Bitmeyen Devrimci Yolculuk (Ayça Söylemez)

kaynak: bianet.org

Ülkemizde sol hareketin geçmişi polis baskıları, işkenceler, hapishaneler ve yenilgilerle dolu. Ergün Atasü uzun hapishaneler ve işkenceler sonunda solun kadrolarının “tepe sersemi” olduğunu söylemişti. Bu yüzden solun içinde sevgisizliğin, kendi arkadaşlarını karalayarak bir yer edinmeye çalışmanın türediği sağlıksız bir ortam gelişiyor.

Bu tür davranışlara bizim içimizde fazla itibar gösterilmese de maalesef arada çıkabiliyor. Bütün ömrünü devrimciliğe hizmet ederek geçirmiş bir arkadaşımız vardı. Cezaevinden çıktıktan sonra kendisi hakkındaki bazı sorumsuz söylentileri duyunca çok üzülmüştü. Kendisinin hain ilan edildiğinin, örgütten atıldığının söylendiğini anlatmışlar. Bana, ‘Bunların hesabını sormazsan sana hakkımı helal etmem’ derken gözleri dolu doluydu. Bu, işkencecilerin yaptığından da kötü bir şeydir.” (s. 254)

“Yolculuğa devam” diyerek sonlanan kitapta, Oğuzhan Müftüoğlu bir tarihi anlatırken satır aralarına dönemin eleştirisini de gizliyor.

Adnan Bostancıoğlu‘nun, 12 Eylül öncesinin kitlesel örgütü Dev-Yol’un önderlerinden, “ihtiyar” lakaplı Oğuzhan Müftüoğlu ile yaptığı nehir söyleşisi, “Bitmeyen Yolculuk – Oğuzhan Müftüoğlu”, Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Müftüoğlu’nun 45 yılı bulan bir süredir içinde yer aldığı devrimci hareket, öz yaşam öyküsü üzerinden anlatılıyor.

Müftüoğlu’nun; Dev-Genç, THKP-C, 12 Mart, cezaevi süreci, Dev-Yol, 12 Eylül, yeniden cezaevi, tahliyesi ve bugüne varan ve devam eden süreci anlattığı söyleşi kitabının ilk sorusu, “Genel olarak ketum bir insan olarak bilinirsin” oluyor. Müftüoğlu’nun, kitabın genelindeki anlatımları, okur üzerinde de bu izlenimi yaratıyor.

Bu kitap çalışmasını neden kabul ettiği sorusunu cevaplarken “o kadar da ketum olmadığını” söyleyen Müftüoğlu, Mahir Çayan ve arkadaşları, Kızıldere süreci ve Dev-Yol’a ilişkin iddialara yanıt verme gereği hissettiğini söylüyor. Yanıt verdiği iddiaların başında da solun darbe ile ilişkisi var.

20 Bölümden oluşan kitabın ilk 6 bölümünde, Müftüoğlu, 12 Mart öncesiyle Mamak Cezaevi’nde yattığı dönemi anlatıyor.

Bu dönemin acemiliklerine ilişkin fıkra gibi anılar da var. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ABD’li askerleri kaçırmalarına ilişkin bildiriyi Cumhuriyet Gazetesi’ne ulaştırmakla görevlendirdikleri bir THKO’lu, bildiriyi iletmesi için oraya gidecek olan Müftüoğlu’na veriyor, “yolu nasılsa o tarafa düşeceği” için…

Adama bildiriyi Fikret Otyam‘a götürmesi için görev vermişler ama o benimle gönderiyor. Dev-Genç yöneticisiyim, orada bir yerde yakalansam, düşünsene…” (s. 64)

9 Mart’ı beklediler, 12 Mart geldi

THKP-C’nin 9 Mart girişimi içinde bulunmadığını söyleyen Müftüoğlu, öte yandan şunları da anlatıyor:

Bazı laflar dönüyordu bizimkiler arasında, şurayı basarız, burayı basarız gibisinden. Bana Emek Mahallesi’nde bir eve gidip orada beklemem söylendi. O gece Zafer Kutlu, onun nişanlısı ve ben bize adresi ve anahtarı verilen, içeride bizden başka kimsenin olmadığı bir eve gidip orada bekledik. Bir durum olursa, bizimkilerin gelip bizi alacakları söylenmişti. Gelen giden olmadı… Zafer elindeki transistorlu bir radyodan ne olup bittiğini öğrenmeye çalışıyordu. Biraz bekledikten sonra ben yatıp uyudum. Sabah kalkıp Siyasal’a gittik.” (s. 68)

Karanlıkta kalan bir ölüm: İlyas Aydın

Müftüoğlu’nun bu döneme ilişkin anılarını anlattığı bölümde çok da üzerinde durmadan geçtiği bir bölüm var: Hakkında ajanlık iddiası bulunan ve daha sonra da kendi arkadaşlarınca sorgulandıktan sonra öldürülen İlyas Aydın.

İlyas Aydın, Orhan Savaşçı’nın askeri kesimdeki örgüt ilişkileri içindeki bir yüzbaşıymış. Efraim Elrom’un öldürüldüğü evi kiralayan kişi olarak gazetelerde yer almıştı. Mahirler yargılanırken İlyas Aydın İstanbul’dan kaçıp gelmiş ve Ankara’daki subay arkadaşların evlerinde saklanıyormuş. Ben son dönemde karşılaştığımız zamana kadar tanımıyordum, bir ilgim ve bilgim de olmadı.” (s. 97)

İlyas Aydın olayı çok karmaşık bir olay, ben de tam olarak çözebilmiş değilim. Biraz da o yüzden anlatıyorum.” (s. 98)

Mahir Çayan‘ın, İlyas Aydın’ın ajan olduğundan baştan beri şüphelendiği düşüncesinde olduğunu söyleyen Müftüoğlu, ancak çok emin olmadığını ifade ediyor:

İkili oynayan biri olduğu açık. Birileri adına çalıştığı da… Bizim yakalanmamızdan sonra Malatya yöresine gidiyor. Malatya yöresindeki devrimcileri örgütlemeye başlıyor.

…Oradan Filistin’e gidiyor. Birileriyle ilişki kurup Filistin’e geçiyor. Filistin’de Teslim Töre ve arkadaşları onu yakalıyor, bir eve hapsediyorlar. Gülten Çayan’a haber veriyorlar. Gülten Çayan Paris’ten geliyor. Sorgulanıyor. Teslim Töre’nin bana anlattığına göre adam ajan olduğunu kabul ediyor. Galiba oralarda öldürülmüş. Öyle söylendi. 12 Mart sonrasında Uğur Mumcu ‘İlyas Aydın nerede’ diye yazıp durmuştu, oysa bütün bunları o da biliyordu.”

Bostancıoğlu, okurun aklına gelene benzer bir yorumda bulunuyor Müftüoğlu’na: “Eğer gerçekten ajansa, bayağı gözü pek bir ajan olmalı ki ta Filistin’e kadar gidiyor.”

Bu sanırım cesaretten başka bir durum bence… En azından ben Mamak Cezaevi’ne gittikten sonra onun hakkında ajan diye dışarıya haber göndermiştim. Cevdet diye bir SBF öğrencisiyle; İlyas Aydın ajan, Koray Doğan onu Genelkurmay’dan çıkarken görmüş, herkes bilsin dikkatli olsunlar, diye haber gönderdim. Kendim gördüğümü saklayarak. Bir süre sonra Mustafa Ekmekçi de Cumhuriyet’teki köşesinde bu konuda, ‘Koray Doğan İlyas Aydın’ı Genelkurmay’dan çıkarken gördüğü için mi öldürülmüş?..” gibi bir yazı yazmıştı. Dramatize edilmiş bir şekilde… Koray’ın ölümünü bu işe bağlamışlar, benim gönderdiğim haberden dolayı. Arşivlerde bulunabilir belki. Böyle yayımlandı, biliniyor yani bizim onun hakkında ajan dediğimiz… Bir yandan da düşünüyorum; buna rağmen Malatya’da, Filistin’de ne işi vardı? Sadece kendisi değil, onun bağlı olduğunu varsaydığımız kurum açısından da soru işareti var. Deşifre olmuş bir eleman niye böyle kullanılsın? Ne olduğunu, kimin nesi olduğunu bilmiyorum; ama farklı bir şekilde çalışıyor olabilir.” (s: 99-100)

Anlatımlarından Müftüoğlu’nun da bu konuda şüpheden öteye geçemediği anlaşılıyor. Bu konuda Orhan Savaşçı ve başkalarıyla da görüşüyor ancak kimse “şüpheden bir adım öteye kanaat sahibi olamıyor.”

Köylü kadınlar pankartlarla yürüyordu

12 Eylül’e giden süreçte ulaştığı kitlesellik, örgütlenme modeli, Direniş Komiteleri, faşizmle mücadelesi ve yarattığı Fatsa örneği ile Dev-Yol’a ilişkin detaylı anlatım da kitapta yer alıyor.

Dev-Yol’un kitle gösterilerine ait fotoğraflarda bugün hiç alışık olmadığımız görüntüler var:

Duvarına Dev-Yol’un logosu boyanmış bir köy evi, köylü kadınlar ve çocukların ellerinde pankartlarla yürüdüğü gösteriler ve fındık üreticilerinin yürüyüşleri…

Ve tabi Fatsa, devletin bunu nasıl boğmaya çalıştığı, Oktay Ekşi‘nin kışkırtıcı yazıları…

Sonunda da, karanlık gölgesi bugün hala Türkiye’nin üzerinden kalkmamış olan 12 Eylül darbesi…

Yalnız, kitapta kadının adı yok. Sözü edilen kadınlar da ya eşlerinin dolayımıyla anlatılıyorlar ya da isimsiz bir şekilde “bacı kültürünün” tartışıldığı bölümde.

Emin Çölaşan işkencehaneleri “cennete” benzetmişti

12 Eylül mahpusluğu sırasında tanık olduğu bazı şeyler bugün özellikle hatırlatılmalı. Bunların başında da cuntanın emriyle; binlerce insanın işkencelerden geçirildiği, pek çoğunun öldüğü ya da sakat bırakıldığı hapishanelere güzellemeler yapan bir gazeteci geliyor.

Akıl almaz işkencelerin yapıldığı cezaevlerini “cennet” diye tanımlayan bu gazeteci; birkaç yıl önce işinden kovulduğu için “Kovulduk Ey Halkım” diye kitap yazan ve neredeyse kahraman ilan edilen Emin Çölaşan. (s. 262)

Müftüoğlu, “biz” diye konuşanlardan… Cezaevinden çıktığı 1991’de Özal Türkiye’sinin içine düşüyor ve piyasanın, bireysel çıkarcılığın egemen olduğu değerlerle uyuşamayışını, yani “biz-ben” karşıtlığını iyi bir şekilde yansıtıyor.

Bostancıoğlu da isabetli bir soru soruyor bu noktada: “Senin hiç özel hayatın yok mu?” Cevap, belki de hem Müftüoğlu’nun hem birçok arkadaşının hayatının özeti gibi:

Evet, bizim özel hayatımız yok denecek kadar kısıtlıydı. Olayların yoğunluğu, toplantılar, görüşmeler, yayın çalışmaları arasında kendimize ayıracak zaman da pek kalmazdı.” (s. 316)

Kitapta Türkiye’nin son 50 yılına Müftüoğlu’nun kendi penceresinden bakıyoruz, bu pencere, okura, ardına kadar açık olmadığı hissi verse de… (AS)

Oğuzhan Müftüoğlu Kimdir?

1944’te Anamur Ortaköy’de doğan Oğuzhan Müftüoğlu, 1962’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. 1967’de Fikir Kulübü üyesi olan Müftüoğlu, iki yıl sonra Dev-Genç MYK’sına seçiliyor. Ardından THKP-C yolculuğu başlıyor. Darbenin ardından 1 Nisan 1972’de Mamak Cezaevi’ne giriyor. 1974 affı sonrasında Dev-Yol’un kurucuları arasında yer alan Müftüoğlu, 12 Eylül darbesiyle bir kez daha Mamak Askeri Cezaevi’ne giriyor, 11 yıl sonra çıkıyor. 1993’te Toplumsal Araştırmalar Vakfı, 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi, 2004’te de BirGün gazetesi Müftüoğlu’nun hayatına giriyor. İlk evliliğini 1974’te Pervin Tan ile yapan Müftüoğlu, 1991’de de Sevinç Eratalay ile evlendi.

* “Bitmeyen Yolculuk – Oğuzhan Müftüoğlu”
Söyleşi: Adnan Bostancıoğlu
Ayrıntı Yayınları, Şubat 2011
328 sayfa

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

4 Comments

  1. Emin Cölasan ve Oktay Eksi , Oguzhan Müftüoglu’nun yeni arkadaslari. Kemalist degilmi hepsi, al birini vur ötekine. Dev-Yol’mus, pasasinin yolu.

  2. Siz de arkadaşlarınızı söyleyin be kardeşim. Bize de bu şansı tanıyın.

  3. Dünyada ne kadar onun bunun çocuğu varsa toplamı bu şeref yoksunlarından daha değerlidir.

    al bir incele bakalım Devrimci Yol sen paşaların altında paspas iken ne bedeller verdiğine:

    http://www.devrimcihareket.net/index.php?Itemid=45&option=com_wrapper

    Bir de Google’a Gülen’in 12 Eylül görüşlerini yaz oku bakalım.

  4. “Onlar güneşin bağrında ateş
    Yer yüzünde bir taze çiçektiler
    Namluda namusun fişengi
    İsyanda yürek kara düşte
    Bembeyaz gerçektiler!…”

    Orhan Kotan

    Bu laflarını bir de devrimcilerin yanında söyle, bekleriz, dilini koparmak için…

Comments are closed.