye uyarmak istedim. sevgiler.
Sen AKP masasinin gerçekten polis olduguna inansan Ingiltere’yi de terkedip solugu Avustralya’da alirsin, bosuna paranoyalara girme polis ne yapsin seni?
Anladım Timur. Teşekkürler…
özgürlükçü,
Zilelide Başsoya benzer şeyler yazdı, yzıyor, oda demokratik özerkliği önemsediğini belirten yazılar yazmıştı.kaldı ki Başsoy, politikasını olumlama üzerine kurmuş bir anlayışı savunuyor, diyalektik karşıtlıkta olumsuzlamanın karşıtını güçlendireceğini düşünüyor. Kürtlerin mücadelesinin geldiği boyutta, özerkliğin önemine dikkat çekiyor…bende onun gibi düşünüyorum. ama bu olan durum için eleştirilecek bir şey anlamına gelmiyor…
yine Başsoy’un Kurucu meclis ve ikinci cumhuriyet diye bir yazısı var http://www.sonliberters.com da istersen onada bak, uzun olduğu için buraya almıyorum…
selamlar
olan durum için eleştirilecek bir şey yok anlamına gelmiyor olacaktı…
hayloo, değilde murat olarak yazacağım.
(hükümeti yıprratacak faaliyetler yürütme “suçu” meselesinden devam…)
Hopa Olayları Sonrasında Yandaş Medya ve İktidar Neler Söyledi?
05 Aralık 2011 Pazartesi 11:16:17
Hopa’da yaşanan olaylar sonrasında yandaş medya ve iktidar temsilcileri eylemcilere karşı tam bir cadı avı yürüttü. Yapılan açıklamalar ve üretilen haberler adeta polis fezlekesi ve savcılık iddianamesine dönüştü.
Hopa olayları sonrası toplumsal muhalefet dinamiklerine dönük yürütülen karşı propaganda çalışmaları ve Ankara eylemi sonrası yaşanan somut hukuk dışı gerçekleri bu belgelerde bulabilirsiniz.
· Zaman Gazetesi, Hopa’da, Başbakanı protesto ederken bir kişinin polis saldırısı sonucu öldüğü olayları “Hopa’da Başbakan’ın konvoyuna taşlı saldırı” başlığıyla verdi. Olayların çıktığı gün bir kişinin öldüğü haberini “sansürleyen” Zaman gazetesinin, ertesi gün bu bilgiyi habere eklediği görüldü. Gazetenin haberinde Başbakan’ın “Hopa’ya eşkıyalar inmiş” ifadelerini öne çıkardığı görüldü. Zaman Gazetesi haberde şu ifadeleri kullandı:
“Polis ekipleri, panzerlerle su sıkarak izinsiz gösteri yapan grubu dağıtmaya çalıştı. (…) Dağılan grup, bir süre sonra ara sokaklardan tekrar miting alanı yakınına gelerek çevrede bulunan AK Parti’ye ait araçlar ile diğer araçlara taş atarak zarar verdi. (…) Olaylar, miting sonrasında da devam etti. Bu kez hedef Başbakan’ın konvoyuydu. Başbakan Erdoğan ve ekibi, Trabzon’a gitmek üzere helikopterin bulunduğu liman sahasına hareket etti. Bu sırada protestocu bir grup, konvoyda bulunan araçları taşladı.”
· Yine Zaman gazetesinde olayda ölen Metin Lokumcu’ya ilişkin kara propaganda yapıldı. Gazetede şu sözlere yer verildi: “Artvin’in Hopa İlçesi’nde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı AK Parti mitingi öncesi ve sonrası çıkan olaylar sırasında kalp krizi sonucu hayatını kaybeden emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun olayları yatıştırmak yerine polise taş attığı görüntülere yansıdı. Olaylar sırasında çekilen görüntülerde Lokumcu’nun polisle tartıştığı gözleniyor. Lokumcu’nun olayları yatıştırdığı yönündeki iddiaların aksine olaylar sırasında Lokumcu’nun sürekli güvenlik güçleriyle tartıştığı, zaman zaman taş attığı gözleniyor.”
· Sabah gazetesi de polis saldırılarını meşrulaştırmak için benzer bir yol izledi ve “AK Parti Hopa mitingi öncesinde ilçede çıkan olaylar sırasında hayatını kaybeden emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun olaylarda taş atması ve göstericilere tepki gösteren vatandaşları itmesi kameralar tarafından kaydedildi. Görüntülerde, öğretmenlikten emekli olduktan sonra memleketi Kemalpaşa beldesine yerleştiği öğrenilen Metin Lokumcu’nun polisin göstericilere müdahalesi sırasında taş atması ve göstericilere tepki gösteren bazı vatandaşları itmesi yer alıyor.” dedi.
· Habervaktim.com adlı internet sitesinde Metin Lokumcu’nun ölümüyle ilgili çarpıtmalar yer aldı. Site, “Hopa’daki eylemlerde Metin Lokumcu isimli emekli öğretmen kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmişti. (…) Ancak gerçek farklı çıktı. Hayatını kaybeden Lokumcu’nun kalabalığı yatıştırmayı bırakın, polise ve Başbakan’ın konvoyuna taş fırlattığı görüntülü olarak ortaya çıktı. Üstelik Lokumcu kalabalık nispeten sakin dururken herkesin içinde en önce taş attığı görülüyor.” ifadelerini kullandı.
· Yeni Şafak Gazetesinde olaya ilişkin “AK Parti’nin Artvin’in Hopa’da düzenlediği miting öncesi ve sonrası kışkırtıcılar işbaşı yaptı.” denildi.
· Hopa haberinde emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümünden tek satırda bahsetmeyen yandaş gazetelerden biri de Star gazetesiydi. Star bir sonraki gün de Milliyetçi ve Muhafazakar Parti (MMP) Genel Başkanı Ahmet Reyiz Yılmaz’ın “Hopa’da BDP-CHP koalisyonunu gördük” ifadesini sürmanşete taşıdı.
· Radikal Gazetesi’nin olaylarla ilgili haberine “Hopa’da Erdoğan gerginliği” başlıığı atması dikkat çekti. Gazeteci İsmail Saymaz’ın haberinde Hopa’dan görüşlere yer verilirken, manşette “emekli öğretmen öldü, Başbakan’ın konvoyu taşlandı, koruma polisi otobüsten düştü” ifadelerinin kullanması dikkat çekti.
· Hürriyet Gazetesi de haberinde AKP’yi üzmeyecek, dikkatli bir dil kullanarak, olaylardaki polis vahşetini görmezden geldi. Gazete bir kişinin polis saldırı sonucu hayatını kaybettiği olayları “konvoya taşlı saldırı” başlığı ile verdi. Gazetenin emekli öğretmenin polis tarafından öldürülmesini “bir iddiaya göre” diyerek vermesi, buna karşılık koruma polisinin yaralanmasına ilişkin ayrı bir haber yapması dikkat çekti.
· Habertürk Gazetesi’nin olaylarla ilgili haberindeki hükümet yanlısı dil dikkat çekti. “AKP seçim konvoyuna taşlı sopalı saldırı” başlığı ile verilen haberde, olay sanki bir grubun taşkınlığı gibi gösterilmeye çalışarak, protestolara Hopa halkının büyük bir katılım göstermesi göz ardı edildi. Haberde şu ifadeler kullanıldı:
“(…) polis ekipleri, panzerlerle su sıkarak izinsiz gösteri yapan grubu dağıtmaya çalıştı. Bunun üzerine grup üyeleri, polislere taş ve çeşitli eşyalar atmaya başladı. Gruba biber gazı sıkılarak müdahale edildi.
Dağılan grup, bir süre sonra ara sokaklardan tekrar miting alanı yakınına gelerek çevrede bulunan AK Parti’ye ait araçlar ile diğer araçlara taş atarak zarar verdi.
(…) Miting bittikten sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın konvoyuna taşlı saldırı gerçekleştirildi.
Başbakan Erdoğan, AK Parti mitinginin ardından AK Parti seçim otobüsü ile helikopter pistinin bulunduğu bölgeye hareket etti. Bu esnada, seyir halinde olan konvoya bazı kişiler tarafından taş atıldı. Güvenlik güçleri olayları önlemek için havaya uyarı ateşi açarken, Başbakanlık Koruma Müdürlüğüne mensup bir polis memuru yaralandı. Koruma polisi ağır yaralandı ve hastaneye kaldırıldı.”
AKP İKTİDARI POLİS TERÖRÜNE SAHİP ÇIKTI, PEKİŞTİRDİ
· Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Ben Hopa’ya eşkıyaların indiğini bilmiyordum. Meğerse eşkıya Hopa’ya da inmiş. Eli taşlı eşkıyalar oraya da inmiş. Ve ne yazık ki taşlarla araçlarımıza saldırdılar. Tek yol sokak diyor, tek yol devrim diyor. Altındaki imza ’halkevleri’ diyor.”
· Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Fotoğrafta, polis göstericilere müdahale ederken jandarma bir köşede duruyor. Bu soru işaretidir. ‘Peki neden jandarma hareketsiz kaldı?’ diye sormak gerekir. Eminim oradaki en yüksek mülki amir olan kaymakam bir açıklama yapacaktır. Ama polis bir çaba içindeyken askerlerin hareketsiz kalması, açıklamaya muhtaç bir durum.” şeklinde konuştu. Ayrıca, “Bunlar organize olaylar. Tahmin ediyorum ki seçime kadar da sürecek.” diyerek polis saldırganlığına sahip çıktı.
· Sorunu güvenlik çerçevesinde ele alan ve Lokumcu cinayetini görmezden gelen Devlet Bakanı Hayati Yazıcı da Erdoğan’ın Hopa mitingi öncesi ve sonrasında çıkan olaylarda ciddi güvenlik zafiyetinin bulunduğunu söyledi. Yazıcı, gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu konuyu İçişleri Bakanlığı müfettişleri inceleyecektir. Güvenlik güçlerimizin bu tür durumlarda, olayları gerçekleştirenlere göz açtırmamaları gerekmektedir.” diyerek polisi cesaretlendirdi, muhalefete tehdit yöneltti. Yazıcı olaylardan bir gün sonra da “Başbakanın içinde olduğu otobüse taş atılıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bana göre bunu görmeyen göz kördür. Bunu anlamayan kalp sakattır. Öyle bir şey olamaz. Bu konularda Türkiye’nin taviz vermemesi lazım.” diyerek yaşanacak ev baskını, gözaltı, tutuklamaların adeta önceden haberdar ediyordu.
· Olayların ardından yayınlanan MİT Raporu da Başbakan’ın Hopa’yı seçmesindeki provokasyonu ve davayı terör kapsamına sokmak konusunda önceden yapılan fikri hazırlığı gösteriyor. Rapora göre, Hopa olayları öncesi Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), üç ayrı gizli yazıyla sol örgütlere destek veren kişilerin, Başbakan’a eylem planladığını duyurdu. İstihbarata rağmen olayların yaşanması üzerine İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in soruşturma izni verdiği öğrenildi. Müfettişlerin hazırlayıp İçişleri Bakanı’na sunduğu raporda, Hopa MİT Müdürlüğü’nce, Trabzon Bölge Başkanlığı’na ve Artvin Valiliği’ne üç ayrı yazı gönderildiği yer aldı. MİT’in ‘çok gizli’ istihbarat raporlarında, sol örgütlerin Hopa’daki faaliyetlerine dikkat çekildi. Başbakan Erdoğan’ın Hopa’dan geçişi sırasında sol örgütlere yardımcı kitlelerin eylem planladıkları uyarısında bulunuldu. Eylemlere karşı gerekli tedbirlerin alınması da istenerek davaların alt yapısı hazırlandı.
· Başbakan ile gazeteci Ruşen Çakır arasında seçim öncesi NTV’de düzenlenen programda Metin Lokumcu’nun ölümü ile ilgili şöyle bir diyalog geçti:
Ruşen Çakır: Ben… Üzerimde bir şey var… Onu söylemeden, sormadan, soru değil aslında… Ben Hopalıyım biliyorsunuzdur. Hayatını kaybeden Metin Lokumcu da benim akrabam. Ben Diyarbakır’dayken bu olay oldu ve çok üzüldük. Her anlamda, bütün akrabalarım da, tanıdıklarım da… Sonuçta gerçekten iyi bir insan, talihsiz bir şekilde öldü. Sizin memleketinizde yıllarca öğretmenlik yapmış birisidir. Ve sizin ilk günkü tepkinizi gerçekten yadırgadık. Ben ve ailem, akrabalarım yadırgadı. Aradan geçen zaman içinde bu konuyu herhalde düşünmüşsünüzdür. Diyeceğiniz bir şey var mı?
Recep Tayyip Erdoğan: Ben öncelikle tabii, sizin akrabanız olması sebebiyle başınız sağolsun diyeyim. Ama size bazı resimleri inşallah arkadaşlarım ulaştırsınlar bir de ses kasetlerini ulaştırsınlar. O ses kasetlerini dinlediğiniz zaman bir de o resimleri gördüğünüz zaman acaba emekli bir öğretmene bunlar yakışır mı diye herhalde siz de akrabanız da olsa, hakkı teslim etmeniz gerekir diye düşüyorum.
Ruşen Çakır: Ama öldü efendim…
Recep Tayyip Erdoğan: Bilmem.
(muhalefet.org)
31 Mayıs’ta Ne Olmuştu? İddianame’de Neler Var?
05 Aralık 2011 Pazartesi 11:08:15
9 Aralık’da Ankara’da Hopa tutuklularının ilk davası görülecek. 22 kişi 6 aya yakın zamandır Ankara Sincan F Tipi cezaevinde tutuklu bulunuyor. Bütün bu operasyonlar ve tutuklamaların nedenini anlatan iddianame ise ‘hooppa bu mu yani’ dedirten cinsten. Bir kitap külliyatından ibaret iddianemede, kitaplara ve bayrak sopasına dayanılarak ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ iddiasında bulunuluyor.
Davada yargılanan isimler şöyle: Ozan Sürer, Ömür Çağdaş Ersoy, Ozan Gündoğdu, Kadir Aydoğan, Başak Eylül Şan, Pelin Bayram, Tayfun Yıldırım, Uğur Uzunpınar, Mehmet Cem Çıplak, Uğur Tuna, Hikmet Tanıl, Göksel Ilgın, Sevgi Sönmez, Soner Torlak, Ferat Konukçu, Can Kaya, Çağrı Yılmaz, Can Türkyılmaz, Hazal Kangal, Nuri Özçelik, Özge Aydın, Demet Yılan, Mahir Mansuroğlu, Zafer Algül, Hamza Doruk Yıldırım, Özgür Atmaca, Cüneyt Çakır ve Eda Dişkaya.
31 Mayıs’ta Ne Olmuştu?
31 Mayıs 2011’de Tayyip Erdoğan seçim mitingi için her zamanki gibi Artvin merkezi değil bu kez Hopa’yı seçmişti. Hopa halkı, mitingin yapılacağı yerle arasından ‘duble yol’ geçen bir mesafede HES’leri ve çaydaki sömürüyü protesto etmek için toplanmış ve binalara pankartlarını asmıştı. Ancak polis buna imkan vermeyerek halkı dağıtmak için cop ve biber gazı kullandı. Bütün Hopa’yı kaplayan gaz bulutu içinde emekli öğretmen, devrimci Metin Lokumcu kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Hopa’ya dönük saldırıların ardından Tayyip Erdoğan Trabzon’da aynı gün yaptığı mitingte Hopa halkını ‘eşkıyalar’ diyerek hedef gösterdi.
Halka yapılan saldırının ve Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto etmek için 31 Mayıs’ta emek ve meslek örgütlerin, siyasi partilerin çağrısıyla sokağa çıkıldı. Ankara’daki yürüyüş Sakarya Caddesi’nden başlayarak AKP İl Binası önüne kadar sürdü. AKP’nin önüne kurulan polis barikatı ve yüzlerce polis kitlenin üzerine Hopa’dakine benzer şekilde gaz ve coplarla saldırdı. Polisin saldırıları sonucunda eylemin dağılmasının ardından, polisin saldırıları sürdü. ÖDP Ankara İl Örgütü’nün binası polis tarafından basıldı, kapısı kırılarak, içeriye girilmek istendi. Polis sokakta sürek avına çıkarak 79 kişiyi göz altına aldı.
4 günlük göz altı süreleri, Terörle Mücadele sorgulamaları ile başlayan operasyonda 5 kişi tutuklandı.
Ankara Eylemi Sonrası Neler Oldu?
· Hopa Kaymakamı Abdullah Aktaş, olaylar sırasında hayatını kaybeden Metin Lokumcu’nun olaylara karışmadığını söyledi. Lokumcu’nun polis tarafından tekmelendiği iddialarının gerçek olmadığını öne süren Kaymakam Aktaş, tesadüfen olay yerinden geçtiğini ve olanlardan etkilenip kalp krizi geçirdiğini söyledi.
·Hopa’da Tayyip Erdoğan’ın gelişini protesto eden emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun öldürülmesine tepki gösteren Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri’ne polis saldırdı. Kızılay’ın dört bir yanında süren çatışmalar sonucunda 52 kişi gözaltına alındı, onlarca kişi yaralandı. Gözaltına alınanlar Kızılay’da polis otobüslerinde işkenceye maruz kaldılar. Gözaltına alınanların avukatları Güvenlik Şube Müdürlüğü’nden sorumlu Ankara Emniyet Müdür yardımcısı Kenan Kabak tarafından küfürlere ve saldırılara uğradı, ardı sıra yine Kenan Kabak’ın emri ile çevik kuvvet polisleri tarafından darp edildiler.
· Maltepe yönünde süren çatışmalar esnasında pek çok kişi yoğun gazdan etkilenmemek amacıyla GMK Bulvarı üzerinde bulunan ÖDP Ankara İl binasına girdi. Protestocuların binaya girmesi üzerine sivil giyimli yaklaşık 70 kişi ile çevik kuvvet binayı taşladı. Binada büyük hasar meydana geldi.
· Meydan ortasında atılan dayağa ve işkenceye, olayı izleyen yüzlerce kişi yuhalayarak tepki gösterdi. “Meydan ortasında işkence var” ve “Otobüsler dayaktan sallanıyor” bağrışmaları ile yükselen tepkiler üzerine bir emniyet görevlisi “Tepki gösteren, yuhalayan ne kadar şerefsiz varsa alın” talimatı verince çevik kuvvet, coplarla ve tekmelerle yüzlerce kişiye saldırdı. Bu esnada sivil giyimli bir kişinin “Herkesin gözünün önünde linç edin” demesi ve ardından gözaltına alınan insanların onlarca polis tarafından dövülmesi de dikkat çekti. Gözaltı otobüslerinin etrafını boşaltan polisler, basın emekçilerinin görüntü almasını da engellemeye çalıştı. Hastanelerde de gözaltı işlemi uygulanan yaralıların yanına giden 3 avukat, baro üyesi olduklarını söylemelerine rağmen darp edildi ve elleri arkadan plastik kelepçeyle bağlanarak gözaltına alındı. Avukatlar elleri kelepçeli halde saatlerce otobüste bekletildiler, buna itiraz edenler hakaret ve fiziksel saldırıya uğradı. Ayrıca olayları görüntüleyen BirGün Ankara muhabiri polisler tarafından darp edildi.
· Başbakan Konya mitinginde, Ankara’daki protestoda polis tarafından kalça kemiği kırılan Dilşat Aktaş için “Bu sabah bakıyorum bir televizyon kanalında Ankara’da bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem. Ve oradan, panzer yetmiyormuş, oradan hızını alamıyor, kalkanla yerinde duran polisimize elindeki sopayla saldırıyor, vuruyor, polis yerinde sabrediyor.” dedi.
· Hopa olaylarının ardından Ankara’da gözaltına alınan sendika üyelerine yardımcı olmak için gittiği Ankara Emniyet Müdürlüğü önündeki arbede sırasında polisin başına vurduğu KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) Genel Başkanı Osman Biçer’e yüzde 78 işitme kaybı tanısı konuldu. Biçer’in tedavisinin zaman alacağı, tamamen iyileşemeyebileceği de belirtiliyor.
· Büro Emekçileri Sendikası (BES) Ankara Adliyesi’nde işyeri temsilciliği görevini yürüten Fatma Ekin NARİN ve Turgay AKÇAY hakkında; Ankara’da yapılan kitlesel basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle idari soruşturma açıldı. Soruşturma sonucunda, Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığının talebi üzerine, Adalet Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu tarafından “…bir daha atanmamak üzere, devlet memurluğundan çıkartılma cezasıyla” cezalandırılmak üzere son savunmalarının alınmasına karar verildi.
· Artvin Emniyet Müdürü Hüsrev Salmaner, 8 Ağustos’ta yaptığı açıklamada Hopa İlçesi’ne 50 kişilik Çevik Kuvvet Grup Amirliği kurulacağını söyledi. Yer arayışında olduklarını ifade eden Salmaner, “Polis amir ve memurlarının görevlendirme yazıları yazıldı. Yer temininden sonra, 50 personelin görev yapacağı Çevik Kuvvet Grup Amirliği görevine başlayacak. 1 de Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı (TOMA) bulunacak” dedi.
İmamın Ordusu Seçim Zaferini Kutladı
Operasyonların ikinci evresi ise 12 Haziran seçimlerin hemen ardından evlere yapılan baskınlarla başladı. Ankara’da günlerce listelerle ev baskınları yapıldı, Amerikanvari operasyonlarla insanlarda sokaklardan göz altına alındı. Evlerden kitaplar, bilgisayarlar toplandı. 2 gün süren göz altının ardından göz altına alınan 18 kişiden 15’i tutuklandı. Bu operasyonlar sırasında ÖDP Parti Meclisi üyesi Ozan Sürer’de göz altına alınarak, tutuklandı.
6 Aylık Tutukluluk Cezası
Operasyon ve yargılama da dahil doğrudan polis müdahalesi ile gerçekleştirilen bu süreç sonucunda gerçekleşen tutuklamaların kendisi de bir göz dağı ve cezalandırma olarak gerçekleşti. 6 ay boyunca defelarca itirazlar edilmesine rağmen bu itirazlar incelemeye dahi gerek duyulmadan ‘copy paste rutin metinlerle’ reddedildi.
Yoktan terör örgütü yaratıldı
Tutuklananların üyesi oldukları yasal kitle örgütleri, siyasi partilerin yapısı hiçe sayıldı ve tutuklular THKP-C gibi olmayan bir örgütün üyeleri kabul edildi. Lokumcu’nun hayatını kaybettiği eylem esnasında ve sonrasında Hopa’da gözaltına alınıp ardından tutuklananlar hakkında Terörle Mücadele Kanunu’na dayandırılarak oluşturulan suç davadan düşürülürken onlara Ankara’da destek verenlerin TMK kapsamına sokulması davadaki bir diğer önemli hukuksuzluk olarak dikkat çekti.
Kitaplı Terör Örgütü Üyesi
Operasyon yöntemine, medyada kopartılan fırtanaya ve 6 aya varan tutuklama süresine bakınca ‘ciddi delil ve iddialar’ beklenebilir. Ancak iddianamenin büyük bir bölümü evden toplanan kitapların mahiyetini anlatmaktan ibaret.
SOL Yayınları Halen Yasaklı
Ev baskınlarında polisin ilk hedefi her zamanki gibi ‘SOL Yayınları’na ait kitaplar. Raflarda ne kadar SOL yayını kitabı varsa toplanmış. Bununla da sınırlı değil elbette ‘kelimelere koşullanmış polisler’ üzerinde Marks ve Lenin gördükleri kitapları da topluyor. Ve elbet Deniz Gezmiş’e, Mahir Çayan’a, İbrahim Kaypakkaya’ya ait kitap, fotoğraf ne varsa alınıyor.
İddianeme’nin büyük bölümü de bu kitapların mahiyetini anlatmakla doldurulmuş. Suçun ne olduğuna dair en küçük bir belirti olmadan kitabın devrimden, sosyalizmden söz etmesi suç unsuru olmasına yetmiş. Oğuzhan Müftüoğlu’nun Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ‘Bitmeyen Yolculuk’ kitabı da ‘silahlı terör örgütüne üye olmanın’ kanıtlarından birisi olarak dosyada yerini almış. İddianamede kitap, ‘çocukluğundan başlayarak, FKF, Dev-Genç’i’ anlatıyor diye sunulmuş. Anlaşılan ‘çocukluğun anlatılması da’ suç unsuru sayılıyor. Mahir Çayan’ın, Ulaş Bardakçı’nın, Deniz Gezmiş’in neredeyse her yerde asıl olan fotoğrafların evlerde asılı bulunması ise suç!
İddinamede ayrıca bu kitapların kimilerine ilişkin yasaklama tarih ve karar sayısı da var. O kadar da boş değil yani! Mesela, Lenin’in Gençlik Üzerine kitabı için 1975/65, Mahir Çayan’ın Toplu Yazıları için ise 1979/34.
Ağır Suç Delilleri
‘Silahlı terör örgütü’ üyesi olmakla suçlananlara ilişkin kitaplar dışında nasıl suç delilleri var? İddianemeden aktaralım, ‘150 cm uzunluğunda, 2 cm kalınlığında sert plastik sopa’, ’90*90 çapta kareli puşi’, ‘4 adet 60 cm tahta sopa’, ‘üzerinde TTB yazan şemsiye’, ‘sopasız flama’…. Yani, kitaplar, ‘sert’ plastik sopa, puşi, şemsiye ve sopa ile ‘silahlı terör örgütünden’ ve onun ‘eyleminden’ söz ediliyor.
Mahkeme tarafından kabul edilen Savcılık iddianamesi bu. 12 Eylül faşist darbesinin ardından geçen işkence süreçleri mahkemede delil oluşturmak için gerçekleştiriyordu. Askeri yargı da göstermelik de olsa, işkenceye de dayansa bir delile dayanarak ceza kesiyordu. Bugün ise Özel Yetkili Mahkemeler eliyle 12 Eylül yargılamalarını dahi aracak bir süreç işletilerek, hiçbir delile dayandırılmadan ‘terör örgütü’ kuruluveriliyor!
(muhalefet.org)
Ufak at da civcivler yesin.
İzmit’te geçen hafta tamamı yasal birer kuruluş olan Halkevleri, Sosyalist Demokrasi Partisi ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi’ne üye 15 kişi tutuklandı. Tutuklananlardan Ufuk Çeri, 1980’de asılan ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül referandumu öncesi hakkında konuşurken ağladığı Necdet Adalı’yı anmakla suçlandı.
Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan anmaları, ulaştırma zammı protestosu nedeniyle 40 yıl önce lağvedilmiş THKO, TKHP/C ile TİKKO ve Devrimci Karargâh örgütlerine üye oldukları, örgütlerin propagandasını yaptıkları, suçu ve suçluyu övdükleri iddia edildi.
Radikal gazetesinin haberine göre aynı dava kapsamında SDP’li Ufuk Çeri ise 1980’de asılan ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül referandumu öncesi hakkında konuşurken ağladığı Necdet Adalı’yı anmakla suçlandı.
SDP üyesi Ufuk Çeri, sorgusunda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen yıl 12 Eylül referandumundan önce parti grubunda yaptığı konuşmada, Adalı için yazılan şiiri okuyup ağlamasını anımsatarak, “Adalı’nın askeri darbede haksız yere idam edilmesini Başbakan dahi dile getirmiş ve iade-i itibar olarak değerlendirmiştir. Adalı’yı anmak suç diye değerlendirilemez” dedi.
Sanıkların avukatı Sinan Varlık, hiçbir şüphelinin evinden silah, kesici ya da delici bir alet çıkmadığını, tümünün yasal kurullara üye olduklarını belirtti.
Güzel bir röportaj:Alain Badiou ile yapilan roportaji paylasmak istedim… Iyi okumalar herkese!
Aslında Lenin’in değil Marx’ın durumunda gibiyiz
ONUR EREM – İBRAHİM VARLI/BİRGÜN
Dünya solunun şu an yaşayan en önemli ismi olarak kabul edilen Fransız düşünür Alain Badiou, daha önce Jean-Luc Nancy’yi de İstanbul’a getiren MonoKL dergisi ve Sarıyer Belediyesi tarafından Boğaziçi Üniversitesi Büyük Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen “Devrim, Demokrasi, Felsefe Kongresi”ne katıldı. Konferans sonrasında kendisiyle yaptığımız özel röportajı yayımlıyoruz.
>> Soğuk savaş bittiğinden bu yana kapitalizme alternatifi olmayan bir dünyada yaşadığımız söyleniyor. Günümüzde kapitalizm çok büyük bir krizin içinde olmasına rağmen, hâlâ bir alternatif geliştirilebilmiş değil. Bu durumun daha ne kadar süreceğini düşünüyorsunuz?
Dünya çapındaki kapitalizminin ebediyen sürmeyeceğine eminim. Bu dünyanın sonu, veya tarihin sonu değildir. Dolayısıyla ne olursa olsun yeni bir görüş oluşturulacaktır. Bu görüş hem hüküm süren kapitalizme karşı hem de geçmişteki devrimci tecrübelerden yararlanan ve aynı hatalara düşmeyen bir alternatif olacaktır.
Şu andaki durum zor ve karanlık gözüküyor, bu doğru. Ancak tarihte ilk defa böyle bir duruma düşmüyoruz. Çalışmak, pes etmemek ve başka bir alternatif aramaya devam etmek lazım.
>> Batıdaki işgal (occupy) hareketleri de bunu yapmaya çalışıyor. Onların ne kadar başarılı olduğunu düşünüyorsunuz? Bir alternatif çıkartıp yeni bir yapının temelini oluşturabilirler mi?
İşgal hareketleri daha önce benzeri görülmemiş yeni bir hareket. Bu da yeni bir yol arayışının bir parçasıdır zaten. Ama aynı zamanda çok da kırılgandır. Çünkü sağlam bir eleştiri sunuyorlar, ancak yeni bir öneri ortaya koyabilmiş değiller. Bu isyandan gerçek yeni bir öneriye geçmek gerekir.
Şimdilik bu kapitalizmle içkin, kapitalizmin içinde olan bir harekettir. Daha yumuşak bir kapitalizm arzusunun temsilidir. Oysa yumuşak kapitalizm diye bir şey de yoktur, mümkün değildir. Yumuşak bir kapitalizm için yapılan isyanlar yerine tamamen yeni, kapitalizm dışında bir şey hedefleyen bir hareket kurmamız gerekir.
>> Arap ülkelerindeki halklar da tek-adam yönetimlerine ve bazı neo-liberal politikalara karşı ayaklandılar. Sizce yeni gelen hükümetler onları neo-liberalizmden korumayı başarabilecek mi?
Bence Arap hareketinin üç aşaması olacak. Birinci aşamada despotluk yönetimlerine karşı çıkan bir isyan. Bu aşamada bir antikapitalist devrim gerçekleşmez. Sadece baskıdan ve diktatörlükten kurtulmayı hedeflerler.
İkinci aşamada ise hareketin bir bölünmesi gerçekleşecek. Bir tarafta eski rejimle uzlaşmak isteyenler, diğer tarafta ise daha devrimciler yer alacak. Mısır’da şu anki durum da bu aşamada. Bir tarafta ordu, ortada Müslüman Kardeşler, diğer tarafta da devrimciler var. ikinci aşama bu yüzden biraz karışık.
Üçüncü safhada ise devrimcilerin gücü ele geçirmesini umut ediyoruz; henüz bu devrimler ikinci aşamada olduğu için bu dileğimizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini göreceğiz.
>> Fransa’nın bu sürece müdahale etmesini, örneğin Libya’ya saldırmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu kesinlikle emperyalist bir saldırıdır. Buna karşı çıktım. Ve maalesef bütün Fransa solu Libya müdahalesini destekledi. Saldırılar başladığında Fransa solunda buna karşı çıkan kişilerin toplamı 3 veya 4’tü.
>> İçinde yetiştirildiğimiz ve yaşadığımız sistemde komünizmin “çağ dışı, köhne, otokratik ve işkencelerle dolu” bir yönetim şekline dönüşmeye mahkûm olduğu, bu yüzden de denemeye bile gerek olmadığı insanlara empoze ediliyor. Bu dominant söyleme karşı nasıl mücadele edebiliriz?
Bunun için iki yol var. Birincisi olan şeyi açıklamaktır. Neden komünizmi hedeflerken böyle bir yönetimle karşılaştığımızı sorgulamaktır. ‘Bu kader kaçınılmaz mıydı’ diye düşünmektir. Burjuva açıklamalarını gölgede bırakacak şekilde kendi açıklamalarımızı dillendirmemiz gerekmektedir.
İkinci yol ise komünizm kelimesine gerçek anlamını, yani Marx’ın verdiği anlamı vermemizdir. Komünizm kelimesinin, insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğü anlamını bu kavrama geri vermektir.
Şu anda dünya komünizm üzerine yeniden düşünmeye başladı. Dolayısıyla artık komünizm kelimesinin gerçek anlamına doğru gidiyoruz.
Bana göre komünizmin de üç aşaması var. Birincisi, Marx’ın anlatmak istediği komünizm. İkinci, komünizmin gerçekleştirildiği, diktatörsel devlet komünizminin tecrübe edildiği aşama. Üçüncü aşamayı ise bizim başlatmamız gerek. Günümüzün çağdaş kapitalizmine karşı yeni bir komünizm anlayışı sunmamız gerekiyor. En büyük sorun da burada örgütlenme olacaktır.
Belki de bu yeni komünizm, Marx’ın komünizmi ile Bakunin’in anarşizmi arasında bir birleştirici olacaktır. Yani komünizm ile anarşizm arasında bir noktada özgürlükçü ve eşitlikçi bir sistem yaratılacaktır.
>> Komünizm ile anarşizm arasında kurulabileceğini söylediğiniz bu bağı biraz daha açabilir misiniz?
Komünizmin içinde de bir hiyerarşi, askervari bir örgütlenme olduğunu düşünüyorum. Bu yapılanma, iktidarı ele geçirmek için etkiliydi. Leninist bir partinin Leninist bir kavramıydı. Anarşizm tarafında ise kolektif bir örgütlenme vardı. Kendi kendini örgütleyen ve organize eden bir hareket hayali vardı. Bugünkü kafa yormamız gereken şey şu olmalı: Harekete sadık kalan, hareketin ruhunu taşıyan ve hiyerarşinin dışında kalacak yeni örgütlenme biçimleri bulmak. Marx da manifestosunda komünist partilerin işçi sınıfının içinde var olan bir yapılanma olması gerektiğini söylüyordu. Oysa günümüzün komünist partileri işçi sınıfının dışında varolur hale geldiler. Bu fikre geri dönmemiz gerek. Hayalimiz ve hedefimiz, anarşizmin özgürlükçülüğünü ve komünizmin disiplinini bir araya getiren bir yapı oluşturmak olmalı. Bunun mümkün olup olmadığını henüz bilmiyoruz tabi.
>> Söylediklerinizle son dönemde yükselen ‘komünizme ulaşmak istiyorsak sosyalizmi reddetmeliyiz’ anlayışı arasında paralellik görüyor musunuz?
Sosyalizmden komünizme geçiş çok zor bir tarihsel sorudur. Komünist süreç zaten sosyalist süreci de eleştirir. Çünkü komünizm, devletin ortadan kalkmasıdır. Halbuki sosyalizm devletin mutlak güçlü olduğu bir devlet yapısıdır. Komünizme geçmek için sosyalizm şart diyenler de var, ancak bunun henüz bir kanıtını göremedik.
>> Örgütlenme probleminden bahsettiniz. Batı demokrasilerine baktığımızda günümüzün parti yapılarının artık halkın isteklerine ve ihtiyaçlarına cevap veremediğini, çoğu ülkede sol partiler ile sağ partilerin hiç bir farkının kalmadığını görüyoruz. Komünizme giden yolda, bu haldeki partileri kullanmaya devam etmeli miyiz, yoksa farklı bir taban örgütlenmesi mi yaratmalıyız?
Bence bugün ihtiyacımız olan şey yeni taban hareketleridir. Bir şeylere daha yeni başladığımız fikrini aklımızdan çıkarmamamız lazım. Bence eski parti yapılarını tamamen terketmemiz lazım. Onlar artık günümüzün ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Komünizmi, gücünü tabandan alacak yeni yapılar getirebilir, işlevsizleşmiş partiler değil.
>> Bir zamanlar çok güçlü olan Fransa solunun güçsüzleşmesinin nedeni de sizce partilerin işlevsizleşmesi mi?
Bana göre Fransa solu uzun bir zamandır ölü. Çünkü onlar büyük halk kitlelerinden koparılmış durumdalar. Bu yüzden yeni bir şey sunamazlar. Bizde çoğu zaman sol partiler iktidarda oldu, ama son zamanda yaptıkları ve söyledikleri sağ partilerle neredeyse tamamen aynı.
>> Bir röportajınızda, “bir felsefeci olarak dünyayı hiç bir zaman olduğu haliyle kabul edemem” demiştiniz. Bu motivasyon sayesinde hayatınız boyunca dünyayı değiştirmek için uğraştınız. Bunca yılın ardından geçmişe baktığınızda yaptıklarınız sizi tatmin ediyor mu? Pişmanlıklarınız, ‘keşke’leriniz oldu mu?
Evet, hatalarım oldu. Özellikle de siyasi çalışmam, bir dönemin sonu ile başka bir önemin başlangıcı arasına denk geldi. 70’li yıllarda klasik Marxizmin hâlâ bir gücü vardı. Parti yapılanması, işçi sınıfı, sosyalist devlet anlayışı canlıydı. Ben ve arkadaşlarım da çalışmaya eski fikirlerden yola çıkarak başladık. Bu fikirlerin bitmekte olduğunu o zamanlar bilmiyorduk. Esasında sonu gelmekte olan bir devrimci anlayışın militanlarıydık.
Bir yanılsama vardı; bir şeyler olabilir zannediyorduk, oysa olasılıklar dahilinde değilmiş. Artık bunun ötesine geçmemiz gereken bir dönemdeyiz. Küçük deneyimlerden tabanı oluşturmakta faydalanmamız lazım.
Benim siyasi yaşamım bir dönemden başka bir döneme geçişi temsil ediyor. Gençken sömürü karşıtı bir savaş veriyorduk: Cezayir ve Vietnam savaşları. Ardından ‘68 kuşağındaki ayaklanmalar ve buna bağlı yeni deneyimler geldi. Ama bütün bunlar aynı dilin ve aynı fikirlerin içinde gelişmişti: Klasik Marxizmin dili. Artık klasik Marxist söylemin dışına çıkmamız lâzım.
>> 1968’deki hayallerinizle bugünkü hayallerinizi karşılaştırdığınızda ne gibi benzerlikler ve farklılıklar görüyorsunuz?
Daha genç olduğum zamanlarda sahip olduğumuz hayalleri gerçekleştirebileceğimizi düşünüyordum. Bugün ise yeni hayaller yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. 1960’larda genel bir programımız vardı; veya biz böyle düşünüyorduk. Devrimci bir program hayatımızdaydı. Bu programı gerçekleştirmek için de imkânlara sahip olduğumuzu düşünüyorduk. Bugün ise eski programımızın işe yaramadığını görmenin sıkıntısı var. Tam da bu yüzden yeni bir program yaratmamız lazım. Aslında Lenin’in değil Marx’ın durumunda gibiyiz. Bir şeylere en başından başlamamız gerekecek. Halbuki Lenin bir şeyin uygulaması kısmındaydı.
(röportajdaki ‘komünizme ulaşmak istiyorsak sosyalizmi reddetmeliyiz’ fikri hakkında bir yazı…)
Komünizm adına sosyalizmin reddi – Halil Turhanlı
17:05 30 Ağustos 2011
Neoliberal kapitalist düzenin her yanında açılan çatlaklar yavaş yavaş büyüyor. Gettolardaki isyan, yağma ve yangın şehrin merkezine yayılıyor. Tahrir Meydanı’nda başlayan özgürlük talepleri İspanya’da yankı buluyor. Bu adaletsiz sistemin bedelini ödemek istemeyen Yunan halkı parlamentonun kapısına dayanıyor.
Milyonlarca insan kölelik koşullarında çalışıyorlar. Gayriinsani bir düzen olan, insan onuruyla bağdaşmayan kapitalizmin en trajik etkileri Somali’de görülüyor.
Reaganların, Thatcherların Özalların ve toplumu, her türlü insani dayanışmayı, insani değerleri reddeden, yoksulluğa kayıtsız kalan diğer radikal sağcı politikacıların yeniden biçimlendirdikleri düzen şimdilerde ciddi bir kriz içinde. 2008 yılında şiddetlenen ekonomik kriz giderek siyasi boyut kazandı, siyasi krize dönüştü. Siyasi sistem(ler)in meşruluğu tartışılır hale geldi. Paul Mattick kapitalizmin sürekli kriz çağına girdiğini ileri sürmüştü. Belki kesin bir hükme varmak için henüz erken ama, Mattick’in 1930’larda öne sürdüğü tezin ancak şimdi günümüzün gerçeği haline geldiği söylenebilir.
Oysa, çok değil, bundan yirmi iki yıl önce büyük bir kibir ve küstahlıkla tarihin sonunu duyurmuşlardı. Liberal düzenin insanlığın nihai hedefi olduğu ve tarihin de bunu doğruladığını iddia etmişlerdi. Kapitalizm toplumun tek mümkün örgütlenişiymiş gibi sunulmuştu.
İyi ve kötü, olumlu ve olumsuz yönleriyle tarih devam ediyor. Tarih devam ederken insan onuruna yaraşır bir hayat için radikal siyasetlerin gerekliliğini de insanlığın önüne koyuyor. Tutucu bir dönem sona ermek üzere. Neoliberal sömürü karşısında sistem karşıtı, radikal düşünce ve siyasetler, özgürleşme projeleri canlanıyor.
Mart 2009’da Birbeck İnsani Bilimler Enstitüsü’nce düzenlenen Komünüzm İdeası başlıklı konferansa sol kanattaki önemli felsefeciler katılmış ve sonradan bir kitapta toplanan tebliğler sunmuşlardı. Anılan kitap Türkçeye de çevrildi: Bir İdea Olarak Komünizm (çev. A. Ergenç, E.Kılıç , Ayrıntı Yayınları 2011)
Genelde 1989’da reel sosyalizmin çöküşünü izleyen dönem için yeni bir komünizm tanımı yapılmaya çalışılıyor. Tebliğler bu arada , radikal solun içe kapanma döneminin geride kaldığını, yeniden canlılık kazandığını, kuvvetli kuramcılarla geri döndüğünü ve aslında zengin entelektüel bir mirasa sahip olduğunu ortaya koyuyor. Ben bunlardan Badiou’nun sunduğu “ Komünizm İdeası” başlıklı tebliğ ile Bruno Bosteels’in Badiou’nun sol komünizmini ele alan “ Solcu Hipotez: Terör Çağında Komünizm” başlıklı tebliği üzerinde durmak istiyorum.
Badiou varolmuş ve tükenmiş sosyalizmlerin, bunlarım kurduğu bürokratik devlet yapılarının ötesinde bir komünizm düşünüyor. Özgürleşme politikalarını yürütmede geleneksel parti anlayışının rolünü sorguluyor.Daha doğrusu, bu soy politikalar açısından partiyi yetersiz buluyor.
Badiou yapısı ve işleyişi açısından geleneksel sol örgütlere pek benzemeyen L’ Organisation Politique’in üyesi. Bu örgüt genelde belgesizler (sans-papier) olarak anılan ikamet ve çalışma izni olmayan kaçak göçmenlerin, mültecilerin hakları için mücadele ediyor. Badiou’ya göre politikanın yeni mekânları yabancı işçilerin, göçmenlerin yaşadıkları mahalleler, pansiyonlar. Yoksuların, mülksüzlerin kızgınlık biriktirdikleri yerler. Onun kapitalist parlamentarizme alternatif olarak önerdiği, partisiz siyaseti savunan, parti disiplini yerine düşünce disiplinini koyan metapolitika anlayışı Güney Afrika’da Durban şehrinde başlayan Abahlali baseMjondolo hareketinin (Zulu dilinde gecekondu halkı anlamına geliyor) yoksulluğa karşı yürüttüğü mücadelede esin kaynağı oluyor, teorik katkı sağlıyor.
Badiou’ya göre komünizm devrimci, özgürleştirici politikalar alanında siyasi bir idea. Platon’un iyi ideasının modern versiyonu. Komünist idea bireylerin özne olmasını sağlayan potansiyel güç. “Komünizmin sabitleri “ ise mülkiyet, otorite ve hiyerarşi karşıtlığı .
Sosyalist devlet kendi yokoluşunu gerçekleştirecek, komünizmin sabitlerini hayata geçirecek istisnai bir devlet olarak tahayyül edilmişti. Proletaryanın siyasi hegemonyasının aracı olan bu devlet halkın yönetilmesinden nesnelerin yönetileceği bir düzene geçişi sağlayacaktı.
Engels, “devlet çıkrık ve bronz baltanın olduğu yere, antikçağ müzesine geri gönderilecek” demişti, ama öyle olmadı. Parti ve devlet bütünleştiler, devletsizliğe geçiş bir yana, bu bütünleşmeyle devlet aygıtı daha güçlendi. Kendini sosyalist olarak adlandıran devlet sönümlenmedi. Yeni bir otoriter sistem, bürokratik bir güç ortaya çıktı .
Badiou şunu vurguluyor: Komünizm ve devlet birbirinden tamamen ayrılmalı. Devlete yaslanarak komünizme ulaşmak mümkün değil. Komünizm, o devlet sosyalist de olsa bir devletin işleyişiyle, aracılığıyla erişilecek bir hedef değil. Sosyalist devlet geçiş aracı olarak görülmemeli. Dahası sosyalizm ve sosyalist devlet aşamaları atlanmalı.Komünizm sosyalist devlet olmadan düşünülmeli. “Sosyalizm diye bir şey yok” diyor Badiou ve ekliyor, “Gerçek olan, eksiksiz olan komünizmdir” .
Bosteel, çok yerinde bir saptamayla Badiou’nun bir geçiş aşaması olarak sosyalizmi reddeden düşüncelerinde bir zamanlar Lenin’in “çocukluk hastalığı” olarak nitelediği ve eleştirdiği eğilimlerin hayat bulduğunu ileri sürüyor. Gerçekten öyle. Günümüzün radikal teori ve siyasetleri açısından Badiou’yu önemli kılan da bu.
( birgun.net )
Gün Bey,
Mehmet İnanç Turan’ın “Yıkıntının Tarihi ve Teorisi” kitabını okudunuz mu? Eğer okuduysanız bizim için kısaca değerlendirebilir misiniz? Sevgilerimizle…
Sözünü ettiğiniz kitap esasen gayet iyi. Stalin dönemini ayrıntılarıyla tahlil ve teşhir ediyor. Son derece yararlı. ancak bir zaafı var: O da Stalin diktatörlüğünün taşlarnı döşeyen Lenin ve Troçki dönemini hiç eleştirmemesi, hatta toz kondurmaması. Evet, Lenin-Troçki devriyle Stalin devri arasında çok önemli farklılıklar vardı, ikisi aynı çuvala konamaz ama Lenin-Troçki devrinde yapılanların Stalin diktatörlüğünü hazırladığı da bir gerçektir. Benim kısa değerlendirmem böyle.
Gün Bey
Bahsettiğiniz eksikliği giderecek kitap veya makale olarak önerebileceğiniz bir mecmua var mı acaba? Esasen bahsettiğiniz konu hiç dikkatimi çekmemişti… iyi günler.
Bu sitedeki Devrim ve sosyalizm sorunları kategorisinde yer alan, “Şu Lenin ve Troçki Mirası meselesi” adlı yazıma bakmanızı salık veririm. ayrıca benim, Özgür Üniversite yayınlarından çıkan “Stalinizm-Bir İdeolojinin İflası” kitabıma da.
Bu arada duyurayım, yakında, Sitede, bir “Soru-cevap” penceresi açılacaktır.
Oda Tv’deki yazi
Tarih: 24 Kasım 2011
Gazete: Taraf
Halil Berktay, “Eski-Yeni Ayrışmalar” başlıklı yazısında şunu yazdı:
“Nuray Mert, bence o her nasılsa Ergenekon yanlılığına sürüklenmiş biri ve sırf bu nedenle, AKP’nin işini zorlaştırsın da ne olursa olsun diye, Kürt milliyetçiliğine göz kırpıyor; gelin görün ki onlar da bunu yutuyor, böyle önemli aydınların desteğini alıyoruz sanıyor ve bunu tabanlarına başarı diye satıyor.”
Evet, Berktay’ın yazısının bir bölümü böyle…
Tarih: 27 Kasım 2011-11-30
Gazete: Milliyet
Nuray Mert, “Herkes Haddini Bilmeli” başlıklı yazısında Berktay’a yanıt verdi.
Şunu yazdı:
“Türkiye’de gelinen noktada siyasal tartışmanın yerini büyük ölçüde düzeysiz polemikler, itham ve yaftalamalar almış vaziyette. Benim ne siyasi anlayışım, ne insanlığı ilişkin tasavvurum, ne de kişiliğim, butür bir ortamda polemiklere girişmeye müsait değil.”
Evet, Mert’in yazısının bir bölümü böyle…
Gelelim belgeye:
Tarih: 20 Ekim 2010
İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürü Yurt Atayün İstanbul Cumhuriyet savcılığına (Sayı: B.05.1.EGM.4.34-45400-19386) yazdığı yazısında bakın ne talep ediyordu:
“Son dönemde ülkemizde faaliyet yürüten yazılı ve görsel bazı yayın organlarında, Hanefi Avcı’nın bahse konu kitabının, iddia olunan Ergenekon Silahlı Terör Örgütü tarafından bir dezenformasyon faaliyeti kapsamında yazdırılmış olabileceğine dair yayınların yapıldığı tespit edilmiş olup; Şüpelinin yazmış olduğu “Haliçte Yaşayan Simonlar” isimli kitabının bu kapsamda değerlendirilerek iddia olunan Ergenekon Silahlı Terör Örgütü ile şüpeli arasındaki örgütsel irtibatı ortaya koyacak delillerin toplanması konusunda yapılacak işlemin bildirilmesi husunu arz ederim.”
Hanefi Avcı’nın kitabının bazı gazeteciler-yazarlar tarafından yazdırıldığını, hatta yazıldığını iddia eden 32 haber ve yazı vardı. Bunu nereden biliyoruz: TEM Şube 28 Eylül 2010 tarihli Ön İnceleme tutanağı’nda bu yazıları sıralıyordu:
-Hanefi Avcı’yı kimler kullandı; Yiğit Bulut(Habertürk) 1.9.2010
-Ergenekon ve Hanefi Avcı; Rasim Ozan Kütahyalı(Taraf) 1.9.2010
-Karargah’ta Avcı Süprizi; Bugün gazetesi 24.9.2010
-Avcı’nın kitabı: İki bölümde iki Ergenekon: Alper Görmüş; (Taraf) 5.10.2010
-Avcı’nın OR-AY’sına yanıt; Önder Aytaç(www.samanyoluhaber.com.tr) 8.10.2010
-Hanefi Avcı’nın Yalanlar ve Onun Kullandığı Medya; Önder Aytaç(samanyoluhaber.com.tr) 19.10.2010
Uzatmayalım…
Savcı Kadir Altınışık 20.10.2010 tarihinde “incelensin, araştırılsın” dedi.
Sonuçta, medyadaki bir yalan haber üzerine Odatv iddianamesine kadar girdi.
Diyeceksiniz ki: İddia edenlerin elinde delil var mı?
Hayır. Sadece kişisel yorumları var. “Üslubu benziyor, olabilir” diyorlar!
Yani…
Halil Berktay sadece Nuray Mert’e değil tüm muhaliflere “Ergenekoncu” yaftasını vururken, o yazıların nelere yol açtığını bilmiyor olabilir mi?
12 Mart 1971 darbesi öncesi bir devrimci işkencede nasıl tavır almalıdır diye; “Poliste ve İşkencede İhtilalci Tutum” diye broşür yazan Halil Berktay hiç bilmez mi bu küçük polis oyunlarını…
Polis Ön Raporlarının nasıl hazırlandığını…
Ben yazmadım ama eleştiriye katılıyorum. Gerçi OdaTv’de yazmam da.
Acaba?
bir gizli tanık bulun, gün zileli takma isimle oda tv’de yazı yazıyor, darbe taraftarlığı şüphesi içinde diyin ve adamı alıp kodese tıkın! ergenekon’un özeti bu.
hadi yap utanmaz adam…
İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey:
MEYDAN OKUYORUZ! HEPİMİZ ERGENEKONCUYUZ!
•Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül iktidarı, suçlarını örtbas etme telaşıyla, İşçi Partisi’ne ve Aydınlık’a saldırmaktadır.
•Her saldırı sonrasında olduğu gibi bu saldırıdan da güçlenerek çıkacağız! İşçi Partisi durdurulamaz, Aydınlık susturulamaz!
İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, Aydınlık Gazetesi sahibi Mehmet Sabuncu, İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi E. Binbaşı Zafer Şen, İşçi Partisi Çorlu İlçe Başkanı Ertuğrul Orta ve İşçi Partisi Çorlu İlçe Yönetim Kurulu Üyesi E. Hakim Yarbay Baharıdr Berk’in Ergenekon tertibi kapsamında gözaltına alınmalarını, İşçi Partisi Genel Merkez binası önünde yaptığı açıklama ile protesto etti. Özbey’in konuşmasının ardından, yüzlerce İşçi Partili Kızılay Meydan’ında toplu olarak Aydınlık sattılar. Özbey’in İşçi Partisi Genel Merkezi önündeki konuşması şöyle;
Ergenekon savcılarının talimatıyla, sabah saatlerinde Aydınlık gazetesi Sahibi Mehmet Sabuncu, İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi E. Binbaşı Zafer Şen, İşçi Partisi Çorlu İlçe Başkanı Ertuğrul Orta ve İP Çorlu İlçe Yönetim Kurulu Üyesi E. Hâkim Yarbay Bahadır Berk’in evleri aranmış ve gözaltına alınmışlardır. Ayrıca İşçi Partisi Çorlu İlçe Merkezi de polis tarafından aranmaktadır.
SORULARIMIZA SALDIRARAK YANIT VERİYORLAR
Aydınlık, 20 gündür Kâşif Kozinoğlu’nun açıklamalarını yayımlıyor. Bu açıklamalar karşısında suspus olanlar, saldırarak suçlarını gizlemek istiyorlar.
BOP Eşbaşkanlığı, vatana ihanete varan suçlarını açıklayıp, yakalarına yapışmamıza, yeni saldırı dalgasıyla yanıt vermişlerdir.
Erdoğan ve Gül’e, sizi Fethullah mı yönetiyor, Amerika mı yönetiyor dedik. Yanıt yeni dalgayla geldi!
Erdoğan’a İsviçre Bankalarındaki 800 milyon dolarlık gizli hesaplarını sorduk. Yanıt yeni operasyonla geldi!
Kirli, karanlık, Cumhuriyet ve Millet düşmanı suçlarını sorduk, yanıt gözaltılarla geldi!
AYDINLIK SUSTURULAMAZ!
BOP Eşbaşkanlığı, cümle suçlarını, karanlık işlerini açıklayan, emekçilerin haklarını savunan, halk muhalefetinin sesi olan Aydınlık’ı susturacağını sanmaktadır.
Aydınlık’ı susturmaya kimse gücü yetmez.
Aydınlık’ın sahibini gözaltına almak istiyorlar.
Aydınlık’ın sahibi 70 milyonluk Türk halkıdır.
Aydınlık görev başındadır. Aydınlık, gerçekleri açıklamaya devam edecektir.
KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK
Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül iktidarı büyük korku içindedir. Korkunun ecele faydası yoktur. Yıkılacaklar! Yıkacağız!
Aydınlık, çığ gibi büyümektedir. Aydınlık, bu karanlıkçıların suçlarını açıklamaya, halkın çıkarlarını savunmaya devam edecektir.
İşçi Partisi’nin elleri vatan hainlerinin yakasındadır.
İşçi Partisi durdurulamaz!
İşçi Partisi teslim alınamaz!
İşçi Partisi görev başındadır!
İşçi Partisi, BOP Eşbaşkanlarını, Cumhuriyet ve Millet düşmanlarını yıkacak ve yeniden Atatürk Cumhuriyetinin kurulmasına önderlik edecektir.
HEPİMİZ ERGENEKONCUYUZ
Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül iktidarına, F Tipi Gladyoya ve ABD emperyalizmine meydan okuyoruz!
Hepimiz Ergenekoncuyuz!
Milletimizi tutsak ettiğiniz o demirden dağlarınızı eritip yok edeceğiz.
http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=3638
Sizi Ergenekon’a aldılar mı?
80 nolu mesajı yazan Anonim arkadaşa: Hiç de korkmam. Gençliğimde korkmadım, şimdi mi korkacağım. Odatv’de yazmamamın sebebi çizgilerini beğenmememdir. Bunu netleştirmek istedim. Gerçi bazen benim yazılarımı iktibas ettikleri olmuştur. Ayrıca, sadece odatv’de değil, hiçbir medya organında yazmam. Kitaplarım yayımlandığında benden röportaj isteyenlerin hiçbirine vermedim.
Gün hocam size bir sorum olacak,
Geçenlerde Halil Turhanlı’nın bir röportajını okumuştum (linki: http://omerkutlu.blogspot.com/2007/05/halil-turhanl-ile-sylei.html ), röportajda Halil Turhanlı anarşizm ile maoculuk arasında bir bağın (düşünsel bir bağ) olduğunu, maoizmden anarşizme geçişin (veya tersinin) kolay olduğunu söylüyordu. Bunu duyduğumda aklıma ilk gelenler bu sitedeki “Aşağıdan Çalışan Giyotin” yazısının ilk kısımları, Zapatistaların maocu geçmişi, İbrahim Kaypakkayacıların (anarşizmden uzak olsalar da) köycü, doğacı, modernizm öncesi Dersim-Alevi kültürüyle iç içe olmaları vb örnekler. Sizin de politik geçmişinizi dikkate alınca bu konuda ne düşündüğünüzü merak ettim. Maoizm ile anarşizm arasında fikri rabıta var mıdır? Veya ne gibi benzerlikler vardır?
“Gençliğimde korkmadım, şimdi mi korkacağım” diye iddialı lafler etmektesin ama bana ” komutanım, komutanım” diyordun, yaa.
Çıracı arkadaşım,
XX. yüzyılın başlarında Çin’de anaakım radikalizm anarşizmdi. Marksizmin esamisi bile yoktu. 1920’lere kadar tüm radikal gençler anarşistti, Mao zedung da bunlardan biriydi. 1917 devrimiyle Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi, durumu tersine çevirdi ve ana radikal akım komünizm oldu. Mao da diğerleriyle birlikte anarşizmden komünizme geçti.
Evet, Mao’da bir anarşizm damarının her zaman olduğunu düşünmek gerekir. Sonradan yozlaşan ve iktidar mücadelesine dönüşen Kültür devriminin başlangıcındaki tavrı, yani aşağıdan kitlelerin ayaklanarak parti bürokrasisini yıkma düşüncesi oldukça anarşizandır.
Bu bakımdan, Kültür devriminin ideal formunu benimsemiş Maocuların anarşizme yönelmesinin diğer Marksizm türlerine göre daha mümkün olduğunu ben de düşünürüm. Ancak bu noktada durmak gerekir. Çubuğu fazlaca eğmek yanlış sonuçlara götürebilir bizi. Sonuçta Mao’nun “iktidar namlunun ucundadır” diye bir sloganı da vardır ve Maocu örgütlerdeki “anarşizan” iç sorgulamaların bazen örgüt içi şiddeti en üst noktasına taşıdığı da bilinir. Röportajı paylaştığın için teşekkürler. Halil Turhanlı’yı uzaktan da olsa hep izler, takdir ederdim. Anarşizmi kültür alanında çok iyi konuşturur. Ancak ülkedeki anarşistlerin en saldırgan fraksiyonunun yayın organında yazıyor olması şaşırttı beni biraz.
teşekkürler…
nihayet eleştirilerimizin önemi anlaşılıp makaleye konulan yazının tam aksine tartışmaya değer önemdeki badiou nun röpörtajını zileli yorum kısmuna koyarak aslında site takipçilerinin beklentisine uygun tartışma verimli olabilmiştir.makaledeki devletçi,vesayetçi özünde özgürlük ve halk düşmanlarını savunur niteklikte yazıları şahsen ben istemiyorum.hem zilelinin yorum röpörtajı hem çıracının halil turhanlı yazıları üzerinden tartışma daha ufuk açıcı ve gündemi yakalayan olabilir.bu konuda bende naçizane yeni bir şey söylemek isterim tabiki anlamak isteyen için.aslında konuştuğumuz konu kapitalist sistemin tükeneceği görünür olmaya başladıkça yerini alacak yeni sistemin ve bu üretim ilişkilerinin ne olabileceğine ilişkin tartışma ce görüşlerdir.bu konuyu irdelerken benim bir önerim olacak bu da şudur önce kapitalizmin ideolojisi liberalizmi ve geldiği yer ve analyışını neyin üstüne inşa ettiğini açık etmeliyiz.çoğu tartışmacıların gözden kaçırmasına rağmen liberalizmin asıl tarifi ve anlayışını üstüne inşa ettiği tez şudur: toplumlar en küçük parçası azami kendi faydasını düşünen bireylerden oluşur der ve bu bireylerin rekabet yarışması üzerine ideolojisini inşa eder bu günümüzde sermayenin temerküzü hatta evrensel ölçüde ömrü yeterse 3-5 gurubun eline bile geçse aralarında ölümüne yarış ve kavga ile 1 grubun egemen hegomonyasına kadar gider.biz ise özgürlükçü anarşizmi savunanlarla hem liberalizmin farkını hemde ideolojimizi ne yin üstüne inşa ederiz?toplumların azami kendi faydasını düşünen bireylerden oluştuğunu biliriz ama bu bireylerin diğer bireylerle o da yetmez hem bireyin hem de tolumun aynı zamanda doğa ilede olan ilişkisinin üstüne ideolojimizi inşa ederiz başlangıçta benzer gibi görünen aslında tamamen farklı yön ve noktalara götürecek bu ayrıntı kapitalizm ve ideolojisi liberealizmle aramızdaki temel farklılığı belirler.bu tariflerden sonra bu gün krizlerle kendini gösteren kapitalizmin aslında başlangıçta tarif ettiğim kendi faydasını düşünen bireyin diğer bireylerle ilişki içinde olduğu gerçeğinin üstüne ideolojisini inşa etmemesinin yani insan ilişkilerinin krizini yaşıyor ve aşmaya çalıştıkça daha büyük yeni krizler üretiyor.bu tarifimden anlaşılacağı gibi kapitalizmin bu krizler daha iyi günleri henüz insan ilişkisinin yadsınması krizi daha aramızdaki bireyin aynı zamanda doğa ile ilişkisi üzerine analyışını inşa ettmemesinin yani asıl yıkımı doğa ile ilişkisinin krizini henüz sistem yaşamadı bu krizlere ilişkisini yadsıdığı doğa ile ilişkili birey krizini yaşadığında asıl sistemin çöküşü ve içinden çıkacak yeni bireylerin diğer bireylerle ilişkisi ve bunlarında doğa ile ilişkisi üzerine inşa edilen yeni üretim ilişkisinin nüvelerinide göreceğiz sanırım burada yeni bir şey söylemeye çalıştım fakat türkçem zayıf umarım arkadaşlar burdaki asıl söylemeye çalıştığım tez konusunda eleştiri ve katkıları ile konuyu geliştirebiliriz.bende sosyalizmin yada herhangibir devletin komünizme yada devletsiz edeale fırsat vereceğini düşünmüyorum
marks tan önce de liberter devrimci hareket ve gelenekler vardır ve ana akım anarşizmdir kuşkusuz.özellikle yeni yeni bizde okuyucu ile buluşan kitaplardan emmanın hayatımı yaşarken,kaybedenlerin belleği,kronştad,mahno gibi yayınlar ve ispanya deneyi ve durutti okunmasını öneririm
peki bugün açıklanan, yasemin çongar’a, tayyip erdoğan’a aitmiş gibi hazırlanmış sahte e-mail adreslerinin aydınlık sahibinin bilgisayarında bulunması konusuna ne dersiniz?
Gun Zileli`ye bu aralar bir haller olmus, Bir ogretmen edasiyla cevresine notlar dagitiyor. Bana en ilginc geleni Cindoruk yazisiydi. Cindoruk`a duydugu saygidan bahsediyor neden olarak da sahsin kendi gorusunde tutarli olmasi savini ortaya atiyor. Bu konu oylesine uc noktalara cekilebilir ki ; fasist bir cok kisiye bu gerekceyle saygi duymamiz gerekebilirdi.Ayrica bu konu yazari kendisiylede celisir hale getirmekdedir.Kendi siyasi yasami sanirim tek bir cizgi uzerinden ilerlemiyor “kimse boyle bir tek duzeligi savundugumu dusunmesin”. Yazarin beni sasirtan ya da gulmeme yol acan diger bir yazisi Zizek hakkindaydi. Zizek`i elestirmek icin kullandigi ” kimse bir daha yenilmek icin savasmaz ” argumani bana gore tam bir “deli sacmasi”. Hic mi soyutlama yetenegin yok , nasil bu kadar “duz mantik” dusunulebilir diye beni dusundurdu.
Neyse gelelim Zileli`nin bana cokda samimice yazildigini dusundurtmeyen ve “amac uzum yemek mi ,bagciyi dovmek mi ” dedirten yazisina.
Bana gore bugun mesele yillardir solun hesap sormak isteyip soramadigi kisilerin, akp eliyle tutuklandiginda mutlu olusumuzla ilgilidir. Bu mutluluk cok safca ve ahmakcadir. Gerekcelerimiz taban tabana zittir. Bizim hesap sorusumuz esit, ozgur sinifsiz bir dunya adina olup, karsi tarafin savunma hakkini yok etmeden, somutlar ve yasanmisliklar uzerinden giden bir surec olacaktir. Yargilanma sekli, amacimiz , kimleri kapmasi gerektigi, yargilayanlarin kim olacagi vs..yazinin kapsami genisletilebilir. Ben sadece Gun Zileli`yi samimi bulmayisimin nedenleri uzerine yazerken bakis acimida belirli oranda yansitmak istedim . Zileli ustte yazmis oldugu yazini genelinde biyik altindan bir gulumseme seziliyor.
Sayin Zileli, siranin kendisine ya da cevresine gelmeyecegini dusunuyors olsa gerek. Yeniden dusun derim. Bunu sira sana gelecek diye degilde, haksizligi ugramanin ne demek oldugunu anlamaya calisarak yap bence.
Gün Zileli hocam her zaman yaşam şekli olarak duygusal ve insanı bakış acıısından konuyu ele almış ama yanıldıgı bi nokta var Biz devrime kalkıştıgımızda bize hiçte bu kadar iyi davranamayacakları tarihimizde cok acıktır .Sorun cezaevlerinde yatmlarıysa mutlaka af cıkmalıdır ki bunlarla gerçek devrimi tarsıyalım onlarsız bu dünya çekilmez.Unutulmaması gereken bir nokatada Hakimlerin kafalarına ben sıkmadım olan yine oteritenin en alt katmanına Yalakalara oldu.
Sevan Nişanyan Nutuk’ ta geçen ve “küfür” olarak kabul ettiği ifadelerden bir derleme yapmış.
“Bedbaht”,
“insanlık evsafından mahrum”,
“şuuru milliyi felce uğratmak”,
“hainane teşebbüsat”,
“menfi ruhlu kimseler”,
“zavallılar”,
“zevatı malumenin hıyaneti”,
“zatı gafil”,
“her türlü habaset ve hıyanet ve acz ü meskenet”,
“şeytanetkâr tedbirlerle milleti iğfal etmek”,
“şahsi hırs ve menfaat veya hiç olmazsa cehalet”,
“aciz zavallılar”,
“akıl ve ferasetlerindeki mahdudiyet”,
“tab’ ve ahlaklarındaki za’ıf ve tereddüt”,
“milleti zehirlemek”,
“akl-ı eblehfiribane”,
“milleti iğfal ve meskenete irca maksadı güdenler”,
“nazır diye toplanmış birtakım sebükmağzan”,
“alçak bir padişahın deni fikirleri”,
“heyeti fesadiye”,
“ahlaksızlıklarıyla tanınmış eşhas”,
“sakim ve hayvanca bir düşünce”,
“bihissü idrak insanlar”,
“eblehane, echelane ve miskinane hareket”,
“miskin ve adi”,
“düşman aleti”,
“teşebbüsatı melanetkârane”,
“fesat tohumları”,
“eşhası muzırra”,
“hafif”,
“memleketi baştan başa ateşe vermek için olanca vüs u gayretiyle çalışmak”,
“maksadı mahsusu hainane ile teşkil edildikleri mevsuk”,
“menhus zevat”,
“korkak”,
“namus ve mukaddesat hakkında laubali ve gayrıhassas”,
“cebin, imansız, cahil”,
“çirkin gururlarını tatmin”,
“ikbal, haset, vehim ve ila gibi avamil ile hareket edenler”,
“hayasızlık”,
“adi bir mahluk”,
“paralı uşak”,
“millet meclisine kadar girebilmiş vatansızlar”,
“hayasız, hadnaşinas, küstah ve boğaz tokluğuna düşman casusluğu yapacak kadar pest ve erzil tıynette”,
“aciz ve korkak insanlar”,
“müfsid mikroplar”,
“sefil”,
“idrak ve vicdandan yoksun”,
“mülevves bir tahtın, çürümüş, çökmüş ayakları”,
“aciz, adi, his ve idrakten mahrum bir mahluk”,
“pespaye”,
“bir vehim ve hayal için Türk halkını mahvetmek isteyenler”,
“alçakça ve caniyane maksat”,
“gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet”.
BİRGÜN gazetesi sayfalında Marksizm düşmanlarını barındırmaya devam ediyor. Sayfalarında SOSYALİSTLERE ve SOSYALİZME saldıran yazar ve politikacılara yer vererek, liberal politikalar sergilemektedir.
Hama-Londra Hattı Gün Zileli, başlıklı yazı tüm içerik olarak saldırganlık içerisindedir. Aşağıdaki yazı Zileli’den alıntıdır.
”Solun yeni dünya devrimindeki yalpalamaları konusuna girmişken Londra’daki Day-Mer’in, Londra olayları üzerine yayımladığı bildiriye de değineyim. Dükkânlarını elde sopa bekleyen Türkiyelilerle arayı açmamak için bin dereden su getiren bildiri sahipleri, sonunda baklayı ağızlarından çıkartıyorlar. “Dükkân sahiplerinin kendi dükkânlarını korumaları en doğal haklarıymış.” Bu Hakkı Devrimsel zekâ ürünü niteleme insanı sadece güldürmeye yarıyor. Hakkı Devrim de geçenlerde buna benzer laflar ediyordu Radikal’deki sütununda. Küçük dükkân sahiplerinin dükkânları sigortalı olmadığı için bu eyleme giriştiklerini düşünenler de var. Oysa bu büyük bir yanılgı. İngiltere’de sigortasız hiçbir dükkân yoktur, sigortalanmak dükkân açmanın baş koşuludur. Öyle ki, bazen dükkân sahipleri sigortadan para alabilmek için dükkânlarını kasıtlı olarak yakarlar. Onların ellerine sopa ya da kebap bıçağı alıp yollara düşmelerinin tek nedeni ırkçılıkları ve İngiliz polisine yaranma güdüleridir. Geçenlerde İngiliz televizyonlarını izleyen, Londralı bir arkadaş anlatıyordu. Bu “kahraman” dönercilerden biri, övünerek TV muhabirine, “ben Türkiye’de de korucuydum” diyormuş. Buyrun işte… Day-Mer’in bu eli sopalılara yağcılık etmesinin ise iki nedeni var: Birincisi, onların bir kısmı da dükkâncı. Onlar da işçilerini en düşük ücretle çalıştırıyorlar. Bunların, matbaalarında “parça başı işe” karşı bildirilerini parça başı çalıştırdıkları işçilerine bastıran, İngiltere’deki TKP-İşçinin Sesi örgütünden hiçbir farkları yoktur. İşçi hakkından söz eder, sonra da işçilerine Londra iş piyasasındaki en düşük ücreti öderler: Saat başı 2 pound. Öte yandan, bütün sol örgütler bu kebapçılardan bağış ya da haraç aldıklarından, “şu sidikli araplar” yüzünden dükkâncı ve altın arayıcılarla arayı açmaya hiç mi hiç niyetli değildirler.”
Londra’da DAY-MER bu konu ile ilgili bir bildiri yayınlamamıştır, Gün Zileli bu konu hakkında utanmazca yalan söylemektedir. Olmayan bir bildiri ile Day-Mer karalanmaktadır, Zileli acaba neden bu yalanların arkasına sığınmaktadır. Londra’nın sayılı kitle örgütlerinden olan Day-Mer, sorumluluk bilinci ile Türkiyeli ve Kürdistanlı topluma yaklaşık 22 yıldır bir fiil hizmet verirken, yerli toplumla ilişkilerini en ciddi bir şekilde sürdürürken Gün Zileli neyin hesabını yapmaktadır. Gün Zileli tipik laf cambazlığı yaparak TKP-İşçinin Sesi adlı örgüt ile Day-Meri aynı pragrafın içine koyarak, yani harmanlayarak saldırması tabiri caizse soytarılıktır. Londra da siyahların başını çektiği bu başkaldırı, kendi içinde onlarca deneyim barındırmaktadır. Londradaki siyah öfke, yılların zulmüne, baskısına karşı verilmiş bir isyandır. Doğrudur siyah gençler örgütsüzdür, kendileğenci bir davranış içerisinde hareket etmişlerdir, bunu söylemek için çok politik analize gerek yoktur. Gençler eylemler içerisinde bir şeyler ögrenmiş, tepkilerini en radikal eylemden, en pasifist eylemlere kadar içerisinde barındırmıştır. Burjuva medyası kendi sınıf çıkarları dogrultusunda eylemin geri yanlarını ön plana çıkarmış buralardan mebalanmaya çalışmıştır. Türk medyası isyanın ”TÜRKÇÜ” yanı ile ilgilenirken ne hikmetse Gün Zileli de olayın Türkçü yanını ön plana çıkarması ters gibi gözüksede aynı yolun ”sol”dan destekcisi olduğunu göştermektedir. Zileli bu gelişmelerle MARKSİSTLERİ mahkum mu etmek istemektedir! Bu politik üçkağıtçılık Gün Zileli’nin arkasına sığındığı ANARŞİZMİ aklama, MARKSİZMİ karalama manevrasına hizmet etmek içinmi uydurulmaktadır!
“Dükkân sahiplerinin kendi dükkânlarını korumaları en doğal haklarıymış” , Gün Zileli bu alıntıyı nerden yapmaktadır, Day-Mer’in yayınlamadığı bir bildirden alıntı yapmaktadır. Peki BİRGÜN gazetesi sayfalarında yalan haberlerden, yalan yazılar yazan bu bunağa daha hala yer verecekmi!
DAY-MER olayın 3.günü çeşitli yerli ve yabancı dernek ve partilere çağrı yaparak kendi dernek çatısı altında bir toplantı düzenlemiş, bu toplantının aldığı kararlar doğrultusunda, komiteyi oluşturan örgütlerle bir basın açıklaması düzenlenmiş, arkasından 13.08.2011 tarihinde, yani Cumartesi günü çoğunluğunu Britanyalıların oluşturduğu Kuzey Londra’da ”Çocuklarımıza bir gelecek verin ( Give Our Kids a Future)” şiarıyla bir yürüyüş düzenlendi. Birkaç gün gecikme ile de olsa Türk esnafın olay çıkardığı yerde bu eylem gerçekleşti, burdaki yürüyüş olayların başlangıç yeri olan Tottenham’da ortak metin okunarak bitirildi. Yani Gün Zileli’nin uydurduğu bildiri veya bir basın açıklaması yoktur, basın açıklaması içerik olarak İngiliz devletini eleştirmekte, eylemcileri savunmaktadır, ayrıca azınlıklar arası düşmanlık yaratma girişimi eleştirilmiştir.
Gün Zleli yıllardır bu ülkede yaşamasına rağmen işleyiş hakkında bilgileri yetersizdir. Doğrudur burda tüm dükkanların sigortası vardır ama bunlar daha çok bina sigortasıdır, bu sigortaların bir kısmı işyerini kapsamaz, fakat sigorta firmaları kundaklama olaylarını kapsamadığı için her hangi bir ödemeyi yapmamaktadır. Bu bilindiği için bir kısım bir arada yaşayan esnafın korkusu elindeki küçük sermayesini kaybetmek için birlikte hareket etmiştir. Fakat bu tür kundaklamalarda devlet zarara ugrayanların zararının hepsini olmasa da büyük bir kısmını ödemektedir, yani bir nevi korkuları yersizdir.
Gün Zileli yalanlara devam etmektedir, siyahlarla olan çatışma, gerçi buna çatışma demeyelim, yoldan geçen grubun az ileride Türk esnafın dükkanlarının bittiği yerde eylem koyup, barikat oluşturması o an orda olan televizyon ekibinin kışkırtıcı soruları ve kitleyi provaka etmesisi olayı ateşlemiş, saldırıyı başlatmıştır, en fazla 5-6 dakika süren bu olayda Gün Zileli’nin dediği gibi kebebcı bıçağı gibi benzeri kesici aletler kullanılmamıştır, daha çok sopalı gençler vardır. Bunu açıklama ihtiyacını duymamın sebebi sopa kullanmış olmak yapılan saldırıyı aklamaz, saldırı esanafın kıç korkusunun ürünüdür, sağdan soldan gelen dedikoduların abartısı esnafı küçük burjuva koruma güdüsüne sürüklemiştir, yani Zilelinin dediği gibi polisin gözüne girmek için yapılmamıştır. Saldırının zemin polisin sizleri koruyamayız, dükkanlarınızı kapatın evinize gidin demesi belirleyici olmuştur. Olaylar süresince polis karakollarını bile koruyamamış, belli karakolların etrafında toplanmış,polis arabalarına yapılan hiç bir saldırya cevap vermemiş, kendi kendini ablukaya almıştır. Zileli atıyor, uyduruyor kesici aletler yok, polisin gözüne girmekte yok, daha çok küçük sermayelerini koruma güdüsü hakim.
Burda ki Türk ve Kürtler arasında ırkçılık eyilimi olduğu doğrudur, fakat bu ırkçılık eyilimini oluşturan şey siyahlara karşı duyulan bir renk çatışması, yani siyah rengin aşağılanması ile ilgili değildir, bir kısım genç siyahın lümpen davranışlarıdır.Türk,Kürt ve siyahlar bu bölgelerde bir arada yaşamakta, bir arada yaşamanın getirdigi sıkıntılar, topluma uyum noktasında Kürtler ve Türkler atıl kalmışlardır, küçük sorunları büyütüp kendi korkularına yenilmişlerdir. Irkçıdırlar fakat en alt versiyonlarını oluşturmaktalar, İngiliz ve Alman ırkçıları ile kıyaslanamayacak oranda alt versiyonları oluşturmaktadır, üst versiyonları bu ülkede oluşturmaları imkansızdır, çünkü kendileri de bu ırkçılığın saldırısı altındadır.
Zileli saçmalamaya devam ediyor, diyor ki Day-Mer cilerden bir kısmı da dükkancı, bu yüzden esnafın saldırısını destekliyor, yada göz yumuyor, ne yapalım Zileli istanbuldan oturmuş koltuğuna her şeyi bilen biri edası ile her şeye saldırıyor. Stoke Newington n16 denilen bu bölgeAde, olayların başalamasından önce özellikle Day-Mer kökenliler 2-3 kişi olmalarına ragmen olaylara müdahale etmeye çalışmış, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu ve az da olsa Türklerin oluşturduğu bu topluluğa yönelik müdahalede bulunmuş, olayın daha büyük ölçekli olmasını engellemiş, çatışmanın en azından olmasını geciktirmiştir. Fakat medya bu olaya balıklama atlamış, olayı büyütmüş Avrupada adeta fetihler düzenlemiş, Osmanlının ayak izlerini aramıştır. İngiliz medyası bu olayı mümkün olabileceği kadar büyütüp kendi iç gericiliğinin örgütlenmesini sağlamaya çalışmıştır.
Yani bay Zileli, N16 olayında Day-Mer masumdur, herkesin saygı duyduğu bir dernege saldırmak senin çapını aşar, sen kendi yalanlarınla kal, bak geçenlerde senin bir yazını daha okumuştum, orda da aynı teranenin bir başka versiyonunu yazıyordun, yani paydalanıyordun,” BLACK BOY STREET” yol tabelasını güya sen “Unlucky boy Street” yapmışsın ya o do Observer gazetesin de yayınlanmış ya, yani kardeş yukarudaki Day-Mer ile yazdığın o kadar yalan ve düzmece artniyetli yazıdan sonra senin yazdıklarına inanmak artık zor olmalı neden mi! Belki Observer gazetesi böyle bir tabelayı ”Unlucky boy street” olarak değilde ”Unlucky boy lane” olarak yayınlamıştır. O bölgede Black boy street yoktur, Black boy lane vardır, yani sen o yazıyı kendin yazmış olsaydın bu ayrıntıyı kaçıramazdın, nedeller sizin orda senin gibilere bilmem, bizde ”atma Recep din kardaşıyız” derler, başkasının yaptığı şeylerden mebalanma, sen bu davranışlarınla olsan olsan bir sinek olursun, mide bulandırırsın.
Bakın üstat ”yeni” politik belirlemelerde de bulunuyor, efendim ”devrimci işçi sınıfının öncülüğü ile yürümüyormuş artık devrimler”, evet bu belirlemeler Zileli’ye ait, aşağıda prağrafı olduğu gibi veriyorum.
”Çağın değişimini iyi anlamak lazım. Artık devrimler işçi sınıfının öncülüğünde falan yürümüyor. Bu, sosyolojik ve olgusal bir gerçek. İşçi sınıfı, 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın ortalarına kadar kapitalizm için ehlileştirilmesi gereken bir sınıftı. Rusya’da, Almanya’da, İspanya’da, İtalya’da ve başka birçok yerde işçiler can pahasına büyük ve kahramanca mücadeleler verdiler ve bu sınıf sonunda sistemin içine alındı. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yıkıcı işçi sınıfı mücadelelerini sadece bürokratik rejimlere karşı direnen Doğu Avrupa ülkelerinde görüyoruz. En son örneği de Polonya’daki Solidarnoşhareketidir ki, bu hareket de Polonya’nın kapitalizmin cenderesine alınmasıyla sönüp gitmiş, burada da işçi sınıfı kapitalist sistemin bir bileşeni haline getirilmiştir, Avrupa’nın diğer yerlerinde olduğu gibi. Bugünkü dünya devriminin itici ve öncü gücü işsiz gençlik kitleleridir.”
Konunun özü artık işçi sınıfı devrimci misyonunu kaybetti, yerine ise itici güç olarak, ”işsiz gençlik kitleleri” belirleyici olacak diyor, mr Zileli. Zileli zaten kendini marksist olarak görmediği için, kendisini anarşist olarak nitelediği için doğalığında marksizmin teorik inşasını üzerine kurduğu proleteryanın yerine, proleteryanın kendisini değilde, proleteryanın işsizini merkeze oturtuyor, he bir de proleteryanın işsizinin hepsini de değil onun genç olanını merkeze oturtmaktadır. Normaldır, Zileli sınıf ve sınıflar mücadelesini ret ettiği için bunun yerine sınıfın ana kitlesinin, yani örgütlü olması gerekli olan, üretimden gelen gücün bir silah olarak kullanılmasını, yani sınıf mücadelsini görmek istemdeği için işçinin kendisinden değil de işsizinden medet ummakta. Kısacsı Zileli sınıf mücadelsini ret etmenin rahatlığını yaşamakta, parti ve örgütlerin işçi sınıfını örgütleme ve devrime hazırlamasını da ret etmektedir aynı makalede, bunları yaprken bilimsel bir analızle değil öyle düşündüğü için söylemektedir. Örgütlü emperyalizm karşısında örgütsüz, başı bozuk bir davranışla örgütlü saldırılar karşısında peşinen yenilginin mimarlığını yapmaktadır, tek tek bireysel çıkışlarla burjuvazinin karşısında ezilmeyi yok olmayı önermektedir. İşçi sınıfının birliğinin sonuç alıcılığı binlerce deneyimle ispatlanmışken, kalkıp işçi sınıfının birliği ve devrimci dinamikleri örgütsüz ve yaptırım gücü zayıf olan sınıfın parçası olan işsiz gençlik kitlelerine bırakmak burjuva saldırılarına karşı gardını düşürmektir. Teori sanırım şu olmalı aman genç kardeş sakın ha iş bulmayasın iş bulur çalışırsan, devrimci işsiz gençlerden çıkarsın, kapitalist sistemin parçası olursun, sen boş ver kendini kapitalizme ezdirme işsiz ol devrimci ol ve genç kal, yoksa durum vahim ha Gün Zileli kızar ha diyesi geliyor insanın, Artık Gün Zileli de yaşlandı, gençlik özelliklerini kaybetti fiziksel olarak ve beyinsel olarak, bunama belirtileri de başlamış, artık asalıklığın teorini de yapar…
İskilipli hocanın idamı ne kadar yürek kakan bir uygulamaysa Kuddusi Okkır’a yapılan da o kadar yürek kakar, üstelik ikincisi gözümüzün önünde olmuştur tıpkı Sivas yangını gibi “Issızlığın Ortasında”
Yukardaki sahte yorum dolayısıyla yapıldığı için bu yorum geçersizdir
yukardaki sahte yorumla ilgili yapıldığı için bu yoırum geçersizdir.
Bakanlıktan Atıf Hoca’ya İade-i İtibar
Tek parti döneminde şapka inkılabına muhalefet ettiği gerekçesi ile idam edilen İskilipli Mehmet Atıf Hoca’ya ilk iade-i itibar Sağlık Bakanlığı’ndan geldi. İskilip Devlet Hastanesi’nin adı Atıf Hoca İskilip Devlet Hastanesi olarak değiştirildi.
Sağlık Bakan Yardımcısı Agaf Kafkas’ın katılımı ile hastanede tören yapıldı. Burada konuşan Kafkas Türkiye’nin özgürleşmesi, demokratikleşmesi ve sivilleşmesi adına önemli bir adım attıklarını belirttti. Kafkas, ülkenin bir büyük insanı, alim olan Atıf Hoca’nın İskilip’in yetiştirdiği en büyük değerlerden bir tanesi olduğunu belirtti. Kafkas Cumhuriyet tarihinin kara lekelerinden bir tanesi olduğunu belirterek yapılan hukuksuzluk ile şehit edildiğini kaydetti. Kafkas şunları söyledi: ‘’Bu noktada İskilip’ten gelen yoğun isteklere ben 10 yıl burada milletvekilliği yapmış birisi mesleği ile özdeşleşmiş birisi İskilipteki kardeşlerimizden yoğun talepler gelmiştir. Biz de ilgili arkadaşlarımız ile değerlendirerek İskilip ilçesindeki devlet hastanesinin adını İskilipli Atıf Hoca Hastanesi olarak değiştirdik. Bu bir iade-i itibardır. Bu bir hakkın teslimidir. Demokrasi adına, insanlık adına, insan hakları adına güzelliktir diyoruz.‘’ şeklinde konuştu.
Atıf Hoca’nın torunu Ahmet İmal ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ettiğini dile getirdi. İmal, ’’Düşünenden, yapandan, emeği geçen herkesten Allah razı olsun ‘’diye konuştu. Atıf Hoca’ya yapılan itibarların her kişinin değil er kişin harcı olduğunu belirten İmal, 2-3 yıl öncesine kadar dedesinin bir mezar taşının bile olmadığını aktardı. İmal, bugün bir resmi kuruma adının verilmesinin kendileri için en büyük mutluluk kaynağı olduğunu belirtti. Yapılan güzelliklerin başka mazlum ve mezarsızların başına olması temennisinde bulunan İmal Başbakan ve özellikle Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a çok teşekkür ettiklerini sözlerine ekledi.
Hastanede düzenlenen törene Sağlık Bakan Yardımcısı Agaf Kafkas’ın yanı sıra Müsteşar Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Hakkı Yeşilyurt, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanı Dr. Hasan Çağıl, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Gürsöz, Çorum Ak Parti İl Başkanı Ahmet Sami Ceylan, sağlık personeli ve çok sayıda İskilipli vatandaş katıldı.
Hastanede bulunan hastaların açılış törenini camlara yığılarak izledikleri görülürken Atıf Hoca’ya verilen iade-i itibar ayakta alkışlandı. Daha sonra programa katılanlar İskilipli Atıf Hoca’nın mezarı başına giderek dua ettiler.