Bunları Bir Yerden Hatırlıyor musunuz?
Londra’nın Parliament Square’ında en uzun işgali sürdüren Brian Haw’ın anısına
“Brian Haw… 2001 Haziran’ında meydana çadır kurmuş ve diğer aktivistlerin desteğiyle orada on yıl kalmıştı. Siyasi protestolar tarihinde bilinen en uzun süreli işgal hareketi bu.”
W.j.T. Mitchell-Bernard E. Harcourt-Michael Taussig, İşgal Et-İtaatsizlik Üzerine Üç Tez, çev: Elif Ersavcı, Kolektif Kitap, 2013
“Eylül ve Ekim ayları boyunca Zuccotti’de hava beklenmedik ölçüde yumuşaktı. Park panayır yeri gibiydi. İnsanlar sürekli ışıl ışıl gülümsüyor (du)… Onlarca kişi ellerinin ve dizlerinin üstüne çöküp mukavvalardan pankart hazırlıyordu. Baskılı tişörtler yapılıyordu. Gün geçtikçe parka daha yaşlı insanlar da gelmeye başladı. Parkı çevreleyen kaldırımlarda turistler fotoğraf çekiyor, insanlar siyaset, felsefe, teoloji ağırlıklı hararetli tartışmalara giriyorlardı.” (s. 46)
“Park renk renk bayraklarla doluydu: gökkuşağı bayrakları, dünya gezegeni bayrakları ve bir de, yıldızların olması gereken yere şirket logolarının çizildiği ABD bayrakları.” (s. 46)
“… pankartların elle hazırlanmış olması, ustalıksızlığı, mekanik ve dijitalden önceki dönemlere ait olması.” (s. 50)
“Devletin, polisin büyüsünü bozmak için kendi büyümüzü kullanıyoruz. Onların biber gazı var, bizim adaçayımız. Onlar mikrofonu yasaklıyor. Biz halkın mikrofonu oluyoruz. Onlar çadırları yasaklıyor, biz North Face markası çıkmadan önce göçebelerin kullandığı oba çadırları düzüyoruz. Onlar Mısır piramitlerinden yüksek binalar dikiyorlar, ama duvarlarında bizim davullarımızın sesleri yankılanıyor; çektiğimiz fotoğraflar, hep birlikte okumak istediğimiz yazılar yansıyor dev cephelerinde.” (s. 51)
“Bilgisayarlarımızı ve cep telefonlarımızı şarj etmek için kullandığımız jeneratörleri yasaklıyorlar, elektrik üretebilen bisikletler kullanıyoruz… Selelere oturup pedal çeviriyorlar deli gibi… ‘Torunlarıma Occupy Wall Street için enerji ürettiğimi anlatacağım ilerde.’” (s. 52-53)
“… yaşlı kadınlar şezlonglara kurulmuş, direnişi yaklaşan kışa hazırlamak için kazak örüyorlar. Dünya kadar zamanları var; çünkü zamanı mesken tuttular ve zaman ilerlemiyor artık… Benjamin’in ‘şimdinin zamanı’ dediği zamanda, devrim ânının yoğunluğunu yaşıyorlar.” (s. 53)
“İster sağcı ister solcu olsun, kendini fazla ciddiye alıp her şeyin en doğrusunu bildiğini düşünen ve parka bizi eğitmeye gelenleri makaraya almak da çok zevkli.” (s. 57)
“Çoğumuz ayakta durmayı tercih ediyor. Dostlarla karşılaşıyor, yabancılarla tanışıyor, yaptığı şeyin doğruluğundan emin, etrafı kuşatılmış, tuhaf, yeni bir komünite oluşturuyoruz.” (s. 59)
“Yeni bir dil mi arıyorsunuz? İşte burada. Pankartların dili, gerçek sandığımız şeyi sarmalayan yabancılaştırma efektleriyle tarihi yeniden düzenleyen aklın dili.” (s. 60)
“Dünün parçalanmış, umutsuz kitleleri bugün kendini yeni bir dil ve yeni bir kolektiflik üzerinden tanımlayan bir komüniteye dönüştü. Kendiliğinden bir hareket bu. Büyümemizi istemeyen Tanrı’nın ölümünden sonra yaşanan Mesihsi bir hareket.” (s. 62)
“Belirli talepleri olmadığı için Occupy hareketinin ilkel ve dağınık olduğunu düşünüyorlar. Sanki eşitlik bir talep, üstelik bireyi de gerçekliği de yeniden tanımlayan hem ahlaki hem ekonomik bir talep değilmiş gibi. Occupy, Eric Hobsbawm’ın ‘ilkel asiler’ dediği, siyasal-öncesi bulduğu İspanyol anarşistlere benziyor.” (s. 62)
“Alışkanlıklar çözülüyor. Özgürlük. Örgü şişi sesleri.” (s. 65)
“Geleneksel siyasetin kelime haznesine meydan okuyan, kullandığımız grameri muğlaklaştıran, siyasetin dilini bütün oyunbozanlığıyla çarpıtan yeni bir angajman biçimiydi bu.” (s. 68)
“’Siyasi itaatsizlik’ ise, tersine, yönetilme biçimimizin ta kendisine direnir. Partizan siyasete, reform talebine, parti kimliğine girmeye direnir. ‘Yasaya en büyük saygıyı gösterme’ fikrini reddeder. Hukuki ve siyasi sistemin yaptırımlarını isteyerek kabul etmeyi reddeder. Siyasi yönetimin ve hukuk uygulamalarının geleneksel biçimlerine meydan okur. Bizi yöneten siyasi kurum ve kişilere sırtını döner. Bunun da ötesinde, savaş sonrası döneme hâkim olan ideolojilerin karşısında durur. ” (s. 69)
“Occupy Wall Street tam olarak bu açıdan siyasi itaatsizliktir: Yalnızca kanunların ve siyasi kurumların yapısına değil, bunlarla temsil edilen siyasete başkaldırır… Meclisle görüşmez. Parti sistemine karşı koyar. Geleneksel siyasi saflarda durmaz, bunlarla özdeşleşmez. Reform gündemi oluşturmayı ya da mevcut siyasi grupları platforma almayı reddeder. Geleneğe başkaldırırken ‘lidersizlik’ fikrini benimser. Hiyerarşik olmayan, yatay yönetim yapıları ister. Geleneksel siyasi ideolojilere sırtını döner.” (s. 69-70)
“Bu hesapla Occupy hem Soğuk Savaş’ın iki tarafına, hem de tartışmanın yapısına, ikiliğin ta kendisine meydan okuyor. Bu ikiliğe direnmek için haklı sebepleri var. Serbest piyasa bir yanılsamadır, güdümlü ekonomi de öyle. Piyasa asla serbest ve özgür olmamıştır ve olmayacaktır.” (s. 73)
“Bu işgal hareketi sadece işgal alanından, işgal sırasında, toplu tartışmaların ve uzlaşmaların, yani halk meclisinin sesiyle ‘duyulabilir’.” (s. 77)
“OWS ‘lidersiz’ olduğu gibi aynı zamanda ‘çok liderli’ bir hareket, eyleme katılan herkes lider. Hiyerarşiden uzak, yatay, rizomik bir liderlik yapısı bu, tepeden inmiş, seçilmiş ya da kendinden menkul değil.” (s. 80)
“Zaman geçtikçe gözlerimiz faltaşı gibi açıldı. Gözlerimizin önünde bir şeyler oluyordu ve hayatlarımızın en anlamlı, en umut dolu olaylarına gebeydi bunlar.” (s. 91)
“Bu benzersiz kalabalığı birleştiren şey yoğun bir dayanışma hissi, işgalcilerin hem bu işgal hareketine hem de birbirlerine karşı duydukları bağlılık ve sorumluluktu” diyordu Inside Story’yi kaleme alan ‘%99’un yazarları’. ‘Normal şartlar altında birbirlerine yabancı kalacak insanlar bir anda yoldaş oluyor, bisküvi paketleri, su şişeleri, ilaçlar elden ele dolaşıyordu.’ Müthiş bir ortaklık hissi.” (s. 91)
“İşgalciler eylemden zevk de alıyordu. Dans eden balerin, davul çemberleri, pantomimler, halk mikrofonu, o yaratıcı, komik, insanın aklından çıkmayan afişler… Mizah, öfke, sanat ve siyasetin bileşimi belli ki işgalciler için büyük bir ilham kaynağı olmuştu.” (s. 91)
“Gerçekten de güçlü bir birlik hissi vardı; ancak ister evsiz, ister çalışan, ister ‘imtiyazlı sınıftan’ olsun, her bireyin kolektifteki yeri de önemliydi. Irk, sınıf ve cinsiyete dair keskin bir farkındalık hissediliyordu.” (s. 92)
“’Zuccotti Park hem Glass-Steagall Yasası’nın yeniden yürürlüğe konması gibi belli reformları savunanlara, hem kapitalizmin toptan yıkılmasını isteyen devrimcilere, hem de ABD hükümeti ve toplumundaki bütün hiyerarşilerin feshini düşleyen anarşistlere ev sahipliği yapıyordu’.” (s. 93)
“Her şeyi denemiştik. Konuştuk, tartıştık, örgütlendik, eylem yaptık, yürüdük, ikna ettik, oy verdik, uzlaştık ve evet, beklentilerimizi düşürdük. Yapılabilecek her şeyi denedik. İnanıyorum ki Occupy hareketi bunların sonucundan, o kapıda daha fazla bekleyemeyecek olmaktan, siyasi itaatin hiçbir şey getirmemesinden doğdu.” (s. 110)
“Occupy Wall Street’e ne olursa olsun, siyasi itaatsizlik yaşayacak.” (s. 112)
“… küçük Zuccotti Park’ta da revirler, yemek hizmetleri, kütüphaneler, kıyafet dağıtım yerleri, iletişim merkezleri kurulmuştu.” (s. 129)
Gün Zileli
1 Aralık 2013
www.gunzileli.com
Güzel bir yazı…Kalemine sağlık diyecektim aklıma geldi…
Muğlada TGB liler, FKF liler gözaltına alınıyor 2 gündür..
Toplantı, basın açıklaması, yürüyüş vb.her türlü aktivite yasaklanmışken, itaatsizlik yapan yatağan işçilerinin önü jandarma tarafından kesilmişken, keşke onlara da 2 satır yazılsaydı…
bu “ilkel asiler” tarihin içinde hep yok muydu, her devrimsel dönemde arz-ı endam etmediler mi? sadece gezide değil yani…bir dönem iranda görünürleşmişlerdi. şimdi rojavada da aynı heyecan, aynı deneme yanılma çocuksuluğu, aynı güneşli yüzler…