Bir Yıl Önce, Bugünkü Durumu Açıklayan Bir Yazı
Temiz Kalabilmek İçin, Kirli Olanı Bile Savunabilmek…
İşaretlerden görebildiğim kadarıyla, AKP iktidarı pek yakında, özellikle devlet içinde konuşlanmış Cemaat mensuplarına ve Cemaat medyasına bir saldırıya girişecek. Bunun belirtilerini buraya yazarak ne sizleri ne kendimi yormak isterim. Zaten her şey gözlerimizin önünde cereyan etmekte.
Cemaatçileri günahım kadar sevmem. Onların, geçmişteki devlet operasyonlarının baş aktörü olduğunu hepimiz biliyoruz. Ne var ki, şu anda devletin yürütme erki, bu topluluğa karşı bir saldırı hazırlığı içindeyse, tutup “ben her ikisine de aynı uzaklıkta dururum” demenin, aslında, polise, “gel adamı yakala, sana fazla itiraz etmeyeceğim” anlamına geldiği de açık. Bunun, iktidara, reelpolitik değil, etik açıdan karşı olanlar açısından doğru bir tutum olmadığını düşünüyorum.
Ulusalcıları da günahım kadar sevmem. Ama onlara karşı girişilen “Ergenekon” ya da “Balyoz” adlı devlet saldırılarına aynı gerekçeyle karşı durdum. Bu konuda çok eleştiriye, çok saldırıya uğradım ama bu tutumumda ısrar ettim. Eğer ısrar etmeseydim, dolaylı bir şekilde bugünkü devletin yardımcısı konumuna düşeceğim açıktı. Nitekim, reelpolitik hırslarıyla böyle davrananların çok olumsuz bir noktaya düştüklerini, başbakanla el sıkışma noktasına bile gittiklerini gördük, yaşadık.
Bugün de reelpolitik hırsların etik bir anti-devlet ve anti-iktidar duruşu öteleyip devletin yürütme erkine çanak tutmakta olduğunu görüyoruz. Bunun en başında ulusalcı Aydınlıkçılar geliyor. Onların, “her ikisine de karşıyız” dedikten sonra, Cemaatin üstüne yürüyecek devlet erkinin elinin tutulmaması gerektiği telkinlerine tanık olmaktayız. Neden? Çünkü onlar her zaman reelpolitiktir. Her zaman hâkim bloklar içindeki egemenlik mücadelelerinde yandaşlık rolü oynamışlardır. Şimdi, ellerini oğuşturarak ve büyük bir heyecanla AKP iktidarının Cemaatin üzerine yürümesini beklemekte, bunu teşvik etmekte ve yine reelpolitik hedefleri ve iktidar hırsları nedeniyle Cemaatle ittifaka giren CHP ve MHP gibi güçleri, Cemaati yalnız bırakmaya davet etmektedirler (Bkz. Dünkü Aydınlık’ın manşeti: “CHP ve MHP’ye Cemaat Uyarısı”… Türkiye Barolar Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, “muhalefet partilerini AKP ile Cemaat arasındaki kavgada taraf olmamaya” çağıran demecinden hareketle). Bu şu anlama gelmektedir: “İktidar, Cemaat’e karşı topçu saldırısı başlatacak. Top mermilerinin hedefi olmak istemiyorsanız onun çevresinden uzaklaşın.” Bu, reelpolitik açıdan mantıklı bir uyarı olabilir ama devlet erkine etik bakımdan karşı olan anarşistlere işlemez. Biz, tarih boyunca, saldıran devlet erkinin karşısında olmuş, düşene bir de biz bir tekme atmamışızdır. Evet, sırf bu yüzden, anarşistler (gerçi hepsi değil), Kronstadt’ı ezen Troçki’yi Stalin’in karşısında savunmuş, kendilerini katleden Nazi’leri yargılayan Nurnberg duruşmalarının bile şakşakçısı olmamışlardır. Esaslı bir etik duruştur bu.
Kürt ulusal hareketini de bu bakımdan eleştirmek istiyorum. Ulusalcıların “düşmanı düşmana kırdırma” tutumundan farklıdır onların tutumu ama sonuçta aynı kapıya çıkmaktadır. AKP iktidarının yıpranmasından rahatsızdırlar ve “barış süreci”nin bundan zarar göreceğini düşünmektedirler. Bu yüzden de AKP’ye karşı, “tazıya tut tavşana kaç” taktiği izlemektedirler. Hele hele, DTCF’den tanıdığım (o bana göre biraz daha gençtir) Cemil Bayık’ın, tam şu sırada “Paris’teki cinayetlerin ardında Cemaatin olabileceği” yönündeki açıklaması insanın burnunu tıkamasına yol açacak kadar kökü kokular salmaktadır. Hayır, eğer gerçekten böyle bir durum varsa, bunun açıklanmasına karşı değilim. Karşı olduğum, cinayetlerin muhtemel failinin bugüne kadar açıklanmayıp tam şu sırada açıklanmasıdır. Açıktır ki, cinayetin faillerinin ortaya çıkarılması güdüsüyle değil (herhalde bu “gerçeğe” tam şu sırada ulaşmamışlardır), AKP’ye yardımcı olmak güdüsüyle hareket etmişlerdir. Çok ayıpladım.
Sonuç olarak, bize, geçmişte, nefret ettiğimiz ulusalcıları savunduğumuz gibi, bugün de nefret ettiğimiz Cemaatçileri savunmak gibi bir görev düşmektedir.
Hayatın diyalektiği böyle bir şey işte.
Gerçekten temiz kalmak istiyorsak, kirli olanı bile savunmak zorundayız.
Gün Zileli
3 Aralık 2013
http://www.aydinlikgazete.com/turkiye/provokator-gokce-firat-culhaoglu-f-tipine-destek-verdi-h58496.html
Benzer biçimde düşünüyorum. Sevgi ve dostlukla,
sevgiler Akın.
benim zamanin ruhuna Uygun bir uzun bicaklar operasyonu ile akp nin SA lari tasfiye edilmesinin son noktasi diyesim geldi ya neyse..
sira erdogan a da gelecek , en büyük abi yi üzüyor… en büyük abi orduyu hizaya getirdi, ortadoguda ABD nin kürt poliikasina uyacak bir koalisyon kurabilmeye bakar erdogan in siyasi ömrü. sonra gönderilir, ya da postmodern Menderes olur yada ikinci Mursi, olmadi Ziya ul haq . böyledir bu isler..
Kürtleri, Alevileri, cumhuriyetçileri, işçileri falan çok iyi örgütlediniz de sıra cemaatçilere mi geldi? F-tipi örgütü savunmanın, toplumsal-devrime ne gibi bir katkısı olacak? Farazi önermeler, Maocu strateji şablonları ve tarihten alınmış anakronik benzetmelerle değil, somut veriler ile açıklamalamanızı rica ediyorum. Cevap üzerinde düşünürken, F-tipini savunma stratejisiyle güdülen CHP’nin son yıllarda niçin defalarca kez başarısız olduğunu da bir hatırlayın.
http://www.odatv.com/n.php?n=ordu-goreve-pankarti-acanlardan-cemaate-destek-1412141200
Gün arkadaş, yakın geçmişte ulusalcıları, çizgin gereği samimi savunmadığın gibi, Bugün kirliyi, gönül rahatlığıyla savunabilirsin, Gönül koymam sana., Ben sana,,,! Bana sosyalizm ahlakı ve kültürünü, tam benimsetmek üzereyken, bu değerlerden terki diyar ettiğin, zamanlarda gönül koymuştm,. Tabiri caizse,, çok saygı duyduğum, idol olarak, şahsiyetinizden çok şey öğreneceğimi, , bu buğul çağımda yarı yolda bırakıldığım zamanlarda gönül koydum. Gün arkadaş,, yarıyolda bıraktıktan sonra, Hayvan alemindeki, ahenki, nizamı, koloni halinde yaşama savaşı veren karıncaları , börtü böcekleri, takip ettim. inanki, her canlı alemin, bir iktidarı var, hükümetleri var, yasaları var, unutmamak lazımki, bu özelliklerin oluşması ve yaşama geçirilmesi ,içinde, tarih içinde oluşmuş bir kültürleri ve tabiaatları var. ve nesilden nesile süregelen hayatları devam ediyor… Sayın gün arkadaş, bu somut gerçekler karşısında siz, nesilden nesile , Subjektif, ruh halinizle, geriye miskinlik ve bezginlikten başka ne bırakabilirsiniz.? Lütfen hakaret olarak algılamayın., sizi tanıdığımda 15 yaşındaydım, şimdi 55 yaşındayım. sitemime say. selamlar.
CİA-MOSSAD tetikcilerini savunmak işi döneklere düştü.
Dönekler,Stalin üzerine sayfalarca küfür yazıları yazar ama Sivas,Kahramanmaraş katiamlarının tertipcisi CİA-MOSSAD tetikcisi GLADYO unsurlarını savunurlar.
GLADYO’yu savunanların en gerici odaklarla nesnel olarak aynı konumda yer almaları,dönekliğin geldiği yerin anlaşılması için uyarıcı olmalıdır.
http://www.twitlonger.com/show/n_1sj6ljc
1-Mazluma kimlik sorulmaz mı?
Sorulur sorulmaz tartışmasını şimdilik bir kenara bırakalım, Cemaate sırf AKP’nin hedef tahtasında diye “mazlum” muamelesi yapmak, bu ülkenin ve tüm dünyanın mazlumlarına yönelik en büyük hakarettir. Milyarlarca dolara hükmeden, yüz binlerce üyesi olan, yüzlerce ülkede okul açan, CİA ve MOSSAD’a taşeronluk yapan dinci-gerici bir harekete sırf iktidar operasyonuna maruz kaldı diye “mazlum” diyenin zerre kadar siyasi aklı yoktur.
2- Cemaat medyası “özgür basın” söylemiyle savunulabilir mi?
Cemaat medyasının zamanında “Gazetecilikten Alınmadılar” manşetini unuttuk diyelim; hadi Gezi’de/Haziran’da yazdıklarını da unutmuş olalım, hadi Ali Tatar ve Berk Erden’i nasıl intihara sürüklediklerini de unutalım; Cemaat örgütlenmesinden bağımsız bir Cemaat medyası mı var? Bir tarikatın medya aygıtına ne zamandan beri “özgür basın” diyoruz? Eğer Cemaat medyası “özgür basınsa”, Ekrem Dumanlı “gazeteci”yse, Birgün, Evrensel, Özgür Gündem, soL portal, İleri Haber ne oluyor peki? Bu soruları akılda tutmakta bence büyük fayda var.
3- Susarsak Sıra Bize mi Gelecek?
Elbette ki hayır, sussak da susmasak da biz potansiyel olarak o sıradayız zaten; Cemaatse Nazilerin sırayla toplama kamplarına götürdüğü muhaliflerden biri değil. Cemaat olsa olsa Uzun Bıçaklar Gecesi’nde Hitler’in emriyle katledilen SA birlikleri en fazla. Toplama kamplarında Nazilerin katlettiği komünistlerin, SA’ya demokrasi adına sahip çıktığı iddia ediliyorsa o başka tabi. Dolayısıyla diktatorya inşasına karşı durmak adına, düne kadar rejimin vurucu gücü olanlara bugün sahip çıkmanın, bunu da “ilkesel duruş” diye savunmanın akla mantığa sığar bir yanı yok.
4- Mesele “Hukuk herkese lazım” meselesi mi?
Hukukun herkese lazım olduğu şüphesiz de, Türkiye’de normal bir hukuk düzeni varmış gibi ve Cemaat hukukun ırzına geçmemiş gibi soyut bir “hukuk” kavramıyla olan biteni anlamak mümkün mü acaba? Daha düne kadar HSYK’yı elinde tutan, halen yargıda 5000 civarında hakim ve savcı düzeyinde üyesi bulunan bir örgüte, “hukuk herkese lazım” denilerek el uzatmanın, yanında durmanın, Mahmut Tanal gibi şirazesini yitirerek “faşizme karşı omuz omuza” diye slogan atmanın en hafif tabirle “apolitizm” olduğunu unutmamalıyız bence.
5- Hesaplaşılan “F tipi gladio” mu?
Silivri-sonrası sürecin ortaya çıkardığı yeni ittifaklara bakılırsa bu böyle. Oysa olan biteni “Gladio temizliği” olarak okuyan ulusalcı aklın, daha dün “derin devlet temizleniyor” diyen akılla arasında herhangi bir fark yok. Dün liberaller bu argümanla AKP’yi meşrulaştırıyordu, bugün bir grup ulusalcı bu argümanla aynı şeyi yapıyor. Dün liberaller kendilerince pragmatist davranıyordu, bugün bir grup ulusalcı böyle davranıyor. Bu tutum ise eninde sonunda parti-devleti rejimine hizmet ediyor. Tam da bu nedenle Cemaat karşıtlığı adına AKP’yle aynı safa düşme yanlışından kaçınmak gerekiyor.
6- “Yesinler birbirlerini” apolitizm mi?
Eğer bununla kastedilen “biz sürecin dışında duralım, müdahale etmeyelim, bulaşmayalım”sa bu elbette apolitizm. Ama kastedilen, taraflardan birinin ötekini kısa vadede nihai bir yenilgiye uğratması yerine kavga dövüşle birbirlerini uçuruma sürüklemesini savunmaksa elbette ki bırakalım “yesinler birbirlerini.”
Yesinler ki, iki taraf da karşılıklı olarak birbirinin kirli çamaşırlarını döksün, ötekinin elini zayıflatsın, meşruluğunu zedelesin, düştüğü yere ötekini de götürsün, bu kavgadan iki mağlup çıksın. dolayısıyla iki taraftan birine yedeklenmeyip operasyonlara destek olmak ya da Cemaatle saf tutmak yerine kavganın derinleşmesi yönünde müdahalede bulunmak en doğru tutum bana göre.
Fatih Yaşlı
http://gezite.org/ozgur-basin/
Benden de selam İsmail arkadaşım. Bir gün tutumumu anlayacağını umut ederim. Gerçi önümüzde bir kırk yıl daha yok ama…
CHP bugün sizden daha olumlu bir tutum içinde.
operasyonlara destek olduğun zaman AKP iktidarına yedeklenmiş olursun Fatih Yaşlı
Bu Kadar igrenc bir kisilik olabilirmi? Dogu perincek tüm Gladio temizlenecek demis. AKP kendi dizayn ediyor yeni Gladio yu bu herif Gladio tasfiye ediliyor diyor. Veli Kücügün … kili böyle igrenc bir tip olabilimi. IBDA C lideri saliniyor Sedar Peker saliniyor IBDA C lideri ile erdogan görüsüyor, Alperenler saf degistiriyor. Erdogan acikca ic savas hazirligi yapiyor, ve ic savasa hazirlanmak zorunda olan tum iktidarlar gibi milis ve Gayri nizami kuvvetlerini hazirliyor. omru Hayati hep birilerinin borazanligini yapan Perincek neler yaziyor. arkadas bu aydinlik ne menem biseymis yahu….önerdikleri seye katilmasamda önemli buldugum bir yaziyi paylasmak isterim: http://kurtuluscephesi.net/kurcephesi/kc141_1.html
Mesele Cemaati AKP ye karsi yada AKP yi cemaate karsi savunmak olarak konulunca , ve savunulacak bir taraf araninca, dogru bir tutum bulunsa bile yanlis algilanabilir. Sorun giderek hukuksuzlasan bir iktidarin uygulamalarina, tum hukuksuzluklara diktatoryal egilimlere , cemaatin basina gelen operasyon vesilesi ile, cemaatin konum ve durmunu unutturmadan karsi cikmak olmaliydi. Varsin objektif olarak cemaati savunmak olarak yansisin. Biz her daim mazlumun yanindayiz kirliyi bile savunuruz cocuklugundan iyidir. cemmati dde savunurzcularla pratik olarak ayni safta gözükebilir. ama cok onemli derin bir farki vardir, hayir biz kirlileri savunmuyoruz, kirlilere karsi mucade ediyoruz…daha insani, kesinlikle daha insani olmakla beraber, zileli nin kirlileri de savunuruz yöntemi , perincegin igrenc, surekli bir kligi secip onun borazanligini yapmasi ile ayni yöntem(sadece ayni yöntem) ömrümüz hep daha az kirli olani secmeklemi gececek, varolan operasyon vesilesi ile artan pekisen diktatorlugu cemaatin suclarini da teshir etmeyi unutmadan teshir etmek, belki pratik olarak guncel olarak cemaati objektif olarak savunmak gibi görünebilir. ama bu tavrin propagandasini yapmak böyle bir bilinc yaratma cabasi, kirlide olsa cemaati savunuz kolayciligindan daha iyi degilmi???.
egemenler dissal olanlar ve icsel olanlar, varolan iktidardan memnun degiller, ama alternatifleri yok, bu alternatifsizligi iyi kullanan bir iktidar, ne parlementer yoldan nede alisilagelmis bir askeri darbe metodu mümkün gözükmüyor, olaganustuluk uzerine olaganustuluk, hani su egemenlerin icinde bulundugu kriz tanimi ni animsatiyor. eksik olan kafasi karismis birinin hedefi lazkiyeden denize inmekte , birinin kafasi cumhuriyeti korumakta olmaktan dolayi esnek bir program bir yana benzes bir söylemle kitlelerin asagidan tepkisinin orgutlenememesi degildirde nedir, sosyo psikolojik sosyal sorunlara kafayi bulamis sol aydin bu vazifeyi gorebilirmi, surekli bir siyasal kriz denen sey bu degildir de nedir. Nazli Ilicak susma sustukca sira sana gelecek diyor. Kim bulandirdiysa sol akli kina yaksin…
Bu Maoistlerin yöntemlerine bayiliyorum.Perincege göre su an Tayyip ve AKP millici olmali, yada milli tavir oluyordur. Bu ne hos mantiktir, bir klik bir kucuk soylem degisikligi ,uslup farkliligi, dönemsel taktik ihtiyaci, Maoistlere göre cok büyük degisikliklerin bizzat kendisi olabiliyor. Hal böyleyken daha once Fasist Amerikanci olan bir haftada millici, sosyalist bir ulke bir anda sosyal emperyalist olabiliyor. Iste CKP Maoizmin ezilen Proleter yiginlara biraktigi muthis bilimsel yöntem..
Ayanoglu devrimci katili halklarin katili Veli Kücük ü savunmak sana dusuyorsa birak Zileli yede basla seyler dussun…
Cok basit bir Mantik belki ama ifade etmek istiyorum becerebilirsem. Kötü lerin arasindaki kavga nin gundemi belirlemesi, solun alternatif olamamasi, ve sol sanki kendi gucsuzlugunun sonucu mantikli olarak hep bir kotuyu ehven gormek zorunda, e o Zaman zaten hic bir Zaman alternatif olamamamayi, hatta olmamayi Kabul etmis olmuyormuyuz…Anarsist yazarimizin bile secim yazilari boykot yazilarindan fazla. hani su meshur paradox geldi aklima, ok hedefe hic varamiyor..
Susarak sira bizemi gelecek……? Anlatilmak isteneni anliyorumda, bilincimizi iyi carpitmislar, biz hep sianin en basindaydik ve hala oradayiz, biz etkisizlestrildikce sira onlara geliyor .. Lutfen susarsak sira bize gelecek tartismasini bu ulkenin tarihini bilmeyen bir solcu soyleyebilir sadece…. su can verenlere bir bakin silivride ergenekonda cemaat akp kavgasina bir bakin, birde bizim dusen canlarimiza, susarsak sira bize gelirmi cumlesini kurmak ayiptir ayip…
Kant özetle şöyle bir şey demişti: “Amacın için başkalarını araç olarak kullanma.” Türkiye’de sol dahil kimse umurunda değil bu ilke. Bize göre amaç devrimse (veya diktatörü devirmekse) herkesi bal gibi araç olarak kullanabiliriz. Düşmanımın düşmanı da dostum olur haliyle bu durumda. Bugün Cemaat’i yok ediyor diye polis operasyonunu, başka bir gün askeri vesayeti yok ediyor diye Ergenekon soruşturmasını, öbür gün İslamcıları yok ediyor diye darbecileri destekleriz. İlkeler kimin umurunda.
Gün bey,
Mazlumun yanında olduğunuz için sizi tebrik ederim.
Allah sizin gibi hakkaniyet sahiplerinin sayısını çoğaltsın.
Kimse zaman gazetesinin tetikçiliğini inkar etmiyor,bir dönem önce iktidarla birlikte iktidar pastasını birlikte kestiklerinide,sahip oldukları mali ve politik gücünde farkındayız ve ikitidarla birlikte aynı ideolojik ortamdan beslendikleride bilinen bir gerçek birbirleriyle bizden daha kolay itfifak’a yapabileceklerinide biliyoruz ancak devlet gücünün herhangi bir çıkar ilişkisinde zayıfı nasıl berhava ettiğini görmemek nasıl kırıntı halindeki hürriyetleri gasp edebildiğini keyfi davranabileceğini görmemek ve bütün bunlar olurken ”yiyin birbirinizi” demek sonrada muhalefeti büyütmekten ve bir arada yaşamaktan bahsetmek mümkün mü?Çoklu muhalefet denen muhalefet yapma tarzıyla,farklı haksızlıklara maruz kalmış kesimlerin yanında kendi slogan ve pankartlarımızla yer almamız o kesimlerinde samimiyetini test etme olanağı verecektir.Bu bağlamda zaman’ın önünde olmak ve muhalefeti birlikte büyütmek mümkün’mü acaba ?
Benden nefret edebilirsiniz.. Hic katilmiyorum.ama hic..
Suc olsun ceza olmasin..55 milyon insani öldüren,dünyayi öldürmege kalkan Nazileri bile yargilama.. Ne olacakti yani.
Göring gibi hala almanyanin hakli-yasal, sevilen liderimi diye davranilmaliydi??
Cematcilar nazilerle elbeteki kiyaslanmaz.. Migde bulandici düsünsel yapisi olduguda göz ardi edilmez..
Cemaaatcilarda,sizinkinlerde,ergenekoncularda kökten bozuk örgürlerdir..Hepsinin kökünü kurutmak gerek..
Onlari savunmak,mesrulastirmak hicde sevimli,etik davranis degildir..
Mantiginiz anlamak mümkün degil.. Cematcilar savunmazsan akp ye destek olunurmus!
Ya tersine? akp ye karsi gelirsen cemaaaatci olursun!
Hangisini istersen,buyursunlar .:))
Gerci yakisir.. Hazir sakaliniz varken..
Ceza Sömürgesi ya da Uzun Bıçaklar Gecesi…
Kafka’nın Ceza Sömürgesi adlı uzun öyküsü zamanında beni çok etkileyen bir öyküydü. Ne var ki, insanın sırtına iğnelerle suçunu yazan o korkunç aletin dışında pek bir şey kalmamış aklımda. Hayalimde bu korkunç işkence ve ceza aletiyle devlet hep bir arada yer almıştır yıllarca. Ama hatırlamam gerekiyordu. Vikipedi’de Ceza Sömürgesi ile ilgili olarak şöyle bir tanımlamaya rastladım:
“Mahkûmu bir gün içinde, yavaş yavaş öldüren; suçluyu, sırtına cezasını yazarak kan kaybından öldüren bir makinedir bu. Eski komutan ölmüş ve yerine yeni bir komutan gelmiştir. Yeni gelen komutan makinenin işleyişini bilmemektedir; var olan sistemi ve makinenin işleyişini tek bilen kişi ise subaydır. Cezayı belirleyen de subaydır. Cezaya çarptırılan mahkûm ise makineye bağlanana kadar, ne aldığı cezadan ne de yargılandığından haberdardır. Sistemden kesinlikle şüphe edilmemektedir. Subay ise makinenin ceza şeklini çok beğenmektedir. Makine oldukça karmaşık bir sisteme sahiptir, suçlunun cezasını mekânizmasında bulunan iğnelerle, suçlunun sırtına işler ve suçlu yavaş yavaş 24 saat içinde kan kaybından ölür. O günkü suçlunun sırtına ise „Büyüklerine saygılı ol!“ yazılacaktır. Makinenin tek olumsuz tarafı ise sık sık parçalarının değişmesinin gerekmesi ve üzerindeki kanın sürekli silinmek zorunda olmasıdır.
“Subay sistemin kesinlikle devam ettirilmesinden yanadır. Bu yüzden gezginden sistemin güzelliğinden komutana bahsetmesini ister: Ancak gezgin, subaya sistemin değiştirilmesi gerektiğini belirtir. Adadaki yargı sistemini de hiç beğenmemiştir gezgin. Subay bunun üzerine makinenin üzerindeki mahkûmu kaldırır ve makineye kendisi geçer. Makineyi “Adil ol!“ yazısına ayarlar. Makine hiç de subayın düşündüğü ahenkte çalışmaz; gürültüyle iğneler subayın sırtına batmaya başlar, ortalık kan gölüne dönmüştür subay ölürken, gezgin ise bir tekneye atlayarak adadan kaçar.”
Sonuç olarak ceza aleti, onu uygulayanı vurmuştur. Genellikle devrimlerin, “kurtuluş” savaşlarının ve devletlerin vurucu güçleri, bir süre sonra vurulan güç durumuna gelirler.
Tarihte bunun sayısız örneği vardır. Hiçbir ideolojik ayrım yapmadan en belirginlerinden bazılarını buraya alayım.
Kronstadt bahriyelileri 1917 devriminde devrimin vurucu gücü, Lenin’in “hazır askerleri”ydi. Devrime fanatiklik ölçüsünde inanmışlardı. Öyle ki, 1917 devriminden sonra yapılan Kurucu Meclis seçimlerinde Bolşevik Parti, Sosyalist Devrimci Parti’nin karşısında seçimleri kaybedince, Lenin bu meclisi Kronstadt Bahriyelilerine dağıttırdı. Troçki’nin deyişiyle “devrimin onuru ve şerefi” Kronstadtlılar bir an bile tereddüt etmeden Kronstadt adasından gemi ve motorlarla Petersburg’a geçip Kurucu Meclisi dağıttılar ve kapısına kilidi vurdular.
İç savaşta da kahramanca savaşan ve en zor savaş cephelerine yollanıp bu cephelerde kanlarını akıtan (ve tabii kan akıtan) Kronstadtlılar sonunda baştaki Bolşevik Partisi’nin bürokratik bir diktatörlük kurduğunu, işçi ve köylüleri ezmeye giriştiğini görünce büyük bir hayalkırıklığıyla ama bir an tereddüt etmeksizin yeni bir devrim için ayaklandı ve “devrimin onuru ve şerefi” Krostdatlılar Lenin ve Troçki tarafından ezildi. Sağ kalabilenleri buzların üzerinden yürüyerek Finlandiya’ya kaçtılar.
Her ülkenin kendine özgü koşulları ve güçleri var elbette ama Krostadtlılarla Çerkes Etem güçleri arasında bir benzerlik kurulabilir. Bir anlamda Çerkes Etem de Ankara’daki yeni hükümetin “onuru ve şerefi”ydi. Ankara’ya başkaldıran Padişah yanlılarını her tarafta ezen ve acımasızca cezalandıran (bol bol ipe çekmek de dahil) Çerkes Etem’in “gayrinizami” birliklerinden başkası değildi. Ege’deki Yunan işgalcilerine karşı direnişini de Çerkes Etem çeteleri ve benzeri yerel çeteler gerçekleştirmişti aslında. Anzavur isyanlarını bastırdıktan sonra Ankara’ya gelen Çerkes Etem, Mustafa Kemal ve diğer erkân tarafından kahramanlar gibi ve biraz da korkuyla karşılanmıştı. Daha o zamandan bu silahlı aktif gücün yeni kurulan devletin başına bela olabileceği ve daha fazla güç kazanmadan ortadan kaldırılması gerektiği düşünülmüştü belki de.
Ve öyle de yapıldı. Yunan işgal güçlerine karşı hiçbir başarılı savaş vermemiş olan Ankara’nın emrindeki Osmanlı kalıntısı nizami ordu, Çerkes Etem çetelerinin üstüne sürüldü ve Çerkes Etem ve adamları canlarını, o zamana kadar kıyasayı savaştıkları Yunan birliklerine teslim olarak kurtarabildiler. Yunanlılara teslim olmasaydılar Ankara hepsini ipe çekecekti.
Almanya’da Hitler’i iktidara getiren esas güç, yakın arkadaşı Ernest Röhm’ün komutası altındaki, “kahverengi gömlekliler” de denen Saldırı Birlikleri (SA) idi. SA’lar yalnızca komünistlere değil, Nasyonal Sosyalizme muhalif herkese karşı terör uygulayarak bir korku ve sindirme ortamı yaratmışlardı. Yani SA’lar, “Nasyonal Sosyalist Devrim”in vurucu gücüydüler ve kendilerine göre idealleri vardı. Militanlarını daha çok küçük burjuvaziden ve yoksul kesimlerden toplayan bu örgüt Hitler’in zenginleri tasfiye edip “ırkçı-eşitlikçi” bir sistem kuracağına gerçekten inanmıştı. Tabii Hitler onların sayesinde iktidara gelip burjuvaziyle ve Reich rejiminin temel direği ordu ile bağlarını pekiştirdikten sonra bu “idealist”lerin (ülkücülerin!) temizlenmesi şart oldu. Çünkü SA’lar bir yandan Hitler’in vurucu gücü olarak teröre devam ederken, bir yandan da “devrimleri”nin ihanete uğramakta olduğu korkusuyla gözlerini Hitler’e ve yeni seçkin kadrosuna dikmişlerdi. Anlayacağınız, “ceza sömürgesi” aletinin iğneleri bizzat rejimin sırtına batmaya başlamıştı. 1934 yılı Temmuz ayında, “Uzun Bıçaklar Gecesi” adı verilen bir hareketle, Röhm başta olmak üzere SA’ların 200 kadar lideri öldürüldü ve SA’lar ortadan kaldırıldı.
Tam olarak buna benzemese de o yıllarda Sovyetler Birliği’nde de, Stalinist rejimin vurucu gücü olan gizli polis örgütü GPU-NKVD’de Stalin iki kez büyük tasfiye hareketine gitmek zorunda kaldı. Bu örgütleri ortadan kaldırmadı ama şeflerini ve kadrolarını ölüme gönderdi: Önce Yagoda, ardından da Yezhov. Ve tabii onlara bağlı binlerce sorgucu, ya doğrudan doğruya enselerinden vurularak öldürüldüler ya da ölüm kamplarına gönderilip oralarda telef oldular. Buna rağmen, Stalin ölümüne kadar, en büyük vurucu aletinin kendisini de izliyor olabileceği kuşkusundan kurtulamamıştır.
27 Mayıs askeri darbesini yapan Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) ardında çok daha etkili genç bir subay kadrosunun bulunduğu ve hatta idamların bu gizli cuntanın dayatmasıyla yapıldığı söylenegelir. Bunun o kadar gerçek dışı olmadığı daha sonraki olaylarla ortaya çıkmıştır. 27 Mayıs’ın esas vurucu gücünü oluşturan ve nispeten daha genç subaylardan oluşan bu gizli cuntanın liderlerinden biri olan Talat Aydemir, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’teki darbe girişimlerinin ardından yenilgiye uğramış ve o zamanki devlet tarafından, arkadaşı Fethi Gürcan’la birlikte idam edilmiştir. Vurucu güç bir kez daha vurulmuştur böylece.
1970’lerin vurucu gücü, sivil paramiliter “komando” örgütlenmesiydi. 12 Eylül cuntası, bu paramiliter gücün yarattığı ortamdan yararlanarak iktidara gelmiş ve ardından onları da içeri atmıştır.
1980’li ve 1990’lı yıllarda devlet, Kürtlere karşı vurucu güç olarak gizli kontrgerilla çetelerini kullandı. Ordudan, jandarmadan, polisten, itirafçılardan ve eski ülkücülerden devşirilmiş bu kontrgerilla gücü, kontrolden çıkma eğilimi gösterince Susurluk’ta başlayan bir süreçte devlet tarafından kısmen tasfiye edildi, kısmen de denetim altına alındı. Tasfiyeye karşı direnen vurucu güç unsurları bundan sonraki süreçte “Ergenekon” davasına (Veli Küçük, İbrahim Şahin) aktarılarak içeri atıldılar.
AKP-Devlet, özellikle son beş yıllık süreçte vurucu gücü, olağanüstü yetkili mahkemeler aracılığıyla önemli ölçüde yasallaştırdı ve böylece yeni bir vurucu güç oluşturdu: Yargı-polis. Yani kısacası, vurucu güç “illegal” değil, “legal” olacaktı.
Ne var ki, yasal da olsa vurucu güç vurucu güçtü ve bu makinenin de iğnelerini günün birinde bizzat rejimin en başındaki siyasi iradenin sırtına batırmaması için bir sebep yoktu.
Bugün yaşanan olay budur. Şimdi iktidar, vurucu güç aygıtını acil atamalar ve yeni yasalar yoluyla yeniden tam denetimine almaya çalışıyor.
Gazetelerde “cemaat-AKP” çelişmesi yorumlarından geçilmiyor. Doğrudur. Böyle bir çelişki olduğu ayan beyan ortada. Hatta bu çelişkinin uçları İsrail’e kadar bile uzatılıyor. Bu da olmayacak şey değildir. Ama gözden kaçırılan önemli bir şey var. Burada oldukça “yapısalcı” bir yorum yapmak istiyorum. Bu tür çatışmalarda kişiler veya siyasetler belirleyici değildir. Belirleyici olan, kurumların kendileridir. Yani kim hangi kuruma sahipse onun gereğini yapar, onun siyasetini yürütür. Yani sabit ve değişmez siyasetler yoktur. Dolayısıyla herkes başında bulunduğu kurumun o andaki isteklerine ve iradesine göre “şahin” de olabilir, “güvercin” de, hatta duruma göre her ikisinin karışımı da olabilir. Bugün yargı-polis, kendine biçilen fonksiyonun gereğini yapmaktadır. Dolayısıyla bu kurumlarda kim ağırlıktaysa o, “şahin” rolünün gereklerini yerine getirecektir. Ama aynı siyasi eğilim, diyelim ki, hükümetin başı rolünü üstlendi, bugün hükümetin başı rolündekiler de yargı-polisin fonksiyonlarını üstlendiler. Bu sefer aynı şahin rolünü onlar oynayacaktır.
Yani kısaca söyleyecek olursak, biz ezilenlere düşen, “şahin”lere karşı “güvercin”leri daha olumlu bulmak ve örneğin Cengiz Çardar’ın yaptığı gibi, bir futbol maçı taraftarı havasında “güvercin” taraftarlığı yapmak değil, o işkence aletini toptan kırıp yok etmektir.
Görmüyor musunuz, o korkunç alet her allahın günü iğnelerini derimize daldırarak sırtımıza “terörist” diye yazıp duruyor.
hoş görünüze sığınarak bu makalenizi buraya ekledim
sanırım günü açıklayan en iyi bir maklaedir!
🙂
Teşekkür ederim, bana da hatırlatmış oldunuz.
Cogunluk olduktan sonra devrimci taktige gecilmez, tersine devrimci taktikle cogunluk olunur….
Rosa Luxemburg
cemaat in samimiyetini test etmek?????? saka mi bu???
Kücük önemsiz bir animsatma cerkes Ethem hic bir Zaman Kemal in Röhm ü olmadi…..Belki baska seyler oldu ama Kemal in SA si olmadi..
Cemaatin samimiyetini test eden arkadaslar. cemaatci tayfa twitterde diyorki neden bizim Zaman gazetesi üzerinde Polis helikopteri dolasiyor, gitsin okmeydaninda dhkpc nin tepesinde dolassin Helikopter. Olun hadi `Mazlum`un yaninda . siz ne zaman su kufrettiginiz okmeydaninin mahalle bickinlarinin yaninda olacaksiniz. Anlasildi mazlum cemaatin samimiyetini test etmek bile daha sevimli geliyor mesele okmeydani olunca. Gidin test edin Allah yolunuzu acik etsin:)
İşte kanlar akmakta, canlar yok olmakta, hırs uyanmakta, intikam sevdası kalplerde kök salmaktadır. Ülkemin çöküşe doğru gittiği meydandadır. Dahası, cahil ve gafil Türk gazeteleri bu ayaklanmayı muhaliflerden yalnız birkaç kişinin üzerine yıkmaktadırlar.
Kürtlerin zulme gelemeyecekleri şüphesiz iken, şiddet, despotluk ve türlü imha yöntemleri ve Kürt beylerinin Seyyid Abdülkadir de onlardandır- idamlarıyla sonuçlanan Şeyh Said İsyanı’nın (1925) ikinci bir isyan doğurmayacağını mı zannediyordunuz? Kürtlerin intikamları da şiddetli olur. Tarihten delil getirmeye gerek yok, yalnız bu son isyan bile öldürme, zulüm, şiddet ve köklerini kazımanın (tenkil) sınırları olduğunu gösteriyor.
Ülkemizin 15 milyona ulaşan nüfusunun yarısını teşkil eden Kürtler, tarihin en eski zamanlarından beri kendi mamur beldelerinde yaşamakta iken, uygulamakta olduğunuz siyaset memleketlerini bölüp parçaladı.
Halbuki çeşitli vesilelerle ve özel olarak da tarafınıza, Kürtlerin geleneklerine ve dinen kutsal bildikleri şeylere hücum etmenin, ülkemizin çöküşüne neden olacağını açıklamıştım. Ne var ki, hükümetimizin başı (İsmet Paşa) ve yoldaşlarının Türk milliyetçiliğinde ve ülkenin harap ve bitap düşmesinde ısrar, hatta inat ettikleri görülüyor.
Ey Gazi, şu an bu fırsattan yararlanmak için üzerinize büyük bir görev düşüyor.
1. Mert Kürt milletini harcamayın (zayi etmeyin) ve ona karşı düşmanlığın devamına meydan vermeyin.
2. Korkarım, tarih bizim geçmişteki beraberliğimizi tescil etmiş bulunuyor. Günahlarınız yüzünden ülkenin bölünmesinden kaygı duyuyorum. Unutmayın ki, en büyük ve uzun ömürlü şöhret, tarihin tescil ettiği şöhrettir. Ne mutlu ki ey Paşa, şimdiye kadar yaptıklarınız ve söyledikleriniz sizi tarihî nam ve şöhretten mahrum bırakıyor. Ancak bugün elinize bunu tersine çevirecek büyük bir fırsat geçmiştir. Bir an için kendinizi ölmüş farz edip namınızı yükseltmeye bakmalısınız. Kürtlerin dine tutkunlukları ve millî asaletleri, onları Türklerden ayrılmaktan men ediyor. Ancak bir şartla: Yönetimi cumhurdan, yani halktan ılımlı ve hür bir gruba emanet etmeniz gerekir. Böyle yaparsanız, himayeniz altındaki milletlerin (Türkler ve Kürtlerin) özgürlüğünü temin ve ülkemizin selametini muhafaza etmiş, böylece tarihte büyük bir ad ve şöhrete nail olmuş olursunuz
Cerkes Ethem Bey
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/saflasma-cephelesme-hesaplasma-103082
Sayın Zileli,
“Temiz kalabilmek için, kirli olanı bile savunabilmek…” diye yazmışsınız ama görüşünüz “ölümü görüp sıtmaya razı olmak” anlamını da içermiyor mu?
Şu tabir gibi olmuş; “ehven-i şer”…
Shakespeare de yüzyıllar önce şöyle uyarmış: “Bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler, ve yıkar bile bazen.”
Maksadım, özlü sözleri bir bir sayfanıza sıralayarak size taş atmak değil.
Kitaplarınızı büyük bir ciddiyetle okumuş, adeta “arınmak” nedir bunun fiili karşılığını vermiş bir kişi olduğunuzu bilen, herşeyin ötesinde; Türkiye’de sol cenahta önemli bir tarihi kapasiteye sahip bir şahsiyet olduğunuzun farkında bir takipçiniz babında, sizden konu hakkında daha detaylı bir açıklama (belki de başlıbaşına ayrı bir yazı) talep ediyorum.
“Düşene bir tekmeyi de biz vuralım” gibi gaddarca bir düşünceyi savunmadığımızı biliyoruz.
Fakat,
Hitler’i görüp niçin Stalin’e razı olmak zorundayız?
Her ikisinin de deccal olduğunu çok iyi bildiğimiz halde, niçin bir seçim yapmak zorunda kalıyoruz?
“Liberallik” kelimesi aslında çok güzel bir kelime, ama bu kelime o kadar saptırılarak kullanılıyor ki; 1,5 gündür adeta “Stockholm sendromu”nun bir değişik versiyonunu kendi kendimize yaşatıyoruz! (Not: Bir “liberal” değilim. Jean-Paul Sartre’ın; “Liberal, iğrenç bir sözcüktür.” görüşünü savunurum!)
Evet,
“Düşene tekme vurmamak” ve hatta (dünya görüşü -Weltanschauung- yönünden 180 derece zıt kutuplarda olsak da) düşenle birlikte aynı anda tekme yemek muazzam bir erdemdir.
Ama,
“Düşene tekme vurmamak”
ile
Shakespeare’in uyarısı
arasında çok ince, dikkatli gözlerle bakıldığında farkedilebilecek bir çizgi vardır!
Bu çizgiyi nasıl buluruz sayın Zileli?
Türkiye’de şu an yaşananlar; “düşene tekme vurmamak” durumunu çoktan aştı, bu çizginin peşine düşmeliyiz artık!
Evet,
Cellatlar da birgün mazlum durumuna düşebilir, fakat; adaletin sağlanabilmesi için “sınırlar & çizgiler” mutlaka bulunmalıdır! “Hukuk” denen şey bunun için var!
Bu çizgileri bulmak için gecemizi gündüzümüze katıp çabalamazsak; ne liberalliğin, ne solculuğun, ne anarşistliğin, ne de diğerlerinin bir anlamı kalacak!
Bir cevap, ve hatta ayrı bir yazı yazmanızı büyük bir merakla bekliyorum…
Saygılarımla,
Uyarı ve hatırlatmalarınız için teşekkür ederim. Bütün mesele şudur: Kime yapılırsa yapılsın herhangi bir haksızlığa karşı çıkmak zorundayız. Sizin verdiğiniz örnekten hareket edersek, Stalinist bir parti olan Alman Komünist Partisi, Hitler faşizminin zulmüne uğrarken o partiyle birlikte faşizme karşı mücadele etmek gerekiyordu. Kronstadt bahriyelilerini ezen Troçki, Stalin tarafından dünya çapında kovalanır ve Troçkistler GPU tarafından takip edilip teker teker öldürülürken troçkistlerle birlikte Stalinist zulme direnmek gerekiyordu. Faşistler Nurenberg’de yargılanırken bu yargılamanın dünyanın yeni egemenleri tarafından dizayn edildiğini, hukukla bir ilgisi olmadığını belirtmek gerekiyordu. Çerkes Etem, çok sayıda masum insanı ipe çekerken ona karşı direnmek ama merkezi ordu tarafından tasfiye edilmeye çalışırken onun yanında yer almak gerekiyordu. Kısacası mesele o kadar karmaşık değildir. Adalet, haksızlığa direnme ve o an mazlum olanı savunma duygusuna sahipsek, çelişkili gibi görünen durumlarda da doğru tutum almamız mümkündür. Shekespeare’nin sözlerinin ise bu tartışmaya ışık tuttuğunu sanmıyorum.Baskıya uğradığında kötü olanı bile savunmak sadece iyilikten gelir. Yani bize kötüden kötülük bulaşmaz, sadece bizden kötüye iyilik bulaşır. Zaman gazetesi sorumlusunun Ahmet Şık’ın örnek tutumuna gösterdiği olumlu tepki bunun en iyi göstergesidir. Tartışmalar biraz daha gelişsin, bu konuda bir yazı yazmayı düşünüyorum.
Şimdi birçok şey daha berrak:
“Yani bize kötüden kötülük bulaşmaz, sadece bizden kötüye iyilik bulaşır.”
Hakkaniyet, hakkaniyet, hakkaniyet!
Teşekkürler sayın Zileli.
Gladyo-nun kirli bilgilerini ve yalanlarını hemen yutan unsurların söylemlerinde sol’un izi yok.
“Veli Küçük katilmiş ! ”
B
Gündem belirleyecek, politika oluşturacak, saldırılmaya değer bulunacak, büyük kitlesel savunmalar örgütleyecek güce sahip olunmadığından, ikide birde böyle ehveni şer seçimleri yapmak durumunda kalınıyor. Sevgili anarşistler, kusura bakmayın ama oyunun dışındasınız ve ciddiye alınmıyorsunuz. Ayaklarınız yere basmıyor. Siz ütopik konularla oyalanırken bu muhafazakarlar onyıllardır örgütleniyor, kadrolaşıyor. Emniyette, yargıda iktidarın dincileri ile cemaatin dincileri çekişiyor. Bir avuç ortayolcu (hadi en iyimser tabirle bunlara Atatürkçüler diyeyim) da etkisiz görevlerde pasifize edilmiş, yıldırılmış, “aman ekmeğimden etmesinler yeter” anlayışı ile suya sabuna dokunmamaya çalışıyor. Devlet bürokrasisinde mücadele eden güçler arasında olmadığınız gibi, halk tabanında da yüzdelik dilimde sıfıra en yakın siyasi gruplardansınız. Ortak bir cephede dinci faşizme ve yükselen gericiliğe karşı mücadeleye mesafelisiniz. Her fırsatta ulusalcılara ve kemalistlere vurmayı marifet sanıyorsunuz. Onlar olmasa Türkiye bitmiş zaten. Nasılsa tuzunuz kuru. Kazanma kaygısı yok. Örgütlenip çoğalma kaygısı yok. Bugün ne yazsak, hangi tarafa destek çıksak durumları. Yazılacak çok şey var da cep telefonu ile bu kadar oluyor. Sevgiyle kalınız. Yine de severim sizi sayın Zileli.
“Veli Küçük katilmiş !”
Bu kirli-yalanı hangi kanıtla açıklayabilirsiniz ?
Bu konuda ne belge var,ne de yargı kararı var ?
CİA-MOSSAD yalanlarına böylesine sarılan sol olmaz ama Gladyo’nun propaganda sözcüleri olabilir.
Veli Küçükle ilgili yalnızca çarpıtmalardan haberiniz var,gerçekler konusunda size cahil bile diyemeyiz.
Bu denli destursuz yalan bilgiyi tekrarlamak cehaletle değil ancak karşı-devrimci konumlanmayla açıklanabilir.
12 no’lu yorumcu mesleyi bence güzel biçimde koymuş.Gün Zileli’yi izleyenlerden biri olarak anımsatırım, yanıldığınızı düşünüyorum… “Kirli olanı savunmak”, “kirli olsa bile iftira, haksızlık ve işkence” yapılamaz anlamındadır. Doğru tutumda budur! Zaten onu “kirli” olarak tanımlayarak savunmak, tam da bu insanlık dışı yöntemlere karşı savunmak anlamında olsa gerek… Yoksa kirli olduğu beyan edilen neden savunulsun ki; bu anlamda “kirlinin”, kirli olmadığını iddia ederek savunmaktır eleştirilecek olan… Örneğin bugün 17 Aralıkçı Hırsızları savunmak gibi…
Ama örneğin gün gelse de RTE aleyhinde bile düzmece deliller üretilse, işkence edilmeye kalkışılsa.. Kaddafi gibi muamele edilmeye çalışılsa… O zaman da onu da savunmaktır doğru-adil-insani tutum!
29 no’lu anonimin linkini verdiği yazı… Yazar A. Güler..
İnsan şaşırıyor… Böyle zamanlarda bile “satır aralarında” mesaj, düşünce bildiren adamlara…
” Hesaplaşma tek bir ana volkan patlaması mıdır, yoksa irili ufaklı sarsıntıların toplamı ve birikimi mi, bilinmez dedim. Doğru saflaşma enerji biriktirir. Yanlış saflaşma öğütür, tüketir.”
Ne demek bu? Falcıların anlattıkları gibi mi, çok mu bilgece? Böyle zamanda böyle cümleler kurmak kolay değil!
sonra devam ediyor…
“İtiraf etmek durumundayız. Türkiye’de Haziran direnişinin açığa çıkardığı halk hareketi veya potansiyel, her kavşakta nereden devam edeceğini durup yeniden düşünmek zorunda olan bir kalabalıktır. Bu kalabalık politik yolunu üç aşağı beş yukarı kestirebilecek nitelikte değilse halk hareketi adlandırmasını hak edemez.”
Sanki o günlerde o biber gazını yiyen, eziyet çeken, tutuklanan, tekmelenen insanlar yaptıkları “halk hareketi” olarak anılsın diye yaptılar. Bu insanlar bu adamın peşine düşmüyorlarsa “kalabalık” mı yapmış oldular…
Tanımam, izlemem… bu ikinci! A. Güler’in ilk “beyin tökezlemesini” 15 yıl önce TV da izlemiştim. “Ne oldu yani, SSCB yıkıldı da iyi mi oldu” dediğinde üzerine çarpının ilk oblik çizgisini çekmiştim.. Şimdi ikincisini çekiyorum…
Tapu ya da nüfus müdürlüğünde bir memur olarak daha başarılı olma şansı vardı! Yanlış yerlerde geziyor…
AKP aslına rücu etti
AKP hükümeti normal bir memlekette iktidara gelmiş olsaydı, bugün yapmakta olduklarını zaten ilk seçildiği günden itibaren yapmaya başlardı.
İlk günden itibaren, memleketin tüm yeşil ve boş alanlarını büyük sermayenin hizmetine sunar, yoksul insanların yaşadığı kentsel bölgeleri boşaltıp inşaat sektörüne teslim eder, bunları yaparken kendi ceplerini ve taraftarlarının ceplerini doldurur, bunlara itiraz edenlerin üzerine polisi ve jandarmayı salar, muhaliflerin hepsini vatan haini, paralel, marjinal diye damgalardı.
Normal memleketlerde muhafazakâr, sağcı, büyük sermayeden yana partiler iktidara geldikleri anda böyle şeyler yapmaya başlar. Onlardan beklenen de zaten budur. Kimse demokrat, eşitlikçi, yoksulları kollayan, sermayenin azgınlığını dizginleyen politikalar uygulamalarını beklemez. Kimse de “Ay, ne kadar otoriterleştiler”, “Ah, ne korkunç, diktatörlüğe gidiyoruz” demez, zaten beklenen muhafazakâr, otoriter, sermaye yanlısı politikalara karşı muhalefet eder.
AKP hükümeti normal bir memlekette iktidara gelmiş olmadığı için, uygulamak istediği politikaları hemen uygulamaya başlayamadı. Önce, kendisini devirmek isteyenlerle uğraşmak zorunda kaldı. Muhalefet ise “Ay, şeriat geliyor”, “Ah, kahraman generallerimizi hapse atıyorlar”, “Yaşasın Mustafa Kemal” şeklini aldı.
Üst/orta sınıfın Kadıköy, Çankaya ve İzmir’den yükselen bu muhalefetini izleyen ve memleketin geri kalanında yaşayan nüfus, “Ulan,” diye düşündü, “muhalefet buysa, ben muhalif değilim. Ve üstelik bu muhalefete karşı bu hükümeti her koşulda desteklerim. İster yolsuzluk yapsın, ister başka bir şey.”
Durum bu hâle gelince, AKP hükümeti de rahatladı, devrilme korkusunu üzerinden attı, aslına rücu etti ve normal politikaları doğrultusunda davranmaya başladı. Yani dünyanın her yanındaki her muhafazakâr, sağcı partinin yaptıklarını rahatça yapar oldu.
AKP hükümeti normalleşti, ama muhalefet hâlâ normalleşemedi.
Neyine muhalefet ediliyor AKP’nin?
Mesela, Papa Türkiye’yi ziyaret ediyor ve Başbakan’la öpüşüyor! Eyvah ki eyvah! İşçi Partisi’nin Aydınlık gazetesine göre, bu ziyaret “Türkleri ve gerçek İslam’ı Anadolu’dan sürmek amaçlı bir Batı projesi”!
Veya, Komünist Partisi’nin haber sitesine göre, “Yok orası Türklerindi, burası Kürtlerindi, şurası Araplarındı” demek yanlıştır, çünkü “Bundan 2700 yıl önce Anadolu topraklarında Ermeni halkı diye bir halk da henüz yoktu…”
Yani AKP hükümeti Türklüğü ve İslam’ı Papa’ya, Kürtlere ve Ermenilere satıyor, aman muhalefet edelim, engelleyelim!
Muhalifleri Kemalist ve Türkçü ve mankafalı olduğu sürece, AKP hükümeti de ne kadar yolsuz ve otoriter olursa olsun “ilelebet payidar kalacaktır”.
Roni Margulies
Ayanoglu iyiki varsin.:)
Egemen ler arasi kliklerden birini savunmak bir Aydinlikci reflexi herhal. Kisi Anarsist bile olsa serde Aydinlik mayasi olunca , bu büyük tiyatroda yer almadan, bu buyuk sohretlilerin rol aldigi oyunla icinden iliskilenmeden edemiyor.Hepte ilerici bir gerekce bulunuyor.Elde de bir mizan var her seye uygulaniyor, bir yaninda Lenin Stalin Trocki diger yaninda ozgurlukculer anarsistler. Mubarek oyle bi anahtar ki Atom fizigi desek Zileli bu anahtariyla cozumleyecek. Kisiliklerinde devrim yapamayanlar Sosyalist olamazlar demisti Mahir Perincek e. Bunu kisiliklerinde devrim yapamiyanlar Anarsist te olmaz a kadar genisletmek gerek…Tarihi incelerken analiz ederken en katisiksiz özgürlükcü, ama pratik hep en tepedeki kliklerin birinin dolayli yedekligi.Zileli nin Anarsizmi samimiyetsiz, o sanki tövbe ettigi arenaya elestrilemeyecek bir yerden eestirebilecek, ama yinede bu arenada olmak istiyor.. Bu o bildik saf oportunizmin en güzel en ari örnegidir iste. Yazilarinizi bekliyoruz Zileli… Kronstadt ile baslayip cemaat ile bitireceginiz hic bir yaziyi kacirmak istemeyiz..:)
En saf özgürlükcü söylem, sürekli varolan kirlilerden birine insaf edip onu savunmak, sürekli bir ehveni ser secme pratiginin tarihine indirgenmis Zileli de. Bu özgürlügün en düskünce kirletilmesidir.
Kirli haksiz taraflarin hepsinin haksiz oldugu bir savas oldugunu belirliyor Zileli, sonra uniformasini cikariyor. Kimse ona ates etmiyecek artik…. Ama ayni savasin alaninda hep kaliyor kah ona kah buna ates ediyor, uniformasiz olmanin avantajini kullanma isteginden daha derinlikli degil Zile li nin Anarsizm i….Ustelik savasan kirli taraflara toptan savas acmis Plebyenleride begenmiyor, onlarada ates ediyor.Birileri de ona namluyu dogrultunca hop diyor ben anarsistim uniformasizim Anarsistim kavganiza karistirmayin beni. oh ne güzel…
dunyada su anda , en genel anlamda sag in degerlerinin, sadece ilimli islamin degil. evrensel anlamda sagin tüm postulatinin dibe vurdugu igrenclestigi dibe vurdugu baska bir ulke yoktur. hatta bu dibe vurmusluk ile emperyal sistem dahi teshir olunabilir, e akp ye hatiri sayilir bir ab abd destegi vardi, bizim sol ehveni ser ariyor. bagirasim geliyor, nefes alamiyorum….
roni’nin yazısı güzel ama haber sol’daki yazıyı çarpıtması olmamış. gayet güzel bir yazı;
Toprak kimsenin babasının malı değildir (Çağlar Yiğit)
Yok orası Türklerindi, burası Kürtlerindi, şurası Araplarındı mantalitesinden solculuk, sosyalistlik çıkmaz.
Yok o tarla senin, bu bağ benim, o daire babamın, bu kaynımın demeyeceksiniz.
Sosyalistseniz her tür ”mülkiyetçilikten” şiddetle uzak duracaksınız.
Kapitalist sistemde elinden geldiğince ama sosyalist sistemde muhakkak ve muhakkak her yerde ve her şeyde (havlundan, diş fırçandan bahsetmiyorum) ortaklaşmaya, paylaşmaya çalışacaksınız.
Düşünsenize,
Bundan sadece 1000 sene önce Anadolu topraklarında Türkler yaşamıyordu.
Bundan 2700 yıl önce Anadolu topraklarında Ermeni halkı diye bir halk da henüz yoktu, Traklarla Friglerin Urartularla, Arilerle ve bazı Kafkas topluluklarıyla karışması sonucu ortaya çıktılar.
Bundan 130 yıl önce bugün Düzce, Adapazarı yöresinde yaşayan Çerkes ve Abhazların hiçbiri orada yaşamıyordu.
Bundan 70-80 yıl önce İstanbul, İzmir gibi şehirlerde Kürtler yaşamıyordu.
Bundan 500 yıl önce Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Avustralya kıtalarında hiçbir Avrupa kökenli halk yaşamıyordu.
Bundan 1200 yıl kadar önce Slavlar (Hırvat, Boşnak, Makedon, Bulgar, Sırp, Sloven, Slovak ve Çekler) Orta ve Güney Avrupa’yı işgal ettiler.
Bundan 1700 yıl önce Germenler Kuzeybatı Avrupa dan yola çıkıp Avrupa’nın ve hatta dünyanın her yerine yayıldılar.
Bundan 1400 yıl önce Araplar Kuzey Afrika’yı büyük ölçüde Araplaştırdılar.
Peki ne diyelim şimdi?
Hepiniz geldiğiniz yere geri mi dönün diyelim?
Tek tek çetelesini tutup ”Kim önce neredeydi?”, ”Kim kimin yerini işgal etti?”, ”O buradan değil”, ”Bu buraya sonradan geldi”, ”Burası onların”, ”Şurası bunların” mı diyelim?
Oraya nereden gelmişlerdi ki?
Bu soycu sorgulamayı, dinsel, inançsal, milliyetçi ve etnik kinciliği ve mülkiyetçiliği sürdürürsek zannediyorum Afrika’da savanlarda ilkel bir primat olarak sürüler halinde av yaptığımız dönemlere kadar gideriz.
O zamanlarda da zaten hiçbir yer hiçbirimizin değildi.
Gözümüzün alabildiği her yer ve her şey bütün canlılığa aitti kimsede yer ve mülkiyet kavgası vermiyordu, yaşayabileceği kadarını alıyor ve fazlası için mücadele dahi etmiyordu.
Kendilerine ”solcu” diyen birçok liberal, ulusalcı ve gerici zevatın bugün ”modern” diye pazarladıkları bütün düşünce sistematikleri bireyciliği, bencilliği, her türden gericiliği, kimlikçiliği, milliyetçiliği ve mülkiyetçiliği malesef aşamamaktadır.
İlkel komünal toplumdaki paylaşımcılığı, dayanışmacılığı, mülkiyetsizliği ve sınırsızlığı ”modern” bir zeminde savunup bu toplumsal ve ekolojik yapıyı yeniden inşa etmekten başka bir çıkış yolumuz yok.
Bu ”modern” dünya ütopyasını savunacak tek güç sosyalistler inşa edecek tek düşünce sistematiği de sosyalizmdir!
Yani ”Ya barbarlık ya sosyalizm” sözü öyle haybeye söylenmiş bir söz değildir.
Sosyalizmin kıymetini bilin/bilelim.
http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/toprak-kimsenin-babasinin-mali-degildir-caglar-yigit-haberi-99571
Sevgili Gun Abi,
Size yiginla aciklama yapiliyor, siz tek cumlede kestirip atiyorsunuz:
“operasyonlara destek olduğun zaman AKP iktidarına yedeklenmiş olursun”
bu cumleniz oncelikle ne anlama geliyor? bu cumledeki emin durus da neyin nesi?
Mevsimler’inizi keyifle okuyorum, ama ben de o zaman diyeyim ki “cemaate destek oldugun zaman Fetoya yedeklenmis olursun”.. bu sekilde konusacaksak oh ne ala..
“…Bu, reelpolitik açıdan mantıklı bir uyarı olabilir ama devlet erkine etik bakımdan karşı olan anarşistlere işlemez. Biz, tarih boyunca, saldıran devlet erkinin karşısında olmuş, düşene bir de biz bir tekme atmamışızdır…”
etik/reelpolitik ayriminizi model olarak dogru buluyorum, ama sizin etik dediginizde romantizmin keskin kokusunu da almiyor degilim..Cemaat mi “dusen” efendim? Sadece Hollanda’da her sene kac adet sirketle ne kadar para kazaniyorlar biliyorsunuz diye dusunuyorum..
Hepsini gecelim sikca kullandiginiz ulusalci kavramini tarif eder misiniz? Bunlarin icinde sol kemalistler var mi yok mu sizce? Eger bi tane bile varsa, Fetoyla nasil ayni kefeye koyabilirsiniz? Eger hic yok yahu diyorsaniz, duzeltmek isterim: var efendim var.
Velhasili anarsist cerceveden dahi anlamlandiramiyorum yazdiklarinizi. Bin bir yuzlu, sahtecilik ustasi, katil, zengin ve emperyalist isbirlikcisi yobazlara, devlet erkine gicigiz diye sahip cikmak…Ama sizinle yazisabilmek guzel. Sevgiler saygilar hocam. Yine tek bi cumleyle agzimin payini verecekseniz simdiden caniniz sagolsun 😉
Al birini vur Ötekini
Durruti Column deyince akan sular durur.
Bugün AKP ile ittifak halindeki ulusalcılardan kastım İP ve Aydınlık çevresidir. Kemalist Cumhuriyet ve CHP bu konuda doğru bir tutum içindedir.
Cemaati savunmadım, sadece devlet operasyonuna karşı çıktım. Geçmişte tek bir anarşist ergenekon davalarına karşı çıkmazken (hatta esasen desteklerden) nasıl karşı çıktıysam öyle. Ve o zaman Ergenekon’a karşı çıkmam ulusalcıları eleştirmeme nasıl mani olmadıysa öyle. Eh bu sefer beş altı cümle oldu herhalde. 🙂 Sevgilerimle
Sayın Zileli, diyelim ki fethullahçı cemaatin unsurları roboski katliamına karışmış, hrant dink katline karışmış ve bunun gibi bazı cinayetleri ergenekon vb. adlarla tasfiye etmek istedikleri güçler üzerine yıkmaya çalışmış ve bundan da emin olsanız cemaate destek verir miydiniz?
ben cemaate destek vermiyorum, yanlış anlaşılmasın. Sadece devletin operasyonlarına karşı çıkıyorum, her zamanki gibi. Cemaatin Hırant Dink cinayetinde önemli rolü olduğu açık. Bu cinayeti AKP, cemaat, Mit birlikte örgütleyip yürürlüğe koydular. Bu durumda Hırant Dink cinayeti nedeniyle sadece cemaatin polislerine yapılacak bir operasyon da sahte olacaktır. Kısacası, siyasi amaçlarla yapılan her türlü devlet operasyonuna karşı çıkmak gerekir. Daha daha da kısacası, her türlü devlet operasyonu düşmanımızdır.
Varsa bir bildiginiz onu deyin! Adi bir suc islemis brini bile gerekirse savunulur ege asiri,yada haksizca yargilanir,iskenceye,sidete ugrarsa…
Söyleyin yanlis olani..biz bilmiyoruz siz hicmi hic..
AKP yi elestirecekeniz.ona Neden dün beraberdinizsimd düsma oldunz deyin. Neden foyanii or ikarina akniz basina geldiniz deyin.vs..
Ama acikca TR.e devleticine Devlet kurmaga calisan F- cileri masum görmeniz anlasilacak degil..
Hep gizli devletcilerin yanindasiniz msssalllahhh!
Hirsizlarin,canilerin mesruluk Hakki bize düsmedigi gibi bu kökü kazicilarin var olma hakkini,yasama hakkinida savunmayiz..
Nerde dInci,millyetci .abuk sabuk varsa G.Zlide orda kurtaricisi..
Gazete yazarlarına göz attım.. Çok acıklı halde adamlar var..
HB Kahraman… Derin tespitler, derin analizler… Rezilliğin analizi hariç.. Salak bir bilgisayarın da yapmayacağı “rasyonel analizci” palavraları…
Ali Bayramoğlu… Zavallı. Dürüst kalmaya çalışan ama iktidarı da üzmek istemeyen… Bir bulamaç yani..
Markar Esayan.. Mahçupyan’ın izinde… sonra “affedersiniz ermeni..” diyenlerin yanında durmanın kabız cümlelerinin sonunda ne kadar da anlaşılır ve burnu kapattıracak duygus sömürüsünün çıkarttığı cümleler… ”
Öfkelenmenin, haksızlık, mazlumluk romantizmi yapmanın hiçbir faydası yok. Bu kavgayı Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu, kurmaylar veriyor. Ancak her bir vatandaşın da onlara sahip çıkması tarihi bir mesuliyet. Bu ise sadece oy vermekle değil; iyi bir ebeveyn, işini iyi yapan bir muhasebeci, iyi bir bürokrat, bakkal, namuslu, çalışkan ve cesur bireyler olmakla olabilecek bir şey. Büyük kuşatma ancak böyle aşılabilir. Yoksa şu noktadan sonra gelecek olan vesayet değil, esaret olacaktır.”
Bu adam “esaretin” ne olduğunu bilecek acılı tarihi yaşamış bir halka yakışıyor mu?
Her insanın geçmişinde utanacağı anılar olabilir.. ama sebepleri insani ise yüzleşilebilir… Bu adam yüzleşemeyecek şekilde yazma iddiası gösteriyor. Yalnızca “geçim dünyası” ile savunulamayacak kadar “secde” etmiş..
***
1908 de İttihat Terakki’nin, Enver, Talat’ların partisinin Ermenilerden de destek aldığı söylenir… Şimdi anlıyorum… Bazı insanlar ölümsüzdür; o gün Talat’a destek verenler, halkını katillerine hizmet ettirmek için yarışanların da yineleyen “genleri” ölümsüzmüş…