Cepheler…
Esasen Komintern’e ait olan cephe siyasetleri büyük felaketler getirmiştir. 1930’ların başlarında faşizm yükselirken uygulanan “sol sekter” işçi cephesi siyaseti, sosyal demokratlarla komünistler arasında düşmanlığı körüklemiş ve bundan yararlanan da faşistler olmuştur. Komintern, 1935’te yeni bir cephe siyaseti ortaya atarak faşizme karşı “halk cephe”lerinin inşasına girişmiştir. Bu sağcı politika da, faşizme karşı direnecek gerçek güçleri bir kenara itip sağcı batı hükümetlerine güç vermiş ve İspanya’da yenilgiye yol açmıştır. Bunun ardından Stalin, 1938 yılında faşistlerle ortak cephe siyasetini yürürlüğe koymuş ve II. Dünya Savaşı’nın tam da Hitler’in istediği gibi, erken bir aşamada başlamasına neden olmuştur. Hitler, Stalin’le yapılan saldırmazlık paktının imzalandığı günün ertesi günü Polonya’nın işgaline girişmiştir. II. Dünya savaşının sonunda batılı ülkelerle kurulan ortak cephe, Fransa, İtalya ve Yunanistan’da devrim güçlerinin ezilmesinin yolunu açmıştır.
Türkiye’de de sol, Atatürk devrinde, Kemalistlerle ortak cephe kuracağız derken, Kürtlerin ve Dersimlilerin ezilmesine onay vermiştir. 1940’ların başlarında sol, faşizme karşı birleşik halk cephesi siyaseti uğruna Milli Şef diktatörlüğü ile uzlaşmış; 1940’ların sonunda Milli Şef’e karşı demokrasi cephesi kuracağız umuduyla DP’nin yedek gücü haline gelmiştir. 1960’da, bu sefer “milli ordu” ile cephe kurma adına bürokrat burjuvazinin kuyruğuna takılan sol, ordu ve CHP’yle cephe kuracağım derken, 12 Mart’ta ordudan en büyük darbeyi yemiştir. 1970’lerde de cephecilikten kurtulamayan sol, bu sefer Ecevit CHP’sinin şemsiyesi altına girerek 12 Eylül karşısında gafil avlanmış ve darbeye karşı neredeyse hiçbir direniş gösterememiştir. Daha sonra solun önemli bir kısmı “demokrasi ve özgürlük” gelir umuduyla Özal’ın ANAP’ıyla bile cepheleşmeye girmiş; 2000’li yıllarda yine bir kısım sol, ordunun vesayetine karşı mücadele edeceğiz derken sağcı AKP ile fiili bir cepheleşmeye gitmiştir.
Bu tarihi dersler bize ne öğretiyor? Sol veya devrimci bir gücün cephe siyasetlerinden uzak durması ve bağımsızlığını daima koruması gerektiğini öğretiyor bence.
Ama bu, toplumsal ve siyasal mücadele alanında, aynı savaş alanında olduğu gibi cepheler olduğu, cepheler oluştuğu gerçeğini görmemize engel olmamalıdır. Bir yerde mücadele ya da savaş varsa orada kısa ya da orta vadeli cepheler oluşması kaçınılmazdır. Önemli olan, bu cephelerin oluşması gerçeğini hesaba katıp ona göre belli yollar izlerken, cephecilikten uzak bir bağımsızlıkçı çizgi izlemektir. Kısacası, cepheciliğe karşı olmak, cepheler gerçeğini dikkate almamaya yol açmamalıdır. Ya da tersinden, cepheler gerçeğini dikkate alarak bir takım yollar izlemek, illâ cephe siyasetleri izlemeyi gerektirmez.
Bugünkü duruma bakalım. Şu son Nevroz olaylarına örneğin. Nedir manzara? AKP iktidarı, bütün devlet partileri gibi, gücünü gerilimden aldığını bir kere daha ispatlamış, eğer bıraksalardı gerçekten barışçı bir şekilde kutlanacağı kesin olan Nevrozun kana bulanmasına yol açmış, Mardin bağımsız milletvekili Ahmet Türk’ün bir kere daha polis tarafından yumruklanmasına önayak olmuş, Başbakan bugünkü grup toplantısında bu konuda özür dilemek ne kelime, BDP’ye haksızca ve insafsızca yüklenmiş, suçlamış, kara çalmış; hükümetin göz göre göre ve lüzumsuz bir şekilde yarattığı gerilim ve çatışma ortamı ölümlere sebebiyet vermiştir. Başbakanın grupta yaptığı konuşma, iktidar gücünün bu gerilim siyasetini bundan sonra da fütursuzca devam ettireceğinin açıkça ilanıdır. Öte yandan, MHP Genel Başkanı da parti grubunda yaptığı bugünkü konuşmasında, bilinen ırkçı yaveleri tekrar etmiş, her ne kadar AKP’yi BDP ile aynı safta göstermek gibi politik manevralara girişmiş olsa da, son tahlilde AKP ile aynı cephede olduğunu ortaya koymuştur.
Bugün toplumsal ve siyasal mücadele alanının ana eksenini Kürt meselesi oluşturduğundan, ana cepheleşmeyi belirleyen de Kürt meselesi olmaktadır ister istemez. İşte bu yüzden, yukarda sözünü ettiğim AKP-MHP sağ cephesinin bir bileşeni de, belki bu saptamama biraz şaşıracaksınız ama, ulusalcı İP’tir. Toplumsal ve siyasal mücadelede objektif olarak aynı cephede yer alanlar birbirini sevecektir diye bir kural yoktur. Nasıl ki, AKP ile MHP, birbirlerinin gözünü oyacak kadar birbirinin düşmanıysalar, İP’le bu iki parti de birbirinin düşmanıdır. Buna rağmen bu durum, Kürtlere karşı tutumda aynı cephede yer almalarına engel olmuyor: Kürt düşmanlığı ve Türk milliyetçiliği.
Birkaç gün önce Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesindeki bir yazısını okudum. Sağcı bir partinin lideriyle CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu’nu kıyaslıyordu. Perinçek’e göre, sağcı partinin lideri ne kadar ulusalcı bir rota izliyorsa, Kılıçdaroğlu da o kadar “emperyalist işbirlikçisi” bir rota izliyordu. Dolayısıyla, Perinçek’e göre, Kılıçdaroğlu karşı cephedeydi.
Evet, Kılıçdaroğlu’nun karşı cephede olduğu doğruydu ama bu karşı cephe, iddia edildiği gibi emperyalistlerin cephesi değil, sağ-milliyetçi cepheye karşı olan, genel olarak sol-devrimci cephe diye adlandırabileceğimiz cepheydi. Yani artık CHP, sağ-milliyetçi cephede değil (Baykal zamanında o cephedeydi), sol-devrimci cephede kabul edilebilir. Çünkü ve en önemlisi, CHP, görülebildiği kadarıyla, Kürtlere dirsek çevirme ulusalcılık politikasından uzaklaşmış bulunmaktadır.
Elbette sol-devrimci cephe derken, bu cephedeki tüm bileşenlerin devrimci, hatta sol olduğunu söylemek istemiyorum. Hatta diyebilirim ki, sol-cephenin devrimci bileşenleri, bu cephe içinde bugün için bir hayli zayıf bir güç olarak durmaktadırlar.
Bununla birlikte, sağ-milliyetçi cepheye karşı duran bir sol-devrimci cepheden ya da cepheleşmeden söz edilebilir. Bu sol-devrimci cepheleşmenin eski mukimleri olan sol blok ve toplumsal devrimci blokun yanı sıra, yeni misafirleri, CHP ile bir kısım sol-liberaldir. Elbette bu son iki unsur, şu anda sol-devrimci cephedeki geçici konukluklarında henüz huzur bulmuş değillerdir. Çünkü CHP, ulusalcı takıntıları, liberal-solcular ise sivil toplumcu takıntıları dolayısıyla şu an dahi yeni geldikleri cephe içinde oldukça titrek bir konumdadırlar. Burayı henüz evleri olarak görmemektedirler. Örneğin sert yazılarıyla sağcı-milliyetçi cephenin burçlarında gedikler açacak kadar etkili olsa da, bir Ahmet Altan’ın ve (sağ-milliyetçiliğin oldukça etkili olduğu) gazetesi Taraf’ın yarın karşı cepheye geçip sol-devrimci cepheye gülleler fırlatmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Ya da CHP içindeki ulusalcıların esaslı bir kazan kaldırıp CHP gemisini sağ-milliyetçi sahillere doğru sürüklemeyeceği konusunda da öyle.
Bununla birlikte bugünkü toplumsal savaş cepheleşmesini şöyle kurabiliriz:
Sağ-milliyetçi cephe: AKP-devlet; MHP, İP-Aydınlık, cemaate dahil olmuş liberaller (örneğin Mahçupyan)
Sol-devrimci cephe: Sol blok; CHP; Kürt hareketi;Toplumsal-devrimci blok; AKP’den kopmuş sol-liberaller (örneğin Birikim çevresi ve Ahmet Altan)
Taraf bugün için tam ortada bir konumdadır. Bir ayağı sağ-milliyetçi cephede, diğer ayağı sol-devrimci cephededir. Tabii sonunda bir tarafı seçmek zorunda kalacaktır.
Gün Zileli
21 Mart 2012
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Sevgili Gün,
Herhalde Kürt hareketi de var bu analizinin “sol” tarafında.
Kendi kitle tabanı olan ve kapsamlı örgüt hiyerarşisi olan sadece iki yapı var zaten; CHP ve KürtSiyasal Hareketi. Diğerlerinin kerameti kendilerinden menkul! Elli yıllık siyasal geçmişimle ben de bir örgütüm aksi takdirde
sevgi ve dostlukla,
!
Ya çok iyi bir uyarıydı akın. Kürt hareketini yazmayı unutmuşum. Senin uyarınla eklemiş oldum. çok sağ ol.
Bana göre şöyle tasnif edilebilir, “cephe” :
A- Türk sağ-milliyetçi cephe ve türk(çü) sol-devrimci cephe
B- Kürt sol devrimci cephe ve ne kürtçü ne de türkçü sol kürt- türk cephe
Yazıyı okumadım, okumam da 🙂
Şöyle bir sonuç gördüm ya:
“Sağ-milliyetçi cephe: AKP-devlet; MHP, İP-Aydınlık, cemaate dahil olmuş liberaller (örneğin Mahçupyan)
Sol-devrimci cephe: Sol blok; CHP; Kürt hareketi;Toplumsal-devrimci blok; AKP’den kopmuş sol-liberaller (örneğin Birikim çevresi ve Ahmet Altan)”
Aman Allah’ım dedim, bir insan nasıl bir politik körlüğe kapılır da mevcut kamplaşmayı böyle kurar diye bir soru sordum ama inanın ki cevabını merak edip okumadım. Okumam ben bu yazıyı.
Sosyalist solun geçmiş cepheleşme deneyimlerinin kendi değil, tarzı yanlışdı. Cepheleşmeyi ideolojik ve stratejik ele aldı. Büyük önemler vehmetti. Fazla abarttı. Yoksa cepheleşme kaçınılmazdır. Cepheleşme varsa, bunun dışında kalıp seyretmek politika dışına düşmektir.
Mevcut cepheleşme sınıflamanız ise yanlış. CHP’yi sol cephede görmek gerçeğe aykırı. Bu sınıflamanızla siz de cepheleşmeye abartılı önem atfetmiş olmuşsunuz.
Ertan, infial duyarak olmaz bu işler. okusan iyi edersin ama beni okuman önemli değil, aydınlık’ı da okuman gerekir. Üç aydır aydınlık’ı izliyorum dikkatle. Acaba küçük bir değişiklik olacak mı diye merak ettim, bir değişiklik olmasını da umdum açıkçası. Ama yok yok. Liderlerinin değişmezliği ve katılığı yüzünden bu hareket de aynı Kürt düşmanlığını hiçbir şey eksiltmeden sürdürüyor ne yazık ki. Bu durumda onları sağcı-milliyetçi cephede görmek kaçınılmaz oluyor, üzgünüm.
Ertan, infial duyarak olmaz bu işler. okusan iyi edersin ama beni okuman önemli değil, aydınlık’ı da okuman gerekir. Üç aydır aydınlık’ı izliyorum dikkatle. Acaba küçük bir değişiklik olacak mı diye merak ettim, bir değişiklik olmasını da umdum açıkçası. Ama yok yok. Liderlerinin değişmezliği ve katılığı yüzünden bu hareket de aynı Kürt düşmanlığını hiçbir şey eksiltmeden sürdürüyor ne yazık ki. Bu durumda onları sağcı-milliyetçi cephede görmek kaçınılmaz oluyor, üzgünüm.
*Sağda olası AKP-MHP-İP ittifakı olduğu önermesine katılıyorum. AKP’nin (daha doğrusu Tayyipçi kanadın) Avrasya emperyalizmiyle bağları kuvvetlidir (Örn.: Hakan Fidan’ın “İrancılığı” ve Orta Asya’daki bağlantıları, AKP koalisyonununun önemli bileşenlerinden Kadiriye cemaatinin Azerbaycan ve Orta Asya bağlantıları, AKP döneminde MÜSİAD’ın Rusya ile gelişen ticaret hacmi vs.), hatta Avrasyacılık konusunda AKP, İP’yi bile “sollamaya” adaydır. Gülen cemaatiyle ile Tayyipçiler arasındaki çatışmanın nedenlerinden birini burada arayabiliriz. Gülen kanadı ABD-İsrail bloğuna daha yakındır.
*Valla kimse kusura bakmasın ama böyle bir “Sol-devrimci cephe” bize hayır getirmez, böyle bir cephenin bizi götüreceği en “ileri” nokta, olası bir TÜSİAD + Gülen Cemaati (TUSKON) “iktidar bloğudur”. Zaten egemen sınıfların son iki yıldır şekillendirdikleri Y-CHP adlı ucube-parti de bu olası iktidar bloğunun partisi olmaya aday. Gülen Cemaati kayıktan kayığa atlayan, partilerüstü davranan ve hep kazanacak ata oynamaya özen gösteren bir gruptur; ve de cemaatin son iki yıldır Y-CHP ile arasından su sızmamaktadır. Hatırlayacak olursak, bu sitedeki “Faşist Diktatörlüğe Doğru…” yazısına yaptığım bir yorumda, dış dinamiklerin de olası bir “eksen kaymasına” karşı AKP’yi dengeleyecek bir unsura ihtiyaç duyduğunu söylemiştim. İşte Y-CHP (daha doğrusu olası TÜSİAD-Cemaat ittifakı) hem ABD-İsrail emperyalizmi için ideal bir partidir, hem de olası bir krizde emekçilerin gazını alacak bir düzen içi “sol” alternatiftir, çünkü kriz ve toplumsal patlama da kapımıza dayanmıştır.
Kürt Sorununda Akp’nin tutum değiştirmesi beklenen bir manevraydı ve belli ki kalıcı bir politika olacak.
Ancak Chp’nin tavrı geçici bir yumuşamadır, Chp asla ulusal çizgisinden sapmaz.Ve ne yazık ki, Türkiye’de solun en önemli sorunu da Chp kuyrukçuluğudur.
Dolayısıyla sol-devrimci cephe Chp’siz olmalıdır.
Çıracı ve Iconoclast arkadaşlara.
Ben bu cephe tahlilini, böyle bir cephe iyidir anlamında yapmış değilim. Objektif olarak durum budur, beğeniriz beğenmeyiz o ayrı mesele.
1-chp’yi neye dayanarak sol cepheye dahil ediyorsunuz?üstelik kürt hareketiyle yan yana görünmemek için kırk takla attığı halde.uludere katliamı sonrası tutumuna mı dayandırıyorsunuz?
2-taraf gazetesinin misyonu kör gözüne parmak ortadayken ve patronu herkesçe malumken(mit olayına bakınız)onu da sol cepheye yazmanız hangi tahlillere dayanıyor?
Zileli’nin yeni cephesi 12 Eylül öncesindeki Aydinlikçilarin cephesi gibi olmus; ne dioyrdu o zaman Zileli? Sovyet sosyal emperyalizmine karsi 3. dünya ile 2. dünyanin ittifaki, ABD de gerileyen emperyalist olarak yükselen emperyalizme karsi müttefik olacakti. Tabii Zileli kiytirik bir özlestiri ile bu günahlardan kurtulabilecegini saniyor, halbuki 12 Eylül fasizmine iste böyle cephe teorileri yardimci oldu. Dolayisiyla Zileli’nin elleri de 12 Eylül generallerinin ve Perinçek’in elleri gibi kanlidir. 12 Eylül yargilandigi zaman Zileli de yargilanmalidir.
Asıl amaç delikteki generalleri kurtarmak, malum kişiler tutuklamalardan sonra kudurdular, ne pahasına olursa olsun paşalarını kurtarma hevesindeler.
çok güzel bir yazıydı gün abi,fakat ben hala chp nin tam sol-devrimci tarafta olduğundan emin değilim.Evet artık baykal dönemindeki gibi ulusalcı-milliyetçi cephede değil ama bakalım sol cephede mi?gönül ister tabiki öyle olsun.
Yahu bir defa ben Aydınlık’ın Kürtleri Türkleştirme programını ciddi ciddi hala savunduğunu biliyorum da, siz neden bu sonuca gülüyorum derken sadece onların Kürt karşıtlığını önüme bulgu diye koyuyorsunuz? Neresinden tutsan elinizde kalır. İP, MHP, AKP, Cemaat aynı yerde de CHP, BDP ve Birikim vs. sol cephede.
Ciddiye alınacak tek bir tarafı yok.
Oda Tv’nin haberine göre eski Stalinist ve sömürgeci Fransiz Komunist Partisi’nin yayin organi tarihi kanli ve geçmisi karanlik Humanite ceridesi, Karanlik Oda Tv ‘nin postalci ve antisemit müdürü Soner Yalçin’a sahip cikmis.Yakisir. Sola da bu yakisir.
Ey 12 Eylul oncesini hatirliyalim adli ZAT. Siz nerelerde kaldiniz. gelsenize biraz buralara. sizi uzun zamandir gormedik bay yargic. Birde benim mahkeme davami acda kurtulayim. Ozelestiri, ozelestiri ne guzel soz. Kim soylemise iyi soylemis ben birsey anlamadim.acaba ozelestiri isteyende anladimi?
Burasi yem torbasi degil burada birseyler yazilir ve okunur.
Türkçeni garip bir hale getirip kendini gizleme, senin yerinde herhangi biri olsa utançtan insan içine çıkamazdı, ama sen ben-merkezci olduğun için hep ‘çok şükür, yağmur yağmakta ‘ dersin.
asıl ayrışma ve cepheleşmeyi Millici-ulusalcı-devletçi-sistem içi organizasyonlar——– ve sistem karşıtı özgürlükçü devrimci sol-kürt özgürlük hareketi-HDK ve sistemin mağdurları arasında olduğunu giderek objektif koşulların ve başarı siyasetinin sonucu şu anda sistem içi organizasyonların tabanını oluşturan milyonlarında özgürlükçü demokratik cephede özgürlüğünü ve kendini gerçekleştireceği sistemin alternatifi yeni bir hayatın mümkün olduğu eşitlikçi,özgürlükçü,denokratik eşitlikçi adaletin programında olacağını görebiliriz.tabiki bunları görebilmek için şu anda yaşanan sistemin aktörleri ve karşıtlarının mücadelesinin içinde olmak gerekir.aslında bu mücadelenin tarafı devlet ve devletçi sistemin aktörleri bile bu cepheleşmedeki doğru tarifi anladıklarından kime nasıl saldırması gerektiğinide iyi bilip yapıyorlar.bu tarz analiz yapmak isteyenin bu ceberrut sistemle cepheden mücadele edenlerin görüşüne hiç ihtiyacı olmaması ironidir
1. Evet Uludere ve sonrasında, KCK operasyonlarına karşı tutumda CHP’de eskisinea göre önemli bir değişiklik meydana gelmiştir.
2. Taraf Gazetesini sol cephede görmüyorum. Arada bir yerdedir şu an için ve bunu da belirttim. ancak ahmet altan gibi yazarlar son zamanlarda AKP iktidarına karşı etkili ve sert bir muhalefe girişmişlerdir. Eğer tutumlarını değiştirmezlerse sol cephede görülebilirler.
3. Bir de yeniden İP meselesini açıklayayım. İP’e karşı herhangi bir önyargım yok. Son aylarda da dikkatle gözlemledim belki yeniden Kürt meselesindeki, ermeni meselesindeki tutumlarını vb. biraz olsun değiştirirler diye. Ama bu olmadı. Şu anda İP, hem sağcı AKP iktidarının en fazla baskısı altında olan güçlerden biri ama aynı zamanda yer yer MHP’nin bile sağına düşen bir siyasetin sahibidir. Bu siyasetleriyle onu, istediği kacdar AKP’ye karşı olsun, sol-devrimci cephede görmek mümkün değildir.
polislerin ve savcılacrın yargılamasına alışığız polis bey kardeşim.
Ertan, duygusal bir tepki içindesin. Burada siyasi bir cepheleşme tahlili yapıyoruz. Siyaset kirli bir şeydir ve duygular değil, objektif ve acı gerçekler belirleyici olan ne yazık ki. Sol-devrimci cephede olmak için (bu da şu haliyle pek matah bir şey değiyldir, ayrıca onu da söyleyeyim) AKP karşıtlığı yeterli kıstas değil. Burada belirleyici olan, Kürt hareketine karşı tutumdur. Kürt hareketine karşı düşmanca tutum almayanlar, eğer AKP ile de mücadele noktasındaysalar sol-devrimci cephede kabul edilebilirler. İP, ne yazık ki, AKP’ye karşyı ama Kürt hareketine daha da fazla karşı. Bu yüzden, hiç istemediğimiz halde sağcı-milliyetçi cephede yer alıyor. Yarın tutumunu değiştirirse elbette ben de değerlendirmemi değiştiririm.
Birikim çevresi, başından beri Kürt haraeketine karşı olumlu bir tutum içindeydi. Şimdilerde de AKP’ye karşı mücadelede daha iyi adımlar atıyorlar (Örnek: Ahmet insel). Bu yüzden sol cephede görülebilirler. Ama Doğan Tarkan ve DSİP halen sağ cephenin destekçisi durumundadır. Siyasi güç olarak önemli olmadıklarından yazıda onlardan söz etmedim.
Ben de sahip çıkıyorum, ne olmuş.
(Taraf’ın tarafı hakkında bir yazı…)
AKP-FG-Taraf: İç Savaş Büyüyor… – Mustafa Sönmez
16 Mart 2012
CIA Başkanı Petraeus ile önceki gün yaptığı görüşmede başta Suriye ve Irak olmak üzere bölgedeki gelişmelerin ele alındığını söyleyen RTE’ye soruyor gazeteci; “ABD’li bir kuruluşa ait bazı belgeler, yazışmalar yayımlanıyor. CIA Başkanı ile görüşmenizde bu konu gündeme geldi mi?” Cevap her zamanki gibi; “Gazetelerde çıkan dedikodulara zaten ben pek iltifat etmediğim için onları sorma gereğini de duymuyorum. Varsın o gazeteler onlarla oyalanadursun” …
Belge sahibi ABD’li kuruluş Stratfor, biraz küllenmiş gibi görüntü veren AKP-F.Gülen(FG) kavgasının bitmediğini ortaya koyarken 2007’de bir “aparat” olarak devreye alınan ve etrafına topladığı liberal tayfa ile kendini koalisyon ortağı gören Taraf da kutsal ittifaktaki ortaklarına, moda deyimle “çakıyor”. Hem AKP’ye, hem cemaate…
“Durun, siz kardeşsiniz!” deme sırası ise şimdi Zaman’da yazan İhsan Dağı’da…13 Mart tarihli yazısında bakın ne diyor; “Memlekette ağır bir kavga havası var… 12 Eylül Anayasa referandumu bloku’nu oluşturan büyük anti-militarist demokrat koalisyona mensup gruplar birbirlerine girmiş gibi. Herkes bundan zarar görecek… MİT kriziyle ‘cemaat’ ve AK Parti karşı karşıya getirildi; şimdi de bu ikisiyle Taraf karşı karşıya… Bu, siyasal, sosyal ve entelektüel aktörleriyle ‘büyük koalisyon’un dağılması anlamına gelir.”…
***
İç savaş yeni gelişmelere mi gebe? Bir cephede, AKP-Cemaat kavgası, MİT-Özel Yetkili Mahkeme didişmesi şeklinde sürüyor. Kaş göz arası çıkarılan yasa ile koruma kalkanına kavuşturulan MİT yöneticilerini yeniden şüpheli sıfatıyla ifadeye gelmeleri için Başbakanlıktan izin istedi savcılık. RTE’nin cevabı peşinen “red” gibi, ama zamana yaydı. Özel yetkili mahkemelerden AKP kanadı şikayetçi. Hislerine Fehmi Koru, 14 Mart tarihli Star’da bakın nasıl tercüman oluyor; “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün defalarca uyarmasına, hükümetin etkili isimlerinin “Yeter artık” demelerine rağmen… Bağımsız yargı ‘özel yetki’yi söylenenlere kulak asmamak olarak yorumladı”…
Cemaat kontrolünde olduğu söylenen özel yetkili mahkemelerine ve tepe tepe kullandığı Terörle Mücadele Yasası’na, koalisyonun AKP kanadı operasyon hazırlığında. “Davul bizim boynumuzda, tokmak cemaatin” şeklinde şikayetler var AKP’lilerde. Ergenekon, Balyoz, KCK…Bütün bu davaların ortaya çıkardığı kötü imajın mimarı olarak AKP, şimdilerde cemaat tarafını sorumlu tutarken bu vebalden sıyrılmak için de atak halinde. Nedim,Ahmet, Coşkun ve Sait’in tahliyelerini yenilerinin izleyeceğini bekleyen Taha Akyol’dan alalım haberi. Diyor ki Taha Bey, 15 Mart Hürriyet’teki köşesinde, “Evet, Ergenekon ve ilgili davalarda yeni tahliyeler olmasını bekliyorum. Neden? Çünkü “suç vasfının değişmesi” ihtimali gündeme gelmiştir. Mahkeme ilk defa “suç vasfının değişmesi ihtimali”nden bahsederek Nedim Şener ve diğer üç tutukluyu tahliye etti. Bunun sebebi, Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMY) değişiklik yapılması için Meclis’e sunulmuş olan tasarıdır. Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı tasarıya göre, bazı tutuklu sanıklar artık “terör örgütü üyesi” sayılmayacaktır. Bunu gören mahkeme tahliye kararı vermiştir.”.
Umalım, AKP-Cemaat şer ittifakının çatışmasının ilk hayırlı sonucu bu olsun. Tutuklulukları cezaya dönüştürülmüş insanlar, umalım özgürlüklerine kavuşsunlar.
***
İttifak içi kavga sürüyor. Taraf’ta Ahmet Altan, adeta ihanete uğramış gibi. Hem RTE’ye, hem cemaate vuruyor. Başbakan’ın Başdanışmanı İbrahim Kalın’ın Stratfor ile ilişkisini bir tür casusluk gibi niteleyerek duyuran Taraf, yandaş medya Sabah’tan Emre Aköz’ü de “işbirlikçi” ilan edince kıyamet koptu tabii. Hele RTE’nin, Taraf’ı, parayı atanın nağmesini çalan bir ‘müzik kutusu’na benzetince Ahmet Altan, çileden çıktı ve şöyle yazdı; . “Referandumdan önceki Erdoğan’ı sonuna kadar alkışlarım, bugünkü Erdoğan’ı da sonuna kadar eleştiririm. .. şimdi yaptıklarıyla saygıyı hak etmediğini düşünüyorum.”
Taraf’ın cemaate salvosu da Stratfor belgeleri ile… Stratfor üstünden Gülen tarzı hücre örgütlenmesini gündeme getiren Taraf, cemaatin bam teline bastı. Bu hücre örgütlenmesine fener tutanlara, mesela kitap yazan Hanefi Avcı’ya ve kitabı basılmadan derdest edilen Ahmet Şık’a neler çektirildiği malum…Taraf’a göre, eski bir Gülenci Hürriyet yazarı(kim olduğu çözülemedi !..) şöyle konuşmuş; “Gülen ilk defa resmen bir siyasi partiyi destekliyor. Ancak Erdoğan onu sevmiyor (ya da nefret ediyor). Bütün ilişkileri karşılıklı çıkar üstüne kurulu. Gülen’in güçlü bir siyasi partiye ihtiyacı var, AKP’nin ise geniş bir siyasi desteğe. Ergenekon konusunda büyük kavgaları olmuş. Bir noktada, Erdoğan işlerin mahvolabileceğini düşünerek biraz geri adım atmak istemiş. Fakat Gülen davayı genişletmek konusunda ısrarcı davranmış… “
Bazı iddialara göre, iç savaş Taraf’ın içine de uzanmış. Medya portalı gazeteciler.com’da yer alan bir haber-yorum şöyle; “ Stratfor belgelerinin yayınının başladığı dönemden itibaren Taraf’ın tepe yöneticisi Yasemin Çongar sırra kadem bastı. Köşesi dördüncü haftaya girerken hala boş…biliyoruz ki Yasemin Çongar’ın, Ahmet Altan’ın son dönemdeki yol haritası ve rotasıyla ilgili ciddi sıkıntıları var.”
***
Zaman’dan İhsan Dağı , “Durun siz kardeşsiniz” yazısından sonra adeta yalvarıyor, diyor ki, ‘Eski Türkiye’nin zinde güçleri bu manzaraya bakıp sadece keyiflenmiyorlar, aynı zamanda kışkırtıyorlar da. ‘Yiyin birbirinizi’ dediklerini duymuyor musunuz?
O zinde güçlerden yana hiç olmadım, herkes bilir, ama bu manzaranın beni keyiflendirdiğini itiraf etmeliyim. Yiyin birbirinizi…
( http://mustafasonmez.net/ )
Kesinlikle duygusal bir tepki içinde değilim. Böyle diyerek nereye varacaksınız? Ben İP’in sağcı ya da karşı devrimci, Kürt karşıtı vs. ilan edilmesinden rahatsız değilim. Güzel politik taktikler…!
Ben o çizilen mevcut kamplaşmanın her halükarda saçma olduğunu söylüyorum. Gayet açık. İP’in olduğu yer de, diğerleri de saçma biçimde konumlandırılmış. Okumadan bunu söylüyorum, okumayacağım da.
İşte duygusal derken tam da bunu söylüyorum. Bir şeye okumadan karar verilebilir mi? Okursun, ondan sonra yine aynı kanaatini oluşturursun. Çizilen kamplaşma, arzulanan bir kamplaşma değil ki. tersine, son derece kötü bir kamplaşma. Gönül İP’in sağcı-milliyetçi cepheden kopmasını isterdi ama ne yazık ki, şu andaki konumuyla bu mümkün görünmüyor.
Olaylara yaklaşımınız, analiz metodunuz, vizyonunuz tamamiyle Doğu Perinçekvari. Anarşizm sizde çok iğreti duruyor. Diğerleriyle tek farkınız Stalin takıntısı, onu da 12 Eylül sonrası dönemde evde oturmanın bir gerekçesi olarak başlattınız, oraya taklılıp kaldınız. Kusura bakmayın ama çok tuhaf bir konumdasınız.
söze “günaydın” diyerek başlamak istiyorum. nihayet ulusalcılar, kürtler, liberaller, marksistler ve bazı anarşistleri dahil ettiğin cephe modelini modifiye edebildin. ne de olsa reel politika alanında biz mücadele dışı konformistlere göre hayli tecrübeli bir siyaset erbabısın. ama tabii seni takip ederken insanın aklı sıkça karışıyor. son olarak cephe siyasetlerinden özgürlükçü bir alternatif çıkmayacağında anlaştık değil mi gün? yani emin olmak istiyorum. tutup yarın bir kez daha tkp ve oda tv yazarlarıyla aynı şeyleri söylemeye başlayıp başlamayacağını öğrenmek istiyorum. çünkü ulusalcılarla kürtlerin asla aynı cephede yer almayacaklarını söylediğim zaman ne tarafçılığım kalmıştı ne de mücadele dışılığım… yalnızca ip değil bütün olarak ergenekon davası tayfasının akp mağduru filan olmadığını, akp’nin onların devamcısı olmaktan öte bir rolü bulunmadığını söylediğimde de beni yetmez ama evetçi olmakla suçlayan kemalist okurlarının sırtını sıvazlıyordun. neymiş biz de aydınlanırmışız, sabırlı olmak lazımmış… her neyse gün. doruklardaki cindoruğun en yakın mücadele arkadaşı süleyman beyin dediği gibi “dün dündür bugün bugündür” değil mi… zaten şu anarşistler olmasa anarşizm de güzel şey doğrusu. aydınlıkçı kafalar bile itibar görebiliyor onun adını kullanarak.
ha şu yazıya bir bakıver. yarın öbür gün üç dünyacı damarın yeniden depreştiğinde akılda tutman gereken birkaç ufak noktaya da değinmiş…
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=43934
gönül istermiş ki faşist ip çetesi bilmem ne olsunmuş. evet gönül ister ki mhp de sağcı-milliyetçi cepheden kopsun diyecek olursam gülünç duruma düşerim değil mi? faşist çeteler hakkında algıları özellikle bulandırmaya çalıştığına inanmamak için bir sebebimiz olduğuna inanmıyorum gün zileli…
Kücük bir ekleme: Daha önce de sevgili Gün burda, bu cepheler (bloklar) hakkinda yazmisti ve orada da Taraf Gazetesini zikretmisti. Katilmadigim bir sey var, belirtmek isterim: Taraf Gazetesinin yayin politikasini objektif olarak degerlendiremezseniz O´nu bir o tarafta bir bu tarafta, veya gpn gelir ortada bir yerde konumlandirirsiniz. Gün Zileli bence Taraf konusunda haksizlik yapiyor (Tarafi sagci göstermekle). Sebebini aciklarsam sanirim gözü kapali bir Ahmet Altan veya Taraf asigi olmadigimi aciklamis olurum: Taraf egriye egri, dogruya dogru diyen bir gazetedir. Hemen ziplamayin yorumcu arkadaslar, Halep ordaysa arsin (ya da Tarafin arsivi mi desek) burda. Bu gazeteyi ulusalcilar Tayyip yalakasi diye takdim ettiler basindan beri. (Oysaki onlarin bam teline dokunan sey bu gazetenin pasalara selam durmamasi, generallere yaltaklanmamasiydi. Ve tam bir antikemalist olusuydu. Bu onlari cildirtiyordu ve etiket hazirdi: Tayyip yalaksi) Sonra bu gazete, pasalari savunan Tayyip icin PASASININ BASBAKANI mansetini atinca ve Tayyipin her sacmaladigi yerde, milliyetci oylara göz kirptigi yerde ona olmadik elestiriler de yine bu gazeteden geliyor ve Tayyip Erdogan tarafindan Ahmet Altan ve gazete mahkemeye veriliyordu. Sasiriyorlar ama itiraf edemiyorlar ulusalci kardeslerimiz bu durumu. En cok mahkeme kapisinda sürünen gazetelerden biri olusu bir gariplik olusturmuyor mu? (!!!!!!) Halbuki olan su: Tarafin demokrasi algisina göre Tayyip iyi seyler yaptikca gazete alkisliyor, kötü seyler yaptiginda ise elestiriliyor. Elestiriye acik olmaya, tekci düsünce, tekci anlayisi hakim kilmaya artik soyunmus Tayyip de bu elestiriler karsisinda gazeteyi mahkemeye veriyordu, olan bu. Tarafin durumuna bir baska örnek de Kürt sorunu…Bu gazeteyi , Ahmet Altani Kürtlere yalakalikla itham edenler de oluyor ( Kürt okuru kazanma derdi). Bölücü diyenleri saymiyorum zaten. Oysaki Ahmet Altan´in Yeniyüzyil gazetesinde taaa 90´li yillarda yazdiklari ortadayken, ve yine Ahmet Altan’ın 17 Nisan 1995 yılında Milliyet gazetesinde yazdığı Atakürt adlı köşe yazısı duruyorken (ve bu yazidan ötürü gazeteden kovulurken) utanmadan, arlanmadan bu adami PKK´ye yaltaklanmakla itham etmek ayiptir, tutarsizliktir. Bu konuda da hersey ayan beyan ortada. Taraf kürt sorununun cözümünden yana. Bariscil cözümünden yana.Siz nereye konumlandirirsaniz konumlandirin. PKK zirvaladiginda ise yine en sert elestirileri yapan yine bu gazetedir (Orhan Miroglu, Halil Berktay, A. Altan ölüm tehtidleri aliyor bizim Kürt Hevallerden) Bu konuda da gazete ilalebet bir tarafi tutuyor degil, arsiv ortada, köse yazilari ortada ve ben hergün bu gazeteyi takip etmeye calisan biri olarak sizlerin de bunu görebileceginizi iddia ediyorum. Bu konuda da gazete egriye egri dogruya dogru diyen bir yayin yapiyor. Bir diger argüman: Gazetenin CHP ye yaklasimi… Bu gazete cok acik ve net antikemalist…hic gizlemiyorlar da… Ama yine ayni gazete, secimlerden hemen önce Kemal Kilicdaroglu´nun ortaya birtakim yeni projelerle cikmasiyla övüldü. Ahmet Altan bu projelere kösesinde yer verdi, övdü.. Böyle projeyle halkin önüne cikarsa umut olabilecegini söyleyip takdir etti. Ve yine Deniz Baykal´in kaset operasyonunu hatirlayin…Tarfin tavrini hatirlayin…Taraf bu haberi asla kullanmais ve böyle bel alti vuruslarla CHP genelbaskanina yüklenmeyi gayri ahlaki bulmustur.. Ve o günlerde baykal en uzun demecini Tarafa vermistir.. Bu neyi göstermekte: yine ayni seyi, taraf dogru bildigini okuyor… Oysaki Tarafla ayni kategoriye zorla konulan islamci dedigimiz basin ise bu haberi tepe tepe kullanmistir… Taraf ise hep ayni yerdeydi..O gazeteleri o yayinlari dolayisiyla yerden yere vurdu. Lütfen girin bakin ve okuyun. Peki hangi cepheye yerlestireceksiniz tarafi? daha saymaya devam edeyim mi? Bu gazetede bireysel diyebilecegimiz, gazeye rengini veren, gazetenin durusuna ters düsen yazilar hic mi olmamistir? olmustur…ama bu devede kulaktir ve Tarafi bir yere yamamayi gerektirmez.. Hele hele sag cenahta göstermek hic dogru degil kanimca… (NOT: bu yazinin baslangicinda sanki Gün Zileleiye hitab eden bir girisle yazilmissa da sert elstiriler daha cok ulusalci yorumcu arkadaslara yöneliktir.. Hangi noktalarin Gün´ü alakadar ettigi az cok bellidir, gerisi ezeli ve ebedi Tarafa düsman arkadaslara yöneliktir) VE BIR NOT DAHA: Taraf in Stratfor belgeleri de ulusalcilari cok kötü ters köseye yatirdi… adeta rezil oldular. Gazete orda da yapacgini yapti ve elindeki belgeler kimi vurursa vursun yayinladi..Tayyip yine mahkemeye kostu… Cemaat soke oldu..Onlarla papat oldular…O belgelerden sonra insanin en basta Cumhuriyet gazetesinden, CHPden, IP´ten özür dilemesini bekler…ama o vicdan, o ahlak olmadigi icin gecelim bu beklentiyi.. Peki Taraf sagda mi solda mi? :))) Taraf olsa olsa liberal, özgürlükcü sol bir gazete olarak tarif edilebilr…gerisi insafsizliktir..
selam ulaş boz, taraf eğriye eğri doğruya doğru mu diyormuş? yıldıray oğur’un pınar selek hakkında kendi minicik çapında yürütmeye çalıştığı kampanyayı (pınar selek’in müebbete mahkumiyetini istiyordu), rasim ozan kütahyalı’nın faşist devletle çatışarak katledilen devrimcilere demediğini bırakmayıp “vesayet rejimine” karşı en kahraman rıdvan pozlarına bürünmesini (bu alçak liberallerin sözlüğünden alıntı abuklamalarla, sözde tarafa karşı olan gün de türkiyedeki faşist diktatörlük gerçeğini örtmeye çabalıyor), önder aytaç ve emre uslu isimli iki polis de çok özgürlükçü ve solcular değil mi? ekşi sözlük kapatılsın kampanyası yürüten iliştirilmiş şakirt de çok özgürlükçü… milliyet gazetesinden tanıdığımız cia bağlantılı olduğu yönünde pek çok veriye sahip olunan yasemin çongar da öyle.. şunu çok net anlamak lazım. türkiye’de birbiriyle mücadele halindeki devlet içi faşist klikler belirli yayın organlarını düzenli olarak beslerler. mesela faşist aydınlık çetesinin yayın organı (gün eski yoldaşlarına asla toz konduramaz) 2000’e doğru dergisi uzun süre genel kurmay tarafından beslenmiştir. klikler arası çatışmalarda devletin pek çok kirli çamaşırı ortaya döküldü diye bu iliştirilmiş medyaları desteklememiz mi gerekiyor? soner yalçın nasıl ortaya çıkmış bir araştırın bakalım… aynı şey farklı bir klik açısından taraf için de geçerli olmuştur. pislikler ortaya saçılıyor diye devlet içindeki faşist kliklerin kucağına oturmaktan çekinmeyen medyaları destekleyecek miyiz yani?
Sevgili arkadasim, ben yukarda Tarafin cizgisini kabaca özetledim. Bir gazetenin cizgisi, bir gazeteye rengini veren sey o gazetenin mansetleridir. Mansete cektigi haberlerdir ve ilk sayfada anonslanan basyazarin yazilaridir…Sadece Taraf icin degil tüm gazeteler icin bu gecerlidir. Ben iletisim fakültesi okudum, birkac yilda sektörde calisarak birseyler ögrenmeye (ve hala da) cabalayan bir insanim. Mümkün mertebe bilerek, ögrenerek , verilere dayanarak konusmayi severim. Ben yukarda Tarafin cizgisini özetleyen örnekler verdim, sen o örneklere tek satir yalanlama getirememissin. Bunun yerine Yasemin Congar´in CIA baglantisindan dem vurmussun. Bak sevgili üstad, sana bir tavsiyem: Ben, Dogu Perincekten ve onun cizgisinden nefret eden bir insanim. Ve yillarca onun MIT´e calistigini söyledim pek cok solcu gibi.. Ama son yillarda bu söylemimi terk ettim. Niye biliyor musun? Cünkü elimde net bir veri yok, söyleyecegim hersey spekülasyondan ibaret olur. Halbuki ben Perinceke laf söyleyeceksem, yeteri malzeme zaten onun yazilarinda var, dünya kadar fasist malzeme veriyor hergün. Ben O´nun yazilari üzerinden, fikirleri üzerinden vereceksem cevap vermeliyim. Degil mi? Ki artik öyle yapiyorum. Congar icin de, sen, veya Isci Parililer istedigi kadar esip savurabilir, bunun sonu var mi? Ahmet Altan icin de herseyi dersin, Orhan Miroglu icin de…bu böyle uzar gider. Milletin agzi torba degil ki büzesin. Özetin özeti su: asla ve asla somut veriye dayanmadan karalama kampanyalarina ortak olma. Sen bana yasemin congarin veya Ahmet Altanin katilmadigin yazilari varsa, onlari berbat buluyorsan o yazilarin ismini ver onlar üzerinden tartisalim. Bugün Congar da senin icin MIT ajani diyebilir, sen de istedigin kadar degilim , de. Bunun bir sonu olur mu? Bunlar 70li yillarin jargonuydu, birak bunlari sana tavsiyem. Rasim Ozan Deniz hakkinda uzun bir yazi yazmisti, daha Tarafa köse yazari olmadin. Yaziyi tek cümleyle özetlersem, Denizlerin aslinda son derece milliyetci olduklarini söylüyordu Rasim. Yaziyi okumamis olsam ahkam kesmem, ama bilmem sen yaziyi okudun mu? Okuyup da bunu hakaret olarak algiliyorsan o senin sorunun. Rasimin her yazisina katilirim anlamnia gelmez bu dedigim. Ama solun degerlerine hakaret olarak algilaman yanlis. Önder Aytac ve Emre Uslu … Eli kalem tutan, Tarafla fikri zeminde bulusan, Avrupa birligi kriterlerini, avrupa hukukunu baz alan ve onlarin Türkiyede de uygulanmasini savunan polis akademisindeki bu iki yazar da bu gazetede yaziyor (Önder Aytac artik burda degil, ayrildi). Dogrudur, polis akademisinde ders veren bu insanlar neticede polistirler. Halkimiz sürekli askerlerin yönettigi gazetelere alisik oldugu icin, ya da o askerden bile daha askerci yüzlerce köse yazarini hergün okudugu icin bunu cok tuhaf, cok daha mide bulandirici buluyorlar. Halbuku genel yayin yönetmenleri kendileri itiraf ediyorlar, pasalarin büyük gazetelere nasil manset cektigini.. ve Ben kendim az cok bilirim, yillar yili (hatta tüm cumhuriyet tarihi boyunca) tüm gazeteler generallerin iki dudagina baktilar. Onlar ne dese, ne yapsa manset olurlardi. Yasa da onlardi, devlet de, basinda.. Yazari, gazetecisi cok cok büyük kesimiyle bunlarin borazaniydi. Simdi Taraf öyle degil, Taraf onlara ters. Taraf onlarla restlesiyor. Ilker Basbuga PARMAK SALLAMAYI BIRAK HESAP VER diye manset atiyor.. Dolayisiyla Türkiye bunlara alisik degil, sen de tuhaf karsiliyorsun. Önder Aytacin, Emre Uslunun yazdiklarindan ziyade polislikleri senin dikkatini cekiyor. sekille ugrasiyorsun, öze gelmiyorsun. Yasemin Congarda yaptigin gibi.. (Yildiray Ogur un Pinar Selek hakkinda ne yazip yazmadigini gercekten bilmiyorum, okudum mu okumadim mi onu da bilmiyorum, bilmedigim bisey hakkinda da ahkam kesemem, böyle bisey varsa ayiplanacak bisey yapmistir, hemen söyleyeyim.. Ama genel anlamda Yildiray da begendigim bir yazar)Tarafi Tayyipci, Fetocu, Amerikanci gösteren pekcok insan gördüm, pekcoguyla tartistim. Hep öyle olmadigini söyledim. Ve su Stratfor belgeleriyle tuz buz oldular bu ulusalci kardeslerimiz. Cünkü onlar, Tarafin sadece genelkurmayin pisliklerini desifre eden belgeleri yayinladigini düsünürlerdi. Onun disinda Tayyipe, Cemaate, Amerikaya vuran belgeleri yayinlamazlardi… Ne oldu? Carsaf carsaf yayinladilar. Tayyipler yine mahkemeye kostu, Ekrem Dumanli Zaman´da, “inandiriciligini yitiriyorsun Ahmet Altan” dedi. Tüm bu dediklerim ve su üstteki yorumda siraladigim veriler bizi su noktaya götürüyor: Taraf sasirtiyor sizleri. Alisik degilsiniz. Cünkü gazeteler hep bir tarafin masasidirlar. Hedefleri öncelikle patronlarinin cikari, sonra da derin devletin rizasiyla gazetecilik… Taraf ise bati demokrasisinin standartlarini savunuyor. Acik acik AB´ci. (Avrupa Birligi kriterlerini savunuyor) Avrupa ülkelerindeki yasalrin Türkiyede de uygulanmasini istiyor. Keyfiligin degil, hukuk kurallarinin egemen olmasini istiyor. Eskiden genelkurmayin fasizmine karsi cikiyordu, simdide koltuga gömüldükce fasistlesen Tayyipe karsi cikiyor. Kisiye, gruba odakli degil. Ahmet Altan hemen hemen her yazisinda bunun alti ciziyor.. Bilmem okuyor musun? Bu gazete herkesi sasirtiyor, sasirtmaya devam ediyor. deniz Baykal da cok sasirmisti o kaset skandalinda… Su Stratforda da sasirdiniz… Yeri geldi Kilicdaroglunu övdü, CHPliler sasirdi.. Tayyipciler sasiriyor simdi… Sasiracaksiniz. Türkiyenin alisik olmadigi bir yayincilik yapiyorlar. Kimseyi putlastirmiyorlar, ezeli ve ebedi bir bagimliliklari, hayranliklari yok.. O yüzden Gün Zileli de onu konumlandirirken sik sik sasiriyor… Sasirmayin diyorum, gazetnin yayin cizgisini bilin, azicik önyargilarinizdan siyrilin, hersey yerli yerine oturur..
Gün, buraya yazmak gerçekten benim de hoşuma gitmiyor ama, senin yalan-dolanlarını okuyunca dayanamıyor insan. Sana şu kadarını söyleyeyim, sen bırak sol’a akıl vermeyi bırak… Sana niye dokunuyor ki sol’un bu hali.. Madem, sol la faşizm arasında bir fark yok. Bırak sol’u kendi haline… Sol diye, Perinçek ve kuyruğu kendini hesaba katıyorsan, boşuna bu çaban… Siz o şansları, daha 71 de Türkiye demokratik gençlik önderlerini bir bir 12 Mart faşistlerine gammazlarken, yitirdiniz… Sizi , olsa olsa üçbeş kendini dahi tanımaz anarşist tıfıl sol sayar…
Sol ve sosyalizm sizin neyinize… Bırakın bu güzelim kelimeler orjinal halleriyle tertemiz kalsınlar… Bende ikide bir buradan sana küfür etmeyeyim…
kufur etme o zaman. 1968 1972 devrimci tarihini iyice bir okumani tavsiye ederim. Ip 1 mayis 1977 den sonra devrimcileri acikca ihbar etti. Bilip bilmeden konusma . Ibrahim Kaypakkaya 1972 lerde Aydinlik icindeydi. Ne yani 71 de I.K da mi gambazladi? . 3 – 5 kendini tanimaz anarsist ustelik tifil. Evet kendini tanimazlar. ama insanlari, isci sinifini, koyluleri, komunistleri, sovyet halkini, dunya devrimci hareketleri, Dunya halklarini Komunist partileri, anarsistleri, kim kandirdi onu biliriz.
Ökkes efendi, Gün Zileli yazdigi kitaplarla (HAVARILER; YARILMA , SAPAK, SIGINMACILAR) kendisini eksigi ve kedigiyle, artisi eksisiyle cok dürüstce özelestiri vererek bu kitaplarda anlatti. Eger zahmet edip okumus olsaydin sanirim bu kadar rahat küfür etmez, iskembeyi kübradan sallamazdin. Biz en azindan O´nun eserlerinden O´nun siyasal gecmisini tüm ayrintilariyla okuduk, peki sen? Senin vazifen de Gün Zilelinin sitesine girip hakaret yorumlari yazmak mi? Bir de sen anilarini yazsaydin ha? Nerde durdugunu, neler yaptigini sen de yazmis olsaydin bizler de sana hakaretler etseydik… olmaz miydi?
4+4+4’ün diğer hatırlattıkları: Gericiliğin kutsal ittifakı
31 Mart 2012
Eğitim sisteminde 4+4+4 kesintili eğitime geçilmesi sürecinde ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye’deki gerici-sağ siyasetin ibretlik bir panoramasını sunması açısından son derece çarpıcı bir tablo ortaya koydu.
Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi olarak anılan ve 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitimi sonlandırarak, öngörülebilen ilk sonuçları itibariyle, kız çocuklarını erken yaşta evliliğe, erkek çocuklarını da ucuz emek sömürüsü çarklarına teslim edecek olan yasa teklifinin Meclis’te görüşüldüğü dün, yasa teklifinde “sürpriz” bir değişikliğe ve yine “sürpriz” bir ittifaka tanık olundu.
“Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin hayatı”nın liselerde ve yeniden açılacak olan ortaokullarda “seçmeli ders” olarak verilmeye başlanması, imam hatip okullarının 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitim kararı ile birlikte kapanan orta kısımlarının yeniden açılması yönündeki değişiklikler, AKP hükümetinin hazırladığı yasa teklifinin ilk halinde yer almadığı halde, birdenbire yasa hükmüne kavuştu. Bu ilk “sürpriz”di.
Eğitimle ilgili temel yasalarda değişiklik öngören ve toplumun ancak TBMM Milli Eğitim Komisyonu görüşmeleri sürecinde ayrıntısıyla bilgi edinme olanağı bulduğu yasa teklifinin ilk halinde yer almayan, böylelikle de toplumsal tartışma ortamından “kaçırılan” değişiklikleri içeren bu son derece kritik maddenin yasa hükmüne kavuşmasına, MHP de destek verdi. Bu da, ikinci “sürpriz”di…
Kısaca özetlersek:
Oylanan yasaya son anda önerge ile dahil edilen ve maddenin AKP’nin önerdiği ilk haline eklenen teklif, önce MHP tarafından bir önerge ile teklif edildi. Yasa teklifinde ortaöğretim sıralarında mesleki eğitime yönlendirecek seçmeli derslerin belirlenmesi Milli Eğitim Bakanlığı inisiyatifine bırakılıyordu. Ancak MHP, seçmeli dersleri bakanlık kararına bırakan teklifte, “Kuran-ı Kerim ve tefsiri” ile “Peygamberin hayatından örnekler ve ilmihal bilgileri” derslerinin açıkça yazılı olarak belirtilmesi için önerge verdi. Aynı önergede MHP, imam hatiplerin orta bölümünün açılacağının da yine teklifte açıkça yazılmasını önerdi. Bu teklif AKP’li milletvekillerinin ret oyları ile karşılaştı. Ancak AKP daha sonra, “Kuran-ı Kerim ve Peygamberin Hayatı”nın seçmeli ders olarak yasa teklifinde ismen belirtilmesine ilişkin değişiklik önergesi hazırladı. AKP’nin önergesinde, imam hatip okullarının orta bölümünün açılacağının da açıkça yazılması öngörüldü.
MHP ile AKP arasında yaşanan bu gelişmeler, medyada seçmenlerin oyunu almaya yönelik bir “siyasi taktik” olarak yorumlandı. Yorum böyle olsa da, her kritik dönemeçte AKP’ye yardım elini uzatan MHP, bu kritik değişikliğe imzasını atarak, toplumsal muhalefetin tek sorumlu olarak AKP’yi görmesinin önüne geçmiş, kararın, “milletin isteği ve iradesi” olduğu yönündeki söyleme destek çıkmış oldu.
AKP hükümeti gerçekten “hazırlıksız” mıydı? Hiç de öyle olmadığını tahmin edenler yanılmıyor. Çünkü, toplumla tartışmadan, AKP-MHP arası bir kayıkçı dövüşü ve hemen ardından tatlıya bağlanan “uzlaşma” ile apar topar Meclis’ten geçirildiği halde, sonra yapılan açıklamalarda “milletin iradesi” diye sunulan değişikliğin her aşmasının ince ince düşünüldüğüne ilişkin işaretler artıyor…
Manevranın bir ayağı da, KESK’i “din düşmanı” ilan etmek…
4+4+4 Yasa teklifinin Meclis görüşmeleri sırasında ülkenin dört bir yanında greve çıkan ve eylem düzenleyen KESK’li eğitimcilerin, Habertürk gazetesi köşe yazarı Nihal Bengisu Karaca tarafından Twitter’da yazılan bir mesajda “din düşmanı” gibi gösterilmeye çalışılması da boşuna değildi. KESK eylemleri hakkında, “Kuran öğrenimi seçimlik ders olacak diye tatava yapanlara, su sıkılmasına üzüldüm. En azından yapışkan bir şey sıkılmalıydı” diyen Karaca, KESK’in eyleminin Kuran dersi ile ilgili olduğunu ve din düşmanlığı yapıldığı yalanını ileri sürdü. Seçmeli Kuran dersi ile ilgili AKP ve MHP önergelerinin birdenbire ortaya çıkarılması, KESK eylemlerinin bittiği günün akşamında yaşanmıştı. Nihal Bengisu Karaca, bu gerçeği çok iyi bilmesine rağmen, saldırgan mesajında bu iddiayı ortaya attı.
Düne kadar masanın altında tutulan önergeleri tam da yeri ve zamanında ortaya sürerek, yasa teklifi üzerine karşıt görüşlerini uzun süredir kamuoyuna açıklayan eğitim emekçilerini ve itiraz noktalarının tümünü itibarsızlaştırılmaya çalışmaları da, bu manevranın başlıca ayaklarından birisiydi.
Bu eylem dalgasının üzerinden yaratılan karşıtlığın ürünü olarak gündeme sokulan önergelerin, “oy temelli” siyasi manevradan ziyade, AKP ile MHP’nin ortak aklının ürünü olmadığını kim iddia edebilir?
Asıl kim “iyot gibi” açığa çıktı? Yanıt: Başbakan Erdoğan…
Hazır, yasa teklifi Meclis’e getirilmiş ve görüşülüyorken, Kuran ve peygamberi yasaya yazdırmak, fırsatçılık geninin sağ siyasetin temel belirleyenlerinden biri olduğunu gösterirken, bu “baskın” değişiklik, bu konuda yaşanacak tartışmalara ve toplumsal muhalefete göğüs germe lüksünün ellerinde bulunmadığına, 4+4+4 Yasası’na uygun ikincil mevzuat yazılırken de ellerinin rahat olmasını sağlamaya çalıştıklarına işaret etti.
Bu fırsatçılığın ve AKP’nin hiç de hazırlıksız olmadığının önemli bir işareti, Başbakan Erdoğan’ın, dün akşam yasa Meclis’ten geçirildikten sonra AKP’li milletvekilleri ile bir araya geldiği “şölen” havasındaki akşam yemeğinde yaptığı konuşmada kendini gösterdi. Nihal Bengisu Karaca’nın yalanından ilham aldığı görülen ve kendisinin de yalan atmaktan çekinmediğini bir kez daha ortaya koyan Başbakan Erdoğan, seçmeli Kuran dersi konusunda şunları söyledi:
Kimse buna mecbur edilmiyor. İsteyen girecek, isteyen girmeyecek. Kimse mecbur değil. KESK’in mensubunu tekme tokat o derse mi sokacaklar? Yok. Çocuğunu tekme tokat o derse mi sokacaklar? Yok. Niye rahatsız oluyorsun? Hiç rahatsız olmaya gerek yok ama dert başka. Dert işte burada ayrımcı damgasını vuruyorlar. Hemen iyot gibi ortaya çıkıyorlar. Kim kimdir sorusunun yanıtını burada bulabilirsiniz.
Milli Eğitim Komisyon Başkanı, önceden soruları mı çaldı ki, cevapları hazır…
TBMM Milli Eğitim Alt Komisyon Başkanı ve AKP Kocaeli Milletvekili Fikri Işık, ortaokul ve liselere konulan seçmeli “Kuran’ı Kerim” dersinin ayrıntıları konusunda bilgi verdi. Kuran dersinin hem Arapça okunmasını hem de Türkçe mealinin öğretileceğini, imam hatip liselerindeki Kuran dersinin programı ile aynı olmayacağını, seçmeli ders için esasların Talim ve Terbiye Kurulu tarafından belirleneceğini açıkladı.
Işık, “kız çocukları başını örtecek mi” sorusuna, “siz, Kuran okunan yerde başlarınızı örtüyor musunuz? Yanınızda taşıdığınız örtüyü Kuran okunuyorsa takıyor musunuz? O halde derste de aynısı geçerlidir” yanıtını verdi. “Abdest almak gerekecek mi” sorusuna yanıtı ise, “Kuran okumak için abdest almak gerekiyorsa bu tabii ki öğretilecektir. Zaten kimseye zorla öğretilmiyor. Seçen okuyacak. Abdest, namaz vs. bu konuda din okuryazarlığını artırmak lazım” şeklinde oldu.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı da dersine meğer “zamanında” çalışmış…
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in de, “Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hayatı”nın, ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak okutulması konusunu değerlendirirken oldukça hazırlıklı olduğu görüldü. Dicle Üniversitesi’nce düzenlenen “Tüm Yönleriyle Boşanma” konulu çalıştay sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şahin, “Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hayatının, ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak okutulması topluma nasıl bir katkı sağlar?” sorusu üzerine, “insanoğlunun sadece maddi ve fiziksel ihtiyacının bulunmadığını, maddi ve manevi olarak bir bütün olduğunu, insanın hayatını mutlu ve huzurlu geçirmek için ihtiyacı olan şeyleri karşılamanın sosyal devlet olarak görevleri olduğu”nu belirtti.
Şahin, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Neye ihtiyacı var. Biz burada süreç içerisinde seçmeli ders olarak önüne koyduğumuz modeldir. Seçme özgürlüktür. ‘Gel, ben sana bu dersi zorla veriyorum’ demiyoruz. Eğer aile çocuğuyla alâkalı böyle bir eğitim ihtiyacı görüyorsa, ‘ben çocuğumun maddi ve manevi değerlere bağlı olarak yetişmesini önemsiyorum. Kulaktan duyma yanlış bilgilerle alacağına, bu işin ilmini yapmış insanlarla eğitilmesini doğru buluyorum ve bunun için bana yardımcı olun’ şeklinde bir talep var. Bu talebi görüp gerekli şekilde kendimizi organize etmemiz gerekiyordu. Dün parlamentoda yapılan da budur.
(soL-Haber Merkezi)
AKP-MHP, “Gericiliğin Kutsal İttifakı” tablosu, umarız İP’lilerin silkinip kendilerine gelmesine, “Kızıl Elma” rüyasından uyanmasına neden olur…
Kuran-i Kerim ve Peygamber’in hayatinin seçmeli ders olmasi gericilik mi? Bu tür düsüncelere Kemalistlere, Stalinistlere ve postal yalayicilarina yakisir. Ancak o yaladiklari postallarin sahiplerine fazla güvenmesinler, simdi onlar hak ve özgürlüklere düsman olan gerçek gericilerin eninde sonunda kapatilacagi yerdeler. Castro’nun bile Papa ile Küba’da görüstügü 2012 dünyasinda bu tür düsünceler gericilik degilse nedir?
Seçmeli olabilir ama din dersinin zorunlu olması gericiliktir. Referandum sürecinde darbe anayasasını değiştirdiğini iddia edenler bu konuda en ufak bir adım atmıyor. Aleviliğin din derslerine girmesi de gereksiz, hatta yanlıştır. Hem Alevilerin bir bölümü, hem de hiç bir dini inancı olmayan insanlar, din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını istiyorlar ve bu onların en doğal hakkıdır.
(“Cepheler” meselesi bağlamında faydalı bir yazı…)
Sosyalist yapılardan sosyalist harekete: Halkalar modeli – Metin Çulhaoğlu
31 Mart 2012
İsterseniz bir “modelle” başlayalım.
Öyle çapraşık, akıl sır ermez bir model değildir; sanırım herkes beş aşağı beş yukarı “geçerli” bulacaktır.
Modeli, iç içe halkalar şeklinde düşünebiliriz. En içteki halkada, kendi sosyalizm anlayışları, tarihsel-güncel ülke değerlendirmeleri ve örgütlenmeleriyle sosyalist yapılar yer alır.
En iç halkadaki bu yapıların hangi gelenekten geldikleri, kadro politikaları, iç kuralları ve siyaset tarzları kuşkusuz önemlidir. Ancak işin bu yanını bir kenara bırakalım ve içerdiği tüm yapılarla birlikte en içteki halkanın dışa doğru genişleme çabalarına odaklanalım.
Bugün Türkiye’de sosyalizmden söz edilecekse, başlanması gereken yer burasıdır.
Şimdi, (belki de) tartışmalı bir konuya gelebiliriz: En içteki halka dışa doğru genişlemeye çalışırken kendi dışında, ayrışmamış tek bir halka mı görür, yoksa onu en dış halkaya taşıyacak bir ara halkadan mı söz etmek gerekir?
Şöyle bir yanıt akla yakın görünüyor: Verili siyasal parametrelerin köklü bir değişime uğradığı, toplumda ciddi alt üst oluşlar yaşandığı özel durumlar dışında, en içteki halkanın en dış halkaya “sıçrayarak” atlaması pek mümkün değildir. Bu durumda, en içteki halkayı çevreleyen bir ara halkadan söz etmek gerekecektir.
Sosyalist yapılarla (en içteki halka) bu ara halka arasındaki besleme-beslenme ilişkisinin daha doğrudan olduğunu söyleyebiliriz. Sosyalist yapıların, örgütlü olmalarının yanı sıra, ülkenin durumuna ilişkin daha kapsamlı-bütünlüklü çözümlemeleri, belirli sosyalizm anlayışları ve siyasal mücadele iradeleri vardır. Hemen dışındaki halkanın özelliği ise, eşitlik, özgürlük, adalet ve değişim özlemlerini/duyarlılıklarını solculuk ve sosyalizmle şöyle veya böyle ilişkilendirmiş olmasıdır. Ara halka, bu ilişkilendirme sayesinde “en dış” halkadan farklı bir konumdadır. Özlem ve duyarlılıkları henüz belirli bir program çerçevesinde örgütlü mücadeleye taşınmamış olduğu için de en içteki halkanın dışındadır, onu sarmalar.
Besleme-beslenme ilişkisi demiştik. Karşılıklı bir ilişkidir.
İç halka, söylemi ve eylemiyle en başta ve en fazla ara halka üzerinde etkili olur. Kendisi de, en fazla ara halkanın girdilerinden etkilenir; bu girdilere özellikle duyarlıdır. Sonuçta, en iç halkadaki yapılar, ara halkanın giderek daha büyük bölümünü soğurdukça, bu halkanın eğilim ve yönelimlerini daha fazla belirleyebilecek konuma ulaştıkça, partiler ve örgütler aynı zamanda hareket haline gelirler.
***
Yukarıdaki “modeli”, günümüz Türkiye’si ve sosyalist mücadele açısından biraz daha somutlaştırabiliriz.
İşçiler, emekçiler, kent yoksulları, Kürtler, Aleviler, Cumhuriyetçi-Kemalist duyarlılıkları olanlar, gençler…
“Ara halka” dendiğinde, bu halkada en başta yukarıdaki kesimlerin temsilcilerinin yer aldığı, ağırlığı bu kesimlerin oluşturduğu bir gerçektir.
Şimdi, eğer gündem en iç halka ile ara halka arasındaki ilişkiler ise ve “karşılıklı beslenmeden” söz ediyorsak, üzerinde durulması gereken birkaç kritik nokta vardır.
Birincisi: Bugün Türkiye’de, sosyalizm mücadelesi açısından, yukarıda sıralanan sınıfsal/toplumsal kesimlerden herhangi birinin özellikle ön plana çıktığını, adeta “ben buradayım” diye bağırdığını söylemek pek gerçekçi olmayacaktır. Dikkat, sosyalist mücadele açısından ve bugün için böyledir; yarın bu sınıfsal/toplumsal kesimlerden birinin veya birkaçının diğerlerine göre sosyalizmle daha doğrudan ilişkilendirilebilecek özel bir canlılık ve aranışçılık içine girmesi mümkün ve muhtemeldir.
Sonuç: Kimi yerel ve özel durumlar dışında genel olarak alındığında, dışarıya doğru genişleme çabaları sergileyen iç halka, “özel ağırlık” tutkusuna fazla kapılmadan bu kesimlerin tümünü kucaklayacak hamleler gerçekleştirmelidir.
En azından şimdilik buraya odaklanmalıdır…
İkincisi: “Ara halkada” yer alan kimi kesimler, kendi “sosyalizm” anlayışlarını iç halkadakilerle tokuşturma eğilimi sergileyebilmektedir. Örneğin, Kürt hareketinin sol tarafı, ulusal sorunun çözümü için geliştirilen önerinin aynı zamanda bir sosyalizm anlayışı ve modeli olduğu görüşündedir. Aleviler arasında, sosyalizmin Aleviliğe zaten mündemiç (onda içerilmiş) olduğunu düşünenler vardır. Cumhuriyetçi-Kemalist kesimde ise, merhum Mihri Belli’nin 60’lardaki sözüne atıfta bulunarak Kemalizm’le sosyalizm arasında “Çin Seddi” olmadığını savunanlar mutlaka çıkacaktır. İşçi-emekçi de, sosyalizmi kendi özel emek süreci ve işveren ilişkilerinden türetmeye doğal olarak yatkındır (bu örneklerden sonra “ara halkada” yer alan gençler umarım “bizim neyimiz eksik” deyip kendi özel sosyalizm anlayışlarını geliştirmeye çalışmazlar).
Sonuç: İç halka, “bilimsel sosyalizm” kavramını öyle her yerde ikide bir kullanmamalıdır, ama “özel” sosyalizm anlayışları karşısında kendisinin “bilimsel sosyalizmi” benimsediğini de hiç unutmamalıdır. “Özel” sosyalizm anlayışlarıyla, salt teorik düzeyde kalan gereksiz bir inatlaşmaya ve iddialaşmaya girmeden tartışmak pekâlâ mümkündür. Hiç unutulmamalıdır: Türkiye solundaki tartışmalarda sıkça gündeme gelen “peki, şu sorun nasıl çözülecek?” sorusu, bilimsel sosyalizmi sahiplenenlerden çok, özel konumlarından özel sosyalizm anlayışları türetenleri sıkıştıracak bir sorudur.
***
Son olarak, “halkalar” açısından bugünkü durumun ne olduğuna ilişkin birkaç söz daha söyleyip bitirebiliriz.
Eğer en dış halkaya hemen sıçranabilecek bir ortamda değilsek, odaklanılacak nokta iç halka-ara halka ilişki ve etkileşimidir. Dünya kapitalizminin gidişatı ve bugünkü durumu (“organik kriz” ), Türkiye’de ise AKP iktidarının dış politika yörüngesi ve içerideki hamleleri, göründüğü kadarıyla ara halkayı hem genişletmekte hem de bu halkanın bir kesimini iç halkaya görece yakınlaştırmaktadır. İç halka ara halkaya henüz yeterince nüfuz edebilmiş durumda değildir kuşkusuz; ancak bugünkü sancılar, bir izolasyondan ve çaresizlikten çok, bu halkaya açılan kapıların zorlanmasının getirdiği sancılardır.
İsteyen “doğum sancıları” da diyebilir.
“Hareket” haline gelmenin doğum sancıları…
(soL Haber)
ulaş boz sen iyi bir demogogsun. taraf yazarları kadar değilsen de gün zileli kadar iyi bir demogogsun. (sağolsun kendisi beni birkaç kez taraf çizgisinde olmakla suçlamıştı, çıracı kardeşi ile birlikte…)
iyi bir demogog, muarızının sözlerini güzelce elekten geçirir özü dışarıda bırakarak tartışır. mesela der ki bilmemneye kanıt gösterememişsin.
buyur kanıt o zaman…
mehmet baransu ekşi sözlük kapatılsın kampanyası başlatıyor ve taraf yazarları emre uslu da bunu destekliyor.
http://www.stargazete.com/medya/twitter-da-eksi-sozluk-kapatilsin-kampanyasi-haber-398962.htm
sonra emre uslu diyor ki ben sansürcü değilim peygambere küfreden entriler kaldırılırsa ekşi sözlük kapatılmasın.
http://www.ensonhaber.com/baransu-eksi-sozluk-kapatilsin-dedim-ama-2011-11-28.html
burada kanıt göstermesi gereken kişi mehmet baransu. zira ekşi sözlükte peygambere küfreden entri yok. peygamber hakkında tesbit yapan hayli entri var o ayrı konu. ancak kendisi kafaca kemalistlerden farklı olmadığı için eleştiri ile küfrü birbirinden ayıramıyor.
gelelim yıldıray oğur’un pınar selek davasıyla imtihanına:
https://twitter.com/#!/yildarado/status/9568795811123201
https://twitter.com/#!/yildarado/statuses/7066574896758784
bu tweet’lerin evveliyatında yıldıray efendi pınar selek’i destekleyenlere şöyle diyordu “mısır çarşısında ölenler ne olacak” oysa pınar selek’in mısır çarşısı olayıyla bağlantısı olmaması bir yana orada yaşanan şeyin tüp patlaması olduğuna dair bilirkişi raporlarını bir çırpıda görmezden gelen bir demogogdur kendisi. ama biz bilmeyiz devlet bilir, savcı bilir, polis bilir değil mi?
cemaatin adının karıştığı ygs şifresi olayında da tarafın manşeti “şifre palavra ösym haklı” olabiliyor.
murat belge’nin metin lokumcu’nun çevresi ergenekoncuydu şeklinde yaptığı açılım da ayrıca hatırımızdadır. halkevleri çevresini şahsen yakından bilirim. politik hatlarını uzun süre salt akp karşıtlığı üzerinden kursalar da mesela bir tkp gibi “yurtseverlik” edebiyatı bile yapmadıkları açıkken murat belge devlet şiddeti sonucu hayatını kaybeden metin lokumcu hakkında nasıl bu kadar rahat konuşuyor belli değil. çok özgürlükçü olduğu içindir belki…
önder aytaç’a göre polis içindeki çürük elmalar ayıklanmalı ancak kurum töhmet altında bırakılmamalıdır. işkence devlet politikası değil ya haklıdır… bak beyzade ne diyor: “ODTÜ’de Başbakan Erdoğan konuşma yapacağı zaman, öğrenciler polislere yapmadıklarını bırakmadılar. Polisler ise sadece kameramanlara “çekiyorsunuz değil mi bunları” diyebildi. Öğrenciler defaatle gittiğimiz İsveç’te bu eylemi yapsalar, o öğrenciler dayağın en hasını yemiş olurlardı. İtalya’da, İngiltere’de bu öğrenci eylemleri olsa idi, belki de yarısına yakını hakkında da kamu davası açılmış olurdu.”
polisler sadece kameramanlara çekiyorsunuz bunları değil mi diyebilmiş. isvaç’te olsa öğrenciler çok pis dayak yermiş. bak bak ne güzel memlekette yaşıyoruz. yaşadığın yerden sokakta, karakolda, kampüste neler olduğunu göremiyorsan google görsellerinde polis öğrenci şiddet kelimelerini yanyana ara…
bakalım süper demokrat polis önder aytaç kürt sorununa ve idama nasıl bakıyor:
“Madem elinizde, alacaksınız karşınıza, dersiniz ki, Eğer Türkiye’de bir ay içerisinde bir yaprak kımıldarsa, bu terörü bitirmezsen, o zaman seni öldürürüm, seni idam ederim, seni asarım.’ Bakın bakalım bu olayların hepsi bitmiyor mu ! Bitmiyor mu ? O zaman alır asarsınız, öldürürsünüz. O zaman geleceği kurtarabilirsiniz.”
çok demokrat emre uslu da polislik kariyerinin başlarında EGM TM Daire başkanlığında görev yapıyor. TM daire başkanlığı zaten türkiye’de demokrasinin kalesidir. ben bizzat şube ziyaretlerimden iyi bilirim. emre uslu’nun doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir işkence olayına karıştığını kanıtlayabilir miyim? hayır elbette. pekii türkiye’de 3 bin kişinin gözaltında kaybedildiğini kanıtlayabilir miyim? yanıt çok nettir ulaş boz. işkence seansları sırasında yüzde 90 gözleriniz bağlıdır ve kimin o sırada hangi işlemi yaptığını göremezsiniz. ama bilirsiniz ki şuşubede görev yapan ve işkence suçuna karışmayan bir tane görevli bile yoktur. çaycısından helacısına kadar… ama emre uslu tertemizdir o konuda hiçbiir şüphemiz olamaz zira kendisi bir taraf yazarı… ha kanıttan devam edelim işkence genellikle sorgu merkezlerinde yapılır ve kayda alınmaz. (pardon kayda alınır ancak genç polisleri eğitmek için yapılır bu, o kayıtları bizler göremeyiz) 90’ların ortalarından itibaren büyük ölçüde iz bırakmayan işkence metodları uygulanır. sen hala ne kanıtından söz ediyorsun… iletişim fakültelerinde bunlar anlatılmaz. şubeyi ziyaret etmen gerek…
rasim ozan kütahyalı vıcık vıcık seksist diliyle “delikanlı” muhabbetleri yaparken orduya çok karşı… ancak 12 mart cuntasına karşı direniş örgütlemeye çalışırken yakalanıp ordu tarafından idam edilen deniz gezmiş yaşasa bugün ergenekoncu olurdu değil mi ulaş boz kardeş… deniz’ler kemalizm konusundaki yanılgılarına rağmen rasim ozan gibilerin fersah fersah ilerisindedir. kanıt istiyorsan deniz gezmişin idam edilirken söylediği son sözleri oku… ha kemalist olmayanakarşı rasim ozan efendinin tavrı nedir onu da bilmiyoruz. kendisinden bir de “kemalizm faşizmdir” diyen ibrahim kaypakkaya’yı dinlemek isterdik.
yasemin çongar dedim. eşi Chris Mason hakkında yazılanları ben internette okudum. ama kendisini yıllarca milli,yetten takip etmişliğim vardır. hani aydın doğan’ın gazetesi olan milliyet…hani hürriyet’in sahibi aydın doğan… hani çölaşanın özkökün coşkun’un patronu… amerikada kongre kulislerinden geçtiği haberleri çok merak ediyorsan gir milliyetin internet arşivine, küçük bir üyelik prosedüründen sonra milliyet’in bütün sayıları önüne dökülsün beni daha fazla yorma kardeş…
burada benim dikkatimi çeken nokta, kendisinin ulusalcı olduğunu söylediğim için, perinçek kerinçsiz gibi faşist çetecilerin avukatlığına soyunmasını eleştirdiğim için beni defalarca tarafın kuyruğuna takılmakla suçlayan zileli’nin şimdi açıkça tarafı savunan bir kişiyle tartışmaya girmemesi. neymiş taraf akp ile kavgaya girerse sol cephede görülebilirmiş. o zaman “zaman”ı da sol cephede görmemizde bir sakınca yok değil mi gün. ne de olsa 40 yıldır faşizm yüksele yüksele bir türlü faşist diktatörlüğe erişememiş olsak da istikamet o tarafa doğru. antifaşist cepheyi geniş tutmak lazım tek sorun senin ne zaman nerede duracağını hiçbirimizin bilmiyor oluşumuz. daha dün perinçekler veli küçükler kürtler, chp, bazı marksistler, bazı anarşistler, ulusalcılar, tkp, halkevleri falan filan hepimiz birleşip cephe oluşturmalıydık. şimdi ise listeden ip çıkmış taraf giriyor ne güzel. bir de faşist ip’in titreyip kendine gelmesini dileyenler var şaka gibisiniz doğrusu… aydınlık çetesi evvel ezeli sırtını orduya yaslayan faşist bir çete değilmiş gibi…
Her turlu din’in insan yasamina, bir sekilde sokulmasi,yalnizca gericilik degil, insanliga karsi islenmis bir suctur…
Tum din’ler egemen siniflarin, iktidarlarini surdurmek icin kullandiklari bir aractir..
Dinleri savunanlarda, ya bu egemenlerdir, yada onlarin sofrasindan kiymiklananlardir..(Dinlerin ne oldugunu bilmeden safca ve korkuyla inananlarda onlarla ayni kategoriye konulabilir)
2012 yilinda hâlâ 19’uncu yüzyil pozitivistleri gibi düsünmek eger gericilik degilse, totaliter düsüncenin,fasizmin, Stalinizmin, Pol-Potçulugun zirvesidir. ne yani binlerce yillik tarihi bir iki cahilce cümleyle silip atabilecegini mi sanmaktasin?
Bakin yukarda bir arkadasin begenerek alintiladigi Sol Haber ne yazmis?
” İç halka, “bilimsel sosyalizm” kavramını öyle her yerde ikide bir kullanmamalıdır, ama “özel” sosyalizm anlayışları karşısında kendisinin “bilimsel sosyalizmi” benimsediğini de hiç unutmamalıdır”
Bilimsel sosyalizm nedir yahu? Bu saçma sapan fikirlere hâlâ inanan var mi? Nedir yani, sizin sosyalizm dediginiz seye inanmayan bilim disi oluyor öyle mi, hadi oradan Kemalist parçasi . Yürrüü..
Anonim vatandas… Aklisira bu kez belgeli konusma gayretine girmissin… Girmissin ama eline yüzüne bulastirmissin… Yaziyi okuyunca insan sunu demeden edemiyor “Ben diyorum Canakkale Bogazi, O diyor yandi götümün agzi” Durum aynen bu sözdeki gibi…Ben sana Tarafin cizgisinden bahsetmis ve bu cizgiye rengini veren seyi anlatmistim. Tarafin mansetlerinden, basyazarin yazilarindan dem vurmustum.Bir gazeteye rengini veren asil argümanlarin bunlar oldugunu söylemistim. Sen ise, cesitli tarihlerde sosyal medya denilen ortamlarda (Twitter falan) Yildiray Ogur´un Twitlerini kopyalayip, bunlari Tarafin cizgisine dair kanit olarak koymussun. Ve ben de üsenmeden tikladim o verdigin yildiray ogur linklerini . 2 tane Twitt..Üstelik de seni hakli cikaran tek bir satir yok o Twittlerde. Okuma yazmasi olan, Liseden Türk Dili ve Edebiyati dersinden gecebilen hicbir yurttasin senin cikardigin sonucu cikaramayacagi iki nottan bahsediyorum… sayet kanitin buysa , sen zaman kaybediyorsun burda ve bana da ayni seyi yaptiriyorsun… Kaybettigimiz zamana yazik…Mahallende bir lise hocasi varsa gidip ona da okutabilirsin, bu iki Twittten o dediklerin cikiyorsa ben senden özür dileyecegim. Ama kanitlarin baska ise onlari sunmalisin. Mesela Yildiray´in Tarafta yazdigi bir köse yazisi var ise, o yazilari sunmalisin. Cünkü bu 2 Twitte böyle bir sonuc cikmiyor(Bombalama olayi ile Pinar Selek baglantisi). Haa, belki de dedigin manaya gelecek bir yazisi falan olmustur, ona bir diyecegim olamaz, ama tekrar tekrar söylüyorum, bu verdigin linklerdeki Twittlerden böyle bir sonuca hic kimse varmaz.. Kendini madara etmissin, haberin ola…Gelelim bir baska laga luga(na)ya….Ösym , sifre olayi ve Tarafin manseti… Sana konuya dair Ahmet Altanin yazisinin linkini verecem…Oku bakalim sen ne diyeceksin? Ezberini boz ve bir zahmet oku su yaziyi…http://www.taraf.com.tr/ahmet-altan/makale-deli-postekisi.htm …..Sizler Tarafa atilan camurlari okursunuz, ama Tarafi okumazsiniz…Tek yanli bilgi kirliligiyle de böyle solcu kiliginda ortaya kusarsiniz! Yasemin congar olayina gelirsek…incir cekirdegini doldurmayan bu zirvalarla mi Yasemin Congar´i vuracan????…vayyy beee, kanita bak…Ellerim yukarda, teslim oldum sana birader!!! Demek Yasemin congarin esiyle ilgili internette dolanan seyleri okursam, hele bir de Yasemin´in yaptigi haberlere göz atarsam yaseminin ajanligini sippidik anlayacam… Sen ne kudretli bir arastirmaciymissin be birader… Sen ne kiymetli solcuymussun öyle… Iyi güzel de….Ya biri aynen senin su yaptigini sana uygulasa.. Ya biri Amerikadan senin agabeyine, kardesine bu yöntemi uygulasa? Hos olur mu? Böyle camur at, ne olursa olsun, bakarsin inanan cikar hesabyla birilerini ajan ilan etme yakisiyor mu!!! Bu mu yani!!!. Kendini böyle madara etme. Internette dolanan milyonlarca kirli bilgiyle fikir insa etme. Banu Avar gibi olursun ve insan icine cikamazsin…Bana milliyeti adres göstermen komedi, ben de en az senin kadar milliyeti takip etmekteyim. Congar, en ses getiren haberleriyle milliyette parladi. Gazetecilik basarisinin karsiligi bu camur mu olmali… Ki kaldi ki kimse Yasemin Congar´a tek bir laf etmiyordu Milliyette calisirken…CIA ajanligiyla suyla buyla suclamiyordu. Bu suclamalar nasil basladi? Yaseminin Taraf´a gecmesiyle. Cünkü TARAF Müesses Nizamin “böyle gelmis böyle gideri”ne dinamit koyan gazeteydi. Pasalarin carkina sican gazeteydi… Inadina cami duvarina isedi…ilk defa bir gazete bu ülkede parmak sallayan genelkurmay baskanina PARMAK SALLAMAYI BIRAK HESAP VER diye manset atiyordu. Derin devlet orduydu ve devlet bu gazeteden nefret ediyordu..Derin devletin safinda yer alan Cumhuriyet Gazetesi, CHP, Aydinlik (ip), MHP, bu koronun en önde gelen bilesenleriydi. O halde ne yapilmaliydi, Yasemine iftira üstüne iftira atilmaliydi… En basta da tabii ki TARAFa…Iste ben de o yüzden yukarda uzun uzun Tarafin cizgisini siz anlamayanlara örnekleriyle yazdim. Senin bu küfür edenler korosunda olman, kendini sol sosuna bulandirman,, su,,, bu, isin cilasi, hikayesi… Sen sanirim Perincek familyasinin yan versiyonusun..Sol maske örtmüyor herseyi… Tarafin yayinlarina camur atman bu yüzden olsa gerek.. Kaldi ki birak Tarafi, sen GÜN ZILELI hakkinda da ahlaki davranmiyor, olaylari carpitiyorsun. Iste sana kaniti, senin cümlen… “mesela faşist aydınlık çetesinin yayın organı (gün eski yoldaşlarına asla toz konduramaz) 2000′e doğru dergisi uzun süre genel kurmay tarafından beslenmiştir” Gün Zileliye bu cümleyle saldirdiktan sonra, senin baskalarina nasil camur atacagini düsünmk zor degil… Sen Gün Zilelinin kanli bicakli oldugu Perinceke toz kondurmadigini söylemekle ne yapmaktasin biliyor musun? Avaz avaz “ben de böyle biriyim iste” diyorsun. “Sacmaligin lügattaki karsiligi benim iste” !!! Gün Zileli´nin sana neden cevap yazmadigini anliyor musun? Rasim Ozan, Deniz Gezmis konularina da girmiyorum…Gerek yok,, cünkü sen Rasim Ozanin ne o yazisini okumussundur ne de dogru düzgün konuya dair malumatin var? Yok, eger “okudum ve buna ragmen bunlari yazdim” diyorsan, bu daha da kötü!! Ayri bir felaket!!! Okudugun halde bunlari yaziyorsan bu daha da vahim!!! Kulaktan dolma bilgiyle ona buna saldirmak olmuyor. Yoksa böyle slogan atar kalirsin…Peki, sana bunca uzun cevap yazmakla ben de senin kadar sacmalamis olmuyor muyum :)) Evet oluyorum… Ben daha da uzatmayacagim. Evet, konumuz neydi? TARAFin nerde durduguydu… Tarafin durusuna dair cevabim ise yukardaki ilk 2 not! Baska söze hacet yok…
“Cemaat”, Oldu “Hizmet”, Kürtler, Yeniden Çatlak… – Mustafa Sönmez
09 Nisan 2012
Kısa süre önce MİT Olayı ile su yüzüne çıkan AKP- Cemaat koalisyon kavgası, F.Gülen cemaati’ne çok imaj kaybettirdi. AKP’ye yakın duran Star, Yeni Şafak, Sabah grupları, yanı sıra kamu medyaları TRT ve AA, cemaatin imajını sarstılar. Bir anda fitne-fücur bir oluşum gibi algılama söz konusu oldu cemaat ile ilgili. Bunun üzerine önce Zaman Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, cemaate artık “Camia” demek gerektiğini yazdı, ama bu etiket pek kabul görmedi. Hummalı bir halkla ilişkiler çalışmasının ardından cemaati temsil eden Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yeni imajı deklare etti. Bundan böyle Cemaat’ten, Hizmet Hareketi, uluslararası arenada da Hizmet Mouvement olarak söz edilecek…
Gülenciler, böylece politik dinci bir oluşumdan çok, “sivil” yanı ön planda olan bir “Gönüllüler Topluluğu” olduklarına inandırmak ve oradan sempati toplamak peşindeler. Bu “kurumlaşma” çabası Gülen sonrası için de hazırlık. Eğitim hizmeti yine ön planda olacak, TUSKON üstünden Afrika , Orta Doğu, Avrasya pazarlarına “hizmet” karışımı sermaye ihracı ile enternasyonal İslamcılık hattı üstünden gelişme sürdürülecek.
***
RTE’nin aşırı güçlenmesi , “Hizmet” için bir tehdit. Cemaatten öteki koalisyon ortağına doğru kaymalar yaşanıyor. Hele ki para-pul söz konusu olunca. Bu durumda “ Hizmet”in, hareket için bir tutkal olması beklentisi var. Ama, RTE’nin kendine yonttukları henüz hazmedilmiş değil. Nitekim Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yayımladığı bildiride siyasete yönelik hedeflerin ipuçları da var; “Hiçbir partinin ajandasının takipçisi değiliz…Hükümetin yetkilerini paylaşma peşinde değiliz” denilmesine karşın, ne MİT Dosyası kapanmıştır, ne yeni anayasa beklentisi. Cumhurbaşkanlığı’ndan Gül’ün ekarte edilmek istenmesi ise hiç sineye çekilmemiştir. Yargıdaki güçle, Ergenekon, Balyoz ve KCK’da gevşeme yaşanmaması için hassasiyetler yükseltilirken özel güvenlik mahkemelerine ve terörle mücadele yasalarına dönük salvolara karşı savunmacı bir hattın safları da sıkılaştırılmaktadır . Dahası, AKP’ye, vazgeçilmez değilsin mesajı da gönderilmiştir son Hizmet bildirisinde şu cümlelerle…
“…siyasi partiler demokratikleşme gibi konularda daha geri duruma düşerlerse Hizmet’e itibar eden insanların ilgili partilere yönelik tavırlarında değişim kaçınılmazdır.”
***
Son günlerde “Hizmet”in lansmanını, AKP ile barış çubuklarının yakılması diye yorumlayanlar oldu. Oysa hükümete yakın çevreler, MİT Dosyası’nın fitilinin henüz sönmediğini hatırlatıyorlar. Yeni Şafak yazarı Abdulkadir Selvi, 28 Mart tarihli “MİT Dosyası” başlıklı yazısında dosyada yer alan ithamlara yer verdikten sonra dosyanın esasta , AKP Hükümeti’nin açılım iradesini yargıladığını vurguluyor, şöyle devam ediyordu;
“ Yani savcılar hükümete dönüp, sen ne hakla açılım sürecini başlatırsın diye hesap soruyor. Hakan Fidan’ın şahsında MİT’in yaptığı görüşmeleri, Emre Taner’in temaslarını, Afet Güneş’in müzakerelerini değil, Başbakan Erdoğan’ın iradesini yargılamayı esas alıyor. Ama burada yargılanmak istenen bir hükümetin açılım iradesi.”
Peki MİT’çilerin sorgulanmasına RTE izin vermezse ne olur? Savcıların Danıştay’a gitmesi bekleniyor mu? Selvi’nin yanıtı pozitif; “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın tavrına rağmen yakalama kararı çıkaran savcıların bunu göze alacağı düşünülüyor…”
***
MİT Dosyası’nın akibeti merakla beklenirken Kürt sorunu karşısında şahin duruşu hiç değişmeyen “Hizmet Hareketi”, açıklanan 193 sanıklı İstanbul KCK İddianamesinin de Ergenekon ve Balyoz’da olduğu gibi yakın takipçisi. Bu iddianame de özel yetkili savcıların hazırladığı birçok iddianame gibi, ciddi hukuk açıkları olan bir metin. Davanın sembol isimleri yayıncı Ragıp Zarakolu’na ve Prof. Büşra Ersanlı’ya isnat edilen suçların dayanakları, daha doğrusu çürük ve zayıf dayanakları yine dudak uçuklatıyor; Ragıp Zarakolu hakkındaki değerlendirme şöyle:
“Şüphelinin PKK/KCK terör örgütünün şehir merkezindeki yapılanmalarına ve dağ kadrosuna eleman yetiştirme merkezi gibi işlev gören Siyaset Akademisi’nde ders verdiği, bu faaliyetin yalnızca bir eğitim faaliyeti olarak görülemeyeceği, sınıflarında ve koridorlarında örgütün ölen ve halen yaşayan militanlarına ilişkin fotoğraflar ve örgüt lideri Öcalan’ın posterleri bulunan bir mekânın normal bir eğitim yuvası gibi kabul edilemeyeceği, Türkiye ve dünyadaki gelişmelerden konumu gereği haberdar olan ve aynı zamanda araştırmacı-yazar olan şüphelinin terör örgütü eğitim yuvası olduğunu algılamamasının akıl ve mantık kurallarıyla çeliştiği…”
İddianamede, Zarakolu’nun verdiği iddia edilen derslerde, ne dediği ve bu dediklerinin hangi yasa maddesini ihlal ettiğine dair tek bir sözcük yer almıyor. Mekân tarifi ile ve BDP’nin ‘Siyaset Akademisi’nin işlevine ilişkin savcının kendi sübjektif değerlendirmesinden yola çıkılarak Ragıp’ın ‘örgüte bilerek isteyerek yardım etmek’ gerekçesiyle 15 yıl hapsi isteniyor.
Prof. Büşra Ersanlı, bilindiği gibi, BDP Parti Meclisi üyesidir. Ersanlı’nın bu konumundan hareketle ‘örgüt yöneticisi olmak’tan 22.5 yıl hapsi isteniyor. İddianamede, Ersanlı’nın herhangi bir terör olayıyla ilişkisinden söz edilmiyor , PKK, KCK ve BDP’yi eşitleyen ve BDP’den ‘PKK/KCK ile organsal bağı’ olan bir parti olarak söz eden iddianame, BDP’nin kapatılmasına da yön gösteriyor.
Böyle bir iddianameyi AKP iktidarının, davulu sırtlarında taşıyanların, içeride ve dışarıdaki eleştirileri karşı uzun uzadıya göğüslemeleri kolay değil.
Kürt sorunu, AKP-Cemaat koalisyonunda yeni çatlakların bahanelerinden biri olmaya devam edecek görünüyor.
( http://www.mustafasonmez.net )
Karşılıklı konsolidasyon – Metin Çulhaoğlu
( http://www.birgun.net )
18 Mayıs 2012
Diyelim Türkiye’ye dışarıdan bir siyaset bilimci getirdiniz.
Bu kişi, Türkiye’nin son bir iki yılını, 2011 seçim sonuçlarını vb hiç bilmiyor olsun. Diyelim bu kişi son üç dört aydır Türkiye’de yaşıyor ve siyasal gelişmeleri dikkatle izliyor. Özellikle AKP lideri ve Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarına, üslubuna ve konuştuklarının içeriğine baktığında varacağı sonuç herhalde şu olurdu:
AKP yıpranmaktadır. İktidarı sallantıdadır, altındaki toprak kaymaktadır. Başta CHP olmak üzere muhalefet mevcut iktidarı ciddi biçimde zorlamakta, hatta silkelemektedir…
Durumun böyle olmadığını biliyoruz.
O zaman?
***
Başbakan’ın dur durak bilmeyen saldırganlığı, özellikle Cumhuriyet tarihindeki kimi olaylara ilişkin göndermeleri, “marjinal” ve “yarım porsiyon” saydığı bir kesimle bu kadar uğraşması, “kaz gütme” yeteneğinden yoksun olduğunu ilan etikleriyle ha bire dalaşması ve benzerleri psikopatolojik semptomlar olarak görülmemelidir.
Şöyle veya böyle siyasal bir aklın ürünüdür; belirli bir niyetin ve planın parçasıdır.
Nasıl?
Bir kere Erdoğan ve AKP, karşısındaki toplumsal muhalefetin henüz genişlemediğini, kendi alanından parçalar koparmadığını, ancak giderek konsolide olduğunu ve belirli ölçülerde “hareketlendiğini” görmektedir. Bu konsolidasyon ve hareketlenmenin zamanla daha geniş kesimlere uzanma ihtimalini de hesaba katmaktadır.
Durum böyleyse, iki yol vardır: Ortalamaya, sıradana, “yüzergezer” kesimlere, “aklıselime” hitap eden esnek ve yumuşak bir söylem tutturma ya da daha radikal çıkışlarla kendi alanını konsolide etme…
AKP ve Erdoğan 2002 yılından başlayarak bir süre bu yollardan ilkini izlemiş, ancak son dönemde bu yolun sonuna, sınırlarına gelip dayanmıştır. Karşı tarafın konsolide olduğunu gördükçe, kendi tabanını konsolide etmeye yönelmiştir.
Peki, belirli ölçülerde “daralmayı” da göze alarak mı?
***
“Diyalektik akıl” işte bu noktada devreye girmelidir.
Konsolidasyon adına daha radikal konumlara ve söylemlere yönelme, her durumda ve mutlaka belirli bir “daralma” mı getirir? Radikalliğin ve konsolidasyonun “genişletici” etkileri de olabileceğini söylemek büsbütün abes midir?
Baştaki yabancı siyaset bilimcisini bu kez Almanya’ya, 1930’ların başına ışınlayalım.
Dönemin Almanya’sında siyasal ortamı gözleyen, özellikle Nazileri izleyen yabancı konuk herhalde şöyle bir sonuca varırdı: Anlaşılan bu ülkede Yahudiler iktidarı almak üzere…
Nazilerin radikalliği ve kendi alanlarını konsolide etmeye yönelik siyasal söylemleri, genişlemeyi de beraberinde getirmişti…
Demek olabiliyormuş; ancak, 1930’ların ekonomik durumunu, Versailles Anlaşması’nın (1919) ağır hükümlerini hesaba katmadan bu olabilirliğe mutlaklık tanımak elbette doğru olmayacaktır.
***
Sadede gelirsek, AKP ve lideri bir alan/taban konsolidasyonu peşindedir.
Görüldüğü kadarıyla bu yönelişte ağır basan, “konsolidasyonla genişlerim” beklentisi değil, konsolidasyonun görece “daraltıcı” sonuçlarına katlanma kararlılığıdır.
Hedeflenen, “benim ordum”, “benim yargım”, “benim medyam”dan sonra, “benim işçim”, “benim sendikam”, “benim 1 Mayıs’ım”, “benim sermayedarım”, “benim sivil toplum örgütüm” noktasına doğru ilerlemektir.
Bedeline, maliyetine katlanarak…
(Not: “benim sosyalistim”, “benim Alevim”, “benim Kürdüm”, “benim sanatçım” gibi çıkışlar tutmamıştır).
Muhalefetin diplerinde kıpraşmalar ve “Hizmet” şakirdlerinin tedirginliği: http://haber.sol.org.tr/medya/ve-hizmet-konustu-sanal-ortam-da-normallesecek-haberi-55028
Bu gün Aydınlık gazetesinde BDP’li bir belediye başkanıyla tam-sayfa röportaj var. Umarım hayırlara vesile olur 🙂
Siz kendiniz daha önce güzel saptamıştınız: CIA uzmanları Türkiye’ye sol gerek olduğunu ileri söyleyerek çoktan kolları sıvadılar.
1. Tüsiad basınının ‘sosyalistlere’ ve ‘devrimcilere’ çiçekler atmaya başlaması
2.CHP’nin başına Bay Kemal’in getirilip ‘yeni CHP’ imajının parlatılması
3. AKP’nin sağa ve milliyetçiliğe. CHP’nin ‘sosyalistlere’ ve BDP’ye yaklaştırılması
4. Türkiye’de yükselen faşizm ve ona karşı mücadele eden demokrasi yanlısı ‘sol’ olduğu algısının inşası.
Kısacası güç kaybeden ABD ulusalcılık, cuntacılık, orduyu kullanma taktiklerinde başarılı olamayınca işi 1968 Avrupa’sında olduğu gibi sol tandanslı kesimleri kışkırtmaya, kendi ajanlarını sol maskeyle sokağa sevketmeye döktü. Ama boşuna heveslenilmesin, boş işler bunlar, ABD önce kendini paçasını kurtarsın da sonra birilerinin imdadına yetişsin. Hiç kimse boşuna hayaller kurmasın, bazılarının fena halde satışa gelme tehlikesi var. En başta da devrimci maskeli tosuncukların.
(Ah şu ‘Dev-Yol’cular… Bünyelerindeki CHP-sempatizanlığı hastalığından bir türlü kurtulamadılar…)
Sosyalist hareketin bağımsızlığı ya da CHP ile işbirliği mi? – Foti Benlisoy
08 Haziran 2012 (www.jiyan.org)
Özgürlük ve Dayanışma Partisi 7. Kongresi’ni toplarken Genel Başkan Alper Taş, Ankara’da gazetecilere, sosyalist hareketin bütünü açısından ilgi çekici bir röportaj vermiş. Fazla uzatmadan sözü Taş’a ve bu görüşmeyi haberleştiren Tılıç’a bırakmakta ve söyleşinin belki de en kritik bölümünü aktarmakta yarar var: “Alper Taş’a göre, AKP’nin gittikçe despotikleşen bir tek adam rejimi kurma sürecinin karşısına geniş bir muhalefet hattıyla karşı durulabilir. Taş, ‘CHP’nin böyle bir mücadele içinde alacağı pozisyon önemli’ diyor ve ‘Asgari düzeyde de olsa eşitlikçi ve özgürlükçü bir yerde durursa, Kürt muhalefetini dışlamayan bir tavır alabilirse, en azından Ankara ve İstanbul’da üzerinde anlaşılan adaylarla yerel seçime gidilebilir. İzmir zaten CHP’nin. Ama Ankara ya da İstanbul’u almak AKP’yi ciddi ölçüde gerileten bir adım olacaktır’ diye de ekliyor.” Bir röportajda belki de pek üzerinde durmadan dillendirilmiş bir seçim işbirliği dileğini, daha ete kemiğe bürünmeden, daha seçim sath-ı mailine girmeden değerlendirmek doğru değil muhtemelen. Ancak önümüzdeki dönemde bu yönde girişimlerin artacağı öngörüsünden hareketle ve söz konusu olan önerinin içeriği düşünüldüğünde, bu hususta bir çift kelam etmek yine de önemli.
Son dönemde AKP’nin hegemonyasında kimi çatlakların belirmesi, bununla bağlantılı olarak hükümetin giderek daha fazla saldırganlaşması, AKP karşıtlığını çoğaltıyor, AKP’ye dönük tepkileri yoğunlaştırıyor. Yaygınlaşan AKP karşıtı reaksiyon sosyalistlerce elbette hesaba katılmalı. Ancak maalesef öyle görünüyor ki Taş, artan bu tepkiden CHP ile yerel seçim ittifakı gibi çok sorunlu bir sonuç ya da öneri çıkartıyor. Oysa, yine uzatmadan açık konuşmak gerekirse, yerel seçimlerde CHP ile (Kürt kareketini de barındıran) bir seçim birlikteliği dileğini ifade etmek, sosyalist hareketin politik bağımsızlığından ciddi bir taviz vermek, seçimsel düzeyde sosyalist bir alternatif inşa etme hedefinden feragat etmek demek. AKP otoriterizmine karşı CHP gibi burjuva partileriyle (CHP’nin neden ve nasıl bir sermaye partisi olduğu gibi sosyalizmin abc’sine dair tartışmalara girmemek en iyisi) “somut” konularda kısmi işbirlikleri elbette gündeme gelebilir. Ancak bu birlikteliklerin sınırları baştan bellidir. En iyisi bu sınırları hızla ve bir nefeste sayalım: 1- Sosyalistlerin siyasi, örgütsel ve programatik bağımsızlığının muhafazası, 2- birlikte vurmak fakat “ayrı yürümek”, 3- geniş kitleler karşısında AKP neoliberal otoriterizmine karşı CHP gibi bir burjuva seçeneğin gerçek ve tutarlı bir alternatif olamayacağının, bunun yetersizliğinin ısrarla vurgulanması (maalesef Taş daha şimdiden “dikkat ederseniz biz CHP’yi eleştirmiyor, hedef almıyoruz. Çünkü şimdi asıl sorunumuz bu iktidar ve onun uygulamaları” diyor), 4- güncel sorunlara müdahaleyle birlikte sürekli antikapitalist propaganda ve sosyalist çözümlerde ısrar, 5- işbirliğinin kısmi bir karakteri olması, somut ve belirli siyasal konuları, somut reformları hedeflemesi ve özellikle de 6- burjuva partileriyle birlikte yerel ya da ulusal düzeyde kapitalist devlet kurumları içerisinde ortak hükümet-yönetim işlevleri üstlenmemek, buna soyunmamak.
Kısacası, AKP gibi otoriter bir seçeneğe karşı sermayenin “demokratik-liberal” (CHP ne kadar demokratik bir seçeneği temsil eder tartışmasına girmeyelim) kanadıyla girilecek işbirliklerinin ancak çok sınırlı bir kapsamda olması, bayrakların karıştırılmaması, ne kadar cılız olursa olsun sosyalist hareketin örgütsel ve politik bağımsızlığından geri adım atılmaması gerekir. Bu basit bir programatik-örgütsel “saflık” meselesi değil; bir “sınıf bağımsızlığı” meselesidir. Sosyalist hareketin devletin ve sermayenin değişik akımlarına karşı kendi ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlığını savunması temel önemde bir konudur. Açıkçası, Türkiye’de sosyalist hareketin antikapitalist perspektifinin zayıf oluşu, bir “devrimci kopuş” mantığını öne çıkarmaması ve bu anlamda gündelik siyasal/toplumsal müdahale ile sosyalist toplumsal dönüşüm hedefi arasında geçişsel bir bağ kuramaması, çoğu zaman onun esasında apolitik bir pragmatizme teslim olmasına yol açıyor. Böylece sosyalist sol, son yıllarda her önemli siyasal dönemeçte (örgütsel ya da politik bağımsızlığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor, hâkim politik saflaşmaların yörüngesine sıkışarak ayırt edici iddiasını yitiriyor.
CHP’yle yerel seçimlerde bir işbirliğini ima etmek, bu bağımsızlıktan, yani sermayenin değişik fraksiyonlarından bağımsız bir siyasal seçeneğin inşasından feragat anlamı taşımayacak mı? Yerel seçim platformunda sosyalist bir alternatifin silikleşmesi, silinmesi, görünmez olması anlamına gelmeyecek mi? İstanbul ve Ankara gibi sermayenin “av sahası” haline gelmiş şehirlerde bir politik program tartışmasına dahi girişmeden, ya da böyle bir şeyi anmadan ve zaten böyle bir şey de yokken, sadece AKP karşıtlığına yaslanan bir işbirliğinin vahim sonuçları olmayacak mı? Bunun için kâhin, müneccim falan olmaya gerek var mı? Şişli’de dev gökdelenlerin imarına onay veren, Ankara Yenimahalle’de kentsel dönüşüm ve imar hususlarında emekçilere saldırıda tereddüt etmeyen, İzmir Konak’ta, Ankara Çankaya’da DİSK Sosyal İş’e karşı bayrak açan bir partiyle mi gerileteceğiz AKP’yi? Bu “gerilemeden” kurumsal bir tahtırevalliden başka bir hayır çıkar mı peki? Açıkçası, kısa vadeli seçimsel başarılar adına uzun dönemli sonuçları olabilecek böylesi adımlardan dikkatle kaçınılmalı. Zaten, mevcut güç ilişkileri dahilinde AKP’ye dönük bir alternatifin seçimlerden ziyade önce toplumsal mücadeleler içerisinde inşa edilmesi gerekir. Seçim düzeyindeki alternatif ancak bu mücadelelerin bir ifadesi olabilir.
Alper Taş’ın söyleşisinde haklı olarak olumlu bir örnek olarak andığı ve “onların başarısını biz neden tekrarlamayalım” dediği SYRIZA’nın Yunanistan’da ciddi bir temsil kabiliyeti olan bir alternatif halini alması, kendisini sağdan olduğu kadar, özellikle merkez sol PASOK’un ifade ettiği sosyal liberalizmden ısrarla ayırmasının bir sonucuydu. Elbette koşullar çok farklı. Ancak SYRIZA’yı anarken onun “başarısının” ardında, radikal solun politik ve örgütsel bağımsızlığını uzun zaman boyunca muhafazada (tereddüt ve zorluklarla da olsa) inat olduğunu vurgulamak gerekiyor. Örnek vermek faydalı olabilir: SYRIZA, bundan beş altı yıl önce Atina belediye başkanlığını elinde tutan Yeni Demokrasi’ye karşı yerel seçimlerde PASOK’la işbirliğine gitmediği ve bugün koalisyonun sözcüsü olan Tsipras’ın adaylığıyla seçime katıldığı için bugünlere gelebildi biraz da.
Evet AKP’ye dönük tepki ve öfke yaygınlaşıyor. Muhtemelen önümüzdeki dönemde daha kırılgan bir iktidarla karşı karşıya kalacağız. Bu kuşkusuz hayırlı bir gelişme. Ancak, açıkça ifade etmek gerekiyor, kuru bir AKP karşıtlığı, tek hedefin AKP’yi geriletmek olması, sosyalist hareketi CHP’nin ya da başka bir burjuva seçeneğin uydusu, uzantısı haline getirme riski barındırıyor. Sosyalist hareketin bir “ehven-i şer” mantığına sıkışması, daha önce ABD’deki Bush ya da İtalya’daki Berlusconi örneklerinde görüldüğü gibi, sol bir alternatifin ortaya çıkmasını, sosyalist hareketin bir alternatif seçenek olarak inşa edilmesini uzun süre erteleyen bir tutum halini alabiliyor. Önümüzdeki dönemde belli ki sosyalist hareket içerisinde bu yönde bir basınç artarak devam edecek. O halde rüzgara teslim olmamalı ve AKP karşıtı tepkilere sosyalist bir muhteva kazandırmanın yollarını aramalıyız. Aksi, siyasal iddialarımızdan feragat anlamını taşıyacaktır. “AKP’yi geriletmek” kadar sosyalist hareketin antikapitalist temelde yeniden inşasını da önümüze koymalıyız, daha doğrusu, bu ikisini birarada, birbiriyle bağlantılı süreçler olarak ele almalıyız.
Alper Taş, “Sosyalizmin tarihinde yeni bir dönem başlıyor. 21. yüzyılın sosyalizminin ipuçları ortaya çıkıyor. Geleceğin sosyalizmi özgürlükçü, enternasyonalist, demokratik planlamaya dayalı, özyönetimci, feminist ve ekolojist olacak” derken yerden göğe kadar haklı. 21. yüzyılın sosyalist hareketini inşa etmek, onu emekçiler ve ezilenler nezdinde görünür-bilinir kılmak, ileride daha büyük hayalkırıklıklarına yol açabilecek kısa vadeli birtakım hamlelere feda edilemeyecek önemde bir mesele. ÖDP’nin 7. Konferansı’nın bu yolda önemli bir kilometre taşı olması dileğiyle bütün ÖDP’li dostlara selam olsun…
Tarihinde, direniş komiteleri, mahalle konseyleri, Fatsa deneyi, Tariş ve Yeni Çeltek direnişleri olan bir hareketin bugünkü hali maalesef içler acısı…
…Bu kafayla, içlerinde daha çoook Ufuk Uras ve “tersinden Ufuk Uras” yetiştirirler.
Çıracı arkadaş, birilerini chplileşmekle eleştirirken haklı olabilirsin. Ancak stalinseverci-manüplatörlerin yayın organı sol-portalı klavuz edinmen ve sık sık oradan alıntılama yapman senin de benzer bir tutum içerisinde olduğunu göstermiyor mu? En azından kendini anti-stalinist ve özgürlükçü bir konumda görüyorsan…
Burada stalinizmi defalarca kez eleştirmiştim, TKP’nin de stalinist reflekslerini çok eleştirdim. Uyarın için teşekkürler, ama ben o konuda şerbetliyim (ailem de bir zamanlar stalinist parti bürokrasisinin hakim olduğu bir ülkeden, Bulgaristan’dan geliyorlar. Yani kolektif bilinçaltımız da Todor Jivkov’un diktsına, stalinizmin tipik bir deneyine karşı şerbetlidir). soL haber protalının yanı sıra Birgün, sendika.org, sdyeniyol.org, EKA online, red.web.tr gibi sitelerinden de alıntı yapıyorum. soL portalda ilginç bulduğum ve katıldığım haberleri/yazıları paylaşırım, katılmadığım yerleri alıntılamam, bu beni stalinist yapmaz. Antikapitalizm iddiasında olan gruplara karşı (aramızdaki mesafeyi de korumakla birlikte) çok sekter bir tavır almamak gerekir. Hele böyle bir dönemde…
Y-CHP meselesine gelince… TÜSİAD’dan ve Fethullah’tan olma Y-CHP ucubeliğine karşı en düzgün tavrı alan, başından beri bu “çakma-sol” projesini teşhir edenler TKP’liler idi* (hem, İP’lilerin yaptığı gibi ulusalcı temelde eleştiriler getirmediler). ÖDP, Halkevleri ve diğerleri bu konuda sınıfta kaldı… O yüzden soL portalda bu konudaki yazıları okumak bizi CHP’ci yapmaz tam aksine CHP’nin tüm dalaverelerini büyük sermayeye stepnelik görevini daha net görmemizi sağlar.
* Bu arada, RED dergisi ile Sungur Savran’ın DİP çevreleri de yeni-CHP’nin tarihsel misyonunu başından itibaren gayet iyi teşhir ettiler. İlgiyle takip ediyorum…
Türkiye’de 2012’nin sınıfsal bilançosu hakkında, Mustafa Sönmez’in yazı dizisi:
http://mustafasonmez.net/?s=2012%E2%80%99nin+S%C4%B1n%C4%B1fsal+Bilan%C3%A7osu