Bir Faşistle Nasıl Tartışılır?

 

 

AKP’lilerin yanında safını almış, “saray savaşı” diyenlere ateş püskürüyor. “Savaşa Hayır” diyen Tabibler Odası’nı “bozgunculukla” suçluyor. Elinde yetkisi olsa, hiç tereddüt etmeden “bozguncu” diye nitelediği savaş karşıtlarını anında “vatana ihanet”ten duvarın dibinde kurşuna dizdireceğinden kuşkunuz olmasın. Aynı Hitler’in, on binlerce savaş karşıtını, Yahova Şahidi’ni, anti-faşisti, komünisti ve anarşisti “vatan haini” diye niteleyip kurşuna dizdirdiği gibi.

Gözü öylesine dönmüş ki, Tabibler Odası’nı ve diğer savaş karşıtlarını “bozguncu” olarak nitelerken, AKP iktidarının yedeğindeki ÖSO haydut ve katillerini bile “vatan kurtaran aslan” olarak desteklemekten çekinmiyor. Şu işe bakın, başından beri anti-emperyalist tutumda ısrar edip Suriye’deki emperyalist güdümlü kiralık güruhlara karşı çıkanlar bugün “bozguncu” olmuş, emperyalistlerin ve bölgesel hegemonyacıların desteklediği, ÖSO gibi silahlı katil güruhları “emperyalizme karşı savaşan kahramanlar” olarak alkışlanıyor.

Elbette ki bu, Türkiye’deki faşizmin tutumudur, kendisi de saf faşizmin temsilcisi. Ne var ki, CHP’liler bir faşistle nasıl tartışacaklarını bilmiyorlar. Çünkü bir başka ülkedeki askeri harekâta onay verdiğiniz an faşizmin sath-ı mailine girmişsiniz demektir. O noktadan sonra ÖSO ile birlikte hareket edilmesine karşı çıksanız ne olacak ki? Bir kere savaşa ve harekâta onay vermişsiniz. Bu, faşizmin saldırganlığı karşısında mücadeleyi kaybettiğinizin açık kabulüdür. Neden Ahmet Hakan’ın tartışma programında bir tane HDP’li yok. Çünkü HDP, saldırgan savaş taraftarı koalisyonun ya da konsensüsünün karşısında yer alıyor. Faşizmin sınırlarını zorlardı bu.

Yarın sabah erken bir saatte dizimden ameliyat olacağım. Erkenden uyumam gerekiyordu. CNN’de Ahmet Hakan’ın programnı 23.00’e kadar izlemek zorunda kaldım ve alelacele bu yazıyı yazıyorum. Belki güzel ve ikna edici argümanlar getiremeyeceğim bu yazıda. Yine de yazmak gereğini duydum. Benim açımdan uyku ilacı gibi bir şey bunu yazmak.

Tutumumu apaçık ortaya koyuyorum. Faşizmin gürültüsüne ve tehditlerine bırakılmamalıdır meydan. Bir canımız var. “Sol”dan gelip faşizme iltihak eden ve savaş karşıtlarına saldıranların karşısında ne gücümüz varsa karşı durmak boynumuzun borcudur.

Başta Tabibler Odası, programda sözü geçen savaş karşıtı bildiriyi imzalayan 171 kişi de dahil olmak üzere tüm savaş karşıtlarını selamlıyorum.

Sarayın savaşına hayır.

Başka ülkelerde yürütülen her türlü askeri harekât yanlıştır ve bunun bedelini emekçiler, yoksullar, yoksul çocukları ödemektedir ve faşizmi durduramazsak ödemeye devam edecekler.

 

Gün Zileli

29 Ocak 2018

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

365 comments

  1. Gün Hocam öncelikle geçmiş olsun. Bir an önce sağlığınıza kavuşmamız dilerim.
    Artık aklın,insafın ve vicdanın bulunmadığı bir zeminde ve zamanda yaşıyoruz.
    Dolayısıyla herhangi bir tartışma yöntemiyle faşizmi ve faşistleri ikna etmenin ya da haklılığı kabul ettirebilmenin de olanağı kalmadı.
    Öyleyse yıkılsın Roma ve yeniden kurulsun.
    Saygılar….

  2. İhtiyar çoban

    Geçmiş olsun. İyileş, daha da sağlam ol.

    Aşağıdaki şiirimin içinde, Koca kurt Gün de var:

    *
    Dumrul’dan, Ruşen’den. Deniz’den;
    Kerem’den, Garip’ten, nazım’dan;
    Mansur’dan, Nesimi’den, Pir Sultan’dan;
    eşkıyadan, aşıktan, abdaldan beri ve onlarla
    biz isyanı, aşkı, esrikliği ve sihri,
    ne çok severdik.

    Soyunup bazen benliğimizden, varmak için insanlığa,
    işimizin gücümüzün arasında deli dolu;
    düşüncelerimizin içinde sakin, bazen coşkulu;
    yaralı bereli gibi ve yorgun,
    kadeh kadeh kendimizi içerdik.

    Geceleri sessizlikte,
    kağıtların, yazıların içlerinde gezerdik.
    Asi ve aykırı o bahçede,
    nice ne güzel sözler söylenmişti.
    Ve onlar renk renk, söz söz, en güzel çiçeklerdi;
    sevdiklerimiz gibi.

    Biz evden barktan geçmeyi,
    canımızı unutmayı da severdik.
    Çiçeklerde yaşamayı, balı bulmayı, özü bölüşmeyi;
    yoksulluğu, açlığı, çulsuzluğu;
    kimsesizliği de bilirdik.

    Çağlar içinde, özverili yiğitlerdik.
    Bir destansı savaşı;
    o savaşı kazanacağımızı, yenileceğimizi;
    var olmayı da, yok olmayı da
    bir çok şeyi de gözetirdik.

    İsyanın, aşkın, esrikliğin
    ve sihrin engin denizlerinde,
    en uzakta, en ötede;
    en derinlerdeydik biz.

  3. Ben sadece Dersim konusunda chp’li sakallı vekilin etkisizliğine sinir oldum. Perinçek onunla top gibi oynadı resmen. Vekil çok çok pasif kaldı ve hep savunmadaydı. Sanırım sen de buna sinir oldun daha çok. Yoksa savaş konusunda söyledikleri pek çok makul insanın da savunabileceği şeyler. Devlet çıkarları söz konusu ve bu konuda da Türkiye devleti, abd destekli bu büyük tehdidi sessizce izleyemezdi. Ama baştan daha farklı bir politika izleyip daha başka yollarla siyasetini belirleyebilirdi.

  4. “Bir Faşistle Nasıl Tartışılır?”

    Tartışılamaz. Ne söylerseniz söyleyin sadece küfür yersiniz.

    Bu sitenin malum küfürbaz faşistinden yediğiniz gibi.

  5. Sevgili Gün,

    Çabuk iyileş. Gözlerinden öperim. Kısa erimde görüşmek dileğiyle ben de “Savaşa Hayır” diyorum. Sevgi ve dostlukla.

  6. “Yarın sabah erken bir saatte dizimden ameliyat olacağım.”

    Gecmis olsun. En kisa zamanda nekahat donemini de atlatmanizi dilerim.

    “Başta Tabibler Odası, programda sözü geçen savaş karşıtı bildiriyi imzalayan 171 kişi de dahil olmak üzere tüm savaş karşıtlarını selamlıyorum.”

    Istediginizi selamlayabilirsiniz, tabii ki.

    Ama, heyecandan arindirarak bakmak gerektigini dusunuyorum.

    ‘Tabipler Odasi’ dedigimiz sey bir meslek kurulusudur. Bir tur cati organizasyonu.

    STK (Sivil Toplum Kurulusu) degildir; cunku, kanunla kurulmus, ve kanun sayesinde, o meslekteki insanlarin uzerinde tahakkumu olan bir yapidir.

    Yani, eger tahakkum (fasizm?) ile sorunlariniz varsa, once buradan baslamaniz gerekir.

    Bunu bildiginize eminim, ama iskalamagi tercih ediyorsunuz gibi gorunuyor.

    Iskalamak tercihinizin de ‘yakisiyor haspaya’ turunden bir gerekcesi oldugunu dusunuyorum; yani, aradabir, sizin hosunuza gidecek seyler soylediklerinden dolayi.

    Ve, siz, bu ‘cikis’lari ciddiye aliyorsunuz; anlasilan.

    Ben bu bakisin sorunlu oldugu kanaatindeyim: Yapmasi gerekeni yapMAyan, yapMAmasi gereken seyleri de yapmakla mesgul olan yapilar, bence, var edilis sebepleriyle celisirler; lagv/ilga edilmeleri, yok edilmeleri gerekir.

    Zurnanin detone oldugu yer de tam olarak budur: Bu yapi, Tabipler Odasi (ya da benzer diger ‘oda’lar), olmadik zamanlarda –uzerlerine vazife olmayan konularda– ‘cikis’lar yapip, aldiklari tepkiler sayesinde ayakta/hayatta kaliyorlar.

    Yani, guya ulvi amaclari varmis da, o amaclara hizmet etmeleri engelleniyormus gibi bir hava yaratmaga calisiyorlar.

    Yok boyle bir sey.

    Tabipler Odasi’nin amaclari ilgili kanunda yazilidir.
    O kapsam da, meslek mensuplarinin cikarlari ile sinirlidir.

    Yani, tabiplerin tayin ve terfileri, ozluk haklari, calisma sartlari, gelirleri/maaslari vb.den bahsediyoruz.

    Kisacasi, bildigimiz bir cikar grubundan bahsediyoruz: Tabiplerin cikarlari.

    Bu grubun cikarlarini ne kadar iyi savunduklarina bakarak, basarili olup olmadiklarina karar verebiliriz.

    Baska, ve ustlerine vazife olmayan konularda lakirdilar ediyorlarsa, hem isguzarlik yaptiklarina (kendilerine ait olmayan tribunlere oynadiklarina) hem de basarisizliklarini boylece ortmege calistiklarina hukmetmemiz gerekiyor.

    Bunu yapamiyoruz; cunku, icimizde hala daha siyaset-disi aktorlerden medet umanlarimiz var.

    Sirf kulaga hos gelen bazi ‘cikis’lar yaptiklarina bakarak, aslinda coktan dumura ugramis bu yapilardan bir fayda elde edilebilecegini sananlarimiz hala daha var.

    “Tutumumu apaçık ortaya koyuyorum. Faşizmin gürültüsüne ve tehditlerine bırakılmamalıdır meydan.”

    Siyaset-disi aktorlere prim vermenin sonunun ne olacagi konusunda farkli dusunuyoruz. Bu belli. Ve, bence, uzucu.

    Cunku, kanunla kurulmus bir ‘oda’nin olmadik seylere maydanoz olmasina prim verirseniz, TSK’nin (ya da baska benzer bir yapinin) da siyasi aktor rolune burunmesinin yolunu da dosemis olursunuz –bu noktada, ‘cehennemin yollari iyi niyet taslariyla dosenmistir’ metaforunu hatirlamak faydali olabilir.

    [171 kisi konusuna da deginmek istiyordum; ama, yerim dar, yenim dar. Baska bir zamana kalsin.]

  7. ahmet aslan Heybeliada

    sevgili gün zileli umarım kolay geçer, şimdiden geçmiş olsun, geçen senelerde , kısa süreli iki parmağım kesilmiş toplam 4 ay yatmıştım.devamı daha komediydi iyiki izlemediniz.

  8. Gün Zileli ye dr.lar yardım edeceğini umuyorum.
    Bu baştaki zır deli ve zuppeye hiçbir dr.yardim edemez.
    dr.larina karşı gelen,hapsettiren kaçık..
    Bu Karadeniz kacigi istediğini yapıyor.kimseyi,hatta kendi tayfasini bile takmıyor.ortada AKP de Yok..
    Ortada bu serseri ve onu kısmen menfaat, kısmen gönüllüsü, çoğu da korkuyla destekleyen millet var..
    Bu deliyi bu millet desteklesin, yarınki millet hesap sorar..
    Naziler Nürnberg de asilirken Alman halkının umrumda bile değil di dünyada yankı uyandırırken…
    İşi dolayısıyla dünyayı görmüş,6 dil bilen Zürih li birisinin dediği gibi;
    Erdoğan Türkiye’yi temsil etmiyor.. Türkiye modern ülkedir.. ortaçağ kafalı erdogan..
    Soğuk ve sıcak savaşın doruğunda, Vietnam Savaşı’nda bile ABD deki savaşa karşı gösterileri TV.de görüyoruzda, küçücük halka karşı bu denli katliama hayır demek bile ülkede yasaklanıyor da…

    Artık bundan sonra eylem konusunda düşünmek gerekiyor..

    Hürriyet gazetesi evetli, hayırlı anket düzenleyebilir.
    Savaşa evetmi hayirmi?
    Oglunuzu,kardesinizi,sevdiginizi yolarmisiniz?
    Erdoğan’ın sayı kaç.kac oldu, öldürme merakı ahlaksızlık mi?
    Tabiblere ve aydinlara yasaklaması dogrumu?
    Böyle bir baskı demokrasi ye uygunmu?
    Batı’nın silahlarıyla batıya meydan okuma si inandiricimi?
    Suriye’deki Kürtler TR yi tehtid ediyor, korkutuyor mu?
    Genç askerlerin bu şekilde ölüme yollamak degermi?
    80 milyon un tüm uçak,tank, modern araçlarla küçücük bir halka savaşmaya kalkması ahlaki mıdır?
    Bu kahramanlık mıdır yoksa alçaklık mi?
    Böyle bir anketi YouTube dede yapılmali.
    Amaç kesinlikle gerçekten milletin gerçek tavrını ortaya çıkarmaktir..

    Ve artık derhal tabibler için yürüyüşler duzenlenmeli.. başlangıç bu olmalıdır..
    Her yerde savaşa karşı bildiri ler, gösteriler, grevler veve.. sonrası da gelecek..

    Daha önce necip için yazdığım yayinlanmamisti..bir baksaniz..

    Bu kudurmus deli, ölümü haketmiyorda kim hakediyor?

  9. Doğu Perinçek düşmanlığı gerçekten takıntı haline gelmiş sizde Gün Zileli. Bir kere olsun Perinçek sizin hakkınızda konuştu mu? Komikleştiniz

  10. Geçmiş olsun ağabey.Bu gůnlerde geçer gülme sırası bize de gelecek.

  11. SAĞLIĞINA ÇABUK KAVUŞMANI DİLİYORUM….

  12. Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir.

  13. Kırk dereden su getirmişsiniz yine. Tabibler Odası bir doktor kuruluşudur, doktorların savaşa bakışını özetlemiştir. Çok da iyi etmiştir.

  14. ben de sevgi ve saygılarımı yolluyorum. Ameliyat başarılı geçti.

  15. “Kırk dereden su getirmişsiniz yine.”

    Hic dereden su getirmemek yani susuz birakmak daha mi iyi?

    “Tabibler Odası bir doktor kuruluşudur, doktorların savaşa bakışını özetlemiştir. Çok da iyi etmiştir.”

    Doktorlarin (tabiplerin) goruslerini temsil eden bir yapidan bahsediyormus gibi soyluyorsunuz bunu.

    Alakasi yok.

    Butun ‘oda’lar gibi, ‘Tabibler Odası’ da (o meslegi yapan) herkesin zorunlu olarak uye yapildigi bir ‘sey’dir.

    Uyelerinin hangisinin hangi goruste oldugu, o goruslerin yonetime ne kadar yansidigi bilmek mumkun degil.

    Neyse.

    ‘Follow the money’ prensibine gore, isin para tarafina bakalim:

    Sadece aidatlar uzerinden yilda 30-40 milyon TL para toplarlar –buna aidat-disi ivir zivir paralari dahil degil.

    Bu paralarin yuzde 10’u (kanunda yazdigi icin) ‘Tabipler Birligi’ne aktarilir. [Sebebini bilen var mi?]

    Bu paralari kimse bu ‘oda’ya gonullu vermiyor. Zorunlu oldugu icin, devletin koydugu kanun yuzunden veriyor.

    Hem devletin kucaginda oturmak, hem de ‘hadi yavrucum, kufret amcalara’ modunda cikislar yapmak cok da akillica degil bence.

    Birkac satirlik bir kanuna bakar.

    Bence, boyle bir kanun cikarilip, ‘oda’ denen garabetleri ‘dernek’ statusune indirgemek gerekiyor. Isteyen, isterse, istedigi dernege uye olabilsin.

  16. siz iyi danışman olurduruz saraya. Ha gayret.

  17. “siz iyi danışman olurduruz saraya. Ha gayret.”

    Sizden baska takdir eden de yok, malesef.

    Tanidiginiz birileri vardir umarim; bir tavassut etseniz.. 😉

  18. Almanlarin, ilk bakista kolay anlasilmayan, guzel/ilginc bir sozu var: ‘A diyen, B de demek zorundadir’.

    Yani, bir konuda birsey diyorsaniz, daha sonra soyledikleriniz onunla tutarli (onun devami) olmak zorundadir.

    Simdi..

    Tabipler Birliginin/Odasinin su sozune bakalim:

    “Savaş, halk sağlığına yönelik ciddi bir tehdittir ve halk sağlığı sorunudur.”

    Bu sozun devami nasil getirilebilir?

    Savas, halk sagligi sorunu ise, ve bu konuda soz soylemek (bkz 6023 nolu kanunun 4nc maddesi) TTB’ye de duserse (ki, epeyi zorlarsak, o anlama da cekilebilir), o zaman, bir savas karari alinacagi zaman, TTB’nin de gorusu mu alinmalidir?

    Yani, TTB’yi Milli Guvenlik Kurulu’nun uyesi mi yapmak lazim?

    TTB’nin ortulu talebi bu mudur?

    Degilse, onca lakirdinin anlami nedir?

  19. esas sizin bu lakırdılarınızın anlamı nedir?

  20. D:Perinçek’e başvurmanız daha mantıki olur. Onlar kayyuma falan kadro sağlıyorlar.

  21. “esas sizin bu lakırdılarınızın anlamı nedir?”

    Ozgurlukler konusunda hassas oldugunuzu saniyordum.

    Devletin ‘resmi’ (hadi, ‘yari-resmi’ diyelim de hatirlari kalmasin) bir kurumunun [TTB’nin] kendi var olus amaci (raison d’être) ile celisen bir ‘cikis’ini matah (ya da anlamli) bir seymis gibi, selamlamanizi yadirgiyorum.

    Dahasi, diger butun ‘oda’lar gibi, TTB’nin de ‘ozgurluk’ kelimesinin hicbir anlami ile uzaktan yakindan iliskisi olmadigini nasil da goremiyor oldugunuza baktikca sasiriyorum dogrusu.

    Dertlerinin halk sagligi filan olmadigini biliyoruz. Bkz. Cernobil konusunda ne yaptiklarina –daha dogrusu, yapMAdiklarina.

    Dertlerinin ozgurluk ya da baris filan da olmadigi asikar.

    Asikar, cunku dertleri ozgurluk olsaydi, ‘oda’ gibi bir resmi organ degil, dernek filan olurlardi. O amacla ‘cikis’lar yaparlardi. Bu ‘oda’nin oyle bir sicili yok.

    Baris filan da degil; cunku, nerede ve ne zaman ‘baris’ istedikleri konusunda bu kadar secici olmazlardi. Her yerde ve her zaman baris isteyen birileri bunu her yerde ve her zaman dile getirir. Bu ‘oda’nin oyle bir sicili yok.

    Sirf bunlari soyledigim icin, beni, Saray’dan tutun Perincek’e kadar bir dizi adrese yonlendirdiginize ise sasirmiyorum.

    Sasirmiyorum; cunku, benim ‘prensipsiz devirmeci’ dedigim yaklasimin gelip gelip toslayacagi noktanin burasi olduguna iyi bir ornek teskil ediyor.

  22. Necip’in bu – ve her zamanki – lakırdılarının anlamı belli: İktidar yandaşlığı.

    Ne de olsa “iktidar”ın olmadığı bir toplum düzeni olamaz, çöker. Hepimiz “iktidar”ı desteklemeliyiz ki çöken düzenin altında kalmayalım.

  23. öZGÜRLÜK DÜŞMANLARININ DERDİ SİZİN DE DERDİNİZ OLMUŞ, BELLİ Kİ.

  24. İzdivaç Ve “İktidar” Programları

    Hükümet, kaldırdığı izdivaç programlarının yerine “İktidar Programları”nı koysun.

    Bu programlarda, birbirlerinden değerli konukların katılımıyla, muhaliflerin çeşitli görüşleri eleştirilerek neden iktidarı desteklememiz gerektiği, hele hele “iktidar”sız bir düzenin neden mümkün olamayacağı tartışılsın.

    Programın sunucusu ise, elbette ki, sn. Necip olsun.

  25. “Hepimiz ‘iktidar’ı desteklemeliyiz ki çöken düzenin altında kalmayalım.”

    Ben boyle bir sey demedim; ima dahi etmedim.

    Tamamen yanlis anlamissiniz.

    Benim dedigim su:

    ‘Iktidar’a karsi olmak, ya da ‘iktidar’dan uzak durmak, ‘iktidar’i yok kilmiyor, kilmaz.

    Sadece, ‘iktidar’in sizi yok saymasina hizmet eder.

    Onun yerine, ‘iktidar’in bilesenlerinden birisi olmak, yanlisliklarini duzeltmek, sizin diyeceklerinizin de kaale alinmasini saglamak bence daha akillicadir.

  26. “öZGÜRLÜK DÜŞMANLARININ DERDİ SİZİN DE DERDİNİZ OLMUŞ, BELLİ Kİ.”

    ‘Ozgurluk dusmanlari’nin tersi, herhalde, ‘ozgurluk dostlari’ olsa gerek.

    Eger dogruysa, siz, TTB gibi yapilari ‘ozgurluk dostlari’ taifesinden sayiyorsunuz diye mi anlamaliyiz?

    Baska herseyi, her ozelligi, ‘ozgurluk’ten baska herseye hizmet eden, o amacla kurulmus, bir yapiyi boylesine sahiplenisinizi gordukce imreniyorum.

    Imreniyorum; cunku, ben hic bir zaman ‘guzel laflar’ edenlere derhal kendimi bu kadar resonant hissedemedim.

    Ziya Paşa sag olsaydi, TTB’ye su gozle bakmanizi salik verirdi, eminim:

    Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,
    Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde..

  27. Necip bey hangi konuda doğru temelde yorum yaptiki şimdide dr.larin işine karışıyor.

    Çernobil için dediklerin gene yanlış..
    Çernobil gibi nükleer felaketlerde radyasyon,zehir çalışma 30 km.alanda etkili olur önce..
    Sonra bulutları,yada akan sularda uzaklari etkiler..
    Çernobil felaketiyle zehirlenen bulutlari rüzgar nereye götürür ve yağış olarak inerse orayı etkiler..
    Bilinen kaba bilgi şu; yüzde 70 Belarus üzerine yağar ve orda anormal bebek doğumları ve insanlarda kanser olayı patlar..vidyolarina bakılacak gibi değil korkutucu.
    Bulutlar Ukrayna üzerinden Karadeniz’e Avrupa’nın hatta ABD nin birkismina gidip yağış olarak düşmesiyle oraları etkilemiştir.yoksa yakınındaki Ukrayna şehitleri etkilenmemiş.

    Bu kadar araştırma yaptığına göre Bilmen gerekiyordu .
    Neden habiplere karsisindasin? Onlar savaşa karşı olduğu için..
    Neden kapatilmasini istersin? MHP vari fasust fikrin olduğu için.
    Çok açık ve net..
    Habipler birliği ülkenin en cesur çıkışını yaptı..o bir çıradir.
    Etekleriniz şimdiden tutuşmuş..
    Sende kendini çok açık ve net gösterdin..

    Hasta ülkenin hasta yöneticilerin en çok ihtiyacı olduğu içinde bu kuruluşun arkasında olmalıyız..

  28. “İktidar İyi De Çevresi Kötü”ye örnekler

    Sünni’li Şii’li İslamcılar: İslam iyi de çevresi (Emeviler, Hariciler, Rafıziler, Vehhabiler vb.) kötü
    Sağ’lı Sol’lu Kemalistler: MKA iyiydi de çevresi (CHP’nin İnönü’cü ya da sonraki DP’li kanadı) kötüydü
    Dünkü AKP’liler: TSK iyi de çevresi (Ergenekon, Balyoz) kötü
    Bugünkü AKP’liler: RTE iyi de çevresi (FETÖ) kötü
    Bazı Kürt ulusalcıları: PKK iyi de çevresi (TAK vb.) kötü
    Necip: TTB iyi de çevresi (veya başı, yönetimi vb.) kötü

  29. “Çernobil gibi nükleer felaketlerde radyasyon, zehir çalışma 30 km. alanda etkili olur önce..

    Sonra bulutları, ya da akan sularda uzaklari etkiler..
    Çernobil felaketiyle zehirlenen bulutlari rüzgar nereye götürür ve yağış olarak inerse orayı etkiler..

    Bilinen kaba bilgi şu; yüzde 70 Belarus üzerine yağar ve orda anormal bebek doğumları ve insanlarda kanser olayı patlar.. vidyolarina bakılacak gibi değil korkutucu.

    Bulutlar Ukrayna üzerinden Karadeniz’e Avrupa’nın hatta ABD nin birkismina gidip yağış olarak düşmesiyle oraları etkilemiştir. yoksa yakınındaki Ukrayna şehitleri etkilenmemiş.”

    Detaylarda bazi duzeltmeler gerekse bile, bu yazdiklariniz yeterince dogru.

    Turkiye ahalisine, Cernobil’in tam olrak nerede oldugu bile anlatilmadi.

    El cabuklugu marifet, sanki Cernobil Kirim sahillerindeymis (Sivastopol’da filan) gibi; ya da Cernobil’den dogrudan dogruya Dogu Karadenize bir hava akimi varmis gibi anlatildi.

    Bunlarin tamami fasafiso idi ve bunu en iyi bilmesi gerekenlerin basinda da –turlu cesitli muhendislerin oldugu– TMMOB (Turkiye Mimarlar Muhendisler Odasi) gelir.

    Ama, agzini acan olmadi.

    Yok ‘radyasyonlu cay icti’ yok ‘icmedi’ lagalugalari ile gecti bunca sene. Ve, ayni odalar, hala daha ayni sakizlari cigniyorlar.

    “Bu kadar araştırma yaptığına göre bilmen gerekiyordu.”

    Aslinda daha da fazla arastirma da yapmtim.

    Cernobil’de sizan radyasyonun kiloton cinsinden karsiliklarini bulup, 70-80 senedir atmosferde infilak ettirilen nukleer bombalarla da kiyaslamistim.

    Cernobil’deki sadece bir sizinti idi; digerleri ise acikca atmosferde patlatilan bombalar.. Hem de kac tane.. bir degil bes degil… yuz adet kadar.

    Dolayisi ile, Cernobil bunlarin yaninda devede kulak bile degildi. [O calismam bir yerlerde duruyor. Arayip bulmam lazim.]

    “Neden [t]abiplere karsisindasin? Onlar savaşa karşı olduğu için..”

    Hayir. Sebep sayisi cok.

    Ustlerine vazife olan konularda susup, olmayan konularda konustuklari icin. Yani, samimi olmadiklari icin.

    “Neden kapatilmasini istersin? MHP vari fasust fikrin olduğu için.”

    Bir siyonistin bunlari soylemesini ciddiye almiyorum tabii ki.

    Ama, konunun kendisi uzerinde daha once (bkz yukaridaki gonderiler) yazdim zaten. TTB/TTO ‘ozgurlukcu’ filan degil. Olamaz da zaten.

    Sirf kulaga hos gelen, belli tribunlere oynayan bir lakirdi ettiler diye bu degisecek degil.

    Ufak tefek kahramanlik goisterileriyle kimin gozunu boyadiklarini bilmiyorum; ama ben onlardan biri degilim.

  30. Seyrek de olsa kendi yazdiklarimdn alinti yapmak, onlara ek yapmak gerekebiliyor.

    Yukarida sunlari yazmistim:

    “Onun yerine, ‘iktidar’in bilesenlerinden birisi olmak, yanlisliklarini duzeltmek, sizin diyeceklerinizin de kaale alinmasini saglamak bence daha akillicadir.”

    Simdi, size, NATO’nun ilk Genel Sekreteri olan Lord Hastings Lionel Ismay nam keferenin su sozlerini ornek vereyim:

    “he famously said was created to ‘keep the Soviet Union out, the Americans in, and the Germans down.'”

    Simdi de meal veriyorum –estaguzibillah:

    “[Nato’nun yaratilmasinin ardindaki gerekceleri] su meshur sozleri soyledi: ‘SSCB’yi disarda, ABD’yi icerde, Almanya’yi da asagida tutmak icin’.

    [ https://www.nato.int/cps/su/natohq/declassified_137930.htm ]

    Bunu soyleyen bir Ingiliz (British)… Dunya iktidarini ABD’ye kaptiran (birakmak zorunda olan) Britanya Imparatorlugunun elitlerinden birisi..

    Iktidari kaybetmis olduugu icin dunyaya/ABD’ye kusmek yerine, kendi akillarinin da devrede oldugu bir yapiya onayak oldular. Boylece, ABD’yi icerde tutup gereginde frenleyebilmek icin.

    Alternatifine kiyasla, basarisiz olduklarini da soyleyemem.

    Tabii ki, yine de siz bilirsiniz.

    Iktidara karsi olup, kusup, uzak durup, bir omur ‘iktidar beni adam yerine koymuyor’ sikayetleriyle kendinizi cok saf/temiz/masum sanmaga devam edebilirsiniz.

    Nam-i diger ‘etkisiz eleman’ olmanin da muhakkak buyuk hazlari vardir.

  31. İhtiyar çoban

    Necip mecip, dalkavuk yaranmışlığıyla sığ ve sağ çöplüğün cırtlak sesi. Lafazan. Bu çöplüğü basının büyük kısmının, kandırılmış, satın alınmış, kiralanmış trol kalabalığının dezenfekte edilmesinin yolları var. Ancak bu Necip mecip beberuhinin bir güzel ağzının burnunun dağıtılması, kaburga kemiklerinin ve kuyruk sokuğu kemiğinin kırılması elzem. Düşme elime necip mecip, hurdaya dönersin.

  32. “Ancak bu Necip mecip beberuhinin bir güzel ağzının burnunun dağıtılması, kaburga kemiklerinin ve kuyruk sokuğu kemiğinin kırılması elzem.”

    Eh, beyan ozgurlugu var.

    Bu da bu hirtin beyani.

    Acikca tehdit ediyor.

    Ekran ciktisini kaydediyorum.

  33. İhtiyar çoban

    Necip mecip, seni sevmek, okşamak zorunluluğum yok. Sen bende dayak atma isteği uyandırıyorsun. Bilecen ve saygısız sevgisiz ifadelerinle kızılmayacak biri değilsin. Gerçi seni seven var mı onu da bilmiyorum.

  34. Bu kadar saçmalık ya kendini yada başkasını deli eder.

    Konuştukça saçma ve Nazi bozuntusu laflar ediyorsun.

    Bulutlar Ukrayna üzerinden Karadeniz’e giderken yağış olmazsa ukraynayi etkilemez.
    Stuttgart a gelen bulutlar yağdığında otları zehirler, onları yiyen ineklerin sütünde radyasyon olduğundan satışı durdurulur.
    Hakkından asla vazgeçmeyen Almanlar sscb den tazminat ister.bulutlar Avusturya üzerinden gelsede oraları etkilemez.yagmayan yerleri etkilemez.
    Daha nasıl izah edilir bilmem..

    Çok yaman olduğun hep nazice komplo teorileri ni burdada gosteriyon.

    Atom bombası 1-3kg.lik.arindirilmis uranyumken atom fabrikası ndaki tonluklarla olup 100-2000 sene radyasyon saçar..

    Atom bombası deneyleri deniz altında, yeraltında yapıldığında etkisi daha azalır.tabii canlı bırakmadan..
    Tüm maddeler radyoaktif olduğundan atom bombasının geniş deniz, yada yeraltında kütleye yayildigindan dozu Çernobil gibi etkili değil.

    Habipler kendi işini yapsın..otursunlar kaç asker yaralansin , ne kadar ???? kazansın onların hesabını yapsın!
    Demokrasi kurum, kuruluşlarla koksalar..sadece partilere bırakırsan siyasi meseleleri..bunun adı faşizm olur..bu sitede de bunun örneği.yapma ozaman karşı ysan.

    Antalya’da yazın denizde kafalarına güneş çarpınca ,bu çarpıntıya soğuk bira geldiğini bilen Almanlar zaten sevdikleri içinde biraz fazla kaçırdıklarında hemen Türkler gibi milliyetçi, Nazi kesilir.
    Bizimkide o serhoslardan çok etkilenir..
    Hep o yeni Nazi lakirdilar..
    ABD ne yaptıysa doğru yaptı Almanlara!
    Bugün Almanya dünyanın en önemli ülkesiyse bunu ABD’ye borçlu..
    Ekonomide,demokraside,sosyal yaşamda,siyasi kültürde..
    Necip bey sadece beyniyle düşündugunden anlamaz,kalbi, ciğeri faşist pisliklerle dolu olduğundan..

    Siyonistim.fasist, ırkçı değilim..
    Siyoncular hep faşizm e, ırkçılığa,despotculuga karşı yaşam mücadelesi vermiştir..
    Kafandakki radyasyon değerlerini ölçtur.cok zehirlenmiş..

  35. İhtiyar çobanın tehdidi kötü. Ama aynı zamanda ibret verici. Şöyle ki, ihtiyar çoban savaşa karşı güya, ama kendisine ters fikirleri savunan birisinin kemiklerini kırma isteğini zaptedemiyor. Demek ki savaş karşıtlığı görüntüde.

    Aslında o bir şiddet yanlısı. O aslında savaşa değil, bu savaşa, bu savaştaki taraflardan birine karşı. Ama bunu açıkça söylemeyi bir nedenle uygun bulmuyor. “Savaşa hayır” sözü altına saklıyor gerçek niyetini.

    Tıpkı hdp ve pkk gibi. Onlar da bu savaşta bir tarafın yanında, ama onlar da savaşa karşı çıkıyor.

  36. “Bulutlar Ukrayna üzerinden Karadeniz’e giderken yağış olmazsa ukraynayi etkilemez. […] Daha nasıl izah edilir bilmem..”

    Herhangi bir seyi izah filan ediyor degilsiniz. Haritaya bakmadan konusuyorsunuz.

    Cernobil’e en yakin Karadeniz sahiline (Odessa civarina) 510 km mesafe var.

    Bu 510 km yolu, bulut (hic yagmadan) oyle bir hizla gececek ki, yol uzerinde hic radyaktif etki birakmayacak.

    Ondan sonra da, arada Karadeniz var, tabii ki. Her Allahin gunu yagmur yagan Karadeniz..

    Bizim bulutumuz, isi guc birakacak, hic bir yerde yagmadan, gelecek onca yolu, ve butun pisligini Rize’de birakacak..

    Olacak sey mi bu?

    [Bir de, sunu unutmamak lazim: Cernobil, sogutma kolayligi icin, bir su kaynagina yakin kurulmus. Buyuk reservuarlarin da oldugu bir nehirden bahsediyoruz. Odessa’da denize dokuluyor. O nehir ve o reservuar sistemleri zehirlenmemis, Rize zehirlenmis.. Bak Allahin isine.]

    “Atom bombası deneyleri deniz altında, yeraltında yapıldığında etkisi daha azalır.tabii canlı bırakmadan..

    Tüm maddeler radyoaktif olduğundan atom bombasının geniş deniz, yada yeraltında kütleye yayildigindan dozu Çernobil gibi etkili değil.”

    Bilmeden, arastirmadan oylece salliyorsunuz..

    Digerlerini hic saymasak bile, sirf SSCB’nin atmosferde yaptigi nukleer infilaklarin toplami 266,000 kiloton civarindadir.

    Bu da, ABD’nin Hirosima-Nagazaki’ye attigi bombadan 17,000 kat daha fazladir.

    SSCB, bu bombalari Kazakistan ve Astragan semalarinda patlatmistir.

    Yerden 40-50 km yukarida, atmosferde, patlatilan bunca nukleer bombanin etkilerinden kimse hic bahsetmiyor. Ruzgar on nukleer sacilimi nerelere tasimis, ondan sonra ne olmus.. hic konusan yok.

    Ama, is Cernobil’e gelince, bir sizinti aniden bir patlamadan daha onemli sayilmis; o da –bula bula– butun naletini bizim Dogu Karadeniz bolgemize bosaltmis..

    Yerseniz.

    “Siyonistim. fasist, ırkçı değilim..”

    Yine bilmeden, ya da bilindik haspara taktikleri ile konusuyorsunuz.

    ‘Siyonist’ demek, ayni anda,

    — hem irkci,
    — hem seriatci,
    — hem de ‘apartheid’ci

    demektir.

    Hic bir sey bilmiyorsaniz, Haaretz’in bas editoru Asaf Ronel’e kulak verebilirsiniz.

    http://honestreporting.com/haaretz-editor-im-anti-zionist-and-yes-israel-apartheid/

    http://www.israelnationalnews.com/News/News.aspx/232623

    https://www.haaretz.com/opinion/.premium-israel-resembles-apartheid-south-africa-i-struggled-against-1.5449149

    Bunlari ogrenin artik. Bu kadar cehalet gercekten ayip.

  37. İhtiyar çoban

    Lir,
    Gençliğimden bu yana bir alışkanlık, karşımda bir faşist olduğu zaman benim hep yumruklarım sıkılır. Fakat asla tehdit değil dediklerim: Yani ‘dayaklık olma’ demek istiyorum. Yoksa eski zamanda olsa kafayı çakar geçerdim çoklarına. Şimdi bu durulmuş halim. Ha bir de söylediğin iki oluşum var; ki faşizan yapılardır; ben onlara esaslı bir devrimci şiddet uyguladıydım bir okulda, yıllar önce bir meydanda.

  38. Gazneli Mahmud Ahmedinejad

    Emperyalistbaşı ABD’ye karşı Ortadoğu’da İran’la birlikte anti-emperyalist cephede yer almayan sahte solcular devrimci olamaz!

  39. “Aslında o bir şiddet yanlısı. O aslında savaşa değil, bu savaşa, bu savaştaki taraflardan birine karşı. Ama bunu açıkça söylemeyi bir nedenle uygun bulmuyor. “Savaşa hayır” sözü altına saklıyor gerçek niyetini.

    Tıpkı hdp ve pkk gibi. Onlar da bu savaşta bir tarafın yanında, ama onlar da savaşa karşı çıkıyor.”

    Aslında AKP rejiminin Suriye politikasına karşı çıkanlar birer şiddet yanlısı. Suriye’de AKP politikalarına karşı çıkanlar aslında savaşa değil, bu savaşa, bu savaştaki taraflardan birine karşılar. Ama bunu açıkça söylemeyi bir nedenle uygun bulmuyorlar. “Savaşa hayır” sözü altına saklıyorlar gerçek niyetlerini.

    Tıpkı BAAS rejimi ve Şebbihalar gibi. Onlar da bu savaşta bir tarafın yanındalar, ama onlar da savaşa karşı çıkıyorlar.

  40. “Gençliğimden bu yana bir alışkanlık, karşımda bir faşist olduğu zaman benim hep yumruklarım sıkılır.”

    Bunun Turkcesi sudur: Karsimdakinin/muhatabimin dedikleri hosuma gitmiyorsa, ya da dediklerini anla(ya)miyorsam, ona ‘faşist’ derim. Sonra da, yumruklarim konusur benim yerime.

    “Yani ‘dayaklık olma’ demek istiyorum. Yoksa eski zamanda olsa kafayı çakar geçerdim çoklarına.”

    Evet. Tipik bir lumpen.

    Ya da, Yeniceri’nin gunumuze kalintisi: ‘Soyletmen, urun!’.

    “ben onlara esaslı bir devrimci şiddet uyguladıydım bir okulda, yıllar önce bir meydanda.”

    Dur nakayim, bunu anlatan guzel bir laf vardi:

    Hah, hatirladim: “Secaat beyaninda, merd-i kipti sirkatin soyler.”

  41. Çok geçmiş olsun abi, umarım şimdi iyisindir.

  42. HDP/PKK'nin "şiddet kültürü"

    “Can Dündar gibilerinin söylediği gibi, şiddet bir “kültür” sorunudur, dolayısıyla “şiddet kültürü” ortadan kaldırıldığında, şiddet de ortadan kalkacaktır! Ve dünyada sürekli “barış” olacaktır!

    Bu hümanist ütopyalar, şiddetin istemsel bir şey olduğunu ya da “kültür” sorunu olduğunu savladığından, zorunlu olarak “istem” ile “kültür”ün kaynaklarına inmek zorundadırlar. Ve bilmek zorundadırlar ki, akli dengesi yerinde olduğu sürece, her kişinin istemi, onun içinde yaşadığı ekonomik, toplumsal ve siyasal ilişkiler ve bu ilişkilerin ulaşmış olduğu düzey tarafından belirlenir. Aynı şekilde “kültür”, içinde yaşanılan ekonomik, toplumsal ve siyasal ilişkilerin bir yansısıdır. Bu ilişkilerden bağımsız ve kendi kendine “kültür” dünyada mevcut olmadığı gibi, tarihte de mevcut değildir.

    Bu nedenle, toplumsal ve siyasal ilişkileri de son kertede belirleyen ekonomik ilişkiler alanından işe başlamak gerekir. İnsanların içinde yaşadıkları sosyo-ekonomik yapı tahlil edilmeksizin, zorun ortaya çıkışı ve gelişimi açıklanamayacağı gibi, tarihte oynadığı rol de anlaşılamaz. Ezenlerin ve ezilenlerin, sömürenlerin ve sömürülenlerin, zenginlerin ve fakirlerin, egemenlerin ve egemenlik altında olanların varolduğu bir dünyada eşitlikten, adaletten vb. söz edilemez. Eşitsizliğin, adaletsizliğin olduğu yerde zorun ortaya çıkması kaçınılmazdır.

    Bizzatihi devlet, egemen sınıfların baskı aygıtı, zor aygıtıdır. Devlet, zorun örgütlenmişliği ve sürekliliğidir. Anayasalar ve yasalar devlet zorunun meşrulaştırılmasının hukuki ifadeleridir; mahkemeler, devlet zorunun yasal ölçüler içinde uygulama araçlarıdır; hapishaneler bu zorun uygulandığı kişilerin içinde bulundukları mekanlardır; polis, jandarma ve ordu devlet zorunun doğrudan yürütücüleridirler.

    Zorun (şiddetin) olmadığı bir dünyadan söz etmek, devletin, yasaların, mahkemelerin, hapishanelerin, polisin, askerin olmadığı bir dünyadan söz etmek demektir. Bunlar ortadan kalkmadıkça, şiddetin ortadan kaldırılabileceğine inanmak, dünyada, gökyüzünde bulunamayan tanrıyı Samanyolu galaksisinde aramaya çıkan “dindar” astronota benzer.

    Küçük-burjuva hümanistleri, şiddetin ortadan kalkmasını istiyorlarsa, boş hayallerle avunmak ve çevrelerini kandırmak yerine, devletin, yasaların, mahkemelerin vb. ortadan kalktığı bir dünyanın nasıl kurulabileceğine kafa yormalıdırlar. Ve o zaman bir kez daha göreceklerdir ki, şiddeti ortadan kaldırmanın tek yolu, sınıfların ortadan kaldırılmasından geçer.

    Günümüzde şiddetin köklerini kapitalizmde, kapitalist üretimde aramak yerine, kişilerin “kültüründe”, “düşüncesinde” aramak, en hafif deyimle, abesle iştigaldir.

    Ve bilinmelidir ki, hiçbir egemen sınıf, kendi egemenliğini kendi kendine bırakmaz, terk etmez. Proletarya dışında hiçbir sınıf, kendisini sınıf olarak ortadan kaldıramaz. Proletaryanın sınıfları ortadan kaldırabilmesinin yolu ise, siyasal iktidarı burjuvaziden almak ve devrimi sınıfsız toplumun gerçekleştirilmesine kadar sürekli kılmaktır. Bu da komünist toplumdan başka birşey değildir. Devrimci terör ise, bu tarihsel süreçte, insanlığı gerçek ve kalıcı kurtuluş yolundan döndürmeye çalışanlara karşı uygulanan devrimci şiddettir. “Terör” ve “terörizm” üzerine yapılan tüm tartışmalar, akılyürütmeler, son tahlilde, bu gerçeği gözlerden gizleme çabasından başka birşey değildir.”

    Terör ve Uzmanları – Kurtuluş Cephesi – Kasım-Aralık 2003
    http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc76_2.html

  43. Sevgili ihtiyar çoban, benim de gençliğim “devrimci”-“faşist” çatışmalarını ve sol içi şiddete zemin oluşturan “revizyonist”-“oportünist” kavgalarını izlemekle geçti. Ben o dönem bunları savunuyor, destekliyordum. Pasifistlere, oportunistlere, tabii ki faşistlere de şiddet uygulanabilirdi.

    Şimdi ise sadece meşru müdafa şiddetini savunuyorum. Bir fikre ve onun sshibine karşı şiddet uygulamayı ise ilkelce buluyorum. 🙂

  44. “Tıpkı BAAS rejimi ve Şebbihalar gibi. Onlar da bu savaşta bir tarafın yanındalar, ama onlar da savaşa karşı çıkıyorlar.” Anonim

    Baas rejimi ve şebbihalar savaşa karşı çıkmıyor. Onlar zaten savaşın aktif bir tarafı. Onlar da bu büyük suçun ve trajedinin büyük ortaklarından biri.

  45. türkiye savaşa başlarken, kaybetmeye başladı. Sanırım bu işin sonu hüsran olacak. Savaştaki kötü gidişat sonucu erdoğan gider diye öngörmüş birileri. Hayır, savaş kötüye gittikçe içreye olan saldırılar da artacak, tüm olanlardan -vatan haini- barış yanlıları sorumlu tutulacak. Erdoğan daha da güçlenecek, bahçeli daha güçlenecek. Savaş daha da derinleşecek. Her yere yayılacak. Mesele kimse değil, halk. Kitle faşistleşmiş, kemik gibi olmuş. Bundan geriye dönüş yok. Bir kere faşist oldun mu olmuşsundur artık. Vampir hesabı.

  46. Kotumserliginize, daha dogrusu ‘gercekciliginize’ katiliyorum.

    Ama, su satirlardaki analize/degerlendirmeye itirazlarim var.

    “Savaş daha da derinleşecek. Her yere yayılacak. Mesele kimse değil, halk. Kitle faşistleşmiş, kemik gibi olmuş. Bundan geriye dönüş yok. Bir kere faşist oldun mu olmuşsundur artık. Vampir hesabı.”

    ‘Godwin cekmek’ [her lafi bir sekilde Hitler’e baglamak] pek de sevdigim bir usul olMAmakla bereber, sizin cizdiginiz tablonun ‘Hitler oncesi Almanya’ ile benzestigini dusunuyorum.

    Yani, ozgurlukler kakafonisi yuzunden ipin ucu kactigindan, ne bir karar alinabiliyor, ne de uygulalanabiliyor oldugundan dolayi halk bikiyor ve ‘herseyi zapt u rapt altina alacagim’ diyen birisini is basina getiriyor..

    Tamam, Turkiye, Almanya’nin Ikinci ‘reich’i kadar derin bir savrulmusluk yasamadi belki; ama, Turkiye’nin birbirine ortogal iki fayinda yeterince buyuk enerji birikmesine yol acti: Sunnilere ve Kurtlere turlu cesitli yasaklar getirdi ve uygulamaga kalkti; uyguladi da.

    Bu biriken enerjinin, yani yapilan mutehakkim uygulamalara dogacak tepkinin boyutlarini hic hesaplamamis olmak, kendine ‘aydin’ diyenlerin aslinda ne derece ahmak olduguna delildir.

    Fakat, orada kalmiyor.

    O kitleler, bugun agzindan ‘baris’ kelimesini dusurmeyenlerin o gunlerde neler dediklerini (ya da deMEdiklerini), ya da hangi cenahta durduklarini hatirliyorlar.

    Samimi bulmuyorlar.

    Daha da otesi, Turkiye savunmadayken, bu taifeden kimse cikip ‘baris’ sozu etmezken, saldiriya gectiginde ‘baris’ kelimeleriyle dolu bildiriler yayinlamalari da ters tepiyor.

    O kadar ki, ‘baris’ kelimesi duyuldugunda, bunun ‘aslinda sizi yenemeyecek olanlara, kayitsiz-sartsiz teslim olun’ cagrisi anlamina geldigi dusunuluyor.

    O hale geldi, yani.

    Ozetlersek: Devlet aygitini istedigi sekilde kullanan kudretli Laik-Kemalist-Solcu-Jakoben fakat kucuk bir azinligin fasistligine tepki olarak, buyuk cogunluk fasizan tavir almaga basladi.

    Etki-tepki meselesi..

    Dagin eteginden daga karsi ciyak ciyak sloganlar atarak meydan okumanin sonucunda cig (‘avalanche’) kopabilecegini hesaplayamayanlarin sorumlulugunu dagda ya da karda aramak topu taca atmak anlamina gelir.

  47. Psikologlar bu tur komplo teorilerine inananların ruhlarını, neden böyle uydurmalara eğilimli olduklarını cozemiyormus.
    Mistik yapilarini anlamak mümkün değil..
    Bunlari dünyanın yuvarlak olduğunu inandiramazsin.yagmur, rüzgar nasıl oluşur anlatamazin.savasi saldırgan lar değil savunanlar yapar derler..bir avuç insan dünyayı yönetir derler.ve bunu gizli yaparlar derler ki bilmeyen yoktur..
    Nükleer felaketlerde de kendilerinin saçma sapan bildikleri var dir..
    Chenobilde korkunç, garip bir olay var..
    80 yaşında bir karı koca chenobiln hemen yanında kulubelerinde 80 dolarlık maaşlarıyla yaşarlar.inanmiyorlar necip beg gibi.
    Görülmeyen,koklanmayan,hissedilmeyen ışınlara inanmiyorlar.
    Çocukları terketmiş,en yakın bakkal a 30 km.den ekmek almaya yürüyen bu çifte dünyanın her tarafından Habipler incelemeye gelirler.anlayamazlar.japonlar bunların vücutları radyasyona or
    organizma olduklarını söyler..
    Hernedensede bu komplo teorilerine inananlar hep faşist,anti semitst olmalarıdır..
    Habiplerin cozemedigini benim çözmeye kalkmam için gene necip olmam gerekki..asayim kendimi daha iyi..

  48. 162 Kurtuluş Cephesi
    167 Marksist Tutum
    177 Nasname

    “Nedir bunlar?” diyeceksiniz.
    Cevabı aşağıda;

    “Ortaya çıkan son bilgilerden öğrendiğimize göre Genelkurmay bir taraftan psikolojik harp için site kurarken, diğer yandan da 400’e yakın siteyi “Alevi sitesi’, “Bölücü internet sitesi’, “AKP yanlısı’, “İrticai internet sitesi’, “Bölücü internet sitesi’ gibi tek tek fişlemis. 177nci sıradaki Nasname’nin nasibine “Bölücü internet sitesi’ düşmüş (fişlenmeseydik “bizde bir hata mı var?’ diye kendimizi sorgulardım şahsen; çok şükür ki fişlenmişiz!).”
    Ergün Poyraz’dan Soner Yalçın’a… Odatv İle Öcalan El Ele!
    Nasname
    http://www.nasname.com/a/ergun-poyrazdan-soner-yalcinaa-odatv-ile-ocalan-el-ele

    “”Yaş” mı, “kuru” mu tartışmaları sürerken, “meçhul asker”in üçüncü ihbar mektubu “medya”ya ulaştı ve Genelkurmay’ın “internet andıcı” kamuoyunun bilgisine sunuldu.
    “Meçhul asker”in ihbarına göre, Genelkurmay 292 “web sitesi”ni “andıçlamış”, yani fişlemişti. İhbar mektubunun ekinde gönderilen CD’de yer alan bu 292 “web sitesi”, her ne kadar Genelkurmay’ın “günlük olarak izlenecek siteler” listesi olarak “andıç”ta ifade ediliyorsa da, bu bir “fişleme”ydi ve bunun böyle olduğu da hiç tartışılamazdı.
    Bu 292 “web sitesi” içinde, “alevi” siteleri, “F. Gülen sitesi”, “bölücü internet site”leri, “tarafsız haber site”leri, “yahudi yanlısı” siteler, “AB yanlısı site”ler yer alırken, alfebetik sıraya göre 162. sırada, harfi harfine, “Kurtuluş Ceph. Dergisi” sitesi de “andıç”lanmışlar arasında yer alıyordu.”
    Yasadışı Demokrasi: Genelkurmay’ın “Andıcı” ve TİB’in Sakıncalı Siteleri
    KURTULUŞ CEPHESİ – Kasım-Aralık 2009
    http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc112_8.html

    167. sırada da Marksist Tutum var;
    167 http://www.marksist.com Solcu İnternet Sitesi

  49. Necip:
    “Tamam, Turkiye, Almanya’nin Ikinci ‘reich’i kadar derin bir savrulmusluk yasamadi belki; ama, Turkiye’nin birbirine ortogal iki fayinda yeterince buyuk enerji birikmesine yol acti: Sunnilere ve Kurtlere turlu cesitli yasaklar getirdi ve uygulamaga kalkti; uyguladi da.”

    Sünnilere türlü çeşitli yasaklar getirilmiş 🙂

    Nerede? Türkiye’de!!!!

    Kafamı vuracak duvar arıyorum.

  50. “O kitleler, bugun agzindan ‘baris’ kelimesini dusurmeyenlerin o gunlerde neler dediklerini (ya da deMEdiklerini), ya da hangi cenahta durduklarini hatirliyorlar.

    Samimi bulmuyorlar.” Necip

    Çok doğru…

  51. https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2018/01/davut-golyata-kars-turk-ordusu-nicin.html

    *
    Türk ordusu NATO’nun “ikinci büyük ordusu”dur.
    Aslında bu sıfat da Türk ordusunun büyüklüğünü ve halkın üzerinde nasıl bir yük oluşturduğunu gizleyen bir formüldür.
    Türk Ordusu, aslında ulusal gelir ve kişi başına gelir ve nüfus büyüklüklerine bakıldığında dünyanın en büyük ordusudur. Örneğin NATO’nun en büyük ordusudur. Çünkü ABD ordusu ABD nüfusu ve zenginliğine göre Türk ordusundan çok daha küçüktür. ABD ordusu, ABD’nin ulusal hasılasının çok daha küçük bir bölümünü yutar ve ABD nüfusuna oranla çok daha küçük bir insan sayısını kapsar.
    Türk ordusundan büyük ordusu olan Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler ise muazzam nüfusları ve mutlak olarak ulusal hasıla büyüklükleriyle karşılaştırıldığında da yine Türk ordusundan küçüktürler.
    Ve Türk ordusunun sayısı, masrafları, giderleri hakkında Türkiye’de vergi verenlerin en küçük bir söz söyleme hakkı yoktur. Bu ordunun her şeyi halktan gizlidir.
    Devlet Türkiye’nin feodalitesidir. Bu devletin modernizmi sanki feodalizmin tasfiyesi gibi kavranmaktadır. Aslında Türkiye’de feodalizm tamı tamına bu modern devlettir. Feodalizmin tasfiyesi bu devletin tasfiyesi olabilir. Demokratik devrim bu orduya karşı yapılmalıdır. Türkiye’nin demokratlarının anlamadığı budur. Ve maalesef bu anlayamayışın temel suçlularından biri Türkiye’nin feodalizmini, toprak ilişkilerinde arayan bayağı Marksistlerdir.
    Bu ordu Türkiye’de biricik örgütlü ve egemen güçtür. Tüm varlık nedeni ve görevi halkın örgütsüzlüğünü sağlamak; kendi gücünü ve egemenliğini korumaktır. Türkiye’de en anti demokratik ve demokrasi düşmanı kurum ordudur. Bu ordu ve devlet parçalanmadıkça, Türkiye’ye en küçük bir demokrasi gelemez.
    Ancak bu merkezi, bürokratik, militer cihaz parçalanıp, onun yerine halkın üzerinde yükselmeyen, ona hizmet eden; ortak yaşamanın ihtiyaçlarını, yani yurttaşların haklarını korumakla yükümlü bir aygıt kurulduğunda Türkiye’ye bir parça demokrasi gelebilir.
    Bu nedenle bu orduda bir çözülme, bu ordunun bir yenilgisi otomatik olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunu açar. Bu nedenle, Türk ordusunun Afrin fiyaskosu sadece Erdoğan-Ergenekon’un Türkçü ve İslamcı faşist yönetiminin değil, bu yapısı ve varoluşu gereği, ontolojik olarak anti demokratik cihazın da sonunu getirip Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun bir parça olsun soluklanmasının yolunu açabilir.
    O halde, her demokratın görevi öncelikle Türk ordusunun Afrin’de bir hezimete uğramasına küçük de olsa bir katkıda bulunmak olmalıdır.
    Bugün demokrasi cephesi Afrin sınırlarında ölüm kalım savaşı veriyor.
    Afrin’deki savaşçılar sadece kendi yurtlarını savunmuyorlar, bizlerin demokratik özlemleri için de savaşıyorlar. İkinci dünya savaşında Rus askerleri nasıl sadece kendi yurtlarını savunmuyorlar aynı zamanda dünyayı faşist Nazi rejiminden kurtarmak için savaşıyorduysa öyle.
    Olayı böyle koymayanları, yani bir yandan muhalif görünürken diğer yandan Türk devletinin bu saldırısını haklı görenleri, ona “öyle yapma yenilirsin” diye akıl verenleri bir kenara yazalım. Bunların hepsi aslında demokrasinin düşmanı olduklarını itiraf etmektedirler.
    Fehmi Koru’sundan, Abdullah Gül’üne, Kılıçdaroğlu’ndan Kadri Gürsel’ine kadar her kim ki bu devleti savunuyor, ona akıl veriyor ve onun yanında yer alıyorsa, demokrasi düşmanıdır.
    Bu devlete düşman olunmadan demokrat olunamayacağı yargısı herkesin hücrelerine kadar işlemedikçe demokrasi mücadelesinin en küçük bir başarısı söz konusu olamaz.
    Bu devlet, bu ordu ve demokrasi bir arada bulunamaz.
    Bu devlet mekanizması parçalanmadan Türkiye’ye demokrasi gelemez ve başka “Kürt Sorunu” olmak üzere hiçbir sorun çözülemez.
    Demokratım diyen herkes bunu İslam’ın amentüsü gibi bilmeli ve benimsemelidir.
    *

    (Davut Golyat’a Karşı – Türk Ordusu Niçin Yenilecek? / Demir Küçükaydın)

  52. Yazdıklarınız yasal sakıncalar içerdiğinden yayınlanamadı. Admin

  53. “Sünnilere türlü çeşitli yasaklar getirilmiş ????

    Nerede? Türkiye’de!!!!

    Kafamı vuracak duvar arıyorum.”

    ‘Duvara siddet’e karsiyim 😉

    Bir de, tabii ki, kafaniza lutfen mukayyet olunuz. Kafasi zedelenmis yeterince insanimiz var. 🙂

    Bu konuda uzun uzun ornekler vererek kafanizi sisirmek istemem; ama, eger yasiniz musaitse, ‘kamusal alan’in sinirlarinin nereden basladigina dair tartismalari hatirlayabileceginizi saniyorum.

    O ‘kamusal alan’ dedikleri sey de, esasen ‘kamusal alan’ filan degildi. Laf cambazligi idi..

    Devletin ‘maydanoz olabilecegi alan’ anlamina geliyordu ve kavramlarla oynayip o alani genisletmege ugrasiyorlardi.

    Yani, devlet aygitini elinde tutan Laik-Kemalist-Solcu-Jakoben azinlik, devlete ait kurumlarda uyguladigi turlu cesitli yasagi yeterli bulmamis, bunu butun insanlarin kapisinin esigine (hatta, ellerinden gelse, evlerinin de icine) kadar genisletmege calisiyordu.

    Bu Sunnilere yansiyanin kucuk bir kesidi.

    Kurtlere gelince..

    Ya hu.. butun omru boyunca Kurtce konusmus bir insanin, dilini yasaklamanin anlamli bir tarafi var mi? Olabilir mi?

    Bunun Cumhuriyet devrimleri filanla aciklanabilir olmasi mumkun mu?

    Durduk yerde kendi vatandasinin husumetine yol acmanin akilla telif edilebilir bir yani mi var?

    Yok, tabii ki.

    Ama, yapildi. Hem de kac sene boyunca…

    Ulke nufusunun yuzde 70-80’ine cephe alindi ve onlari bir kaliba (Laik-Kemalist-Solcu-Jakoben azinligin tasarladigi kaliba) uydurmak icin adimlar atildi, ugrasildi.

    Cok ugrasildi; fakat tutmadi.

    Tutmadi.. da.. geriye ne kaldi?

    Laik-Kemalist-Solcu-Jakoben azinliga karsi bir husumet, bir guvensizlik, bir samimi bulmama halet-i ruhiyesi..

    Ve, yenilmis fakat kuyrugu dik tutmaga calisan bu kitlenin acinasi ‘hayat tarzima dokunma’ filanlarla orulu self-korumaci yaveleri..

    Devlet aygiti ellerindeyken baskalarinin da ‘hayat tarzi’ olabilecegini aklina bile getirmeyenlerin, bugunlerde boylesine ‘demokratik’ talepleri dile getiriyor olmasi hostur, tabii ki.

    Insanin aklina ‘dusunce pek de sevimli oluyorlar’ lafini getiriyor.

  54. “Çünkü ABD ordusu ABD nüfusu ve zenginliğine göre Türk ordusundan çok daha küçüktür. ABD ordusu, ABD’nin ulusal hasılasının çok daha küçük bir bölümünü yutar ve ABD nüfusuna oranla çok daha küçük bir insan sayısını kapsar.

    Türk ordusundan büyük ordusu olan Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler ise muazzam nüfusları ve mutlak olarak ulusal hasıla büyüklükleriyle karşılaştırıldığında da yine Türk ordusundan küçüktürler.”

    Farkinda midir, bilemem; ama, Kucukyadin, aslinda sunu diyor gibi duruyor:

    Bu ordu, bu savunma giderleri, bu ekonomi ve nufus icin pahali oluyor. Kisi basina dusen masrafi dusurmek icin, nufusun ve ekonominin ciddi derecede buyumesi gerekiyor.

    Halki.

    Ama, bu tur seyler aksamdan sabaha ciddi boyutlarda artamayacagina gore, geriye ikinci en isabetli tercih olarak
    yayilmacilik kaliyor. Yani, sinirlari genisletmek…

    Eh, Kucukyadin da bunu soyluyorsa, uzerinde durup dusunmek lazim 😉

  55. Gün,

    CIA’nın denizaltısı her ayın 15’inde geceleri Kınalıada yakınlarına geliyormuş, sen de kayığa atlayıp denizaltına gidiyormuşsun.

    Sana deri bir çanta içinde belgeler ve Fetullah Gülen’den gelen nakit para veriyorlarmış, her ayın 15’inde.

    Bu iddia doğru mu?

  56. ne diyeceğimi bilemedim 🙂

  57. türlü-çeşitli yasaklar

    Necip’in mantığına göre Türkiye’de Kemalistlere (veya sevdiği tabirle “Balkan Oligarşisi”ne) de türlü-çeşitli yasaklar getirilmiştir.

    Sünnilere yapılanlar ne kadar “yasak” ise, Ergenekon-Balyoz gibi davalar, 90’lardaki (hatta daha önce ve sonra da) faili meçhullerin kurbanı Kemalist yazar ve aydınların başına gelenler, CHP, TDK ve TTK’nın 12 Eylül yönetimince kapatılması gibi uygulamalar da o kadar “yasak”tır.

    Eh, o zaman Kemalistlerin de “gemi azıya al[maları]” * doğal bu durumda!

    * Akit’e göre kontrgerilla

    Militan Kemalist öldürüldü

    Gazeteci-Yazar Ahmet Taner Kışlalı’nın, bombalı suikast sonucu öldürülmesine tepkiler sürerken, radikal dinci Akit Gazetesi ölüm haberini, ‘‘Uğur Mumcu benzeri militan bir kemalist öldürüldü’’ diye duyurdu. Gazete, dün birinci sayfasına ‘‘Kontrgerilla’’ diye başlık attı. Hemen altında ikinci başlık olarak, ‘‘Müslümanları töhmet altında bırakmak için Uğur mumcu benzeri militan bir kemalist öldürülerek, hep bilinen film tekrar vizyona sokuldu’’ ifadesini kullanan gazete, ancak üçüncü başlıkta, Ahmet Taner Kışlalı’ya düzenlenen bombalı suikaste değindi. ‘‘Kemalist’’ sözcüğünü kullanırken, baş harfi küçük yazmaya özen gösteren Akit Gazetesi, birinci sayfasında, olayla ilgili şu yorumu yaptı: ‘‘Aklı selim sahipleri Ahmet Taner Kışlalı adlı kemalisten arabasına bomba koyanlar için aynı kuşkuyu dile getirdiler: ‘Bu servis işi!’ Olay, Uğur Mumcu’nun bombalanmasıyla örtüşüyor. Militan bir kemalist olan Mumcu öldürülmüş ve ardından Allah’ın Şeriatı’na hayasızca söven bir kampanya başlatılmıştı’’

    ÜZERİNE ÇARPI ATMIŞLARDI

    Suikast olayında adres göstermeye çalışan Akit Gazetesi, Kışlalı’yı, Malatya’daki türban eylemleri ile ilgili olarak kaleme aldığı 12 Mayıs 1999 tarihli ‘‘Hayvanlar, Çocuklar ve Merve’ler’’ başlıklı yazısından dolayı, boy hedefi yapmıştı. Akit Gazetesi, 13 Mayıs 1999 tarihinde, Abdullah Birisi tarafından hazırlanan ‘Tutanak’ köşesinin manşetine Kışlalı’nın fotoğrafını koymuş ve üzerine çarpı işareti çizerek, ‘‘Yuh, pişkin zorba!’’ yazmıştı. Kışlalı, bu köşede, ‘‘Zorba kemalist gemi azıya aldı’’ ve ‘‘Halkı köpeğe benzetti’’ başlıklarıyla hedef adam olarak gösterilmiş ve ‘‘28 Şubat’çı’’ olarak suçlanmıştı.

    http://www.hurriyet.com.tr/akite-gore-kontrgerilla-39109257

  58. türlü-çeşitli yasaklar

    Kamusal alanda nüdistlere de türlü-çeşitli yasaklar getiriliyor. Çok ayıp!

    Onlar da intikam duygularıyla faşizanlaşmasınlar şimdi! Bunun önüne geçmek için hemen önlem alınmalı!

    Aslında zorunlu din dersleri gibi türlü-çeşitli yasaklara maruz kalan inançsızlar ve Sünnilik dışı inanç mensupları da aklıma gelmişti ama sonra farkettim ki onlar sayılmazlar. Ne de olsa ikinci sınıf vatandaş olduklarından her türlü ayrımcılığı hak ediyorlar!

    Hele ateistler! Halen başımızda olan çok değerli bir devlet büyüğümüzün de müteaddit defalar ifade ettiği gibi, ateizm çok ayıp bir şeydir!

    Nüdizm öyle mi halbuki? Onlara yapılan ayrımcılıklar kabul edilemez!

  59. türlü-çeşitli yasaklar

    “Şu soru çok önemlidir: “Türban” bir “İslam örtüsü” diye anlaşılırsa, öyle anlaşılması gerekirse, bu örtü uygulama alanına konmadan önce Türk kadınları “Müslüman” değil miydi? Öyle sayılmayacaklar mı? Peygamber döneminde böyle bir örtü var mıydı? Varsa adı neydi? Araplar o çağlarda buna ne derlerdi? Bu sorunun biricik yanıtı, ağzını öteye beriye çekerek saçmalamaktır.

    Bu örtü dine sonradan sokulmuş bir sapmadır (bid’at), başka bir anlamı, yorumu yoktur. İslam dini kadınlara, kızlara toplumsal kurumlarda, kesinlikle yer vermemiştir, erkeklerle eşitlik tanımamış­tır. Nitekim İslam uygulamalarına göre kadın müftü ola­maz, imamlık edemez, minareye çıkıp ezan okuyamaz, kaymakam, vali, bakan, dahası kamu kurumlarında gö­revli olamaz, kadının başlıca görevi evinin içindedir, eşi­ne bağlılıktır. Peki, “türban”ı bir inanç simgesi sayan kız­ların yükseköğretim kurumları, İmam-Hatip okullarında ne işleri vardır? İslam dininin, Kuran’ın kendilerine vermediği bu yetkileri nereden, kimden alıyorlar? İslamın kaynağı olan Kuran’da böyle bir yetki tanınmazken, Tanrı böyle bir bildiri, buyruk vermemişken, Tanrı’nın yapmadığını, yine Tanrı adına yapmaya kalkışmak dinle bağdaşır mı? İslam dinine göre Tanrı’nın buyurmadığını, Tanrı buyurmuş gibi göstererek, Tanrı’ya başka bir nitelik yüklemek suç değil mi? (Üstelik çok ağır suç.) Sıkı­şınca “Ben inancım gereği türban takıyorum” diyen bu yüksekokul öğrencisine soralım: Kızım sana Tanrı toplumsal kurumlarda, erkekler arasında görev alma yetkisi verdi mi? Bu sorunun yanıtını üniversiteli kızımız değil, İslam bile veremez. Bunun yanıtını Kuran’la, İslamla yetinmeyen, İslamın özüne aykırı düşen uygulamalarla toplumsal inanç bunalımı yaratarak çıkar sağlayan Nakşibendi yandaşı verebilir, o da Müslüman sayılırsa. İslamda “fırka” (şimdi parti deniyor) yoktur, gerçek bir Müslüman “parti/fırka” kuramaz, bölücülüktür, araya ikilik sokmaktır. Oysa İslam bütüncüldür, evrenseldir. Peki, Kuran’ın uygun görmediği, suçladığı bir girişimle, bir kurum oluşturmak (parti kurmak) hangi dinsel ilkeye, kaynağa dayanıyor? Bu da yanıtsızdır.

    “Türban”ın gerçekte bir inanç sorunu olmadığını vurguladıktan sonra, bu aracın kadınları savunma, koru­ma amacını gütmediğini, eskiye, yıpranmışa, günü geç­mişe, değerden düşmüşe yönelmenin simgesi olduğunu da söyleyebiliriz.
    Bugün, İslam inançları adına, “türban”ı savunanların hangisinin anası, bacısı, ninesi köyünde bu örtüyü kullanmıştı? Dahası bu yüksek yetkililerin hangisi bu sözcüğün açık anlamını, kökenini, geliş yolunu biliyor? İşte burada çok açık seçik bir yozlaştırma vardır.
    “Türban” konusunda başka bir yutturmaca daha var: Bu örtü kadının değerini yükseltiyor, ona toplumsal kişilik kazandırıyor. Yalanın böylesi, tinsel denge bozukluğunu vurgular. İnsanlar, kadınlar “türban”dan çok önce vardı. İslam inançları bu örtüden bin dört yüz yıl önce doğmuştur, yirmi otuz yıldır bu başlık kullanılıyor. Öyleyse daha önceden kadınların değeri, kişililiği yok muydu? Görülüyor, konuya ne yandan bakılsa, ne yandan yaklaşılsa, insan değerleri adına, utanç verici görüntü sergileniyor.”
    https://issuu.com/blackauge/docs/__smet_zeki_ey__bo__lu_-___rtican__

  60. “‘Şu soru çok önemlidir: ‘Türban’ bir ‘İslam örtüsü’ diye anlaşılırsa, öyle anlaşılması gerekirse, bu örtü uygulama alanına konmadan önce Türk kadınları ‘Müslüman’ değil miydi? Öyle sayılmayacaklar mı? Peygamber döneminde böyle bir örtü var mıydı? Varsa adı neydi? Araplar o çağlarda buna ne derlerdi? Bu sorunun biricik yanıtı, ağzını öteye beriye çekerek saçmalamaktır.”

    Bu tur argumanlarin, eminim, hepisini okumusumdur. Herkes de, bu konuda, ucundan kenarindan okumus ya da yazmistir.

    Abesle istigaldir.

    Sundan dolayi:

    Basortusu (ya da, cicilenmis ismiyle, ‘turban’) konusunu, bu konunda hicbir sekilde militan sayilmayacak basortulu kadinlarla konustugumda, basortusu takmanin (hele de sicak ve nemli yaz gunlerinde) cekilmez cile oldugunu soylemislerdir.

    ‘Peki, o zaman neden takiyorsunuz?’ diye sordugum zaman, aldigim cevaplar asagi yukari suna variyor: ‘O benim tercihim; rahat olup olmamasi, bidat vs sayilip sayilmamasi baska kimseyi ilgilendirmez’.

    Kisacasi, ‘basortusu’nun Islam’in ozunde oldugu ya da olmadigi; veya takmanin kisinin konforunu artirip artirmadigi filan gibi tartismalarin konuyla alakasi yok.

    Sosyal bir sembolden bahsediyoruz.

    Nasil ki, ilk hiristiyanlar, topraga balik figuru cizerek birbirlerini buluyor, birbirleri ile tanisiyorduysalar; bu da oyle.

    Yasaklanmaga, onune gecilmege kalkisilan sey budur.

    Basortusunun Islam dairesinde olup olmadigi konusunda nefes/byte tuketenlerin derdi, Islam’in en saf, en mukemmel sekilde yasanmasi filan da degildir. Hic de olmadi.

    Dolayisi ile, dedikleri samimi bulunmuyor, ciddiye alinmiyor; dolayisi ile, kaale alinmiyor.

    Bu taktiklerin, ‘Merkez’deki ‘Balkan Oligarisi’nin ‘Cevre’dekilerine yonelik ‘minnet olusturma’ cabalari oldugunu goruyor ve biliyorlar.

    ‘Kadinlara ozgurlukler verdik; secme ve secilme hakki tanidik; Medeni Kanunda esit mirasci saydik; okumanizi sagladik; daha ne istiyorsunuz; oturun oturdugunuz yerde’ anlamina gelecek lakirdilar yeterli olmadi.

    Kadinlar, ‘Balkan Oligarisi’nin en zayif yerini buldular; istedikleri ozgurlukleri basortusu ile sembolize ettiler ve cevrenin merkeze yuruyusune bayrak yaptilar.

    Basarili da oldular.

    Benim gordugum sekliyle, konunun ozu budur.

    Bunu anlamayanlar, anlamak istemeyenler, Islam’la ilgili en ufak pozitif kaygilari hic olmamisken, durduk yerde basortusunun Islam tarihinde ya da fikhinda ciddi bir yeri olup olmadigini tartismaga yeltenmeleri, bundan bir medet ummalari, konuyu hic anlamadiklarina (ya da anlamak istemediklerine) delildir bence.

    Gecelim.

    Asil acikli olan, kendilerine ‘sol’cu filan diyenlerin, kendilerini ezilmis (‘Merkez’den uzak tutulmus) goren genis kitleleri bu denli yok sayabilmis olmalaridir.

    Dahasi, yok saymaktan da oteye, onlara cephe almalari; ‘sol’un ‘sol’ filan degil, ‘Merkez’in bir uzantisi oldugunu gostermis; sonucta da ‘sol’ diye tafra satanlarin ipini cekmistir.

  61. “Necip’in mantığına göre Türkiye’de Kemalistlere (veya sevdiği tabirle ‘Balkan Oligarşisi’ne) de türlü-çeşitli yasaklar getirilmiştir.”

    Siz, sanirsam, bunu benim sasiracagim bir realiteyi dile getirmek icin soyluyorsunuz.

    Sizi sasirtacagim: Hic sasirmadim. Sasirmak icin bir sebep yok cunku.

    Fakat, konuya –bence– en onemsiz yerinden yaklasmissiniz.

    “Sünnilere yapılanlar ne kadar ‘yasak’ ise, Ergenekon-Balyoz gibi davalar, 90’lardaki (hatta daha önce ve sonra da) faili meçhullerin kurbanı Kemalist yazar ve aydınların başına gelenler, CHP, TDK ve TTK’nın 12 Eylül yönetimince kapatılması gibi uygulamalar da o kadar ‘yasak’tır.”

    Bunlarin, teorik olarak gercegi temsil ettigini iddia edecek olsak bile, ki degil, pratik acidan cok sorunlu mukayeseler oldugunu bilmemiz gerekiyor.

    Bahsettiginiz ‘yasak’lar, ‘blok-ici’ cekismelerin sonuclaridir. Yani, ‘Balkan Oligarsisi’ni olusturan unsurlarin kendi aralarindaki kavga veya cekismelerini ortaya cikardigi gelismelerdir.

    Bu unsurlarin ‘blok-ici’ olduklarini gormek de hic zor degil: Hicbirisinin, hepsinin topyekun karsi olduklari ve ‘dinci’ dedikleri buyuk kitle ile en ufak bir ittifaki sozkonusu degildir. Hepsi, ‘Merkez’in parcasidir.

    Kisacasi, bu ‘yasak’lar ve ‘ufak tefek cinayetler’, aslinda, ‘saray darbeleri’dir.

    “Eh, o zaman Kemalistlerin de ‘gemi azıya al[maları]’ * doğal bu durumda!”

    Malum, ‘tabiatta abes yoktur’; dolayisi ile, hersey ‘dogal’dir.

    Dogaldir ama bedelsiz degildir.

    Hemen/pesin odenmeyen bedeller de borc hanesine yazilir.

    Kemalistlerin, boyle, birikmis cok borclari var zaten.

    Simdi gemi aziya almanin bedelini de ekleyecek olursak, topyekun iflastan bahsetmek zorunda kalabiliriz.

  62. “Terör”le mücadele gerekçesiyle orman yakanlara!

    Yaktığın yerleri “orman” diyerek geçme, tanı!
    Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
    Sen işgalci oğlusun, incitme, yazıktır atanı
    Geri ver elbet, dünyayı alsan, bu cennet Kürdistan’ı

  63. “Onun yerine, ‘iktidar’in bilesenlerinden birisi olmak, yanlisliklarini duzeltmek, sizin diyeceklerinizin de kaale alinmasini saglamak bence daha akillicadir.”

    İktidar bileşenlerinden birisi olmak olmak ne demek?
    Bileşen, iktidarı elinde tutan partiden biri veya bir grup olamaz. Aksi halde, her iktidar değiştiğinde parti değiştirmek gerekir.
    Eski veya yeni kurulan muhalif partiden biri veya bir grupsa, ortaya sayısız sorunlar çıkıyor.
    Eğer muhalif fikir kabul edilirse o fikrin daha iyi olduğuna kim karar verecek? Zaman? Referendum? Basın ve televizyon?
    İktidarı şu an elinde tutan parti girdiği savaşa karşı olanların azınlık olduğunu ileri sürebilir. Destekleyici muhalifler de var.
    Bu tavsiyenizi gerçekleştirecek somut bir yol haritanız var mı?
    En önemli soru şu: dediğinize uyan ve dolayısıyla iktidara karşı olmada başarılı olan somut bir örnek verir misiniz?

    Bir soru daha var. “İktidara karşı” iktidarı yıkmak veya yok etmek demekse ne olacak? Tarihte iktidarda yer almak yerine yıkmak hiç olmadı mı?

  64. Dersim katliamı konusunda nefes/byte tuketenlerin derdi, Dersimliler filan da degildir. Hic de olmadi.

    Dolayisi ile, dedikleri samimi bulunmuyor, ciddiye alinmiyor; dolayisi ile, kaale alinmiyor.

    Bu taktiklerin, ‘Merkez’deki ‘Anadolu Oligarisi’nin ‘Cevre’dekilerine yonelik ‘minnet olusturma’ cabalari oldugunu goruyor ve biliyorlar.

  65. “Bileşen, iktidarı elinde tutan partiden biri veya bir grup olamaz. Aksi halde, her iktidar değiştiğinde parti değiştirmek gerekir.”

    Siz, anladigim kadariyla, ‘parti’ ile ‘iktidar’i esit/ozdes tutuyorsunuz.

    Eger oyleyse, ben bu bakisiniza katilmiyorum.

    ‘Bilesen’ler –‘bile’sebildikleri icin– bir araya gelir ve bir parti kurarlar. Hepsi o partinin catisinda olmak zorunda degildir; hepsi de her konuda tipatip ayni dusunmek zorunda da degildir.

    “Eğer muhalif fikir kabul edilirse o fikrin daha iyi olduğuna kim karar verecek? Zaman? Referendum? Basın ve televizyon?”

    Parti politikasi haline gelmesi ya da kamu onunde tartisilmasi en sonki kademedir. Ondan once, konu mutfakta tartisilir. Dikkate alinmaga deger itirazlara yonelik degisiklikler yapilir filan. Ondan sonra vitrine cikarilir.

    “İktidarı şu an elinde tutan parti girdiği savaşa karşı olanların azınlık olduğunu ileri sürebilir. Destekleyici muhalifler de var.”

    Bu girilen savas/harekat, en az bir yildir konusuluyor…

    Kiminle konusuluyor sizce?

    Ilgilileri ile konusulmamis olsaydi, ya ic savas ya da dunya savasi cikabilirdi.

    Simdi oyle degil gibi gorunuyor.

    OSO dahil kac bin askerin/kisinin orada oldugunu bilmiyorum; ama, hayli yuksek oldugunu soyleyebiliriz herhalde. Boylesine buyuk capli harekatlarda, sirf is kazasi baglaminda dahi 30-40 kisi olebilir.

    Ayni sekilde, eger gercekten ciddi bir savastan bahsediyor isek, ‘karsi taraf’tan 700-800 kisi degil bunun katlarinin hayatini kaybetmis olmasi beklenirdi.

    Ben, butun bunlari dikkate aldigimda, ortada hic de oyle ciddi bir savas filanin oldugunu dusunemiyorum.

    Daha cok, TSK’ya moral vermek icin yapiliyor gibi duruyor.

    “Bu tavsiyenizi gerçekleştirecek somut bir yol haritanız var mı?”

    ‘Yol haritasi’ dediginizde, sanki bu bir formel bir yapi gerektiriyormus gibi olur.

    Oyle yuruyecegini sanmiyorum.

    Onun yerine, ‘ak sakalli’ dedigimiz taife icinden, ‘iktidar’a husumet beslemeyenlerin ustlenmesi gereken bir diyalog surecinden bahsedebilirim sadece.

    “En önemli soru şu: dediğinize uyan ve dolayısıyla iktidara karşı olmada başarılı olan somut bir örnek verir misiniz?”

    ‘Iktidara ragmen’ diyorsaniz, boyle bir sey icin somut ornek vermek zor hatta imkansiz.

    Oyle, cunku sonunda gerceklesmis ise, ‘iktidar’ buna bir sekilde razi edilmis anlamina gelir.

    Bunun sayisiz ornegi, ister isci-isveren baglaminda, isterse de devlet-vatandas baglaminda her daim etrafimizda yasaniyor.

    Oyle de olmak zorunda. Cunku, taraflarin birbirlerine yonelik cikarlari var. Tamamini kestirip atmak kimsenin isine gelmez; ama, fiyatin (veya maliyetin) daha evhen olmasi icin gayret edilir.

    Makul olan, sonunda herkesin minimum ziyanla masadan kalktigi yaklasim budur.

    Ama, eger taraflardan birisi digerinin varligini dahi reddediyorsa o zaman konusacak bir sey kalmiyor. Kalmiyor, cunku taraflardan birisi, digerinden bir cikari olmadigini ilan etmis oluyor.

    Boyle seylerin gerek hayatta anlamli bir ornegi olabilir mi?

    Tabii ki, olur. Birisi –siz yasarken– sizin kalbinize talip olursa, ona siktiri cekersiniz. Sizi kimse kinayamaz.

    Ama, toplumsal iliskilerde boyle ornekler pek olmaz. Yani, siz cikip Vatikan’a cami yatiracagim derseniz, sizi sadece Hiristiyanlar degil, Muslumanlar bile kovalar. Yani, arkanizda destek bulamazsiniz.

    Sunu demek istiyorum: Tribunlere donuk olarak, olmayacak seyleri masaya getirebilirsiniz. Ama, arka odada (back channel), olacaklari konusursunuz. Bir sekilde anlasir ve ardinizdan gelenlere ‘cok ugrastik, cok didindik; ama, ancak bu kadarini alabildik; gerisini ilerde alacagimiza eminim’ filan dersiniz.

    Siyaset, yani muzakerecilik biraz da boyledir; kendi taraftarlariniza da yalan soyleyebilmek gerektirir.

    Ha, tabii ki, ‘prensipsiz devirmeci’leri hic ikna edemeyeceksinizdir; o ayri.

    “Bir soru daha var. ‘İktidara karşı’ iktidarı yıkmak veya yok etmek demekse ne olacak? Tarihte iktidarda yer almak yerine yıkmak hiç olmadı mı?”

    Tarihte yikilan cok/sayisiz iktidar var; malum.

    Ama, yikilan bir iktidarin yerine bir baskasinin gecmedigine dair bir ornek aklima gelmiyor.

    Aslinda var; ama, sizin gormek istediginiz sablona uymuyor:

    3,800 sene once, Peru’nun Supe Vadisinde bir uygarlik vardi (imis). ‘Iktidar’ dahil hersey, bir deprem ile yerle bir olmus. Bir daha da ayaga kalkamamis.

    http://scribol.com/anthropology-and-history/archaelogy/first-south-american-civilisation-wiped-out-by-earthquake/

    Bir baskasi da, Hindistan’in Indus havzasinda yasamis olan ‘Harappan medeniyeti’. 5,200 sene oncelerinden kurulmus, 3-4,000 sene oncelerinden itibaren de dagilmis. Ahali terketmis, birakip baska yerlere goc etmis. Sebebinin iklim degisikligi oldugu dusunuluyor.

    http://cof.quantumfuturegroup.org/events/5183

    Bizim bu civarda da, Ege’de bir ada, benzer bir ornek vardi. Ismini simdi hatirlamiyorum; ama, o da depremle yer ile yeksan olmus, tarihten silinmis.

    Muhakkak baska benzer ornekler vardir.

    Ama, onlar ‘Allahin Isi’ (Acts of God) baglamindadirlar.

    Insanlarin yok ettigi; fakat, yine de, oralarda insanlarin yasamaga da devam ettigi, bir ‘iktidar’ ornegi bilen varsa, ben de ogrenmek isterim.

  66. Bir yandan afrinlilerin akilalmaz kahramanlığı diğer yandan Erdoğan’larin akilalmaz alçaklığı..

    Ölen genç asker çocuklar, hayatlarını daha yaşamamış gençler , bunlar saymiyor ölen Kürtlerin sayisini sayan ,ve öldürmekten sevk alan sapik reis..
    Kendi hayatı için 3500 kişiyi muhafız tutan, korkak reis..
    Korkacak tabii.bu kadar ölümlerin sorumlusu olmak kolay değil..
    O analar,babalar çocuklarının ölümünden Erdoğan’ı sorumlu tutmazlarsa Birgün onlarda lanetlenecektir..
    Şu türk askeri silahları Erdoğan a dogrultsada katil olmaktan vazgecse..

    Afrinlilerin kahramca savaşına diyecek kelime bulamıyorum..saskinim.aklim almıyor.. açıklaması varmiki?

  67. İslam sorunlu bir dindir. Çok sorunludur hem de.
    Güvenilir tek kaynağın yalnız Kur’an olduğuna inanır Müslümanlar.
    Güvenilir başka bir kaynak yoktur.
    Bu durum İslam için önemli bir sorun oluşturmaktadır.
    Çünkü Kur’an yeterli değildir.
    Müslümanların hepsinin sahih kabul ettiği bir hadis yoktur.
    Hadislerin irdelenmesi, elenmesi, seçilmesi süreci onların sahih olduklarının kanıtı değil.
    Üzerinde konsensusa varılan sahih hadisler aslında sahih hadisler değildir.
    Sahih olduklarına karar verilen hadislerdir.

    Bu eleştiriler üzerine Müslümanların bir kısmı bütün hadisleri reddetme yolunu seçmişler ve İslam’ı onlardan arındırmaya çalışmışlardır.
    Bu yaklaşım da geri tepmiştir.
    Yalnız Kur’an ideolojisinin mantığı budur.
    Ve o da işe yaramamaktadır.
    Hadissiz İslam yürümemektedir.

    Hadis sorunu İslam’ın en temel sorunlarından biridir.
    Hadisler İslam’ı çökertecek sapkınlıkların başında yer almaktadır…
    İslam sanıldığı üzere Kur’an’a değil, hadislere ve sünnete dayanan bir dindir.
    Bu Müslümanlara bir şoktur ama gerçektir de.
    Kur’an her konuda son derece yetersiz bir kitaptır.
    Hadisler olmadan İslam olmaz.
    Hadislerin gerçekliği saptanamayacağına göre, İslam için uydurulan bir dindir diyebilirsiniz.
    Bütün dinler uydurmadır ama, hemen bütün ritüellerini ve geleneklerini hadislerden alan İslam yalanlarla manipülasyona çok daha müsait bir dindir.

    Ama İslam’ı uydurulan hadislerle çağa uydurmak mümkün değildir..
    Hadislerden kurtulunca geride kalan Kur’an’ın saçmalıkları daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
    Hadisler İslam’ın iki ucu boklu sopasıdır..

  68. “Dersim katliamı konusunda nefes/byte tuketenlerin derdi, Dersimliler filan da degildir. Hic de olmadi.”

    Dogru.

    Dahasi, magaralarda fareler gibi oldurulmek sayesinde cagdaslasmaga bir adim daha yaklastiklari, aydin olmaga hak kazanmak yolunda adim attiklari, dolayisi ile, bunu yapanlara minnet duymalari, onlarin onderini de kutsallari arasina almalari gerektigi soylendi, buna da inandirildilar.

    “Dolayisi ile, dedikleri samimi bulunmuyor, ciddiye alinmiyor; dolayisi ile, kaale alinmiyor.”

    Bu da dogru.

    ‘Magarada bir omur saklanan Japon askeri’ orneginin daha yaygin seklinden de bahsedebiliriz.

    Ama, daha isabetli olani, galiba, Stalin oldukten sonra, her turlu melaneti ortaya dokuldukten sonra, hala daha Stalin’in buyuk insan, ‘baba’ filan olduguna inananlarin varligi..

    Indoktrinasyonlari duzeltmek kolay olmuyor. ‘Besikte giren, tenesirde cikar’ derler. Bu da oyle.

    “Bu taktiklerin, ‘Merkez’deki ‘Anadolu Oligarisi’nin ‘Cevre’dekilerine yonelik ‘minnet olusturma’ cabalari oldugunu goruyor ve biliyorlar.”

    Yok. Buradaki kelime ikameleri olmamis.

    Henuz bir ‘Anadolu Oligarisi’nden bahsedemeyiz. Bahsedecek oldugumuz zaman geldiginde, Dersimliler de onun bir parcasi olur.

    Ikincisi, o ‘minnet’ coktan olusturulmus. Zulmet oldugunu anlatmak mumkun degil; cunku, hem yapan ‘kutsal’ olmus; hem de, etrafi yapay bir korkuyla oylesine orulmus ki, asmak cok zor.

  69. İslam’ın bu genel hadis / sünnet sorunu dışındaki açmazlarından olup döneminde büyük çatışmalara neden olmuş tartışmalarından;

    “Rü’yetullah” ve “Halku’l-Kur’an” meseleleri

    Rü’yetullah (Allah’ın görülmesi)
    Allah’ın âhirette müminler tarafından görülüp görülemeyeceği meselesi.
    Görülemeyeceği kabul edilirse bu konudaki hadisler inkar edilmiş olur.
    Görüleceği kabul edilirse Allah yaratılmışlara benzetilmiş / teşbih edilmiş (Müşebbihe) ve cisim sayılmış / tecsim edilmiş (Mücessime) olur.

    Halku’l-Kur’an (Kur’an’ın yaratılışı)
    Kur’an yaratılmış / mahluk mu, Allah’ın sözü / kelâmı, dolayısıyla Allah gibi kadim / ezeli mi meselesi.
    Yaratılmış / mahluk kabul edilirse Allah’ın sözü / kelâmı olduğu inkar edilmiş olur.
    Kadim / ezeli kabul edilirse Allah dışında bir kadim / ezeli daha kabul edilmiş olur ki bu da şirktir.

  70. Necip, sen bir ‘çepni’ olarak:

    ‘Çevre’den ‘merkez’e yürümekte olan, (gelecekte kurulması muhtemel varsayımıyla) ‘Anadolu Oligarşisi’ iktidarının bir üyesi mi olmak istiyorsun?

  71. Faşizm = YouTube'a RTÜK denetimi geliyor!

    ‘YouTube’, ‘Netflix’ ve diğer dijital yayın platformlarına RTÜK’ün müdahale edebilmesine imkân tanıyan yasa, meclise sunuldu.

    RTÜK, uygun görmediği dijital servislere erişimi engelleyebilecek.

    TBMM’ye sevk edilen yeni torba yasada ilginç bir madde ortaya çıktı. Meclise gönderilen torba kanunun 73. maddesine göre, internetten yayın yapan kuruluşlara ‘Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’ denetimi geliyor.

    Yasanın yürürlüğe girmesiyle, internet sitelerinden yayın yapmak isteyen lisanslı yayın kuruluşlarının yayın yapabilmek için RTÜK’ten ayrıca lisans almak zorunda kalacağı, lisans almayan veya lisansı iptal edilen kuruluşların yayınlarının, sulh ceza hâkimliği tarafında engellenebilmesi gibi düzenlemeler yer alıyor.

    RTÜK’ün engelleme talebini sulh ceza hâkimi 24 saat içinde duruşmaya gerek görmeden karar bağlayabilecek. Karara Ceza Mahkemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz edilebilecek.

    İNTERNET YAYINCILIĞINA SANSÜR UYGULAMASI

    Kararın alınmasına gerekçe olarak, internetteki yayın içeriklerinin denetiminin yapılamaması ve elde edilen gelirlere vergi yansıtılamaması gösteriliyor. Yasanın yürürlüğe girmesi halinde, ‘Netflix’, ‘YouTube’, ‘BluTV’, ‘Spotify’ gibi internet üzerinden yayın yapan kanalların kontrolü RTÜK’te olacak. RTÜK’ten lisans almayan ve RTÜK’ün uygunsuz olarak gördüğü dijital servislere erişim engellenecek.

    Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan RTÜK üyesi ‘İlhan Taşçı’, bu kararın sansür uygulaması olduğunu vurgulayarak, ‘Adnan Oktar’ın (Harun Yahya olarak da bilinir) sahibi olduğu ‘A9’ kanalına müdahale etmek kılıfıyla, internet üzerinden yayın yapan pek çok platforma sansür uygulaması getirilmek istenmektedir. İnternet üzerinden iletim denildiği an ‘YouTube’ başta olmak üzere tüm sosyal medya ve iletişim mecralarını kapsar nitelikte sansür, erişimi engelleme sonucu yaratacak bir yaklaşımdır. Düzenlemenin bu haliyle yasalaşması, Anayasada tanımlanmış iletişim, haberleşme özgürlüğüne de darbe vurur.’ dedi.

    Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ ise, uygulamanın ifade özgürlüğünü kısıtlamak için getirilmediğinin altını çizerek, ‘İnternet kanallarını da RTÜK denetleyecek. Yapılan her düzenleme basın ve ifade hürriyetini sınırlamak için değil, ondan istifade ederek başka türlü suçları işleyen kişilerle ilgili. Yoksa ifade hürriyetini sınırlamak için değil.’ açıklamasını yaptı.

    Kaynak:
    https://www.donanimhaber.com/sosyal-medya/haberleri/Netflix-YouTube-gibi-dijital-servislere-RTUK-denetimi-geliyor.htm

  72. Dersim katliamı konusunda nefes/byte tuketen RTE’nin, AKP’nin, Ebussuud ve Yavuz hayranı Sünni İslamcıların ve İki Necip’ler’in (Fazıl ve bu sitedeki) derdi, Dersimliler filan da degildir. Hic de olmadi.

    Dolayisi ile, dedikleri samimi bulunmuyor, ciddiye alinmiyor; dolayisi ile, kaale alinmiyor.

    Bu taktiklerin, ‘Merkez’deki ‘RTE – AKP – Sünni İslam Oligarisi’nin ‘Cevre’dekilerine yonelik ‘minnet olusturma’ cabalari oldugunu goruyor ve biliyorlar.

  73. Sayın Zileli bunları daha iyi bildiği için yanlışım varsa lütfen düzeltsin. Stalin’in öldürttüğü devrimcilerin-solcuların (parti içinden veya Bolşeviklere muhalif) sayısı herhalde Dersim katliamında öldürülenlerden fazladır. Hatta muhtemelen çok daha fazladır. Burada Stalinist rejimin neden olduğu bütün diğer ölümleri geçip sadece öldürülen devrimcileri-solcuları sayıyorum.

    Bu durumda, Stalinist veya Stalin’e-Stalinizme sempati duyan devrimcilerin-solcuların “Stockholm sendromu” Kemalist veya Kemalizme-M.Kemal’e sempati duyan Alevilerden çok daha büyüktür.

    Bunları şunun için söylüyorum. Sanki Alevilerde olduğu söylenen bu “Stockholm sendromu” açıklanamaz, çok tuhaf, acayip, başka benzeri görülmemiş “sui generis” (nevi şahsına münhasır) bir durummuş gibi gösteriliyor. Necip’in de daha önceki bazı yorumlarında böyle iddia ettiği gibi.

  74. “7 Nisan 2016 tarihli Washington Times Gazetesi: Erdoğan gücünü test etmek için sahte bir askeri darbe çıkarabilir

    The Washington Times’ta 7 Nisan 2016 tarihinde yani yaklaşık 3 ay önce Guy Taylor tarafından yazılan yazı, 15 Temmuz’da gece başlayan olaylardan sonra dikkat çekiyor.

    ”Erdoğan gücünü test etmek için sahte bir askeri darbe çıkarabilir” diyen dünyanın önde gelen gazetesi The Washington Times sözleri sosyal medyada yayınlanmaya başlandı. The Washington Times Nisan ayında yaptığı uyarıda ülkede bir darbe olabilecek olduğunu ifade ederek darbeci askerler tarafından veya FETO tarafından değil direkt olarak Erdoğan tarafından planlanacak olduğunu öne sürmüştü.”

    SURİYE GERÇEKLERİ
    http://www.suriyegercekleri.com/2016/07/17/7-nisan-2016-tarihli-washington-times-gazetesi-erdogan-gucunu-test-etmek-icin-sahte-bir-askeri-darbe-cikarabilir/

  75. Turkey’s Erdogan uses military coup buzz to expand powers, curb dissent

    Some see Turkish President Recep Tayyip Erdogan using even the rumors of a military takeover as a way to consolidate his already growing powers and curb political dissent.

    By Guy Taylor – The Washington Times – Thursday, April 7, 2016

    Turkey’s military leaders, in the face of rising speculation at home and abroad, took the extraordinary step last week of denying plans for a coup. But with domestic turmoil, a rising terrorist threat, chaos in the region and a history of military interventions in Ankara, the denials haven’t quieted buzz from Washington.

    Turkish generals have intervened in the political process four times since 1960 in response to rising political and security tensions, the last time in 1997.

    But some see Turkish President Recep Tayyip Erdogan using even the rumors of a military takeover as a way to consolidate his already growing powers and curb political dissent.

    Mr. Erdogan’s Justice and Development Party (AKP) is “like a skilled martial arts player,” said Aykan Erdemir, a former opposition member of parliament in Turkey now serving as a senior fellow at the Foundation for Defense of Democracies in Washington.

    “They’re very good at turning challenges into advantages, and now that the rumor is out there, they know very well that they can actually profit from it,” Mr. Erdemir said in an interview. “What that means is that the AKP-controlled, pro-government media in Turkey has been devoting substantial time and energy to publicizing these coup rumors — precisely because they know this could alleviate the AKP’s legitimacy deficit.”

    While the AKP, in power for more than a dozen years, has faced rising criticism, “given the choice between a military government and the AKP, [voters] will side with the elected government, which is the AKP,” Mr. Erdemir said.

    https://www.washingtontimes.com/news/2016/apr/7/recep-tayyip-erdogan-uses-turkey-military-coup-buz/

  76. “sen bir ‘çepni’ olarak:”

    Kipcak/Cepni.

    “‘Çevre’den ‘merkez’e yürümekte olan, (gelecekte kurulması muhtemel varsayımıyla) ‘Anadolu Oligarşisi’ iktidarının bir üyesi mi olmak istiyorsun?”

    Evet. isterim.

    Anadolu insanina ikrahla bakan, Anadoluya gelmek zorunda olmagi bir tur surgun sayan ‘Balkan Oligarsisi’ yerine, bu topraklardan cikan bir oligarsiyi tercih ederim.

    Ama, istemek yetmez. Hayatta olmak, yeterince onemli olmak, yeterince eforu olmak filan gibi bir suru onsart var.

    Yani, aslinda –benim durumumda– ‘olmayacak dua’dir.

  77. “Stalin’in öldürttüğü devrimcilerin-solcuların (parti içinden veya Bolşeviklere muhalif) sayısı herhalde Dersim katliamında öldürülenlerden fazladır. Hatta muhtemelen çok daha fazladır. Burada Stalinist rejimin neden olduğu bütün diğer ölümleri geçip sadece öldürülen devrimcileri-solcuları sayıyorum.”

    ‘Say’maga bence yanlis yerden basladiniz.

    Birincisi, ben, keferenin ‘charity begins at home’ [‘hamiyyet vatanda baslar’ da diyebiliriz ama daha ‘yerli’ karsiligi ‘aglarsa anam aglar, gayrisi yalan aglar’dir] prensibinden yola cikarak, bambaska diyarlarda kimlerin ne yaptigi ile daha az ilgilenirim.

    Ikincisi, siz sadece ‘ceset sayilarini mukayese etmek’le bir mantik orgusu kurabileceginizi saniyorsunuz, anlasilan.

    Bence saglikli (ya da isabetli) bir yaklasim degil o.

    ‘Ceset sayilari’nin temsil ettigi icerik/mahiyet birbirine pek de benzemedigi gibi, bugun gelinen noktada da farkli sonuclar sozkonusudur.

    O fark da sudur: Stalin coktaaan itibarsizlasmis, ne idugu belirlenmis bir katildir.

    Bu, tek basina, onun kurbanlari icin –cok az da olsa, hic yoktan iyidir– bir teselli kaynagi sayilabilir.

    Yaralar kabuk baglayabilir olmustur. [Keferece karsilik istiyorsaniz, Stalin baglaminda bir ‘closure’ gerceklesmistir diyebiliriz.]

    Ayni/benzer sey bizde sozkonusu degil.

    Yaralar hic kabuk baglayamadi.

    Her dem desildi, yeniden ve yeniden kanatildi…

    “Bu durumda, Stalinist veya Stalin’e-Stalinizme sempati duyan devrimcilerin-solcuların ‘Stockholm sendromu’ Kemalist veya Kemalizme-M.Kemal’e sempati duyan Alevilerden çok daha büyüktür.”

    Bu dediginiz dogru olabilir.

    Ama, solcularinki –cok olsa– ‘kandirilmislik’ falansayilabilir; digeriyse ‘oldurulmusluk’tur.

    Arada muazzam bir fark var.

    Bunu gormezseniz, bakmak bile istemediginizi dusunmek zorunda kalirim.

    “Bunları şunun için söylüyorum. Sanki Alevilerde olduğu söylenen bu ‘Stockholm sendromu’ açıklanamaz, çok tuhaf, acayip, başka benzeri görülmemiş ‘sui generis’ (nevi şahsına münhasır) bir durummuş gibi gösteriliyor. Necip’in de daha önceki bazı yorumlarında böyle iddia ettiği gibi.”

    Yeterince ugrasirsaniz, herseye bir arka plan olusturabilir; ondan sonra da onun uzerine bir ‘aciklama’ kurabilirsiniz. [Buna ‘basarili propoganda’ diyoruz.]

    Nitekim, Dersim baglaminda, uzun yillardir bu yapiliyor.

    ‘Yigit’, ‘aydin’, ‘cagdas’ payeleri filan da verilerek.. ‘siz artik bizdensiniz; sizden birkac bin kisinin katlettigimizi mesele etmeyin’ denegelmis.

    [Burada, herhalde, ‘ederseniz, daha beteri olur’ gibi ustu ortulu bir tehdit de var; bilemem.]

    Tetigi cek(tir)enlerin ne dediklerini, nasil ‘acikla’diklarini biliyoruz; maktul yakinlari icin de oyle midir sorusuna pek de bakan olmamis.

    Bakmak isteyen de cikmamis.

    Son olarak, iskaladiginiz bir de su var:

    ‘Stockholm sendromu’ dedigimiz sey, kisinin (hadi, bu baglamda, ‘toplum’un) kendisini rehin alana karsi bir yakinlik (hatta ‘sahiplenme’) duymasidir. Anomalidir. Ya da, en hafif tabirle, zaaftir.

    Dersim baglaminda bu tam olarak oyle degil.

    Eger bir ‘Stockholm sendromu’ndan bahsedeceksek, bu ziyadesiyle atipik (yani, yaygin bilinen orneklerine hic de benzemeyen) bir ‘Stockholm sendromu’ olur.

    Burada, kurban, asil ve cok daha ciddi bir tehdidin baska bir yerden geldigine inandirilarak teslim alinmistir.

    Yani, Dersimliler, sadece kaybettiklerinin matemini tutamaz olmakla kalmamis, bir de, onlara surekli zerkedilen bir korkunun paranoyasina garkedilmislerdir.

    Sonuc?

    Sonuc su: Bilmemnerede daha cok sayida katledilmis insan var diyerek gecistirmek hic de insani^ degil.

    Ates buraya dusmustur; ve burada sonmezse, icten ice hepimizi yakar.

    Yakiyor da.

  78. “Turkey’s Erdogan uses military coup buzz to expand powers, curb dissent”

    Like what the US did upon 9/11?

  79. Balkanlardaki Balkan Oligarşisi

    “Balkan Oligarşileri”nin kötülükleri sadece Anadolu’da değil mi yoksa?

    Sırp’ların Bosna-Hersek ve Kosova’da yaptıklarını da yüzyıllarca kendilerini yöneten Boşnak ve Arnavut “Balkan Oligarkları”nın tahakkümüne bir tepki olarak görmemiz gerekmez mi bu durumda?

  80. 'Çomar Oligarşisi' öncesi 'İstanbul'

    ‘Anadolu Oligarşisi’ veya daha bilinen ismiyle ‘Şeriatçı Çomarlar Oligarşisi’, İstanbul’u işgal etmeden önce, laik (seküler), modern, ‘bilim’i savunan İstanbul’dan son görüntüler:

    Tarih: 1975

    Bölüm 1: https://www.youtube.com/watch?v=FNtUQ0VmLEY

    Bölüm 2: https://www.youtube.com/watch?v=bcOeO9TTXOY

  81. 'Seküler Göç' veya 'Çomarlardan Kaçış'

    Tarih: 2017 – 2018

    Seküler insanlar, çomarlardan niçin kaçıyorlar? (Bölüm 1):

    https://www.youtube.com/watch?v=WNWQO70amq4

    Seküler insanlar, gittikleri ülkede amaçlarına ulaşıyorlar mı? (Bölüm 2):

    https://www.youtube.com/watch?v=gh2Uqf9ex9w

  82. Başörtüsü sorunu

    Başörtüsü (tülbent, türban, burka… İsimleri çeşitlendirebilirsiniz.) ‘ilk önce’, ‘erkek hegemonyasının sonucu’dur.

    (Semavi / Semavi değil, farketmez) İslam başta olmak üzere, bütün dinlerde, kadınların cinsiyeti üzerine vurgular yaparak başörtüsü giymelerinin yer yer emir, yer yer teamül olarak telakki edilmesi, tamamen, erkek hegemonyasını gizlemek için uydurulmuş birer kılıftır.

    Erkek hegemonyasının bir veçhesi olan ‘kadınların başörtüsü sorunu’, günümüzde ‘İslam’ meselesi epey yer işgal ettiğinden bu din referans gösterilerek yapılan uygulamalar üzerinden hararetle tartışılıyor. Erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya, diğer dinlerde de mevcut. Şimdilik ‘İslam’ günah keçisi niteliğinde, ve bu durum uzun süreceğe benziyor.

    Erkek hegemonyasını yıkmak için, ‘cinsiyet eşitliğini, hakkaniyetini’ savunmak için, başörtüsüne karşı mücadele etmek elzemdir.

    Erkek hegemonyasına da, ‘dinlerin hegemonyasına’ da son.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  83. Her konuşması,her hareketi açıkça fasist, ırkçı, şoven, Turan, MHP li olduğunu belirten temel reis dunyadanda iyice tecrid oluyor.
    Ne Amerika ne Rusya nede AB ülkelerinden hatta Arap ülkelerinden yüz alabilir..
    Türkiye nin toprakları 5 milyon mus!
    Araplar duysun artık bu ortaçağ emperyalist işgalci sömürgeci kafayı!
    Habipler odasına yaptığını görünce de artık dünya ne duruyor?! Türkiye ne duruyor, yakıp yıkma zamanı gelmedimi? Demeden alamiyor insan kendini..
    Madem kan istiyorlar, madem yıkım istiyorlar bu iyiliği yapmakta gerekmiyor mu?

  84. Kim hâlâ bu akp nin fasist olmadığını düşünüyorsa zavallı cahildir.!
    Görmüyormusunuz açıkça Nazi kongrelerinde olduğu gibi bir parti savaş çığlıkları atıyor?!
    Bu bir demokratik,kitle partisimidir?! silahlı güç, çete partisimi?!
    Öyleyse başlayalım killing gibi tuttuğumuz fasisti,akliyi halletmege.
    Bu zirdeli ülkeyi nereye götürdüğünü kimse anlamıyor mu?
    Sonunda savaş tutuklusu olarak yargılanacak..
    Irkçılık, savaş suçlusu, insanlık suçu, dolandırıcılık, sahtekarlık,sayda say..
    Çocuklari Allah la, cennetle,kahramanlikla kandırıyor acımasızca!
    Buna kanan, Yolunda gidenler e , anladıkları dilden,fasistce canları cehenneme deyip yok edilse, diyeceğim istatistik olarak yüzde 5 nüfus azalmıştır..

  85. “Stockholm sendromu” bilimsel literatüre girmiş değil sanırım. Stockholm’de bir banka soygunu teşebbüsü sonrası gelişen olaylar ve sonrasındaki bazı spekülasyonlardan ibaret. Ayrıntıları bulup okuyabilirsiniz.

    Tarif edilmeye çalışılanın PSİKOLOJİK bir şey olduğunu, KİŞİSEL olduğunu unutmayın. Yani, insanda (bir kişilikte) böylesi bir savunma mekanizması olsa dahi, bunu, toplumsal gelişmeleri, binlerce, milyonlarca bireyin oluşturduğu dinamiği, açıklamakta kullanamayız.
    Tamamen farklı yapılar söz konusudur burada.

  86. İktidarı elinde tutanla iktidar arasındaki fark yazımda daha sonra geçen “iktidarı elinde tutan partiden” dizimiyle belirli. Her halükarda, mecaz-ı mürsel kullanış olarak algılanmalıydı.

    Kullanılan temel kavramların, geçici de olsa, açık seçik tanımları olması gerektiğini düşünüyorum.

    TDK’da tanımı şu şekilde veriliyor;
    1. Bir işi yapabilme gücü, erk, kudret
    2. Bir işi başarabilme yetki ve yeteneği
    3. Devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi
    4. Bu yetkiyi elinde bulunduran kişi ve kuruluşlar

    Peki size göre iktidarın tanımı nasıl olmalıdır.
    Verdiğiniz adreslerde ‘civilization’ ve ‘iktidar’ aynı (eşit/özdeş) alınmış.
    Medeniyet ile iktidar aynımıdır ?
    Siyasi gücün olduğu toplumlar ile devletli toplumlar aynı mı?
    Siyasi gücün olduğu toplumlarla ile zor ve/veya şiddet kullanan ve/veya hiyerarşik ilişkiler olan toplumlar aynı mı?
    Toplumlar ve devletler aynımıdır ?
    Devletsiz iktidarlar var mı?
    Devletsiz toplumlar var mı?
    İktidarın var olmadığı devletler var mıdır ?

    “Stateless Societies ” aramada ilk bir iki sayfada çıkanlar:

    http://smu-facweb.smu.ca/~wmills/course316/11Nuer.html
    https://study.com/academy/lesson/ancient-west-africa-bantu-migrations-the-stateless-society.html
    http://smu-facweb.smu.ca/~wmills/welcome.html
    https://study.com/academy/lesson/hunter-gatherers-stateless-societies-in-africa.html
    https://www.telegraphindia.com/1110830/jsp/opinion/story_14435648.jsp
    https://en.wikipedia.org/wiki/Stateless_society
    https://seunfakze.wordpress.com/2012/02/21/stateless-societies-the-igbo-the-fulani-the-somali-by-prof-g-n-ayittey/
    http://www.oxfordreference.com/view/10.1093/oi/authority.20110803100529204
    https://www.researchgate.net/publication/294279133_Myths_about_the_State_of_Nature_and_the_Reality_of_Stateless_Societies

    Bakınız lütfen,
    http://www.oxfordreference.com/view/10.1093/oi/authority.20110803100529204
    tarafından verilen “Stateless Society ” tanımına:
    “A general term which is often applied to acephalous or segmented societies, which lack a centralized state authority, but is occasionally (THOUGH INCORRECTLY) extended to include those societies which have a political system based on an acknowledged chief or traditional ruler, and therefore lack a clearly defined state apparatus.”

    Devlet ve ulusal-devlet aynı mı? Değilse, bunun şu an azınlıklar ve sığınmacı insanların yaşadığı zorluklarda bir etkisi olur mu? Bu konu şu kitaplarda daha ayrıntılı incelenmiş.
    Judith Butler, Gayatri Chakravorty Spivak: Who Sings the Nation-State
    HannahArendt: “ The Decline of the Nation-State and the End of the Rights of Man”

    Doğum kelimesinden türeyen “Nation ” kavramı konuyu daha karışık kılar. Bu bağlamda “Nationalism ” ve milliyetçilik (ulusalcılık) sizce anlamda çakışır mı?
    Vatandaşlık olayı durumun daha da karışık olmasını sağlıyor.
    Yaptırım gücün olmadığı toplumlar var. Bu toplumlar bile çok çeşitli. Bazılarında diğer toplumlarla ilişkilerde veya savaş gibi özel durumlarda geçici şef otorite sahibi olabiliyor. Otorite toplumdaysa, yaptırım icrası uygulanması genellikle toplum kurallarına uymayanı parya etmeyle sağlanır.

    Anne veya baba çocuğuna sokağı etrafına bakmadan geçmemesini söylediğinde kullandığı otorite ile askere gitmeyi dayatan otorite aynı mı?

    Bitirmeden önce “iktidara kaşı gelme” konusunun da
    düşünüldüğü kadar basit olmadığını bir örnekle hatırlatmak istiyorum.
    İnsanlar, Cennet’te Allah’ın otoritesine veya iktidarına bile karşı gelmişler. Bazıları için bu, bir zafer, başarı simgeler. Diğerleri için günah, Cennet’ten kovulma, ceza nedeni.

    Yinelemek istiyorum ki, tanımlarda, iktidar, siyasi güç, zorlama şiddet kullanma, hiyerarşik ilişkiler varlığı, devlet, ulusal-devlet, ulus, vatandaşlık, otorite, toplum, karar ve yaptırım ve yasama organı (decision, executive, legislative) gibi politika dilinde yaygın kavramları, mutlak da olmasa, özenle ayırt etmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Ana yasaya uyulması konusunda mahkemelerin rolü konuyu daha da karıştırır.

    Hatta siz kendiniz de, “Ben, butun bunlari dikkate aldigimda, ortada hic de oyle ciddi bir savas filanin oldugunu dusunemiyorum” diyerek savaşlar arasında bir ciddilik sınıflaması yapmışsınız.

    Not: Ben savaşın TSK’ya moral verme yerine dünyada çok yaygın ve sık sık kullanılan Milli Güvenlik Savaşı olarak görmeyi çok daha isabetli buluyorum. Böylece dikkat psikolojiden çok politika dünyasında toplanır.

  87. “Başörtüsü (tülbent, türban, burka… İsimleri çeşitlendirebilirsiniz.) ‘ilk önce’, ‘erkek hegemonyasının sonucu’dur.”

    Yok. Oyle degil.

    Konuya kabugundan degil de, temel guduler acisindan bakarsaniz, daha iyi bir analiz olacagini dusunuyorum.

    Ortunme, tesettur ya da ne derseniz deyin, ‘ilk önce’ erkeklerin meselesi degildir, hic de olmamistir.

    Ortaya cikis sebeplerinin basinda, ait oldugu donemlerdeki saglik endiseleri olabilir. Kuvvetle muhtemeldir. Yani, hassas bolgelerin kapanmasi saglik gerekcesiyle olmus olabilir.

    Fakat, ikincil sebeplerinin arasinda erkekler denkleme neredeyse hic dahil degil. Daha dogrusu, erkekler, sadece dolayli olarak dahildir.

    Soyle:

    Herhangi bir erkek icin, kadinlarin vucutlarini sereserpe gostermeleri neden bir sorun olsun ki?

    Sonucta, kadinlar, birbirlerine yonelik mukayeseli ustunluklerini sergilemis olurlar ve bunu da –nihai analizde– erkekleri cezbetmek amaciyla kullanirlar.

    Bunu her zaman bilincli yaptiklarini soyleyemezsek de, fitraten (temel guduler acisindan) bu boyledir.

    Cicek-bocek analojisini kullanacak olursak: En uygun bocegi cezbetmek icin, cicek, en parlak, en cazip renkleri ile kendini sergiler. ‘Ben daha saglikliiyim; beni tercih et’ demektir bu.

    Buna erkeklerin (erkeklerin) itirazinin temel bir sebebi olamaz. Anlamli degil cunku.

    Peki, kimin olur?

    Kadinlarin.

    Kadinlar, erkeklerinin baska kadinlar tarafindan ayartilmasini istemezler. Bunu engellemek isterler.

    Daha genc bir kadinin daha yasli bir kadina kiyasla –genelde, ve erkeklerin gozunde– daha cazip oldugu bilinmeyen bir sey degil. Bunu da en iyi kadinlar bilir.

    Bu durum, daha yasli olan kadinlar acisindan/gozunde bir tur haksiz rekabettir. Cunku, ne yaparlarsa yapsinlar, genclesmek mumkun degil. Estetik ameliyatlar sunlar bunlar da bir yere kadar.

    Dolayisi ile, geriden gelen nesillerin (ya da ayni/yakin nesilden bile olsa) daha cazip olanlarin rekabetinin engellenmesini isterler.

    Engellemek isini de, erkekler uzerinden yaparlar, yapmaga calisirlar.

    Yani, erkekler –birakin ‘hegemonya’ filani– aslinda, bu rekabette, bir aractir.

    “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…”

    Hangi ‘esitlik’?

    18’indeki bir kiz ile 40’indaki bir kadini nasil esitleyeceksiniz?

    ‘Hakkaniyet’ dediginizi de nasil aciklayacaksiniz?

    Yillarca kafesledigi erkegin, bir taze pesinden gitmek ihtimali, kime gore ‘hakkaniyet’lidir?

  88. “Sırp’ların Bosna-Hersek ve Kosova’da yaptıklarını da yüzyıllarca kendilerini yöneten Boşnak ve Arnavut ‘Balkan Oligarkları’nın tahakkümüne bir tepki olarak görmemiz gerekmez mi bu durumda?”

    Tabii ki.

    Osmanli, baska yerlerdeki uygulamalarinin tersine, Balkanlarda ‘ozel mulk’ imkani tanidi. Bu da, oralarda, buyuk zenginliklerin belli ellerde toplanmasina yol acti.

    Yerli halkin tepesinde bir katman olusturdular.

    Zamanla da, bu katman, kendilerini daha ustun gormege basladi.

    Sonra?

    Sonra, o kadar da ustun olmadiklari ortaya cikti.

    Yerli halk, oldukca kolay bir sekilde, bunlari supurup atti.

    Atti, ama kadere bakin ki, o katman yok olmadi.

    Tarihsel bir kazayi firsat bilip, oligarsilerini Anadolu’da kurdular.

    Simdi cokus donemi basladi.

    O yuzden, ‘Balkan Oligarsisi’ ya da onun murtezikasi, Anadolu’da karsilastiklari rekabeti ‘Comar Oligarsisi’ filan diyerek kucumsemege calisiyor.

    Bu, Mahatma Gandhi’nin isaret ettigi [ “First they ignore you, then they laugh at you, then they fight you, then you win.” ] bilindik bir surecin ikinci kademesidir.

    Uzun surmez.

  89. Esmer DP'lileri ayıklamak

    Gün Zileli 1950’lerde, Taksim’deki bir yürüyüşte, şunu anlatıyor, ‘Aralara Demokrat Partililer katılıyordu. Ve biz onları ayıklıyorduk, aramıza almıyorduk.’ Peki, soru şu. Dönemin subay çocuğu bir sosyalist genç tarafından anlatılıyor bunlar. Diyeceksiniz ki, ‘nasıl anlıyorsunuz Demokrat Partili olduklarını?’ ‘Esmerlerdi’ diyor.

    RTE’yi yere göğe sığdıramayan, yandaş kanal ÜLKE TV’deki ‘Türkiye Atlası’ adlı programa konuk olarak katılan İslamcı ve RTE destekçisi bir yazar ‘Selahattin Yusuf’un söyledikleri.

    13 Ocak 2018

    20. dakika 10. saniyeden itibaren Gün Zileli hakkında konuşuyor:

    https://www.youtube.com/watch?v=zYfuIHiD6_U

  90. “Peki size göre iktidarın tanımı nasıl olmalıdır.
    Verdiğiniz adreslerde ‘civilization’ ve ‘iktidar’ aynı (eşit/özdeş) alınmış.
    Medeniyet ile iktidar aynı mıdır?
    Siyasi gücün olduğu toplumlar ile devletli toplumlar aynı mı?
    Siyasi gücün olduğu toplumlarla ile zor ve/veya şiddet kullanan ve/veya hiyerarşik ilişkiler olan toplumlar aynı mı?
    Toplumlar ve devletler aynımıdır ?
    Devletsiz iktidarlar var mı?
    Devletsiz toplumlar var mı?
    İktidarın var olmadığı devletler var mıdır ?”

    Bunlar guzel ve yerinde sorular.

    Sorun su ki, butun bunlara (ve digerlerine) yeterince isabetli (rigorous) ve mufassal (comprehensive) bir tanim getirmek hic de kolay degil.

    Hatta tehlikeli de.

    Tehlikeli, cunku ‘efradini cami, agyarini mani’ [kapsam icinde olan herseyi dahil eden, kapsam disindaki herseyi de haric tutan] bir tanim icin ne kadar titiz davransaniz da, dunyada va olan, var olmus olan, ya da var olabilecek olan butun ihtimalleri dikkate almak neredeyse imkansiz.

    Dolayisi ile, yapilacak tanim olsa olsa akademik olur; yani, baslar baslamaz malul..

    Malul, cunku, ‘tanim’ artik bir onyarginin temeli olmustur; olmaga yuz tutmustur.

    O yuzden, ben, elimden geldigince, boyle bir konuda ‘tanim’dan kacinmaga calisirim.

    Mesela, “Medeniyet ile iktidar aynı mıdır?” sorunuzu ele alalim –cunku, onemli bir sorudur.

    Buna kestirmeden evet ya da hayir demek zor. Her birinin ne olduguna ve birbirlerinin arasindaki iliskiye bakmak gerekiyor.

    ‘Medeniyet’ dedigimiz seyi, kabaca, insalarin bir arada yeterince uzun zaman yasamalari ve bunun sonucunda da (baskalari ile benzer ya da farkli) bir yapi olusturmalari diye anlarsak; bu ‘medeniyet’i olusturan insan ya da topluluklarin kendi aralarindaki ahengi saglamak/surdurmek hem de ortak hizmetleri karsilamak icin bazi altyapilari da kurmus olduklarini varsaymak durumunda kaliyoruz.

    [‘varsaymak durumunda kal’mak ne kadar isabetli?]

    Eger bu varsayim dogruysa, ilk akla gelen, bir hukuk sistemi ve onu icra eden bir adliye sistemi oluyor. Ondan sonra da, bildigimiz ‘asayis hizmetleri ve ‘belediye hizmetleri’ filan geliyor.

    Bu tur seyleri bir araya topladigimiz zaman da ‘devlet’ dedigimiz mekanizmadan bahsediyor oluyoruz.

    ‘Devlet’ de, onu yoneten birilerinin varligina isaret ediyor; yani, ‘iktidar’a..

    Dolayisi ile, “Medeniyet ile iktidar aynı mıdır?” sorusuna benim verebilecegim en iyi cevap:

    Ayni degilse bile mutemmim cuzudur (yani, tamamlayici bir parcasidir; ‘onsuz pek de olmaz’ anlaminda).

    “‘Stateless Societies’ aramada ilk bir iki sayfada çıkanlar”

    Iste, bu, bu konuda onceden belirlenmis bir ‘tanim’la yola cikmanin neden sakat olabilecegine iyi bir ornektir.

    O yazilarda bahsedilenler ‘devletsiz toplum’ filan degiller; sadece /bizim anladigimiz sekilde devletleri olmayan/ toplumlar.

    Yani, sorun bizim tanimizin yeterince kapsamli olmayisinda yatiyor.

    ‘Devlet’ dedigimiz mekanizmada ‘devlet memuru’ dedigimiz profosyonellerin olmasi Allahin emri degil.

    Bu hizmetler gonululuk esasi uzerinden verilebiliyorsa, tabii ki, cok daha az maliyetli olacagi icin tercih edilir.

    Ama, bu hizmetlere olan talep, gonullulerin ayiracagi zamandan (ve emekten) daha fazlasini gerektirir hale geldiginde, profosyonellere yonelmek dogal sonuctur.

    Ayni sekilde, ‘Hukumet’ dedigimiz (Bakanlar Kurulu filan) da yine bir optimizasyondur. Gonullulugun yeterli olmadigi goruldugunde basvurulan bir optimizasyon.

    Butun bu ‘optimizasyon’lar sonucunda, daha onceki safhalardaki dagitik (daha dogrusu ‘formel olmayan’) ‘iktidar’ da yeniden (ve biraz daha konsantre olarak) sekillenir.

    Olmayan bir ‘iktidar’ boylece peydah edilir anlaminda degil; var olan fakat formel olmayan ‘iktidar’, artik formel hale gelmistir anlaminda.

    Neyse.

    Butun bunlara baktigim zaman, ‘iktidar’ olgusuna prensip olarak karsi gelmegi anakronik (ve ahmakca) bir tavir olarak goruyorum.

    ‘Bu iktidar’a ya da ‘bu devlet’e karsi olmak makuldur; ama ‘butun iktidarlar’a ya da ‘butun devletler’e karsi oldugunu soyleyenlerin ne dediklerini bilmediklerini dusunurum.

    “Not: Ben savaşın TSK’ya moral verme yerine dünyada çok yaygın ve sık sık kullanılan Milli Güvenlik Savaşı olarak görmeyi çok daha isabetli buluyorum. Böylece dikkat psikolojiden çok politika dünyasında toplanır.”

    Bu son paragrafiniz, zaten uzun olan cevabimi daha da uzatacak..

    Dolayli bir benzetme ile baslayayim:

    Bir oneceki yuzyilda, ABD’nin onemli (buyuk, zengin vs anlamina gelir) bir fon yonetim sirketinde onemli (buyuk, zengin) bir gorevde olan bir ahbabim, yaninda calisanlardan birisini ise alan bir baska onemli (kudretli, zengin) fon yonetim sirketinin yoneticisi ile konusurken sunu soylemisti: ‘Zeki cocuklara surekli yeni ve zor problemler vermezsen, onlar problem olmaga baslarlar’.

    Bu dediklerini, tabii ki, Ingilizce soylemisti. Cunku, onemli (kudretli, zengin) insanlar Ingilizce konusurlar ve Ingilizce konustuklarinda dedikleri cok daha derin anlamlar kazanir.

    Yoksa, ayni seyi (‘Insan beyni degirmene benzer, ogutecek bir seyler vermezseniz, kendisini ogutur’) diyen Ibn Haldun onemli olamaz. Ne zengindi garibim, ne de kudretli.

    Neyse.

    TSK konusunda dediklerimi biraz da bu acidan okumak lazim.

    Ayrica, bugun icin, ortada iki temel sorun daha var:

    1) Cumhurbaskanligi secimleri yaklasiyor.
    2) TSK, Cemaat/Feto uzerinden cok ciddi darbeler aldi.

    1 Nolu maddedinin karsiliginda sunu yapmak gerekiyor: TSK’yi ic siyasette rol almak hevesinden uzak tutacak; ona ugrasacak bir seyler bulmak lazim.

    2 Nolunun karsiligi da su: Arkasinda kim olursa olsun, ilkokul tahsili bile oldugu supheli birisinin organizasyonu sonucunda, generallerinin bile 3’te 2’sine dahi ‘sahip cikamamis’ olmak, cok incitici bir sey.

    ‘Yahu, siz kendinizi bile koruyamiyorsunuz’ turunden bir itham olacak olsa, mazallah, soyleyecek laf bulmak zor.

    Dolayisi ile, en azindan, bu iki baslik altinda bile, bu harekat elzemdir.

    Bu boyle de, bunun ‘Milli Güvenlik Savaşı’ olarak gorulmesine de mani degil tabii ki.

    PKK’nin (dolayisi ile, YPG’nin de) bu konudaki katkilarini yok sayarsak, bence, ciddi bir vefasizlik ornegi sergilemis oluruz. Kurdistan cografyasina bir turlu nufuz edememis olan Kemalist Cumhuriyete son derece hakli sebepler peydahlamasi bir yana, oradaki ahaliyi el birligi ile fiilen ‘medeniyet’e sevketmelerinden bahsediyorum. Bir de, tabii ki, TSK’yi surekli ‘idmanli’ (‘well trained’) kilmalarini saymasak olmaz.

    YPG’nin yaptigina da, uzaktan, bakarsak; cok da farkli degilmis gibi gorunuyor. Yani, en azindan, ‘Milli Güvenlik Savaşı’na son derece hakli bir gerekce/temel olusturmak konusundaki gayretlerini takdir etmek lazim.

    TSK’yi idmanli tutmak kadar, halkin gozunde yine –eskisi kadar olmasa da– muteber bir kurum haline getirebilir bu.

    Fakat, ‘merhemdeki sinek’ (‘fly in the ointment’) turunden bir iki oyun bozanlik da yok diyemiyorum.

    Mesela, OSO’nun varligi ve rolu…

    Esas aktorun TSK oldugu konusunda kafalarda soru isareti birakiyor.

    Buna bir de, dogru mudur bilmiyorum, korucularin da katilacagini eklersek, TSK’nin eskisi kadar parlatilmak istenmedigine (yani, buna izin verilmeyecegine) de isaret ediyor gibi.

    Bu da, Kemalistlerimiz icin, hic de hos degil tabii ki.

  91. “Doğum kelimesinden türeyen “Nation ” kavramı konuyu daha karışık kılar. Bu bağlamda “Nationalism ” ve milliyetçilik (ulusalcılık) sizce anlamda çakışır mı?”

    Bunlar yeri geldiginde kullanisli olabilse de, icerigi kolay kolay doldurulamayan kavramlardir bence.

    Mesela, ‘millet’ kelimesini ‘disaridan bakanlarca (gorunus ve/ya davranis bakimindan) birbirine benzeyen insanlar toplulugu’ aciklayici bulabilsek de, bunu ‘iceriden’ bakildiginda cok da oyle olmadigini da biliriz.

    Yani, bilmemne vilayetinin insanlarini bir dernekte topladiginizda herkes orali/bilmemnereli oldugunu soyler de, daha sonra icerdeyken herkes kendi dogdugu ilceyi, nahiyeyi, koyu, akrabasini filan savunur; digerlerinden (en az bir sebeple) farkli oldugunu soyler.

    Oyle olunca, kisileri bir baslik altinda toplamanin bir kolaycilik oldugunu, gercek hayatta cok da karsiligi olmadigini dusunurum.

    Millet/ulus/milliyet/milliyetcilik/ulusculuk gibi kavramlar, disaridan bakildiginda bir ‘gozlem’e dayanir; iceriden bakildiginda ise, bunlar, bir ‘algi’dan kaynaklanir.

    Daha cok da, ‘ortak hedef’ veya ‘ortak tehdit algisi’ndan..

    Cakisip cakismadiklarina karar verebilmek icin, ayni ‘ortak hedef’i veya ‘ortak tehdit algisi’ni temsil edip etmediklerine bakmak gerekir bence.

    [Cok da kafa yordugum bir konu olmadigi icin, oyledir ya da degildir diyemiyorum.]

    “Anne veya baba çocuğuna sokağı etrafına bakmadan geçmemesini söylediğinde kullandığı otorite ile askere gitmeyi dayatan otorite aynı mı?”

    Ayni olmasi gerekiyor mu?

    Hatta, birinin bir digerinin uzantisi olmasi da gerekiyor mu?

    Bence gerekmiyor.

    Simdi.. bu noktada, Freudian analiz pesinde olmasam da, cocukluguma donesim geldi 🙂

    Daha once de yazdim. Ben koyde dogdum. Bir dag koyunde. Cocuklugumum bir kismi da orada gecti.

    Koylerde yasli erkekler de vardi tabii ki (dedem mesela); ama biz cocuklar zamanimizin cok daha fazlasini kadinlarla, yasli kadinlarla gecirirdik. Onlar bizi yedirir icirir, kollar, sefkat ihtiyacimizi karsilardi.

    Ve, bu yasli kadinlar, aradabir, biz erkek cocuklara ‘siz, buyuyup askere gidecek, bizi koruyacaksiniz’ derdiler –birden fazla defa ve birden fazla farkli nine/teyze/hala bunlari demistir.

    Bunu herkes icin genelleyemem, tabii ki; ama, sanki ‘askere gitmeyi dayatan otorite’ dediklerimiz oyle cok da uzagimizdakiler degil gibi..

  92. “Esmerlerdi” lafı tamamen uydurmadır. Söz konusu paragrafı aşağıya alıyorum:

    En büyük 27 Mayısçı eylem, 1963 yılının Mart ayında, Celal Bayar’ın affına karşı gerçekleşti. Celal Bayar, yaşı ve hastalığı dolayısıyla Kayseri Cezaevinden çıkartılmış, Ankara’ya gelişinde büyük gövde gösterileriyle karşılanmıştı. Bunun üzerine CHP’liler ve 27 Mayıs yanlısı gençler, Ankara’da büyük karşı gösteriler başlattılar. AP binası basılıp, eşyaları binadan aşağı atıldı. Daha büyük gösteriler ise Istanbul’da cereyan etti. O sırada Levent Koleji’nde okuyordum. Benim gibi solcu olan ve YÖN okuyan Eli adlı Ermeni arkadaşımla birlikte sınıftaki diğer çocukları da örgütleyerek gösteriye gittik. Giderken sınıfta asılı bulunan Atatürk fotoğrafını da yürütüp yanımıza almayı ihmal etmedik. Yaklaşık elli bin kişilik büyük bir kalabalıktı. Topluluk Şişhane’ye doğru çıkarken, bütün apartmanlardan kadın erkek herkes bizi coşkuyla alkışlıyordu. Gençler, “araya yabancı unsurların sızmaması” için kenarlarda etten bir duvar oluşturmuşlardı. Gösteriye “sızmak” isteyen yoksul görünümlü bazı kişilerin, üniversiteli gençler tarafından yürüyüş kolundan çıkarıldığını gördüğümde bu biraz tuhafıma gitti, ama yapılacak bir şey yoktu, üniversiteliler böyle uygun görmüştü. Önemli bir kısmı hali vakti yerinde CHP’li ailelerin çocukları oldukları anlaşılan gençlerin çoğunun ellerinde, Falih Rıfkı Atay’ın çıkarttığı, koyu CHP’li Dünya gazetesi ve Kemalizm adlı, parlak baskılı bir dergi vardı. Gençler bu dergiyi arada bir yukarı kaldırıyor, böylece ne kadar Kemalist olduklarını çevreye gösteriyorlardı. (s. 120-121)

    Bu tür yayınlara ne kadar güvenilebileceğini, buralara çıkanların ne kadar dürüst olabildiklerini çok iyi gösteren bir örnek.

  93. Kemalist Balkan ve İslamcı Anadolu oligarşilerinin (ve arkalarındaki kitlelerin) her ikisi de aynı derecede özgürlük düşmanı olan iki bağnaz (veya daha doğrusu bazı nedenlerle bağnazlaşmış) dinin dincileri değil midirler?

    Ve bu nedenle, yalnızca muhalefete düştükleri dönemlerde başkalarının desteğini almak için özgürlükçü oluyorlar, veya özgürlükçü görünmüyorlar mı?

    Yalnız şu da var ki bu iki kesim birbirlerinden böyle net çizgilerle tamamen ayrılmış değil. Aradaki bağlantıları (mesela Balkan Oligarkı Kemalistler ve Anadolulu Aleviler arasındaki “mecburiyetler ittifakı”nı), ilişkileri, geçişleri (ve onların ideolojilerini, örneğin 12 Eylülcülerin “Sağ Kemalizm”i, AKP öncesi merkez sağ partiler ya da MHP’liler-Ülkücüler ve özellikle onların AKP muhalifi kesimleri gibi) yok sayamayız.

    Bu oligarşilerin tanımları, Necip’in de yukarıda kullandığı bir tabirle, “efradını cami, ağyarını mani” değil.

  94. Politically Correct Kürtçülük şantajı yapan Hortlak k*ç yalama dersini çoktan öğrenmiş. Bolluk diyarı Avrupa’ya kapağı böyle atmıştı.
    Bu faşist ve ırkçı olduğunu sayısız defa utanmadan açık açık söyleyen Hortlak insanlığın yüz karası.

    Dev Kürt Kültürü’nü Cüce Kızılderili Kültürü ile kıyaslayıp ikinciyi çöplüğe atan defalarca; Asya, Afrika, Amerika, Avustralya’da zengin olmadıklarından ırkçı, faşist Hortlak gibi dilencilere kemik atamayan insanları alçak gördüğünü unutun mu IRKÇI-FAŞİST?
    İLERLEME dininin imamı Hortlak ile 18. yüz yılda yaşayan John Woolman, İLERLEME yobazlarıyla asil ruhlulular arasındaki farkı çok şahane güzel simgeler.

    “To consider mankind otherwise than brethren, to think favours are peculiar to one nation and exclude others, plainly supposes a darkness in the understanding.” John Woolman

    [Bütün insanları kardeş görmemek, ayrıcalığın sadece bir millete mahsus olduğunu sanmak, kara cahil anlayışına delalet eder.]

  95. “ Tarihte iktidarda yer almak yerine YIKMAK hiç olmadı mı?” sorusuna cevabınız:
    “Tarihte yikilan cok/sayisiz iktidar var; malum.
    Ama, yikilan bir iktidarin yerine bir baskasinin gecmedigine dair bir ornek aklima gelmiyor.
    Aslinda var; ama, …”
    Verdiğiniz sitelerde medeniyet yıkılmaları anlatılıyor. Siz farkında olmadan sorudaki “yıkmak” fiilini unutmuşsunuz. Siteler “yıkılmış” medeniyetleri anlatıyorlar.
    Kaçınarak yaptığınız medeniyet tanımından başlayıp devlet ve iktidarla bitirdiğiniz kısımda , “Iste, bu, bu konuda onceden belirlenmis bir ‘tanim’la yola cikmanin neden sakat olabilecegine iyi bir ornektir.” , devletsiz toplum olamaz o halde aramak nafile mi demek istediniz?

    Bilginin temeli ve motoru “gerçek dünya” ile düşündüğümüz ve sözcüklerle ifade ettiğimiz dünya arasındaki fark denilebilir. Zaman, mekan ve hatta değişik kültür algılamaları asıl katkıda bulunanlardan. Tanımın asla tam olamayacağı çoktan biliniyor. Fakat sizin, tanımlardan kaçındığınız halde, var/yok olduğundan mutlak emin olduğunuz çok sayıda kavram/varlıklar var.
    Belki en iyisi size tek bir soru sormak:
    Bizim anladığımız şekilde olmayan devletlerden örnekler verir misiniz?

  96. Gün Abi öncelikle geçmis olsun (Biraz gecikmeli). Ikincisi de uzun yorumlar, ki bazilari yazinin kendisinden uzun, kesinlikle kisaltilmalidir. Belli sayida vurusla sinirlandirilmalidir. Ego tatmini yapanlara sansür uygulayin, günahi brnim boynuma olsun diyecegim ama, siz sansüre karsisiniz.

  97. “Siz farkında olmadan sorudaki ‘yıkmak’ fiilini unutmuşsunuz. Siteler ‘yıkılmış’ medeniyetleri anlatıyorlar.”

    Onun farkinday(d)im. Ama, ‘yikan’in ‘yikilan’dan daha guclu oldugunu (tanimi geregi) kabul edersek, ‘yikan’ da bir ‘iktidar’dir.

    Bu durumda, ‘yikan iktidar’in, otekini yiktiktan sonra, kendi ‘iktidar’indan da vazgecmesinden bahsediyor oluruz.

    Bu kadar digerkam, bu kadar ‘selfless’ birileri varsa bile benim haberim yok. Ben bilmiyorum.

    “devletsiz toplum olamaz o halde aramak nafile mi demek istediniz?”

    Butun kapilari tek tek acip arkasinda kimse var mi diye bakmadan ‘burada kimse yok’ demek kadar sagliksiz olurdu buna kesin bir cevap vermek.

    Yine de sunu soyleyebilirim, galiba:

    Olabilir, en azinda bir tek tane dahi olmus olabilir. Ama, benim haberim/bilgim yok.

    Var olmus idiyse, literaturde bir yerlerde olurdu diye dusunuyorum.

    Dahasi, eger hic var olduysa, o kadar ilginc bir istisna olurdu ki, hakkinda ciltler dolusu seyler yazilirdi.

    Benim de, dolayisi ile, oylece haberim olurdu –belki.

    O yuzden, ‘olabilir’ hanesini yine de muhafaza ederek, boyle bir seyin olmadigini soylersem, cok fazla bir curet/cahillik sergilemis olmam herhalde.

    “Bizim anladığımız şekilde olmayan devletlerden örnekler verir misiniz?”

    ‘Biz’den kastiniz ‘simdi ve burada’ olan ‘biz’ ise, istediginiz ornekler sayilmayacak kadar coktur.

    150 kadar sene oncesine bakarsaniz, hepsi –neredeyse hilafsiz– “[b]izim anladığımız şekilde olmayan devletler”dir.

  98. “Yani, sorun bizim tanimizin yeterince kapsamli olmayisinda yatiyor.”
    Matematik ve doğa bilim kitapları sözcük ve kavramların günlük konuşulan dildeki muğlaklığını bertaraf etmek için tanımla başlasalarda verilen tanımın üstü kapalı son söz olmadığı kabul ederler. Sözlükler de öyle.
    O halde, “Yani, sorun bizim tanimizin yeterince kapsamli olmayisinda yatiyor.” yargınız mutlak ve ebedi mi?
    Size göre kapsamı tam olan tanımlar var mı?

    Medeniyet tanımınızda “uzun zaman” ne kadar uzun olmalı?

    Bence, beraber yaşamak için bazı kurallara uymak gerektiği şart. Hatta kurallar özgürlük sağlar.
    En basit izahı: bilimin verdiği bilgiler, ki hepsini hepimiz bilemeyiz, dünyasında “kurallarını ” bilmediğimiz doğa olayları var. Kazaları da ekleyebiliriz. Doğa dünyasında ve giriştiğimiz sosyal ilişkiler dünyasında kuralları bilmek bize özgürlük sağlar. Keyfi davranışlar veya olağanüstü durumlar beklemeyiz.
    Umit ederim bu kısa anlatım yeter. Ben sadece neden kural olmadan beraber yaşamanın imkansız olduğunu düşündüğümü anlatmak istedim.

    Siz kural veya altyapı varsa medeniyet var mı diyorsunuz?

    Siz her toplum, tanım gereği, medenidir mi demek istiyor sunuz?

  99. “Anadolu’da ta Hititlerden beri gelen uygarlıklar zinciri vardır. Doğu Akdeniz de diyebiliriz buna. Yunanlılar ve daha sonra Roma ve Bizans ile devam eder.
    Bir de bugünkü Kürdistan dağlarının doğusunda Pers uygarlığı vardır. Hint ve Çin yolu üzerindeki; klasik Ön Asya uygarlıklarını Hint ve Çin’e bağlayan.
    Bu iki farklı uygarlık alanının arasında her zaman bir rekabet ve savaş ta vardır, bu savaşların özü de ticaret yollarına kimim egemen olacağı üzerinedir.
    Kürdistan ve Anadolu bu iki uygarlığın savaş ve rekabet alanı olagelmiştir. Anadolu platosu esas olarak Grek, Roma, Bizans, Osmanlı etki alanında olmuştur; Kürdistan ise Pers etki alanında. Ancak bu iki uygarlık arasındaki sınır Kürdistan’ın doğusundan Ege kıyılarına kadar sürekli ve sık sık değişmiştir.
    Örneğin Maraton bile bu iki uygarlığın savaşının bir sonucudur. O zamanlar Pers uygarlığı, tıpkı Selçuklular zamanında olduğu gibi Ege kıyılarına kadar egemendi.
    Şimdi ikinci bir noktaya gelelim. Her uygarlık aslında bir süre sonra çürür ve genellikle paralı asker olarak kullandığı ve kendi işleyişini ve zayıf yerlerini öğrettiği “barbarlar” tarafından ele geçirilir.
    O “barbarlar” medeniyeti ele geçirdiklerinde yeni bir imparatorluk sülalesi kurulur ve o uygarlık alanında belli bir canlanma yaşanır. Çürümüşlük bir dereceye kadar amorti edilir. Ama kısa bir süre sonra da, önceki çürümeyi yaratan güçler yeni fatihleri de çürütürler ve bu sefer onlar da başka bir komün tarafından alaşağı edilir. Tarih üç aşağı beş yukarı böyle gider.
    İşte Bizans ve Pers uygarlıkları da böyledir. Pers uygarlığı İslam aşısıyla ve Abbasi egemenliğiyle bir çiçeklenme yaşar. Ama bir süre sonra o da çürür. Selçuk beyin aşireti onun başına geçer. Bu gençlik aşısıyla, Pers Uygarlığı, Bizans’ı, tıpkı eski İyonya ve Eski Yunanistan zamanında olduğu gibi, Ege kıyılarına kadar sürer.
    İşte Türklerin Anadolu’yu fethi diye gerçek mahiyeti saptırılmış ve anlamını yitirmiş olgu, Pers uygarlığının, başına geçmiş Oğuz soyundan bir sülale ile canlanması ve Bizans’ı Anadolu’dan çıkarması, tekrar Anadolu’ya egemen olmasıdır.
    Öte yandan Bizans da bir çürüme içindedir ve İslam’ın ve diğer göçebe fatihlerin Pers uygarlığına yaptığı gençlik aşısından da yoksundur.
    Hem daha yeni ve gelişmiş bir dine (toplumsal ilişkilerin düzenlenişine) dayandığı; hem de daha fazla taze kan aldığı için, Pers uygarlığı Anadolu’ya iyice yerleşir kısa zamanda. Anadolu’nun ahalisi de kendisine daha fazla refah ve adalet sunan bu uygarlığın dinine geçmeye başlar. (Selçuklular, “Anadolu Selçukluları” (böyle bir devlet yoktur Türk tarihçilerinin uydurmasıdır) ve “Beylikler” yani yuvarlak hesap Yavuz’a kadar olan dönem budur.)
    Mevlana’lar falan hep Pers uygarlığının Anadolu’daki uzantılarıdır.
    Tabii bir uygarlık diğerini sadece kaba güçle ele geçirmez. Bunlar aşağı yukarı devrimlerin yayılmaları gibi kavranmalıdır: O zaman bu yeni düzenin ortaya çıkardığı kurumların da yayılışı olur. Örneğin “Horasan erleri” falan hep bu bağlamda değerlendirilmelidir.
    Tabii burada Pers uygarlığını ele geçirenlerin cahil aşiret çocukları olduğu unutulamamalı. Bunlar koca binlerce yıldır incelmiş devlet cihazlarını ele geçirirler. Ama o cihaz ve uygarlık binlerce yıllık birikmiş tecrübesiyle o fatihleri kısa zamanda özümser ve esas işi arkadan yürütür. Nizamülmülk’ler falan aslında tam da bunu yaparlar.
    Bu cahil fatihler devletin başındaysa elbet devlet cihazının kendi dilini konuşmasını isteyecektir. Çünkü kendisi başka dil bilmemektedir. Devlet demek vergi ve mahkemelerdir her şeyden önce. Buralarda hangi dil konuşulacaktır? Bu da fatihlerin dili olur. Fatihler ise henüz Pers uygarlığınca tam fetih edilemeden Anadolu’yu fetih ettiklerinden bu “Türkçe” olur.
    Ancak uygarlık dediğin de çok ince bir şehirli tabakasıdır. Gerisi kapalı ekonomideki köylerde yaşar.
    Köyler ise bir yandan komünal ilişkilerdir, yani bir uygarlık dinine gerekleri bile yoktur, eşitlikçi bir topluluk içinde yaşarlar.
    Diğer yandan devlet ondan vergi alarak artı ürününe el koyar. Ona karşı bir köylü muhalefetidir.
    Böylece uygarlıkların egemen olduğu alanların büyük bölümü uygarlığın resmi dininin sapkınlık olarak gördüğü komünle yakın bağlar içindeki ve aynı zamanda birer köylü partisi niteliğindeki mezhep ve tarikatların elindedir.
    Bizans egemenliği altında inleyen bu komün-köylüler, Balkanlar’da Bogomiller, Anadolu’da Paulikanlardır. Yani daha sonra Aleviler Osmanlı şeriatı ve devleti karşısında ne durumda olacaklarsa o zaman Bizans devleti ve kilisesi karşısında benzer konumdaydılar.
    Fatihler elbette Bizans tarafından ezilen bu köylülerin desteğini alacaktır iyice yerleşebilmek için. Onlar da buna zaten teşnedirler. Bu devrim veya dönüşüm de Osmanlı’nın Anadolu ve Balkanlar’da Bogomillerin Bektaşileşmesi; Paulikanların Alevileşmesi biçiminde gerçekleşir.
    Osmanlı İstanbul’u fetih edip onun tarafından fetih edilinceye kadar aslında bunlara dayanır ve hızlı büyümesini bu “sapkınlara” borçludur. Anadolu Sünni Müslüman olmadan önce “Sapkın” Müslüman olmuştur.
    Şimdi bütün bunların yanı sıra, Müslüman olmanın vergiden ciddi bir muafiyet sağladığı da düşünülünce, Müslümanlaşmanın ve Türkçe diline geçmenin mekanizmaları daha iyi kavranır.
    Böylece Anadolu’nun sapkın Hıristiyanları sapkın Müslümanlığa geçerek Anadolu’nun alttan; Şehirlerde de Pers uygarlığının üstünlüğü üstten bir Müslümanlaşmasını ve Türkçe diline geçmesini sağlar.
    Bu yüzyıllar içinde gerçekleşir. Beş yüz yıl sürer aşağı yukarı. Bu beş yüz yılda yine de bir yandan Bizans’tan önce Hıristiyanlığa geçmiş daha eski dinlerden halklar (Süryaniler, Keldaniler, Ermeniler ve kiliseleri) diğer yandan Ortodokslar (Rumlar) varlıklarını sürdürürler.
    Eğer yüzyıl başındaki sürgün ve katliamlar olmasa, Anadolu’nun yüzde kırkı ila yarısı arası bir nüfus dinini koruyan ama dilini büyük ölçüde değiştirmiş (Ermeniler ve Rumlar büyük ölçüde Türkçe konuşuyorlardı evlerinde bile) durumdaydı.
    O halde, Türklerin “Nasıl Müslüman Olduk?” sorusunun cevabı 7-11 yüzyıllar arası Orta Asya’da değil; 11-19 yüzyıllar arası Anadolu ve Balkanlar’da aranmalıdır.
    Ve totemizmden Müslümanlığa geçişten ziyade, bir uygarlık dininden (Hıristiyanlık) diğer uygarlık dinine (İslam); bir uygarlık dininin “sapkınlığından” (Bogomillik, Paulikanlık) diğer uygarlık dininin “sapkınlığına” (Bektaşilik ve Aleviliğe) geçiş olarak ele alınmalıdır.
    Bu geçişler ile birlikte ve devlet cihazının Türkçe ile işlemesi de Türkçenin yayılmasının bir ek nedeni olarak görülebilir.
    Sorun böyle bir bakışla incelendiğinde, gerçeğin daha sadık bir resmi çıkarılabilir.
    Tabii soruna böyle bakınca Tarih kitaplarını Türk milliyetçileri başka türlü yazmak zorundadırlar. Keza böyle yazılmış bir tarihte, “soydaşlar” o zaman Ermenileri, Rumları ve kısmen da Kafkasların ve Balkanların halklarını da içerecektir; ama “Orta Asya Türkleri”ni değil.”

    “Türkler” Niçin Müslüman Olmadı ve Olamazdı ama Müslümanlar Niçin ve Nasıl Türk Oldu?
    Demir Küçükaydın
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2018/02/turkler-nicin-musluman-olmad-ve-olamazd.html

  100. Yukarıda Küçükaydın’dan aktardığım alıntıda geçen tespitler daha genelleştirilmeli.
    Bu nedenle biraz düzeltilmeli ve bazı tarihi ayrıntılara fazla değinmeden kısaca açıklanmalı (fatih barbarlar, ticaret yolları, köylü komünleri, dinler ve sapkın yorumları, diller, ulusçuluk vb gibi).

    Burada sözkonusu durum bence şöyledir: Belirli, sabit bir coğrafyada tek bir medeniyet (ve devlet) vardır aslında. Fatih barbarlar veya daha doğrusu yarı-barbarların, ve başka coğrafyalardaki devletlerin ülkeyi fethettiği dönemler de dahil, bir devamlılık vardır.

    Bu medeniyet/devlet, zamanla dışarıdan başka toplulukları da bünyesine katarak gençleşir bir yandan.
    [Örneğin Mısır’ı ele alalım. Eski Mısır yahut Firavunlar döneminden sonra Mısır’a dışarıdan yerleşerek bu medeniyeti sürdüren devletleri, hanedanları, kavimleri bir hatırlayalım;
    Mezopotamya’dan gelen Asurlular, sonra İran’dan gelen Persler, sonra İskender’le Yunanlılar, sonra Romalılar, sonra Araplar, sonra Arapların askerleri (memluk) Türkler, sonra Osmanlı döneminde Çerkez memluklar, bugünkü Mısır devletinin kurucusu sayılabilecek Kavalalı gibi Arnavutlar vb gibi.]

    Diğer yandan, zamanla devletin merkezileşmesi de ilerler.
    [Mezopotamya’daki ilk şehir devletlerinin merkezi krallıklara dönüşmesinde olduğu gibi. Küçükaydın bunun da güzel bir örneğini vermiş;
    “Kartaca’nın yıkılışı neredeyse iki bin yıl sürecek bir düzenin maddi ön koşulunu oluşturmuştu. Akdeniz uygarlığında kentler dönemi bitiyor, ticaret yollarının emniyetini sağlayan İmparatorluklar dönemi başlıyordu.
    Benzeri binlerce yıl önce, Mezopotamya’da, Sümer kentlerinin yerini Sargon’un kurduğu Akad imparatorluğunun kuruluşu ile yaşanmıştı.”]

    Son olarak, bunlara ilaveten, bir de bütün bu farklı coğrafyalardaki medeniyetlerin/devletlerin yayılma süreçleri ilerledikçe daha çok etkileşime geçmeleri, zaman ilerledikçe dünya tarihinin giderek daha fazla bütünleşmesi sözkonusudur.

  101. “Başörtüsü (tülbent, türban, burka… İsimleri çeşitlendirebilirsiniz.) …”

    Ortaya cikis sebeplerinin basinda, ait oldugu donemlerdeki saglik endiseleri olabilir. Kuvvetle muhtemeldir. Yani, hassas bolgelerin kapanmasi saglik gerekcesiyle olmus olabilir.

    Hassas bölgelerin “Başörtüsü (tülbent, türban, burka…” gibi nesnelerle kapatıldığını ilk önce işitiyorum.
    Bir Eskimo beyazların ev içinde bile elbiseyle dolaştığına inanamaz ve kilometrelerce gidip görür.
    Bir ara iyi tahsilli aydın akılcı mutezile imamlar namaz kılmanın sağlık nedenlere dayandığını iddia etmişlerdi. Necip bu imamlardan biri mi?
    Kodaman Müslüman iş adamları bütün gün stres dolu işlerinden eve değil modern cami jimnastik salonlarına veya yüzme havuzlarına gidiyor, modern Müslüman bu dünyada olup öbür dünyayı düşünendir düsturlarıymış.
    Necip bey, siz akılcı imam mısınız? Yoksa, modern Müslüman akıllı iş adamı mısınız?

    Nasıl olsa “La vida es sueño”. Bende rüyalarımı dökeyim.
    Teknolojik devire kadar dünyayı tarımcılar sırtında taşıdı.
    İslam dini tam bir tüccar, şehirli dini. Ay takvimi bir kanıtı.
    Teknolojik devirden sonra, Avrupa’da, önce yavaş sonra hızlı evin şefi ekmek parası kazanan erkek oldu ve hatta düzen bunu çok güzel kullandı. Daha önce kadınların ekonomi ve üretimde büyük rolü oldu.
    Türkçe ve Türkiye’de amca değil dayı önemlidir. Hatta Avrupa dillerinin çoğunda ayırım bile yapılmaz.
    Anne ölünce geniş aile bağları gevşer veya sona erer.
    Halk türkülerindeki sayısız kız-kadın güzelliğinin televizyon izlemeden geldiğini sanmıyorum. Ne de sokaklarda kız-kadınların sağlıklarına tecavüz edip ayıplarını dışarı çıkarmakla.
    Bu herkesi çıldırtacak: İslam dini eşitlik dini olarak bilinir. Aşiret düzenden yeni çıkan Araplar ve İslam eski eşitlikleri (tabii dahi bilgiçlere göre eşitlik imkansız ama olsun) büyük bir ölçüde yaşadılar.
    Tarlada çalışan kadının yüzünü gözünü örtmesini ancak Necip bey gibi sağlık memuru veya din sofuları normal bulur.
    Dahası da var ama Erdoğan düşmanları, Atatürk-Marks-Avrupa-falan filan dinamik genç devrimcilerin başıma çullanmasından korkuyorum. Cahillik hemen şantaja dönüyor.

    Geleyim bu ayıp yerlerini sağlık için örtme konusuna.
    Araplar yarım adadan çıkıp İran’ın tümünü Bizans’ın büyük bir kısmını ele geçirdiklerinde Bizans ve İran’da çalışmayan zengin ve dolayısıyla genellikle sağlıklı hanımlar dışarı çıktıklarında ayak takımı kadınlardan ayrılıklarının işareti olan yüz örtüsü takarlardı. Araplar bundan nefret ettiler ama bu arada kendileri çok zengin olmuşlar ve karıları Bizans ve İran kadınlarını taklit etmeye başlamışlardı. Aynı şimdi gibi quoi!
    MS 4. yüz yılda, Kuzey Afrika ile Avrupa arasında günümüzün petrolü kadar önemli sarı saç ticareti yapılırdı. Gılgamış, alter egosu Enkidu’yu, medenileştirmek için, Enkidu’nun su içmeye geldiği yere çok güzel bir kız gönderdi. Eskimolar misafirin yanına okşaması için karılarını oturturlardı, Havai’de sulh, ekonomi ve politika kadın ve güzellikle düzenlenirdi. Sayısız diğer yerlerde de öyle ama sizlere Erdoğan-Atatürk-Marks-Avrupa-Bolluk-Sosyal Medza falan filan fazlasıyla yetiyor.

    O zamanın Necip gibi her şeyi egemen yavşaklığa uyduran alim uleması yüz örtmeyi Kuran’da arayıp bulup dine uydurdular.
    Sayın Necip, siz sağlık işinde çok ciddisiniz. Sağlıklı olmak için hareketli olmak en son ve en çılgın moda. Uyduracağınıza biraz müze gezin, yüz örtmenin yaygınlığını büyü fikirlerinizle değil gözlerinizle görürsünüz.

  102. Necip aklı basında fikirler tezler serdetmis.
    GÜN kendini hala anarşist olarak tanımlıyor musun ?

  103. Necip aklı basında fikirler tezler serdetmis.

  104. eVET AMA NEDEN SORDUN?

  105. 🙂 Uzun yorumlacrı okumadan geç Ulaş. Ben öyle yapıyorum.

  106. “O halde, ‘Yani, sorun bizim tanimizin yeterince kapsamli olmayisinda yatiyor.’ yargınız mutlak ve ebedi mi?”

    He he.. 😉

    ‘Ben bir yalanciyim’ demek kadar celiskili bir onerme olurdu..

    Her ne kadar, donulmez kapidan gecmeden once ‘zaman ve mekan’i asan bir laf edecegimi umsam da, bu o degil 🙂

    “Size göre kapsamı tam olan tanımlar var mı?”

    Eskiden formullerin oyle oldugunu dusundugum olmustur. F = m.a ya da E = m.c2 filan gibi. Fakat, daha sonra onlarin da her birinin ozel durumlari temsil ettigini, ya da cok daha uzun ve karmasik semboller zincirinin basitlestirilmis hali olduklarini goreli beri, artik sizin sorunuza ‘yok, galiba’ demek durumundayim.

    Hayat, bugun anladigim kadariyla, fraktal matruskalar demek.

    “Medeniyet tanımınızda ‘uzun zaman’ ne kadar uzun olmalı?”

    Yine ‘he he..’ 🙂

    Bu soruya neden numerik bir cevap veremeyecegimi siz bir fikra ile anlatayim:

    Adamin biri sokakta karsilastigi bir fahiseye fiyat sorar. Kadin, diyelim ki, ’50 TL’ der. Adam, bunun uzerine, ‘iyi dusun, cunku benim dovmek gibi bir aliskanligim var’ der. Kadin, ‘madem oyle, 100 TL olsun’ der. Adam, ‘iyi dusun dedim, son kararin o mu?’ deyince, kadin sorar ‘iyi de, ne kadar doversin?’. Adamin cevabi: ‘Parami geri alincaya kadar’..

    Yani, ‘medeniyet’ olmasi icin, ‘medeniyet sayilacak kadar’ uzun zamanin gecmesi gerekir 🙂

    “Siz kural veya altyapı varsa medeniyet var mı diyorsunuz?”

    Esasen, evet.

    ‘Esasen’ deyisimin sebebi de su: Insanlar da olacak. Yeterince uzun zaman boyunca, ustelik.

    Yoksa, insan yok, yasanmislik yok; fakat kural ve altyapi varsa, ona medeniyet diyemiyoruz; malum.

    “Siz her toplum, tanım gereği, medenidir mi demek istiyor sunuz?”

    Yine muglak cevap verecegim: Belli bir stabiliteye de ulasmis olmasi gerekiyor.

    Yani, devasa bir otogar gibi, gelenin cok kisa kaldigi, ama verili bir anda da cok sayida insanin bir arada bulundugu durumlara pek de medeniyet diyemiyoruz. En azindan o insanlarin medeniyeti diyemiyoruz.

  107. Kucukaydin’in diger dediklerine pek ilismeyeyim; ama, su dedikleri su tutmuyor pek:

    “Fatihler elbette Bizans tarafından ezilen bu köylülerin desteğini alacaktır iyice yerleşebilmek için. Onlar da buna zaten teşnedirler. Bu devrim veya dönüşüm de Osmanlı’nın Anadolu ve Balkanlar’da Bogomillerin Bektaşileşmesi; Paulikanların Alevileşmesi biçiminde gerçekleşir.”

    Bu dogru degil.

    Fatihhler, Bizans tarafindan ezilen koylulerden (fazlasiyla) maada, sehirlilerin destegini almislardir. Cunku, hem sehir-disindaki asayisi sagladiklari icin, sehre tasradan gelen mal hareketini saglikli kilmislardir; hem de sehirler-arasi duzene kavusturduklari icin, cok daha zengin (cesitli) mallarin ticaretini mumkun kilmislardir.

    Bunu, bu hizmetleri de, hayli ehven maliyetle yapabildikleri icin, ticaretin daha yogun oldugu sehirlere cok daha kolay nufuz etmislerdir.

    Bu kadar basit bir seyi gormek istemediginden midir, bilemem, Kucukaydin, konuya alakasiz bir yerinden Alevileri filan monte etmege ugrasiyor.

    Daha basit bir ciklamasi var bunun: Alevilerin, Alevi olarak kalmalarinin arkasinda, yogun ticarete sahne olmayan bolgeciklerde nispeten daha kapali toplumlar halinde yasiyor olmalarindan kaynaklanir. IOW, lack of intense interaction with the larger populus.

    Bir de, Kucukaydin’dan alintiyi yapan arkadasimizin dustugu su serhe itirazim var:

    “Fatih barbarlar veya daha doğrusu yarı-barbarların, ve başka coğrafyalardaki devletlerin ülkeyi fethettiği dönemler de dahil, bir devamlılık vardır.”

    Burada gecen ‘barbarlar’ lafi bence hic de isabetli degil.

    [Bu konuda Nisanyanin da yazdigi isabetli bir yazi da vardi.]

    Gelenler capulcu surusu degildi. Baslarinda hep bir komutan olan, hayli organize yapilardi. Hiyerarsi de vardi.

    Dahasi, kendi ‘know-how’lari kadar, gectikleri cografyadaki uygulamalari da gormuslerdi.

    Hani, derler ya ‘gezen tilki, yatan aslandan yegdir’… onlar da oyle..

    Ziyadesiyle yuksek bilgi-gorgu sahibi yoneticilerin oldugu topluluklardan bahsediyoruz, yani.

    Bunlara ‘barbar’ demek, bence konu hakkinda kafa yormamisliga yorulmalidir.

  108. “Hassas bölgelerin “Başörtüsü (tülbent, türban, burka…” gibi nesnelerle kapatıldığını ilk önce işitiyorum.”

    Insan beyninin insanin tukettigi enerjinin yuzde 20 kadarini tukettigini bilmezseniz; haliyle, insan kellesinin (isi kaybini onlemek, ya da –yerine gore– asiri isinmasinin onune gecmek icin) ortulmek ihtiyaci olabilecegini de bilmezsiniz.

    Diger hassas bolgelerin ortulmesinin gerekceleri daha farklidir. Genelde sivi ifrazatinin (‘excretion’unun) oldugu bolgelerden bahsediyoruz. Bu bolgelerin kapatilmasinin ardinda dogrudan dogruya biyolojik (miktop kapmamak, sincek bocek hucumundan sakinmak filan gibi) sebeplerin oldugunu dusunuyorum.

    Diger yazdiklariniz mugalata oldugundan okumadan gectim.

  109. Kadin biyolojisi, ortaya cikardigi sosyolojik sonuclar itibariyle, erkeklerden cok temel bir noktada ayrisir:

    Kadinlar/kizlar, dogduklari anda 1 milyon kadar yumurta ile dogarlar –daha sonra yumurta uretilmez.

    Blug cagina gelinceye kadar, bu sayi 300 bin civarina duser.

    Blug cagindan sonra ise, 30’una vardiginda bunlarin yuzde 12’si, kirkinda ise sadece yuzde 2’si kalmistir.

    Tabii, sadece sayi degil, yas ile beraber yumurtalarin dollenebilirlik kalitesi de hizla duser. Yani, var olan yumurtalar bir ise yaramayabilir.

    Goruldugu uzere, kadinlarin uzerinde bir zaman baskisi var. Bunun adina ‘bniyolojik saat’ diyoruz.

    Blug’dan sonraki 10 yas ile 30 yas arasindaki 20 sene icinde –eger bir sey olacaksa– olmak zorundadir; yoksa cok gec.

    [Erkekler icin boyle bir zaman baskisi sozkonusu degil.]

    Bu realite, 20’li yaslardan itibaren, ama daha cok da 30’a yaklasirken bir ‘acil durum’ olusturur.

    Bu acil durumun enteresan sonuclari olur.

    Teorik olarak yasitlarina ilgi duymalari beklenir. Bu da gorulur tabii ki, ama yasitlarinin dogacak cocugu finanse etmek ihtimalleri (genc olduklari icin, henuz bir baltaya sap olamamis olduklari icin) o kadar da yuksek degildir her zaman.

    Bu sebeple, ‘aciliyet’ arttikca, daha yasli erkeklere ilgi duyulur. Daha varlikli olmak ihtimalleri birincil sebeptir.

    Bunlarin icinden, evli ve cocuk sahibi olanlar ise, ‘denenmis’ olduklari icin (yani, saglam referanslari olduklari icin) daha cazip bulunur.

    Zurnanin detone oldugu yer de burasidir: Nispeten genc olan kadinlar, biyolojik saatlerinin dayatmasi yuzunden, daha yasli olan kadinlarin kocalarina yonelirler.

    Daha yasli olan kadinlar da bunun farkindadir; onlar da o surecten gecmislerdir cunku.

    Bu rekabeti engellemenin en kestirme yolu, genc olanlarin kendilerini sergilemesinin (kocalarinin aklillarinin celinmesinin) onune gecmektir.

    Tesettur bu sebeple talep edilir.

    Din filan daha dunku cocuktur.

  110. Gün Zileli
    Şubat 8th, 2018 at 07:50
    Uzun yorumlacrı okumadan geç Ulaş. Ben öyle yapıyorum.

    Gün kendi yazısının uzun olduğunu unutmuş, Zileli’nin müriti Ulaş adlı düşünce polisi de. Herif/karı süper hiper ultra modern: “her fikir altında kişisel psikoloji” yatar indirgeme mütahassısı. Tabi kendi taptığı kendisi kadar “az” düşünüp “çok” mal hayal eden bolluk devrimci putları hariç.
    Bu faşist polis ruhluyla tartışılır mı, sayın anarşist Gün Zileli. Cevap kısa olsun lütfen.

  111. Benim yazılarım genelde oldukça kısadır.

  112. Aferin Gün Zileli. Anarşistlik kılıfını unutup söz dinlemişsin. Cevap senin kadar küçük olmuş. Senin, evcil, terbiyeli bir uslu bir orta sınıf bolluk dini mümini olduğu çok belli. Bunu sevdiğin köpeklerden öğrenmiş olmalısın. Üzüm üzüme baka baka kararırmış.
    Senin yalancılığına sınır yok gibi. Uzun denilen yazılar da seninkiler kadar kısa değil mi?

  113. Internet Kaynakları Değerlendirme ve Kaynaklara Güven üzerinde bir araştırma yapıyoruz. Google ile Türkiye’de anarşizmle ilgili bilgi edinmeyi denek olarak kullandık.

    ‘Necip’’ rumuzlu kişi, aramada özen gösterme üzerine çok yerinde uyarıda bulunmuş:

    “‘Stateless Societies’ aramada ilk bir iki sayfada çıkanlar”
    Iste, bu, bu konuda onceden belirlenmis bir ‘tanim’la yola cikmanin neden sakat olabilecegine iyi bir ornektir.

    “ Anarşizm”, “Türkiye’de Anarşizm”, “Türkiye’de Anarşi Örgütleri” gibi önceden belirlenmiş tanımlarla yola çıktığımızda sayısız linkler verildi. Bu siteyi öyle bulduk.

    ‘Necip’rumuzlu kişi araştırmamız konusunda bir hipotez geliştirmemize yardımcı oldu.

    Hipotez: Bir konuyla ilgili bilgi edinmede daha önce belirlenmiş bir tanımla yola çıkmak hatalıdır.
    Teşekkür ederiz.

  114. “Burada gecen ‘barbarlar’ lafi bence hic de isabetli degil.
    …Gelenler capulcu surusu degildi. Baslarinda hep bir komutan olan, hayli organize yapilardi. Hiyerarsi de vardi.”

    Bu söyledikleriniz, mesela ilk halifeler, ilk Selçuklu sultanları ve ilk Osmanlı padişahları için doğrudur.
    Başlarında bir komutanları veya liderleri de hep vardır zaten.
    Fakat, mesela Muhammed, Selçuk Bey ve Ertuğrul Gazi gibi liderlerin durumu farklıdır bence.
    Bunlar, “devlet”in henüz şekillenmediği fakat “iktidar”ın ortaya çıktığı dönemlerin “yarı-barbar” veya “yarı-medeni” (“barbar” ifadesini bu nedenle düzeltmiştim) şefleridir, demek yanlış olmaz kanımca.
    Yukarıdaki bir arkadaşın “Böyle bir dönem var mıdır?” şeklindeki sorusunun da yanıtı da buradadır, diye düşünüyorum.

  115. Necip müslüman işadamı mı diye sorulmuş yukarıda. Adam 7/24 gece gündüz saat farketmeksizin bu site için mesai harcarken nasıl işadamlığı yapacak? Belli ki çoluk çocuğu evlendirmiş, gecesi gündüzüne karışmış bir emekli. Burayı da emekli kaavesi gibi görüp can sıkıntısı gideriyor. Yenge hanım da Gün Zileli’ye minnetttardır olsa olsa. Çok da şeetmeyin Ulaş.

  116. “Kadin biyolojisi, ortaya cikardigi sosyolojik sonuclar itibariyle, erkeklerden cok temel bir noktada ayrisir”
    “”
    Bu bilginiz ve ayrıntılarla anlatımınız şahane. Kullandığınız yöntem beni çok etkiledi. Merak edip İnternette araştırdım. Bu yönteminiz sizin gibi derin düşünürler arasında hayli yaygınmış. Adı da “ bu, zaten …”

    İslam’ın doğum sancıları geçirdiği belli. Sanırım treni yakalayan Hıristiyanlık gibi Peygamberinizin “bilgi Çin’de olsa, oraya git” lafının mecazi anlayan, pozitif bilimler ışığı altında güncelleştiren sizin gibi rasyonel modern Müslümanlar doğumda erkek ebeleri olacaksınız. Bu yeni çığırınız Türkiye’de sıradan halk arasına bile yayılmış, “evet Allah XYZ yapmış ama biz akıl da vermiş ” diyorlar.

    Her neyse, sizin yönteminiz şu: Zaten sosyoloji biyoloji, zaten biyoloji kimya, zaten kimya fizik, zaten fizik atomlar, zaten atom parçacıklar, zaten parçacıklar enerji paketleri, zaten enerji paketleri madde titreşimi, zaten …

    Siz neden biyolojide takılıp kaldınız? “Zaten biyoloji genetik, genetik de adn, adn genler” değil mi?

    ‘Mugalata’ dediğinizi İnternetten öğrenmiştim.
    Bakın işte size bir tane daha. Çok sık rastlanan harem kurumunun siyasi anlamı.
    Çok sayıda kadınları hareminde tutan baba ileri yaşlara kadar erkek çocuklarını kadınlardan mahrum ediyor ama bakımlarını sağlıyor. Amaç, gençlerin enerji dolu çağlarında servet toplamasını ve dolayısıyla kafalarının şişmelerini önlemekmiş. Siz ne dersiniz? Size zahmet, bunu da biyolojiyle açıklar mısınız?

  117. Gün Zileli’nin evcil, terbiyeli, uslu, bolluk dini mümini bir orta sınıf anarşisti. Rakibi Necip gibi hemen hoplayıp zıplayarak sidik yarışına giriyor. Necip gibi ailede ve okulda öğrenmiş, kendini bir türlü tutamıyor.
    Örneğin uzun denilen yazılar kendi yazdıklarından daha kısa ama zaten site Ulaş gibi körü körüne inanan sofularla dolu.

  118. “İktidar” tartışıyoruz ya. Bir de şöyle bir olay varmış;

    “Alp Arslan 1072’nin sonunda Karahanlı sınırına döndü ve Barzam Kalesi’nde bir tartışma sırasında tutsaklardan biri tarafından ölümcül biçimde yaralandı. Parlak Malazgirt zaferinin ardından bir tutsağın eliyle gelen ölümü, ahlakçılara iktidarın yalnız Tanrı’ya ait olduğunu söylettirecek kadar sıradandı.”

    Acaba neyi tartışıyorlarmış? Bizimki gibi genel bir “iktidar” tartışması olmasa da bu konuyu da içeren bir tartışma olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta tartışmanın taraflarından biri “iktidar” sahiplerinden biri, hatta o dönemde en üst düzeydeki temsilcisi.

  119. “Çok sayıda kadınları hareminde tutan baba ileri yaşlara kadar erkek çocuklarını kadınlardan mahrum ediyor ama bakımlarını sağlıyor.”

    Baba-ogul muhabbetine cok erken dalmissiniz. Oraya gelinceye kadar, cok daha onemli baska kademeler var.

    Ebeveynlerin gorevleri arasinda, bluga ermis cocuklarinin geri kalan omurlerini de garanti altina almak, finanse etmek yoktur. O yaslardan itibaren onlar da birer rakip sayilirlar.

    Sizin sorununuz su: Temel prensipler/guduler cinsinden bakamadiginiz icin, modaya uyup surukleniyorsunuz.

    ‘Harem’ ya da ‘cok eslilik’, moda lakirdilarda soylendigi sekliyle, kadinlarin cikarlarina aykiri degildir. Tersine, kadinlarin tercih edecegi bir seydir.

    Kimin cikarlarina aykiridir diye sorarsaniz, cevap “erkeklerin”dir. Yani, culsuz ve siradan erkeklerin.

    Zengin/varsil bir erkegin ‘harem’inde 50 tane kari/kuma/metres olabilir; ve bu kadinlar –temel ihtiyaclari yeterince giderildigi muddetce– sikayetci filan da olmazlar; olan ciksa bile, bu lafta kalir.

    Cunku; her ne kadar her toplumda erkek ve kadin sayisi (numerik acidan) birbirine cok yakin gorulse bile, kadinlarin 20-40 yas arasinda kadindan sayildigini, erkeklerin ise, 60-70 yasina kadar aktif olabildigini dusunursek, erkek/kadin orani sanildigi gibi birebir filan degildir; cok daha azdir.

    Bu da, tek kisilik dahi olsun, bir ‘harem’ sahibi ol(a)mayan erkeklerin tamamen kadinsizliga mahkum olmasi anlamina gelir.

    Dolayisi ile, ‘cok eslilik’, erkeklerin (culsuz erkeklerin) aleyhinedir; kadinlarin degil.

    Bu dediklerimi ister biyolojik, ister sosyolojik isterse de alakasiz baska her bakimdan anlamaga calismanizi oneririm.

  120. “bu, zaten …-den başka bir şey değil” en son modalardan biri, adı, “İndirgeme kuramı”. Bir çeşit neo-faşizm. Bu akımın başını çekenler sizin gibi alt kadamelerdeki gönüllü askerleri ‘nasıl’ sorusunun ayrıntılarıyla meşgul tutarlar.

    Benzeri devrimciler ve hali vakti yerinde olan askerler arasında aynı şey basit beyinlere uygun ifade edilir : “düşünme, bir şeyler yap!” Eski yazıları kopyalamayla düşünmesi engellenen rahipler, Kuran hafızları, sosyaldan genlere, genlerden atomlara indirgeme …

    Ben size siyasi-sosyal bir olayı biyolojiyle anlatma fırsatı verdim. Siz “…Oraya gelinceye kadar, cok daha onemli baska kademeler var.” demişsiniz. Sosyal dünyadaki kademeler ve biyolojiye indirgemnmesi gerekli bir sürü kavramlar arasında kaybolmuşsunuz: “garanti altina almak”, “finanse etmek”, “Temel prensipler/guduler” “kadinlarin cikarlari”, “kadinlarin tercihi”, “Zengin/varsil bir erkegin”, “erkek/kadin orani”
    Örneğin güdüler genlerle açıklanabilir. Kaytarma, işini doğru dürüst yap.
    Sanırım Türkiye din-politika hayatınız içinde ‘harem’ lafı sizi çok heyecanlandırmış. Hem din-politik hem seks anlamda.
    İndirgeme ideolojinizi uygulamanız için haremsiz bir örnek vereyim.
    Bir cemaatte gençler bir süre yargıçlık yapmaya mecbur tutulur. Genç, yargıçlık esnasında karşısına çıkan davacılara yerli bir içki ikram etmek zorunda. İçkileri almak için hayli borca girer. İşi bittiğinde uzun bir zaman borcunu öder. Böylece zengin olup kafayı yemesi engellenir. Bu toplumsal olayı, gerekli kademeler de dahil, biyolojiye indirger misiniz? Hic Rhodus! Göster marifetini!

  121. Gün Zileli Şubat 8th, 2018 at 15:40
    değil
    Yine yalan söylediniz. Sidik yarışına düşünmeden balıklama dalıyorsunuz.
    Salt birkaç örnekle kanıtı.
    İktidarsız İktidarlar… İktidarlı İktidarsızlar… 5 sayfa
    Bir Faşistle Nasıl Tartışılır? 2 sayfa
    Sahte itirafları Neden Kabul Ettiler? 23 sayfa
    Yargının Bugün “Altın Devrini Yaşadığını” Söylemeye AKP Bile Cüret Edememişti + Anarşistleri azarlamanız 9 sayfa
    Ortalama aşağı yukarı 10 sayfa.
    Silik devrimcilerde çok rastlanan “amaç aracı meşru kılar” sapık ilkesinden bir türlü kurtulamamışsınız.
    Müslümanlar “topraktan geldik, toprağa döneceğiz” der. Sizin gibi silik devrimciler “bataklıkta doğduk, bataklıkta bolluk hayalleriyle yaşadık” der. Faşist olmamak tatlı dil dökmekle olmuyor.

  122. üşenmeden saymış…

  123. “Örneğin güdüler genlerle açıklanabilir.”

    Degil mi?

    Aferin.

    Simdi de, zahmet edip, genlerin tam olarak ‘ne dedigini’ tafsilatli bir sekilde yazin da, aydinlanalim.

    “Sanırım Türkiye din-politika hayatınız içinde ‘harem’ lafı sizi çok heyecanlandırmış.”

    Yok. Benim acimdan ‘harem’ kelimeler icinde bir baska kelime.

    Fakat, ‘bakire’ takintiniz yuzunden sizi heyecanlandirmis olabilir; ona bir sey demem.

    Herkesin fantezisi kendine.

    “Bir cemaatte gençler bir süre yargıçlık yapmaya mecbur tutulur. ”

    Gerisini okumadim.

    Onyargi degil. Artik bilindik bir pattern bu.

    Yazinizin sonlarina dogru civitip mugalataya sapiyorsunuz.

    Baslarindaki kisim cok da beri degil; o ayri.

  124. Siz faşist ruhlu ırkçıların sahtekarlığını yüzlerine vurmak benim için bolluk Allahınız EMEK-ÜRETİM-TÜKETİM değil, bir zevk.

  125. insan mantığını kaybedince sonuç bu işte.

  126. Başörtüsü sorunu (2)

    Yaşlı kadınların kocalarının (‘erkeklerinin’), başka kadınlara (özellikle ‘genç’ kadınlara) eğilim gösterMEmesi için başörtüsü giydiği, bunun, kadınlarda yaşlı-genç ayırtetmeksizin geniş bir yaş skalasında yaygın bir davranış olduğu söylemi, çok çok çok zorlayarak genelleştirme çabasıdır. Hiçbir insan topluluğunda, böylesine yanlış bir genelleştirme yapılamaz.

    ‘İstisna’ yaratma ve bunu ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabası: ‘Genç kadınlar’ ile ‘yaşlı kadınlar’ kategorilendirmesi yaparak, başörtüsü giymenin bir tür (‘kocanı’, ‘erkeğini’ kaptırMAmak anlamında) eşitlik getirdiğini, erkeklerin odaklarının sadece bir yaş skalasına (‘genç kadınlar skalası’na) yoğunlaşmasını mümkün mertebe azaltmak ve hâttâ engellemek amacıyla başörtüsü giymenin bizzat kadınların plânı olduğunu, bu sebeple bizzat kadınların özgür iradeleriyle başörtüsü giydiklerini söylemek, istisna bile olamayacak kadar boş bir çabadır. Bu çaba, ‘biyolojik dürtü’ gerekçe gösterilerek meşrulaştırılamaz.

    Kaide: Başörtüsü (tülbent, türban, burka… İsimleri çeşitlendirebilirsiniz.) ‘ilk önce’, ‘erkek hegemonyasının sonucu’dur.

    Yukarıda yazılan ‘istisna bile olamayacak kadar boş çaba’, yine yukarıda yazılan ‘kaide’yi bozmaz.

    İnsan, diğer pek çok ‘tür’ içinde, ‘dürtü’lerinin daha çok farkında olan ve bu ‘dürtü’lerini daha muntazam yönetebilen bir türdür, bu durum ‘kaide’dir. Her ne sebeple olursa olsun dürtülerini yönetemeyen insanlar, ‘istisna’dır. Bu istisna, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı görmezden gelmek veya bu hegemonyaya meşruiyet kazandırmak için malzeme olarak kullanılamaz.

    ‘Doğurganlık çağını ıskalamak / ıskalamamak’ ile ‘cinsel tatmin aramak’, daima yan yana düşünülmesi gereken konular değildir.

    Kadınların, ‘doğurganlık çağını ıskalaMAmayı’ mı yoksa ‘cinsel tatmini’ mi öncelediği üzerine kafa yormak, kısa zamanda (ve belki çok uzun süre) neticelendirilebilecek bir husus değildir. Fakat, erkeklerin cinsel tatmin olmak arayışlarının bir biyolojik normallik (biyolojik ‘fıtrat’!) olduğunu gerekçe göstererek, bu ‘normallik’e çare olarak, kadınların özgür iradeleriyle başörtüsü giyip ‘kendi cinslerinde kitlesel benzerlik’ yaratarak kocalarını (‘erkeklerini’) diğer (‘genç’) kadınlara karşı mümkün mertebe kontrol altında tutmalarını normal kabul etmek, istisna bile olamayacak kadar boş bir çabadır. ‘Pembe otobüs’ uygulamasında da görüldüğü üzere. Özellikle hava karardıktan sonra belediye otobüslerindeki tenhalıktan ve şoförlerin çoğundan ‘çekinen’ kadınların endişelerini gidermek amacıyla, ‘pembe otobüs’ adlı ‘güvenli’ bir konsept uydurulmuş ve kadınların bu otobüsleri kullanarak gidecekleri yere güvenle gitmeleri, ‘endişeleri’ni azaltmaları ümit edilmişti. Pembe otobüsten indikleri anda, kadınların, pembe bir sokağa, pembe bir mahalleye, pembe bir caddeye, pembe bir parka, pembe bir apartmana, pembe bir iş yerine, pembe bir eve vb. çıkmadığı, devam etmekte olan ‘erkek hegemonyası’nın tam ortasına çıkmaları aşikârken. ‘Pembe otübüs’ gibi uygulamalar, palyatif hamlelerdir, bir kısım otobüs üreticisine ve bir kısım boya satıcısına para kazandırmaktan başka bir işlevi yoktur. Tıpkı, başörtüsüne karşı mücadeleyi kazanmanın, ‘erkek hegemonyası’nı bir çırpıda bitireceğini zannetmek gibi.

    Bütün türlerde olduğu üzere, ‘insan’ adlı türde de var olan ‘biyolojik dürtü’yü merkeze koyup argümanlar sıralayarak, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya görmezden gelinemez, hele, meşru hiç gösterilemez.

    Konu, ‘biat’ meselesidir. Kadınların, biat eder konumda kalmasını isteyen, bunu, dinleri de kullanarak pekiştiren ‘erkek hegemonyası’dır.

    ‘Başörtüsü’ (ve diğer isimleri, çeşitleri), erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı sürekli kılmak için, özellikle İslam dininin yaygın olduğu toplumlarda kullanılan, epey verimli ‘manivela’ gibidir.

    Erkeklerin cezbedilMEmesi için, kadınları otomatikman ‘biyolojik dürtü merkezli’ objeleştirerek örtülmesi gereken bir tür olarak saptayıp, bunu ‘norm’ hâline getirip, başörtüsü giymelerinin meşru sayılmasının yollarını hazırlamak (‘dini kurallar’ı da gerekçe göstermek), başlıbaşına ve bizzat kadınların özgür iradeleriyle istediği ve isteyeceği bir şey değildir. Sebebi ne olursa olsun, kendi kendine örtünmek isteyen kadınlar, ‘istisna’dır.

    Yıllardır üzerlerinde kurulan (‘eril’ ve ‘dini’) hegemonya sonucunda, biat etmeye alıştırılmış olmalarının sonucunda, başörtüsü giymeyi bile savunmaya başlayabilmiştir pek çok kadın, günümüzde de vardır.

    Başörtüsüne karşı mücadele etmek, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı atılan adımlardan, en büyük adımlardan biridir. Elbette tek başına bu adım yeterli değildir, ama başörtüsüne karşı mücadele ivme kazanırsa, ‘erkek hegemonyası’ ve İslam gerekçe gösterilerek yapılan bütün dayatmalar ciddi ciddi güç kaybetmeye başlar.

    Mesele, cinsiyetler arasında düşmanlıklar icat etmek, ve hâttâ ‘biyolojik dürtü’ gerçekliğini büsbütün yok saymak değildir.

    Geçmişten-geleceğe kadınların kendi biyolojik dürtülerinin doğrultusunda hareket ederek yaptıkları tekil veya kitlesel olaylar münferittir (‘münferit’ olması, önemsenMEmesi, hasır altı edilmesi gerektiği demek değildir), bütün bunlar,‘erkek hegemonyası’nın varlığını ortadan kaldırmaz.

    Mesele nettir: Erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı mücadele etmek. Bu mücadele sürecinde, ‘başörtüsü meselesi’ devasa bir duvar gibi durmaktadır. Başörtüsüne karşı mücadele etmek, ‘erkek hegemonyası’nı sarsmayı ve İslam dininin daha kapsamlı sorgulanmasını & anlaşılmasını başlatacak en mühim cephelerden biridir.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  127. Lord Of The Dictators: One Erdoğan To Rule Them All!

    “In order to ensure the security and continued stability, the Republic will be reorganized into the First Erdoğanic Empire, for a safe and secure society!”

  128. Gün Zileli Şubat 9th, 2018 at 17:06
    insan mantığını kaybedince sonuç bu işte.
    Gün Zileli Abimiz,
    Yalan söylediniz, ispat ettim. Bırakın bu mantık saçmalığınızı. Mantık gibi bilmediğiniz konulara girmeyin sizi rezil daha ederim. Mesela, sizin bu dediğinizi, aynı sizin sibi sıradan her hangi bir hödük söyleyebilir. Marifet benim gibi, sizin yalan söylediğinizi ispat etmede. İşte mantıksızlık! İşte bir ispatsız ucuz bir öneri.

  129. sevgili gün bey ilk önce gecmis olsun sizi anliyorum neden d.perinceki konu yapiliyor bir gecmisiniz var ama sizde yaziyorsunuz bu kisi artik sol yelpazede degil öyle göstermek istese bile.
    artik sosyalist solun bu d.perincek denen kisi kararli ve sonuc getiren bir aciklama ile kapatmisi gerekiyor artik mide bulandiriyor!

  130. Türkçe kursuna gitsen iyi olacak.

  131. Bir Anti-Kapitalizm Eleştirisi

    “Emperyalist tekel Cargill’in felsefesi: İşçiyi sömürün, köylüyü ezin, çevreyi katledin, yeter ki kâr edin!”
    Gerçek Gazetesi’nde çıkmış bir yazının bu başlığından yola çıkarak bazı sorular sorabilir ve (sanırım burada bir tek Necip’in yaptığı gibi) anti-kapitalizm ideolojisine yönelik bazı sorgulama ve eleştirilerde bulunabiliriz.

    Şimdi, çeşitli “emperyalist tekel”lerde, kapitalist şirketlerde çalışanlar (sadece patronları değil, buralardan ekmek yiyen herkes),
    “Kâr” etmezlerse ne olur? “Zarar” ederler.
    Zarar ederlerse ne olur? Para kaybederler/kazanamazlar.
    Para olmadan ne yapamazlar? Yaşamak için muhtaç oldukları yiyecek, içecek, giyecek, ev gibi şeylere para karşılığında sahip olamazlar.
    Yiyecek, içecek, giyecek, ev gibi şeylere sahip olamazlarsa ne olur? Yaşayamazlar.

    Yiyecek, içecek, giyecek, ev gibi şeylere para olmadan sahip olmanın yolları nelerdir?
    1) Para kazanan başka kişilerle (aile, akraba, eş, arkadaş vb) beraber yaşama imkanı sayesinde bunlara sahip olmak. Yani, başkalarını “sömürerek” ve “kâr ederek” yaşamak.
    2) Avcılık-toplayıcılık ve hayvan postları veya en azından geçimlik tarım-balıkçılık ve geçimlik biçki-dikiş vb, para olmadan inşa edilebilecek meskenler veya doğal meskenler, mağaralar vb.

    Soru: Bütün bunlardan, “sömürü” ve “kâr” olmadan yaşamanın tek imkanının doğal hayat ya da ilkel bir mübadele/takas ekonomisi veya ayni ekonomi olabileceği sonucu çıkarılabilir mi? Çıkarılamazsa neden?

  132. “Casusları manken zannetti… Tutuklandı
    Hindistan’da hava kuvvetlerinde görevli bir subay, manken sandığı Pakistanlı casuslar ile internet üzerinden gizli bilgi paylaşmaktan tutuklandı.
    BBC’nin haberine göre, 51 yaşındaki Arun Marwaha, mesajlaşma ve arama uygulaması WhatsApp üzerinden müstehcen fotoğraflar karşılığında kendilerini manken olarak tanıtan Pakistanlı casuslara gizli bilgi verdi.
    Serbest paraşüt eğitmeni olan ve 31 Ocak’ta gözaltına alınan subay hakkında bugün tutuklama kararı verildi.
    Subayın suçlu bulunması halinde 14 yıl hapse mahkum edilebileceği belirtildi.”

    Demek ki örtünme böyle durumlar için de faydalı bir şey!
    Aksi takdirde müstehcen fotoğraflarla kendilerini manken olarak tanıtan casuslar tanınamaz maazallah!
    “Balkan Oligarşisi”nin de böyle casusları olmasın? Öyleyse bu tesettür düşmanlıkları buradan kaynaklanıyor demek ki! Vay takiyyeciler vay! Biz de bunca yıl adamlara laikçi, jakoben diye saydırıyormuşuz boşuna!

  133. Yaltakçı Zileli Çırpındıkça Bataklığa Daha Çok Batıyor

    Bir faşistin yüzüne böyle tükürülür.
    “Türkçe kursuna gitsen iyi olacak”
    Ulan, her şeyi ticarete çeviriyorsun. Alış-veriş iliklerine işlemiş.
    Ben yalan söylediğini ileri sürdüm ve ispat ettim. Mantıksızlığını suratına tükürdüm. Sen ispat edemeyince medeti konuyu değiştirmede bulmuşsun. Hayatın adi politikacılık. Bakire anal-şitliği benimsemen de öyle. Zaten senin gibi bütün insanlık adına konuşanların hepsi tiksindirici münafık şarlatan.

    Irkçısın, kabul et! Farkında olmadan defalarca kabul ettin. İlerleme merdiveni yerine “new and improved, politically correct” dandik helezon safsatanı unutmuşsun galiba. Mübarek ağzını teknolojiye karşı bir defa bile açamaman da diğer bir kanıt. Hortlak gibi Türkçe bile yazmayan birine aynı ırkçılığı paylaştığın için asla sesini çıkarmaman diğer bir kanıt. K*ç yalaman çok eski bir huyun. Vazgeçmen artık imkansız. Belki mavi gözlü sarışın teknisyenler sadakatinden dolayı genlerini kesip yapıştırmayla seni gençleştirirler. Kendini evcil köpeklere yakın hissetmen boşuna değil.
    Hitler, Mussolini, Lenin, Stalin, Mao,…, son fırsatçılık ve k*ç yalama baban Prinçek, hepsi senin gibi devrimci, hepsi senin gibi ırkçı, hepsi senin gibi faşist ruhlu.
    Yala yala çok yala.
    Kuantum fiziğini senin gibi göz kamaştırmak için ve insan alemiyle cansızlar alemi arasındaki farkı bilmeyen bir enayi şarlatanın “Günümüzde birçok alanda olduğu gibi, politik alanda da sağlıklı bir çözüm ve inşa için … ” diyen şarlatana “hangi alanlarda?” sorusunu bile sormayacak kadar kendinin nasıl bir şarlatan olduğunu, ırkçılık merdivenine inandığını belli ettin. Bu enayi sana çok benziyor. Cahillere şerbet dağıttığını çok iyi bilen bir gazeteci. Eski/yeni gurusu Marks’ın Epikür’ü Demokritos’a tercih ettiğini bile bilmeyen bir cahil.
    Cahil olduğun mantık konusuna dalma, seni içinde olduğun ırkçı ve faşist bataklığa daha çok batırırım.
    “He who would do good to another must do it in Minute Particulars; General Good is the plea of the scoundrel, hypocrite and flatterer: For Art and Science cannot exist but in minutely organized Particulars.”
    Çok uzun oldu ama yamağınız polis bana ulaşamaz.
    Çık karşıma anal-şit boyunu göreyim,
    Bir yalan ver yüzüne tüküreyim.

  134. Siz bir türlü verdiğim toplumsal olay örneklerini biyolojiye indirgemeye yanaşmıyorsunuz. Zor olabilir. Sizin benimsediğiniz “X, Y’den başka birşey değil veya sosyoloji aslında biyoloji” ideolojisinin en büyük rahibi bile işi karıncalarla halletmekle yetinmiş. Yapamayacağınızı itiraf etme yerine konuyu dağıtıp duruyorsunuz.
    “Örneğin güdüler genlerle açıklanabilir.” lafımı yanlış anlama numarası yapmışsınız. Sosyal bir olayı biyolojiye indirgeyeceğinize, o sosyal olaydaki diğer sosyal olayların listesini verip konuyu dağıttmıştınız. Ben de sizi hizaya getirmek için aralarından birini örnek olarak seçtim.

    Harem sizi heyecanlandırmamışsa veya modern ve aydın olma modasına uymadığı için bastırmışsanız unutun gitsin. Türkiye’ye son geldiğimde hâlâ doktorlor bakire olmayan kızları dikip iyi para kazanıyorlardı. Müslüman ülkelerde çok yaygın bir uygulama. Belki siz moda icabı Müslüman değilsiniz. Ama “babanı tanıyorsan şanslısın” toplumlarının birinden de değilsiniz. Bu defa da sizin taş yuvarlanmasında bile “çıkar” bulan diğer indirgeme teoriniz devreye giriyor: mülkiyetin asıl çocuklara geçme güvencesi. Bu adet, İslam öncesi ve sizin her şeyi “çıkar”a indirgeyen inancınıza uyar. Her iki halde bakirelik sizin takıntınız gibi.

    Daha önce de deprem, tufan, tektonik doğa olaylarında bile iktidarı ele geçirme hırsı bulmuştunuz. Siz bu indirgeme ineğini çok sağıyorsunuz. Ben o yüzden sizi rahip veya imam sanmıştım. Her şeyi tek bir şeyle anlatma saplantısı. O konuyu da dağıtıp saçmaladığınızı örtbas ettiniz.
    Her halükarda, medeniyetlerin alışılagelmiş yıkılma hikayelerine sığmayanlar için doğa felaketleri aramanın ne zaman ve neden başladığından bile haberiniz yok. Verdiğiniz “linkler” günlük en adi dedikodu, seks, para, şiddet, kan dolu gazeteler kadar düşük kaliteli.

  135. Üç Silahşörler ve İnternet Sonrası(İS) devrimciler

    Üç Silahşörler: Zileli, Hortlak, Necip
    İS devrimciler: Üç Silahşörler ve bilgilerini okul, televizyon ve sosyal medya dedikodularından edinen ücret kölesi orta sınıflılar.
    Benim okuduğum ve tanıdığım Avrupa ve Amerika eleştirici düşünürler bu faşist ruhlu ırkçıları tiksindirici bulurlar. Hemen hemen bütün Avrupa ve Amerikalılar bu herifleri “b*k çukuru” vatandaşları olarak görürler ama bu hilkat garibeleri dünyada artık teknolojik kültür, teknolojik meta, teknolojik tatil, teknolojik doğa dışında hiç bir şey kalmadığına uyanmaktansa suratlarına tükürenlere katılıp onlar gibi evrensel “İNSANLIK” lağımında uyumayı tercih ederler. Horoz gibi kabarmalarının nedeni bu.
    “He who would do good to another must do it in Minute Particulars; General Good is the plea of the scoundrel, hypocrite and flatterer: For Art and Science cannot exist but in minutely organized Particulars.”
    Necip gençliğinde belki devrim olur yüksek bir makam elde eder hayaliyle solcu olmuş, bakireliğini kaybetmiş, şimdi modern kinikliğini bilgiçlik diye satıyor. Üstelik herif sonsuz ahmak. Sorun “çıkar, ne demek?”Bu enayi kafasını kuma sokar ve güneş’in çıkarı için enerji yaydığından, çakılın çıkarı için yuvarlanmasına kadar zaman ve mekanda her şeyin çıkar için yapıldığını ilan eder ve utanmaz da. Sıkışınca “o da kimmiş?” der ve Zileli gibi moda-anarşisti olur.
    Zileli de benzeri devrimci bataklığında büyümüş, ama boynuzlu koca gibi gerçeği 20-30 yıl sonra “öğrenmiş”. Tam bir burjuva-kapitalist olan bu mahluk hayatı boyunca kendini bir yatırım aracı olarak gördüğünden önce beynini marksist-leninist-stalinist-pirinçi, daha sonra da beynini aynı bolluğu farklı vaat edenlerin masallarıyla doldurmuş. Son 50-60 yıldır yapılan eleştiriler hakkında bilgisi sıfır. Bu zavallı, modern devirde hoşgörünün aslında umursamama ve çaresizlik olduğunu bile bilmiyor.

    Hortlak hâlâ bakire Marksistlik peşinde. Ne Bolşevik Rusya, ne de Çin bu hilkat garibesi hayaletini yolundan şaşırtır. Ama Hortlak ve diğer bazı İS devrimciler çok dürüstler, ırkçı faşist olduklarını saklamazlar. Herifle oynamak ve deliye çevirmek çok kolay. Milliyetçi ettim, dev Kürt Kültürcüsü ettim, kendini b*k çukurunda gören mavi gözlüleri övdürttüm, geri kalan bütün insanların üzerine safrasını boşalttırıp ırkçılığın itiraf ettirdim. Herif o kadar kafayı yedi ki, müze-doğasını veya teknolojik-doğayı, doğa diye farkında olmadan yuttu. Tabii, biraz yardımcı oldum.Bu sapıka Çin’i bile övdürttüm.

    Sitenin ırkçı faşistlerle dolu olduğunun apaçık kanıtı: benden başka bunu gören yok, sesi çıkan yok.

  136. ^Boynuzlu koca”… Pek pederşahi metaforlar…

  137. Fikrimi değiştirdim. Önce bir ruh doktoruna görünmelisin.

  138. “Yaşlı kadınların kocalarının (‘erkeklerinin’), başka kadınlara (özellikle ‘genç’ kadınlara) eğilim gösterMEmesi için başörtüsü giydiği,”

    Yok. Yanlis anlamissiniz.

    Yasli kadinlar, sadece, erkekler(in)in baska kadinlara egilim gosterMEmesi icin ortunmezler.

    Zamanin vucut uzerinde biraktigi ve makyaj ya da estetikle dahi giderilemeyen kusurlari ortmek icin ortunurler.

    O bolgelere daha az dikkat cekmek icin de diyebiliriz.

    Buna karsilik, genc ve taze olanlar da, bunun tam aksini yapmak isterler: Mukayeselei olarak daha ustun olduklari, daha cazip olan kisimlerini gostermek isterler.

    Bu konuyu erkek milletinin anlamasini pek de beklemem; ama, kadinlar arasinda ‘kadinlar, erkekler icin degil diger kadinlar icin suslenirler’ diye yaygin bir laf vardir.

    Yani, diger kadinlarin tehditlerini savusturmak.

    Iyi de, savusturduklari tehdidin oznesi kendisi ise, nesnesi kimdir?

    El cevap: Erkek. Yani, ozne kadinin kafesledigi erkek.

    O yuzden, kafesledigi bir erkek sozkonusu ise, kendisi mecburiyetler yuzunden ortunur; ama, diger (ozellikle de daha taze) kadinlarin ortunmesini ‘tehdit gidermek’ amaciyla ister, talep eder.

    Burada gecen ‘mecburiyetler’ sozu sadece bedensel porsumeleri ortmek degildir. Baska ve dolayli sebepler var.

    Bunlarin basinda da, kafesledigi erkegin ne dusunecegi gelir.

    Kafeslenmis erkek, kadinin hala daha kendisini sere serpe sergiledigini gordugunde, kadinin baska erkeklere yonelik ilgisinin devam ettigini dusunur. Yani, o ‘iliski’nin yurumeyecegi kanaatine varir.

    Aklina karpuz kabugu dudurmek de diyebiliriz. O da ‘arayis’a girer.

    Kadinin niyeti o degilse bile, ayrilik ile sonuclanir.

    O yuzden, erkek bulmus kadinlarin ortunMEmesi, kadinlar arasinda o kadinin pek de akilli olmadigigi seklinde degerlendirilir.

    “bunun, kadınlarda yaşlı-genç ayırtetmeksizin geniş bir yaş skalasında yaygın bir davranış olduğu söylemi, çok çok çok zorlayarak genelleştirme çabasıdır. Hiçbir insan topluluğunda, böylesine yanlış bir genelleştirme yapılamaz.”

    Ufuruyorsunuz.

    Ya da, kadinlarla pek de konusmus degilsiniz.

    Maddi imkani olan her kadin, yaslandikca, turlu cesitli estetik ameliyatlar, bilmemne kurleri filana sirf cile sevdikleri icin mi yonelirler saniyorsunuz?

    “erkeklerin odaklarının sadece bir yaş skalasına (‘genç kadınlar skalası’na) yoğunlaşmasını mümkün mertebe azaltmak ve hâttâ engellemek amacıyla başörtüsü giymenin bizzat kadınların plânı olduğunu,”

    Siz, galiba, ‘erkek gozuyle, kadin kulagiyla sever’ lafini hic duymadiniz…

    Ekeklerin gozunden uzak tutmanin, en kestirme yolunun da kadinlarin ortunmesi oldugunu anlayamadiginiz asikar.

    Ve, bu sadece ‘yaş skalası’ filan da degil. Yas, daha cazip olmak ihtimalinin sadece bir unsurudur. Nispeten daha yasli olsa da, daha cazip olan kadinlar da vardir tabii ki. ‘Ortunme’ bunlarin da bertaraf edilmesine (erkeklerin gozunden irak tutulmasina) hizmet eder.

    “bu sebeple bizzat kadınların özgür iradeleriyle başörtüsü giydiklerini söylemek, istisna bile olamayacak kadar boş bir çabadır.”

    O sizin husn-u kuruntunuz.

    Eger bir deney yapmak imkaniniz varsa, sadece kadinlardan olusan bir koloni olusturun.

    Bu koloniye bir erkek katilmadan once, kadinlar arasinda suslenme yarisi goremezsiniz.

    Erkek katildiktan sonra ise, suslenme yarisi alir basini gider.

    O kadar ki, tehlikeli olacak noktalara kadar varir –yani, siddetle sonuclanabilir.

    Bu tehlikeli silahlanmanin tek makul cozumu, bu yarisin sinirlandirilmasidir; yani, ortunme.

    “Kaide: Başörtüsü (tülbent, türban, burka… İsimleri çeşitlendirebilirsiniz.) ‘ilk önce’, ‘erkek hegemonyasının sonucu’dur.”

    Bunu yaveleyenlerin, bana, bunun neresinin ‘erkek hegemonyasi’ ile alakasi oldugunu gostermesi gerekiyor.

    Bugune kadar anlamli bir sekilde bunu aciklayabilen olmadi. Sizin yaveleriniz ise hic.

    “‘Doğurganlık çağını ıskalamak / ıskalamamak’ ile ‘cinsel tatmin aramak’, daima yan yana düşünülmesi gereken konular değildir.”

    Vay vay vay..

    En temel durtuleri boyle bir kalemde bir yana supururseniz, geriye –tabii ki– sizin ‘prophetic’ (peygambersel) ufurmeleriniz kalir.

    Ciddiye alan olursa, tabii ki.

    “‘Pembe otobüs’ uygulamasında da görüldüğü üzere.”

    Ne gorulmus ‘pembe otobus’ uygulamasinda?

    Kadinlar, erkeklere expose olmadiklari icin sikayet etmisler; degil mi?

    Kadinlar hep kendilerini istedikleri gibi sergilemek; ama, talip olan erkekler arasindan da sadece kendilerinin uygun bulduklarinin ilgisini cekmek isterler.

    Bu cok eski ve cok da yaman bir celiskidir.

    Vitrine en cazip mallarinizi koyarsiniz, ama –malesef– musteri olmak sartlarini saglayamayanlar da ilgi duyar.. olusan bu kalabalik, sizin asil musteri kitlenizi de uzak tutmakla sonuclanir.

    ‘Pembe otobus’ uygulamasi bu acidan ve pek cok bakimdan yanlis idi.

    Sirf kadinlardan olusan bir ‘koloni’nin kadinlar acisindan cazibesi minimaldir.

    Bir de, ‘pembe otobus’lerin duraklari iyi secilmemis olsa gerek: Duraklarin sadece zengin mahallelerinde filan olmasi gerekirdi.

    “Bütün türlerde olduğu üzere, ‘insan’ adlı türde de var olan ‘biyolojik dürtü’yü merkeze koyup argümanlar sıralayarak, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya görmezden gelinemez, hele, meşru hiç gösterilemez.”

    Ufuksuzluk olur da ancak bu kadari olur..

    Madem ‘[b]ütün türler’den bahsettiniz, insan degil de baska bir turden ornek verelim: Mesela aslanlardan..

    Hani, bir erkek aslan etrafinda toplanan 8-10 kadar disi aslanin olusturdugu ‘harem’lerden bahsedelim.

    Siz, (here biri zebellah gibi guclu, kuvvetli olan) o 8-10 kadar disi aslani o garibim erkegin zorla orada tuttugunu mu saniyorsunuz?

    Mumkun mu bu?

    Degil tabii ki.

    Erkek, orada, iki temel fonksiyon gorur: Bir. O disilerin yavrularinin baska erkeklere karsi fedailigini yapar. Iki. Damizlik.

    Nitekim, daha guclu bir erkek cikagelip mevcut erkek aslani alt ettigi zaman, butun disiler o yeni erkege ‘tabi’ olurlar.

    Sebebi de basittir: Yeni erkek daha gucludur.

    Dolayisi ile, ondan dogacak veletler de daha guclu olacaktir (beklentisini karsilar); yani daha kaliteli bir damizlik.

    Ayrica, tabii ki, daha guclu oldugu icin daha iyi bir ‘fedai’dir.

    Yine de, yeni ‘erkek’e disilerin tamami otomatik olarak tabi olmazlar.

    Ozellikle yavrulu olanlar, yavrularin yeni erkek tarafindan yok edilmeleri soz konusu oldugundan, ‘ozgur iradeleri’ ile ‘harem’i terkederler.

    Insan ‘harem’i ile aslan ‘harem’i arasinda cok fark yoktur.

    Tek temel fark, aslan hareminde disiler avlanir erkek ise, esasen, yattigi yerde keyfile bakar. Insan hareminde ise, erkek onlari besler; disiler keyiflerine bakarlar.

    “Konu, ‘biat’ meselesidir. Kadınların, biat eder konumda kalmasını isteyen, bunu, dinleri de kullanarak pekiştiren ‘erkek hegemonyası’dır.”

    Dedim ya, ufuruyorsunuz.

    Hamit Izol’un ‘Asiret’ isimli kitabini okumanizi tavsiye ederim. Disaridan erkeklerin egemen oldugu sanilan asiretlerin nasil da kadinlar tarafindan yonetildigini goreceksiniz.

    Yazdiklarinizin geri kalani icin vakit ayirmagi ziyan sayiyorum; cunku, ayni carpik ideolojik yavelerin farkli kelimelerle tekrarindan ibaret.

  139. Gün Zileli Çırpındıkça Batıyor

    “Fikrimi değiştirdim.”
    Yavşaklık, iradesizlik, siliklik, nabza göre şerbet vermek, duruma göre fikir değiştirmek poltikacının tanımında başta gelen vasıflar.

  140. Gün Zileli Büyüyünce Ruh Doktoru Olacak

    “Önce bir ruh doktoruna görünmelisin.”
    Son 70 yıldır yumuşak faşistlik uygulanmakta ve sosyal pislikler kişilerin kafasında bulunmakta. Anal-şitlik diplomanı Thatcher’den aldığın nasıl belli. Bak, bu yeni faşistliği benimsediğini sana itiraf ettirdim. Senin gibi süper maddeci çağdaş devrimcinin ağzıdan epifonemen sıfatı eklemeden “ruh” lafını kusturmayı da başardım. (Türkçe kursu, belki?) Her halükarda, zamanımızda, akıllıyla deliyi ancak senin gibi cambaz ayırt edebilir. Politikacı hünerini hemen bu alana aktar. Çok şekerli itiraf kitapları yazmak yerine ruh doktorluğu yap. Gittikçe artan totaliter-faşist ülkelerde hemen iş bulursun.

  141. Devam etmege karar verdim; cunku sizdeki kor cehaletten kaynaklanan militanlik ruh sagliginiza bile zarar verecek kadar derin.

    “Sebebi ne olursa olsun, kendi kendine örtünmek isteyen kadınlar, ‘istisna’dır.”

    Eger denklemde erkek yoksa, evet, boyle bir sey istisna olur.

    Ama, eger denklemde erkek var ise, o zaman, kadin suslenmek seklinde dahi olsun ortunmegi tercih edebilir.

    Yani, daha az cazip oldugu dusundugu kisimlerini sus seklinde orterek daha cok cazip olmaga calismaktan bahsediyoruz.

    “Yıllardır üzerlerinde kurulan (‘eril’ ve ‘dini’) hegemonya sonucunda, biat etmeye alıştırılmış olmalarının sonucunda, başörtüsü giymeyi bile savunmaya başlayabilmiştir pek çok kadın, günümüzde de vardır.”

    Hikaye.

    Sizin baktiginiz yerden kadinlar tarih boyunca oyle bir egitilmisler ki, aslinda bir tur biyolojik ‘pelte’ haline gelmisler…

    Yani, kadinlari savunur gibi gorundugunuz halde, onlari acikca asagiliyorsunuz.

    “Başörtüsüne karşı mücadele etmek, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı atılan adımlardan, en büyük adımlardan biridir.”

    Yine salliyorsunuz.

    Erkeklerin, kadinlarin ortunmesinden kaynaklanan major bir cikari yoktur.

    “Elbette tek başına bu adım yeterli değildir, ama başörtüsüne karşı mücadele ivme kazanırsa, ‘erkek hegemonyası’ ve İslam gerekçe gösterilerek yapılan bütün dayatmalar ciddi ciddi güç kaybetmeye başlar.”

    Sizin bu ahmakca militanliginiz analiz yeteneklerinizi tamamen dumura ugratmis.

    Birincisi, ‘Islam’ bu konuda basat oyuncu degildir. Basortusu daha baska bir suru ‘din’de de gorulur. Acikca yazili olmasa bile, uygulamada hep gozetilir.

    [Uc bir ornek: ‘Islam’in, bu topraklarda, anti-tezi olarak konumlanmdirilan Alevilikte, gunluk hayatta ya da Cem Ayinlerinde filan, kadinlar bikini mi giyerler, yoksa tamamen ciplak midirlar? Yoksa, baska herkes gibi midirler?]

    Cunku, ‘din’ler, cok olsa, mevcut uygulamalari kodifiye ederler. Durduk yerde butun toplumu karsilarina alacak bir uygulamayi dayatamazlar. Dayatirlarsa, o dinin omru cok kisa olur.

    O yuzden, sizin ufuksuz militanliginizi gecelim.

    ‘Erkek hegemonyası’ yaveleriniz de temelsizdir.

    Butun cocuklari (erkek ya da disi) anneler yetistirir.

    Eger boylesine haksiz bir ‘hegemonya’ varsa, onun sorumlusu olarak da, daha basindayken, onu engellemeyen annelerde suc bulmak gerekir.

    Ya da, soyle diyeyim:

    Ben sizin dile getirdiginiz turden (uzerinde pek de dusunulmemis militanca) fikirler serdeden cok kadin gordum.

    Hepsi hakli oldugunu dusunuyordu.

    Ta ki, bir sekile, bir erkek evlat sahibi oluncaya kadar.

    O andan itibaren, yani ogullari belli bir yasa geldigi andan itibaren, ne olur biliyor musunuz?

    Bu ‘ogul sahibi’ anneler aniden ‘canavar’a donusur. Onlarin gozunde baska butun kadinlar –kiymetli ogullarini kafeslemek icin ortalikta dolasan– birer ‘rospi’dir…

    Ogullarina yonelik olarak, inanilmaz derecede korumaci olurlar. Acik sacik giyinen, kendini sere serpe sergileyen kadinlardan nefret ederler..

    Bu mustakbel kaynanalarin yaptiklarinin dogru ya da yanlis oldugu hakkinda ciltler dolusu lakirdi edilebilir; ama, bu davranis turu hic de seyrek rastlanan bir sey degil. Hatta, cok da yaygindir.

    Ustelik, kaynana namzedinin azili bir feminist olmasi ya da olmamasi pek de bir seyi degistirmez. Erkek evladi [ya da, erkek kardesi/abisi] olmasi yeterlidir.

    Dolayisi ile, soru sudur: Acaba, kadinlar, diger kadinlar hakkinda –biz erkeklerin (ve ozellikle de sizin) anlamadigi, bilmedigi– bazi seyleri mi bilmektedirler?

  142. Bir yanlışlık olmuş galiba. Yazının başlığı altındaki yorumların başlığıyla karışmış olmalı.

    Sitedeki bir arızadan herhalde. Bir ara eski yorumlar görünmüyordu. Zileli veya admin bunu da düzeltebilir umarım.

  143. “Cunku, ‘din’ler, cok olsa, mevcut uygulamalari kodifiye ederler. Durduk yerde butun toplumu karsilarina alacak bir uygulamayi dayatamazlar.”

    Kâbe (hac) farizası gibi mi mesela?
    Yeni bir dinle ortaya çıkmış bir icat değildi ne de olsa.

  144. Oman’da gerçekleştirilen bir SİMÜLASYON.
    Dünya sorunlarına cevapları simülasyonla bulmayı ileri süren Necip hocanın yazdıklarını kanıtlar.

    İngilizce:

    “These astronauts are preparing for life on Mars…not in outer space but in Oman’s Barren desert. Researcers have CREATED A SIMULATION of the red planet…with the aim that humans could one day live there.
    We need a place that looks as much as Mars as possible and we found it here in Oman, it’s a beautiful place but it’s most of all a scientifically useful place and operatioanally useful place not in outer space itself…
    Volunteers wear pressure-simulating suits that weigh 50 kg( 7st 8 lb)…And grow vegetables in the inhospitable conditions. ”

    Türkçe:
    Astronatlar Mars’ta yaşamaya hazırlık yapıyorlar … uzaya bile gitmeden, – yeryüzünde bir SIMÜLASYONLA – Oman verimsiz çölünde . Araştırıcıların amacı insanlara gelecekte bir yaşama yeri sağlama.

    Hoca yine haklı çıktı.

  145. Politically Correct Olmanın Zararları
    Politically correct olma hevesine katılan bir mantık uzmanı
    Türkiye gibi genelevlerin resmen meşru oldukları bir yerde “boynuzlu erkek olursa, boynuzlu kadın da olur” anarşist sloganı atar.

    Bu herifin ilerici olduğunu biliyordum ama bu kadar ileriye gidip gen manipülasyonuyla kadınları boynuzlu edip eşitliğe kavuşturmayı savunacak kadar hızlı ilerleyeceğini tahmin edemezdim.

    Anarşist amca,
    Kadın boynuz işini kadınlara bırak. Kendi derdine yan. Sen daha “hangi mantık?”, “mantık hep ezenlerin yanındadır”, “urizen”, “önemli olan mantık değil, kimin emir verdiği” gibi lafları bile duymamışsın.
    Sen en iyisi imamlığını yaptığın ırkçı, faşist, ilerici, bilim-teknik tek bir kelimeyle “la ilahe bolluk allah Atatürk, Marks, Lenin, Erdoğan ve anarşizm falan filan ulaşallah” dininin ilahisi “TEK MANTIK EN İYİ” şakırdamana devam et.
    Bir cizvit 18. yüz yılda “bir çocuğu 7 yaşına kadar bana bırakın, o benim” demiş. Sen 40-50 yıl, doğduğun orta sınıf aile de dahil, cizvitlerin elinde büyümüşsün. ‘Schmaltzy’, “wishy washy” masallarına ancak sana benzeyenler inanır.

  146. “…Alevilikte, gunluk hayatta ya da Cem Ayinlerinde filan, kadinlar bikini mi giyerler, yoksa tamamen ciplak midirlar?”
    Bunun ne ispat ettiği belli değil. Çok basit ve cahilce bir akıl yürütme.
    Çıplak gezen insanlar din ayinleri esnasında giyinmezler. Doğru ama kendi başına anlamsız aptalca bir laf.

    Din ayinlerine katılanlar kuralları bilirler ve kurallara göre hareket ederler.

    ” Cunku, ‘din’ler, cok olsa, mevcut uygulamalari kodifiye ederler.”
    Bilim de öyle.Fark var mı acaba?
    Bilimde madde, zaman, mekanın mevcut olduğu VARSAYILIR. Din sadece Allah’ı katar.
    Dinde daha çok özgürlük var. Dua, tövbe etme, kurban kesme, pişman olarak Allah ile pazarlık edebilirsin. Üstelik Allah’ın işine akıl ermediği için her zaman bir ümit olabilir.

    Bilimde belli şartlar altında belli sıcaklıkta, Necip kellesini örtmemişse ayvayı yer. Çok ateşli beyni dışarı akar, gider. Eğer Necip anne-babasının sözünü dinlemiş, okula gitmiş, uslu, terbiyeli olmuş, yıllarca çalışıp para biriktirmişse belki tıp ilminde en ileri bir ülkeye gider kendine yeni bir beyin taktırır. Afrikalılar “seni cüzdanın tedavi eder” derler.
    Hatta sanırım Necip bunu bir defa yaptırmış ama teknoloji daha o zaman henüz şimdiki kadar gelişmemiş olduğundan ‘hardware’ yerine kellesini ‘software’, yani ideolojiyle doldurmuşlar. Kâr peşinde koşan, her şeyi çıkarı için yapan, düşünmesini değil yapmasını bilen teknisyenleri tercih eden alçak kapitalistlerden başka bir şey de beklenmez zaten. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.

    İşin tatlı tarafı Necip’in beni durmadan güldürmesi.
    Her şeyi biyolojiyle açıklamak isteyen manyak teknisyen, birden biyolojiden vazgeçip dinci olur ve kadınlarda GÜNAH bulur:
    “Eger boylesine haksiz bir ‘hegemonya’ varsa, onun sorumlusu olarak da, daha basindayken, onu engellemeyen annelerde suc bulmak gerekir.”
    Daha sonra şimdi kadınların da büyük kamışlı erkeklere döndüklerini hatırlar, korkar, bir türlü vazgeçemediği yaltakçılığa başvurur:
    “Acaba, kadinlar, diger kadinlar hakkinda –biz erkeklerin (ve ozellikle de sizin) anlamadigi, bilmedigi– bazi seyleri mi bilmektedirler?”

    Necip bey, bu, saflık numarası mı, cahilliğiniz mi? Kapitalist tabipler kellenizi tarih boyunca anlaşılmayan, bilinmeyenler karşı ne yapıldığını bilmeye yer bırakmayacak kadar çok zart zurtla doldurmuşlar galiba. Öldür veya kontrol altına al, ki aynı şey. Siz kontrol altına alınmış bir diri ölüsünüz. Aynı efendileriniz gibi canlı ve özgür lafları bile sizi çıldırtıyor, nefretiniz efendileriniz gibi sonsuz. Her şeyi denklemlerle anlama heyecanınızı hatırlamıyorsunuz galiba.

  147. Mr. Necip is a rational person which is hard to find.

    Unlike anti-capitalists (or revolutionists, marxists, anarchists, etc.), realistic Mr. Necip is not letting emotion cloud his better judgement – or is he?

  148. Başörtüsü sorunu (3)

    ‘Erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu analiz etme sürecinde, kadınların münferit faaliyetlerini (‘istisna’ları) ‘kaideymiş gibi yutturmak’ amacıyla çuvaldan boşaltırcasına yazmak, kör cahil olmakla itham edilen kesimlerin yazdıklarının doğurması yüksek ihtimalle iyi sonuçların tam tersine, aşırı tehlikeli seviyede ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtma’dır. Bu ‘çarpıtma’, kişilerin tek tek ve toplumların kitlesel olarak ruh sağlıklarını bozmayı aşarak, daha kötü sonuçlara yol açar, açıyor da. Bunlara ek olarak, ‘militanlık’ ve ‘militerleşme’, yine erkeklerde daha çok, kadınlarda daha az gözlemlenmektedir. Erkeklerin ekseriyeti, ‘militanlık’ın bayraktarlığını yaparak, bunu daim kılmayı isteyerek, kadınları ‘biat etmeye zorlama’ya devam etmektedir. Kadınların, geçmişten-günümüze, hem fiziksel hem düşünsel olarak, militanlaşması, ve yine tarihteki zaman dilimlerinde kadınların erkeklerden daha fazla militanlık sergilediği anlar, yine ‘istisna’dır, yine ‘münferit’tir. Özgürlük için mücadele etmek, ‘X’ hizbinin hegemonyasını yıkıp, yerine, ‘Y (Z, A, B, C,…)’ hizbinin hegemonyasını kurmak demek değildir. Bu paragraftaki ‘militanlaşma’ ve ‘militerleşme’ kelimeleri, ‘askeri tip hiyerarşi’yi, ‘emir-komuta zinciri’ni istemek anlamında kullanılMAmıştır.

    ‘Erkek hegemonyası’nın pek çok veçhesi vardır, burada görüşme yürütülen veçhe ‘kadınların, başörtüsü giymeye, erkekler tarafından zorlanması’dır. Yıllar boyunca, erkeklerin kadınları hakir görmesi, erkeklerin kadınları ikincil tür görmesi, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı pekiştirmiştir. Bu hegemonyayı inşa sürecinde, pek çok sosyolojik şablona ve pek çok dinsel şablona, kadınların ‘erkeklere biat etmesini daim kılan’, kadınların kendilerini ‘ikincil’ görmelerine yol açan söylemler, erkekler tarafından monte edilmiş, bunlar ‘norm’ şeklinde erkekler tarafından yaygınlaştırılmış, nihayetinde pek çok kadının ‘kendi kendini bile aşağılık görecek kadar’ vahim sonuçları da doğurmuştur. Bu, geçmişten-günümüze yaşanmaya devam eden ‘(çok vahim!) gerçek’tir. Bu ‘gerçeği’ yeniden hatırlatmak, ‘kadınların kendi kendilerini bile aşağılamaya, erkekler tarafından alıştırılmış olmaları gerçeği’ni yeniden hatırlatmak, bu vahim durumu daha da tahkim etmek amaçlı değil, ‘erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya’ya karşı mücadeleyi ivmelemek amaçlıdır.

    Kadınlarda ‘başörtüsü’ ve diğer pek çok örtünme modeli, erkeklerin & kadınların gündelik hayatlarında nasıl davranmaları gerektiği gibi hususlar, semavi olsun / olmasın, pek çok dinde ‘kodifiye’ edilmiştir. Erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı inşa sürecinde, bu hegemonyayı daim kılmak ve bu hegemonyadan, erkeklerin, kendilerinin sorumlu görülMEmesini sağlamak amacıyla, pek çok sosyolojik norm ve pek çok dinsel norm, erkekler tarafından ‘kodifiye’ edilmiştir. Bahsi geçen bu ‘erkeklerin kodifiye etme süreci’ne, kadınların gönüllü dahli, ‘istisna’dır. Bütün dinler arasında, başat olarak ‘İslam’da, erkekler tarafından yapılan ‘kodifiye’ler, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı, süreğen kılabilmektedir. ‘Alevilik’ de, ‘Cem Ayinleri’ de, erkek hegemonyasından bağımsız değildir. ‘Alevilik’ müessesesinde ‘erkek hegemonyası’nın nasıl işlediğini gözlemlemek isteyenler, şurada yazılan ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/sir-icinde-sir-olanlar-amp-alevi-kadinlar/362550.html ) tespitleri de dikkatle incelemelidir.

    Hem kız bebekleri & çocuklarının, hem erkek bebekleri & çocuklarının, kadınlar tarafından (‘anneler’ tarafından) yetiştirilmeleri (dünya genelinde, günümüzde hâlâ) ‘kaide’dir. Fakat, ‘erkek hegemonyası’ kurulurken, bunun sorumlusu olarak, daha başındayken, engellemeyen annede-annelerde suç bulmak, çok çok çok zorlama ile genelleme yapma çabasıdır, konuyu çarpıtma hevesidir. Bahsi geçen annelerin çabası, yani ‘erkek hegemonyası’nın güç kaybetmesi için, daha başındayken (çocukları küçük yaştalarken), kendi (özellikle ‘erkek’) çocuklarını ‘kadın-erkek eşitliği, hakkaniyeti’ konusunda bilinçlendirmesi çabası, henüz, emekleme aşamasındadır. Burada, sorumluluğu sadece ‘annelerin’ üzerine yükleme de, bir tür ‘norm’ hâline, yine ‘erkekler’ tarafından yıllar yılı getirilmiştir. Gelecekte, ebeveynlerdeki (‘bebek & çocuk yetiştirme’ anlamında) sorumluluk seviyeleri farklılık göstermeye başlayabilir, bu, şimdiden kestirilemez.

    ‘Anne’ olmuş ‘kadınların’, (özellikle) ‘erkek’ çocuklarını yetiştirme sürecinde, erkek çocuğu belli bir yaşa geldiği zaman, onu-onları, ‘kafeslemeye’ çalışan (diğer, başka) kadınlardan korumaya çalıştıkları söylemi, ciltler dolusu lakırtı edilsin / edilmesin, seyrek rastlanan olaylardır, yaygın değildir. ‘Kaynana’ların veya namzetlerinin feminist olup / olmaması, ‘erkek kardeş-ağabey’, ‘erkek evlat’ sahibi olup / olmaması, bahsi geçen kadınların kan bağı ile bağlı oldukları erkeklerin üzerinde (diğer, başka) kadınlara karşı korumacı tavırlar sergiledikleri sonucunu doğuracak kadar yaygın değildir, bu, yine, ‘istisna’yı ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabasıdır.

    Kadınların, diğer kadınlar hakkında, erkeklerin bilmediği şeyleri bilip / bilmediğini merak etmek, bu ve benzeri soruları sormak elbette önemlidir. Fakat, bu soruları sorarken, ve cevaplar ararken, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı yok sayma veya meşru gösterme amaçlı çuvaldan boşaltırcasına yazılar yazmak, sadece, bu çabayı gösteren şahısların ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtması’dır ve bu yolla, diğer insanları da kandırabileceğini zannetmesidir.

    Türlerin, hem türdeşleri arasında hem diğer türler arasında, çeşitli rekabetler, dürtüler elbette var. Bu, inkâr edilemez. Burada mesele, ‘insan’ adlı tür içinde, ‘biyolojik dürtü’yü merkeze koyarak argümanlar sıralayıp, ‘erkek hegemonyası’nın varlığını görmezden gelme veya tamamen yok sayma çabasıdır. Bu çabanın, ‘kaide’ olduğunu ispat için üfürmekten bıkMAmaktır.

    Kadınların erkekleri ‘kafeslediği’ bütün olaylar, kadınların erkekleri etkilemek (ve hemcinsleri arasındaki rekabette üstünlük sağlamak) için yaptıkları bütün faaliyetler ‘münferit’tir. Bu münferit faaliyetlerin hiçbiri, ‘erkek hegemonyası’nın varlığını ortadan kaldırmaz. Kısaca: Erkeklerin kadınları ‘kafeslediği’ gerçeği, yaygın olandır. Bunun tam tersi, yani kadınların erkekleri ‘kafeslediği’ söylemi, ‘istisna’dır.

    ‘Kafeslenmiş erkeğin, kadının hâlâ daha kendisini sere serpe sergilediğini gördüğünde, kadının başka erkeklere yönelik ilgisinin devam ettiğini düşünmesi’ ve ‘Erkek bulmuş kadınların örtünMEmesi, kadınlar arasında o kadının pek de akıllı olmadığı şeklinde değerlendirilmesi’ söylemleri, çok çok çok zorlama ile genelleme yapma çabasıdır.

    ‘Maddi (parasal) imkânı olan kadınlar’ söylemi, yine, ‘istisna’dır. Bu ‘istisna’ gerekçe gösterilerek, ‘erkek hegemonyası’ yokmuş gibi davranılamaz.

    Maddi (parasal) imkânı olan kadınların, estetik ameliyatları ve benzeri uygulamaları, ‘erkekleri etkilemeye devam etmek için mi?’ & ‘rekabet içinde oldukları (diğer) kadınlardan sıyrılmaya devam etmek için mi?’ sorularını sormak, bu söylemi devam ettirmek, yine, ‘istisna’dır. Bu istisnaların hiçbiri, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyanın varlığı ‘kaide’sini ortadan kaldırmaz.

    Bir kadının, başka kadınları, kocasının gözünün önünden uzak tutmak amacıyla başörtüsü giydiği (hâttâ, kadınların genelinin bu yöntemi uyguladığı) söylemi, istisna bile olamayacak kadar boş çabadır. Tam tersine, erkekler, başka erkeklerin, karılarına ‘göz atması’nı mümkün mertebe azaltmak için (başta İslam olmak üzere, bütün dinleri de gerekçe göstererek) başörtüsünü (ve diğer örtünme modellerini) ya şart koşmakta ya da telkin etmektedir (ve pek çok kadın, yıllardır bu eril ve dini ‘şart koşmalara’ & ‘telkinlere’ maruz kaldıklarından, başörtüsü giymeyi savunur hâle gelebilmiştir).

    Kaide: Erkeklerın (başta İslam olmak üzere, bütün dinleri de gerekçe göstererek), kadınlara başörtüsü giyme konusunda yaptığı baskıdır, telkindir, imadır, ‘erkek hegemonyası’dır.

    İstisna: Kadınların, başörtüsünü (ve diğer örtünme modellerini), özgür iradeleriyle giymeleri. ‘Ben, hiçbir baskı hissetmeden, sadece kendi özgür irademle başımı örtüyorum.’ cevabını veren kadınlar, ‘istisna’dır.

    Kadınların başörtüsü (‘kendi özgür iradeleri ile’ veya ‘dayatma ile’) giymelerinin temel sebebi, erkeklerden korunmaktır. Kadınlar, erkeklerin (sevgililerinin, kocalarının, babalarının, ağabeylerinin, erkek kardeşlerinin vb.) dayatması ile (diğer, başka) erkeklerden korunmak için başörtüsü giymektedir. ‘Erkek hegemonyası’ işte budur.

    Kadınların, hemcinsleri ile rekabet içinde olmaları üzerinden kurulan bütün argümanlar, ‘istisna’dır. (Bunu yazmak, bu rekabeti büsbütün yok saymak demek değildir. Kadınların hemcinsleri ile olan rekabeti, ‘erkek hegemonyası’ gerçekliğini gölgelemez.)

    Bütün türlerde ‘biyolojik dürtü’yü dalgalandıran pek çok tetikleyici unsur vardır. Bunlar türden türe, her tür içinde farklılık/benzerlik gösterebilir, ‘göz (görme)’, ‘kulak (işitme)’, ‘deri-ten (dokunma)’ en yaygın olanlarından birkaçıdır. İnsan, diğer pek çok ‘tür’ içinde, ‘dürtü’lerinin daha çok farkında olan ve bu ‘dürtü’lerini daha muntazam yönetebilen bir türdür, bu durum ‘kaide’dir. Her ne sebeple olursa olsun dürtülerini yönetemeyen insanlar, ‘istisna’dır. Bu istisna, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı görmezden gelmek veya bu hegemonyaya meşruiyet kazandırmak için malzeme olarak kullanılamaz.

    ‘Kadınlar kolonisi kurmak’ zemini üzerinden ‘deney’ler yapmak, (sonucu ‘hemcinslerini öldürmek’ olsa bile) ‘istisna’ yaratıp bunu ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabasıdır. Erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya gerçekliğini, bu ve benzeri ‘deney’ler değiştiremez. Eğer istatistik verileri üzerinden sonuçlara ulaşılmak istenirse, (‘insan’ türü arasında) kadınların kadınları öldürmesi, erkeklerin kadınları öldürmesinden, daha azdır.

    Kadınların, doğurganlık çağını ıskalaMAmak için, erkekleri etkilemek istemeleri, normaldir, bu ‘biyolojik mekanizma’ inkâr edilemez. Burada mühim olan durum şu: ‘İnsan’ türüne mensup ‘kadınlar’ın, doğurganlık çağını ıskalaMAmak için erkekleri cezbetmeye uğraşması (ve elbette, hemcinsleri ile rekabet hâlinde olması), ‘erkek hegemonyası’nın varlığını ortadan kaldırmıyor. ‘İnsan’ adlı türün de, neslini devam ettirmeye programlanmış olması, kadınların doğurganlık çağlarını ıskalaMAmak için erkek ‘kafeslemek’ için uğraştıkları ‘genellemesi’ni getirmez. Bir kez daha: İnsan, diğer pek çok ‘tür’ içinde, ‘dürtü’lerinin daha çok farkında olan ve bu ‘dürtü’lerini daha muntazam yönetebilen bir türdür, bu durum ‘kaide’dir. Her ne sebeple olursa olsun dürtülerini yönetemeyen insanlar, ‘istisna’dır. Bu istisna, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı görmezden gelmek veya bu hegemonyaya meşruiyet kazandırmak için malzeme olarak kullanılamaz. ‘Doğurganlık çağını ıskalamak / ıskalamamak’ ile ‘cinsel tatmin aramak’, daima yan yana düşünülmesi gereken konular değildir. İnsanın, dürtülerini yönetebilen bir varlık olduğunu, yönetemeyen insanların ‘istisna’ olduğunu söylemek için herhangi bir ‘fizik-dışı referans’a (örnek, ‘peygambersel sayıklamalar’a) ihtiyaç yoktur. (‘İnsan’ türü için) Kadınların, doğurganlıklarını ıskalaMAmayı istemesi bu sebeple erkekleri etkilemek için uğraşması söylemi, çok çok çok zorlama ile genelleme yapma çabasıdır. ‘Erkek hegemonyası’ ve ‘başörtüsü meselesi’, ‘biyolojik dürtüler’ gerekçe gösterilerek çuvaldan boşaltırcasına yazılan onlarca, yüzlerce argümanla perdelenemez. Yıllar boyunca, kadınların, erkeklerin dizayn ettiği ‘norm’lar neticesinde biat etmeye alıştırılması, sadece ‘insan organizmasındaki biyolojik dürtüler, kadınların, hemcinsleri ile rekabeti’ kıskacında izah edilemez.

    ‘Pembe otobüs’ uygulaması, kadınların, ‘erkeklerin sarkıntılarından (ve tecavüz girişimlerinden)’ kurtulmak için bir çözüm olabileceği düşüncesiyle ortaya atılan saçmasapan bir yöntem idi. Kadınların, erkekleri etkilemek (ve hemcinsleri ile rekabette üstünlük sağlamak) için kendilerini daha da teşhir etmeleri amacıyla düşünülen bir uygulama değil idi ‘pembe otobüs’ uygulaması. ‘İnsan’ türüne mensup bütün cinsiyetlerde ve cinsiyet tercihlerinde (şimdilik en genel-geçer, ‘kadın/erkek’ ilişkilerinde), şahısların rızası ile ilişkilerin başlayıp sürmesi (ve sonlanması) ‘kaide’dir. Erkeklerin kadınlara (cinsel tatmin maksatlı münasebetlerle) sarkıntılıktan, tecavüze ve hâttâ öldürmeye kadar varan ‘olayları’ apaçık ortadayken, kadınların, ‘‘pembe otobüs’ aracılığıyla tecavüzden kurtulalım derken, kendi istediğimiz erkeği kendimizin seçme olasılıklarımızı da erteledik, ve belki de yok ettik’ söylemini gerekçe göstermek, istisnayı kaideymiş gibi yutturmak ve mugalatada simge olmak için çabalamaktır. ‘Erkek hegemonyası’na karşı mücadele ederken, çeşit çeşit ‘izolasyon’ yöntemleri uygulamak çözüm getirmez. Körlerin yaşayacağı özel bir köy inşa etmek (körleri, izole etmek), sağırların yaşayacağı özel bir köy inşa etmek (sağırları, izole etmek), kadınların, erkeklerin sarkıntılarından (ve tecavüz girişimlerinden) kurtulabilmesi için ‘pembe otobüs’ gibi yöntemler icat etmek (kadınları, izole etmek), palyatif hamlelerdir. ‘Erkek hegemonyası’na karşı mücadele etmek, hayatın her alanında yürütülür, ‘başörtüsü meselesi’ bu alanlar arasında başat rolü oynar. (Not: ‘İnsan’ türü dışındaki diğer türlerde ‘izolasyon’ uygulaması, bu yazının kapsamı dışındadır. Örnek: Bizon avlayan avcılar, yıllardır icra ettikleri avcılıkta yaptıkları gözlem neticesinde şunu söylerler [söylerken bilimsel bir temel arayışına girmezler]: Bir bizon grubu, kendilerine yaklaşmakta olan bir tehlike sezdiğinde, aralarından birini kendilerinden birkaç metre uzak tutup [izole edip], o bizonun katledilebilir olduğunu adeta işaret ederler, bir tür ‘onay’ verirler. Bahsi geçen avcılar, pek çok bizon grubunda bu davranışı gözlemlediklerini söyler. ‘İnsan’ türünde görülen ‘erkek hegemonyası’ ve bunun bir uzantısı olan ‘başörtüsü meselesi’, diğer türlerdeki ‘izolasyon’ uygulamalarıyla açıklanamaz. ‘Aslan’ türünün sergilediği davranışlar da, ‘insan’ türünde erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı görmezden gelmede veya meşru göstermede malzeme olarak kullanılamaz.)

    Hamit İzol’un veya başka kimselerin gözlemledikleri, söyledikleri, yazdıkları, benzer veya farklı, uydurma olMAyan, ‘kadınların, erkekleri yönlendirdikleri (bahsi geçen kitap özelinde, aşiretlerin, kadınlar tarafından yönetildiği)’ söylemi istisnadır, hepsi ‘münferit’ olaylardır. Bütün bu münferit olaylar, (‘insan’ türündeki) ‘erkek hegemonyası’ gerçekliğini gölgelemez.

    (‘İnsan’ türünde) Kadınların erkekler üzerinde hegemonyası istisnadır, erkeklerin kadınlar üzerinde hegemonyası vardır, günümüzde devam etmektedir. (‘İnsan’ türünde) Erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı görmezden gelmek veya meşru göstermek için çuvaldan boşaltırcasına yazmak, çarpık (ideolojik veya değil) yavelerin farklı kelimelerle tekrarıdır.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  149. “‘Erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu analiz etme sürecinde, kadınların münferit faaliyetlerini (‘istisna’ları) ‘kaideymiş gibi yutturmak'”

    Cok fazla kelime ziyan etmissiniz.

    Halbuki, bana, ikna edici sozlerle, once ‘erkek hegemonyası’ diye bir seyin gercekten var oldugunu, ve ‘başörtüsü sorunu’ dediginiz seyin de gercekten bir sorun oldugunu anlatmagi denemenizi beklerdim.

    Onun yerine, siz, hap ayni tur dolambaclarinizi kullanip, ideolojik takintilarinizi yazip duruyorsunuz.

    Mesela, ‘erkek hegemonyası’ dediginiz seyi nasil belirlediniz? Erkeklerin (butun erkeklerin tabi oldugu) bir merkezi bir organizasyonu mu var?

    Her erkek oradan cikan kararlari mi uyguluyor?

    Var mi boyle bir sey?

    Sonra da, neden ‘başörtüsü sorunu’ var? Bazi kadinlarin basortusunu tercih etmesi sizce neden sorun oluyor?

    Sizin tarafinizdan ‘munferit’ sayilmamak icin kac kadinin boyle bir tercihte bulunmasi gerekiyor?

    “Erkeklerin ekseriyeti, ‘militanlık’ın bayraktarlığını yaparak, bunu daim kılmayı isteyerek, kadınları ‘biat etmeye zorlama’ya devam etmektedir.”

    ‘Ne’ye ‘biat etmek’ten bahsediyorsunuz?

    Kendisine ‘tapinil’masini isteyen, dayatan bir ‘erkek’ mi var?

    “Özgürlük için mücadele etmek,”

    Hangi ‘ozgurluk’ten bahsediyorsunuz?

    ‘Sperm hirsizligi’na varacak davranislar ‘ozgurluk’ten mi sayilir?

    Hem ‘bu vucut benim, istedigimi yaparim’ demek, hem de ardindan (isine geldiginde) ‘babalik davasi’ acmak (yani, hic haber olmadigi ya da istemedigi halde) erkegi mecbur etmek midir ‘ozgurluk’?

    “‘Erkek hegemonyası’nın pek çok veçhesi vardır, burada görüşme yürütülen veçhe ‘kadınların, başörtüsü giymeye, erkekler tarafından zorlanması’dır.”

    Ben de, bu iddianin, temelde su tutmadigini soyluyorum.

    Kadinlarin ortunmesinin erkekler acisindan cazip bir tarafi yoktur, cunku.

    Ortunme dayatmasi, kadinlar-arasi bir rekabet engelleyiciliktir.

    “Yıllar boyunca, erkeklerin kadınları hakir görmesi, erkeklerin kadınları ikincil tür görmesi, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı pekiştirmiştir.”

    Bunun sosyoekonomik sebeplerini gozardi ederseniz, geriye bu tur militanca ve ahmakca lakirdilar kalir.

    Anaerkil topluluklarin var oldugu zamanlarda, kadinlarin erkeklere nasil (ne gozle) baktigini bilmiyoruz. Ama, cok da farki olmasa gerek.

    Daha sonra, ne oldugunu ben de cok merak ediyorum; ataerkil toplumlara donustuk.

    Kadinlar, erkekleri, ‘omur boyu istihdam kaynagi’ (‘provider’ yani ‘teminci’?) olarak gormege basladilar.

    ‘Provider’ (‘teminci’?) olunca, yani ‘veren el’ olunca, haliyle, ‘alan el’den ustun saydilar kendilerini.

    Ataerkillige neden gectigimizi bilmiyorum; ama, onemli bir seylerin optimizasyonu sonucunda oldugunu dusunuyorum.

    Ve, ataerkillik hala daha devam ediyor.

    Bunu, sizin gibi militanlarin degistirmesi sozkonusu degil; degisecekse, kendilginden degisecek.

    Nitekim, degisiyor da..

    Feminist hareket artik hakkaniyet filan istemiyor; acikca ustunluk imtiyazlari talep ediyor.

    “Kadınlarda ‘başörtüsü’ ve diğer pek çok örtünme modeli, erkeklerin & kadınların gündelik hayatlarında nasıl davranmaları gerektiği gibi hususlar, semavi olsun / olmasın, pek çok dinde ‘kodifiye’ edilmiştir.”

    Dolayisi ile, dinler bu konuda tayin edici degildir.

    Oyle ise, neden, basat oyuncu imisler gibi dinlerden bahsedip duruyorsunuz?

    Bu, en azindan, sizin analizinizin ayaklarinin yere basmadigini; ya da tarafli oldugunuza isaret eder.

    “Bütün dinler arasında, başat olarak ‘İslam’da, erkekler tarafından yapılan ‘kodifiye’ler, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı, süreğen kılabilmektedir.”

    Islam’dan (su-i istimal anlaminda) surekli ornekler verenlerin iskaladigi cok onemli bir sey vardir:

    Hz Muhammed’in peygamberligini ilk taniyan, onu manen ve maddeten (sonuna kadar) destekleyen kisi, onun ilk karisi olan, Hz Hatice’dir.

    Cogu kisinin iskaladigi sey sudur: Hz Hatice dedigimiz kadin, koyden yeni gelmis bir Kezban degildir. Hem sehrinin onde gelen tuccarlarindandir (yani, baba parasi yiyen birisi degildir), hem de o sehrin en zenginlerinden birisidir.

    Dahasi, Hz Hatice, Hz Muhammed’i ‘icguvesi’ almistir.

    Yani, patronun kim oldugu ziyadesiyle asikardir.

    Bu durumda, bana birisi, Hz Hatice’nin –durduk yerde– neden Hz Muhammed uzerinden yeni bir ‘erkek hegemonyasi’ yarattigini aciklamalidir.

    Yani, Hz Hatice’nin boyle bir projeden ne gibi bir cikari olabilirdi?

    “Fakat, ‘erkek hegemonyası’ kurulurken, bunun sorumlusu olarak, daha başındayken, engellemeyen annede-annelerde suç bulmak, çok çok çok zorlama ile genelleme yapma çabasıdır, konuyu çarpıtma hevesidir.”

    Degildir.

    Eger gercekten adaletsizlik sozkonusu ise, bunu daha tomurcuk iken engellemeyenler sorumludur.

    “‘Anne’ olmuş ‘kadınların’, (özellikle) ‘erkek’ çocuklarını yetiştirme sürecinde, erkek çocuğu belli bir yaşa geldiği zaman, onu-onları, ‘kafeslemeye’ çalışan (diğer, başka) kadınlardan korumaya çalıştıkları söylemi, ciltler dolusu lakırtı edilsin / edilmesin, seyrek rastlanan olaylardır, yaygın değildir.”

    Bu, sizin husn-u kuruntunuz. Yani, seyrek oldugu iddiasi.

    Seyrek olan, hem feminist olup hem de erkek evlat sahibi olanlardir; ama, bunlarin da davranislari digerlerinden farkli degildir.

    “‘Kaynana’ların veya namzetlerinin feminist olup / olmaması, ‘erkek kardeş-ağabey’, ‘erkek evlat’ sahibi olup / olmaması, bahsi geçen kadınların kan bağı ile bağlı oldukları erkeklerin üzerinde (diğer, başka) kadınlara karşı korumacı tavırlar sergiledikleri sonucunu doğuracak kadar yaygın değildir, bu, yine, ‘istisna’yı ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabasıdır.”

    Yine ayni sey, kendi husn-u kuruntularinizi yazip duruyorsunuz.

    “bu çabayı gösteren şahısların ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtması’dır ve bu yolla, diğer insanları da kandırabileceğini zannetmesidir.”

    Ya da, militan, yari-cahil, donanimsiz birilerinin uydurdugu bir iki sloganla kendilerini hakli (hatta isabetli) saymalarindan da bahsedebiliriz.

    “Türlerin, hem türdeşleri arasında hem diğer türler arasında, çeşitli rekabetler, dürtüler elbette var. Bu, inkâr edilemez. Burada mesele, ‘insan’ adlı tür içinde, ‘biyolojik dürtü’yü merkeze koyarak argümanlar sıralayıp, ‘erkek hegemonyası’nın varlığını görmezden gelme veya tamamen yok sayma çabasıdır. Bu çabanın, ‘kaide’ olduğunu ispat için üfürmekten bıkMAmaktır.”

    Sizin atladiginiz bir baska temel realite daha var.

    Memeliler arasinda, insan turu haric, disilerin ‘her an dollenmeye hazir olan’ bir baska ornegi benim aklima gelmiyor.

    Siz biliyorsaniz yazin.

    Insan disisindeki bu ‘her an dollenmeye hazir ol’mak, temel guduler acisindan da ciddi sonuclara yol aciyor.

    Mesela, diger memelilerde (kuslar, baliklar, surungenler filan da var; ama, biz memelileri konusuyoruz), cinsiyetler icinden sadece erkek ‘suslu’dur ya da suslenir.

    Bunun sebebi de, senede bir-iki defa dollenmege hazir olan disilere yonelik rekabette ustunluk saglamak gayretidir.

    Insan turunde bu oyle degil. Her an dollenmege hazir olduklari icin, disilere yonelik (erkekler arasinda) benzeri (zaman baskisi olan) bir rekabet sozkonusu degildir.

    O yuzden, rekabet –aslinda– disiler arasinda gerceklesir; insan disisi suslenmek ihtiyaci duyar.

    Bu rekabet, isin ilginci, o kadar derindir ki, ayni anda birden fazla disinin oldugu ortamlarda, butun insan disileri (yumurtlama ya da adet donemi anlaminda) senkronize olurlar.

    [Dollenmek firsati cikarsa, kacirMAmak icin olabilir mi?]

    Bu, kadinlarin dogrudan dogruya istedikleri, ya da yonettikleri bir proses olMAmakla beraber, onlarin davranislarini cok temelden etkileyen, temel biyolojik etmenlerdendir.

    “Kadınların erkekleri ‘kafeslediği’ bütün olaylar, kadınların erkekleri etkilemek (ve hemcinsleri arasındaki rekabette üstünlük sağlamak) için yaptıkları bütün faaliyetler ‘münferit’tir.”

    Yeah, right!

    Upuzun bir tarih boyunca suregelen, her an da milyonlarca kadin tarafindan sergilenen –fakat, yine de– ‘munferit’ olan bir sey..

    He mi?

    Kuzum siz saka misiniz?

    “Maddi (parasal) imkânı olan kadınların, estetik ameliyatları ve benzeri uygulamaları, ‘erkekleri etkilemeye devam etmek için mi?’ & ‘rekabet içinde oldukları (diğer) kadınlardan sıyrılmaya devam etmek için mi?’ sorularını sormak, bu söylemi devam ettirmek, yine, ‘istisna’dır.”

    Yeah.. sizin akliniza yetmayan hersey birer ‘istisna’ oluveriyor..

    “Bu istisnaların hiçbiri, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyanın varlığı ‘kaide’sini ortadan kaldırmaz.”

    Eger erkeklerin kadinlar uzerinde bir ‘sey’i varsa, bunu denizlerdeki yengeclerin (korunmak amaciyla) ici bos deniz salyangozlarinin kabuklarini sirtlarina gecirmelerine benzetebiliriz.

    Yani, bir cesit ‘dogal’ bir ‘zirh’.

    O kadar.

    Daha fazlasi degil.

    “Bir kadının, başka kadınları, kocasının gözünün önünden uzak tutmak amacıyla başörtüsü giydiği (hâttâ, kadınların genelinin bu yöntemi uyguladığı) söylemi, istisna bile olamayacak kadar boş çabadır.”

    Dedim ya, ya siz kadinlarla hic konusmus degilsiniz; ya da saptirmakla mesgulsunuz.

    “Tam tersine, erkekler, başka erkeklerin, karılarına ‘göz atması’nı mümkün mertebe azaltmak için (başta İslam olmak üzere, bütün dinleri de gerekçe göstererek) başörtüsünü (ve diğer örtünme modellerini) ya şart koşmakta ya da telkin etmektedir (ve pek çok kadın, yıllardır bu eril ve dini ‘şart koşmalara’ & ‘telkinlere’ maruz kaldıklarından, başörtüsü giymeyi savunur hâle gelebilmiştir).”

    Erkeklerin bu tur davranislari oldugunu daha once de yazdim.

    Ama, bunun dogal olmadigini dusunuyorum: Ortalikta onca ‘hazir’ cicek varken, bir kadina saplanip kalmanin cok da mantigi yok.

    “Kadınların başörtüsü (‘kendi özgür iradeleri ile’ veya ‘dayatma ile’) giymelerinin temel sebebi, erkeklerden korunmaktır.”

    Evet. Makbul olmayan erkeklerden korunmak.

    ‘Makbul’u de soyle acikliyoruz: Dogacak veledi ve kadini en az 3-5 sene koruyacak, kollayacak ve finanse edecek erkek.

    Digerleri ‘makbul’ degildir.

    ‘Makbul’ olanlari paylasmak da sorun degil; ‘makbul olmayan’larin ise (sperm fiskirtan cubugundan baska –ki, o da hic de nadir bir sey degil) nesini paylasacaksiniz?

    “Kadınların, hemcinsleri ile rekabet içinde olmaları üzerinden kurulan bütün argümanlar, ‘istisna’dır.”

    Dedim ya, sizi acinizdan baska hersey ‘istisna’ oluveriyor.. milyarlarca ornegi olsa da..

    “‘Kadınlar kolonisi kurmak’ zemini üzerinden ‘deney’ler yapmak, (sonucu ‘hemcinslerini öldürmek’ olsa bile) ‘istisna’ yaratıp bunu ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabasıdır.”

    Yok canim, hic de zor degil boyle bir deneyi yapmak.

    Kiz liseleri, rahibeler manastirlari (hatta, artik banka subeleri de sayilabilir) filan var. Oralardaki davranislari gozlemek hic de zor degil.

    “doğurganlık çağını ıskalaMAmak için erkekleri cezbetmeye uğraşması (ve elbette, hemcinsleri ile rekabet hâlinde olması), ‘erkek hegemonyası’nın varlığını ortadan kaldırmıyor.”

    Yooo.. zannedilenin aksine, erkeklerin (‘makbul’ olanlarla kisitli olmak uzere) daha bir kiymetli/nadir olmasina yol aciyor.

    “‘İnsan’ adlı türün de, neslini devam ettirmeye programlanmış olması, kadınların doğurganlık çağlarını ıskalaMAmak için erkek ‘kafeslemek’ için uğraştıkları ‘genellemesi’ni getirmez.”

    Getirir. En az 3-5 sene icin erkek elzemdir.

    “‘Pembe otobüs’ uygulaması, kadınların, ‘erkeklerin sarkıntılarından (ve tecavüz girişimlerinden)’ kurtulmak için bir çözüm olabileceği düşüncesiyle ortaya atılan saçmasapan bir yöntem idi.”

    ‘Sarkinti’ dediginiz seyin tercumesi sudur: ‘Makbul olmayan erkelerin ilgi gostermesi’. Makbul olanlar icinse, bu, ‘iltifat’ kabul edilir.

    “Kadınların, erkekleri etkilemek (ve hemcinsleri ile rekabette üstünlük sağlamak) için kendilerini daha da teşhir etmeleri amacıyla düşünülen bir uygulama değil idi ‘pembe otobüs’ uygulaması.”

    Tabii ki, degildi. Tersine, butun kadinlari –erkeklerden ayirip– bir araya toplamak denemesi idi. Bu da, halen genc olan nufusumuz dikkate alindiginde, kadinlarin isteyecegi bir sey degil, haliyle.

    Yani,m kadinlarin istedigi, erkeklerin olmadigi bir ‘huzur ortami’ filan degil. ‘Makbul’ erkeklerin oldugu, digerlerinin ise uzak tutuldugu ortamlardir istenen.

    “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…”

    Alakasi yok.

    Yeni bir sosyolojik degisimin arefesindeyiz ve kadinlar imtiyaz istiyorlar. Bunun hakkaniyet filanla ilgisi yoktur.

  150. Hortlak: “Bir yandan afrinlilerin akilalmaz kahramanlığı diğer yandan Erdoğan’larin akilalmaz alçaklığı..”
    Kahramanlık ve alçaklık sosyal alemde ahlaki yargılar. Hortlak Marksizm dininde sıradan bir hafız, bir satıhsal gazeteci, bir amatör. Çok daha büyük koca kellerin “Marksizm’de ahlak” konusunda döktükleri mürekkep, kullandıkları kağıt- kalem bazı ülkeleri fakirlikten kurtarır.

    Irkçı Hortlak taptığı mavi gözlü sarışınların her gittikleri yerde aynı gaddarlığını tasvip eder. Bu alçaklığının nedeni ne acaba?

    19. yüz yılında burjuva bilim-teknik başarılarıyla gözleri kamaşan mükemmel burjuva Marks ve Engels heyecandan hoplayıp zıplayarak, ‘kendileri ama değil’ olan diğer burjuvalara karşı laf savaşı açtılar. Bununla da yetinmeyen bu iki ‘burjuva/burjuva değil’ laf savaşı generalleri kendilerine ‘bilimsel sosyalist’, tarih boyunca gaddarlığa karşı gelenlere de ‘ütopist’ yaftası takıp kendilerinin asıl, gerçek, hakiki, en son ve en iyi oldukları reklamcılığını yaptılar. Bu çevik maymunlar, burjuvanın aynı masalları çoktan anlattığını hasıraltı ederler.

    Burjuvalar bu reklamcılığı çoktan yaptıklarında yutmadılar. Ama burjuva olma yarışına daha önce ithal malı nasyonalizmle katılan fakir ülkelerde, burjuva politika cambazları, bu son ve daha iyi reklamla yeni bir canlılık kazandılar.

    Kapitalist-burjuvaların dünyaya saçtıkları gaddarlık ve ölüm yetmez gibi, komünist-kapitalist-burjuvalar da kıyıma katıldılar.

    Peki, bu ütopist afyon yutmuşlar işi nasıl görürler?
    “Isaiah answered. I saw no God, nor heard any,
    in a finite organical perception; but my senses
    discover’d the infinite in every thing, and as I
    was then persuaded, & remain confirm’d, that
    the voice of honest indignation is the voice of
    God, I cared not for consequences but wrote.”

    Hortlak gibi iki yüzlülük yok. Marks gibi bin dereden su getirmek yok. Marks, hiç bir zaman kapitalizme karşı dil uzatmadı. Herif, İLERLEME afyonunun etkisi altında mışıl mışıl bilimsel rüyalara daldı. Hatta hiç bir zaman komünist düzenin bile adil olup olmayacağını söylemedi. Kazananları işine geliyorsa alkışladı, gelmiyorsa eski kazananlar arasına attı. Herif en son ve en iyi kazananlar peşindeydi.

    Peki, bu beyinsiz Hortlak yaladığı mavi gözlülerin akıl almaz katliamlarını alkışlıyor da neden Erdoğan’ın aynı mavi gözlü sarışınlar gibi maddi ve teknolojik üstünlüğünü kullanıp giriştiği katliamı alçaklık görüyor? Hortlak’ın alçaklığını anlamak için burjuvaların en temel inancı olan İLERLEME dinini bilmek gerekir.
    İLERLEME KAVRAMININ EN ÖNEMLİ ÖZELLİĞİ SADECE VE SADECE ÖLÇÜLEBİLİR OLMASI VE NİCELİKLE İFADE EDİLMESİNDE.
    Aksi halde Hortlak’ın nakaratı “g*tü boklu bir Afrikalı veya Kızılderili ” bile kendini mavi gözlü sarışın bir Avrupalıdan üstün görmeye kalkışabilir.
    Şu an hemen hemen hiç bir Afrikalının böyle bir iddiada bulanamayacağı bile Hortlak benzerlerini uyandırmaz. Türkiye’deki Kürtlerin büyük bir kesimi iki dil bilir. Hortlak’ın sarışın mavi gözlüleri gibi burnu havada Türkler arasında Kürtçe bilen belki iki elle parmak sayısını geçmez. Bu da Marksizm afyonunu yutmuş insan harabelerini uyandırmaz. Ne de hem Rusya hem de Çin’in Marks’ın aslında bir burjuva şakşakçı olduğuna uyanmaları bu insan harabelerini uyandırır.
    Irkçı Hortlak, sen ibişler ibişi değilsen şu son paragrafta ne dediğimi anladığını anlat. En eski ipucu: Herodot. Senin ne kadar hödük olduğunu görmek çok basit. Cahilliğinden dolayı söylediklerimi tamamıyla sıradan kitsch anlaman.

    BİLİMSELLİK çılgınlarıyla alayıma bir ek:
    “Bence, Erdoğan’ın yaptığının Materyalist ve İlerleme dinleri açısından kendi başına alçakça veya mavi gözlü sarışınların yaptıklarıyla kıyasla alçakça olup olmadığını dünyanın en güçlü bilgisayarı bile kolay kolay hesaplayamaz.”
    Bence, Isaiah’ı tercih ettiğimden, Erdoğan, Marksistler, Hortlak, sağ/sol devrimciler, emek-üretim-bolluk anarşistleri ve hepsinin asıl efendi-modeli mavi gözlü sarışınların çoğunun canı cehenneme.
    İşte sana inek trene bakar gibi bakacağın ve gerçek kapitalist, gerçek komünist, gerçek Marksist gibi enayi süzgecinden geçirdikten sonra senin gibi enayiler sunacağın bir haber.

    The 11 cities most likely to run out of drinking water (büyük bir olasılıkla içme suyundan mahrum olacak 11 şehir): São Paulo, Bangalore, Cairo, Jakarta, Beijing, Moscow, Istanbul, Mexico City, London,Tokyo, Miami.

    Hepsine ortak olan İLERLEME dinine bağlılık! Geri kalan aile içi çirkin kavga.

  151. “büyük bir olasılıkla içme suyundan mahrum olacak 11 şehir”

    Bu konuda soyleyeceklerim var.

    Utopik taifenin pek de hosuna gidecek seyler degiller.

    Mugalatanin minimumda oldugu bir zamana denk gelirse, yazarim.

  152. Necip'in Hatice argümanının çöküşü

    Hatice 619’da Mekke’de ölmüştü.

    Kendisi ya da Muhammed (zengin de olsalar) bu tarihlerde Mekke’de iktidar olmanın imkanlarından yoksun olan, kendileri gibi bir-iki zengin tüccarın (örneğin Ebubekir ve Osman’ın), ve çoğu da ailelerinden baskı gören gençler olan bazı Kureyşlilerin dışında neredeyse tümüyle yoksullar ve kölelerden oluşan inananların liderleri konumundalardı.

    Bu nedenle, genelde “iktidar”ı, özelde “erkek hegemonyası”nı dayatacak imkanlardan yoksun idiler.

    622’deki Medine’ye “Hicret” ise ilk İslam devletinin temellerinin atıldığı, dolayısıyla genelde “iktidar”ın, özelde “erkek hegemonyası”nın ortaya çıkmaya başladığı, Hatice’nin de vefatı nedeniyle buna muhalefet etme imkanının kalmadığı bir tarihtir.

  153. Çiçekler, Ağaçlar, Ormanlar

    “Erkeklerin bu tur davranislari oldugunu daha once de yazdim.

    Ama, bunun dogal olmadigini dusunuyorum: Ortalikta onca ‘hazir’ cicek varken, bir kadina saplanip kalmanin cok da mantigi yok.”

    Bir ormanda gezerken gözü diğer ağaçları görmeyip de tek bir ağaca saplanıp kalarak; “Ne kadar güzel bir orman!” diyeceği yerde “Ne kadar güzel bir ağaç!” diyenlerin mantığı gibi mi?

  154. Şimdi erdogan nin yanindasin.saldirgan fasistin yanımdasın.
    ABD Ortadoğu’da başı belada.
    IŞİD la erdogan arasında hiçbir fark yok.
    IŞİD Birgün de İslam devleti kurmak isterken bizimki yavaş yavaş, günbegün.
    ABD bunu görüyor.
    Bu bölgede birtek hareket var.dinci, İslam terörü olmayan,sekuler, Özgürve batıda şaşkınlık yaratan da bu hareketin önünde özgür kadınların olması..
    ABD için, batı için de tamamen bulunmaz olaydır.

    ABD 90 larda dogublockun yıkılmasıyla ilerde NATO nun esas sorunu İslam terorizm olacağını belirlemişti..
    ABD 2dunya Savaşı’ndan sonra yaptığı, yapacağı en iyi, doğru hareketi ni yapmaktadır.
    Erdoğan’larin etekleri tutuşması bundandır.
    İslam fasizmine karşı özgür toplumun kurulması onları delirtiyor..
    ABD işini biliyor.

    Çinliler 1000 km.lik tunel yapıyor Hindistan sınırındaki nehrin suyunu kuzeydeki şehirler için.
    10yil önce görmüştüm.cinliler kurak yerleri uçaklarla ağaç tohumu dağıtarak büyük bir bölgeyi ormanlastirir..

    Tek tür agaclamanin ise yaradığını görünce doğanın anarjizmi olmadan yaşam olamayacağını dan çeşitli bitkilerde ekerler.boylece hayvancıklar da yeşerir

    Sende Detroit ün üstündeki gölü nevadaya götr.misisippinin tasmasinada engel olursun.
    İşe yara biraz..

  155. “Hatice 619’da Mekke’de ölmüştü.”

    Ilk ‘ayet’ 610’da inmis; ama bundan once 1-2 sene boyunca Hira Magarasi sureci olduguna gore, Hz Hatice en az 10 sene boyunca ‘erkek hegemonyasi’nin kurulusunu desteklemis demektir[*].

    “Kendisi ya da Muhammed (zengin de olsalar) bu tarihlerde Mekke’de iktidar olmanın imkanlarından yoksun olan, kendileri gibi bir-iki zengin tüccarın (örneğin Ebubekir ve Osman’ın), ve çoğu da ailelerinden baskı gören gençler olan bazı Kureyşlilerin dışında neredeyse tümüyle yoksullar ve kölelerden oluşan inananların liderleri konumundalardı.”

    Ne alakasi var?

    ‘Erkek hegemonyasi’ dedigimiz sey illa kuresel olmak zorunda degil ki; lokal –hatta ‘cekirdek aile’ icinde– olsa dahi ‘erkek hegemonyasi’ ‘erkek hegemonyasi’dir.

    Yani, ‘coban’ ‘coban’dir. Surude 3 koyun ya da 300 koyun olmasi farketmez.

    [*: Bu ‘destek’i baska sekilde de kolayca aciklayabiliriz, tabii ki. O yastan sonra kafesleyecek erkek hic de kolay degil. Bu baglamda, bir de, Benjamin Franklin’in su sozunu de akilda tutmakta fayda var: “There are three faithful friends – an old wife, an old dog, and ready money.” {Uc sadik dost vardir –yasli bir kari, yasli bir kopek ve eldeki para.}]

  156. “Bir ormanda gezerken gözü diğer ağaçları görmeyip de tek bir ağaca saplanıp kalarak; ‘Ne kadar güzel bir orman!’ diyeceği yerde ‘Ne kadar güzel bir ağaç!’ diyenlerin mantığı gibi mi?”

    Evet.

    Ve, ne de guzel der su Kirikkale/Keskin (Haci Tasan-Nida Tufekci) turkusu:

    Gözdür alemi gezer
    Gönül biriynen olur

    At any given moment, that is.

  157. “Mr. Necip is a rational person which is hard to find.
    Unlike anti-capitalists (or revolutionists, marxists, anarchists, etc.), realistic Mr. Necip is not letting emotion cloud his better judgement – or is he?”
    I will do my best to be as brief as possible.
    Or is he? That is too hard to tell. What I can tell is that his rationality is a very well known banality and his realism is seeing what the masters of the world show him as real. In this sense he is not different from revolutionaries, marxists, anarchists, etc. in that they all share the same middle-class vision.

    The rationalist epoch as well as the claim of the rationalists to be rational was challenged by many, chief among them, and my favorites, are the romantics.
    I am not going to dwell on types of “rationalism”. There are many. If I lampoon one that was and is rampant among the defenders of the free market is that an individual is rational in the said market place. It may in fact take the individual forever to be rational (rational comes ratio which means comparison) at the market since he/she would have to take into account thousands of factors and by then the individual will be dead.
    Furthermore it is precisely the failure of rationalism that prompted Freud to delve into the subconscious which is not available to reason; Marx to discover the struggle of classes that is the ‘invisible’ agent of history; and my favorite, Nietzsche, who saw through the whole edifice of lies and deceptions.
    In any case, rationalism is a part of a larger Weltanschauung that promised universality and miserably failed by delivering uniformity. In short, rationalism itself is a part of an ideology. Besides, you do not reason in a vacuum. You do not reason until you have somethings established as true. And where do you get those?

    The answer is of course the famous clear and distinct “reality”. Even the most obtuse defenders of reality, the scientist, simply assume that reality exists. For the last 5-6 thousands years there has been as many definitions of reality as there are grains of sand in the Mediterranean sea. Those who resisted an imposed reality met with force, killing and violence. Often by invoking democracy, freedom, better living, you name it. Just remember hardliners like Hitler, Stalin, Mao and their imitators as well as softliners like European racists and Christians and of course the Muslims carrying their fire to enable resisters to better see this or the other world.
    You must agree that if this realistic high IQ Necip really knew the real reality, he would be hired as a think tank in no time by the worlds most powerful and richest states and industries. The poor guy has been singing the winners’ most banal and well known songs here in this site for a long time without being discovered.
    So now I will offer my idea. What we call reality now is a reality constructed by words. And one of the greatest logicians of all times said: “Never mind what the words mean, what is important is, who gives the order!”
    IQ Necip seems to have been taking orders so long that anything he does not understand naturally is unrealistic. Also he is out and out pure racist. Tell him that there are now people who do not even divide the cosmos into living/un-living and thousands of other facts discovered by the anthropologists, this pedantic jackass would start vomiting his bile.

  158. “I will do my best to be as brief as possible.”

    I chose to save time: I stopped reading right here.

  159. Var mıdır “şöyle garip Necipleyin?”

    ŞÖYLE GARİP BENCİLEYİN

    Acep şu yerde var m’ola
    Şöyle garip bencileyin
    Bağrı başlı gözü yaşlı
    Şöyle garip bencileyin

    Gezdim Urum ile Şam’ı
    Yukarı illeri kamu
    Çok istedim bulamadım
    Şöyle garip bencileyin

    Kimseler garip olmasın
    Hasret oduna yanmasın
    Hocam kimseler duymasın
    Şöyle garip bencileyin

    Söyler dilim ağlar gözüm
    Gariplere göynür özüm
    Meğer ki gökte yıldızım
    Şöyle garip bencileyin

    Nice bu dert ile yanam
    Ecel ere bir gün ölem
    Meğer ki sinimde bulam
    Şöyle garip bencileyin

    Bir garip ölmüş diyeler
    Üç günden sonra duyalar
    Soğuk su ile yuyalar
    Şöyle garip bencileyin

    Hey Emre’m Necip biçare
    Bulunmaz derdine çare
    Var imdi gez şardan şara
    Şöyle garip bencileyin

    NECİP EMRE

  160. “Ağaçlardan ormanı görmemek” diye tam da buna derler!

  161. Bir “mastürbasyon değişikliği” daha (ilki BAE elçiliğinin yer aldığı caddenin adının “Fahrettin Paşa” olarak değiştirilmesiydi, bir BAE yetkilisinin mezkur paşayı hedef alan tweet’i nedeniyle)

    Son dakika… ABD elçiliğinin bulunduğu caddenin ismi değişiyor

    Ankara Büyükşehir Belediyesi ABD Büyükelçiliği’nin bulunduğu Nevzat Tandoğan Caddesi’nin adını “Zeytin Dalı” olarak değiştiriyor. Değişikliğe ilişkin önerge şubat ayı görüşmelerine devam eden Belediye Meclisi’nde çarşamba günü görüşülecek.

    (Yanlış anlaşılmasın, Nevzat Tandoğan adının değiştirilmesine bir itirazım yok, aksine, bu zihniyetin sembol isimleri değiştirmeli. İtirazım, “Bir değişiklik olacaksa onu da biz yaparız” diyen eski ve yeni “Tandoğan”lara.)

  162. “İstisna”ları bir yana bırakırsak, erkeklerin çoğu örtünmeye mi öncelik verir, yoksa başka şeylere mi?
    Başka deyişle nasıl kızları daha çok isterler?

    Mesela şöyle iki kız düşünün. Ve birlikte oldukları erkekleri.

    Biri başörtülü ve tesettürlü değilse de en azından açık olmayan – yani “kapalı” denebilecek – bir şekilde giyiniyor. Bunun dışında denize girmeyi, güneşlenmeyi falan da sevmiyor. Yani örneğin mini etek, dekolte, bikini vb. hiçbir şey sözkonusu değil.
    Fakat buna mukabil erkeğinden önce hayatında başka biri olmuş.

    Diğerinin giyimi ise onun tam tersi. Yani yukarıda verdiğimiz örnekler sözkonusu.
    Fakat daha önce hayatında başka bir erkek olmamış. Erkeğine de deli gibi aşık. Genelde her iki taraf için de olduğu üzere “ilk”lerde olduğu gibi.

    Bunun dışında, her ikisi de böyle “ilk” olan iki kızdan böyle açığı mı, yoksa kapalısı mı daha çok sevilir – aşık olunur – evlenilmek (sadece “eğlenilmek” de değil) istenilir?

    Herhalde, “istisna”ları – veya bazı istisna ülkeleri – bırakıp “kaide”lere bakacak olursak, yanıtlar bellidir.

    Bir soru daha:

    Kadınlarının “ilk” erkeği olma isteğini / bekaret takıntısını bile bir yana bırakarak aşık olabilen ve evlenebilen, hatta ilk / bakire olan başkalarına tercih edebilen erkekler, neden örtünmeye bu kadar önem versinler?

    Eğer dindar iseler inançlarından dolayı olabilir yalnızca. Çünkü dinin hükümleri açısından bakılırsa – haram olan evlilik dışı ilişki hariç – önceki ilişkilerin ve bekaretin varlığı ya da yokluğunun bir önemi yoktur, fakat örtünme ise dini açıdan bir gerekliliktir.

  163. İnsan bazen yazı özlüyor. Yaz gelince açan çiçekler kalpleri de açıyor, çevrelerine huzur, mutluluk, iyilik yayıyor.
    Kendi içlerinde huzur olmayanlar ise maalesef bu huzurdan nasiplerini alamıyor, hatta o çiçeklere hoyratça davranıyor, eziyor, değerlerini bilmiyorlar.

  164. Şerif Mardin, Emre Kongar tipi ‘eleştiri’ ve ‘Atatürkçülerle İslamcıların ittifakını’ önermek
    Taylan Kara
    26/01/2018 Cuma

    Siyasal İslamcılara ve liberal solculara teorik malzeme veren en önemli düşünürlerden biri yakın zamanda yaşamını yitiren Prof. Dr. Şerif Mardin’dir.
    Ş. Mardin’in “merkez-çevre analizi” ve Said-i Nursi hakkında yazdıkları, bu konuda iki temel başlıktır.
    Ş. Mardin öldükten sonra arkasından birçok yazı yazıldı. Yazanlardan biri de Prof. Dr. Emre Kongar’dı. E. Kongar, Ş. Mardin’in ölümünden sonra onunla ilgili tam dokuz yazı yazdı (1-9). E. Kongar, Ş. Mardin’le olan yakınlığını ve kişisel ilişkilerini uzun uzun anlattıktan sonra sona doğru Ş. Mardin’in tezlerini eleştiriyordu.
    Eleştiri derken akla hemen “Kongar tipi eleştiri” gelir. “Kongar tipi eleştiri”nin formülü şudur:
    “On cümle yıkama-yağlama, bir cümle kenarından geçen eleştiri, asla doğrudan karşına almama…”
    Ancak Kongar, bu yazılarda şaşırtıcı bir şekilde “Kongar tipi eleştiri” sınırını aşmıştır. Şöyle ki E. Kongar, Ş. Mardin’i “Postmodern Orta Çağ döneminin önemli mimarlarından biri” olarak tanımlıyordu (5,6).
    *
    Öldükten sonra eleştirmek!
    E. Kongar’ın bu saptaması doğru bir saptamadır.
    Buraya kadar bir sorun görünmüyor. Ancak E. Kongar bunu ne zaman yazmaktadır?
    Şerif Mardin öldükten sonra!
    E. Kongar’ın siyasal İslam’la ilgili yüzlerce sayfa yazısı ve birden fazla kitabı vardır. Bu kitaplarda Şerif Mardin’e sayısız atıf yapmaktadır.
    Örneğin E. Kongar’ın “21. Yüzyılda Türkiye” adlı kitabı tam 725 sayfadır (10). Bu kitapta Ş. Mardin’e birçok kez atıf yapar. Bir konu başlığında tam 34 sayfa siyasal İslam’ı anlatır. Bu konu içinde ayrıca tam bir sayfa sadece Ş. Mardin’in tezlerinden söz eder.
    Ancak Ş. Mardin’le ilgili, ölümünden sonra yaptığı saptamalardan bir tek cümle bile yoktur!
    Ezop diliyle bile olsa tek bir ima yoktur!
    Hatta ve hatta “Kongar tipi eleştiri” dahi yoktur.
    Tam 34 sayfa siyasal İslam’ın teorik temellerini ele alıp ölümünden sonra Ş. Mardin’le ilgili yaptığı eleştirilerden tek bir satır bile yazmamasının anlamı nedir?
    *
    Çevre–Merkez Karşıtlığı
    Konu hazır açılmışken devam edeyim. E. Kongar’ın “21. Yüzyılda Türkiye” kitabının omurgası Ş. Mardin’in “çevre-merkez karşıtlığı” üzerine kuruludur.
    E. Kongar, Türk siyasal yaşamını “devletçi-seçkinciler” ile “gelenekçi-liberaller” karşıtlığı üzerinden çözümler. Bu bakışın “Radikal 2 liberal bakışı”ndan farkı mikroskobiktir.
    Kitaptaki “kök yanılsama” buradan başlamaktadır. Cumhuriyet tarihine bu pencereden bakan biri için siyasal İslam da, yaşadıklarımız da beklenen, olması gereken, “akışa uygun” bir durumdur. Detayları, başka bir yazının konusu olacak kadar geniştir.
    E. Kongar Ş. Mardin’in iyi bir öğrencisidir. “21. Yüzyılda Türkiye” kitabı en son 46 baskı yapmıştı ve 1998 yılında Aydın Doğan Ödülü almıştı. Elbette almalıydı, aldı da.
    *
    E. Kongar, 2007 tarihli “Demokrasimizle Yüzleşmek” adlı kitabında da siyasal İslam’ı onlarca sayfa irdeler; “21. Yüzyılda Türkiye” kitabındaki gibi Ş. Mardin’e birçok kez atıfta bulunur ve yine Ş. Mardin’in ölümünden sonra yazdığı eleştiriler kitapta hiçbir şekilde yer almaz.
    Yine 2008 ve 2010 yıllarında doğrudan Şerif Mardin’in görüşleri üzerine yazdığı iki yazıda da benzer bir tutum söz konusudur (11,12).
    E. Kongar, “ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı” kitabında bir kez daha siyasal İslam’ı ve onun teorik temellerini ele alır (13). Ancak bu kitapta da, ölümünden sonra Ş. Mardin’e yönelttiği eleştirilerden eser yoktur.
    Kısacası E. Kongar, Ş. Mardin yaşarken yazdığı birçok kitap ve yazıda Ş. Mardin’in görüşlerine sayısız defa yer verir ancak bunların hiçbirinde en küçük bir olumsuzluk yoktur. Aksine birçok kez özellikle “mahalle baskısı” kavramı ile Ş. Mardin’e, siyasal İslam’a karşı bir uyarıcı rolü ve olumluluk yükler; ta ki Ş. Mardin ölene dek. Ş. Mardin ölünce, onun “siyasal İslam’ı meşrulaştıran bir ideolog olduğunu” birdenbire “hatırlayıverir”!
    *
    Akla ister istemez şu sorular geliyor:
    Ş. Mardin’in “siyasal İslam’ı meşrulaştıran bir ideolog olduğu” fikri, E. Kongar’ın aklına yeni mi gelmiştir?
    Ş. Mardin, öldükten sonra birdenbire mi “postmodern Ortaçağ döneminin önemli mimarlarından biri” olmuştur?
    E. Kongar, Ş. Mardin’in “çoğunluk diktatörlüğünü din üzerinden meşrulaştıran bir ideolog” olduğunu tam da o ölünce mi anlamıştır?
    *
    Ş. Mardin’in görüşleri on yıllardır ortadadır ve yazılarında sayısız kez onun görüşlerine atıfta bulunan E. Kongar bunları yıllardır bilmektedir. Ş. Mardin’in “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” kitabı 1989’da yayımlanmıştır. E. Kongar’ın andığım kitaplarının en eskisi bile bu kitaptan 9 yıl sonra çıkmıştır; diğerleri ise zaten çok yakın zamanların kitaplarıdır.
    Kongar, eğer eskiden beri bu düşüncedeyse bunu neden şimdi açıklamaktadır?
    E. Kongar bu eleştiriyi yapmak için acaba Ş. Mardin’in ölmesini mi beklemiştir?
    *
    Doğru zamanı beklemek
    Ortada şaşılacak bir durum yoktur. E. Kongar, her zaman yaptığını yapmaktadır, bildiği bir gerçeği açıklamak için “doğru zaman”ı beklemiştir. İlk defa yaptığı bir şey de değildir.
    Bunun adına “nabza göre şerbet vermek” denir.
    *
    E. Kongar, Orhan Pamuk’un “Kar” kitabı hakkında şunları yazmıştı:
    “Kar kitabı ilk çıktığında büyük bir hevesle aldım ve üzerinde bir övgü yazısı yazmak için satırların altını çize çize okumaya başladım…(14)”
    E. Kongar, 2002 yılında çıkan “Kar” kitabını övmek için almış ancak sonra ne yazık ki bu kitabın “ılımlı İslam güzellemesi” olduğunu anlamıştır.
    Kongar, bunu ifade etmek için ise doğru zamanı tam 14 yıl beklemiştir.
    Bu konuyla ilgili daha önce yazdığım bir yazıyı şu cümlelerle bitirmiştim (15):
    Gerçeğin son kullanma tarihi geçerse gerçekliği kalmaz, yalana dönüşür. En etkili yalanlar, “eski gerçekler”in kumaşından yapılır.
    *
    Atatürkçü-İslamcı sentezi!
    E. Kongar, “ağaçların bile sola eğildiği” bir dönemde 1978 yılında yazdığı bir köşe yazısında, “Atatürkçülük ile İslamcılığın temelde aynı kavramlar” olduğunu söyleyerek “Atatürkçülerin İslamcılardan korkmamasını” ve “Atatürkçülerle İslamcıların ileriye doğru ittifakını” önermişti (16). E. Kongar, Milliyet gazetesinde şunları yazmıştı:
    “…Atatürkçüler İslamcılardan korkmayı bir yana bırakmalıdırlar. Türkiye Atatürk’ü o denli benimsemiştir ki, artık ülkede bir din devletinin kurulması olanaklı değildir.
    Üstelik, Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalım ancak Atatürkçülerle İslamcıların ittifakı ile aşılabilir. Bu ittifak için ne dinden ödün vermeye, ne de Atatürk’ün ilkelerinden vazgeçmeye gerek vardır. Çünkü ittifak, geriye dönerek değil, ileriye giderek yapılacaktır. Bir başka deyişle, Atatürk ve İslamcılık, geçmişin acılı savaşlarında değil, geleceğin umutlu yeni toplumsal ve ekonomik düzeninde bir senteze ulaşacaktır. Atatürkçülük ile İslamcılık (ki, bunlar zaten temelde birbirinden ayrı kavramlar değildir), niçin sömürünün ortadan kalktığı ve ekonomik barış ile birlikte toplumsal barışın da egemen olduğu bir ekonomik düzende ittifak ederek bütünleşmesinler?”
    *
    “Atatürkçülük ile İslamcılık temelde aynı kavramlardır.”
    “Atatürkçüler İslamcılarla ittifak yapmalıdır.”
    Bunları Kenan Evren değil E. Kongar yazmıştır.
    E. Kongar bu yazısıyla ilgili şimdi ne düşünüyor bilmiyorum. Üzerinden çok zaman geçtiği için elbette fikrini değiştirmiş olabilir, bu doğaldır da.
    Ancak şu çok açıktır ki Cumhuriyeti savunan herhangi bir kişinin bu metni HİÇBİR KOŞULDA yazması düşünülemez.
    Cumhuriyeti savunduğunu iddia eden kimse böyle bir metni yazamaz.
    Ama E. Kongar yazmıştır.
    *
    Sonsöz
    Aydın, nabza göre şerbet vermez.
    Aydın, bildiği bir gerçeği açıklamak için “doğru zamanı” beklemez.
    “Nabza göre şerbet verenler”den, bildiği bir gerçeği söylemek için “doğru zamanı bekleyenler”den aydın olmaz.

    Kaynaklar
    1. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/823262/Serif_Mardin_1.html
    2. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/824000/Serif_Mardin_2__Anilara_devam.html
    3. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/828177/Sag_iktidarlar__askeri_darbeler_ve_universiteler.html
    4. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/826662/10_ozgurluk_yili.html
    5. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/828966/Serif_Mardin_ve_Said_Nursi.html
    6. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/831670/Bir_tarihci_sosyolojiye_soyununca.html
    7. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/833278/Serif_Mardin_in_Said_Nursi_kitabina_elestiri.html
    8. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/834064/Serif_Mardin_ve_mahalle_baskisi_1.html
    9. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/836707/Serif_Mardin_ve_mahalle_baskisi_2.html
    10. Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitapevi, 1998, İstanbul.
    11. https://www.kongar.org/medyanotu/527_Serif_Mardin_Ne_Dedi.php
    12. https://www.kongar.org/aydinlanma/2010/1027_Mardin_ve_Frankenstayn.php
    13. E. Kongar, ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı, Remzi Kitabevi, 2012, İstanbul.
    14. Emre Kongar, Yazarlar Eleştiriler Anılar, Remzi Kitabevi, 2016, İstanbul
    15. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/emre-kongardan-bir-basyapit-saka-saka-e-kongar-tipi-elestirmenlik-179155
    16. Doç. Dr. Emre Kongar, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Türkiye, 12 Ekim 1978 Milliyet Gazetesi.

    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/serif-mardin-emre-kongar-tipi-elestiri-ve-ataturkculerle-islamcilarin

  165. Şerif Mardin’in Said Nursi kitabına eleştiri
    Emre Kongar
    28 Eylül 2017 Perşembe

    Şerif Mardin’in ölümü üzerine yazdığım bu yedinci yazı.
    Mardin, hataları ve sevaplarıyla, katkıları ve yanlışlarıyla, benim çok yakın çalıştığım, kendisinden çok şey öğrendiğim, yetişmeme katkıları olmuş önemli bir bilimciydi.
    Ölümü üzerine kulaktan dolma bilgilerle yapılan değerlendirmelerden rahatsız oldum; kendisi hakkında bazı anılarımı ve değerlendirmelerimi yazdım…
    Bu arada yine büyük bir üzüntüyle gördüm ki, toptancı, keskinlik iddiasında olan yaklaşım, Şerif Bey üzerine yazdıklarımdan dolayı beni de hemen yargıladı, kendi kafalarında mahkûm etti.
    Doğrusu bunlar beni pek de etkilemiyor…
    Sadece, önem verdiğim, bu nedenle de desteklediğim bazı yazar-çizer arkadaşlarımın toptancı yargılarla aynı basitlikleri paylaşmaları kendileri için üzülmeme yol açıyor.
    ***
    Şerif Mardin’in, Said Nursi kitabı, ne yazık ki, yanlış bir yargı, yanlış bir varsayım üzerine dayalı:
    Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması ile tekke ve zaviyelerin kapatılmasının, devlet ile vatandaş arasında, din vasıtasıyla kurulan sıcak (Toplumbilimin “Birincil ilişki” dediği, nitelikteki aile içi ilişkilerdeki bağlara benzeyen) bağları yok ettiği ve bunun bireyleri toplum içinde “haritasız”, “kılavuzsuz”, “yol göstericisiz” bıraktığı varsayımı kitabın ana ekseni.
    Burada üç yanlışı bir arada görüyoruz:
    1) Cumhuriyet, halifeliği ve saltanatı kaldırarak, tekke ve zaviyeleri kapatarak devletin din üzerinden vatandaşla kurduğu bağları yok etmemiştir.
    Tam tersine, Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Okulları ve benzeri yeni kuruluşlarla toplumun din üzerinden sahip olduğu değerlerin devlet tarafından sahiplenildiğini göstermiştir.
    2) Dini değerler, özellikle çağdaş toplumlarda bireylerin sahip oldukları değerlerin tümü değildir; bireyin sahip olduğu tutum ve davranışların tümünü belirleyen haritalar ve bireylerini birbirine bağlayan tek değerler sistemi değildir.
    Nitekim Cumhuriyet, bir yandan bu dini değerlere sahip çıkarken, öte yandan yeni değerler sistemi olarak, milliyetçilik, vatanperverlik, özgürlük, adalet, kardeşlik, dayanışma, yurtseverlik, çağdaşlık, insan hakları, uygarlık, kalkınma gibi başka kavramları da topluma kazandırmıştır. CHP’nin altı oku, bu yeni değerlerin kısa ve yetersiz bir özeti olarak görülebilir.
    3) Mardin’in sözünü ettiği devlet ile vatandaş arasındaki sıcak ilişkiler, toplumbilimde, “Birincil ilişki-İkincil ilişki-Profesyonel ilişki” diye sınıflanan ilişkiler bağlamında “Birincil ilişki” türü ilişkidir ve Devlet/ vatandaş ilişkisi açısından artık önemli değildir.
    Çünkü çağdaş toplumlarda Devlet/vatandaş ilişkilerinin kurulmasında, değerlendirilmesinde, bürokratik ilişkileri belirleyen “İkincil ilişkiler” önem kazanır…
    Aile içi duygusal ilişkileri vurgulayan “Birincil ilişkiler” (liderlere dayalı bazı oy verme davranışlarının açıklanması dışında) fazla bir anlam taşımaz.
    Mardin Endüstriyel/Kentsel değerlere göre kurulmuş olan ve işletilmek istenen Cumhuriyet’in vatandaşla ilişkilerini, Halife-Sultan yönetiminin egemen olduğu Din/Tarım toplumu bağlamında değerlendirmeye kalkmış ve bu nedenle yanılmıştır.
    ***
    Mardin’in Said Nursi kitabı, Toplumbilimin en eski konularından biri olan “Dini değerler sisteminin toplumsal belirleyiciliğinin” Turner’in “Kök paradigmalar” adıyla yeni bir terminoloji ile ifade edilmesinin Sadi Nursi üzerinden Türkiye’ye uygulanmasından başka bir şey değildir:
    Kısaca, Din/Tarım toplumundaki tek belirleyici olan dini değerlerin Kentsel/ Endüstriyel topluma dayalı Cumhuriyet döneminde zayıflamasına karşı Said Nursi öğretisi üzerinden bir “dini değerler savunması” mahiyetindedir ve bu niteliğiyle elbette anakronik, yani çağ gerisidir.
    ***
    Sadi Nursi’nin öğretisi, Nurculuğun Kuran ile, İslamiyet ile olan ilişkisi, çağdaş olup olmadığı, Mardin’in buna yüklediği anlamlar, günümüzdeki cemaat ve tarikatlar ile Nurculuk ilişkileri üzerindeki tartışmalara hiç girmiyorum…
    Sadece Mardin’in kitabının neden yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/833278/Serif_Mardin_in_Said_Nursi_kitabina_elestiri.html

  166. “…Aydın kimsenin müridi olmaz ve yanında mürit istemez. Kimseye (Tanrıya, başyüceye, hükumete, devlete, makam ve paraya…) biat ve itaat etmez. Özgürdür! Bu nedenle “kimse” sevmez aydını. Sevilmemek, nefret edilmek umurunda bile değildir aydının…
    Ülkemizde, Cumhuriyet’e giden yolu, Tanzimat ve Meşrutiyet aydınları, Genç Osmanlılar ve Genç Türkler müstebit padişahlarla ve özellikle de II.Abdülhamid’le boğuşarak, kanları ve canları pahasına açmışlardır. Sağolsunlar!
    AKP Genel Başkanı Erdoğan, aydınları ve aydınca tepki göstererek düşüncelerini açıklayan öğretim elemanlarını ‘zalim’, ‘kapkaranlık’, ‘cahil’, ‘tiksinti verici’, ‘vatan haini’, ‘lümpen’, ‘güruh’, ‘terör örgütünün maşası’, ‘ahlaksız’, ‘mandacı artığı’ ve ‘ruhu kirlenmiş’ sıfatlarıyla tanımlıyor…”
    (AYDIN DENEN YARATIK / Özdemir İnce)
    http://ozdemirince.com/aydin-denen-yaratik/

  167. Başörtüsü sorunu (4)

    ‘Erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun ‘var olduğunun ve sayısının kaç olduğunun ispatını talep etmek’, ya bu hegemonyadan hiç haberdar olunMAması, ya haberdar olunduğu hâlde bu hegemonyadan şikayetçi olunMAması, ya da bu hegemonyadan çeşitli çıkarlar elde edip sürmesini istemek demektir. Bu paragrafta yazılan 3 (üç) seçenekten tek tek veya toplu olarak, istifade eden ‘erkekler’ çoğunlukta (kaide), ‘kadınlar’ azınlıktadır (istisna). (Not: Azınlıkta olan kadınlar arasında, erkeklere biat etmeye alıştırılmış, kendi kendilerini bile aşağılamaya alıştırılmış kadınların sayısı azalmakta, ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadele eden kadınların sayısı çoğalmaktadır.) Fakat bahsi geçen bu 3 seçenekten tek tek veya toplu olarak, çile çeken kadınlar çoğunluktadır. Mevcut durumda, hâlâ, ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun ‘var olduğunun ve sayısının kaç olduğunun ispatını talep etmek’, talep eden şahısların pek çoğunun ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapmaya hevesli oldukları ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

    ‘Bazı’ kadınların başını örtmesinin, daha önce de ifade edildiği üzere, temel sebebi şu: Bahsi geçen ‘bazı’ kadınlar, ister ‘kendi, özgür iradesi’ni gerekçe göstersin, ister ‘dayatma’yı gerekçe göstersin, temel sebep, makbul olup/olmamaklığı ayırtetmeksizin erkeklerden korunmaktır. ‘Bazı’ kadınların, bu ‘temel sebep’i kendilerine itiraf etmekten vazgeçmesi (erkek baskısının hiç bitMEdiğine birinci elden tanıklık eden, eziyetin feriştahını iliklerine kadar yaşayan, en sonunda bıkan ve kendine itiraf etmekten vazgeçen kadınlar), erkeklerin, kadınlara başörtüsü giymeyi dayattığı gerçeğini değiştirmiyor. ‘Bazı’ kadınların, hemcinsleri ile rekabette üstünlük sağlamak için başını örttüğü söylemi ise, daha önce de ifade edildiği üzere, ‘istisna’dır.

    Kendisine tapınılmak da dahil olmak üzere, biat ettirmek için çeşitli yöntemler icat eden, bunları, kadınlara şart koşan erkekler çoktur, bu duruma ‘erkek hegemonyası’ denir. ‘Erkeklere tapınma, biat etme çeşitlerinin var olduğunun ve sayısının kaç olduğunun ispatını talep etmek’, talep eden şahısların pek çoğunun ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapmaya hevesli oldukları ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

    Erkeklerin, kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı gölgelemek amacıyla, ‘kadınların, doğurganlık çağlarını ıskalamayı istemedikleri için erkek kafeslemeye uğraştıkları, bu durumun, kadınların davranışlarında belirleyici rol oynadığı’ söylemini sürekli gerekçe göstermek, ‘istisna’yı ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabasıdır. ‘Sperm hırsızlığı’ tabirini kullanmak, kadınları, ‘hırsızlık yapmaya hevesli kimseler olmakla itham etmek’ maksadı taşımaktadır, bahsi geçen tabiri kullanmak, ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtma’ya bir örnek daha teşkil etmektedir. Hatırlamak gerekir: İnsan, diğer pek çok ‘tür’ içinde, ‘dürtü’lerinin daha çok farkında olan ve bu ‘dürtü’lerini daha muntazam yönetebilen bir türdür, bu durum ‘kaide’dir. Her ne sebeple olursa olsun dürtülerini yönetemeyen insanlar, ‘istisna’dır. Bu istisna, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı görmezden gelmek veya bu hegemonyaya meşruiyet kazandırmak için malzeme olarak kullanılamaz.

    Kadınların çoğunun ‘bu vücut benim, istediğimi yaparım’ söylemi, ‘kadın vücudunun sahipliği’ anlamında erkeklerin söz hakkı olMAması gerektiği demektir. Aynı söylem, eğer, ‘bu vücut benim ise, başımı örtmeyi de yine kendi irademle istiyorum’ anlamında dile getiriliyorsa, bu, ‘erkek hegemonyası’nın sonucudur. Yukarıdaki paragraflardan birinde ‘temel sebep’ açıklaması ile, ‘erkek hegemonyası’ izah edilmişti. İsteyenler, o bölümü tekrar okuyabilir.

    Boşanmaya karar vermiş bir karı-koca ilişkisinde, doğmuş olan çocuğun anne tarafında mı, baba tarafında mı, üçüncü bir tarafta mı kalması gerektiği gibi çeşitlendirilebilecek olaylar, ‘kadınlara iltimas geçilmesi gerektiği’ algısı doğrultusunda, çocuğun, anneye bırakılması gerektiği ‘genellemesi’ni sıklıkla akla getiriyor, mahkeme kararları yer yer bu ‘genelleme’nin etkisi altında kalınarak belirleniyor. ‘Anne-baba velayet savaşlarında icralık muamelesi gören evlat-evlatlar’ tabiri hukuk alanında sıklıkla kullanılmakta, çocuk (evlat), bir tür ‘meta’ olarak görülmektedir. Konu hakkında bilgi edinmek isteyenler,

    Şuradaki tespitleri [a] ( https://www.youtube.com/watch?v=aZgB4wNFoX8 ),

    Şuradaki tespitleri [b] ( https://www.youtube.com/watch?v=RAMlt8-aHWo ),

    Ve şuradaki tespitleri [c] ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/ebeveyne-yabancilasma-sendromu-amp-cekismeli-bosanmalarda-ve-velayet-savaslarinda/418651.html ) dikkatle incelemelidir.

    Özellikle, ‘bazı’ kadınların, boşanma işlemi bittikten sonra, mahkeme kararıyla ‘kocalarından ‘nafaka’ almaya başlamasını suistimal edip kendi ayakları üzerinde durmak için çaba gösterMEmesi (erkek, sürekli ‘teminci’ mi?)’ ve ‘‘bazı’ kadınların kocalarından boşandıktan sonra, çocuğunun-çocuklarının velayetinin, niçin kendilerine verilmeyip kocalarına verildiği üzerinden isyan çıkarması’ gibi olayları gerekçe göstermek, ‘erkek hegemonyası’nın varlığını gölgelemez.

    Erkeklerin ‘kodifiye’ ettiği sosyal, dini ve hukuki ‘normlar’ın sınırları içinde kalınarak sonuca-karara bağlanan olaylara karşı da mücadele edildiği, yukarıdaki metinlerde defalarca dile getirildi. ‘Erkek hegemonyası’nın pek çok veçhesi olduğu yukarıdaki metinlerden birinde belirtilmişti, ‘hukuk’ alanı da bu veçhelerdendir. Kadınlara, ‘bakın, size ihtimam gösterip ‘nafaka’ bağlıyoruz, çocuğunuzun velayetini de size veriyoruz, daha ne istiyorsunuz?!’ tehditvari sorusu üzerinden, kadınların, erkeklerin dizayn ettiği ‘norm’lara boyun eğmeye devam etmesi bekleniyor. (Not: ‘Hukuk’ alanında, mahkemelerde, hakimler, savcılar, avukatlar, yargıçlar vb.’leri arasında, yıllar yılı erkeklerin dizayn ettiği ‘norm’lara kendini adapte etmiş, boyun eğmiş ‘kadın’ hukukçular da mevcuttur.) ‘Hukuk’ veçhesinde de, sıklıkla, ‘kadın-erkek eşitliği, hakkaniyeti’ amacı dışında kararlar verilmeye devam etmektedir. ‘Erkek hegemonyası’na karşı mücadele etmek, ‘kadın-erkek eşitliği, hakkaniyeti’ni sağlamak, ‘hukuk’ alanı dahil hayatın her alanında yürütülür.

    Kadınlara uygulanan ‘başörtüsü giymek dayatması’nda temel sebep, ‘erkek hegemonyası’dır. Bahsi geçen dayatmanın ‘kadınlar arasındaki rekabeti engelleyici’ olduğu yönündeki söylem, ‘temel sebep’ değildir.

    ‘Anaerkil’ ve ‘ataerkil’ toplum yapılarının, oluşum, gelişim, sonlanma (ve devam ediyor olma) evrelerinin incelenmesi, elbette, günümüzde hararetle tartışılan pek çok konuya ışık tutar. (Not: Kadınların, erkekleri, ömür boyu ‘teminci’ olarak görüp/görmedikleri hususu üzerine cevaplar, yukarıda, [c] kısmındaki linkte mevcuttur.)

    ‘Erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’ görüşülürken, ‘biyolojik dürtüler’ sürekli gerekçe gösterilirse ve insanların diğer türlerle kıyaslandığında dürtülerini daha muntazam yönetebildiği, yönetemeyen insanların ‘istisna’ olduğu sürekli göz ardı edilirse, militan olmakla itham edilen kesimlerin mücadelesini, ‘‘erkek hegemonyası’ diye bir şey yoktur, kadınların, biyolojik dürtülerinin yönlendirmesi ile erkek ‘kafesleme’ davranışları vardır, bu ‘doğal ahenk’tir, bunu bozmaya çalışanlar var’ şeklinde aktarmaya hevesli çarpıtmacı ve tehlikeli şahıslara hizmet edilmiş olunur. ‘Erkek hegemonyası’nın güç kaybına devam ediyor oluşu, bir diğer ifadeyle ‘değişim’, kendiliğinden olan bir durum değil, yıllar yılı erkeklere biat etmeye alıştırılmış kadınların (ve diğer cinsiyet türlerinin/tercihlerinin) mücadele etmesi ile yaşanan bir süreçtir. Kadınların (ve diğer cinsiyet türlerinin/tercihlerinin), ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadelesi, herhangi bir ‘-izm’in tekelinde değildir, böyle bir sınırlama mümkün de değildir. ‘Feminist’ler de, diğer pek çok ‘-ist’ de, ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadele edebilir, yani, bahsi geçen mücadele, sadece feministlerin organize edip yürüttüğü bir mücadele değildir. Bu mücadelenin amacı, ‘kadın-erkek eşitliği, hakkaniyeti’ni sağlamaktır, ‘erkek düşmanlığı’ icat etmek değildir, hele hele, ‘erkek hegemonyası’nın bitirilmesi ile, yerine, ‘kadın hegemonyası’nı kurmak, veya daha başka ‘üstünlükler’ inşa etmek, hiç değildir.

    Dinler tayin edici özelliktedir. O cümlenin devamında yazılanlar dikkate alınmazsa, sadece ‘cımbızla seçmece’ yapılırsa, analizin ayaklarının yere basmadığı, ya da taraflı olduğu zannedilir. Bahsi geçen o cümlenin devamını, eğer ‘cımbızla seçmek’ hevesinde olMAyan şahıslar hatırlamak isterse, şu şekilde idi: ‘Erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı inşa sürecinde, bu hegemonyayı daim kılmak ve bu hegemonyadan, erkeklerin, kendilerinin sorumlu görülMEmesini sağlamak amacıyla, pek çok sosyolojik norm ve pek çok dinsel norm, erkekler tarafından ‘kodifiye’ edilmiştir. Bahsi geçen bu ‘erkeklerin kodifiye etme süreci’ne, kadınların gönüllü dahli, ‘istisna’dır. Bütün dinler arasında, başat olarak ‘İslam’da, erkekler tarafından yapılan ‘kodifiye’ler, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı, süreğen kılabilmektedir. ‘Alevilik’ de, ‘Cem Ayinleri’ de, erkek hegemonyasından bağımsız değildir. ‘Alevilik’ müessesesinde ‘erkek hegemonyası’nın nasıl işlediğini gözlemlemek isteyenler, şurada yazılan ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/sir-icinde-sir-olanlar-amp-alevi-kadinlar/362550.html ) tespitleri de dikkatle incelemelidir.’

    (Not: Bu paragraf, ‘İslam’ dininin kurucusunun ‘Muhammed’ olduğu anlatısı [yaygın, genel kabul gören anlatı] baz alınarak yazılmıştır. ‘İslam’ dininin nasıl doğduğu, ‘kodifiye’ edildiği, Muhammed’in, İslam’ı kurup/kurmadığı, evlendiği kadınların sayısının tam olarak kaç olduğu sorularıyla ilgili pek çok farklı anlatı dikkate alınmamışır.) Hatice’nin Muhammed’e yönelik, ‘Kervanlarımın birinin başına atadığım ‘Muhammed’ adlı kişi, epey etkileyici icraatlar yapan biri olmaya, sesini duyurmaya, kendini göstermeye başladı. İstihdam ettiğim diğer erkeklerle kıyasladığımda, epey maharetli birine benziyor şu Muhammed. İkamet ettiğimiz bölgede ve etrafımızdaki geniş coğrafyada uzun süredir hüküm süren, birilerinin (çok eski zamanlarda, başka erkeklerin!) ‘kodifiye’ ettiği düzeni yıkmaya, yerine, ‘İslam’ adlı yeni bir ‘norm’ listesi ‘kodifiye’ etmeye başladı şu Muhammed. Ehh.. Ne yapayım artık.. Ben, zaten dul biriyim, iki koca yitirdim. ‘Biyolojik dürtü’ kavramını öğrenecek çağlara henüz yetişememiş olsam da, bir ‘kadın’ olmam sebebiyle böyle dürtülerim elbette var, bilim ilerledikçe, insan anatomisi incelendikçe, bu dürtülere isim koyarlar herhâlde gelecekte. Nerede kalmıştık.. Hah.. Böylece, ben, hem ‘kadın’ olmam sebebiyle dürtülerimin gösterdiği yönde giderek, hem ‘zengin’liğimi kullanarak, hem bölgedeki ‘nüfuz’umu kullanarak ‘diğer kadınlar’ı eleyip, halihazırda var olan ‘erkek hegemonyası’na ‘İslam’ adıyla yeni bir kat ekleyen Muhammed’e iltisak edebilir, onun zevcesi olabilir, böylelikle ‘üçüncü kocamı’ elde edebilirim.’ şeklinde düşünerek Muhammed’in karısı olmaya karar verdiği (kanıtlanması mümkün olMAyan fakat ihtimal olarak değerlendirilebilen) iddia ‘istisna’dır. (Not: İddianın büsbütün asılsız olduğunu söylemek [şimdilik] mümkün gözükmüyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Hatice’nin Muhammed’i ‘kafeslemiş’ olması anlatısının da ‘istisna’yı ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabası olmasıdır.)

    Hatice’ye ek olarak, Muhammed’in evlendiği ‘diğer’ kadınları da unutmamak gerekir. Bu ‘diğer’ kadınların, Muhammed’in konfor listesine uyumlu zevceler olabilmek için, ‘biyolojik dürtü’lerinin depreşmesi neticesinde birbirleriyle ve ‘zengin & nüfuzlu’ Hatice ile ‘sürekli rekabet ettikleri’ söylemi, iddiası, savı, çok çok çok zorlama ile ‘genelleme’ yapma çabasıdır.

  168. Başörtüsü sorunu (5)

    Gerçek şudur: ‘Erkek hegemonyası’, İslam’dan çok çok önceki zamanlarda erkeklerin ‘kodifiye’ ettiği düzende zaten var idi, İslam’ın ‘kodifiye’ edilmesinden sonra da devam etti. ‘İslam kodifiyesi’nin peygamberi olduğuna inanılan Muhammed (‘polijini & polygyny’ bir hayat sürmemiş, tek eşliliği tercih etmiş olsaydı bile), ‘erkek hegemonyası’nın devam ettiricilerinden biridir.

    Bütün bunlara ek olarak, semavi olsun / olmasın, dinlerde ‘kadın peygamber’ olup/olmadığı sorusunu sormak, merak etmek, araştırmak pek kimsenin aklına gelmez.

    Hristiyanlık’ta, İsa’nın anası ‘Meryem’ kültü vardır mesela, erkekler tarafından ‘azize’ rütbesi münasip görülmüş ve bazılarına kahramanlık payesi biçilmiş kadınlar vardır, o kadar. Bir başka rivayete göre ise, ‘Joan’ adlı bir kadının (meşhur ‘Joan of Arc’ değil) 13. yy’da, meziyetlerini kullanarak ve kendini erkek gibi göstererek ‘papa’ olduğu ve bu görevi 2 yıl sürdürdüğü söylenir. Doğum yaptığı öğrenildiğinde ‘papalık makamı’ndan apar topar indirilir ve o olaydan sonra gelecek bütün ‘papa’ların, önce, Vatikan’daki özel bir salonda, ortası delik bir sandalyeye oturup testislerini ifşa etmesi, kardinaller konsilinin de o testisleri görüp ‘erkek’ olduğuna emin olmasından sonra ‘papa seçme ve makama yerleştirme ritüeli’ne devam edilir. Ve Latince: ‘Duos habet et bene pendentes’ & İngilizce: ‘He has two, and they dangle nicely’ yüksek sesle söylenir. Bu anlatı, her ne kadar rivayet gibi gözükse de, ‘erkeklerin, dinleri de kodifiye ettiği gerçeği’nin tezahürlerinden biridir.

    Yahudilik’te ‘Sara’, ‘Miriam’, ‘Hanna’, ‘Abigail’, ‘Dvora’, ‘Hulda’ ve ‘Ester’e yüksek saygı gösterilir, pek çoğuna peygamber gözüyle bakılır, fakat bunlara da ‘peygamber hanımı’ olmaklıktan öte ‘kodifiye’ler yüklenmemiştir.

    ‘Hinduizm’ adlı inanç ‘kodifiyesi’nde, ‘Parvati & Saraswati & Lakshmi’ gibi ‘tanrıçalar’ vardır, ama, ‘tanrıların asistanlığını yapmak’tan öte başka ‘kodifiyeler’ eklenmemiştir.

    Yunan ve Roma ‘tanrıçaları’na erkekler tarafından ‘kodifiye’ edilen özellikleri tek tek yazmaya gerek yok.

    İnsan, kafasını ne yöne çevirirse çevirsin, ‘erkek hegemonyası’ kendini daima gösteriyor. ‘Şu fani hayatta, hep erkek peygamberler gelmiiiiiş, hep erkek peygamberler gitmiiiiiş’ anlatısına inanmaya pek çok kişi teşne. Acaba, ‘kadınlar’, peygamber olmanın çok ağır sorumluluklar getirdiğini ‘erkeklerden daha iyi bildikleri’ için mi, bu işlere hiç bulaşmadılar, ve erkeklerin peygamber olmasına müsaade ettiler? Acaba, ‘kadın peygamber’ler anlatısı da olsaydı-bilinegelseydi, kadın peygamberler ‘kürtaj meselesi’ ile ilgili neler söylerdi? Neyse.. ‘Erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu çarpıtmaya hevesli tehlikeli şahıslar, yine ‘biyolojik dürtüler’i gerekçe göstererek, ‘anaerkil’likten başlayıp ‘ataerkil’liğe ulaşıp, bu kez, ‘kadın peygamberler olmayışını izah çabası’na girebilir, gerek yok.

    Bir (özellikle ‘erkek’) bebek dünyaya geldiğinde, yetiştiren kişinin ‘anne’ olduğu kaidesinin günümüzde de devam ettiği, yukarıdaki metinlerin birinde yazılmıştı. Anne, çok yüksek özen gösterip, erkek evladını, halihazırdaki ‘erkek hegemonyası’nı pekiştirMEmesi yönünde yetiştirse bile, o erkek evladın toplumdan izole bir hayat sürdürmesi mümkün gözükmediğinden, ilerleyen yıllarda, toplumda zaten var olan ‘erkek hegemonyası’nın içine savrularak yoğrulabilir, annesinin yıllar yılı verdiği ‘erkek hegemonyasına güç kaybettirmeye yönelik’ emekler heba olabilir, bu olasılığı da göz ardı etmemek gerekir. Olayı, sadece ‘biyolojik dürtü’lerle izah etme çabasına girdiğinde bazı çarpıtmacı ve tehlikeli şahıslar, ‘toplumsal, kitlesel, yığınsal erkek hegemonyası gerçekliği’ni ıskalayıp, bomboş analizler üfürebiliyor.

    Hem feminist olup hem erkek evlat-çocuk sahibi olanlar seyrek olabilir, bu mümkündür. Fakat bahsi geçen ‘feminist’lerin veya başka ‘-ist’lere mensup kişilerin, erkek çocuğu belli bir yaşa geldiği zaman, onu-onları, ‘kafeslemeye’ çalışan (diğer, başka) kadınlardan korumaya çalıştıkları söylemi, ciltler dolusu lakırtı edilsin / edilmesin, seyrek rastlanan olaylardır, yaygın değildir.

    Militan, yarı-cahil, donanımsız olmakla itham edilen kesimlerin hatırlattığı ‘erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu yok saymak amacıyla, sadece ‘biyolojik dürtü’leri gerekçe gösteren, çuvaldan boşaltırcasına ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yazan ve bu yolla, diğer insanları da kandırabileceğini zanneden şahıslar, tehlikelidir.

    Kadınların, her an döllenmeye hazır oldukları, evet, ‘biyolojik mekanizma’nın kapsamındadır. Toplu hâlde aynı ortamda bulunan kadınların yumurtlama ve adet döneminde senkronize olmaları, ve hâttâ döllenmek fırsatı karşılarına çıkarsa dikkate alıp ilişkiye girmeyi istemeleri ‘biyolojik mekanizma’nın bütün basamaklarında mevcuttur (‘istemek’ eylemi başka şey, ‘ilişkiye girmek’ eylemi başka şey, ‘insanların, ilişkiye girmeyi isteseler bile, dürtülerini yönetebilen varlıklar olduğu, yönetemeyenlerin ‘istisna’ olduğu’ daha önce pek çok kez açıklandı). Bütün bu ‘temel biyolojik etmenler’, kadınların, erkekleri ‘kafeslemek’ için uğraştıkları, hemcinsleri ile sürekli rekabet hâlinde oldukları, ‘başörtüsü’ giymeyi kendi iradeleri ile istedikleri sonucunu doğurmuyor. Hatırlamak gerekir: İnsan, diğer pek çok ‘tür’ içinde, ‘dürtü’lerinin daha çok farkında olan ve bu ‘dürtü’lerini daha muntazam yönetebilen bir türdür, bu durum ‘kaide’dir. Her ne sebeple olursa olsun dürtülerini yönetemeyen insanlar, ‘istisna’dır. Bu istisna, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyayı görmezden gelmek veya bu hegemonyaya meşruiyet kazandırmak için malzeme olarak kullanılamaz.

    ‘Upuzun bir tarih boyunca süregelen, her an da milyonlarca kadın tarafından sergilenen, kadınların erkekleri kafeslemesi’ söylemi, uydurmadır. Gerçek şudur: Kadınların, erkekler üzerinde kurduğu hegemonya dönemleri ‘istisna’dır, ‘münferit’tir.

    ‘Maddi (parasal) imkânı olan kadınlar’ söylemi, cümlenin kuruluşu itibariyle, kendi içinde ‘istisnalık’ barındırıyor zaten. ‘Parasal imkânı olan kadınlar’ ile ‘parasal imkânı olMAyan kadınlar’ı ayırıp, parasal imkânı olan kadınların, erkeği-erkekleri, diğer kadınlardan daha hızlı ‘kafeslemek’ amacıyla, kendilerini süslü göstermek için ameliyat olmaları ve estetik operasyonlara yönelmeleri üzerinden ‘kaidelik’ icat edilmeye uğraşılıyor. Halbuki, bu durum, ‘istisna’dır. İster hemcinsleri ile rekabet etmek amaçlı olsun, ister erkeği-erkekleri cezbetmek amaçlı olsun, ameliyathaneleri ve estetik cerrahi uzmanlarının ofislerini işgal eden, oralara para akıtan kadınların sayısında muazzam bir yükselme yok, henüz böyle bir ‘genellemeşme, yaygınlaşma’ başlamadı. Bazı çarpıtmacı ve tehlikeli şahıslar, ‘istisna’yı ‘kaideymiş gibi yutturmak’ için üfürmeye ısrarla devam ediyor.

    ‘Denizlerdeki yengeçlerin (korunmak amacıyla) içi boş deniz salyangozlarının kabuklarını sırtlarına geçirmeleri’ benzetmesi, ‘insan’ adlı türe ikame edilemez. ‘İslam kodifiyesi’nin yaygın olduğu ülkelerde, erkekler, karılarına & kız kardeşlerine & ablalarına & annelerine, başka erkeklerin ‘göz atmaması’ için ‘doğal olmayan bir zırh’ olan başörtüsü giymelerini (pek çok toplumda, tülbent, türban, burka ve benzeri isim ve örtünme modellerini) şart koşmaktadır. ‘Erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’ işte budur.

    ‘Ortalıkta onca ‘hazır’ çiçek varken, bir kadına saplanıp kalmanın çok da mantığının olmadığı’ söylemi, erkeklerin, kadınlara cinsel tatmin olmak maksatlı sarkıntılıp yapıp ölümle tehdit etmesine, ‘çocuk gelinlere’, kadınlara tecavüz edilmesine, kadın cinayetlerine meşruiyet kazandırMAmalı.

    ‘Bazı’ kadınların, bir erkeği kendine makbul görerek onunla ilişki başlatması da, makbul görmediği erkeklerden korunmak istemesi de, o ‘bazı’ kadınları ‘başörtüsü’ giymeye mecbur bırakMAmalı, ‘erkek hegemonyası’ işte tam olarak bunu yapıyor, ‘bazı’ kadınları her şartta başörtüsü giymeye mecbur kılıyor.

    ‘Kadınların, hemcinsleri ile rekabet içinde olmaları’ istisna değildir. İstisna olan durum, kadınların, hemcinsleri ile rekabet içinde olmalarını gerekçe gösterip, ‘erkek hegemonyası’ hiç yokmuş gibi davranmaktır.

    Kız liseleri, rahibe manastırları, banka şubeleri gibi yerlerdeki davranışları gözlemlemek, ‘erkek hegemonyası’nı yok saymak için, ‘istisna’ları ‘kaideymiş gibi yutturma’ çabasıdır.

    ‘Erkeklerin (‘makbul’ olanlarla kısıtlı olmak üzere) daha bir kıymetli/nadir olması’ söylemi, erkeklerin, kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya gerçekliğini değiştirmiyor.

    ‘İnsan’ adlı türün de, neslini devam ettirmeye programlanmış olması, kadınların doğurganlık çağlarını ıskalaMAmak için erkek ‘kafeslemek’ için uğraşmaları, ve bunun için ‘en az 3-5 sene erkek elzemdir’ söylemi, yine, erkeklerin, kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya gerçekliğini değiştirmiyor.

    ‘İnsan’ türüne mensup bütün cinsiyetlerde ve cinsiyet tercihlerinde (şimdilik en genel-geçer, ‘kadın/erkek’ ilişkilerinde), şahısların rızası ile ilişkilerin başlayıp sürmesi (ve sonlanması) ‘kaide’dir. Erkeklerin kadınlara (cinsel tatmin maksatlı münasebetlerle) sarkıntılıktan, tecavüze ve hâttâ öldürmeye kadar varan ‘olayları’ apaçık ortadayken, kadınların, ‘‘pembe otobüs’ aracılığıyla tecavüzden kurtulalım derken, kendi istediğimiz erkeği kendimizin seçme olasılıklarımızı da erteledik, ve belki de yok ettik’ söylemini gerekçe göstermek, istisnayı kaideymiş gibi yutturmak ve mugalatada simge olmak için çabalamaktır.

    ‘Pembe otobüs’ adlı yöntem, bütün kadınları, erkeklerden ayırıp bir araya toplamak denemesi değildi, tam tersine, kadınların, ‘erkeklerin sarkıntılarından (ve tecavüz girişimlerinden)’ kurtulmak için bir çözüm olabileceği düşüncesiyle ortaya atılan bir saçmalık örneği idi.

    Kadınların istediği şey, erkeklerin de olduğu, geniş bir huzur ortamıdır. Kadınların isteMEdiği şeyler ilk olarak şunlardır: Erkeklerin, kadınlara cinsel tatmin olmak maksatlı sarkıntılıp yapıp ölümle tehdit etmesi, ‘çocuk gelinler’, kadınlara tecavüz edilmesi, kadın cinayetleri.

    Evet, bir sosyolojik değişimin arefesinde olunduğu doğru, fakat kadınlar ‘imtiyaz’ istemiyorlar.

    Şunu daima akılda tutmak gerekir: Mesele, ‘erkek düşmanlığı’ icat etmek değil, ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadele etmektir.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  169. Peki bu konuda Necip acaba Özdemir İnce’nin şu söylediğine ne cevap verebilir?
    Cüneyt Ülsever’i eleştirmiş;

    ““Hayrünisa Hanım’ın dini inancının dışına çıkıp başını açmasını isteyenler öbür köyün bağnazlarıdır” diyor (Hürriyet, 05.09.07). Bayan Gül’ün dini inancı gereği, medeni nikahı, Cumhuriyet’in miras hukukunu, Medeni Kanunu, ziynet ve takıyı, faizi, kredi kartını, modacıyı, kuaförü de reddetmesi gerekir. Türbanının dini inançla, düşünce özgürlüğü ile hiçbir ilişkisi yok. Onunki bir İslamcı militanın laik Cumhuriyeti iptal etme, aciz bırakma denemesi. Bu denemede şimdilik başarılı olmuştur.”

  170. “Peki bu konuda Necip acaba Özdemir İnce’nin şu söylediğine ne cevap verebilir?”

    Ben, Ozdemir Ince ile Cuneyt Ulsever arasindaki tartismanin detaylarini bilmiyorum; ne oldugunu bilmedigim bir tartismanin bir parcasi olmak niyetinde de degilim.

    Orada alintilanmis olan sozden hareketle sunu soyleyebilirim:

    Ben, ‘akilli dusman, akilsiz dosta yegdir’ diyenlerdenim.

    Kendisini ‘Cumhuriyetin dostu’ ya da ‘Cumhuriyetin savunucusu’ filan seklinde konumlandiranlarin, malesef, hic de akilli olmadigi kanaatindeyim. Faydali olduklarini sandiklari her adimda zarar vermistirler, bence.

    Icerigini, bicemini, bicimini en ince detayina kadar kendisinin (kendilerinin) tanimladigi ‘Laik Cumhuriyet’e biati dayatmak yeterince salakca degilmis gibi; bir de, bu dayatmayi kabul etmeyenlerden “miras hukukunu, Medeni Kanunu, ziynet ve takıyı, faizi, kredi kartını, modacıyı, kuaförü de reddetmesi”ni istemek kadar ahmakca bir yaklasim dusunemiyorum.

    Bu durumda, sorulacak ilk soru sudur: ‘Siz’ kimsiniz? ‘Siz’e bu tanimlari dayatmak yetkisini kim verdi? Yani, mesruluk kaynaginiz nedir?

    Buna verecekleri butun cevaplar ‘kendi calip kendi oynamak’ baglaminda kalir. Yani, onlar gibi dusunen bir avuc azinlik icin anlamli; fakat, haricte tuttuklari ezici cogunluk icin bos laflar.

    Yani, ozetlemek gerekirse, benim ‘Balkan Oligarsisi’ dedigim taifenin yillarca cignedigi sakizdan bahsediyoruz.

    Vakt-i zamaninda gasp ettikleri imtiyazlarin tamamini bir ‘paket’ halinde tutmak ve geri kalan herkese ‘herru ya da merru’ cinsinden restler cekmek de diyebiliriz.

    O devir gecti.

  171. Ozdemir Ince’den hikmet yumurtalari..

    “…Aydın kimsenin müridi olmaz ve yanında mürit istemez.”

    Guleyim mi, aglayayim mi?

    Birincisi, buiradaki ‘aydin’i kim tarif ediyor?

    Birisinin muridi olan ‘aydin’ olmaktan mi cikiyor; ya da ‘murid olmayan’ herkes ‘aydin mi sayilmiyor?

    Gecelim.

    Asil komedi, tarifi dayatanin dustugu durumdur. Yani, ‘oyle olmaz, boyle olmaz’ filan diyerek kendisini konumlandirdigi, tayin edicilik rolu..

    “Kimseye (Tanrıya, başyüceye, hükumete, devlete, makam ve paraya…) biat ve itaat etmez. Özgürdür! Bu nedenle “kimse” sevmez aydını. Sevilmemek, nefret edilmek umurunda bile değildir aydının…”

    Butun bunlari diyen bir adamin ‘Laik Cumhuriyet’e biati dayatmasini nasil aciklayacagiz?

    “Ülkemizde, Cumhuriyet’e giden yolu, Tanzimat ve Meşrutiyet aydınları, Genç Osmanlılar ve Genç Türkler müstebit padişahlarla ve özellikle de II.Abdülhamid’le boğuşarak, kanları ve canları pahasına açmışlardır.”

    Hikaye.

    Yeni olusan bir burokratik zumrenin, parasini pulunu devlet verdigi halde, ne devlete ne de millete yonelik herhangi bir fayda uretmek ihtiyaci hissetmemesini (dahasi devlete yonelik isyankarlik, millete yonelik tepeden bakmacilik/inmecilik tavirlarini) makbul saymak icin tek anlamli sebep o (fiilen ya da zihnen) zumreye mensup olmak olabilir.

    “Sağolsunlar!”

    Mumkun degil bu. Hepsi zibardi, gitti; coktan. Cok sukur.

    “AKP Genel Başkanı Erdoğan, aydınları ve aydınca tepki göstererek düşüncelerini açıklayan öğretim elemanlarını ‘zalim’, ‘kapkaranlık’, ‘cahil’, ‘tiksinti verici’, ‘vatan haini’, ‘lümpen’, ‘güruh’, ‘terör örgütünün maşası’, ‘ahlaksız’, ‘mandacı artığı’ ve ‘ruhu kirlenmiş’ sıfatlarıyla tanımlıyor…”

    Uzgunum; ama sahadaki realite (yani, siyaset, yani halkin oylari) de bu sifatlarin yanlis bulunmadigini destekliyor..

    Biliyorum; Ozdemir Ince gibi kendilerini ‘tanimlarin efendisi’ sayanlar icin ‘halk’ bir tur bir ‘comar surusu’dur.

    Yuzde yetmislere varsa da, iclerinde bir tane olsun ‘dusunebilen’ yoktur.

    Dikkate alinmalari da, dolayisi ile, gerekmez.

    Bu durumda, soru sudur: Asil salak kim?

  172. “‘Erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun ‘var olduğunun ve sayısının kaç olduğunun ispatını talep etmek’, ya bu hegemonyadan hiç haberdar olunMAması, ya haberdar olunduğu hâlde bu hegemonyadan şikayetçi olunMAması, ya da bu hegemonyadan çeşitli çıkarlar elde edip sürmesini istemek demektir.”

    Gecin bu dolambacli lakirdilari.

    Size sorulan iki soru vardi:

    1) ‘Erkek hegemonyası’nin var oldugunu, itiraza mahal birkamayacak sekilde, gosteriniz.

    2) ‘Başörtüsü sorunu’ dediginiz seyin gercekten de ‘sorun’ oldugunu, itiraza mahal birkamayacak sekilde, gosteriniz.

    Bunu yapmayip, surekli ‘o istisnadir, bu munferittir’ diyerek hep ayni seyleri tekrarlayarak byte/zaman ziyan ediyorsunuz.

  173. Şunlardan birini seçmek zorunda mıyız? Ya da bunların dışında bir seçenek var mı? Varsa ne?

    A) “Balkan Oligarşisi”
    B) Çoğunluk diktatörlüğü
    C) A ve B’nin güçlerinin aşağı-yukarı eşit olduğu koşullarda patlak verecek krizler, kutuplaşmalar, bölünmeler, çatışmalar (15 Temmuz, Gezi, CB/Hükümet aykırılıkları, 28 Şubat, Türban, YÖK, AYM, Danıştay vb.)
    D) İşgal ve ardından gelen yabancı/uluslararası/mandater bir yönetim

  174. “Biat” kültürü üzerine bazı sorular:

    – “Laik Cumhuriyet”e “biat” edenler olmasaydı Cumhuriyet dönemi Türk toplumunun yerinde ne olurdu?
    – “Padişah”a “biat” edenler olmasaydı Fetret dönemi Türk toplumunun yerinde ne olurdu?
    – “Bey”lere “biat” edenler olmasaydı beylikler dönemi Türk toplum(lar)ının yerinde ne olurdu?
    – “Çar”a “biat” edenler olmasaydı ilk Çarlar dönemi Slav toplum(lar)ının yerinde ne olurdu?
    – “Peygamber”e “biat” edenler olmasaydı 7.yy Arabistan toplum(lar)ının yerinde ne olurdu?
    – “Firavun”a “biat” edenler olmasaydı ilk Firavunlar dönemi Mısır toplum(lar)ının yerinde ne olurdu?

    Ve en önemli sorular:

    – “Esad”a “biat” edenlerin olmadığı Suriye toplumunda neler oluyor?
    – Çok kısa sürmüş olsa da, 15 Temmuz’da her iki tarafa da “biat” edildiği zaman neler olmuştu?

  175. Adına ister “Balkan”, ister başka bir şey diyelim, bu “Oligarşi”de hiçbir değişiklik olmadı ki!

    Bugün de bir değişiklik yok.

    Dün başında Kemal, İsmet, Celal, Cemal, Cevdet, Fahri, Kenan, Turgut, Süleyman, Necdet, Abdullah Bey’ler var idi.

    Bugün ise Recep Bey.

    Tek değişen bu.

    Yoksa sorun Recep Bey’in “kötü çevresi” mi? (Kemal Bey’in tam aksine?)

    Veya “iç ve dış mihraklar” mı?

    Öyleyse kendisi pir ü pak, çevresi ise berbat olan bu zor durumdaki beyefendiyi kötü “oligarşi”lerin, “iç ve dış mihraklar”ın kuşatmasından kurtarmak için hemen harekete geçmemizin zamanıdır.

  176. Başörtüsü sorunu (6)

    ‘Dolambaçlı lakırdılar’ ifadesi ile itham edilenler, ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun varlığını ispat eden ‘gerçekler’dir. Bu ‘gerçekleri’ görmek isteMEyenlerin, ısrarla ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapması, ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun devam etmesini desteklemeye hevesli oldukları ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

    ‘‘Erkek hegemonyası’nin var olduğunu, itiraza mahal bırakmayacak şekilde, gösteriniz.’ cümlesindeki ‘itiraz’ kelimesi, ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun devam etmesini desteklemeye hevesli oldukları ihtimali yüksek olan tehlikeli şahısların ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapmak maksadıyla kendilerine kanal, cephe hazırlamak için çırpınmasının göstergesidir.

    ‘‘Başörtüsü sorunu’ dediğiniz şeyin gerçekten de ‘sorun’ olduğunu, itiraza mahal bırakmayacak şekilde, gösteriniz.’ cümlesindeki ‘itiraz’ kelimesi, ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun devam etmesini desteklemeye hevesli oldukları ihtimali yüksek olan tehlikeli şahısların ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapmak maksadıyla kendilerine kanal, cephe hazırlamak için çırpınmasının göstergesidir.

    ‘İstisna & Münferit’ olan hususlar, yukarıda ‘76’, ‘114’, ‘133’, ‘152’, ‘153’ numaralı metinlerde yer yer izah edilmiştir. (‘İnsan’ türündeki) Kadınlarda, ‘biyolojik dürtü’ mekanizması sürekli gerekçe gösterilerek, ‘erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’ yokmuş gibi davranılamaz.

    ‘Hep aynı şeyleri tekrarlayarak byte/zaman ziyan edenler’, ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun devam etmesini desteklemeye hevesli oldukları ihtimali yüksek olan ve ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapmak için sürekli fırsat kollayan tehlikeli şahıslardır.

    Şunu daima akılda tutmak gerekir: Mesele, ‘erkek düşmanlığı’ icat etmek değil, ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadele etmektir.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  177. “Once birisini ‘kurucu, kurtarici’ ilan edersiniz.
    Ardindan, kendinizi onun mirascisi saydirirsiniz.
    Dolayisi ile, hem ‘kurtarici’nin hem de ‘kurucu’nun mirasina konarsiniz.
    Hem siyasi, hem maddi her turlu imtiyaz sizin olur.
    Kitaptaki en eski hiledir; ama, yine de tuttugu olur.”

    https://www.youtube.com/watch?v=gPC6o9toYNM
    https://www.youtube.com/watch?v=i8mE_2cjpxk

  178. Necip Altın Yumurtaları
    “Kadinlarin ortunmesinin erkekler acisindan cazip bir tarafi yoktur, cunku.”
    Kadınların örtünmesi ne demek? Hangi kadınların örtünmesi? Ne kadar örtünmesi? Nerelerini? Ne zaman? Nerede?
    Erkekler ne kadar örtmeyi cazip bulur, ne kadar açmayı cazip bulurlar? Yatakta seks yaparken örtünme mi iyi, açılma mı? Müslüman sofu ” beni kışkırtıyorsun, kapat!”; Batı’da laik aydın “beni kışkırtıyorsun, aç!” der. Neden? Yasak ve gizli olanların cazipliğine ne oldu? Örneğin “mini etek erkeklerin kafasında fantezi uyarır ama aslını saklar” denir. Saklama, yasaklardan dolayı mı, yoksa oyuna tat katan baharat olduğundan mı?
    Her açma veya kapatmayı salt seks alanı içinde incelemekte de hata olabilir. Sosyoekonomikpolitikırkçılık neden alanı içinde de görmek lazım. Karımla ben Avrupa’ya geldiğimizde ve o da benim gibi pis yabancıya benzediği halde, nereye onunla gitsem bana efendi davranıldı, ne zaman yalnız gitsem köpek muamelesi gördüm. Birkaç deneyimden sonra sosyoekonomikpolitikırkçılık nedeni anladık. Karım Yahudi olduğundan malını mülkünü göstermekte cömert. Onun bu cömertliğini gören Avrupalılar, bizim asıl pis yabancılar olmadığımızı tahmin edip bana iyi davranıyorlardı.

    “Anaerkil topluluklarin var oldugu zamanlarda, kadinlarin erkeklere nasil (ne gozle) baktigini bilmiyoruz. Ama, cok da farki olmasa gerek.”
    Önemli olan nasıl baktıklarını bilmek. “Farklı olmasa gerek” militanca, ahmakça ve ideolojik gevezelik. Ne gözle bakıldığının sosyoekonomikpolitik nedenlerini de bilmek gerek. Belki sosyoekonomikpolitik çok yapışık. İkiye ayırmak lazım. Sosyoekonomik devşirici kadın ve bitki; sosyopolitik avcı erkek ve hayvan bağlarına bakmakda yarar olabilir. Sosyoekonomikte kadının üstün olduğu aynı toplumda sosyopolitikte hegemonya erkeklerin elinde olabiliyor. Nedeni tekbaşınagezmeyenlerarası politika olabilir mi?
    ” Ataerkillige neden gectigimizi bilmiyorum; ama, onemli bir seylerin optimizasyonu sonucunda oldugunu dusunuyorum.”
    Ataerkilliğe geçişte optimizasyon biliniyor. Yangın çıktığında erkekler işeyerek söndürdüler. Bu durumda hem mesafe hem de efikasite (etkililik) optimizasyonu başarılmış. Üstelik bu hegemonyayı kabul etme suçunun kadınlarda olduğu da belli. Freud’a göre kamışları kısır kalmış kadınlar küçük kamışlarını uzatacaklarına kolay yolu seçmişler. Kamışı uzatma helezon ve mutasyonla milyonlarca yıl süreceğinden, kadınlar, zaman optimizasyonu yapmışlar diyebiliriz. Her neyse, daha sonra Necip gibi erkek teknisyenler hortum icat ederek hegemonyalarına devam ettiler.

    ” Eger gercekten adaletsizlik sozkonusu ise, bunu daha tomurcuk iken engellemeyenler sorumludur.”
    Ne kadar doğru Allah’ım! Ne kadar doğru Necipçiğim! Necip, bilimsel laik olduğundan, günah ve günah işleyenleri afyon yutmuş dincilerin Allah-Şeytan (God-Evil) tek nedenle anlatım ekonomisini tatmin edici bulmaz. Yerine sosyo-ekonomik-politik-materyalistik-arkeolojik-iktidarcilik-doğalcılık-bankacılık-ataerkilcilik-hava kirletmecilik-su kirletmecilik-toprak kirletmecilik-…cik-…cik gibi tomurcuklar avcılığı yapıp kötülüklerin kaynaklarını arayıp bularak asıl suçluları bulmayı ve suçları onların üzerlerine atmayı daha verimli ve etken bulur.
    Bu arada ve her zaman olduğu gibi, her şeyi Uzay Denklemleriyle anlatma iddiasıyla gözlerini kamaştıran gurusunun çok şeyi azla anlatma ekonomisini unutur.

    Bir ihtimal daha var. Adalet suçluyu bulur ama suçu yok edemez. Yasalar-günahlar, okullar-medreseler, polisler-imamlar, yargıçlar-kadılar ve binlerce diğer Devletler-İktidarların ekmeğine yağ süren ve ekonomiye canlılık kazandıran b*klar artar. Böylece optimus-maximus elde edilir. Necip bey, siz çok fuxysiniz, mini etek misali fikir verip aslını, b*ku, kendinize saklıyorsunuz. Bildiğiniz gibi bu b*klar vantilatörlere binlerce yıldır takılmakta, kimse de temizleyemiyor.

    Eğer Jonathan Swift bu siteye gelseydi ve özellikle Necip beyle tanışsaydı hiciv kitaplarını bitirmek için kıyamete kadar yaşardı.

  179. Er meydanına!

    “Hakem” hilesi sayesinde kurtulup zafer elde ettiği Sıffin Savaşı’nın sonlarında, yenilgiye uğramak üzere olduğu sıralarda Muaviye’ye seslenen Ali, “Niye bizim yüzümüzden bu kadar adam ölsün ki? Çık karşıma, hangimiz üst olursa kazanır.” demiş.

    Suriye’de bugün de aynı şeyin yaşanmaması için tarafları çağıralım.

    Haydi RTE!
    Haydi Esed!

  180. Öz aynı, biçimler farklı

    “BÜYÜK Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Afrin Harekâtı’nın siyasete alet edilmemesi gerektiğini söyleyen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a tepki göstererek, “İlker Başbuğ’a şunu sormak isterim; Genelkurmay Başkanlığı döneminizde bu PKK terör örgütü neden bitmedi?” dedi.”

    Başbuğ = Destici = Erdoğan = Bahçeli = Kılıçdaroğlu = Akşener = resmi ideoloji[nin farklı renkleri]

    Ya da çok pardon, “fıtrat[ın farklı renkleri]” bunlar.

    “Fıtrat” gereği bunlardan birini – en ufak bir itiraz ve eleştiride bulunmadan – başımızda kabul etmeye, bütün icraatlarını “fıtrat”ın kaçınılmaz sonucu olarak görmeye mecbur ve mahkumuz.

  181. “Saklama, yasaklardan dolayı mı, yoksa oyuna tat katan baharat olduğundan mı?”

    Ben, konuyu daha iyi anlamanin en iyi yolunun once ‘temel’ gudulere bakmaktan gectigini dusundugum icin, oradan basladim.

    Yoksa, ‘temel’den yukari ciktikca, daha farkli/degisik ve daha zenginlesmis yansimalari tabii ki vardir.

    “Her açma veya kapatmayı salt seks alanı içinde incelemekte de hata olabilir.”

    Katilirim. Zaten, benim analizimde ‘seks’ birincil motive degil. Seks/dollenme/ureme ihtiyaci temel ‘motive’i olustursa da, bireysel iktidar kurmak, ‘kafeslemek’ kisiler/cinsiyetler arasi gudunun nasil tecelli/tezahur ettigine isaret ediyordu.

    “Sosyoekonomikpolitikırkçılık neden alanı içinde de görmek lazım.”

    Kabul. Ama, ‘temel’e kiyasla, bunlar cok daha yukaridaki gelismeler/yansimalar. Yani, siz, kat cikiyorsunuz.

    “Ataerkilliğe geçişte optimizasyon biliniyor.”

    Sinamasini yapmak mumkun degil; bunu bilerek, ucuk bir sav olarak sunu yazabilirim saniyorum:

    Sayilarin cok dusuk oldugu, yani nufusun cok az oldugu donemlerde, cogalmak icin kadinlar elzemdi. Yani, hem neslin devami, hem de mevcudun (sayisal anlamda) daha guclu olabilemsi icin, dogurganlik hayati derecede onemliydi ve bu da, haliyle, kadinlara ustunluk taniyordu.

    Daha sonra, nufus yeterince arttiktan sonra, dogrumak degil oldur(ebil)mek onemli oldu. Yani, artan nufusla beraber artan (gidaya ve diger fiziksel imkanlara yonelik) rekabette, oldurerek elimine edebilmek onemli oldu.

    Ataerkillige gecisimizin koklerinde boyle bir sey oldugunu dusunuyorum.

    Tabii ki, ‘iskembe-i kubradan sallama’ olmak ihtimali ziyadesiyle yuksek..

  182. There are some things far more frightening than death.

    Like having RTE as president.

    [Netteki yorumlardan;

    “inquisitor: there are things far more frightening than death

    kanan: like what

    inquisitor: having Donald Trump as president.”]

  183. Necip Fiyaskosu Ve Örtünme Gerçeği

  184. “Bunun dışında, her ikisi de böyle “ilk” olan iki kızdan böyle açığı mı, yoksa kapalısı mı daha çok sevilir – aşık olunur – evlenilmek (sadece ‘eğlenilmek’ de değil) istenilir?”

    Asil sormaniz gereken soru, bence, ‘erkekler neden evlenmek istesinler?’ sorusudur.

    Bu sorunun erkekleri dogrudan dogruya ilgilendiren bir tek vechesi vardir: Dogacak veledin kendi soyundan oldugunu garanti etmek.

    [Diger vecheleri, miras hukugu filan, dogrudan dogruya o erkegi ilgilendirmez. Dogan veletleri ve kadini, yani annelerini, ilgilendirir.]

    ‘Dogacak veledin kendi soyundan oldugu’ konusu, cok yakin zamana kadar hep muglak olmustur –DNA testi mumkun degildi.

    Dolayisi ile, bu ‘vaat’le yola cikmanin bir anlami yoktu.

    Isin ilginci, bugun boyle bir ‘vaat’in onlemi daha da azdir.

    Cunku, ‘once evlen, sonra cocuk yap’ anlamsizdir. ‘once cocuk yap, sonra bak senden mi; sendense, ve hala daha istiyorsan, evlen’ cok daha anlamlidir.

    Nitekim, bence gidisat bu yondedir.

    Bence ‘iyi bir sey’dir.

    En azindan, ‘evlendin, iki ay sonra da bosandiniz, cocuk filan olmasa bile, pasa pasa nafaka odeyeceksin’ gibi sacmalik ve adaletsizlikler ortadan kalkacak.

  185. Balkan Oligarşisi “fıtrat”ın doğal sonucudur.

    “Fıtrat” gereği “iktidar”ın olmadığı hiçbir dönem olmamıştır ve olamaz da.

    Balkan Oligarşisi de kendi döneminin “iktidar”ını, yani “fıtrat”ını temsil eder.

    Aslında sadece Balkan değil, Esad, Saddam, Humeyni, Pehlevi, Mübarek, Kaddafi, Miloseviç, Enver Hoca, Tito, Mao, Kim İl Sung, Stalin, Hitler, Mussolini, Franco, Salazar, Pol Pot, Öcalan, Taliban, El-Kaide, IŞİD oligarşileri de “fıtrat”ın temsilcileridir.

    Kısacası bütün oligarşiler = bütün iktidarlar = içinde “iktidar” unsurları barındıran muktedir veya muhalif bütün yapılar = “fıtrat”ın temsilcileri

  186. Kim bilir ne kadar utanmıştır!
    Ünlü yıldız bu pozları kime çektirdiğini açıkladı, ardından kıyamet koptu.

    Model, oyuncu ve tasarımcı Elizabeth Hurley, bir süredir sosyal medyada paylaştığı bikinili ve mayolu pozlarıyla gündem yaratıyordu. Ancak 52 yaşındaki Hurley’in o fotoğrafları kime çektirdiğini anlatması tartışmalara yol açtı.

    Hurley, bikinili seksi pozlarını çeken kişinin 15 yaşındaki oğlu Damien olduğunu söyledi. The Sun gazetesine konuşan Hurley o pozların çoğunun oğlu Damien tarafından çekildiğini açıkladı. “Ama bazen de başka arkadaşlarım çekiyor” diye konuştu.

    İşte Hurley’in bu açıklaması da tartışma yarattı. Bazı kişiler yetişme çağındaki bir çocuğun, söz konusu kişi annesi de olsa bu tür pozlar çekmesine karşı çıktı. Bu kişiler “Çocuk kim bilir nasıl da utandı o pozları çekerken” yorumunu yaptı.

    Birçok kişi de Elizabeth Hurley’in bu davranışını “tuhaf” diyerek nitelendirdi.

    Bir dönemin ünlü aktörü Hugh Grant’in sevgilisi olarak tanınan Hurley, Steve Bing ile olan ilişkisinden oğlu Damien’i dünyaya getirmişti.

    http://www.hurriyet.com.tr/galeri-kim-bilir-ne-kadar-utanmistir-40742915

  187. “Balkan Oligarşisi ‘fıtrat’ın doğal sonucudur.”

    ‘Oligarsi’, evet, insan topluluklarinda gorulur.

    Anadolu’da ‘Anadolu Oligarsisi’ degil de ‘Balkan Oligarsisi’ denen yapinin mevcut olmasi ne dogaldir ne de fitrata uygundur.

  188. Fransa'dan Merhaba

    Ailemin Türkiye’deki yaşamı pek kolay olmadığı için buraya yerleşmişler. Ben bu nedenden dolayı dünya üzerindeki azınlıkların neler yaşadıklarını, kültürlerinin nasıl olduğunu, ne gibi baskılara uğradıklarını öğrenmek için bu konuları araştırmaya karar verdim.
    Fransa’da benimlen aynı düşünceye sahip anarşistleri bulduğumdan, Türkiye’deki anarşistlerin sitelerini de sık sık ziyaret eder bakarım, burayı da öyle buldum.

    Buradaki Müslümanlarla yaşanan bir sorun olduğundan, kadınların giyimi ve kadın-erkek ilişkilerini içeren bazı yazılar okudum.

    Şu anda, Jean Malaurie tarafından düzenlenen teması etnografi ve azınlıklar İnsan Dünyası (“Terre Humaine”) seri kitaplardan birini okumaktayım. Seride çok sayıda kitaplar var ve tanıtmak için kısa bir liste: Les derniers rois de thulé (1955); Tristes tropiques (1955); Afrique ambiguë (1957); Soleil hopi (1959); Aimables Sauvages (1960); Terres Vivantes (1961); Moeurs et sexualité en Océanie (1963); Un Village Anatolien (1963); Ishi (1968); Chronique des indiens Guayaki (1972); Journal d’un substitut de campagne en Egypte (1974); Le Cheval d’orgueil (1975); Avec les Bédouins, derniers nomades de l’Arabie du Sud.; Les veines ouvertes de l’Amérique latine (1971); Les lances du crépuscule (1993); Peuple nomade de la mer (2009).

    Kadın-erkek ilişkileri, kadınların giyim meselesi, tesettür: siyasi sorunlar açısından da aynı zamanda önyargıyla medyanın da getirdiği baskı ile incelenmesi burada da çok yaygın olan bir durum.
    Ailemin de göç etmiş olmasının sebepleri de bunlar.
    Okuduğum tartışmada, özellikle de eğitimli kişilerin verdiği görüşler, yaptığı eleştirileriler, genellemeler şaşırtıcı ve bir o kadar da rahatsız edici.
    Bazı yazıların etnografik örnekler vererek acele genelleştirmeye karşı uyarılarına rağmen tartışma akışında etkisiz kalmışlar. Tartışma burayı andırıyor, aynı şekilde devam ediyor. Bu, gerçekten hayal kırıcı.
    Etnografi araştırmaları, azınlıkların incelenmesi çok derin olmadığından bu düşüncelere sahip kişilerin zarar görmesine neden oldu. Ailemin başına gelen “kızılbaş ayinleri”yle ilgili yaygın hayal mahsülleri bir örnek.

    Okuduğum kitap “1890-1976” yılları arasında yaşamış bir kişinin otobiyografisi. Yani çağımıza yakın bir zamanda yaşamış kişinin anlatımları.

    Kitaptan bazı alıntılar:
    “Etrafta çıplak koşardık. Ama Beyazlar bizi çıplak görmek istemezlerdi. Aramızdan biri onları gözetlerdi ve Beyazların yaklaştığını görünce, bizi uyarırdı. Hemen giyinirdik.”

    “Eğer kadın ‘kocasından’ memnun değilse, eşyalarını kapının önüne koyar ve erkek için annesinin evine dönmekten başka bir çare kalmaz.”
    “Soytarı bizi eğlendirmek için yakaladıkları kadınlarla cinsi ilişki takliti yapardı. Bazen sukabağının uzun sapını boynuna takar kadınları kovalardı. Teyze ve halalar yeğenlerini kovalar ve şakamsı cinsel ilişkide bulunur gibi davranırlardı. Bunu ben de yaşadım.

    İnsanların, özellikle siyasi nedenlerin etkisi altında, genelleme yapmayı bırakarak , önyargılarından arınıp bilgi sahibi olmadıkları konularda iyi bir araştırma yapmadan söz etmekten sakınmaları doğru yolda ilk adım.

  189. Memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet, ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahiplerini devirerek Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’ni kurtarmak vazifesini ifâ edenler de hıyanet içinde bulunabilirler. Hülâsa, bütün iktidar sahipleri, çeşitli vaatlerde bulundukları halka karşı hıyanet içindedirler.

    Ey anarşizm istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, halkı bütün iktidar sahiplerinden kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, iktidar propagandistleri tarafından dumura uğratılmamış olan aklında, mevcuttur!

  190. “Anadolu’da ‘Anadolu Oligarsisi’ degil de ‘Balkan Oligarsisi’ denen yapinin mevcut olmasi ne dogaldir ne de fitrata uygundur.”

    Peki, “Balkan Oligarşisi” Anadolu’da işi olmayan 6. Filo’ya karşı iken “Anadolu Oligarşisi”nin tutumu ne olmuştu?

    Demek ki neymiş? Mesele Anadoluluk-Manadoluluk değil, mezkur oligarşinin çıkarlarıymış. Bu çıkarlar mevzubahis olunca, değil Balkan, “Amerikan Oligarşisi” bile olsa “düşmanımın düşmanı dostum”muş.

  191. Necip bir harika!

    “Anadolu’da ‘Anadolu Oligarsisi’ degil de ‘Balkan Oligarsisi’ denen yapinin mevcut olmasi ne dogaldir ne de fitrata uygundur.”

    Kuzey Kürdistan’da, “Kuzey Kürdistan Oligarşileri” (“Apo/PKK/HDP Oligarşisi”, “Barzaniciler/HAK-PAR/Nasname/TEVGER Oligarşisi” vb) değil de “Balkan” (Kemalizm) veya “Anadolu” (RTE/AKP) oligarşileri (yani bütün olarak “TC/TSK Oligarşisi”) denen yapıların mevcut olması ne doğaldır ne de fıtrata uygundur.

    Batı Kürdistan’da, “Batı Kürdistan Oligarşisi” (“PYD/YPG/SDG Oligarşisi”) değil de “Suriye Oligarşisi” (“Esad Oligarşisi”, “ÖSO Oligarşisi” vb) ve “TC/TSK Oligarşisi” denen yapıların mevcut olması ne doğaldır ne de fıtrata uygundur.

    Doğu Kürdistan’da, “Doğu Kürdistan Oligarşisi” (“PJAK Oligarşisi”, “PDK-İ Oligarşisi” vb) değil de “İran Oligarşisi” (“Şah Oligarşisi”, “Molla Oligarşisi” vb) denen yapının mevcut olması ne doğaldır ne de fıtrata uygundur.

  192. Necip,

    Mide bulandıran bir insansın.

    Umarım, bu site dışındaki hayatında bu sitedeki kadar mide bulandıran biri değilsindir.

  193. Hemen en baştaki cümleniz cevaptan çok soru dolu.
    “Ben, konuyu daha iyi anlamanin en iyi yolunun once ‘temel’ gudulere bakmaktan gectigini dusundugum icin, oradan basladim.”
    Siz ‘temel’ güdülerle başlamayı var olan dünyayı anlamakta kolaylık sağladığı için seçmişsiniz. Temel güdülerin neden temel olduklarını açıklamamışsınız ama sanırım Darwin’in evrim teorisine dayanır gibi ima var. Sosyali biyolojiye, yani bu bağlamda Darwin’e, indirgemişsiniz ama temelin temeline, fiziğe inmemişsiniz. Hatta genlerden bile söz etmemişsiniz. Neyse, olsun, o katta kalalım.

    Var olan dünyayı anlama çeşitleri var. Diğer anlama çeşitlerine bile değinmeden salt sizin kurduğunuz temelden çatıya kadar kat kat hiyerarşik yapı bile bazı değişik anlamalara yol açabilir.

    Hiyerarşik ideolojiler ve indirgeme yöntemlerine tutkunuzun bir örneği olan küçültücü anlamda kullandığınız “işkembe-i kübra” terimindeki ‘işkembe’ kelimesinden daha değişik bir hiyerarşi kurulabilir.

    İşkembenin ikinci beyin olduğunu unutmuşunuz. Yukarı katta, kafanızdaki, kanıt ve delilerle işleyen beyni tercih etmişsiniz. Ne var ki, işkembe daha aşağıda ve hatta sizin teorinizdeki asıl temel güdünün aracılığını yapan araca daha yakın. O halde işkembe daha temel görülebilir. Diğer bir kanıt: Hayvanlarda işkembe veya aynı işlevi gören organ olmasa, yemek yemek olmaz; yemek olmasa yaşam olmaz; yaşam olmasa ne temel ne çatı ne de güdü olur. Döllenme, seks, hele sizin göz bebeğiniz iktidar falan filan hiç olmaz. Zaten insanları yaratırken işi aceleye getiren Allah’ın işine Şeytan karışmış ve seksle aşkı bir arada yaratmasına neden olmuş. Her neyse, siz Darwinci olduğunuzdan işi bu örtünme açılmayla, seks ve seksle döllenme, güdüler, temel güdüler gibi temel bilimsel kavramlarla açıklamaya yolunu seçmişsiniz.

    İşkembe bir tarafa, bazı toplumlarda kafayla değil kalple düşünüldüğüne inanılır. Tabii, bu toplumlar Türkler gibi yüksek ırk değiller. Doğal olarak, ileri Türk ırkı vatandaşları arasında çok daha yüksek bir yer tutan siz Necip bey için bu inanç saçmadır. Ne var ki Türklerden çok daha ileri Fransız ırkından ve siz Necip beyden daha da yüksekte matematikçi, fizikçi Blaise Pascal da kalple daha doğru düşünüldüğüne inanmıştı. Zamanımıza egemen ihtimal hesaplarını geliştirdi ve bilgisayarın ilk kurgusunu yapanlardan biri.

    Temeli aynı olduğu halde iki binanın katları aynı olmayabilir. Konuşma temelini oluşturan dil, diş, dudak, ses telleri, dişseti, sertdamak, yumuşak damak, küçük dil ve gırtlak, konuşma sağlamada, her insanda aynı ama herkes aynı dili konuşmaz. Türkiye içinde bile sizin gibi büyük Türkçe konuşanlarla sıradan küçük Türkçe konuşanlar var. Fransa’da şeytani dilbilgisini azıcık basitleştirmek için reform yapılmak istendi. En başta öğrenciler karşı geldi. Çok konuşup hiçbir şey söylememek ve özellikle okuyan ve dinleyenleri büyülemek sonsuz yararlı. Hegel, Almanya’da, “anlaşılırsa derin olamaz” düsturunu öğrenince, yazdıkları uyku getirir oldu.

    Dayandığınız Darwin dünyasında çok büyük bir hatanıza dikkatinizi çekmek isterim.
    ” Daha sonra, nufus yeterince arttiktan sonra, dogrumak degil oldur(ebil)mek onemli oldu. Yani, artan nufusla beraber artan (gidaya ve diger fiziksel imkanlara yonelik) rekabette, oldurerek elimine edebilmek onemli oldu.”
    Yaşam başlayalı bütün canlılar hayatta kalmayı birbirlerini yiyerek, yani öldürerek becerdiler. Hastalığın nedeni de bu. Sonsuz sayıda toplumlar nüfus bir noktaya varınca öldüreceklerine bölünürlerdi. Ayılar en güzel yolu bulmuşlar. Yiyecek kıtlaşınca uyurlar. Yine, ideolojiniz bilgi yerine geçmiş.

    Anaerkil, ataerkil, beyinerkil, paraerkil, ekonomierkil, tarımerkil ve benzeri …erkil konularda sav üretmektense – ki ben buna ,yani işkembe-i kübraya karşı değilim – eğer savda amaç savunmak değilse, bu konuların açıklamalarını içeren çok sayıda eserler var.
    Basit ve espri dolu bir örnek: Hıristiyanlık ataerkil oldukları halde kiliseye girdiklerinde coca colayı oğlun kafasına değil annenin kafasına döken yerlileri bir türlü ‘temelin’ anne değil oğul olduğuna ikna edemediler. Hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar bir türlü ısıramadıkları elleri öptüler. Bu iki tek ve tek allahlı dinlerde aracılık yapan azizler, evliyalar, melekler, şeytanların nereden geldiklerini bile merak etmemişsiniz.
    Kolonistlerin salt kadınları çalıştırmalarıyla sap gibi ortada kalan erkeklerin ‘ataerkil’ toplumu’ anaerkil’ oldu.

    İlk antropologlardan biri olan Frazer, ‘The Golden Bough’ (Altın Dal) 12 ciltle, Hristiyanlığın aslında Pagan inanışlara cila olduğu tezini de mi duymadınız?

    Ah, keşke Swift kadar yetenekli olsaydım. Sizin her cümleniz, her kelimenizle bir mizah kitabı yazardım.

  194. “Peki, ‘Balkan Oligarşisi’ Anadolu’da işi olmayan 6. Filo’ya karşı iken ‘Anadolu Oligarşisi’nin tutumu ne olmuştu?”

    Nasreddin Hoca’nin ‘Sarigi almadim ki cuppenin parasini vereyim’ turunden bir cikarim yapmissiniz.

    Ya da, ‘cambaza bak’tirarak, argumaninizin geri kalan kisminin gozden kacmasini saglamaga calisiyorsunuz.

    Bahsettiginiz tarihlerde bir ‘Anadolu Oligarşisi’ yoktur, yoktu; hala daha da yok.

    Dolayisi ile, olmayan bir yapidan ‘tutum’ beklentiniz havada kaliyor.

  195. “Bahsettiginiz tarihlerde bir ‘Anadolu Oligarşisi’ yoktur, yoktu;”

    Hmm, evet. DP, AP, MNP, MSP gibi partiler, Menderes, Demirel, Erbakan gibi liderler o tarihlerde yoktu.

    Ülkeyi de 1950’den beri aralıksız solcu söylemli Kemalist partiler yönetiyor zaten.

    Özal, Erbakan gibi cumhurbaşkanları ve başbakanlar da Anadolu halkına yabancı, laikçi, Jakoben, elitist Balkan kökenlilerdi.

    Kenan Evren’in yaptığı darbe ise solun önünü 27 Mayıs’tan bile daha çok açtı. Kemalizm’in tepeden laikçiliğini de daha ileri götürdü.

    “hala daha da yok.”

    Evet. Laikçi, Alevi ve Kemalist Erdoğan’ın partisi Balkan Oligarşisi’nin has temsilcisi.

    Pardon, değil tabii. Şaka yaptım canım. Sadece hiçbir şeye hakim değil. Hala Balkan Oligarşisi’nin laikçi, Kemalist, Jakoben bürokrasisi yönetiyor her şeyi. Üstelik 30’ların, 40’ların tek parti diktatörlüğünden de beter bir şekilde. Nitekim tek parti diktatörlüğünün ezdiği Anadolu halkı şimdi M. Kemal’i mumla arıyor.

  196. “Mide bulandıran bir insansın.”

    Sizde bu duygulari uyandirdigim icin uzgun muyum?

    Degilim, aslinda.

    Midenizin bu denli hassas olmasinin sebebi ben degilim, cunku.

    Bu sorununuzu gidermek icin insanlara gida gozuyle bakmaktan vazgecmeniz gerekiyor.

    “Umarım, bu site dışındaki hayatında bu sitedeki kadar mide bulandıran biri değilsindir.”

    Yok, tabii ki, degilim.

    Hayattaki en buyuk gayelerimden birisi de istah artirici olmak, yamyamlara yem olmak olmustur hep.

  197. “Temel güdülerin neden temel olduklarını açıklamamışsınız ama sanırım Darwin’in evrim teorisine dayanır gibi ima var.”

    Darwinci degilim; evrim denen surecin varligini gormek icin Darwin’e de, Darwincilere de ihtiyac yok.

    “Sosyali biyolojiye, yani bu bağlamda Darwin’e, indirgemişsiniz ama temelin temeline, fiziğe inmemişsiniz.”

    Canlilarda ‘biyoloji’ temeldir de ondan. Fizik ile, sonra da kimya ile, bagi yok degil tabii ki. Olmayan bir elementi kullanip bir canli peydahlamak mumkun degil cunku.

    [Ya da, elinizde sadece belli elementler varsa, bunlardan peydahlayabileceginiz canli urleri de bu elementleri kullanmak zorundadir. Bkz. Okyanus dibindeki kaynar sularin etrafindaki sulfur bazli ortamlardaki canlilar.]

    Fakat, verili bir ortamda, yeterince cesitli ve zengin bollukta element varsa, bunlarin etkilerini gozardi edebiliriz. Cunku, elementel baglamda bir rekabet sozkonusu degildir.

    “Hatta genlerden bile söz etmemişsiniz. Neyse, olsun, o katta kalalım.”

    Genler, cinsiyetler sozkonusu oldugunda, ilgili canlinin ‘tur’unu degistirmez; ayni ‘tur’ icinde davranis degisikligine yol acan bazi biyolojik degisikliklere yol acarlar.

    Biz, bu baslik altinda, ‘tur’ler arasi (davranis bicimleri dahil) farklari incelemiyoruz; cinsiyet arasi farklara bakiyoruz. O yuzden genleri gozardi edebilcegimizi dusunuyorum.

    “Temeli aynı olduğu halde iki binanın katları aynı olmayabilir.”

    Tipatip ayni olmasi gerekmiyor; ama, ayni fonksiyonalitede ise, o zaman ayni ‘tur’den, degilse de farkli ‘tur’lerden olurlar.

    Biz, ‘tur’ler-arasi degil, ‘tur’-ici farkliliklara bakiyoruz.

  198. “Hmm, evet. DP, AP, MNP, MSP gibi partiler, Menderes, Demirel, Erbakan gibi liderler o tarihlerde yoktu.”

    Siz, anlasilan, siyaset sahnesindeki aktorlere bakarak piyesi kimin yazdigina, sahnede kimin olacagina, kimin alasagi edilecegine karar verenlerin de bunlar oldugunu saniyorsunuz.

    “Ülkeyi de 1950’den beri aralıksız solcu söylemli Kemalist partiler yönetiyor zaten.”

    Ulkeyti yonetenleri kimin yonettigine baksaniz daha isabetli olur, bence.

    “Özal, Erbakan gibi cumhurbaşkanları ve başbakanlar da Anadolu halkına yabancı, laikçi, Jakoben, elitist Balkan kökenlilerdi.”

    Muglak fakat keskin/militan bir ‘laiklik karsiti odak olmak filan gibi gerekcelerle kac parti kapatildi; kac kisi siyasetten men edildi?

    Bunlari yaptirabilenler kimlerdi?

    “Kenan Evren’in yaptığı darbe ise solun önünü 27 Mayıs’tan bile daha çok açtı. Kemalizm’in tepeden laikçiliğini de daha ileri götürdü.”

    Darbelerin ‘sol’un onunu actigini iddia ettigimi hatirlamiyorum. O kanaatte hic olmadim cunku.

    Fakat, ‘sol’, dabeler arasindan darbe begenmedi de diyemiyorum. 60 darbesi mesela, daha bir makbul goruldu.

    Sebebi de, zannedersem, ‘sol’un kendisini daha bir ozdeslestirdigi burokratik yapiyi (burokratik oligarsiyi) bu darbenin bir kac gomlek daha etkinlestirmesi olabilir. Bir de, tabii ki, sendikal haklar filan gibi, isci sinifinin mevcut olmadiugi bir ekonomide, ‘ilerici’ davranmis olmalarini da sayabiliriz.

    Her hal u karda, ‘sol’ ulkenin ne cogunlugu ne de ezilenlerin cogunlugu ile hic rezonans aramadi. Oyle olunca da, cok kolay bir sekilde, Jakoben Kemalizm ile ayni cizgiye dustu, oturdu; ve oylece de devam etti. Hala daha da asagi yukari ayni cizgide devam ediliyor.

    “Nitekim tek parti diktatörlüğünün ezdiği Anadolu halkı şimdi M. Kemal’i mumla arıyor.”

    Gelen gideni hep aratir derler; kural degildir tabii ki. Ama, bazi aliskanliklar –uzun zaman boyunca rahatsiz edici olsalar da– daha sonraki degisiklerde atalete yol acabilir.

    Orasi oyle de, ben sizin ‘Anadolu halkı’ diyerek neyi kasdettiginizi cok da anlayabilmis degilim.

    Ya da, soyle sorayim, ‘M. Kemal’i mumla ar’ayanlar kimler; ve nesini mumla ariyorlar?

  199. Bilginiz çok kısıtlı ve ideolojilerle dolu, unutkansınız ve mantık yok kadar az. İdeolojinin en önemli iki özelliği: doğrudur ve doğaldır. Sizde ikisi de çok bariz.

    “Darwinci degilim; evrim denen surecin varligini gormek icin Darwin’e de, Darwincilere de ihtiyac yok.”
    ” … (katların) Tipatip ayni olmasi gerekmiyor …”
    1. Kendi kendinizi yalanladınız.
    2. Önemli olan süreci görmek, görenin adı değil. Ya aynı şeyi görmüşsünüz ama geç kalmışsınız, ya da farklı görmşsünüz. Siz alimler alimine “teori” kelimesinin “görmek”ten türediğini hatırlatarak, kendi evrim teorinizi açıklamanızı rica edebilir miyim?.

    3. Teorinizin yok da (yani görmüyorsanız) salt “bak görürsün” diyorsanız, aynı şeyi binlerce yıl görenler sizin gibi “bak düşüyor” der, sizin gibi alimlik ederdi ve yerçekimi teorisine gerek kalmazdı.

    Nakarat: Ah! Swift olup her cümlenizdeki gülünçlüğü kitaba çevirsem.

    “Genler, cinsiyetler sozkonusu oldugunda, ilgili canlinin ‘tur’unu degistirmez; ayni ‘tur’ icinde davranis degisikligine yol acan bazi biyolojik degisikliklere yol acarlar.”
    1. Türlerin çeşitliği Allah’ın işi mi?
    2. Tür çeşitliğini de mi sizin “bak görürsün” teorisiz teorinizle göreceğiz?
    3. Tür çeşitliğinde bir ‘temel’ (here is that word again!) taşlardan biri genler değilse, sizin teorinizde, tabii eğer varsa, ‘temel’ ne?

    Nakarat: Ah! Swift olup her cümlenizdeki gülünçlüğü kitaba çevirsem.

    ” Canlilarda ‘biyoloji’ temeldir de ondan. Fizik ile, sonra da kimya ile, bagi yok degil tabii ki.”

    ‘Temel’ aramanızda hiyerarşi tutkunuzu düşünerek size daha da ‘temel’ var olduğunu hatırlatmıştım. Hepsi o kadar. Ama bakalım mizah kaynağı olmanıza.
    1. Eğer yerçekimi olmasa seks ve döllenmede gereken üst üste binme imkansızlaşır, hayvanların çoğu havada yüzer, kökleri kazınana kadar gül ile bülbül olurlar. Bu da,iklim değişmeden daha şiddetli bir doğa felaketi olur.
    2. Canlılar için mutlak şart amino asitler kimya sahasına girer.
    3. Eğer seks ve döllenme genlerde dişi erkek üretimi yazılmış olmasa, döllenme olmaz, döllenme konusu olmaz. Hele tek kadın veya tek erkek üretimi yazılmış olsa, dinci yobazlarla laik bilimsel yobazlara çok iş çıkar. Genler ‘biyoloji’ temelinde değil mi?
    4. Darwin yerine geliştirdiğiniz ‘bak görürsün’ teorinizden bazı kelimeler: ‘Verili’, ‘yeterince çeşitli’, ‘bolluk’, ‘rekabet’. Bu kelimeleri bakıp gördüğünüz dünyadan toplumlar dünyasına aktardığınızın farkında bile değilsiniz. İdeolojiniz gözlerinizi şaşkaloza etmiş. Bir şeye bakıp iki şey görüyorsunuz. Kıtlık, bolluk, rekabet, tüketici kafasıyla yazdığınız çok çeşitlilik, zenginlik siyasi ve tarihsel kavramlar. Şaşılıkta yararlanıp enayi dümbeleklerine yutturulan ideolojiyi çürüten ‘Taş devri; bolluk devri” adlı eseri siz alimler alimi tabii okumaz. Ama ‘bak, gör’ teorinizden yararlanıp sayısız çeşitli canlı türlerine de bakıp görmemişsiniz. Aynı şeyi medeniyet öncesi toplumlar için de söylemek mümkünse de, sizlere bolluk ve koltukta büyük laflar etmenizi sağlamak isteyenler, bu zamanımıza kaymışları büyük bir hızla kırımdan geçirmekteler. Bu kulaklara üflenen ideolojiyi yutmamak imkansız. Okul, çalışma yerinde ücret köleliliği, günlük yaşam ‘bak gör’ü bile geçer, okumuş yazmış enayiler için raison d’être olur.

    Nakarat: Ah! Swift olup her cümlenizdeki gülünçlüğü kitaba çevirsem.

    “Olmayan bir elementi kullanip bir canli peydahlamak mumkun degil cunku.”
    Bu cümle de hayli güldürücü. Bu, evrende maddeden başka bir şey olmadığını savunanlarla, maddeyi madde olmayan bir varlığın yarattığını savunalar arasındaki ‘temel” (here is that word again!) ayırım. Kısacası Maddeciler ve Allahçılar.
    1. Burada Uzay Denklemleri’nizi unuttunuz. Denklemler madde değiller. O halde, Allahçısınız.
    2. Yok eğer “element” maddeyse, Maddecisiniz.

    Eğer koltukta ‘bak gör’ teorileri üretme yerine hiç değilse yaşadığınız yerdeki ilk İslam filozoflarının maddecilik ‘temel’ (here is that word again!) atom teorisini kullanarak Allah’ın varlığını nasıl ispatladıklarına bir baksanız fena olmaz. Himalaya çıkış bile ilk adımla başlar.
    Koltuğunuzdan atıp tuttuğunuz diğer konularda da sizi uyardım. ‘Bak görürsün’ temel (here is that word again!) teoriniz size pek yardımcı olmamış. Bilinmeyen görülmez. Bu ilkeyi dünyanın en çok uykuda gezen mahlukları bilim adamları bile bilirler.

    Nakarat: Ah! Swift olup her cümlenizdeki gülünçlüğü kitaba çevirsem.

    Peki, temellerin temelinde temel (here is that word again!) bir sorun var mı? Var. Bu sitede dolup taşan çok yüksek zekalıların daha alçak, daha temel (here is that word again!) zekalıları anlamamaları. Siyasi dedikodularında alçak zekalıları yer tutucu (place holder) olarak kullanmaları, çok yüksekte gezdiklerinden doğal olarak alçak zekalıları işitmemeleri.
    Güldürücü olduklarında bazı örneklerle neden doğal olduğunu açıklamakta yarar var.
    Para parayı çeker.
    Necip bey bunu nasıl açıklar? Çok basit, doğa yasalarından biri Newton’un yer çekimi teorisi. Büyük kitle küçük kitleyi çeker. Zengin daha çok zengin olur, fakir gereksiz direnir durur.
    Benden Not: İyi ki fakirler direnirler, aksi halde dünya güneşe düşer, hepimiz yanarız!

    Banka neden var?
    Necip bey bunu nasıl açıklar? Çok basit, bankanın kökeni doğada 350-360 milyon yıl evvel zaman içine kadar gider. İlk çekirdekler bu evvel zaman içinde bakılıp görülmüştür. Çekirdekler de ilerde kullanılmak gıda bankalarıdır. Sıradan alçak zekalılar bile “sakla samanı, gelir zamanı” derler.

    Bunu özellikle çok severim:
    Zenginin parası fakirin çenesini gevşetir.
    Necip bey bunu nasıl açıklar? Çok basit, bilim adamı Pavlov’un köpekler deneyi organizmaların doğal uyarıcılara verdiği doğal tepkileri kanıtladı. Hatta ben aynı nedenden bir sürü okullara gidip bir sürü diploma topladım. Ama maalesef, aynı dürtü, fakirler ve bu cevabı yazan ayak takımı alçak zekalılarda çene gevşemesi gibi psikosomatik bozukluklara neden olur.

  200. Necip Fiyaskoları

    Necip’in “Balkan Oligarşisi” Argümanlarının Çöküşü

  201. "Şeytan"lar, "Sistem"ler, Tutarsızlıklar

    İki “Şeytan” Farkı Ve Necip’in Tutarsızlığı

    “Kapitalizm” Anti-Kapitalistlerin “Şeytan”ıdır
    (Necip katılır)

    “Balkan Oligarşisi” Anadolu Oligarklarının “Şeytan”ıdır
    (Necip itiraz eder)

    “Anadolu Oligarşisi” Balkan Oligarklarının “Şeytan”ıdır
    (Necip katılır ve önceki itirazıyla çelişir)

    İki “Sistem” Farkı Ve Necip’in Tutarsızlığı

    “Kapitalizm” diye insan ürünü bir “sistem” yoktur
    (Necip katılır)

    “Balkan Oligarşisi” diye insan ürünü bir “sistem” yoktur
    (Necip itiraz eder)

    “Anadolu Oligarşisi” diye insan ürünü bir “sistem” yoktur
    (Necip katılır ve önceki itirazıyla çelişir)

  202. normal gözlü bir Türk

    Türklerin Orta Asya kökenliliği meselesine de değindiği Yanlış Cumhuriyet adlı kitabında;

    “Haiti halkı günümüzde Fransızca kökenli bir dil konuşur; ancak bundan, ezici çoğunluğu zenci olan bu halkın ırkça Fransız olduğu sonucunu çıkarmak kimsenin aklına gelmez.”

    diye yazan Nişanyan şunu söylemek istiyor olsa gerek;

    “Türkiye halkı günümüzde Orta Asya kökenli bir dil (Türkçe) konuşur; ancak bundan, ezici çoğunluğu beyaz ırktan (normal gözlü) olan bu halkın ırkça Orta Asya kökenli (çekik gözlü, sarı ırktan) olduğu sonucunu çıkarmak kimsenin aklına gelmez.”

  203. Görünen Köye Kılavuzluk

    “Nitekim tek parti diktatörlüğünün ezdiği Anadolu halkı şimdi M. Kemal’i mumla arıyor.”; “Balkan Oligarşisi”; “Anadolu Oligarşisi” cümle ve terimler çok muğlak.

    Necip’in bilgi edinmede titizliği bizlere örnek olmalı.
    “Ya da, soyle sorayim, ‘M. Kemal’i mumla ar’ayanlar kimler; ve nesini mumla ariyorlar?”

    Necip, şu soruları dolaylı sormuş:
    Mumla arayanları hangi linklerde bulabiliriz?
    Artık Anadolu halkımızın da İnternet’ten yararlanmakta. Yararlanamayanlar arasında sosyolojik bir anket yapılmış mı? Nicelikleri içeren sonuçlar yayınlandı mı? Ankete güvenebilir miyiz?
    M. Kemal’in nesini aradıklarını hangi linklerde bulabiliriz?
    M. Kemal’in başlattığı devrimin getirdiği yeniliklerin hepsi günümüz modern Türkiye’de mevcut ve yaşanmakta.
    Laiklik, ulusal-devlet, eğitim, kadınların seçme hakkı, kıyafet, cumhuriyet, takvim, uluslararası standart ölçü birimleri, soyadı, eğitim ve okul, okulda kız erkek birleşmesi, medreselerin kapatılması, yazı ve harf devrimi, dil devrimi, kalkınma plânları, Şer’iyye Mahkemelerinin kapatılması,yeni Anayasanın kabulü, mecellenin kaldırılması, Türk kanunu medenisi, Türk ceza kanunu.
    Atatürk’ten sonraki yenilikler O’nun başlattığı dinamikliğin mantıksal uzantıları.
    “Balkan Oligarşisi” aslında Avrupalılaşmanın diğer bir adı değil mi? Batı’yı Türkiye’ye bağlamada bir köprü, ilk müjde değil mi?

    “Anadolu Oligarşisi” de aslında Batı’nın veya “Balkan Oligarşisi”nin daha derin ve daha içerilere uzanması değil mi?

    İran ve Arap ülkelerinde Atatürk’ün devrimlerini model alıp ülkelerini modernleştirmek isteyenler, “Balkan Oligarşisi” ve “Anadolu Oligarşisi” aracılarını es geçip kaynağa, Batı’ya dönmediler mi?
    “Balkan Oligarşisi” ve “Anadolu Oligarşisi” terimlerini uyduranlar diğer komplocular gibi herkesin bildiğini komplo diliyle anlatıp enayi avcılığı mı yapıyorlar? Batılaşma dünyanın her yerinde oldu ve hepsinde, daha önceki Osmanlı sarayı reformları ve daha sonraki Marksizm gibi, başı elitler ele alıp çektiler.

    Görünen köye kılavuz aramak işi uzatmak olmuyor mu? Dünaya bir bakın. Her yerde başı elitler ellerine almışlar ve tadını çıkarıyorlar.

  204. “Menderes’le onun genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun’un ilişkilerini örnek göstererek şöyle diyorum:
    “Bu ülkelerde sivil siyasetçiler askerle oyun oynamaya başladıkları zaman darbenin önünü açarlar.”

    Mehmet Altan, kendisini güvenceye almak için General Sisi’yi göreve getiren ve Sisi tarafından devrilen Mısır Devlet Başkanı Mursî’yi örnek göstererek, “Mursî, Sisi’yle oynadı” diyor.

    Ben de devam ediyorum:

    “Askerle oynadı. Askerle oynamak darbenin önünü açmaktır. Asker olmayan biri kendi iktidarı için askeri kullanamaz.”

    Savcı “suç” diye bu satırları iddianamede büyük harflerle yazmış.

    Bizim savcı, darbecilikle suçladığı adam daha önce neler yazmış diye hiç merak etmediğinden benim 30 yıldır bu konuda yazılar yazdığımı, AKP’den önceki iktidarları da askerden kendi iktidarları için destek almaya kalkışmamaları için uyardığımı bilmiyor.

    Sanıyor ki biz ilk kez bu konuları o programda konuştuk.

    Bir siyasî iktidar meşruiyetini ve gücünü halktan ve hukuktan alır.

    İşleri ellerine yüzlerine bulaştırmaya, bu durumu saklamak için baskı yapmaya ve bu baskı için de askeri kullanmaya kalktıklarında darbe olur.

    Bu, her zaman böyle olmuştur.

    1960’da da böyle oldu, 70’de de, 80’de de…

    Siz hukukun dışına çıkıp askerin silahı ile iktidarınızı pekiştirmeye kalktığınızda, asker de “iktidar benim silahımın ucunda duruyorsa, o zaman o silahı tutan güç olarak o iktidarı ben hak ediyorum” der ve darbe yapar.

    Demirel kendini güvenceye almak için Kenan Evren’i, Mursî kendini güvenceye almak için Sisi’yi genelkurmay başkanı yaptı.

    İkisi de kendi getirdikleri generaller tarafından devrildiler.

    Bir sivil iktidarı bu açık tehlikeye karşı uyarmak nasıl suç oluyor?

    Nasıl darbecilik oluyor?

    Akıldan, mantıktan, hukuktan kopmadan bunu açıklayabilecek kimse var mı?”

    (A. Altan’ın savunmasından)

  205. Once su ‘Anadolu Oligarsisi’ iddialarina bakalim:

    Benim baktigim yerden, bu topraklarda ‘Anadolu Oligarsisi’ en son ‘Fetret Devri’nde goruldu. Yani, ‘Fetret’in (‘Karmasa’nin) sona erdirilmesi ve parcalanmanin onune gecip tekrar bir devlet olarak devam edilmesini sagladi.

    O surecin detaylarini incelemek lazim.

    Galiba, ‘Anadolu Oligarsisi’ o surecte kendini tuketti.

    O gun bugundur, oligarsiler meydaninda ‘Anadolu Oligarsisi’ni goremiyoruz.

    Var oldugu iddiasi ise, –bir reakbet varmis da, o rekabetten hakkiyla galip cimis filan anlaminda– ‘Balkan Oligarsisi’ni mesru kilmak gayretlerinden oteye gidemiyor.

    “Laiklik, ulusal-devlet, eğitim, kadınların seçme hakkı, kıyafet, cumhuriyet, takvim, uluslararası standart ölçü birimleri, soyadı, eğitim ve okul, okulda kız erkek birleşmesi, medreselerin kapatılması, yazı ve harf devrimi, dil devrimi, kalkınma plânları, Şer’iyye Mahkemelerinin kapatılması,yeni Anayasanın kabulü, mecellenin kaldırılması, Türk kanunu medenisi, Türk ceza kanunu.”

    Bunlar bildigimiz sakizlar.

    Isin ilginci, bunlarin neredeyse hicbirisi MKA’nin basinin altindan cikmis degil. Osmanli’da (hatta Tanzimat oncesinden beri) uzerinde konusulan, bazan da deneyleri de yapilan (Bkz. Enveriye alfabesi, Mecelle vs) teklifler idi.

    MKA’nin yaptigi ise, yangindan mal kacirir gibi, aceleyle, uzerinde pek de dusunmeden, ve beceriksizce, bunlari uygulamaya sokmus olmasidir.

    Bunlara ‘devrim’ demek, yapilanlara bakildiginda, iltimas gecmek istemenin ortulu seklidir bence.

    Oradan buradan alinan ve yavan bir tercume sonrasi uygulamaya konulan kanunlara bakarsaniz, is bilmediklerini gosteren yuzkarasi ornekler gorebilirsiniz.

    Medeni Kanun, mesela. 100 senedir bunyeye uymuyor. Orasindan burasindan duzeltilmege calisiliyor; ama, olmuyor.

    Ticaret Kanunu hakeza. Fransa’nin somurgelerinde uyguladigi kanunu alip Turkiye’ye giydirmek ne demektir. Cok yakin zamanlara kadar, uretim cezalandirilmistir bu kanun ile. [Yanlis hatirlamiyorsam, 10 kW’dan daha buyuk kurulu gucu olan uretim tesislerine izin verilmiyordu. 10 kW dediginiz sey, bugun, 5 tane elektrikli soba kadardir.]

    Harf Devrimi dedigimiz seyin de ne denli berbat bir sey oldugunu (boyle bir devrime gerek olup olmadigi bir yana) Falih Rifki’nin ‘Cankaya’sinda cok iyi anlatilir.

    Turkiye Alfabesinde Q, X ve W (ve baska harflerin) olmayisinin sebebi, alfabeyi tespit icin tayin edilen kisinin kor cehaleti kadar ‘ulu onder’in konu hakkinda yuzeyselden oteye gecmeyen bilgisizligi (bilenleri dinlemek bile istemeyisi) de yatar.

    Ama, daha da acikli olan sudur: Bunlar –guya– ‘devrim’mis gibi konumlandirildiklari icin, mabedi savunan kazlar yuzunden– duzletilememislerdir.

    Kisacasi, sizin ‘devrim’ dedikleriniz, ‘devrim’ filan olmadiklari gibi; tersine, ayakbagi olmuslardir. 100 senedir duzeltmege, bunyeye uydurmaga calisiyoruz.

    “Atatürk’ten sonraki yenilikler O’nun başlattığı dinamikliğin mantıksal uzantıları.”

    [Ucuncu tekil sahis zamirini buyuk harfle yazmak ve, dahasi, tirnakla ayirmaniz dikkat cekiyor. Turkce’de boyle bir sey olmadigi halde, sizin kutsallariniza isaret etmesi bakimindan onemli.]

    Tarihi ve sosyolojik gelismeleri MKA ile baslatmak aliskanliginizi gozden gecirmeniz gerekiyor bence.

    Turkiye’nin dunyadaki baska toplumlardan farki yok; fanusta yasamiyor.

    Baska yerlerdeki degisikler, gelismeler –MKA olsaydi da, olmasaydi da– bu topraklara yansiyacakti. Yansiyor ve yansiyordu da.

    MKA’nin yaptigi, hazir firsat eline gecmisken, bazi konulari aceleye getirmekten ibarettir.

    ‘Acele ise seytan karisir’ lafini akilda tutmak lazim.

  206. “Batılaşma dünyanın her yerinde oldu ve hepsinde, daha önceki Osmanlı sarayı reformları ve daha sonraki Marksizm gibi, başı elitler ele alıp çektiler.”

    Bu isabetli bir onermedir bence de.

    Dolayisi ile, her yerde olan seyin, Turkiye’de de olacagi izahtan varestedir.

    Dolayisi ile, Batiyi taklit etmek bir ideoloji filan degildir; ekonomiler, adim adim, gidim gidim, gelistikce Bati’daki yapiya benzer sekilde evrilecek ve benzeseceklerdir.

    Nitekim, uzun yillardir, olan da budur. Hatta, simdilerde, Bati modeli yetersiz kalmaga baslamis, baska arayislar ve baska modeller ortaya cikmaga baslamistir.

    Butun bu dogal surecte, birisinin cikip aceleyle ‘taklit’cilik yapmasini ‘devrim’ diye nitelemek, hem tarihe hem sosyolojiye hem de insanlarin akillarina bir tur hakaret sayilmaz mi?

  207. Şu an başımızdaki tek oligarşi AKP-TSK yahut Erdoğan-Ergenekon ikili iktidarının oligarşisidir. Hatta bu yapıya MHP yahut ülkücü-faşistlerin de daha alt bir seviyede dahil olduğu üçlü bir iktidarın oligarşisi.

    Hala Balkan Oligarşisi-Malkan Oligarşisi diye zırvalayanların tek amacı bu gerçeği gizlemektir.

    Tıpkı FETÖ-METÖ diye zırvalayanlar gibi.

    Çünkü FETÖ denen yapı gibi “Balkan Oligarşisi” de rakipleri tarafından iktidar ortaklığından tasfiye edilmiştir.

    İktidar ortağı ve destekçisi olanlar “Balkan Oligarşisi”nin ancak azınlıktaki bir bölümü, yani “Ergenekoncu” adı verilen kesimlerin askeri (15 Temmuz sonrası “FETÖcü” hizbin yerine tekrar TSK’ya yerleştirilen eski hükümlüler ve iktidar destekçisi beyanlarını duyduğumuz Başbuğ, Özel gibi eskiler) ve sivil (VP, Perinçek) kanatlarıdır.

    Tıpkı, “Anadolu Oligarşisi” de denen Türk-İslamcı sağın ancak azınlıktaki bir bölümünün, yani “FETÖ” denen yapının sonradan bu oligarşi ile zıtlaşması gibi.

  208. Sezaryen yontemiyle (cerrahi mudahaleyle) cocuk dogurtmanin en temel sakincalarindan birisinin de, annenin anestezi altina alinip dogum sancilarini hissetmesinin engellenmesi (uyusturulmasi) sonucunda, dogan bebekle manevi bag kurulaMAmasi oldugu soylenir.

    Yani, cilesini cekmemis, acisini sancisini hissetmemis, bedel odememis olmak, manevi baglarin kurulmasina engel olabiliyor.

    Konuyla alakasini gormek isteyenler, Lozan Mübadilleri Derneği (LMV) tarafindan yayinlanan 2016-02-01 tarihli bildiriden su alintiya bakabilir:

    http://www.istanbulgercegi.com/lozan-mubadilleri-dernegi-lmv-den-2-onemli-talep-86704011.html

    – […] Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan mübadiller de Yunanistan vatandaşı olan Rum Ortodoks mübadiller gibi aile büyüklerinin doğdukları toprakları vizesiz olarak ziyaret etmek istiyor.

    – Vizesiz ziyaret imkanı sağlanıncaya kadar mübadil kökenlilere A.B.D ve İngiltere’nin uyguladığı gibi uzun süreli 5-10 yıllık vize verilmesini talep ediyoruz.

    – Eğer Shengen vize mevzuatı uzun süreli vize için bir engel teşkil ediyorsa Türkiye ve Yunanistan hükümetleri mübadele sözleşmesi nedeni ile yaşadıkları ülkeleri terk etmek zorunda kalanlara, onların çocuklarına ve torunlarına çifte vatandaşlık hakkı tanımalıdır.

    Sizi bilemem; ama, ben, herkes icin istemek yerine, hala daha imtiyazlar pesinde olduklarini gorunce hayal kirikligimin devam ettigini soylemek zorundayim.

    Daha dogrusu, Istiklal Savasi dahil, sayisiz savasta genclerini topraga veren, kendisi de bitap dusmus Anadolu halkinin hali ortadayken, ‘mubadil’ denen bir garabetle imtiyazlar almis/verilmis bir kitlenin, bugun de kendisini Anadolu halkindan ayristirip, kendilerine ozel imtiyazlar pesinde olmasini ziyadesiyle yadirgiyorum.

    Sasirdim mi?

    Cok degil.

    Ama, yine de iclerinden birilerinin cikip itiraz etmesini de beklemiyor degil insan..

    Neyse.

    Ayrica, imzacilarin listesini de yayinlamislar.

    3 vakif ve 31 dernek…

    İMZACI VAKIFLAR

    LOZAN MÜBADİLLERİ VAKFI GENEL MERKEZİ
    LOZAN MÜBADİLLERİ VAKFI EGE BÖLGE TEMSİLCİLİĞİ
    LOZAN MÜBADİLLERİ VAKFI MUDANYA TEMSİLCİLİĞİ

    İMZACI DERNEKLER

    ALAÇAM MÜBADELE VE BALKAN TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA DERNEĞİ
    AMASYA MÜBADELE VE BALKAN TÜRKLERİ DERNEĞİ
    ANKARA LOZAN MÜBADİLLERİ DERNEĞİ
    ANTALYA GİRİTLİLER DERNEĞİ
    AYVALIK GİRİTLİLER DERNEĞİ
    BAFRA /SÜRMELİ DERNEĞİ
    BURSA LOZAN MÜBADİLLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
    BÜYÜK MÜBADELE DERNEĞİ
    ÇUKUROVA GIRIT MÜBADILLERI KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞI
    EDİRNE LOZAN MÜBADİLLERİ DERNEĞİ
    ERBAA MÜBADELE VE BALKAN TÜRKLERİ DERNEĞİ
    FETHİYE MUHACİR ROMANLAR SOSYAL DAYANIŞMA DERNEĞİ
    GELİBOLU LOZAN MÜBADİLLERİ DERNEĞİ
    GEMLİK GİRİT VE RUMELİ TÜRKLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
    GİRESUN LOZAN MÜBADİLLERİ VE BALKAN KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA DERNEĞİ
    GİRİTLİLER KÜLTÜR, DOSTLUK VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
    ISPARTA LOZAN MÜBADİLLERİ DERNEĞİ
    İÇEL İLİ GİRİT TÜRKLERİ DERNEĞİ
    İZMİR GİRİTLİLER DERNEĞİ
    KAPADOKYA RUMELİ MÜBADİLLERİ SOSYAL, KÜLTÜR YARDIMLAŞMA VE DAYAN. DERNEĞİ
    KARTAL RUMELİ MÜBADİLLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
    KUŞADASI SELANİK MÜBADİLLERİ VE RUMELİ GÖÇMENLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
    LOZAN MÜBADİLLERİ DERNEĞİ (İSTANBUL)
    MERSİN İHSANİYE/MELEMEZ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
    SAMSUN MÜBADELE VE BALKAN TÜRK KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ
    SAMSUN-SÜRMELİ DERNEĞİ
    SARIYER LOZAN MÜBADİLLERİ DERNEĞİ
    SELANİK TÜRKLERİ VE BUCA YAYLACIKLILAR EĞİTİM KÜLTÜR DAYANIŞMA DERNEĞİ
    SILIFKE GIRITLILERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞI
    SINOP MÜBADELE VE BALKAN TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA DERNEĞI
    TARSUS GİRİT TÜRKLERİ DERNEĞİ

  209. Serif Mardin'in ogrencisi Necip

    Necip, Serif Mardin’in kitaplarini hatmede hatmede, aklinda kalmis kirintilari 2 senedir bu sitede yazip duruyor.

    Serif Mardin’in teorize ettigi ‘merkez-cevre iliskisi ve rekabeti’ zimbirtisi Necip’in hafsalasindaki dandiklik ‘Anadolu Ologarsisi’ni besler.

    Necip’in zirildamalarini daha tumturakli okumak isteyenler olursa Serif Mardin’in kitaplarina goz atabilir.

  210. “Serif Mardin’in kitaplarini hatmede hatmede, aklinda kalmis kirintilari 2 senedir bu sitede yazip duruyor.”

    Fena iskaladiniz.

    Ben, Mardin’in hic bir eserini okumadim. Belki bir gazetede ya da dergide cikan bir yazisini okumusumdur; ama, o kadar.

    “Serif Mardin’in teorize ettigi ‘merkez-cevre iliskisi ve rekabeti’ zimbirtisi Necip’in hafsalasindaki dandiklik ‘Anadolu Oligarsisi’ni besler.”

    ‘Merkez-Cevre’ iliskisi/celiskisi/catismasi Mardin’e ait ozel bir icat degil.

    ‘Center–Periphery’ (ya da ‘Core–Periphery’) adiyla ararsaniz, bu konuda yazilmis ibadulah yazi bulursunuz.

    Bunun Turkiye baglaminda nasil, ne zaman ve nerelerde tezahur ettigini gormek icin Turkiye’de yasiyor olmak ve bakmak yeterli.

    O yuzden, uzgunum, sizin sablonunuza pek de uymuyorum.

    Ote yandan, ilgilenenlerin Mardin’in kitaplarini filan okumasinda, tabii ki, bir sakinca yok.

    En azindan, ‘sol’ ‘aydin’larimizin olmayan ‘isci sinifi’ hakkinda yillardir ettikleri afaki/hayali lagalugalar yerine, var ve gercek olan ‘Merkez’ ve ‘Cevre’ iliskisi/celiskisi/catismasi hakkinda bilgi sahibi olurlar.

    Bir de, ‘Balkan Oligarsisi’ konusunda dediklerimden kimin neden rahatsiz oldugunu cidden merak ediyorum.

    Boyle bir seyin olmadigini –hic olmadigini– mi dusunuyorlar, yoksa hakkinda konusulmasi, dillendirilmesi mi rahatsiz ediyor?

    Yoksa, ‘zulf-u yar’e mi dokunuyor?

  211. “Ozdemir Ince gibi kendilerini ‘tanimlarin efendisi’ sayanlar icin ‘halk’ bir tur bir ‘comar surusu’dur.”

    Ayıp. “Çomar sürüsü” gibi aşağılayıcı ifadeler kullanmak çok yanlış. Üstelik türcü (yani hayvanları aşağılayan) bir tabir.

    Doğrusu (sanırım ilk kez bu sitede denk geldiğim halde isabetli bir tanım olarak gördüğüm bir ifade olan) “tekfirci kalabalıklar” olmalı.

    Yani Maraş, Çorum, Sivas, 2. Sivas (Madımak) ve en son 15 Temmuz’da gördüğümüz gibi, yakan, kurşunlayan, boğaz kesen kalabalıklar.

    (Veya, Turan Dursun, Danıştay ve Rahip Santoro cinayetlerinde olduğu gibi, “tekfirci bireyler” de denebilir.)

  212. Mevla görelim neyler

    Evet, hepimiz Nurculuğu Kemalizm karşısında göklere çıkaran Ş. Mardin’in kitaplarını okuyarak onun görüşlerini benimsemeliyiz.

    Aksi takdirde, “olmayan işçi sınıfı”nın varlığına inanarak o sınıf adına hükmetmek amacıyla “işçi sınıfını bilinçlendirmeye” çalışan halktan kopuk Jakoben ve elitist darbeciler oluruz.

    Halbuki “işçi sınıfı yok”tur ve “halk neylerse güzel eyler”dir. Öyle değil mi?

  213. İstiklal Marşı’nın içinde gizlenen “Jakoben” kelimesini daha önce farketmiş miydiniz?

    “…yıldızıdııır parlaaya JAKOBENİM…”

    İşte, Jakoben Balkan Oligarşisi’nin, yani Ankara hükümetinin eseri, görüyorsunuz!

    Arnavut, yani Balkan kökenli M. Akif de bu oligarşinin en önemli adamlarından biridir zaten.

    Siz görünüşe aldanmayın (“Pek rengine aldanma felek eski felektir / Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir”), Batı medeniyetini “tek dişi kalmış canavar” ilan etmesi, “Ümmet”i “kavmiyetçilik” tehlikesine karşı uyardığı şiirleri, kısacası muhafazakar, dindar, ümmetçi falan görünmesi hep takiyye!

    Kendisi tipik bir “Balkan Oligarkı” olarak bir “Zır Ulusalcı”, Anadolu halkına yabancı bir Batı medeniyeti taklitçisi, bir laikçi, bir elitist ve “Jakoben”in önde gidenidir!

  214. “Evet, hepimiz Nurculuğu Kemalizm karşısında göklere çıkaran Ş. Mardin’in kitaplarını okuyarak onun görüşlerini benimsemeliyiz.”

    Goruslerini benimsemekten korkup bir kitabi okumaktan kacinmak..

    Siz, sadece sizin goruslerinizi pekistirenleri mi okursunuz?

    Bu kadar mi ozguvensizsiniz?

    “Aksi takdirde, ‘olmayan işçi sınıfı’nın varlığına inanarak o sınıf adına hükmetmek amacıyla ‘işçi sınıfını bilinçlendirmeye’ çalışan halktan kopuk Jakoben ve elitist darbeciler oluruz.”

    Evet..

    Ustelik, ilaveten, kendi tercihleri sonucunda yari-cahil kalmis fakat kendini hala daha ‘aydin’ sanan bir hilkat garibesi olursunuz.

    Bugunku ‘sol’un hic de fena portresi degil bu.

    “Halbuki ‘işçi sınıfı yok’tur ve ‘halk neylerse güzel eyler’dir. Öyle değil mi?”

    Bunlarin icinden ‘işçi sınıfı yok’tur onermesi isabetlidir de; digerinin uzerinde biraz daha durmak gerekir:

    Bunun antitezi ‘kendi tercihleri sonucunda yari-cahil kalmis fakat kendini hala daha ‘aydin’ sanan bir avuc insan neylerse güzel eyler’ ise, ben ‘halk neylerse güzel eyler’i tercih ederim.

  215. “…yıldızıdııır parlaaya JAKOBENİM…”

    Bu konuyu, Istiklal Marsi’nin Mehmet Akif tarafindan yazilmadigini iddia eden Yalcin Kucuk’le konusmaniz daha dogru olur.

  216. “Doğrusu (sanırım ilk kez bu sitede denk geldiğim halde isabetli bir tanım olarak gördüğüm bir ifade olan) “tekfirci kalabalıklar” olmalı.”

    ‘Yobaz’, ‘murteci’, ‘Okuz Anadolulu’ ve daha nice benzeri ‘derogatory’ sifatlari kullanmakta hic sakinca gormeyenlerin, soruldugunda (tipki, Seyh Bedreddin’in, ‘sizin seriatiniz beni ipe ceker’ {mealen} dedigi gibi) kendilerine uyan en iyi tanimin o oldugunu gogsunu gere gere soyleyecek olanlarin, ‘kafir’ [*] sayilmaktan neden gocundugunu hep merak etmisimdir.

    [* ‘tekfir etmek’ demek ‘kafir saymak’ demektir cunku. Kolaya kacip TDK’ya basvurursak, ‘kâfir’ demek ‘Tanrı’nın varlığını ve birliğini inkâr eden kimse’ demek oldugunu goruruz. Yanlistir tabii ki.

    Dogrusu, ‘Islam dininin belirledigi ‘hakikatler’i orten kimse’dir ve, o tanima gore, baska herkes ‘kâfir’dir.

    Ben, mesela, ‘Islam’in tarif ettigi (tanimladigi) ‘Allah’tan daha farkli (mudahil olmayan) bir ‘Allah’ kavramini benimsedigim icin ‘Islam’a gore ‘kâfir’imdir.

    Ben bundan gocunmam.

    Siz, ve benzer sekilde dusunen digerleri, neden gocunuyorsunuz?
    ]

  217. Necip’in çelişkisi

    (Bütün “kapitalizm”ler, “iktidar”lar, “oligarşi”ler, kendiliğinden, doğal bir şekilde gelişmiştir. “Balkan Oligarşisi” hariç.)

    şuna benziyor;

    Bütün kan davaları, misillemeler, intikam cinayetleri yanlıştır. Falan kişininkiler, filan aileninkiler ya da falan toplumsal kesiminkiler (mesela “Balkan Oligarşisi”nin mağdur ettiği kesimler?) hariç.

  218. Dünün Oligarşilerini Eleştirmek

    Oligarşi Eleştirilerine Bir Bakış
    (Bazı ülkelerden örneklerle)

    Irak’ta,
    Dört Halife döneminde “Sasani Oligarşisi”ni > Abbasi döneminde “Emevi Oligarşisi”ni > Büveyhi döneminde “Abbasi Oligarşisi”ni > Selçuklu döneminde “Büveyhi Oligarşisi”ni > Harezmşah döneminde “Selçuklu Oligarşisi”ni > İlhanlı döneminde “Harezmşah Oligarşisi”ni > Karakoyunlu döneminde “İlhanlı Oligarşisi”ni > Akkoyunlu döneminde “Karakoyunlu Oligarşisi”ni > Safevi döneminde “Akkoyunlu Oligarşisi”ni > Osmanlı döneminde “Safevi Oligarşisi”ni > İngiliz işgali döneminde “Osmanlı Oligarşisi”ni > Saddam döneminde “Krallık Oligarşisi”ni > ABD işgali döneminde “Saddam Oligarşisi”ni > ABD işgali sonrası dönemde “ABD İşgal Oligarşisi”ni eleştirmek ne ise,

    Mısır’da,
    Dört Halife döneminde “Bizans Oligarşisi”ni > Eyyubi döneminde “Fatımi Oligarşisi”ni > Memluk döneminde “Eyyubi Oligarşisi”ni > Osmanlı döneminde “Memluk Oligarşisi”ni > Kavalalı döneminde “Osmanlı Oligarşisi”ni > Nasır döneminde “Kavalalı Oligarşisi”ni > Mübarek döneminde “Nasır Oligarşisi”ni > Mursi döneminde “Mübarek Oligarşisi”ni > Sisi döneminde “Mursi Oligarşisi”ni eleştirmek ne ise,

    Türkiye’de,
    İttihat-Terakki döneminde “Abdülhamid Oligarşisi”ni > Cumhuriyet’in Tek Parti döneminde “İttihat-Terakki Oligarşisi”ni > DP döneminde “Tek Parti Oligarşisi”ni > 27 Mayıs döneminde “DP Oligarşisi”ni > AP döneminde “27 Mayıs Oligarşisi”ni eleştirmek ne ise,

    AKP DÖNEMİNDE “BALKAN OLİGARŞİSİ”Nİ ELEŞTİRMEK DE ODUR!

  219. Dünün Oligarşilerini Eleştirmek

    – Devamı –
    Oligarşi Eleştirilerine Bir Bakış-2
    (Bazı ülkelerden örneklerle)

    Irak’ta,
    Sasani döneminde “Sasani Oligarşisi”ni > Emevi döneminde “Emevi Oligarşisi”ni > Abbasi döneminde “Abbasi Oligarşisi”ni > Büveyhi döneminde “Büveyhi Oligarşisi”ni > Selçuklu döneminde “Selçuklu Oligarşisi”ni > Harezmşah döneminde “Harezmşah Oligarşisi”ni > İlhanlı döneminde “İlhanlı Oligarşisi”ni > Karakoyunlu döneminde “Karakoyunlu Oligarşisi”ni > Akkoyunlu döneminde “Akkoyunlu Oligarşisi”ni > Safevi döneminde “Safevi Oligarşisi”ni > Osmanlı döneminde “Osmanlı Oligarşisi”ni > İngiliz işgali döneminde “İngiliz İşgal Oligarşisi”ni > Krallık döneminde “Krallık Oligarşisi”ni > Saddam döneminde “Saddam Oligarşisi”ni > ABD işgali döneminde “ABD İşgal Oligarşisi”ni > ABD işgali sonrası dönemde “ABD İşgali Sonrası Oligarşi”yi eleştirenler gibi,

    Mısır’da,
    Bizans döneminde “Bizans Oligarşisi”ni > Fatımi döneminde “Fatımi Oligarşisi”ni > Eyyubi döneminde “Eyyubi Oligarşisi”ni > Memluk döneminde “Memluk Oligarşisi”ni > Osmanlı döneminde “Osmanlı Oligarşisi”ni > Kavalalı döneminde “Kavalalı Oligarşisi”ni > Nasır döneminde “Nasır Oligarşisi”ni > Mübarek döneminde “Mübarek Oligarşisi”ni > Mursi döneminde “Mursi Oligarşisi”ni > Sisi döneminde “Sisi Oligarşisi”ni eleştirenler gibi,

    Türkiye’de,
    Abdülhamid döneminde “Abdülhamid Oligarşisi”ni > İttihat-Terakki döneminde “İttihat-Terakki Oligarşisi”ni > Cumhuriyet’in Tek Parti döneminde “Tek Parti Oligarşisi”ni > DP döneminde “DP Oligarşisi”ni > 27 Mayıs döneminde “27 Mayıs Oligarşisi”ni > AP döneminde “AP Oligarşisi”ni eleştirenler gibi,

    AKP DÖNEMİNDE “AKP OLİGARŞİSİ”Nİ ELEŞTİREN,

    Var mıdır bir babayiğit?

    Vardır vardır.

    Ama adı “Necip” değildir.

  220. Dünün Oligarşilerini Eleştirmek

    “ŞOFÖR MAHALLİ

    Kaderin cilvesine bakın ki, 12 Eylül’ün baş darbecisinin kankası Mehmet Barlas, bugün aslan yürekli bir darbe karşıtı. Mehmet Barlas her zaman şoför mahallinde oturmaya meraklı olduğu için bu bana garip gelmiyor. Bu yüzden de bir başka haneye bile talimat veriyor!

    Kıssadan Hisse: Mehmet Barlas darbecinin başarılısını sever, darbeyi plan(!) düzeyinde bırakanlardan hiç mi hiç hoşlanmaz. Darbe(ci) adaylarına duyurulur.”

    Mehmet Barlas hazretlerinin talimatı üzerine
    2 Şubat 2010
    Özdemir İnce

    http://www.hurriyet.com.tr/mehmet-barlas-hazretlerinin-talimati-uzerine-13657160

  221. “Oligarşi Eleştirilerine Bir Bakış”

    Baktiginiz yer yanlis ve acisi da dar olunca, haliyle, elestirilere getirdiginizi dusundugunuz elestiriler de havada kaliyor.

    Siz, ‘iktidar’da kim varsa, oradaki ‘oligarsi’nin onun oligarsisi (onun sahip ya da temsil ettigi ‘oligarsi’) oldugunu saniyorsunuz.

    Boyle dusunen tek siz degilsiniz; ama, sayilar ‘hakli’ ya da ‘isabetli’ olmak icin yeterli degil.

    Daha derinlemesine bakabilmelisiniz.

    Ben, ‘Balkan Oligarsisi’ dedigim zaman, Mustafa Kemal’in kurdugu bir yapidan bahsetmiyorum. Tersine, Mustafa Kemal’i oraya getiren, orada tutan, ona sahip cikan bir yapidan bahsediyorum.

    Bu da, ancak, yeterince genis ve yeterince guclu bir altyapi/arkaplan sayesinde olabilir. Yani, sadece oligarklarin olmasi yetmez, onlarin etrafinda murtezika taifesi de olmali ki, yeri geldiginde kendini siper edecekler olsun.

    — Mesela, adina ‘Istanbul Sermayesi’ dedigimiz taifeye bir bakalim. Kimlerden olusur?

    — ‘Ust Burokrasi’ ile iliskileri nasildir? ‘Ust Burokrasi’, geleneksel olarak, emekli olduklarinda nerelerde calisir?

    — 28 Subat’ta ‘Anadolu Sermayesi’ne neden cephe alindi?

    — ‘Gezi Olaylari’ kimlerin destegiyle canli tutulmaga calisildi? Neye engel olmak istiyorlardi?

    Daha boyle bir suru soru var.

  222. Postmodern Descartes G**-U***’ın öğütünü dinleyerek kısa ve öz yazıyorum. Sonra tek tek bakıp güleriz.
    “… sizin kutsallariniza isaret etmesi bakimindan onemli.”
    Ben daha çok yabancı turistleri düşünmüştüm. Türkiye’de kaybolmak imkansız. O’nun heykelini bul, siz bütün Türkler gibi, hep Batı’ya bakar.
    “Baska yerlerdeki degisikler, gelismeler –MKA olsaydi da, olmasaydi da– bu topraklara yansiyacakti. Yansiyor ve yansiyordu da”
    Gök yüzüne merakınız, Uzay Denklemleriniz; ebedi yaşamak arzularınız; iki silahşör, Z**** ve Hortlak ve sitede diğer yazıları olanlar devrimcilerin fikirlerinden yola çıkarak sizlerin modern dinci olduğunuz hipotezini kurgulamıştım. Öbür dünyayı beklememek, acele etmek, cennete ve Hortlak gibi hurilere yer yüzünde kavuşmak, eski masalları yutmamak, cin gibi bolluk ve tüketicilik yaratan bilim-teknolojiye tapmak falan filanlar hipotezimi zenginleştiren süsler. Yukarıdaki lafınız buna bir kanıt daha getirdi. Siz tarihte bir yön, bir amaç, bir laik tevekkül, bir laik alın yazısı falan filan görüyorsunuz.
    Küçücük bir sorum var.
    Gurunuzun lafını ettiği yeni allah Uzay Denklemleri’nde değişkenlere verilen değerlerde sonsuz küçük farklar zaman içinde sonsuz büyük farklara neden olabilir. Ama yukarıdaki lafınıza göre ‘olacak mutlaka olacak’. ‘Sizin baktiginiz yerden” bir çelişki var mı acaba?
    Tabii, eski allahların işine zaten akıl ermez. Üstelik eski allahların müritleri, siz laik dincilerin aslında şeytanın işi olduğunu iddia edebilirler. Hatta allahın sizi onları dünyevi bir imtihandan geçirmek için mahsus yarattığını bile iddia edebilirler. Şeytan, cin gibi Muhammed’i bile üç kağıda getirdi. Ve Ruşdi hâlâ saklanmakta.

  223. “… Yani, ‘Fetret’in (‘Karmasa’nin)…”
    ‘Fetret’ kelimesi ‘ hükümdarsız dönem’ olarak tanımlanır. Sanki tanım sizi biraz rahatsız etmiş ve ‘karmaşa’ tanımını seçmişsiniz. Aşırı çıtkırıldımlık, aşırı mahcupluk.
    Biraz daha gülelim.
    “Hükümdarsız olmaz” medeniyet kadar eski bir dalkavuk tezi. En modern teori Hobbes ile başlar ve siz Atatürk devrimleriyle açılan okullarda öğrendiniz.
    Tarihçiler böyle devirlere şahane bir isim takarlar: Karanlık Devirler. Sizin bana verdiğiniz Maya linki bir zamanlar bu karanlık çağ medeniyeti sayılırdı. Çöküşü ve yerine geçen iktidar olmadığından dalkavukların sinirlerini tırmaladı. Sizin, tabii kendi kendinize salt ‘bak görürsün’ epistemolojik yönlemenizle bulduğunuz “İKTİDARSIZ OLMAZ” kolay yol yerine “olmaz”ı ispatlamak peşinde koşturdular. Hatta ilk başlarda “tectonics” kaymalara başvurdular.
    Daha da gülelim.
    “Bunlar bildigimiz sakizlar. Isin ilginci, bunlarin neredeyse hicbirisi MKA’nin basinin altindan cikmis degil. ”
    Amacım bilgi derinlik ve yüksekliğini ölçmek değildi. Çok diplomalı olmanın zararlarından biri de öğrencilikte parmak kaldırmanın sonradan otomatik tepki haline gelmesi. Heyecana kapılıp yazımdaki “Batılaşma dünyanın her yerinde oldu ve hepsinde, daha önceki Osmanlı sarayı reformları ve daha sonraki Marksizm gibi, başı elitler ele alıp çektiler.” cümlemi görmemişisiniz.

  224. “Ben daha çok yabancı turistleri düşünmüştüm.”

    Siz, tabii ki, nereden bileceksiniz, benim en cok gicik oldugum cumlelerden birisinin bu oldugunu.

    Cocuklugumda, ozellikle beyaz Turkler, kara ve esmerin diger tonlarini istedikleri sekle burundurmek icin ikidebir bu lafi ederdi: Turisler ne der?!

    O gun bugundur, bu lafi (ya da onu cagristiran bir seyler) duydugumda, ‘cakarim ulan turiste; misafir umdugunu degil buldugunu yer; turist degil, biziz onemli olan’ diye heyheylenirim.

    Kisisel bir reaksiyon oldugunun farkindayim; bahsedip geciyorum.

    “Gök yüzüne merakınız, Uzay Denklemleriniz; ebedi yaşamak arzularınız; […] sizlerin modern dinci olduğunuz hipotezini kurgulamıştım.”

    Benim icin bunlari soyluyorsaniz, HIC isabet eden olmadigini soylemem lazim. Kendi kendinizle gelin guvey oluyorsunuz.

    Ya da, benim dediklerimi, anlamak istediginiz sekilde yorumluyor ve anladiklarinizi gercek saniyorsunuz.

    Sorun degil, tabii ki. Ama, bunlari gordugum andan itibaren geri kalanini okumuyorum bile.

    Bilesiniz isterim.

    “Şeytan, cin gibi Muhammed’i bile üç kağıda getirdi. Ve Ruşdi hâlâ saklanmakta.”

    Bir baska trivia olacak ve konuyu tamamen degistirmis olacagim; farkindayim.

    Birincisi, Salman Rushdi denen hirtin yazdiklari cok da onemli degildi. Birlesik Krallik, Iran’i sinamak icin bunu aldi kalkti ve Iran da zokayi yuttu.

    Ikincisi, ve bence cok daha onemli olan baska bir detay sudur:

    Bilirsiniz, hele de yakin zamanlarda (thank you, Cemaat) Muslumanlar arasinda ‘Cevsen’ diye bir sey peydah oldu. Bayagi da revacta.

    Sirf bu ‘Cevsen’ baglaminda, konuyu biraz konustuktan sonra, Musluman tanidiklarima hakaret etmek zorunda kaldigim olmustur: ‘Dinizi bilmiyorsunuz!’ diyerek.

    Sebebi de su:

    ‘Cevsen’ (ki, ‘zirh’ anlamina geliyormus), bilmemne savasinda Cebrail tarafindan Peygamber’e getirilmismis..

    Simdi..

    Cebrail’in ‘vahiy melegi’ oldugunu da bilirsek, ‘Cevsen’ de ‘Vahiy’ sayilmalidir. Eger ‘Vahiy’ ise, Kuran’da olmalidir –oyle ya, Peygamber, ona Allahtan gelen her ‘Vahy’i ‘ummet’ine aktarmistir.

    Simdi sorular sunlardir:

    — Yoksa, Cebrail’ ‘vahiy melegi’ degil midir; yani, kendi insiyatifi ile part-time ‘moonlighting’ de mi yapar?

    — Gelen her ‘Vahiy’ –istisnasiz– Kuran’da yoksa, baska neler daha elimine edilmistir? Peygamber’in bu tur yetkileri var midir?

    Eger bu sorulardan herhangi birisine, yarim agizla bile olsa, evet denilebilirse, o zaman ‘Seytan Ayetleri’ filan halt etmis. Cunku, o andan itibaren, her sey mumkun.

    Dedim ya, bir trivia –ama, bence onemli bir trivia. Gecelim.

    “‘Fetret’ kelimesi ‘ hükümdarsız dönem’ olarak tanımlanır.”

    Kelime anlamina bakmak hic aklima gelmemisti.

    Ben, taa Lise yillarindan beri kulagima calindigi icin, ve karmasa donemi anlatildigi icin, zihnime oyle kodlamisim.

    Dogrusunu ogrendim. Tesekkur ederim.

    Ote yandan, ‘hukumdarsiz’ donemi sona erdirmek bakimindan, dediklerimi cok da degistirmiyor: Baslarina ‘hukumdar’ tayin etmek isini ‘Anadolu Oligarsisi’ yapmistir.

    “Heyecana kapılıp yazımdaki ‘Batılaşma dünyanın her yerinde oldu ve hepsinde, daha önceki Osmanlı sarayı reformları ve daha sonraki Marksizm gibi, başı elitler ele alıp çektiler.’ cümlemi görmemişisiniz.”

    Heyecana kapilmak degil; yazdiklariniz bazan o kadar alakasiz mugalatalarla bezenmis oluyor ki, ‘bir dirhem bal icin bir ceki odun yemek’e donusuyor. [Bir de, yukaridaki cumlenizde meram cok da iyi dile getirilmis degil.]

  225. https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSMZPuK-zl8LE1Dgj129jLC7xdRWfqjsgmlk_FJLJIu7QU9Erc2

    Linkteki yazının çevirisi şöyle sanırsam;

    Üç şeye şaşarım
    Mal peşinde koşan adam, ki malı onu terk edecektir
    Rızkı hakkında korkan adam, ki Allah onu rızıklandıracaktır
    Ve saraylar yapan adam, ki konutu kabir olacaktır

    Herhalde yanlış dememiş.
    (Bir tek ikinci dediği şey her zaman olmuyor. Bir de “Allah” demesine itiraz edilebilir. Fakat onun yerine “evren”, “doğa”, “kader”, “bir güç”, “Güç” vb. de koyabilirsiniz isterseniz.)

  226. 'Gezi' - Everyday I'm chapulling

    Ayrica, ‘Balkan Oligarisi’ kendi insan kaynagini tuketti ve yoruldu. Yaslanmak yoluyla zorunlu emeklilik cagina erdi.

    Bu, bence, iyi bir seydir: ‘Kanli mi olacak, kansiz mi?’ sorusunun cevabi, kendiliginden, ikincisi olacak gibi gorunuyor.

    Ondan sonra, tabii ki, kendi icimizde tarisacak bir suru seyimiz olacak. ‘Anadolu Oligarsisi’nin dogru kurulup kurulmadigi, bilesenlerinin yeterince herkesi temsil edip etmedigi gibi, mesela.

    Palavra.

    ‘Oligarşi(si)’nin başına ister ‘Balkan’ koy, ister ‘Anadolu’ koy, ister ‘Apache’ koy, ister ‘Viking’ koy, oligarşi, oligarşidir.

    Gelmekte olan şey, ‘Gezi’de ‘prelude’u & ‘girizgâh’ı yapılmış olan şey.

    Gezi ‘gençliği’, hiçbir sıfat – ön ek – ön tanım fark etmeksizin, bütün oligarşilere karşı olan bir ‘insan türü’dür.

    Yaşlanmak yoluyla zorunlu emeklilik çağına erenler, başına hangi sıfatı koyarsanız koyun, bütün oligarşilerde var.

    ‘Gezi’nin büyük mücadelesi başlamak üzere, ‘Balkan/Anadolu’ ve bütün köhnemiş oligarşilere karşı.

    ‘Everyday I’m chapulling’

    Hazırlanın…

  227. “‘Oligarşi(si)’nin başına ister ‘Balkan’ koy, ister ‘Anadolu’ koy, ister ‘Apache’ koy, ister ‘Viking’ koy, oligarşi, oligarşidir.”

    Of course, it is.

    But, if it comes down to choosing between them and us; I choose us.

    “Gelmekte olan şey, ‘Gezi’de ‘prelude’u & ‘girizgâh’ı yapılmış olan şey.”

    Rebels without cause.. how quaint.

    “Gezi ‘gençliği’, hiçbir sıfat – ön ek – ön tanım fark etmeksizin, bütün oligarşilere karşı olan bir ‘insan türü’dür.”

    ‘Hayatin gerceklerinden bihaber’ demek istiyorsunuz; degil mi?

    Boyle bir ‘insan türü’ de vardir; muhakkak. Fakat, malesef, pek omurlu olmuyorlar.

    “Yaşlanmak yoluyla zorunlu emeklilik çağına erenler, başına hangi sıfatı koyarsanız koyun, bütün oligarşilerde var.”

    Dogru. Ama, bazan, bazilarinda, ‘erken bunama’ (‘senility’) cok erken zuhur edebiliyor — bkz. Balkan Oligarisisi.

    Daha 2-3 nesil gecti gecmedi; Koy Enstitulerini, mesela, ‘ulu onder’in kurdugunu, ya da ‘ulu buyuk onder ve dahi kurtarici’nin demokrasi filan pesinde oldugunu sanan liderleri ve kadrolari peydahlandi..

    Demansin bu derecesi urkutucu olmali, ama, farkinda olmayinca hic bir sey urkutucu olmuyor.

    “‘Gezi’nin büyük mücadelesi başlamak üzere, ‘Balkan/Anadolu’ ve bütün köhnemiş oligarşilere karşı.”

    Aferin cocuklara.

    Bir ance baslasa su ‘büyük mücadele’ de, gorseler nasil kendi iclerinde cikar catismalarinin ortaya cikacagini, nasil serha serha parcalanip birbirlerine duseceklerini..

    Sehvani heyecanlar uyandiran sloganlarla yollara dusmek kolay, sonunu getirmek.. not so much…

    “‘Everyday I’m chapulling'”

    Get back to me when you’ve done loitering.

    “Hazırlanın…”

    Leblebi cekirdek filan, tedarikliyim. Kanepe de hazir. Merak ve heyecanla bekliyorum.

    Diyorum; ama, lafin gelisi.

    Birsey olacagi yok.

  228. 209 Necip’e Kısa Cevap 1

    Temel taş: GZ***** ve Hortlak gibi çok bildiğinizden çabuk sinirleniyorsunuz. Bir süre önce söylediğiniz “tek değişmeyen şey değişmek” lafınızı unutmayınız.

    ‘Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak.’ lafını değiştirdim. ‘Yasam, küçük büyük kim olursa olsun herkese karşı anlayış göstermek, anlamaları için yardımcı olmak, hoş görmek.’ Mevlana ve anarşist GZ***** hikmeti gibi bir şey: “Gel, ne olursan ol gel” falan filan. Nasıl, kazabiliyor musunuz? Aynı titreşim veya alaktrik içinde miyiz?

    “Kendi kendinizle gelin guvey oluyorsunuz.”
    Bu da eski ve değişti. Günümüzde dünya sorunlarına çözümler getirmek isteyenlerin en ciddi olanları bilim-teknolojik teknisyenleri ve biri genetik teknisyenliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Amaç, neo-cinsiyetli (hermafrodit, erdişi, hünsa ) mahluklar yaratıp medeniyet kurulalı baş belası olmuş seks açlığına çözüm getirmek.
    Zengin Batı ülkelerinde çok yaygın kârlı sübyancılık, seks için küçük çocukların seks ticareti. Rahip ve papaz ‘skandallarını” mutlaka duymuşunuzdur.
    Tabii, Enkidu’yu medenileştermek için Gılgamış’ın güzel bir fahişe göndermesi de medeni erkeklerin bu ebedi sorununun 5-7 yıl önce halihazırda bilindiğini, dolaylı da olsa, anlatır.
    Diğer bir kanıt: Batı’da, üstünde hemen hemen tam çıplak bir 15-16 yaşı arası kızsız kibrit bile alamazsınız. İslam’a karşı açılan savaştan beri, bu seks özgürlüğü simgesi üssel bir artış gösterdi.
    Benim tahminim seks ticaretinin işlem hacmi belki de eğitim ve hatta mutluluk ticaretini bile geçebilir.
    MS 4. yüz yılda yoğun işlem hacmi, günümüzdeki petrol kadar yüksek olan, Kuzey Afrika ile Kuzey Avrupa arası sarışın saç ticaretiydi.
    Bu sitede egemen çoğunluğun, daha ziyade bolluk peşinde koşan, arzularını dizginlemiş, tipik terbiyeli orta sınıflılardan olmasının nedeni de aynı seks açlığından.
    Uzay Denklem simülasyonunuzu da ben bilim-teknik teknisyenlerin ilkesi “problem varsa, çözüm var” genel çerçevesi içinde anlamıştım. Daha safça ifade edersem, modern bilimin en derin amacı, ileriyi bilerek kontrol altına almak.
    Ne var ki, siz buna itiraz edip beni azarlamışsınız. Aynı şeyi diğer büyükler, GZ***** ve Hortlak, de yapmakta.

  229. 209 Necip’e Kısa Cevap 2

    Temel taş: GZ***** ve Hortlak gibi çok bildiğinizden çabuk sinirleniyorsunuz. Bir süre önce söylediğiniz “tek değişmeyen şey değişmek” lafınızı unutmayınız.

    “Heyecana kapılıp yazımdaki ‘Batılaşma dünyanın her yerinde oldu ve hepsinde, daha önceki Osmanlı sarayı reformları ve daha sonraki Marksizm gibi, başı elitler ele alıp çektiler.’ cümlemi görmemişisiniz.”
    ” Heyecana kapilmak degil; yazdiklariniz bazan o kadar alakasiz mugalatalarla bezenmis oluyor ki, …”
    Reform hareketlerinin Osmanlı sarayında başladı.
    Japonya’da İmparator Meiji, Rusya’da 1. Petro, Mısır’da Mehmet Ali.
    Güney ve Orta Amerika’da isimler uzun olduğunda kökenleri İspanyol veya Portekiz olan biri kadın biri erkek: Manuela Saenz ve Simón José Antonio de la Santísima Trinidad de Bolívar y Palacios.
    Başta Cezayir ve diğer Afrika ülkelerinde, sömürücülerin okullarında (yani sizlere Atatürk’ün ithal ettiği kurumlar sayesinde), sizler gibi sömürücü dili konuşan ama kendi yerli mallarını tercih edenler.
    Daha hemen Marks öldükten sonra bolluğa kavuşma dilinde sömürülenler değil sömürünün ne olduğunu bilenlerin işi becereceği fikirleri yeşermeye baladı ve Bolşeviklerle meyve verdi. Diğerlerini saymaya gerek yok galiba.
    1970’lerden şimdiye kadar Türkiye’de Marksistler, anarşistler, sağcılar hep kelli felli, iyi tahsilli, orta sınıftan çıkan ve mevcut düzende ikincil, önemsiz olanların dünyadaki benzerlerini taklit etmelerini inkar edemezsiniz.

    “..‘bir dirhem bal icin bir ceki odun yemek’e donusuyor.”
    Kızacağınızda korkarak hatırlatmak isterim. Tıp biliminde diğer bir yenilik veya değişme: Çoktan beri fiber yemenin sağlığa çok yararlı olduğu bulundu. Ondan beri keçi boynuzu (aman bu boynuz lafını ‘you know who?” heyecanlı anarşist duymasın) itibar kazandı. Siz geride kalmışınız.

  230. “Bunlar bildigimiz sakizlar.” ve benzeri falan filanlar.
    Atatürk zamanına uygun devrimleri yaptı ve sizlere bıraktı. Sizler devamını getirememişsiniz, gerekli değişmeleri yapamamışsınız. Şimdi de mız mızlık ediyorsunuz.
    Dünyanın en Büyük Devrimi’ni yapan, insan zaafını avucunun içi gibi bilen, çok daha büyük devrimci Bolşevik önder Lenin’den sonra gelenler de işi beceremediler. Aynı şey Mao için de geçerli.
    Hortlak teselliyi bakire Marksizm’de bulmuş. Zileli daha radikal. Hiç iktidar olmamış, lekesiz, bakire anarşistliğe, yani aynı ama farklı bolluk ideolojisine, sarılmış. Siz, bence, her ikisini de aşmışınız. Eğer gelin güvey olmuyorsam, dünza soruna teknisyen gözüyle bakıp, son zamanlarda tekrar hızlanan, yeniden doğan, sosyal bilimi doğa bilimine indirgeme trenine atlamışsınız. Üstelik artık fizik biyoloji ve jeoloji gibi zaman boyutu içinde ele alındığından simülasyona başvuruldu. Yani, fizik temel yasalarının ifadeleri olan sevgili denklemleriniz bile zaman içinde gelişmeye tabi tutuldu. Bu nedenden, stimülasyon sizi hoplatıp zıplatmış.
    Tabii, her ikisinde de asıl kaynak üs teknisyenler. Üsttekiler bu bilgileri sizin gibi alt teknisyenlerin kulaklarına fısıldarlar. Duyduğunuz seslerin hiçbir dış kaynaklardan gelmediğini, size özgü ve orijinal olduğunu sık sık iddia etmeniz, seslerin içinizden veya gaipten geldiğine inanmanız, seslerin ses hızından çok ışık hızıyla yayıldığından dolayı. Aynı şey, “conspire” olarak da bilinir. Neden?
    Bakalım “conspire” kelimesine:
    con- = beraber,
    inspire = nefes almak,
    O halde, “conspire” = beraberce nefes almak.
    Bilgilerinizin kutsal, gaipten geldiğini sanmanız tamamıyla hüsnü kuruntunuz, hayal gücünüzün aşırılığından değil, doğal bir olgu. Neden?
    inspire = from Latin inspirare from in- ‘into’ + spirare ‘breathe’. The word was originally used of a DIVINE OR SUPERNATURAL BEING’.
    Kısacası, teknisyen laik ruhunuza doğan ilhamlar hem sizin hem değil.

  231. “Bir süre önce söylediğiniz “tek değişmeyen şey değişmek” lafınızı unutmayınız.”

    Unutmam mumkun mu hic.

    Sagolsun, ‘hadis katip’lerim, kimbilir hangi baglamda soylemisimdir –farketmez– bana hatirlatirlar.

    Bu emeklerinizi icin, ben de, size, cenneti mujdeliyorum.

    Insaati bitmek uzere, peysaj da bittiginde size muhakkak leb-i derya bir kose ayiracagim.

    “Aynı titreşim veya alaktrik içinde miyiz?”

    Yok. Degiliz, tabii ki.

    Ama, bu, sizi ne zaman durdurabildi ki.

    “Benim tahminim seks ticaretinin işlem hacmi belki de eğitim ve hatta mutluluk ticaretini bile geçebilir.”

    Bence coktan gecmistir.

    Gecenlerde ciddi bir yazi okuyordum. Basligi, ‘Why does everyone on bilboards look like they want to fuck me’ idi.

    “Uzay Denklem simülasyonunuzu da ben bilim-teknik teknisyenlerin ilkesi ‘problem varsa, çözüm var’ genel çerçevesi içinde anlamıştım.”

    Yani, hic, nil, neine, zilch, sifir anlamissiniz.

    Uzucu tabii ki.

    Baska her turlu luzumsuz seyi okumus (fakat anlamamis) birisi icin, anlamayacak dahi olsa, okumamis olmasi uzucu.

    “Daha safça ifade edersem, modern bilimin en derin amacı, ileriyi bilerek kontrol altına almak.”

    Hmmm.. Bak sen su ‘modern bilim’ yaramazinin haltina.

    ‘Kadim bilim’ oyle miydi hic?

    Onlar, gokyuzunu sirf zevk olsun diye tarassut ederlerdi.

    Di mi?

    “1970’lerden şimdiye kadar Türkiye’de Marksistler, anarşistler, sağcılar hep kelli felli, iyi tahsilli, orta sınıftan çıkan ve mevcut düzende ikincil, önemsiz olanların dünyadaki benzerlerini taklit etmelerini inkar edemezsiniz.”

    Edemem de, o tarihten once dunyayi pek de tanimiyordular. Tanimadiklari, bilmedikleri dunyanin nesini, nasil taklit edeceklerdi?

    Yani, Kuba’dan ya da, mesela, Cekoslovakya’dan filan bir ‘şilt’ veya ‘mansiyon’ gelirse bir ‘aydin’imiza ancak oyle anliyorduk o kisinin gercekten bir ‘aydin’ oldugunu..

    Ve, yarabbi, Kuba’da ne de cok ‘şilt’ uretilirmis o devirlerde. Epeyi zamandir biraktilar o isi; boylece tescilli aydinlarimiz kayboldu.

    Cekoslovakya’da hic yok bunlar. Cekoslovakya yok da ondan belki.

    “Çoktan beri fiber yemenin sağlığa çok yararlı olduğu bulundu. Ondan beri keçi boynuzu (aman bu boynuz lafını ‘you know who?” heyecanlı anarşist duymasın) itibar kazandı. Siz geride kalmışınız.”

    Evet, evet. Ben geride kaldim.

    Organik ayaklarina icinde kurt olan meyvelere filan pek itibar etmiyorum. Koy yumurtasi diye uzerine tavuk boku sivanmis yumurtalara da oyle.

    Kisacasi, benim devrim gecti. Apartman cok yuksek olmasa, papuclarimi kendi elcagizimla dama atacagim.

    “Atatürk zamanına uygun devrimleri yaptı ve sizlere bıraktı. Sizler devamını getirememişsiniz, gerekli değişmeleri yapamamışsınız. Şimdi de mız mızlık ediyorsunuz.”

    Evet. Oyle vefasizliklarim, sukursuzluklerim oluyor bazan.

    Kendisi zurriyetsiz olan (Abdurrahim Tuncak konusunu acmayalim simdi) birisine atfen ‘olmasaydin olmazdik’ diyemiyorum.

    Benden adam olmaz.

    Biliyorum.

    “Siz, bence, her ikisini de aşmışınız.”

    Iki mi sadece?

    “Bu nedenden, stimülasyon sizi hoplatıp zıplatmış.”

    Ne?

    ‘Stimülasyon’ da nereden cikti?

    Kim uyardi beni de farketmedim.

    Boyle bir sey benim meshur hedonistligime halel getirir.

    Kabul edemem.

    “Bakalım “conspire” kelimesine:”

    Lazim degildi; ama, madem zahmet ettiniz; baktim.

    Onemsemeden gectim, tabii ki.

    Ama, madem etimoloji sizi cezbediyor; bir ‘muntehir’ kelimesini aciklasaniz diyorum.

    “Kısacası, teknisyen laik ruhunuza doğan ilhamlar hem sizin hem değil.”

    Bu tespitiniz hem isabetli hem de degil.

  232. Türkiye, İslam ve Kapitalizm

    Endüstri devrimine kadar dünya diğer bütün ekonomik kesimlerin temeli tarımdı. Ticaret de diğer temel kesimdi.

    Çin, Hindistan ve İslam, her iki kesimde büyük gelişmeler kaydettiler.

    16. ve 17. yüzyıl Avrupalı seyyahları, Çin, Hindistan ve Müslüman ülke toplumların ekonomi ve kültürel yaşamlarından hayranlıkla bahsederler. Aydınlık devri, modern bilimin gelişmesi ve ardından gelen teknolojik değişmelerden geçen 18. ve 19. yüzyıl Avrupa seyyahlarıysa, aynı toplumları entelektüel ve ahlaki alanlarda aşağı gördüler; durgun, ölü, cansız buldular.

    Çin, Hindistan ve İslam kapitalizme geçmeyi ve dolayısıyla modern bilim ve teknolojide ilerlemeyi neden başaramadılar? Neden geride kaldılar?

  233. “… seks ticaretinin işlem hacmi …”
    “Bence coktan gecmistir.”
    Bir teknisyenin etkililik ve optimization fırsatını elden kaçırması affedilemez, hem sıkı rekabet de var. IQ’nüzü stimülasyon eder ve sidik yarışı size canlılık kazandırır. Sayılmaz sayıda ölüme neden olan petrolle çalışan otomobil alış satışın vicdanızdaki lekelerden de kurtulmuş olursunuz. “Make love not war”, “jimnastik iyi, otomobil kötü”, “iki ayak iyi, dört ayak kötü”, “ayak doğal, tekerlek yapay” gibi reklamlarla ekoloji+sağlık akımına katılırsınız.

    “Gecenlerde ciddi bir yazi okuyordum. ‘Why does everyone on bilboards look like they want to fuck me’”
    Dünyada en ciddi şey hayatınızı adadığınız alış-veriş! Unuttunuz mu? Her reklamda aynı başlık var. Siz hep geç uyanıyorsunuz (GZ’nin kadınlara da boynuzlu olma hakkını vereli ‘boynuzlu’ kelimesini kullanmak zor oluyor). Her neyse, günaydın!

    ‘Yani, hic, nil, neine, zilch, sifir anlamissiniz.’
    Orijinal olmak arzunuzu anlıyorum. “Problem varsa, çözüm var” teknisyen ilkenizi “çözüm yoksa, problem yok” yani, ‘boşuna dert edinmeyin’ biçimde düşünün, hazmı daha kolay olur, yutarsınız.

    Modern bilim bilginizin sıfır oluşunu daha önce de tespit etmiştim ama en basit fizik yasalarını bile anlamamışsınız. Saman (= sidik yarışı) için eşeklik numarası yapıyorsunuz. Modern bilim babalarınızdan biri ne demiş? F=m1*m2/r*r. Odada kitlesi 1 kg saman var. 10 kg kitlelil Necip samanına kavuşmak için odaya girer. Bir otomobil tüccarının, samanın 1m uzaktan kendine doğru saniyede 10 m/s hızla yaklaşacağını bilmemesi çok ayıp. Orijinal, aşırı ve azılı anarşist olmak için kendinizi çok sıkıyorsunuz. ‘Kadim bilim’ bilgi başka modern bilim başka. Sidik yarışı sizi çılgınlıklara sürüklüyor. Tabii, bir ihtimal daha var: Ünlü “iktidar teoriniz”. Bebek “kadim bilim” ile annesinin memesine erişir emer. O halde modern bilim de, aynı iktidarlık gibi, her zaman vardı. Bu sütü bol inek “iktidar teori”niz gurularınızın TEO (theory of everything) yerine bile geçebilir. Ontolojide anneye, yani insanın doğuşuna, varoluşuna bağladığınız “iktidar teorisi” ile epistemolojide “bakın görürsünüz” teoriniz, Her Şeyi İçeren Teori’niz (HŞİT’iniz), dünyada çığır açar.

    “Edemem de, o tarihten once dunyayi pek de tanimiyordular. Tanimadiklari, bilmedikleri dunyanin nesini, nasil taklit edeceklerdi?”
    Yine orijinal olma ve sidik yarışına katılmak için acele etmişiniz. Yine gözden kaçırmşsınız! Yine anlamadan konuşmuşsunuz! Bakın ben sizin gibi hava atmıyorum, anlamadan konuştuğunuzu ispat ediyorum! Yazdığımı tekrar okuyun. “… MEVCUT DÜZENDE İKİNCİL, önemsiz olanların DÜNYADAKİ BENZERLERİNİ TAKLİT etmelerini inkar edemezsiniz.”
    Yani sizin üstün teknisyenleri taklit etmeniz gibi. Tabii, bunu kendinize yedirmek istemeyeşinizi anlıyorum. Önce Atatürk, sonra Marks sizi çok fena belledi. Merdivenin üstündekilerin k*çında akanlar sizin üzerinize yağıyor, siz de alttakilerin üzerine yağdırıyorsunuz. Unutmayın! İktidarsız toplumlarda BİZ, sizin gibi iktidarlı toplumlarda TEK. İktidarlı toplumlarda, her alanda, TEK hariç geri kalanların aşağılık duygusu içinde kıvrınması, orijinal olmak için kafayı yemeleri, kendilerini sidik yarışı içinde kaybetmeleri sonsuz doğal.
    Sizin gibi teknisyen olduğundan gurur duyan bir kişinin “icinde kurt olan meyve”, “tavuk boku sivanmis yumurta” gibi şeyleri denemeden reddetmesi tuhaf. Kurtların bol proteinli olduğu, sidikte kaynatılan yumurtaların ömrünüzü uzatacağını Uzay Zeka stimülasyonı yapan gurunuz astro-biologist Caleb Scharf savunmakta. Astroda biyolojist Caleb, kurt, yumurta, böcek, deniz yosunu falan filancı. Ama belki benim sizi uyarmamla herifin şarlatan olduğunu anladınız. Daha birkaç ay önce uzayda seyahat, allahlaşma, klonunuzu yaptırıp ölümsüzlük kazanmak gibi şeylerin stimülasyonuyla hoplayp zıplıyordunuz.

    Şimdi de, ” Evet, evet. Ben geride kaldim.” ve “Kisacasi, benim devrim gecti.” gibi morukluk numarası yapıyorsunuz.
    Yine gelin güvey olayım. Siz önce sol devrimci, sosyalist, marksist, komünist gibi sosyal dünya teknisyen-mühendis şarlatanlarının elinde hayal kırıklığına uğramış, hayal dünyanızı değiştirmişsiniz. Şimdi de kendinizi adadığınız daha güvenilir, daha sağlam, deneyler ve ispatlara dayanan doğa bilimlerinin de laf kalabalığı olduğunu kabullenir gibisiniz. Unuttuğunuz bir şey var. Bu salt size has bir hastalık değil. Kişi, hangi sağ/sol/bilimsel/teknik/sosyal/doğal, ideolojiye inanırsa inansın, ortak olan bolluk ve tüketicilik. Tüketici yedikçe daha çok yemek ister, yiyince daha çok şişmanlar, şişmanladıkça daha çok yemek ister. Tüketiciliğin diğer adı, asla tatmin olamamak.

  234. Kâbe'de erkek hegemonyası

    Hacda tacize uğrayan kadınlar seslerini yükseltiyor.

    2017’nin en etkili toplumsal olayları arasında ‘MeToo (Ben de)’ hareketinden sonra, Müslüman kadınlar hacda ve İslam için kutsal olan mekânlarda yaşadıkları cinsel taciz vakalarını ‘MosqueMeToo’ etiketiyle anlatıyor.

    ‘MosqueMeeToo’ bir kadının hacda yaşadığı tacizi Facebook’tan duyurmasıyla etiket hâline geldi. Ancak Pakistanlı kadın hesabını kapattı ve konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: ‘Tacize karşı sesimi yükselttiğim için aile içinde çok fazla sorunla karşı karşıya kalıyorum.’

    ‘Deutsche Welle (DW) Türkçe’nin haberine göre, ‘MosqueMeeToo’ etiketi binlerce kez paylaşılırken, aktivist ‘Mona Eltahawy’ yaşadıklarını anlattı. Eltahawy, ‘1982’de hacda tacize uğradım. Hacer-i esved taşını öpmek için eğildiğimde, Suudi bir polis memuru göğüslerimi elledi. Hiç kimseye anlatamadım. Yaşadıklarımı başkalarına anlatmam yıllar aldı.’ dedi.

    Eltahawy’nin yaşadıklarını anlattığı video:

    ( https://www.youtube.com/watch?v=0Ka387LwRcE )

    Necip’in bakış açısına göre:

    Kâbe’yi tavaf eden kadınların, makbul görMEdikleri erkekler tarafından taciz edildiği için, mutsuz, isyankâr olmaları normal bir durum, yani, o kadınların o erkekleri makbul görMEdiği hâlde o erkekler tarafından taciz edilmesi normal bir durum, o kadar abartMAmak lazım.

    O kadınlar, makbul gördükleri erkekler tarafından taciz edilseydi eğer, o vakit o kadınlar mutlu olurlar, hiç isyan etmezlerdi, ve hâttâ ‘Hacer-i esved taşının önüne geldiklerinde erkeklerin tacizleri neticesinde, o kadınlar, biyolojik depreşmenin beyinlerindeki karar alma mekanizmasını harekete geçirerek, eşleştikleri erkeği nihayet buldukları düşüncesi ile, Kâbe’ye yakın bir otel odasında ilişkiye bile girebilirler, yanl, makbul gördükleri erkekleri o an kafesleyebilirlerdi. Hem Kâbe ziyareti ile dini vecibelerinden birini yerine getirmiş, hem de müstakbel kocaları ile ilk birlikteliklerini dinen kutsal bir coğrafyada yaşamış olarak, bir taşla iki kuş vurmuş olmanın verdiği (Kuş 1: ‘Hacı olmak’ & Kuş 2: ‘Eşleştiği erkeği, Kâbe’yi tavaf ederken tacize maruz kalarak bulmak’) heyecanla mutlu mesut bir şekilde, ülkelerine dönebilirlerdi.’

    Sonuç budur.

    ‘Erkek hegemonyası’ diye bir şey yoktur.

    Necip haklıdır.

    Şimdi dağılabilirsiniz, hadi kış kış.

  235. Bayan voleybol takımının vücut hatları

    ERKEK HEGEMONYASI:

    ‘ARTİSTİK BUZ PATENİ BUZ DANSI’NA KATILAN (DEVŞİRME) BAYAN SPORCUMUZUN VÜCUT HATLARI BELLİ OLUYOR

    2018 Kış Olimpiyatları devam ediyor.

    Uluslararası basın, sporcularımızın giydiği kıyafetlerden rahatsız olmuş. Haberin başlığı, ‘Uluslararası basında Türk çiftin kıyafetlerine eleştiri’ şeklinde. Haber spotunda ise ‘Uluslararası basında konuşulan tek konu, çiftin, seçtikleri kıyafetlerdi’ ifadeleri yer alıyor.

    ‘Artistik Buz Pateni Buz Dansı’nda yarışan sporcularımız ‘Alisa Agafonova’ ve ‘Alper Uçar’, serbest programda 20 yarışmacı arasında. Batının gözüne batan, buz dansı sporcularının giydiği kıyafetler. Birisi devşirme, Türk sporcuları neden bu kadar kapalı giyinmiş(miş). Uluslararası basının isyan bayrağı açtığı konuyu araştırdığımızda, çiftin giydiği kıyafet, bize göre tam tersi, hiç ‘kapalı’ değil, ‘açık’. Her iki sporcumuzun müsabakadaki görüntülerini gördüğümüzde, kıyafetin ‘kapalı’ serzenişi, tamamen haçlı anlayışın yansıması. Ülke olarak, bizim ‘Artistik Buz Pateni Buz Dansı’nda ne işimiz olabilir? Milli ve manevi değerlerimizle örtüşmeyen bu tür branş ve kıyafetlerin sonunu getirecek en kestirme ve kesin çözüm, bu kategoride yarışmalara katılmamak!

    Toplumun ahlâkını bozan birçok yabancı site ‘Kış Olimpiyatları’nın en seksi sporcuları’ başlığı altında sergilerken, onların ülkemizdeki borazanlığını yapanlar da boş durmuyor. Organizasyona katılan sporcuların ‘müstehcen’ fotoğraflarının albüm hâlinde yayınlanması, rezaletin boyutunu gözler önüne seriyor. Demek oluyor ki, onlar için önem arz eden, bir toplumun, o toplumun dini inanç ve kültürünün, ‘spor’ adı altında nasıl yozlaştırılabileceği. Özellikle bayanların ön plana çıkarılmaya çalışıldığı ‘jimnastik’, ‘atletizm’, ‘güreş’ ve diğerleri.

    VAKIFBANK’IN BAYAN VOLEYBOL TAKIMINDAKİ SPORCULARIMIZIN VÜCUT HATLARI BELLİ OLUYOR

    ‘Vakıfbank’ ülkemizin ayakta kalan ve saygınlığı olan sayılı devlet, kamu bankalarımızdan. Bu bankanın bir de bayan-kadın voleybol takımı var. Bayan elbette spor yapmalı ama, voleybol ve benzeri branşlarda giyilen ‘kıyafetin’, vücut hatlarının ortaya çıkarılmasının nasıl bir izahı olabilir?

    Şunu da hatırlatayım, kaynağı ülkenin öz sermayesi olan Vakıfbank’ın reklama ihtiyacı yok ki. Dolayısı ile bu ‘bayan’ takım bence yanlış.

    Bu vesileyle Cuma günümüz mübarek olsun inşallah.

    (Ahmet Gülümseyen, ‘Yeni Akit’ gazetesi, 23 Şubat Cuma)

  236. Erkek hegemonyası ve 'Helal otel'

    ERKEK HEGEMONYASI:

    Türk Standardları Enstitüsü (TSE), haremlik-selamlık yaş standardını ‘6 yaş’ olarak belirledi.

    ‘Helal hizmet’ verecek oteller için standartları belirleyen bir kitapçık hazırlayan TSE, ‘helal otel belgesi’ almak isteyenlere yönelik parayla satılan ‘Helal Yönetim Sistemi’ başlıklı bir kitapçık hazırladı.

    Otellerin ‘helal hizmet’ verebilmesi için şartların sıralandığı kitapçıkta tartışma yaratacak bir madde yer aldı. TSE’nin helal hizmet kitapçığında ‘6 yaşın üzerindeki çocukların da hemcins ayrımına riayet edilmelidir.’ denildi.

    MÜZİK VE EĞLENCE PROGRAMLARININ İSLAM AHLAKINA UYGUN OLMASI GEREKİR

    KADINLARA KADIN ANİMATÖR, ERKEKLERE ERKEK ANİMATÖR SAĞLANMALIDIR

    TSE’ye bağlı ‘Helal Teknik Komitesi’nce hazırlanan kitapçıkta, müzik ve eğlence programlarının da ‘İslam ahlakına uygun olması’ gerektiği ifade edilirken, otele getirilen sanatçıların da ‘İslam ahlakına uygun kıyafet giymeleri’ ve ‘İslam ahlakına uygun şarkılar söylemeleri’ şart koşuldu. Kadınlara kadın, erkeklere de erkek animatörlerin hizmet vermesi talep edildi. Yine kadınların güneşlenirken görünmemeleri için önlemler alınması, pisuvarlarda da mahremiyeti koruyacak önlemler alınması istendi.

    Otelin ‘helal şartlara’ uyup uymadığı da kurulacak bir ‘Helal Yönetim Sistemi ekip lideri’ aracılığıyla izlenecek. TSE’nin bu şartlarını taşımayan işletmelere yetki verilmeyecek.

    OTELLERDE KULLANILACAK ‘HELAL KOZMETİK ÜRÜNLERİ’

    Ayrıca, otelde kullanılacak sabun ve şampuanların, ‘helal kozmetik’ ürünleri olması gerektiği belirtildi.

    Kriterler:

    Cuma namazı otel mescidinde kılınmıyorsa, camilere ulaşım sağlanmalı.

    Tuvaletler insanın ön veya arkası kıble istikametinde olmayacak şekilde konumlandırılmalı.

    Kadınlar için ayrılmış havuz ve güneşlenme alanlarının etrafı kapalı olmalı ve mekan dışarıdan görünmemeli.

    Mahrem bölgelerde (odalar, duş yeri, havuzlar, vb.) görüntü ve ses kaydı yapılmamalı.

    Erkek ve kadınların ayrı bulundukları mahrem mekanlarda hemcins personelin hizmet etmesi sağlanmalı, karşı cinsten personel girişi engellenmelidir.

  237. Özgecan Aslan & Erkek hegemonyası

    11 Şubat 2015’te, Mersin-Tarsus’ta, üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’a tecavüz etmek isteyen, Özgecan direnince bıçaklayarak ve kafasına levye ile vurup öldürdükten sonra babası ve arkadaşıyla Özgecan’ı yakan Suphi Altındöken’in arkadaşı Fatih Gökçe, jandarmaya şu ifadeyi verdi:

    Olay günü 20.30 sıralarında 6-7 yıllık arkadaşım Ahmet Suphi telefonla aradı, ‘başım belada’ dedi. ‘Ne oldu hayırdır?’ diye sordum ama cevap vermedi. Bana, ‘Yenimahalle’de Dörtyol’un oradayım. Boş bir şişeye 5 TL’lik benzin getir.’ dedi. Sonra yine aradı, ‘Geminin oradan bir cono aldım. Yüzüme biber gazı sıktı. Ben de konsüldeki bıçağı salladım. Biraz da boğuştuk. Arkada yatıyor, ölük.’ dedi.

    Kesin ölü olup olmadığını bilmiyordum. Hâttâ ‘götür hastaneye bırak, kaç’ dedim. Dediği yere gittim, arabanın arkasına baktım ama göremedim. Arabada yoğun kan kokusu vardı. Yolda bana ‘birini ara da benzin iste’ dedi. Ben de Osman’ı arayıp istedim. Bu sırada alkollüydüm. Saat 18 civarında 3 tane bira içmiştim. Osman, 5 dk sonra 5 TL’lik benzin getirdi. Biz üniversitenin orada arabada oturuyorduk. Araçtan inip benzini aldım ve Suphi’ye verdim. ‘Eve gidiyorum, seni ararım.’ dedim.

    Yarım saat oturdum evde, sonra yine telefon açtım. Suphi, babasının telefonundan beni aradı, evlerine gelmemi söyledi. Kendi otomobilimle gittim. TOK otobüsü evlerinin kapısının önünde duruyordu. Aracımı yanına çektim. Otobüsün başında kimse yoktu. Ben kapıya doğru giderken, Suphi ve babası çıktı, Suphi üstünü değiştirmişti. Rahat ve bol bir kıyafet giymişti. Babası da pantolon, gömlek ve yelek giymişti. ‘Burada arabadaki kıza ne yapalım?’ diye konuştular. Suphi, ‘Halı gibi bir şeye saralım, bir yerde bekleyelim.’ dedi.

    Özgecan Aslan’a tecavüz etmek isteyen, genç kız direnince de vahşice öldüren Suphi Altındöken, tutuklandığı mahkemede ifadesini değiştirerek, ‘tahrik’ hükümlerinden yararlanmanın altyapısını oluşturmaya çalıştı. Altındöken’in ifadelerinde bir detay daha ortaya çıktı: ‘Özgecan’ın ellerini daha canlıyken kestiğini’ söyledi.

    Olay yerinde yapılan incelemede Özgecan’ın cesedinin yanında bulunan iki elinin de büyük oranda yandığı belirlendi. Sorgu sırasında, ‘Özgecan’ın ellerini neden kestin?’ sorusuna soğukkanlı yanıt veren Suphi Altındöken, ‘Boğuşma sırasında yüzüme tırnaklarını geçirdi. Ben de tırnaklarının arasında DNA örneğim kalmasın diye kestim.’ yanıtını verdi.

    ‘Ben, babam ve Fatih, arabanın yanında ne yapacağımızı konuştuk. Fatih, ‘Çuvala koyalım, birkaç gün saklayalım, sonra icabına bakarız.’ dedi. Ben de ‘o kadar uğraşmayalım’ dedim. Ellerini kestiğimizde bayanın hırıltılı sesleri vardı. Sonra araca bindiğimizde ses kesildi. Üniversitenin oraya geldiğimi Fatih’e babamın telefonundan mesajla bildirdim. Fatih’in arabasını gördüm, onu takip ettim. Tam olarak yerini bilmediğim bir yerde durduk. Bu esnada babam şaşkın şaşkın duruyordu. Köy yollarından eski Ankara yoluna çıktık. Fatih, aldığı benzini bidonla bana verdi. Onun gösterdiği yerden ormanın içine girdim. Fatih, jandarmanın gelip gelmediğini kontrol ediyordu.’

    ‘Anayoldan görünmeyen bir yerde durdum. Babam araçtan inmedi. Bayanı ayaklarından sürüyerek indirdim. Aşağıda uçurum vardı, kenarına bıraktım. Kendisi kayarak 5-10 metre gitti. Tekrar yanına gittim, biraz itekledim. Yoldan 10-15 metre aşağı indim. ‘Baba benzin dolu şişeyi ver.’ dedim. Babam, 5 TL’lik küçük benzin şişesini ve çakmağı uzattı, yaktım.’

    [ http://www.milliyet.com.tr/ozgecan-aslan-icin-kadinlardan-gundem-2013849/ ]

    Necip’in bakış açısına göre:

    Özgecan Aslan, makbul görMEdiği Suphi Altındöken’in tecavüz girişimine direndiği için elleri kesildi, vücudu benzinle yakıldı, öldürüldü, bu normal bir durum, yani, Özgecan’ın Suphi’yi makbul erkek olarak görMEdiği hâlde Suphi tarafından öldürülmesi normal bir durum, o kadar abartMAmak lazım.

    Özgecan Aslan, makbul gördüğü bir erkek tarafından ilişkiye girseydi eğer, elleri kesilmezdi, vücudu benzinle yakılmazdı, öldürülmezdi, yani ‘TOK otobüsünün şoförü Suphi Altındöken’i değil de bir ‘başka’ erkeği makbul görseydi Özgecan Aslan, biyolojik depreşmenin beynindeki karar alma mekanizmasını harekete geçirerek, eşleştiği erkeği nihayet bulduğu düşüncesi ile, o ‘başka’ erkekle ilişkiye bile girebilir, makbul gördüğü o ‘başka’ erkeği o an kafesleyebilirdi.’

    Sonuç budur.

    ‘Erkek hegemonyası’ diye bir şey yoktur.

    Necip haklıdır.

    Şimdi dağılabilirsiniz, hadi kış kış.

  238. “‘Erkek hegemonyası’ diye bir şey yoktur.

    Necip haklıdır.”

    Yok, yok. Tabii ki, hakli degildir.

    Hakli olmadigini ispatlamak icin de, 85 milyonluk ulkede, senede 10, 20, 30 ya da 100 tane olayi alip kalkariz ve demagojik lagalugalarla yetiniriz.

    Bu arada, kadinlarin da erkeklere siddet uyguladigi ornekler olursa, bunlari ya yok sayariz, ya da istisnai der geceriz. Butun kadinlar melektir, cunku.

    Neyse.

    Benim asil merak ettigim, bu kampanyadan neyin murat edildigidir?

    Yani, nasil onune gecilecegi konusunda ele gelir bir tedbir onerisi var midir; yoksa bu kafa sisirmeler sonsuza kadar devam mi edecek?

    O yuzden, dogrudan soruyorum:

    Nedir istenen?

    1) Ekekleri (fitraten egemen ve dolayisi ile suclu olduklari icin) cinsiyet degisimine mi tabi tutalim?

    2) Ekekleri (fitraten egemen ve dolayisi ile suclu olduklari icin) hapiste mi tutalim?

    3) Ekekleri (fitraten egemen ve dolayisi ile suclu olduklari icin) hadim mi edelim?

    4) Ekekleri (fitraten egemen ve dolayisi ile suclu olduklari icin) dogar dogmaz oldurelim mi?

    Evet, bunlardan birisi mi; yoksa baska daha yaratici bir oneriniz var mi?

    Yoksa bu kafa sisirmeleriniz sonsuza kadar devam mi edecek?

  239. Necip'in Erkek Hegemonyası

    “‘Erkek hegemonyası’ diye bir şey yoktur. Necip haklıdır.
    Necip’i yanlış anlamışsınız.
    Necip, lügatsel, ansiklopedik, bilimsel, tarihsel sorular sorarak, bizleri konuyu çok daha boyutlu düşünmeye davet ediyor.
    Salt ‘erkek’ kelimesinin sakladığı sırlar kitaplar doldurur.
    Erkek ne demek? Kadından farkı ne? Eşitlik ne demek? Necip’in uzun kamışıyla Freud’un her zaman erkek olmak isteyen ama olamayan kadında bulduğu kısa kamış aynı uzunlukta mı? Eşit mi? Erkek ne zaman erkek oldu? Anaerkek ne zaman babaerkek oldu? Erkek, ‘er’+’kek’ mi? Bu ‘er’, er-doğan kelimesindeki ‘er’ ve Arapça ‘er’, yani erkeğin kamışı, aynı mı? Necip’in baktığı yerden, Er-doğan’ın ‘er’i doğal olarak doğuştan gelme.
    Arayan helasını da, belasını da bulurmuş.
    Necip Hoca bizi uyarmıştı: ” bu konuda onceden belirlenmis bir ‘tanim’la yola cikmanin neden sakat olabilecegine iyi bir ornektir.”
    Siz “Erkek hegemonyası”nı aramışsınız, belanızı bulmuşsunuz. Hocamız helada arar, b*kundaki boncuklarda bulur. Eskiden Allah, sırrını mağaralarda açıklardı. Şimdi bolluk ve tüketicilik devrinde yaşıyoruz, Necip gibi laik peygamberler, sesleri sık gittikleri helada işitiyorlar.

    Üstelik, kimmiş bu aktardıklarınızı yazanlar? “Erkek hegemonyası” simülasyonu yapmışlar mı? Trigonometri biliyorlar mı? Anal-itik allahımı biliyorlar mı? Asal sayıları biliyorlar mı? Allah gibi ebedi bir varlık olan İktidar’ı biliyorlar mı? Uzay Zeka’nın ne olduğunu biliyorlar mı?

    Hz Ömer’in kütüphanedeki kitaplar için dediği: “Ya yazılanlar Kuran’da, o halde gereksiz, yakın gitsin; ya da yok, o halde yazılanlar yalan, yakın gitsin.”
    Necip hocamız, baktığı yerden, bu eşsiz hikmeti laik ve güncel etmiş.

    Bir ihtimal daha var.
    Bu sitede akıl yürütme göklere çıkarılıyor ama akıl yürütme aracı mantık sıfır.
    Soru: İnsanlar üzerinde kurulan hegemonya kimin elinde? Cevap: Bilim-teknik alanında başarılı olanların.
    Soru: Bilim-teknikte ilerlemeyi kimler yaptı?
    Cevap: Erkekler.
    O halde, ‘Erkek hegemonyası’ doğal, normal, mantıksal, akla uygun.

    Ama çok daha dikenli bir sorun da var.
    “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…”
    Soru: Medeniyet, kapitalizm, bilim-tekniğin başını kimler ellerinde tuttu ve çekti?
    Cevap: Erkekler.
    O halde, neden erkeklerle eşit olmak, aynı haklara sahip olmak istiyorsunuz? Neden daha değişik bir dünya kurmak istemiyorsunuz?
    Geri kalmışlığın zararları mı?
    Kadın hareketi başladığından kısa bir süre sonra ıslah edildi. Hareket bu sitedeki gibi devrim=bolluk=bol tüketim dininin mensupları orta sınıf devrimcilerin eline verildi.
    Arkadaşlar, çıkardıkları aylık gazetenin ilk sayfasında sahte bir resim ve söyleşi yayınladılar. Bir kadın, kirasını ödeyemediği için ev sahibi tarafından evden atılmış, eşya ve çocuklarıyla sokakta. Kadın, “ev sahibi kadın olduğu için beni rahatsız etmiyor” der.
    Kadın hareketini başlatanlar düzende yer almak değil, hem kadınlar hem de erkekler için, düzeni yıkmak istediler.
    Daha somut olayım.
    Kadın polis oldunuz ve amiriniz bir mağazadan gıda çalanı yakalamak için sizi oraya gönderir. Hayır diyecek cesaretinizin olmayışı beni şaşırtmaz. Erkek polisler de aynı nedenden hayır diyemediler ve benzeri nedenlerden düzeni elinde tutanların dünya görüşüne katıldılar. Kapitalistler endüstride çalışan erkek işçileri “ekmek kazanan” fakına bastırıp kafalarını şişirdiler. Marks bile kadınların tarih boyunca ve kapitalizmde – özellikle Marks’ın allahı kapitalizm mantığı içinde, doğum ve çocukları yetiştirme, ev ve yemek işleri, seks ihtiyaçlarına uymak gibi ücretsiz çalışmayla – ekonomideki sonsuz önemli rolüne uyudu.
    İşte size, düzene uymanın yarattığı “hegemonya” kurma tuzağına düşmeye basit bir örnek.

  240. Necip çok haklı

    “Hakli olmadigini ispatlamak icin de, 85 milyonluk ulkede, senede 10, 20, 30 ya da 100 tane olayi alip kalkariz …”
    Fazlası olduğunu kanıtlamada hangi kaynakları kabul edersiniz? İstatistik mi istiyorsunuz? Kapı kapı dolaşıp soralım mı? Üstelik, daha önceden tanımlanmış, belirlenmiş sorularla bilgi aramasını yasakladınız. Önceden belirlenmemiş soru yoksa karşımıza çıkana ne soracağız? Koyduğunuz soru sorma yasağından dolayı sosyal medya ve/veya İnternet’te de ne soracağımızı bilmiyoruz.
    Daha da vahim problemler var.
    Bu sitede ” Sahte itirafları Neden Kabul Ettiler?” yazısıyla dile getirilen ve dünya tarihinde, toplumlarda çok sık rastlanan korku, ideolojik nedenler, inançlar hakikati saklamaya, görmemeye neden oluyor. Örneğin, taktığınız at gözlüğünüzden dolayı durmadan palavra savuruyorsunuz. 5 yüzyıl önce bir avuç salak, ‘dünya güneşin etrafında dönüyor’ dedi. Sizin gibi yüksek zekalılar bunu yutmadılar.

    Evet kadınların uyguladığı şiddet var. Benim başıma geldi. Bir kadıncının öğüdüne uyup ev işlerinde karıma yardım etmek istedim, yemekten sonra bulaşıkları yıkamaya kalkıştım. Karım, “Ulan sen kılıbık mı oldun? Git kahveye, ben de rahat rahat işimi yapayım” dedi.

    “… kadinlar melektir …”
    Kadın melek olamaz. Melek ya erkek veya cinsiyetsizdir.
    Her 4 sorunuzu sidik yarışının heyecanıyla veya helada b*kunuzda bulduğunuz boncukların pırıltısıyla daha önce yazdıklarınızı unutuvermişiniz. Dahilik, devamlı gaipten ses duyma zor olmalı.

    “Anaerkil topluluklarin var oldugu zamanlarda, kadinlarin erkeklere nasil (ne gozle) baktigini bilmiyoruz. Ama, cok da farki olmasa gerek.
    Daha sonra, ne oldugunu ben de cok merak ediyorum; ataerkil toplumlara donustuk.
    Kadinlar, erkekleri, ‘omur boyu istihdam kaynagi’ (‘provider’ yani ‘teminci’?) olarak gormege basladilar.
    ‘Provider’ (‘teminci’?) olunca, yani ‘veren el’ olunca, haliyle, ‘alan el’den ustun saydilar kendilerini.
    Ataerkillige neden gectigimizi bilmiyorum; ama, onemli bir seylerin optimizasyonu sonucunda oldugunu dusunuyorum.”

    Yukarıda yazdıklarınızda ima ettiğiniz değişmeler fıtrattan mı yoksa sizin fıttırmanızdan mı? Sonsuz zekanız mahsulü “değişmeyen tek şey değişim”, daha doğrusu “değişmeyen tek şey Necip’in zırvalamaları” ilkenize ne oldu? Fıtrat değişiyor mu? Değişiyorsa, hangi nedenlerden değişiyor? Genetik veya diğer azılı anarşist Zileli’nin kibar ve ‘politically correct’ döner merdiven mutasyonu mu?

  241. “İşte size, düzene uymanın yarattığı ‘hegemonya’ kurma tuzağına düşmeye basit bir örnek.”

    Yazi dediginiz iste boyle olacak…

    Fikrin her ikliminde azicik konaklayip yuvarlanan tas misali..

    Okurken kesin egleneceli oluyor ama besleyici degeri yok.

    Ne gam.

    O kadari da olmayiversin.

  242. “Fazlası olduğunu kanıtlamada hangi kaynakları kabul edersiniz? İstatistik mi istiyorsunuz? Kapı kapı dolaşıp soralım mı?”

    Walla.. kime ne soracaksiniz, ben karismam.

    Benim gozlemlerim bu konudaki iddialari desteklemiyor.

    Mesela, ya dairedeki kadinda da, ust ve alt katlardaki kadinlarda da herhangi bir erkek egemenligi sozkonusu degil.

    Muhtar emmiye de sordum, o da boyle bir seyden haberdar degil.

    Bu mahallede yoksa, by the law of averages, baska mahallelerde de en cok burasi kadar vardir –hence we prove that Jesus must have been Chinese. QED.

    “Evet kadınların uyguladığı şiddet var. Benim başıma geldi.”

    Sirf sizin mi?..

    Su siralar bir yerli dizi var, beni de bulastirdilar, haftada bir yuz kusur saat suren bolumlerini izleyerek helak oluyorum –sosyolojik analiz yapabilmek ugruna nelere katlandigima iyi bir ornektir: ‘Ufak Tefek Cinayetler’ [UTC].

    Tamam, maddi acidan biraz ‘ust seviye’yi yansitiyor; ama, onlar da yurdum insani ve orada zerre kadar erkek egemenligi sozkonusu degil. Tersine, zenneler herifleri parmaklarinda oynatiyorlar.. Erkekler, olsa olsa, damizlik filan sadece.

    Ulkemin gerceklerini Fransa’da surada burada bin sene once yasamis dandik ve telaffuzu zor isimlerin yavelerinde degil, boyle hakiki kaynaklardan ogrenmeniz gerekiyor.

    “Bir kadıncının öğüdüne uyup”

    Bu ‘kadıncı’ da nasil bir sey oluyor? ‘On-demand delivery’ filan mi yapiyor? Bakmayali ne meslekler turemis ya hu..

    “Kadın melek olamaz. Melek ya erkek veya cinsiyetsizdir.”

    O sizin dediginiz Melek v1.x

    Biz su anda Melek v4.0 uzerine calisiyoruz. Cinselligin 50 tonu v3.x’de zaten vardi; simdikilere isve ne naz filan gibi ek attributler katiyoruz.

    Cenneti bir bitireyim, size de tahsis ederim. Belki.

    “Yukarıda yazdıklarınızda ima ettiğiniz değişmeler fıtrattan mı yoksa sizin fıttırmanızdan mı?”

    Ikisi de degil.

    Oldurmenin onemli oldugu, yani fiziksel gucun daha matah oldugu donemlerde, kadinlar (being the ‘cins-i latif’ they are) arka planda kaldilar.

    Kendilerini savunacak bir erkege ihtiyaclari vardi. Kafesleyebildiklerini istimal ettiler.

    Daha sonralari.. her ne kadar Cinliler barutu icad ettilerse de bir boka yaramadi, cunku top ve tufeng kadinlar icin yerinden kalkmayacak kadar agirdi.

    Bu bakimdan, kadinlarin imdadina, ilk olarak, Smith Wesson emmi yetisti.

    Cok daha hafif, ve ilk ‘point and click interface’ ile altipatlar uretti.

    Artik kadinlar da kolayca oldurebiliyordu.

    But, it was messy.

    Yet.. thanks to technology, now women can kill innumerable men (especially men) in lands far far away by simply dragging and dropping a little circle on the touch screen. No mess.

    As a result, women suddenly become equal.

    And they want the status to go with it.

    They also want the men to give it to them –as usual.

    “Fıtrat değişiyor mu? Değişiyorsa, hangi nedenlerden değişiyor?”

    Read the above with clear mind (if you can muster such a state).

    It’s not the ‘nature’ that has changed; it’s the ‘means’.

  243. Erkek hegemonyası ve 'innumerable'lık

    İnsan nüfusu milyarları aşkın ‘Dünya’ adlı gezegende, erkeklerin kadınları öldürmesi, sadece ‘85 milyonluk bir ülke içinde’ olur, başka hiçbir yerde olmaz. Necip haklıdır.

    Bu ‘85 milyonluk ülke’de, erkeklerin kadınları öldürmesi, senede 10, 20, 30 ya da 100 tane olay ile sınırlıdır, yani ‘münferit’tir, buradan hareketle demagojik lagalugalara yeltenilemez. Necip haklıdır.

    Kadınların erkeklere uyguladığı şiddet olayları, sayı olarak azdır, bu nedenle kadınlara hep ama hep iltimas geçilir, çünkü kadınların ‘melek’ olduğuna inanılır. Necip haklıdır.

    Erkeklerin ‘fıtrat icabı’ egemen ve buradan hareketle ‘suçlu’ oldukları hep akılda tutulmalıdır, bunun ‘standart’ olduğu asla unutulMAmalıdır, ‘fıtrat icabı melek’ olan kadınlar hep kayırılmalı, ‘fıtrat icabı canavar’ olan erkekler hep çile çekmelidir. Necip haklıdır.

    Necip’in ‘gözlem yaptığı yerler’in hiçbirinde, erkeklerin kadınlara cinsel tatmin amacıyla sarkıntılık etmesi, erkeklerin kadınlara tecavüz etmesi, erkeklerin kadınları öldürmesi asla ama asla söz konusu değildir. Yan dairesindeki, üst-alt katlarındaki hanehalkında ‘erkek hegemonyası’ yoktur, çünkü buralar, Necip’in, ‘erkek hegemonyası’nın olMAdığını ispat uğruna özellikle seçtiği ‘gözlem yapma mekânları’dır. Necip bu ispat uğruna argümanlar tasarlarken, ‘muhtar emmi’sini de, kelime oyunları ile, ‘erkek hegemonyası’nın yokluğu söylemine ortak etmiştir.

    ‘Sayısal veri’ konusunda ısrarcı olup kendisi sayı saymayı kabul etmeyen Necip’in, ‘erkek hegemonyası’nın olMAdığını ispat uğruna özellikle seçtiği ‘gözlem yapma mekânları’na ‘başka’ mahalleler de dahildir. İşin içine ‘İsa’yı ve ‘Çin’i de karıştırıp, konuya kıytırık nüktedanlık serpiştirmek, ‘erkek hegemonyası’nın yokluğu söylemini pekiştirir.

    İşin içine ‘İsa’ ve ‘Çin’ gibi unsurları katarak konuyu savsaklamaya uğraşmak yetmezmiş gibi, yerli ve milli ‘Mini Mini Cinayetler’deki her sahne ‘hakikat’ bellenmeli, ‘fıtrat icabı melek’ olan kadınlara niçin iltimas geçilmesi gerektiği, bu ‘simülasyon’, ‘kurgu’, ‘yerli ve milli, Türk TV dizisi’ aracılığı ile öğrenilmelidir. ‘Fransa’ ne kadar uzak bir yer ise, ‘İsa’ da bir o kadar uzak bir figür ve ‘Çin’ de bir o kadar uzak bir yerdir. Yerli ve milli ‘Mini Mini Cinayetler’ hakikattir, gerisi teferruattır. Erkeklerin kadınları öldürMEdiğinin, ‘erkek hegemonyası’nın olMAdığının yegâne kanıtı ‘Mini Mini Cinayetler’ TV dizisi & simülasyonudur. Necip haklıdır.

    Kadınların vücut gücü erkeklerin vücut gücünden zayıf olduğu için, ve kadınların ‘biyolojik dürtülerinin, karar alma mekanizmalarını depreştirmesi’ neticesinde, kadınlar erkeklere ağır (ve çoğu angarya) işleri yıllar yılı yaptırdılar, erkekler, hep, kadınlar yüzünden çile çekti, hâlâ çekiyor. Necip haklıdır.

    Ta ki, delikli demirin ‘yükte hafif (‘paha’da ne?) versiyonları’ icat edilip, ‘eril’ dilin ürünü olan ‘mertlik’ bozuluncaya kadar. İşte o an, kadınlar, artık, erkeklere eskisi kadar ihtiyaç duyMAmaya (‘biyolojik dürtü neticesinde, makbul gördükleri erkeği kafeslemek’ ilkesi hariç) başladılar, gittikçe ‘feminazi’leştiler. ‘Erkek hegemonyası’ diye bir şey uydurdular, bunun üzerinden türlü çeşitli yaygara koparıyorlar. Necip haklıdır.

    Çok çok uzak diyarlarda, yine, Necip’in, ‘erkek hegemonyası’nın olMAdığını ispat uğruna özellikle seçtiği ‘gözlem yapma mekânları’ndan birinde, ‘feminazi’ler, ‘fıtrat icabı melek’ olmalarının avantajlarını sonuna kadar sömürerek, dokunmatik ekranlı cihazlarına, neredeyse hiç enerji tüketmeden, küçük dokunuşlarla ‘innumerable men (especially men)’ öldürüyor. ‘Sayı kaç?’ Hmm.. Sayılamıyormuş.. ‘Innumerable’mış.. İnsan nüfusu milyarları aşkın ‘Dünya’ adlı gezegende, erkeklerin kadınları öldürmesi, sadece ‘85 milyonluk bir ülke içinde’ olur, o da senede 10, 20, 30 ya da 100 tane olay ile sınırlıdır, başka hiçbir yerde olmaz. Çok çok uzak (‘simülasyon mu / değil mi?’) diyarlarda, kadınların erkekleri öldürmesi ise ‘innumerable’, bak sen şu işe, tüh müh, ah vah…

    Erkeklerin vücut gücünün kadınların vücut gücünden fazla olduğu ‘fıtratı’nı kim, niçin uydurdu?

    ‘Erkek hegemonyası’, İslam’dan çok çok önceki zamanlarda erkeklerin ‘kodifiye’ ettiği düzende zaten var idi, İslam’ın ‘kodifiye’ edilmesinden sonra da devam etti. ‘İslam kodifiyesi’nin peygamberi olduğuna inanılan Muhammed (‘polijini & polygyny’ bir hayat sürmemiş, tek eşliliği tercih etmiş olsaydı bile), ‘erkek hegemonyası’nın devam ettiricilerinden biridir.

    Bütün bunlara ek olarak, semavi olsun / olmasın, dinlerde ‘kadın peygamber’ olup/olmadığı sorusunu sormak, merak etmek, araştırmak pek kimsenin aklına gelmez.

    Hristiyanlık’ta, İsa’nın anası ‘Meryem’ kültü vardır mesela, erkekler tarafından ‘azize’ rütbesi münasip görülmüş ve bazılarına kahramanlık payesi biçilmiş kadınlar vardır, o kadar. Bir başka rivayete göre ise, ‘Joan’ adlı bir kadının (meşhur ‘Joan of Arc’ değil) 13. yy’da, meziyetlerini kullanarak ve kendini erkek gibi göstererek ‘papa’ olduğu ve bu görevi 2 yıl sürdürdüğü söylenir. Doğum yaptığı öğrenildiğinde ‘papalık makamı’ndan apar topar indirilir ve o olaydan sonra gelecek bütün ‘papa’ların, önce, Vatikan’daki özel bir salonda, ortası delik bir sandalyeye oturup testislerini ifşa etmesi, kardinaller konsilinin de o testisleri görüp ‘erkek’ olduğuna emin olmasından sonra ‘papa seçme ve makama yerleştirme ritüeli’ne devam edilir. Ve Latince: ‘Duos habet et bene pendentes’ & İngilizce: ‘He has two, and they dangle nicely’ yüksek sesle söylenir. Bu anlatı, her ne kadar rivayet gibi gözükse de, ‘erkeklerin, dinleri de kodifiye ettiği gerçeği’nin tezahürlerinden biridir.

    Yahudilik’te ‘Sara’, ‘Miriam’, ‘Hanna’, ‘Abigail’, ‘Dvora’, ‘Hulda’ ve ‘Ester’e yüksek saygı gösterilir, pek çoğuna peygamber gözüyle bakılır, fakat bunlara da ‘peygamber hanımı’ olmaklıktan öte ‘kodifiye’ler yüklenmemiştir.

    ‘Hinduizm’ adlı inanç ‘kodifiyesi’nde, ‘Parvati & Saraswati & Lakshmi’ gibi ‘tanrıçalar’ vardır, ama, ‘tanrıların asistanlığını yapmak’tan öte başka ‘kodifiyeler’ eklenmemiştir.

    Yunan ve Roma ‘tanrıçaları’na erkekler tarafından ‘kodifiye’ edilen özellikleri tek tek yazmaya gerek yok.

    İnsan, kafasını ne yöne çevirirse çevirsin, ‘erkek hegemonyası’ kendini daima gösteriyor. ‘Şu fani hayatta, hep erkek peygamberler gelmiiiiiş, hep erkek peygamberler gitmiiiiiş’ anlatısına inanmaya pek çok kişi teşne. Acaba, ‘kadınlar’, peygamber olmanın çok ağır sorumluluklar getirdiğini ‘erkeklerden daha iyi bildikleri’ için mi, bu işlere hiç bulaşmadılar, ve erkeklerin peygamber olmasına müsaade ettiler? Acaba, ‘kadın peygamber’ler anlatısı da olsaydı-bilinegelseydi, kadın peygamberler ‘kürtaj meselesi’ ile ilgili neler söylerdi? Neyse.. ‘Erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu çarpıtmaya hevesli tehlikeli şahıslar, yine ‘biyolojik dürtüler’i gerekçe göstererek, ‘anaerkil’likten başlayıp ‘ataerkil’liğe ulaşıp, bu kez, ‘kadın peygamberler olmayışını izah çabası’na girebilir, gerek yok.

    Kadınlar, ağır ve angarya işlerden kaytarmak için, erkekleri sürekli ‘gazlayıp’, ‘ağam, paşam, kuvvetli kasları olan yarim’ diye diye (ve cinsel yönden tatmin de ederek) efsunladılar mı, böylelikle sorumluluğu erkeklerin omuzlarına yıkıp sıvıştılar mı? Erkeklerin vücut gücü bakımından kadınlardan üstün olduğu ‘fıtratı’nın doğması ve gelişmesine müsaade eden, bizzat kadınlar mı?

    Erkekler ‘hegemonya’larını kurarken, daha yolun en başındayken, kadınları ‘vücut gücü zayıf’ olarak kategorilendirip, hayatı kendi amaçları doğrultusunda mı ‘kodifiye’ ettiler?

    It’s not the ‘nature’ that has changed; it’s the ‘means’. ‘Nature’ erkek hegemonyasıdır, ‘means’in etkisi yoktur.

    Data On Sexual Violence In Marriages Shows:
    Why India Should Progress Towards Criminalising ‘Marital Rape’

    ‘The Marital rape’ refers to any unwanted sexual act(s) committed by a husband upon his wife without her consent. Such sexual activity is done using force, a threat of force, intimidation, or when a person is unable to consent. The sexual acts include intercourse, anal or oral sex, forced sexual behaviour with other individuals, and other sexual activities that are considered by the victim as degrading, humiliating, painful, and unwanted. According to the UN Women’s 2011 report, out of 179 countries for which data was available, 52 had amended their legislation to explicitly make marital rape a criminal offence. India is one such country where marital rape is yet to be even recognised, least criminalised. Section 375 of the Indian Penal Code (IPC), which defines rape, makes an exception for marital rape by stating, ‘Sexual intercourse by a man with his own wife, the wife not being under fifteen years of age, is not rape.’

    The Law Commission of India, in its 172nd Report on ‘Review of Rape Laws’ in March 2000 did not recommend criminalisation of marital rape. However, the Justice J.S. Verma Committee, while giving its report on ‘Amendments to Criminal Law’ in January 2013, recommended that the rape law ought to be amended to delete the marital rape exception irrespective of the age of wife. In March 2013, a Parliamentary Standing Committee on Home Affairs in its 167th report on the Criminal Law (Amendment) Bill, 2012, observed that if the marital rape was brought under the law, the entire family system would be under great stress.

    In August 2017, the Centre, in an affidavit filed in response to pleas seeking to criminalise marital rape in the Delhi High court, stated that marital rape cannot be made a criminal offence as it could become a phenomenon which may destabilise the institution of marriage and an easy tool for harassing husbands.

    On October 11, 2017, the Supreme Court of India, in the case Independent Thought V. Union of India, ruled out that ‘sexual intercourse with a girl below 18 years of age is rape regardless of whether she is married or not’ stating that the exception in the rape law was arbitrary and violative of the constitution. Before passing this judgement, the IPC legally allowed a husband to rape his minor wife if she was between the ages 15-18 years old. However, during the hearing of the case, the Supreme Court despite taking a strong position and criminalising sex with a wife who has not attained the age of 18, showed reluctance in extending this argument to adult marital rape. Now the exception 2 to Section 375 of the IPC, allows a husband to have sexual intercourse with his wife who is above 18 years of age even if she doesn’t consent for it and it will not be considered as rape. But data collected through National Family Health Survey 4 in the year 2015-16 on various aspects of women’s empowerment and domestic violence shows that marital rape needs to criminalised in India.

    Attitude Of Indian Men Towards Wife Refusing To Have Sex

    During National Family Health Survey (NFHS) 4, Indian men were asked specific questions to assess their gender egalitarian attitudes. In particular, men were asked, if a woman refuses to have sex with her husband when he wants her to, does he have the right to display the following four different behaviours: use force and have sex with her even if she doesn’t want to; get angry and reprimand her or refuse to give her money or other means of financial support.

    At an all India level, 9 out of every 100 men, agree to the fact that a husband has the right to use force and have sex with his wife even if she doesn’t want to. At the state level, 28.5% men in Andhra Pradesh, 25.6% in Telangana, 19.3% in Mizoram, 17.1% in Tripura, 14.8% in Jammu & Kashmir (J&K) and 12.1% in Tamil Nadu agreed that a husband has the right to use force to have sexual intercourse with his wife.

    The survey further noted that, at an all India level, 11 out of every 100 men agree to the fact that a husband has the right to refuse financial support to his wife if she refuses to have sex with them. At the state level, 28.3% men in Andhra Pradesh, 30.7% in Telangana, 18.3% in J&K, 17.9% in Tripura, 15.7% in Mizoram and 14.5% in West Bengal felt the same.

    Similarly, 18 out of every 100 men across India believe that a husband has the right to get angry and reprimand his wife if she refuses to have sexual intercourse with her husband. At the state level, 43% men in Andhra Pradesh, 42.6% in Telangana, 29.5% in Mizoram, 21.75 in J&K, 20.3% in West Bengal and 19.9% in Karnataka felt the same way.

    An important indicator of empowerment is the rejection of norms that underlie and reinforce gender inequality. One such gendered norm is husbands’ ‘right’ to control their wives in various ways, including through violence. During the National Family Health Survey men respondents were asked if they agreed to the fact that a husband is justified in hitting or beating his wife if she refuses to have sex with him. Nine out of every 100 men across India agreed that a husband is justified in beating his wife if she refuses to have sex with him. At the state level, 19% men in Telangana, 16.1% in Karnataka, 16% in Andhra Pradesh, 11.8% in Madhya Pradesh and 11.6% in Haryana thought the same.

    The survey also reported that 15 out of every 100 men in India do not agree to the fact that a wife is justified in refusing to have sex with her husband when she is tired or not in the mood. At the state level, 37.4% men in Tamil Nadu, 32.1% in Karnataka, 26.1% in Arunachal Pradesh, 24.1% in Assam, 19.7% in Nagaland and 18.7% in Bihar felt the same.

    Incidences Of Sexual Violence

    The NFHS 4 collected data from married women aged between 15-49 years of age on whether their husbands have ever done the following to them — physically force them to have sexual intercourse with them even when they did not want to; physically force them to perform any other sexual acts they did not want to; force them with threats or in any other way to perform sexual acts they did not want to.

    Five out of every 100 women in India reported that their husband had physically forced them to have sexual intercourse with him even when they didn’t want it. At the state level 11.4% women in Bihar, 10.6% in Manipur, 9% in Tripura, 7.4% in West Bengal, 7.3% in Haryana and 7.1% in Arunachal Pradesh reported that they were physically forced by their husbands to have sexual intercourse with them even when they did not want to.

    In India, 2.5% women reported that their husbands physically forced them to perform any other sexual act which they didn’t want to do. At the state level 5.1% women in Bihar, 3.8% women in Karnataka, 3.7% women in Arunachal Pradesh, 3.3% women in Madhya Pradesh and Tamil Nadu respectively reported that their husband physically forced them to perform any other sexual act which they didn’t want to do.

    Similarly, 3.6% women at all India level reported during the survey that their husband forced them with threats or in any other way to perform sexual acts which they did not want to do. At the state level, 8% women in Manipur, 7.1% in Bihar, 5.8% in Odisha, 5% in Karnataka etc. reported that their husband forced them with threats or in any other way to perform sexual acts which they did not want to do.

    Physical Injuries Due To Sexual Violence Committed On Them By Their Husbands

    The NFHS 4 reported that 36.5% of the ever-married women in the age 15-49 years who have experienced sexual violence ever suffered from cuts, bruises or aches due to the sexual violence committed by their husband on them. Similarly, the survey reported that 8.3% of the women suffered from severe burns, 21.8% with eye injuries, sprains, dislocations, or burns and 14.8% women suffered from deep wounds, broken bones or broken teeth due to the sexual violence committed on them by their husband.

    Around 78.6% of the ever-married women in the age group, 15-49 years who have faced sexual violence in their life never told anyone about it. Just 12.3% of the women sought help from any source. Out of the women who sought help, 48.2% sought help from their own family, 25.8% from their husband’s family, 32.8% from their friends and just 0.9% from the police, 0.5% from a lawyer and 1.3% from a social service organization.

    The analysis presented here clearly reiterates the demands made by the various social activists from India and across the world that any sexual act by the husband without the wife’s consent within the institution of marriage should be criminalised in India irrespective of the wife’s age. The shameful argument made by the Centre that criminalising marital rape would end up in harassment of husbands and destroying the institution of marriage does not hold ground if one looks at the data collected by NFHS. Countries like Australia made rape in marriage a criminal offence as early as 1976, while since 1980s many common law countries have legislatively abolished the marital rape immunity. These include South Africa, Ireland, Canada, the United States, New Zealand, Malaysia, Ghana, and Israel. The time has come for India when the various stakeholders in this country should accept the fact that marital rape exists and proceed unanimously towards criminalizing marital rape. After all ‘A NO MEANS NO’ whether it is said outside the institution of marriage or within the institution of marriage.

    February 24, 2018
    Kumar Rajesh

    (Kumar Rajesh is a scholar at the Centre for Informal Sector and Labour Studies, JNU, New Delhi. He specializes in Evidence-Based Policy Analysis, Social Research, and Policy Writing and has co-authored an upcoming report on ‘Status of Scheduled Tribes in the Central India Tribal Belt’, MoRD, GOI. He was previously a LAMP Fellow and was Research Aide to the chairman of National Commission for Scheduled Castes in the year 2015-16.)

  244. SİDİK YARIŞINI kazanma çılgınlığınızın hemen göze çarpan iki kerizlik örneği.
    1. It’s not the ‘nature’ that has changed; it’s the ‘means’”
    Fıtraten yüksek zekalısınız ama sidik yarışı gösteriş aracınız sizi çok fena şapşallaştırıyor.
    Bakalım size özgün ebedi SİDİK YARIŞMA mantıksızlığınıza.
    Bataklığa ilk saplanmanız: “Ekekleri (FİTRATEN EGEMEN ve dolayisi ile suclu olduklari icin)…” nakaratınız.
    Çırpınmanız: Helada “bak görürsün” yönteminizle gördüğünüz “değişmez değişme” yasanızı SİDİK YARIŞI için unuttunuz. Şimdi de ‘fıtrat’ DEĞİŞMEDİ araç değişti diyorsunuz.
    Daha çok batmanız: EGEMEN olmada esas olan ARAÇ yani ünlü DEĞİŞMEYEN DEĞİŞENSE, sadece sidik yarışı için FİTRATEN (yaradılışından, doğal olarak) kelimesini neden ekleyip daha çok battınız?
    Mezar taşınız: SİDİK YARIŞI için Doğdu, SİDİK YARIŞI için Yaşadı, SİDİK YARIŞINDA Kalp Krizi Geçirip Geberdi.

    2. ” by the law of averages”
    Matematik ve bilim ukalalığından vazgeçin. SİDİK YARIŞMANIZI şatafatlı laflarla süsleme size benzer bilgiçler arasında çok yaygın: Artık urine, eksikurine, sosisekonomik, kuantum, diyalektik, politik-ekip-biçmek-ekonomik, Cekmeoff’un yedinci enternasyonaldeki söylevi, MarksKapitanı, paradikme , binlerce çağdaş cici bici falan filanlar. Zaman paradır yavşaklığını “altın devri” diye utanmadan sergileyen anarşist kitap satıcısı ve bu sitede gördüğüm sayısız uykuda gezenlerin farkında olmadan kim olduklarını teşhirleri yazmakla bitmez.
    Siz, eninde sonunda herkesin sizin gibi yavşak orta sınıflar olma yasası “the Law of Large Numbers” yerine cici bici olduğu için “the law of averages” yazmışınız. Enayiler, ikisini sık sık karıştırırlar.

    Mezar taşınız: SİDİK YARIŞI için Doğdu, SİDİK YARIŞI için Yaşadı, SİDİK YARIŞINDAN Kalp Krizi Geçirip Geberdi.

    Televizyon seyreden birinin şapşallığı çok olağan. Tabii, yine, cici bici “sosyolojik analiz” lafını sıkıştırmışsınız. Aç tavuk buğday ambarında.

    Ben de sizin “sıradancılık anal-izinizi” yapmaktayım. Çağdaş sıradanların en güzel simgesi: “Seyirci Toplumu”. Daha önceki “Sıradanların İsyanı” ve “Yalnızlar Kalabalığı” aynı simgenin tamamlayıcıları. Sizde hepsi var. Hem televizyon seyrediyor hem de isyan edip “sosiscilik anal-izinizi” eklemekle ‘idiot box’ önünde geviş getirdiğinizi, sıradanlardan olduğunuzu, yüksek zeka laflarıyla örtbas ediyorsunuz.

  245. “Necip haklıdır.”

    En ilkel seviyedeki bir Yapay Zeka uygulamasi gibi bana cevap yazarmis gibi yaparak byte ziyan edeceginize, cozum onerilerinizi yazin.

    Yazdiklarinizi okumadim bile.

  246. ‘Law of averages’ was a simple bait to catch idiots like yourself. There’s no ‘law of averages’.

    But, that bait does serve a useful purpose: It keeps you from the rest of the text which would go way over your head anyway.

  247. Necip'in 'anti-yapay' zekasının çırpınışları

    En ilkel seviyedeki bir Yapay Zeka uygulamasına benzer olmakla itham edilip, Necip’in ‘anti-yapay’ zekasına aslında cevap yazMIyormuş olmakla suçlananıp, ‘byte ziyan ettikleri’ iddiası atılan kişilerden çözüm önerileri talep etmek, çözüm önerileri deklare edildikten sonra, Necip gibi ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun devam etmesini desteklemeye hevesli oldukları ihtimali yüksek olan tehlikeli şahısların ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapmasına fırsat vermektir.

    Necip’in yegâne amacı, var olan ‘erkek hegemonyası’nı yokmuş gibi göstermek için, çözüm önerilerini bile eğip-bükmek, çözüm önerilerini bile ‘donanımlı şekilde’, ‘bilinçli şekilde’, ‘tecrübeli şekilde’ çarpıtmaktır.

  248. “Necip’in yegâne amacı, var olan ‘erkek hegemonyası’nı yokmuş gibi göstermek için, çözüm önerilerini bile eğip-bükmek, çözüm önerilerini bile ‘donanımlı şekilde’, ‘bilinçli şekilde’, ‘tecrübeli şekilde’ çarpıtmaktır.”

    Duygu somuruculugu ile bir yere varamazsiniz.

    O yuzden, bu mugalatalari bir yana birakip, eger varsa, cozum onerilerinizi yazin.

    Oneriniz yoksa, cozumun degil sorunun bir parcasisiniz.

  249. 'Erkek hegemonyası'nı yokmuş gibi göstermek

    Necip gibi ‘erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun devam etmesini desteklemeye hevesli oldukları ihtimali yüksek olan tehlikeli şahıslar ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yaparken, ‘duygu sömürücülüğü ile bir yere varamazsınız’ söylemini de kendilerine kalkan yaparlar. Var olan ‘erkek hegemonyası’nı kanıtlarıyla ortaya koyan kişileri, ‘duygu sömürmek’le suçlarlar Necip gibiler.

    Var olan ‘erkek hegemonyası’nın bütün veçhelerini hatırlatan kişileri ‘mügalata yapmak’ eylemiyle itham eden Necip’in (ve onun gibilerin) yegâne amacı, var olan ‘erkek hegemonyası’nı yokmuş gibi göstermek için, çözüm önerilerini bile eğip-bükmek, çözüm önerilerini bile ‘donanımlı şekilde’, ‘bilinçli şekilde’, ‘tecrübeli şekilde’ çarpıtmaktır.

    ‘Erkek hegemonyası’na karşı çözüm önerilerini eğip-bükmek için fırsat kollayan, çözüm önerilerini ‘donanımlı şekilde’, ‘bilinçli şekilde’, ‘tecrübeli şekilde’ çarpıtmak için fırsat kollayan Necip (ve onun gibiler) sorunun bir parçasıdır.

  250. Kadınlar Gurubu Önerisi

    “Oneriniz yoksa, cozumun degil sorunun bir parcasisiniz.”

    Önerimiz var. Lakin sunmadan önce size bazı sorular sormak istiyoruz.

    Önerinin geçerli olup olmadığına kim karar verecek? Öneriyi kim değerlendirecek? Siz mi? Devlet mi?
    Öneriyi siz tasvip ederseniz, bize katılmış olur, sadece moral vermiş olursunuz. Başta gelen sorunumuz asıl azınlık, ülke çapında etkisiz olmamız.

    Devleti yöneten hükümet çoğunluğu temsil ettiğinden uyum sağlamayan bireyler ve azınlıklar sadece Türkiye değil her ülkede sorun yaşarlar. HDP’nin akibetini biliyorsunuz.

  251. “Önerinin geçerli olup olmadığına kim karar verecek?”

    ‘Yerim dar, yenim dar’ manevralarini bir yana birakip, varsa, onerilerinizi yazin.

    Kimseden onceden izin almaniza gerek yok.

    “Başta gelen sorunumuz asıl azınlık, ülke çapında etkisiz olmamız.”

    Cunku, en once kadinlar farkinda, sizin istediklerinizin bir kesri bile gerceklesek olsa, onlarin aleyhine olacagini.

  252. “Devleti yöneten hükümet çoğunluğu temsil ettiğinden uyum sağlamayan bireyler ve azınlıklar sadece Türkiye değil her ülkede sorun yaşarlar.”

    Bu, bir genelleme olarak, yanlis bir onerme degil.

    Degil de, bunun hep boyle olacagini farzetmek de dogru degil.

    Dogru degil; cunku, boyle bir varsayimla baslayinca, hissedilen caresizlik (‘bunlar’, ya da ‘kimse bizi dinlemez’) yuzunden, geriye sadece ‘confrontational’ (catismaci) alternatifler kaldigi dusunulur ve o istikamette gidilir.

    Bu, isin kotu tarafi, kendi kendini hakli cikaran kehanet (self-proving prophecy) olur. Siddete, daha guclu olan taraf, ‘artik yeter’ diyerek, orantisiz siddetle karsilik verir.

    Siz de, bunun uzerine, ‘biliyordum boyle olacagini’ diyerek, kendinizi avutursunuz –‘zugurt tesellisi’.

    Onun yerine, daha sabirli olmak, muhataplarinizi ikna etmege calismak cok daha verimli olur. Zor olur, zaman alir ama en azindan ‘sifir sonuc’a razi olmak zorunda kalmazsiniz.

    Siz, onu yapmiyorsunuz.

    Kafanizda ‘erkek egemenligi’ diye bir sey peydahlamissiniz ve (yine baska bir yeldegirmeni) buna cihat/’crusade’ acmissiniz.

    Oyle bir sey gercekten var mi, yok mu sorusuna dahi tahammulunuz yok. Daha ilk adimda, birakin birilerini ikna etmek icin efor harcamagi, sizinle paralel olmayan herkesi karsi cephede sayiyorsunuz.

    Boyle hicbir yere varamazsiniz.

    “HDP’nin akibetini biliyorsunuz.”

    Dunyanin hicbir yerinde aptalligi cezalandiran bir hukuk yoktur. Ama, aptallik hep de cezalandirilir.

    Mesela, elinizi atese sokarsaniz, yanar. O, aptalligin cezasidir.

    Bakmadan kosarsaniz, bir agaca/direge toslarsiniz, burnunuz kirilir; cukura dusersiniz, boynunuz kirilir. O da, aptalligin cezasidir.

    HDP’nin durumunu ben biraz da boyle goruyorum.

    Siyaset sahnesinde yapilabilecekler bellidir. Hiz, yogunluk ve dozaj onemldir.

    Akilli davranildiginda cok mesafe almak mumkunken, tersini yapmakta israr ederseniz, olcuyu tutturamazsaniz, basiniza nahos seyler gelebilir. Gelir.

    Her uzucu sonucun kabahatini hep baskalarinda araMAmaliyiz.

  253. “Değişmeyen tek şey değişim” mi dediniz?

    1) Falan ailenin çocuğu olarak falan şehirde doğ.

    2) Falan okula git.

    3) Yaz tatillerinde falan otelde ve / veya yazlığınızda ailenle tatil yap.

    4) Falan üniversiteyi kazan.

    5) Falan bölümden mezun ol. Hatta falan eğitim fakültesini bitirip öğretmen olarak okula geri dön veya akademik kariyer yapıp üniversitede kalmaya devam et.

    6) Erkek isen, falan yerde askerliğini bitir. Hatta bitirdikten sonra uzman çavuş olarak kalmaya devam et. Hatta daha iyisi falan harp, astsubay veya polis okulunu kazanabilirsen subay, astsubay ya da polis ol.

    7) Falan işte çalış veya arkadaşlarınla kendi işinizi kur.

    8) Falan kızla / erkekle evlenip çocuk, dolayısıyla ileride torun, hatta belki de torun çocuğu sahibi ol.

    9) Falan ailenin babası / annesi, hatta büyükbabası / büyükannesi, hatta belki de büyükbüyükbabası / büyükbüyükannesi olarak falan şehirde öl.

    10) Çocukların, torunların, torun çocukların 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9. maddelerde sıralananları yapsın.

  254. İslam’ı, daha somutu Kuran’ı okuduğunuzda, yani tarihsel, sosyo-ekonomik yönlerden incelemeyi bir yana bırakıp üzerinde bir düşündüğünüzde, birbirine zıt iki şey ile karşılaşırsınız:

    Bir manevi “öz”, ve onunla bağdaşması imkansız maddi “biçim”ler.

    Örneğin, bir tarafta şunlar gibi “öz”ler:

    Evrenin ve hayatın boş, amaçsız, anlamsız olmadığı, bir anlamı olduğu ve olması gerektiği.
    Maddi şeylerin, geçici ve boş zevklerin önemsizliği. Fani hayatın geçiciliği.
    Geçmişi düşünmek ve önceki toplumlardan ve kişilerden ibret almak. Güçlü, zengin ve sayıca üstün toplumların ve kişilerin, güçsüz görülen, ezilen, horlanan, sayıca az oldukları için küçümsenen ve alay edilenler karşısında kaybettiği örnekleri düşünmek. Bir zamanlar egemen olanların şimdi yerlerinde yeller estiğini hatırlamak.
    Evren ve içindeki birçok şey, düşünülüp ibret gözüyle bakıldığında mucize olarak görülebilecek iken, inanmak için ille de mucize istemenin anlamsızlığı. “Öz”ü görmeyip “görünüş”e bakarak kafalarının dikine giden böyle kişilerin, istedikleri mucizeler olsa da inanmayacakları, büyü veya aldatmaca diyecekleri.
    Ve bunlar gibi nice şey.

    Fakat diğer yandan da şöyle “biçim”ler:

    Belirli bir cemaate, topluma, kendi taraftarlarına aidiyet. Kendini onların bir parçası olarak görürken bunun dışında kalan bütün diğer insanları ve cemaatleri dışlamak. Bunlardan bazılarını öldürülmesi ve ortadan kaldırılması gerekli düşmanlar olarak görmek. Bazılarına da çeşitli ayrımcılıklar yapmak. En iyi ihtimalle bile kendinden saymamak.
    İbadetlerin “öz”e önem vermeyen katı kurallılığı ve şekilciliği. Bunun yanı sıra, günümüzün iş ve öğrenim hayatına ve genel olarak toplumsal hayata uygun olmadığı için cemaatle, hatta bireysel olarak bile yerine getirilmesinin imkansızlığı.
    İnsan ve toplum ilişkilerine, en çok da kadın-erkek ilişkilerine konulan, ve aynı şekilde günümüzde herkesin benimsemesi imkansız ve toplumsal hayatla bağdaşmayan kesin ve katı kurallar, yasaklar, cezalar.
    Maddi zevkler küçümsenirken, aynı maddi zevklerin hedef gösterilerek vaat edilmesi. Öte yandan, karşı cinsin sevgisi maddi olmayan bir mutluluk olsa da, bunun ancak doğal bir şekilde gelişeceği, üçüncü bir tarafın sağlaması, zorlaması, özgür iradelerine müdahalesi ve – en azından bir kısım insanlar için – görücülük gibi yollarla olamayacağı.
    Ve bunun gibi başkaları.

  255. Siyasi Bilimler Profesörü Necip

    “Duygu somuruculugu ile bir yere varamazsiniz.”
    Yazılı politika tarihinde duygu sömürücülüğüne asla rastlanmaz. Daha yakın tarihte Hitler, şimdi Er-doğan duygu sömürücülüğü yaparak mı vardıkları yere vardılar?
    Hitler ve etrafındaki gözdeler, o devirde, dünyanın en iyi eğitiminden geçmiş halklarından biri olan Almanlara, ırkçılığın bilimsel nedenlerini açıklayarak amaçlarına vardılar. Savaş sonu, Amerikalılar ve Dünyanın en Büyük Devrimini yapan Ruslar gözdeleri kapışıp kendi gözdeleri arasına kattılar. Nürnberg duruşmaları esnasında gözdelerin IQ’leri ölçüldü, ve aynı Necip gibi, ortalamadan çok daha yüksek çıktı.
    Er-doğan da, etrafındaki Necip gibi yüksek IQ’lülerle birlikte, İslamiyetin temel bilimsel bilgilerini halka açıklayarak halkın büyük bir kesimini kendilerine bağladılar.

    Ama belki, Necip hoca SİDİK YARIŞINI kazanmak için yine çok acele edip “akıl” yerina “duygu” kelimesi kullanmış. Necip, yüksek IQ aklının sömürüsü sayesinde çok diplomalı oldu ve bildiği bir şey kalmadı.
    Not: Politikacının en büyük silahı duygu sömürüsü, bunu bile duymamış bu enayi profesör!
    Bu siteye yorumlarını yazanlarda rastladığım sanki danışıklı dövüş gibi bir tuhaflık var. “Başörtüsü” tartışması güzel bir örnek olabilir. Necip gibi orta sınıf yüksek zekâlılar, tarih miyopları ve antroploji körleri, işçilerin burjuvalaşması tarihini bile bilmeyenler hoplayıp zıplamaktalar. Son modalardan kendilerine pay çıkarma peşinde koşan, kadınları erkek yapmak isteyen bu yavşaklar, Necip’i ciddiye almakla kendi kendilerini ciddiye almış olurlar. Aksi halde Necip gibi boş konuştukları, son moda medya avcı-devşiriciğili yaptıkları, fırsatçı oldukları pis pis sırıtacak. Bilinen bütün ilkel toplumlar arasında, anaerkil-babaerkil ayırımından önceki ‘yok-erkil’ çağlarda, yapılan araştırmalarda kadınlara karşı şiddet, baskı, kötü muamele yaklaşık yüzde elli. Peki, medeni toplumlar? Forget it! Necip ve karşısına çıkan klonlarının beyinlerine işlenmiş Medeniyetin başını çekenlerin temel yapısını oluşturan yahudi-hristiyan mitinde ki kökeni Sümerlere gider, Allah, kadını erkeğin kaburgasından yapar. Ama çok sevdiğim anarşist Hıristiyana teologa göre, Allah önce erkeği yapar, sonra Necip gibi diğer allahlarla SİDİK YARIŞI fırsatını kaçırmamak için işi acele getirdiğinin farkına varır ve daha mükemmel kadını yapar.

    Evvel zaman içinde, Necip ile rakipleri televizyon-medya içinde,… Bir varmış, bir yokmuş, fırsatçılar çokmuş …

    “X (a woman) was an anthropologist who argued very strongly that pre-civilized peoples generally did not live in societies dominated by agression, and that in this situation the male gender did not yet dominate the female one. In this reading she talks about a number of Paleolithic Hunter-Gatherer as well as some Neolithic early farming and herding peoples. Her overall argument is that cooperation rather than violent competition was the key to the survival of relatively small groups needing all members’ contributions and in competition mostly with the forces of surrounding nature. X begins her introduction by attacking the assumption that humans have always been agressive and competitive and thus that men, as the more agressive, have always been dominant.
    What arguments does she make for cooperation, rather than competition, being the key to early human groups’ survival? How does she interpret the importance of human hunting?
    X then argues that civilization’s basic habits and structures (permanent leaders capable of compelling obedience, inequalities of social status, complex warfare against members of one’s own species, etc) should not be assumed to also have been true of simpler human communities before civilization’s first emergence in the 3000s BCE. What process does she see producing civilization’s “institutionalized inequalities”?

    Not: X’in adını vermedim çünkü çok yalayan Necip kızar, pis ağzından “X de kimmiş?” çıkarır, kokusu buraya kadar gelir diye korktum.

    “Karl Marx and Friedrich Engels1 considered that the origin of the oppression of women lay in the emergence of class society a few thousand years ago. … theory of women’s oppression culminated in the publication of The Origin of the Family, Private Property, and the State in 1884, … book is based on the 1877 research of contemporary anthropologist Lewis Henry Morgan … Morgan has discovered, in his long work with the Northeast IROQUOIS of the United States, a kinship system entirely different from the modern western family…” International Socialist Review, (a woman) X
    Not: X’in adını vermedim çünkü çok yalayan Necip kızar, pis ağzından “X de kimmiş?” çıkarır, kokusu buraya kadar gelir diye korktum

    Not: X’in adını vermedim çünkü çok yalayan Necip’in pis ağzından “X de kimmiş?” çıkıp kokusunun buraya kadar gelmesinden korktum.

    “A woman’s place in ancient Native American culture was very different from that in European cultures. … In the IROQUOIS nations the women had the rights to the land they farmed. Each clan divided their land plots up among its women rather than the menfolk. The women also ran the long houses that the family groups lived in and owned all the normal things of everyday life such as blankets (skins), cooking utensils, farming tools, and so on. All that the men owned was their clothes, weapons, and personal effects such as pipes (usually ceremonial). … The men were hunters, warriors, and statesmen. Though the Tribal Council was dominated by male speakers, from time to time a respected woman might speak. Furthermore, it was the women who decided which men should be speakers. If the chosen representative expressed opinions that clashed with those of the Womens’ Council, they would sometimes replace him with someone who more closely represented their views. And if the Tribal Council decided on a course of action that the women disagreed with, such as a raid or war-party, the women might simply refuse to give them any food for the journey. … ”
    X
    Not: X’in adını vermedim çünkü çok yalayan Necip’in pis ağzından “X de kimmiş?” çıkıp kokusunun buraya kadar gelmesinden korktum.

    ” In the Iroquois community, women were the keepers of culture. They were responsible for defining the political, social, spiritual and economic norms of the tribe. Iroquois society was matrilineal, meaning descent was traced through the mother rather than through the father, as it was in Colonial society. While Iroquois sachems (chiefs-leaders) were men, women nominated them for their leadership positions and made sure they fulfilled their responsibilities.

    Besides performing the normal household functions of producing, preserving and preparing food and clothing for the family and taking care of the children, Iroquois women participated in many activities commonly reserved for men. They gambled, they belonged to Medicine Societies (spiritual associations) and they participated in political ceremonies.”
    X

    Not: X’in adını vermedim çünkü çok yalayan Necip’in pis ağzından “X de kimmiş?” çıkıp kokusunun buraya kadar gelmesinden korktum.

  256. “It’s not the ‘nature’ that has changed; it’s the ‘means’”
    SİDİK YARIŞI için ‘FİTRATEN EGEMEN’ demiştiniz.
    Şapşal şapşal konuşutuğunuzu yüzünüze vurdum, sesinizi kestirdim.

    Ülkenizi gezen turistlere göre “Türk erkekleri sert, kızları hassas” olurmuş.
    Bu gözlem marksist-leninist maocu falan filan solcu devrimcilerin pala bıyıklı oldukları devirde yapılmış. Tahmin ederim siz de aralarındaydınız. Yarısını güncelleştirmede yarar var: “Türk erkekleri sidik yarışçısı olurlar.”

    Kızgınlık içinde hiç düşünmeden hemen SİDİK YARIŞINA daldınız ve daha büyük bir şapşallık ettiniz: “There’s no ‘law of averages’”
    Sorun varlık/yokluk değil sizin salakça kullanmanızdı. Sizi sidik yarışına sokup ahmakça laflar söyletmek çok kolay.
    Son derece kalın kafalı olduğunuz için bir örnekle anlatayım.
    Siz, “İngiltere, Güney Amerika’da” dediniz. Ben “Güney Amerika ile Avrupa’yı karıştırdınız” dedim. “İngiltere var veya yok” demedim. Siz bu kadar diploma nasıl topladınız? Bu kadar yüksek IQ’lü nasıl oldunuz?
    Belki işe yaradığınız için size bol madalya vermişler. Bana ilaç fabrikasında bekçilik eden birini hatırlattınız. O fabrikada araştırma yapan bir arkadaştan bir madde araklayıp bana vermesini istemiştim. Arkadaş, “bekçi o kadar aptal ki, onu geçmek imkânsız” dedi. Düzenin bilimi, teknolojisi, bolluğu, kalitesiz insan çoğaltması, kalitesiz hayat uzatması, ticaret ustalığı bende hayranlık değil hatta tiksinti yaratır ama sizin gibi görevini yapmasını son derece iyi bilip neden yaptığını bilmeyen enayi dümbeleklerini uyutmasına hayran olduğumu itiraf ederim.

  257. Kuran, Öz ve Biçim

    Ümit ederim dediklerinizi kusursuz anladım. Yaptığınız “öz” ve “biçim” ayırım ve ardından gelen anlatımınızda, en azından, “biçim”in tarihsel ve sosyo-ekonomik yönler dışında olduğu şüpheli. Neden? Yazınızda “öz” yerine “(dünya) nasıl olmalı”; “biçim” yerine “(dünya) nasıl” okudum. Bu şekilde düşününce, “biçim”, tarih ve sosyo-ekonomik kısıtlamaların zorlamasından, mecburiyetten doğmuş gibi. Üstelik sanki “biçim” insanda “öz” isteğini yaratmış. Buna ahlak diyebiliriz ve bu salt insanlara özgü bir nitelik.

    “Maddi şeylerin, geçici ve boş zevklerin önemsizliği. Fani hayatın geçiciliği.” gözlemine ‘bilimsel’ bile diyebiliriz. Tarih ve coğrafyada sayısız toplumlarda rastlanır, sayısız ünlü düşünürler tekrarlar.

    Amacım tarih ve sosyo-ekonomik gerçeklerin önemli olduklarını savunmak değil. Tam tersini savunmak isterim ama kısa bir yazıyla başarılacak bir beceri değil.

    Kısaca söylemek için sizin aşağıdaki cümlenizi ödünç alacağım.
    “Evrenin ve hayatın boş, amaçsız, anlamsız olmadığı, bir anlamı olduğu ve olması gerektiği.”
    Eskiden tarih ve sosyo-ekonomik kategorileri cümlenizdeki anlama kanıt olurlardı. Şimdi, ne yazık ki, bu kategoriler kendi başlarına evren ve hayata anlam vermekteler. Sıradan iki örnek: Dinler, müminlerin sayılarıyla değerlendiriyor. Doğru ve yanlış dinler bile var.

    Daha içten bir şey söylersem, bence, “öz” ve “biçim” zıt değiller; birbirlerini tamamlarlar. Bence, dünyada çok yaygın kurban verme, bu tamamlamayı simgeler. Bir yanda teşekkür, diğer yanda gaddarlık.
    Çok daha kabaca söylersem, asıl sorun bu zıtlıkta değil, bilhassa cennet yere indiğinden bu yana, bu kaçınılmaz zıtlığın giderebileceği ümitleriyle insanları uyutanlar.

  258. S. Nişanyan da bu konuda güzel şeyler yazmıştı bir yazısında;

    “…Hem iman hem siyaset olmaz. O iki kıta arasında fay hattı vardır. O fay hattı köprü tutmaz. Köprü kurduğunu sanırsın. Suriye’de bir ufak sarsıntı olur, köprü yıkılır.

    …Allahın krallığını bu dünyada kurmaya kalktığın zaman, bugüne dek krallık kurma hevesine kapılan herkesin geçtiği yollardan geçmek zorundasın. Allah bile yapamamış, sen nereden buldun anahtarı?

    Bir seçenek Luther’inkidir. İsyanını ilan ettikten üç sene geçmeden yerleşik otoriteyle uzlaşmış, kralların danışmanı olmuş, Saksonya dükü ile Brandenburg elektörünün Papa’ya karşı siyasi mücadelesinde taraf olmuş, Anabaptistleri ve köylü isyancılarını ve benzeri “teröristleri” en katı yöntemlerle bastırmak için politika üretmiş.

    Diğer seçenek Calvin’inkidir. Calvin kraliyet kurumuna karşı radikal eleştirisinden geri adım atmamış. Cenevre’de radikal bir cumhuriyet (İ.D.) kurmuş. Beş seneye varmadan, en yakın ideolojik müttefiki ve anti-kralcı ideolojinin baş filozofu olan Michel Sevetius’u –Allahın otoritesine karşı gelmekten– idam etmek zorunda kalmış. İngiliz Kalvinistleri, ülke tarihinin en yobaz ve ideolojik ihtilâlini çıkartıp ülkeye hâkim olmuşlar, 12 sene boyunca terör estirmişler. 12 senenin sonunda bir de ne görsünler? Devirdikleri rejimin tıpkısının aynısı olan bir rejim oluşmamış mı? “E ne anladık böyle cumhuriyetten, bari eski rejimde cumhura baş seçimi daha kolay oluyordu” deyip, eski kralın oğlunu tahta çağırmayı uygun bulmuşlar…

    …Bu cehalet ve nefret ideolojisinin en çirkin tezahürü, şüphesiz, aile ve cinsiyet meselesindeki riyakârlığıdır. Neolitik çağda oluşmuş ve bugün çökmeye yüz tutmuş bir aile düzenini ahlakın temel direği haline getiriyor. O dönüşümün sancılarını çeken, el yordamıyla yeni düzenin anlamını çözmeye ve ahlakını kurmaya çalışan milyonlarca insanı, iğrenç bir taassupla “heva ve heves” = hayvani arzu kurbanı ilan ediyor.

    Heva ve heves, insanın varoluşunun değişmez bir unsurudur. Müslümanların heva ve hevesten arınmış olduklarını sanmıyorum. Nüfus artış hızları daha yüksek olduğuna göre, tersi olmalı. İnsan olan her insan, heva ile heves gerçeğini bir ahlaki çerçeve içinde anlamaya ve zaptetmeye gayret eder; hayatının büyük kısmı bu mücadele ile geçer. Gayrimüslim Batıda bu çabanın daha derin, daha dürüst ve ahlakın daha ciddi olduğunu görmek için üç tane ucuz Hollywood filmi seyretmek yeter sanırım, insanların fiilen ne yaptıklarını değil, yaşamlarını nasıl algıladıklarını ve neyi önemsediklerini görmek için. Bunu ahlaksızlık sayıp sırıtanlar, üç günlüğüne Batı ile tanıştıklarında gazetelerin sadece magazin ve seks sayfalarını okuyup, Avrupa’nın kerhanelerinde müşteri rekorları kıran dini bütün Müslümanlardır…

    …Kaldı ki Kuran’da ima edilen aile düzeni hiç de o yücelttikleri tarımsal toplum idealine benzemez. Daha çok, avcı-toplayıcı aşiret düzeninden tarım düzenine geçen toplumların izini taşır; kadınlar savaşır, düşmanın ciğerini yer; evlilikler çoklu ve hayli akışkandır. Bırak yüzlerini, bazılarının memelerini dahi örttüğü şüphelidir. Daha çok bugünkü Maasai’leri, ya da onların 30-40 yıl önceki halini hatırlatıyorlar bana. [itiraz: Kuran’da ima edilen çoklu evlilik ve akışkanlık amenna ama daha çok İslam öncesi arapların göğüslerini örtmeyen, savaşan ciğer yiyen kadınlarını ehlileştirdik iddiası değil midir? Hint ciğer yediğinde müslüman değildi, müslüman olunca evinin kadını oldu.]…”

  259. Nişanyan'ın Eşsiz Makalesi

    İlk önce bu sitenin özünü simgeleyen bir espiri:
    Bu dünyada üç büyük beyinli vardır,
    Biri Necip, biri Hortlak, biri Zileli;
    ‘O da kimmiş?’ de var, anam, ‘Nişanyan da kimmiş?’ de var.

    Eğer “S. Nişanyan da bu konuda güzel şeyler yazmıştı bir yazısında” cümlesi benim “242 Kuran, Öz ve Biçim” katkıma gönderme yapıyorsa, candan teşekkürler.

    Makale şahane. Nişanyan, sağ/sol devrimcilik tellalığı, aklıselim hoşa gider basmakalıp sözler, ideoloji savunması yerine radikal bir eleştiri yazmış.

    Tabii, insan, egemen düşüncelere açık açık veya gizli ‘evet ‘ diyen, ‘ama’ ekleyip falan filanlarla süsleyenler yerine ‘hayır’ diyen güzel bir yazı okuyunca, kafada tilkiler cirit atıyor, insanın kendisi ‘güzel’ şeyler düşünüyor.

    “Neolitik çağda oluşmuş ve bugün çökmeye yüz tutmuş bir aile düzenini ahlakın temel direği haline getiriyor.”

    İki (vya üç) tilki.
    Tarihçiler tarihi devirlere ayırmada zorluk çekerler. Üstelik egemen düzenlerin ‘gerçeklerden yola çıkma’ baskısı da var. Örneğin ‘antik Çağ’, ‘Ortak Çağ’, Modern Çağ” ayırımı, Rönesansın yarattığı “gerçek” dünya açısından kaynaklandı.
    Benim en çok sevdiğim: ‘Varlık veya Varoluş Çağı’, ‘Sahip Olma Çağı’ ve şimdi ‘Gibi Görünme Çağı’.
    Bence, Neolitik öncesi, ‘Varlık veya Varoluş Çağı’.
    Kaba ve kısa kanıt: Neolotik öncesi ufak tefek farklar hariç dünya döner, mevsimler geri gelir, ‘zaman’ tekrarlar. Daha sonra, dünyayı gözle görülür, inkâr edilmez bir şekilde değiştiren yerleşik toplumlar ve bilhassa krallar ve imparatorlardan günümüzde genetik manipülasyonla evrimi bile elimize almaya kadar antik Yunanlıların ‘hubris’ dedikleri çılgınlık gelir.

    İkinci tilki.
    Neolotik devirden sonra her türlü insanlar arası bağ ve yerleşik ‘geleneklere’ saldırı başlar.
    Cemaatlere, bütünü parçalama saldırısı. İki ünlü örnek: Shang Yang (MÖ 390-338); Niccolò Machiavelli (MS 1469 – 1527)
    Modern devirde ailelere bütünü parçalama saldırısı.
    Ve nihayet şimdi tam kıvamına varmak üzere olan kişinin bütünlüğüne saldırı. Artık kişiler ne ne olduklarını ne de kim olduklarını bilmez oldular. Bir sürü yapay ideolojilere sarılıp rahatlık arıyorlar.

    Hele saldırıya uğrayan gelenekler (üçüncü tilki), saymakla bitmez.
    Bilgi yerine okul; bellek yerine yazı; inanç yerine tapınak; öznel iç zaman hissi yerine takvim; doğa yerine İstanbul’un en küçük semtinden küçük Sümer şehir-uluslarda hayvanat bahçeleri (ünlü Babil bahçesi de var); ‘Heva ve heves’ yerine kerhaneler ve fahişeler; yaşayan ve değişen mitler yerine ölü, yazılı, değişmez katı dinler; zaman içinde çok kısıtlı sürelerdeki sürtüşme ve çatışma yerine, anbarlara, iş bölümüne şükür, aylar ve yıllar süren savaşlar; …

    Son olarak da şahane alıntı ve katkım:
    “…Allahın krallığını bu dünyada kurmaya kalktığın zaman, bugüne dek krallık kurma hevesine kapılan herkesin geçtiği yollardan geçmek zorundasın. Allah bile yapamamış, sen nereden buldun anahtarı?”

    Avrupalılar Amerikaları “bulduktan” sonraki gelen raporlara göre bu kıtalarda yaşayan insanlarda “Ne Yasa, Ne Kral, Ne İNANÇ” var.
    Bu toplumları inceleyen antropolgların raporu: Bu kıtalarda emir verenle emre itaat eden olmayışının nedeni İNANÇLARINDAN kaynaklanır. Biri ukalalık edip emir vermeye kalkışınca veya düzeni değiştirme hevesine katılırsa, diğerleri yukarıdaki alıntıya benzer bir nedenle herifin haddini bildirirler.

  260. “sesinizi kestirdim.”

    O degil; cevap vermege degmez buldum.

  261. Türkiye'de Kadınlar ve Dış Basın

    Türkiye’deki kadınların sadece % 34’ü çalışmaktadır. Türkiye, çalışan kadın ortalaması % 63 olan 35 sanayileşmiş ülkeler arasında en aşağı seviyede bir yer alır.

    Erdoğan’ın belagati durumu daha da kötüleştirmekte. İki yıl önce düzenlenen bir mitingde annesiz olan kadınları “kusurlu” olarak nitelendirdi. Daha önce kadınları en az üç çocuğa sahip olmaya teşvik etti ve doğum kontrolünü “ihanet” olarak nitelendirdi.

    Türkiye, şu an, kadınların sağlık hizmetleri ve eğitime erişimde, ekonomiye katılımda ve siyasi güç sahibi olmada Dünya Ekonomik Forumunun cinsiyetler arası endeksindeki 144’ün 130’uncusu.

    Necip gibi yüksek IQ’lü, bilgisayar mühendisi, işletme teknisyeni, iktidar ve güç mütehassısı ama zavallı Necip’ten farklı olarak hiç değilse milletvekili; Hortlak ve Zileli gibi ileriye dönük, Ravza Kavakçı Kan: ” Başkanımız Erdoğan, (Hortlak, Zileli ve Necip gibi) GELECEĞE bakıyor. Türkiye’de (Hortlak, Zileli ve Necip gibi) bir ayakları mezarda moruk sayısı çok. Bize GENÇLER lazım!” dedi.

    Not. Ben bunu bu sitede açıkladığımda GELECEĞE dönük DİPLOMALI RESMİ ANARŞİST GZ pis laflar yetiştirip utanmadan cahilliğini sergiledi ve salak müritleri de koroya katıldı.

    Diğer yandan, Türkiye’de kadınların yaklaşık % 40’ı fiziksel tacizden muzdarip ve yılda 300-400 kadın ölüyor. Resmi istatistikler 2003 ve 2010 yılları arasında bildirilen aile içi şiddet olaylarında % 1.400’lük bir artış olduğunu gösteriyor.

  262. “O degil; cevap vermege degmez buldum.”
    Senin gibi SİDİK YARIŞINA katılıp kazanmak için canını veren birinin bu yalanına ancak senin kadar enayi biri inanır. Fitilin tükendi, işi pişkinliğe vurmak kalmış. Mantıkta sıfırsın, hepsi o kadar.

  263. 'Erkek hegemonyası'nı yokmuş gibi göstermek (2)

    Gerçek şudur: ‘Devlet’, dinlerin ‘erkekler tarafından’ kodifiye edilmesi gibi, ‘erkek hegemonyası’nın domine ettiği bir kurumdur. Bu, ‘varsayım’ değil, ‘gerçek’tir.

    Varsayımlar üzerine argümanlar inşa edip mücadeleler yürütmek, o mücadeleleri belki birkaç istasyon ileri taşıyabilir, ama sonra o mücadeleler kadükleşir, dağılır.

    Mücadeleler varsayımlar üzerine inşa edilirse, ‘çaresizlik’ artar.

    ‘Erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’, ‘varsayım’ değil, ‘gerçek’tir. Bu ‘gerçek’ten hareketle yürütülen mücadelede, ‘çaresizlik’ olmaz.

    ‘‘Erkek hegemonyası’nı yokmuş gibi göstermek isteyenlerle çatışmak’ başka şey, ‘‘erkek hegemonyası’nın varlığından haberdar olanlarla ‘çatışmadan’ müzakere yürütmek’ başka şey. İkisi arasındaki farkı anlamak gerekir.

    Çözüm önerilerini beyan etme, deklare etme ‘makamı’nın, ‘devlet’ olduğu (olması gerektiği) alışkanlığı, tıpkı erkeklerin ‘kodifiye’ ettiği dinlerde de gözlemlendiği üzere (‘erkeklerde kabahat yok, din böyle emrediyor’ gerekçesini icat edip, din mevzuatını ‘kodifiye’ eden erkekler), baştan aşağı erkeklerin domine ettiği bir yapılanmaya sahip ‘devlet’ten eyleme geçmesini ummaktır. Bu ‘gerçek’ apaçık ortada iken, ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadele edenlerin, ‘kendi kendilerini haklı çıkardığı’nı iddia etmek, bizzat ‘erkek hegemonyası’nın iktidarını (bu iktidarın bir kurumu olan ‘devlet’i de) kaybetMEmek için uyguladığı epey kullanışlı bir taktiktir. Çarpıtmacı şahıs Necip de, bu taktiği uygulamakta maharetlidir.

    Şiddeti uygulayan taraf çoğunlukla ‘erkekler’ olduğu hâlde (‘kadınlara cinsel tatmin amaçlı sarkıntılık etmek’, ‘çocuklara cinsel taciz’, ‘çocuk gelinler’, ‘kadınlara tecavüz’, ‘kadın cinayetleri’, ‘hayvanlarla cinsel ilişkiye girmek’ vb.), bu gerçekleri eğip-bükerek, şiddetin doğmasına & yaygınlaşmasına ‘davetiye çıkaran tarafın’ güçsüzler diye yaftalanan kadınlar olduğunu iddia etmek, ‘erkek hegemonyası’nın tipik üstenci bakışıdır, ‘kendinizi avutursunuz – ‘züğürt tesellisi’’ söylemleri ‘erkek hegemonyasının üstenci bakışı’nın en önemli kanıtlarından biridir.

    Var olan ‘erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu, yokmuş gibi göstermek amacıyla, ‘donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapan tehlikeli şahıslar, ‘‘erkek egemenliği’ diye bir şey peydahlamışsınız ve (yine başka bir yeldeğirmeni) buna cihat-crusade açmışsınız’ ithamını savururlar, kendilerini haklıymış gibi göstermeye çırpınırlar.

    ‘Donanımlı, bilinçli, tecrübeli çarpıtmalar’ yapan tehlikeli şahıslar, ‘erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu, ‘öyle bir sey gerçekten var mı, yok mu sorusuna dahi tahammülünüz yok’ söylemi ile, bahsi geçen hegemonyayı yokmuş gibi göstermek amacıyla, laf oyunlarına, çarpıtmalara devam ederler. Buna ek olarak, ‘sizinle paralel olmayan herkesi karşı cephede sayıyorsunuz’ ithamını savurarak, ‘erkek hegemonyası’na karşı yürütülen mücadeleyi, ısrarla, ‘erkek düşmanlığı’ gibi yutturmak için, çuvaldan boşaltırcasına çarpıtmacı yazılar yazarlar.

    ‘Erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’, ‘varsayım’ değil, ‘gerçek’tir. Bu ‘gerçek’in, paralel ile, çember ile, dikdörtgen ile, kare ile, koni ile, üçgen ile, altıgen ile, ve benzerleri ile bağı yoktur.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

    ‘HDP’nin rolüne, desteğine gelince, ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadelede, tıpkı ‘feministler’in rolü, desteği olduğu gibi, HDP’nin de rolü, desteği olur, olmalıdır. Bahsi geçen hegemonyaya karşı yürütülen mücadele, hiçbir kişinin & kurumun & kavramın tekelinde değildir.

  264. Şekerpâre (Shakespeare)

    “Yaşamak için yemek” (“olmak”) ya da “yemek için yaşamak” (“olmamak”), işte mesele bu!

  265. “‘Erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’, ‘varsayım’ değil, ‘gerçek’tir.”

    1) Siz ‘gercektir’ dediniz diye ‘gercek’ olmuyor. Gercek oldugunu supheye mahal birakmayacak (beyond reasonable doubt) ikna etmelisiniz.

    Edemiyor, kiviriyor ve kivraniyorsunuz.

    2) ‘Basortusu sorunu’ dediginiz sey, kadinlarin ‘giderek daha soyunuk olmak’ ozgurluklerini kendi elleriyle kisitlamalaridir.

    Bu, tek basina, sizin argumanlarinizi berhava ediyor.

    Yani, butun kadinlar, sirf siz istiyorsunuz diye, sizin ozgurluk saydiginiz istikamette tavir almiyorlar.

    “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…”

    Hayir. Ikisi ile de alakasi yok.

    Sizin derdiniz, mevcutlari muhafaza edip, yeni imtiyazlar elde etmek.

    Ustelik, bu yeni imtiyazlari da erkekler size altin tabakta sunsun istiyorsunuz.

    Bunlardan bazilari, malesef, gerceklesti bile: Bkz. ‘kadinin beyani esastir’ carpitmasi..

    Binlerce yilda olusmus olan hukuk sisttemini, sirf sizin gibi cacaronlar sussun diye (susar umitleri ile) allak bullak ettik.

    Artik erkekler icin ‘sucu sabit gorulunceye kadar masum olmak’ ilkesi gecerli degil.

    Yine de yetmedi.

    En lavas islerde kadinlara kota ayrilsin talepleri hic bitmiyor: Sirketlerin yonetim kurullaribda, ust burokraside, administrative jobs etc..

    Fakat, agir veya tehlikeli islerde esit sartlarda calismaga gelince is, ‘ama, biz kadiniz, biz fiziksel isler yapamayiz’ filan gibi turlu cesitli kivirmalar..

    Karar verin. Esit mi olmak istiyorsunuz, yoksa imtiyazli mi?

  266. Bilgi edinmek için çaba, gayret, ter dökmek gerekir. Tabii, yüksek IQ’lü, çok sayıda diplomalı Necip hariç. Necip, boş beynini Uzay-Net’e açar, enfermasyon ışık hızıyla boş beynine dolar. Tabii, bu bir bilimsel bilimselleşme olduğundan, ışık hızıyla seyahat eden enfermasyonlar bir çöl gibi tanelerden oluşan uzayda tahrife uğrar ve Necip bazen zırvalar. Benzeri eski din peygamberinin başına da gelmişti. Muhammed, daha cahilliya devrinden yeni çıkmışların bilimsel olmadıklarını bildiğinden, bu bilimsel saptırıcı parazitlere cahillerin anlayacağı dille “Şeytan işi” demişti.

    Necip hocamız, ilmi-hikmetiyle “onceden belirlenmis bir ‘tanim’la yola cikma …” gafletine düşmememiz için bizi uyarmıştı ama onun beyni boş, bizim beynimizde bin bir tilki cirit atmakta. Sanırım Necip hoca diğer çok yüksek IQ’lüler gibi ‘mindlesness cognitive therapy’ye katılmakta.
    Aramamda önceden belirlenmiş, “Batı’da kadına tecavüz ve seks sapıklığı” yazdım.
    Not: “Batı” kelimesini eklememin nedeni, Atatürk-Marks’ın getirdiği ışığın aydınlığıyla gözleri kamaşmış Türk aydınlarını düşündüğümden.
    IQ Necip haklı: İnternet’te binlerce sayfa çıktı. Sayfaların birkaçını, Necip’in “onlar da kimmiş?” Kara Deliğine atmadan önce, siteye aktarıyorum.
    1. “Suriyeli kadınlar ‘insani yardım karşılığı cinsel ilişkiye zorlandı'”
    2. “İngiltere’de çaresiz kadınlardan kira yerine seks isteyen ev sahipleri.”
    3. Pont-sur-Sambre’da bir adam kırka yakın tecavüz ve cinsel tacizlerini itiraf etti.
    Bence Necip gibi birini ciddiye alanlar onun kadar çok ama çok yüksek zekâlı.

  267. Büyük Beyinli, Yüksek Zekâlı, Yüksek IQ’lü, Yüksek Teknisyen, Sayısız Diplomalı, Uzay Zekalı, Yüksek Mühendis, Bilgisayar-Medya-Sosyal Medya kurdu Necip helada baktığı boncuklardan aldığı ilhamla sorar:

    “Daha sonra, ne oldugunu ben de cok merak ediyorum; ataerkil toplumlara donustuk.”

    Ne var ki, aynı Necip merak gidermeye karşı “… onceden belirlenmis bir ‘tanim’la yola cikmanin neden sakat olabilecegi …” yasağı koyar. Bırakalım ‘professorial’ Necip merakını helâda, boncukları arasında arayıp dursun.
    Ben, yasakları sevmediğimden, şu an, çağımızda,”Societies Where Women Rule” [Kadınların Hükmettiği Toplumlar] kelime dizimleriyle anaerkil (-erkil takı da ilginç, değil mi?) toplumların varlığını aradım. Çok sayıda ‘o da kimmiş?’ler buldum.
    Mosuo tribe in China. Çin’deki Mosuo kabilesi
    Khasi tribe in India. Hindistan’daki Khasi kabilesi.
    Umoja, Kenya.
    Indonesian tribe Minangkabau. Endonezya’da Minangkabau.
    In South and Central America there are the Juchitecs (Mexico).
    Kagaba in Columbia .
    Cuna in Panama.
    As well as the indigenous peoples in Brazil and Amazonia.
    Mohicans over the Natchez, Omaha, Apaches and Huron to the Pueblos. The most known are the Hopi.
    In Europe the writings are limited to peoples like the Basque, Bretons, the Baltic people and Siberia.
    In Africa there are the Luapula in Zambia, the Ashanti and the Akan in Ghana, the Ila in Zimbabwe, the Yoruba and the Bidjogo in West Africa; numerous matriarchal peoples. In the north there are the Tuareg people and the Kabylei and the Sudan.
    Hele And Dağlarının ünlü Pachamaması, anlatmakla bitmez.

    Daha sı, çok daha fazlası var ama… Necip ve bu sitedeki sayısız ırkçılar ve sözüm ona Necip’e karşı gelenler de dahil, bu insanları insan saymadıklarından kısa keseceğim.

    Biraz da tuz biber katayım:

    Generally, people who live in matriarchal societies have much more sex…
    Genellikle, anaerkil toplumlarda yaşayan insanlar çok daha fazla seks yaparlar…
    “In more gender-egalitarian societies, there is much less crime by both women and men.”
    Cinsiyet-eşitlikçinin daha fazla olduğu toplumlarda, kadınlar ve erkekler tarafından işlenen suç çok daha azdır.

    Dünyayı Hortlak ve Necip gibi pisliklerden temizleme vaat eden Nazi ve faşist ideolojilere sarılan büyük düşünürleri affetmek zor ama anlamak kolay.
    Cahilliğe karşı gelmek kolay, ama çok uzun bir zamandır bu iki sapık ve benzeri sayısız tahsilli silikler asıl gücün yaltakçılığını yapmaktalar ve bunlarla başa çıkmak sonsuz zor.

  268. “Çok sayıda ‘o da kimmiş?’ler buldum.”

    Evet, gercekten cok sayida imis..

    Tabii, 5’ten cok. Yani, hepi topu ve dahi cem’an 6 adet ‘o da kimmiş?’.

    Dunyanin ucra koselerinde olmalari degil mesele; hepsinin nufusunu toplasaniz bir mahalle takimi stadina sigacak kadar cok (!).

    “Dahası, çok daha fazlası var ama…”

    Yah yah.. vardirmistir muhakkak.. arayislarimiz devam ediyor, bulursak hepinize mustulayacagiz.

    “Cinsiyet-eşitlikçinin daha fazla olduğu toplumlarda, kadınlar ve erkekler tarafından işlenen suç çok daha azdır.”

    ‘Az’ derken..

    Yahu, butun bunlarin toplami bir avuc insan. Tabii ki, islenen suc sayisi da az olacak.

    Nitelik acisindan da oyle.. Hicbirseyi olayan birini gaspetmenin ya da oldurmenin ne anlami var? Nesini alacaksiniz? Yorulmaga degmez.

  269. 'Erkek hegemonyası'nı yokmuş gibi göstermek (3)

    ‘Erkek hegemonyası’nın ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nun gerçekliği, birkaç kişiye göre olan-oldurulan, uydurulan, bilinegelen, dayatılan, yayılan (ve benzeri diğer fiiller dahil) olaylar silsilesi değildir. ‘Erkek hegemonyası’nın ve uzantısı ‘başörtüsü sorunu’nun varlığını ‘görmek isteMEyen’ çarpıtmacı şahıs Necip gibilerin lafazanlıkları, problemdir. Bahsi geçen hegemonyayı yokmuş gibi göstermeye çırpınan çarpıtmacı şahıs Necip’in, şunu anlaması gerekir, ‘‘Erkek hegemonyası’nı yokmuş gibi göstermek isteyenlerle çatışmak’ başka şey, ‘‘erkek hegemonyası’nın varlığından haberdar olanlarla ‘çatışmadan’ müzakere yürütmek’ başka şey. İkisi arasındaki farkı, özellikle, çarpıtmacı şahıs Necip anlamalıdır.

    Çarpıtmacı şahıs Necip, ‘erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu yokmuş gibi göstermek için şüpheye mahal bırakmayacak şekilde fırsatlar kolluyor. Bahsi geçen hegemonyayı ve uzantılarını yokmuş gibi göstermek için ‘insan’ adlı türdeki biyolojik dürtüleri gerekçe gösterip kadınların kendi arasındaki rekabeti zoraki genelleştiriyor, bu zoraki genelleştirme ile kadınların ‘makbul erkeği’ kafeslemek için hem hemcinsleri ile hem diğer erkekler ile sürekli rekabet hâlinde olduğu ‘katmerli genelleştirmesini üfürüyor’ ve buradaki herkesi bu silsileye inandıracağını zannediyor. Bu zannedişini sürekli tekrarlayıp, ‘erkek hegemonyası’nı yokmuş gibi göstermek amacıyla kıvırıyor, kıvranıyor.

    Mesele, kadınların, ‘giderek soyunuk olmak’ durumu değildir. Kadın bedeni, ‘soyulacak’ veya ‘örtülecek’ bir şey değildir. Kadınların, ‘soyunmasına’ da, ‘örtünmesine’ de niçin daima erkekler müdahale ediyor? Çarpıtmacı şahıs Necip, kadınların kendi aralarındaki rekabeti (‘yaşlı kadın’ ile ‘genç kadın’, beraberce başörtüsü giydiğinde aynılaşıyormuş! Böylece, yaşlı kadınların kocalarının gözleri, genç kadınlara kaymıyormuş!) mümkün mertebe azaltmak için başörtüsünü kendi iradeleriyle giydiği yalanını üfürmekten niçin çok hoşlanıyor?

    Kadınlar, hür iradeleriyle soyunuyorlarsa, hür iradeleriye örtünüyorlarsa, problem yoktur. Mesele, ‘hür irade’ denen şeyin ne kadarının bizzat erkekler tarafından işgal edildiğidir. Bu konuyu, çarpıtmacı şahıs Necip, eğip-bükmekte maharetlidir.

    Mesele, başörtüsü giymeyi, erkeklerin kadınlara dayatmasıdır. ‘Gerçek’ budur.

    ‘Özgürlüğün istikameti’ erkeklerin tekelinde değildir, çarpıtmacı şahıs Necip bunu anlamalıdır.

    Çarpıtmacı şahıs Necip’in, ‘erkek hegemonyası’na karşı mücadeleyi, inatla, ısrarla, ‘erkek düşmanlığı’ gibi yutturmaya uğraşmasının sebepleri ne?

    Acaba, kadınlar, kendilerine daima iltimas geçilmesini mi istiyor, ve hâttâ ‘erkek hegemonyası’nı yıkıp yerine ‘kadın hegemonyası’nı mı kurmak istiyor?

    Cevaplar:

    Boşanmaya karar vermiş bir karı-koca ilişkisinde, doğmuş olan çocuğun ‘anne tarafında mı’, ‘baba tarafında mı’, ‘üçüncü bir tarafta mı’ kalması gerektiği gibi çeşitlendirilebilecek olaylar, ‘kadınlara iltimas geçilmesi gerektiği’ algısı doğrultusunda, çocuğun, anneye bırakılması gerektiği ‘genellemesi’ni sıklıkla akla getiriyor, mahkeme kararları yer yer bu ‘genelleme’nin etkisi altında kalınarak belirleniyor.

    ‘Anne-baba velayet savaşlarında icralık muamelesi gören evlat-evlatlar’ tabiri hukuk alanında sıklıkla kullanılmaktadır, çocuk (evlat), bir tür ‘meta’ olarak görülmektedir. Konu hakkında bilgi edinmek isteyenler,

    Şuradaki tespitleri [a] ( https://www.youtube.com/watch?v=aZgB4wNFoX8 ),

    Şuradaki tespitleri [b] ( https://www.youtube.com/watch?v=RAMlt8-aHWo ),

    Ve şuradaki tespitleri [c] ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/ebeveyne-yabancilasma-sendromu-amp-cekismeli-bosanmalarda-ve-velayet-savaslarinda/418651.html )

    dikkatle incelemelidir.

    Özellikle, ‘bazı’ kadınların, boşanma işlemi bittikten sonra, mahkeme kararıyla ‘kocalarından ‘nafaka’ almaya başlamasını suistimal edip kendi ayakları üzerinde durmak için çaba gösterMEmesi (erkek, sürekli ‘teminci’ mi?)’ ve ‘‘bazı’ kadınların kocalarından boşandıktan sonra, çocuğunun-çocuklarının velayetinin, niçin kendilerine verilmeyip kocalarına verildiği üzerinden isyan çıkarması’ gibi olayları gerekçe göstermek, ‘erkek hegemonyası’nın varlığını gölgelemez.

    Erkeklerin ‘kodifiye’ ettiği sosyal, dini ve hukuki ‘normlar’ın sınırları içinde kalınarak sonuca bağlanan olaylara karşı da mücadele edildiği, yukarıdaki metinlerde defalarca dile getirildi. ‘Erkek hegemonyası’nın pek çok veçhesi olduğu yukarıdaki metinlerde belirtildi, ‘hukuk’ alanı da bu veçhelerden biridir.

    Kadınlara, ‘bakın, size ihtimam gösterip ‘nafaka’ bağlıyoruz, çocuğunuzun velayetini de size veriyoruz, daha ne istiyorsunuz?!’ tehditvari sorusu üzerinden, kadınların, erkeklerin dizayn ettiği ‘norm’lara boyun eğmeye devam etmesi bekleniyor. (Not: ‘Hukuk’ alanında, mahkemelerde, hakimler, savcılar, avukatlar, yargıçlar vb.’leri arasında, yıllar yılı erkeklerin dizayn ettiği ‘norm’lara kendini adapte etmiş, boyun eğmiş ‘kadın’ hukukçular da mevcuttur.)

    ‘Hukuk’ veçhesinde de, sıklıkla, ‘kadın-erkek eşitliği, hakkaniyeti’ amacı dışında kararlar verilmeye devam etmektedir. ‘Erkek hegemonyası’na karşı mücadele etmek, ‘kadın-erkek eşitliği, hakkaniyeti’ni sağlamak, ‘hukuk’ alanı dahil hayatın her alanında yürütülür. ‘Hukuk’ veçhesi de, çarpıtmacı çaçaron Necip gibilerinin üfürmelerinden temizlenmelidir.

    İnsan, kafasını ne yöne çevirirse çevirsin, ‘erkek hegemonyası’ kendini daima gösteriyor. ‘Şu fani hayatta, hep erkek peygamberler gelmiiiiiş, hep erkek peygamberler gitmiiiiiş’ anlatısına inanmaya pek çok kişi teşne.

    Acaba, ‘kadınlar’, peygamber olmanın çok ağır sorumluluklar getirdiğini ‘erkeklerden daha iyi bildikleri için’ mi, bu işlere hiç bulaşmadılar, ve erkeklerin peygamber olmasına müsaade ettiler?

    Acaba, ‘kadın peygamber’ler anlatısı da olsaydı-bilinegelseydi, kadın peygamberler ‘kürtaj meselesi’ ile ilgili neler söylerdi?

    Acaba, şirketlerin yönetim kurullarındaki sorumluluklar ağır olduğu için mi, üst bürokrasideki sorumluluklar ağır olduğu için mi, ve hâttâ ‘askerlik’ denen erkekler tarafından kodifiye edilmiş o meşhur gelenekte sorumluluklar ağır olduğu için mi, kadınlar, kendi hür iradeleriyle bu işlere hiç bulaşmadılar, sıvışıp kaçtılar?

    Yoksa, hayatın her alanında erkekler kurmuş oldukları (‘kodifiye’ de ettikleri) iktidarlar sarsılmasın diye, kadınları fiziksel (ve bilinçsel) yönden güçsüz kategorisine attılar, ‘kadınlara iltimas geçip’ onlara çok zor, çok ağır bir iş olan peygamberliği bahşetmediler, kadınları ‘örtünmeye zorladılar’, kadınları ‘askere almadılar’, kadınlara köle muamelesi yaptılar?…

    Neyse.. ‘Erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu çarpıtmaya hevesli Necip gibi tehlikeli şahıslar, yine ‘biyolojik dürtüler’i gerekçe göstererek, ‘anaerkil’likten başlayıp ‘ataerkil’liğe ulaşıp, bu kez, ‘kadın peygamberler olmayışını da izah etme çabası’na girebilir, gerek yok.

    Mesele, ‘erkek düşmanlığı’ icat etmek değildir.

    Mesele, ‘kadınlara daima iltimas geçilmeli’ algısı yönünde alınan (ve alınacak) kararları körüklemek değildir.

    Mesele, ‘erkek hegemonyası’na ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’na karşı mücadele etmektir. Devam etmekte olan mücadele, hiçbir kişinin & kurumun & kavramın tekelinde değildir.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  270. “Mesele, ‘erkek hegemonyası’na ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’na karşı mücadele etmektir.”

    Sunu daha acik yazar misiniz?

    Sizce ‘başörtüsü sorunu’, basortusu takmak midir, takaMAmak mi?

    “Devam etmekte olan mücadele, hiçbir kişinin & kurumun & kavramın tekelinde değildir.”

    Bu dogru.

    Cunku, cook uzun yillar boyunca surdurulen teknolojik gelismeler, kadinlara da erkeklerle esit olabilmek imkanlarinni tanimaga baslamistir.

    Bunda sasilacak bir sey yok.

    Sasilacak bir sey olmadigi gibi, bu gelismelerde kadinlarin dogrudan dogruya bir rolu de olmadi.

    Cunku, bu, fiziksel olarak daha az guclu (fakat, daha akilli/zeki/yetenekli) erkekler (‘nerd’ler) ile (beyni dahil) kas yigini erkekler arasindaki bir mucadele idi.

    ‘Nerd’ler kazandi.

    Kadinlar da ‘nerd’lerin yarattigi imkanlarla aradan siyriliyorlar.

    Firsati kaza atmemek gayretlerinden bahsediyoruz yani.

    Bunda da sorun yok bence.

    Ama, eski imtiyazlarinin uzerine ek imtiyazlar talep etmeleri kabul edilir degil. Bu konuda hayal kirikligina ugrayacaklarini dusunuyorum.

    “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…”

    Hikaye.

    ‘Esitlik’ zaten saglaniyor. ‘Hakkaniyet’ konusunda sorun var.

    Kadinlar ‘hakkaniyet’ pesinde degiller. Imtiyazlar istiyorlar.

    Bunu da cozecegimizi dusunuyorum: Kok hucreden yumurta uretmek konusunda hayli ilginc gelismeler var. ‘Yapay rahim’ de uzerine calisilanlar arasinda..

    Bunlar tamamlandiginda, cinsiyet konusu tamamen gundemden kalkmis olacak.

  271. İki büyük entelektüel, Anarşist Türk Necip ve Marksist Kürt Hortlak ile aşağıdaki haberle ilgili bir söyleşi yaptık. Yüce iki ulusun temsilcileri sayın Hortlak ve sayın Necip, haberle ilgili derin görüşlerini açıkladılar.
    HABER:
    “Her yıl Hindistan’da yarım milyondan fazla çocuk kaybolmakta.
    Kuzey Hindistan’ın Uttar Pradesh bölgesindeki sapa bir kasabada bulunan bir tuğlacı Ram Bharan’ı ziyaret ettiğimde aile düğün hazırlıkları içindeydi. Gelin, Bharan’ın 15 yaşındaki kızıydı. Ancak düğün törenlerindeki müzik, dans, sevinç yerine matem havası hüküm sürüyordu.
    Ram Bharan kızını çok genç yaşta evlendirmeyi planlamamıştı Okuryazar olmayan, günlük ücretli bir emekçi Ram Bharan her baba gibi çocukları için iyi bir hayat ümit etmekteydi.
    Ama kızı kaçırıldıktan sonra, kızlarını koruyamayacağından, kalan altı kızlarını kim isterse hemen evlendirmeye karar verdi.
    Uttar Pradesh, kadınlara ve çocuklara karşı özellikle çok suç işlenen, kanunsuz bir yer.
    Kayıp olayından bir gün sonra polise giden Ram Bharan, otobüse binmeyi göze alamadığından iki saatlik yolu yürüdü ve polise, kaçıranlardan birinin kendi komşusu olduğunu bildirdi.
    Polis merkezini ziyaret ettiğimde, şikâyetinin yazılı bir kaydı bile yoktu. Olayı küçümseyen bir subay, “kızlar kaçıyor” dedi.”

    Marksist Hortlak: Uttar Pradesh nerede? Gujarat’a yakın mı? Bu insan sayılmaz insanların medeniyet, ekonomi, bilim-teknolojiye bir katkıları olmuş mu? Bunlar biz Dev Kürt Kültürlüler gibi Yüce Ayran ırkından mı? Neden bu alçak ırklarla zamanınızı heder ediyorsunuz? Yoksa o alçak wahsi misiniz? Hem de o kaçırılan küçük kızların bazıları benim haremde ve hayatlarından memnunlar!

    Anarşist Necip: Bu bilgiyi hangi önceden belirlenmiş kelimelerle aradınız? Kim saymış? Kimmiş bu haberi verenler? Kanıtları var mı? Hem de Hindistanlı çok diplomalı arkadaşlarım, her yıl sayısız çocuğun, arkadaşlarım ve benim gibi daha iyi bir hayat yaşamak için, zaten kendi istekleriyle kaçtıklarını bana çoktan söylemişlerdi. Üstelik Lavosier emmim ne demiş: “Kaçırılan çocuklar vardan yok olmazlar. Yer değiştirirler!” Bakın bazıları Marksist-Hümanist Hortlak’ın haremindeymiş. Yani, ev karısı olacaklarına, hizmet endüstrisinde emekçi olurlar.

    Bu anda, Hortlak ve Necip galeyana geldiler ve beraberce, kardeş kardeş, bir ağızdan devrimci ünlü Marksist-Anarşist marşı “işleyen demir pas tutmaz” uzun havalarına başladılar.
    Allah bu çok bilenleri başımızdan eksik etsin! İnşallah!

  272. Bir Türk Işık Hızın Aştı

    Necip adlı biri SİDİK YARIŞI hızıyla ışık hızını aştı. Ne var ki, aynı taptığı allahı kapital gibi başını almış kaçmış, gittikçe gidiyor. Evrenin doğuş ve gelişimini bir yana bırak, bu hızlı Necip, arkaya bakıp insan tarihinde anaerkillikten ne zaman, nerelerde, hangi toplumlarda, neden geçildiği sorusuna cevap bile aramamış.
    Bu sivri kellenin sorusuna nitelikler eklemeden soruşunda ırkçı faşist ruhunu gördüm. Mantıksızlığı zaten artık çok malum. Verdiğim örneklerle ırkçılığını, faşistliğini ve mantıksızlığını suratına serinlik getirdim. Necip sidik yarışını doğuştan getirmiş, k*çına nışadır sürmeye bile gerek yok; alay ettiğimi anlamadan yarışa katılmış.
    Eğer kendi gibi bir mantık bilmeyen bir çaylak, “bütün Türk erkekler bıyıklı” derse, bıyıksız bir Türk erkeği tersini ispat eder. İşte yazdıklarımla kurduğum bu tuzağı görmeden sidik yarışına atlaması bir yana, hindi gibi kabarmış.

    Hele bu yüksek matematik mühendisinin sık sık yaptığı matematik fiyakası! Herifi defalarca rezil ettim ama bu hilkat garibesinde utanma kalmadığından döner dolaşır aynı hataları tekrarlar.
    10 milyonluk bir ülkede suç sayısı 1 milyon.
    1000 kişilik bir toplumda suç sayısı 50.
    Bunlar, sidik yarışının ticaret dışındaki yan etkileri, zararları.
    Bence herifin şu sözleri ırkçı ve faşist ruhuna ışık tutar ama nedense şimdiye kadar kimse bu herifle Hortlak denilen diğer bir ırkçılığını ve faşistliğini benden başka gören yok. Bu bir tesadüf mü yoksa aynı hisleri paylaşma mı? Bence kesin kes aynı hisleri paylaşma!
    İşte tiksindirici lafları:
    “Hicbirseyi olayan birini gaspetmenin ya da oldurmenin ne anlami var? Nesini alacaksiniz? Yorulmaga degmez.”

  273. Teknisyen hizmetkârların hafızladıkları ilahisi: “Problem varsa, çözüm var!”
    Bilim-teknikte çok aşağıda bir basamakta tüneyen bir Türk teknisyeni alık alık duyduğunu anlamadan aktarmış:
    “Kok hucreden yumurta uretmek konusunda hayli ilginc gelismeler var. ‘Yapay rahim’ de uzerine calisilanlar arasinda..
    Bunlar tamamlandiginda, cinsiyet konusu tamamen gundemden kalkmis olacak.”

    Geçmişte yüksekte yer alan ve asıl bilim-teknik insanlık düşmanı beyinsiz teknisyenler “dört ayak iyi, iki ayak kötü” ilahilerini aynı coşkunlukla okumuşlardı. İş adamlarıyla devletlerin gönüllü köleleri teknisyenlere, petrol, demir, çelik, lastik, cam üretimini hatırlatanlara, teknisyenler, inek trene bakar gibi baktılar. Beyni yıkanmış bilgiçlik fiyakasından geçilmeyen alçak basamak teknisyeni Türk Necip de yukarıdaki teknisyenleri taklit eder, bön bön bakar.
    Daha da önemli olan fabrika gibi yerlere tıkılanların kalitesiz yaşamı, çevre pisliği, şehirlerin devasa büyümesi ve diğer hemen göze çarpan zararlar sayfalar tutar. Diğer ve çok daha ince ve gözden kaçan zararları duyup aktarmaları için çok büyük zekâlı Özgür Üniversite profesörleri, kuantum anlamadan bilenleri, bilimsel düşünen aydınları beklemek lazım.

    Teknisyen Necip’İn fiyakası ancak çok yüksek zekâlıların anlayacağı “yapay rahim” konusu beni fazlasıyla aşar. Bu konuyu çok yüksek zekâlı, tahsilli, kendilerine iş yaratma peşindeki Necip’in klonları kadın savunucularına bırakmak en iyisi.

    Tabii, bu “yapay rahim” çılgınlığının da kolayca görülmez tarafı var ama bırakalım köpekler birbirlerini açıkta görülen kemikler için yesinler.
    Gülmek sağlığa iyi geliyor.

  274. 'Erkek hegemonyası'nı yokmuş gibi göstermek (4)

    ‘Erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’nu yokmuş gibi göstermek amacıyla, çarpıtmacı şahıs Necip ve benzerleri, ‘‘başörtüsü sorunu’, başörtüsü takmak mıdır, takaMAmak mı?’ sorusunu kendilerine kalkan yaparlar. Cevapları eğip-bükmek amacıyla, çarpıtmalarına devam etmek amacıyla fırsatlar kollarlar çaçaron şahıs Necip gibiler.

    Çook uzun yıllar boyunca sürdürülen teknolojik gelişmeler, çoğunlukla erkeklerin ‘kodifiye’ ettiği yönde gelişti, kadınlara da, erkeklerin dizayn ettiği ‘norm’lara itaat etmesi emri bizzat erkekler tarafından verildi, bu ‘emir verme’ler hâlâ devam etmektedir. Bu silsileyi yokmuş gibi göstermek için çırpınan çarpıtmacı şahıs Necip ve benzerlerine elbette şaşırılır.

    Bahsi geçen teknolojik gelişmelerde kadınların doğrudan doğruya rol oynamasına, ‘erkek hegemonyası’ izin vermedi. Bu hegemonyayı yokmuş gibi göstermek için çırpınan çarpıtmacı şahıs Necip ve benzerlerine elbette şaşırılır.

    Fiziksel olarak daha az güçlü (fakat, daha akıllı-zeki-yetenekli) erkekler (‘nerd’ler) ile (beyni dahil) kas yığını erkekler arasındaki mücadele, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyada başat faktör değildir. ‘Zeki, nerd erkekler’ de, ‘beyni dahil kas yığını olan erkekler’ de, kadınlar üzerinde hegemonyasını yıllar boyu kurmuştur, günümüzde de devam etmektedir. Erkek türü farketmeksizin, ‘gerçek’ budur.

    Kadınlara, ‘nerd erkekler’in ve diğer ‘erkek türleri’nin kodifiye ettiği çerçevede kalmaları şartı koşulmaktadır tıpkı ‘din’lerde, ‘devlet kurumları’nda, ‘askerlik müessesesi’nde, ‘özel sektör’de, ‘akademi’de, ‘günlük hayat’ta, ‘ev içi’nde olduğu gibi. Kadınlara ‘nerd erkekler’ dahil pek çok ‘erkek türü’nün yarattığı imkân-mimkân yok denecek kadar az, çünkü ‘erkek türlerinin ekseriyeti’ iktidarını kaybetmek istemiyor. Çarpıtmacı şahıs Necip de, ‘erkek hegemonyası’ndan kadınların kurtulaMAması için bütün kuvvetiyle çabalıyor.

    Kadınlara, ‘fırsat’lar, erkeklerin amaçları, niyetleri ve istekleri yönünde veriliyor, sırf erkeklerin belirlediği ‘fırsat şablonları’na uyumlu olmak için gayret etmeleri isteniyor kadınlardan. Çarpıtmacı şahıs Necip de, ‘erkek hegemonyası’nın üfürdüğü fırsatlar peşinde koşmalarını istiyor kadınların.

    Kadınlar, ‘imtiyaz – mimtiyaz’ sahibi olmayı isteMEdi, ‘imtiyaz – mimtiyaz’ sahibi olmadı, olMAmalı. Dolayısıyla, ‘ek’ imtiyaz – mimtiyaz peşinde olmak iddiası da boşa düşüyor. Birkaç münferit ‘kadınlara imtiyaz bahşetme olayı’nı gerekçe göstermek, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu hegemonya gerçeğini kaldırmıyor. ‘Erkek hegemonyası’na ve bu hegemonyanın uzantısı ‘başörtüsü sorunu’na karşı mücadele ediyor olmak, ‘imtiyaz peşinde koşmak’ demek değildir. Çaçaron şahıs Necip, kendi üfürüğünde boğulmaktadır.

    ‘Erkek hegemonyası’na ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’na karşı mücadele ilerlemeye devam ettikçe, çaçaron şahıs Necip’in hayal kırıklığına uğrayacağı düşünülmektedir.

    ‘Kadın & Erkek’ eşitliği hâlâ sağlanamıyor, çünkü çaçaron şahıs Necip gibiler, iktidarlarının kayıp gitmesini istemiyor. İktidarlarının kayıp gitmesini istemedikleri için, ‘hakkaniyet’ konusunda problemler icat ediyorlar çarpıtmacı şahıs Necip ve benzerleri.

    Kadınlar eşitlik & hakkaniyet için mücadele ediyorlar, ‘imtiyaz – mimtiyaz’ istemiyorlar.

    Kök hücreden yumurta üretmek konusunda hayli ilginç gelişmeler, hâlâ, erkeklerin amaçları, niyetleri ve istekleri yönünde olmaktadır.

    ‘Yapay rahim’ üzerindeki çalışmalar bile, kadınları, erkek hegemonyasında tutmak amacıyla yapılmaktadır.

    Mesele, cinsiyetler arası savaşlar icat etmek değil.

    Mesele, ‘erkek düşmanlığı’ icat etmek hiç değil.

    Mesele, ‘kadınlara daima iltimas geçilmeli’ algısı yönünde alınan (ve alınacak) kararları körüklemek değil.

    Mesele, ‘erkek hegemonyası’na ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’na karşı mücadele etmektir. Devam etmekte olan mücadele, hiçbir kişinin & kurumun & kavramın tekelinde değil.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  275. ‘Perçinci’den Jennifer ve Merve’ye, ‘kadın gücü’

    Tayfun Atay
    Cumhuriyet / 05 Mart 2018 Pazartesi

    Dünya Kadınlar Günü’ne 3 kala, kadın ve güç ilişkisinin popüler kültür/tüketim kapitalizmi ekseninde nasıl tatlı tatlı araçsallaştırıldığına iki örnek alt alta öyle bir düştü ki önümüze, gözümüzü alamadık onlardan!..

    Hürriyet’in dünkü Kelebek ekinde üstte Jennifer Lawrence, Barbaros Tapan’a Los Angeles’ta “güç”ten bahsediyor. Hemen altında da “Küçük Sırlar”dan itibaren dizi endüstrimizde bol bol karşımıza çıkmış oyuncu Merve Boluğur’un artık adını kozmetik endüstrisi bünyesinde duyurmaya yöneldiğini onun “Gücümün zirvesini yaşıyorum” sözünü başlık yapmış haberden öğreniyoruz.

    Hâlbuki şu ara hepimizi Kadınlar Günü heyecanı sardı ya, “kadın ve güç” deyince bir başka kadın “imge”sinin dolaşımda olmasını bekliyordum ben.

    “Perçinci Rozi”ydi bu.

    İkinci Dünya Savaşı yılları ABD’sinde çıktı ortaya “Perçinci Rozi” (“Rosie the Riveter”). Mavi işçi gömleği, pazılı kolları, kararlı görünümüyle “evcimen”liği reddeden yeni bir “ideal” Amerikan kadını tasviri olarak…

    Çünkü art arda iki dünya savaşının erkek nüfusa ciddi sekte vurduğu ve ekonominin acil işgücü talep ettiği o yıllarda kadını evden çıkartmaktan başka çare yoktu. Savaş hükümeti ile reklam sektörü el ele, kafa kafaya vererek ihtiyaç duyulan kadını “ideal” olarak sundu topluma. Afişlerde, ilanlarda her yerde “We can do it!” (Yapabiliriz”) diyen, pazılarını şişirmiş ve vatansever bir ruhla evini, çocuklarını, kocasını bir kenara bırakarak işliğe koşan “emekçi” kadın “Rozi” boy gösterir oldu.

    “Ekonomi-politik” değişim ve sarsıntıların, kadının toplumsal konumuna ilişkin kavrayışı nasıl farklılaştırdığına çok çarpıcı örnektir “Perçinci Rozi”.

    Savaş sonrasında durum hemen değişti tabii. Kocası, çocukları ve evine amade kadın (“anne”) temsilleri reklamlarda yaygınlaştı. “Dışardaki kadın”a gelince, orada da şişkin pazılı “Rozi”nin yerini şişkin göğüsleri ve kalçalarıyla “Mariyn” (Monroe) aldı!..

    Ama “Rozi”, yıllar sonra bir başka bağlamda çıktı geldi. “Feminist”ti artık!

    1960’lar ve sonrasının düzen karşıtı, “sol” “İkinci Dalga Feminizm”i içinde “Rozi”nin pazıları tekrar şişirildi. Şu farkla ki artık 1940’larda olduğu gibi erkeklerin savaşı için değil, “erkek bir dünya”ya karşı savaş için şişmekteydi onlar! Ataerkilliğe karşı kadının ve kadınlığın gücünü vurgulamak için…

    Yıllarca bu minval üzere feminizmle bağlantılı kullanıldı “Perçinci Rozi” tasvirleri. Gerçi bu bağlamda karikatürize ve dejenere edilmedi de değil… Ama her 8 Mart’ta tekrar tekrar aşina olduk ona, dünyada da, bu ülkede de.

    Şimdi “kadın gücü”ne ilişkin imgesel motivasyonun “Perçinci”den yana pır pır ettiği bir “8 Mart” arifesinde karşımızda Jennifer’le Merve’nin kadınsı güç gösterileri var

    Jennifer Lawrence, vizyona yeni giren filmi “Kızıl Serçe”de soyundu ve cinselliğini öne çıkardı. Bundan uzun yıllar kaçındığını söyleyip diyor ki “Çekimi bitirdikten sonra kendimi daha bir güçlü hissettim”.

    Ayrıca o, Vanity Fair dergisine verdiği röportajda yeni filmindeki görüntülerinin 2014’te telefonu hack’lenerek kamuya sızan çıplak fotoğraflarının kendisinde yarattığı tahribatı gideren “güçlendirici” bir etki yaptığını belirtmiş.

    Lawrence, “Bilerek ve isteyerek tüm vücudumu ve ruhumu işime kiralıyorum” da demiş.

    Filmde soyunmasının ona bir güç duygusu vermiş olmasını sorgulamak ve sorunsallaştırmaktan kaçınalım hadi!.. Ama vücudu ve ruhunu kiraya vermek?!.. Bunu yaptığınızda artık o vücut ve ruh sizin olmaktan çıkar “meta” olur.

    Lawrence’in sözleri bana 2010 yılında Türkiye’ye çekim için gelmiş manken Missy Raider’ı hatırlattı. Kendisine vücuduyla ilgili sorular soran gazetecilere, “Artık popom, memem görünmüş umurumda değil, çünkü bedenim artık bana ait değil; o, bir nesne” demişti.

    Marx’ın “yabancılaşma” kavramı ne bundan daha “sade” anlatılabilir, ne de o yabancılaşmanın “bilinci” (farkındalığı) bundan daha güzel örneklenebilir!..

    Lawrence’in Raider’la karşılaştırıldığında tüketim kapitalizmi bünyesinde bedene ve benliğe yabancılaşma bilincinin çok uzağında olduğu ortada. Bedenini kiraya verdiği “iyimser”liğinde o…

    Merve Boluğur’a gelelim! Onda daha katmerli şekilde, bedensel ve benliksel yabancılaşmanın bir “güç yanılsaması” ile kamuflajlanıp dışa vurulduğuna tanık oluyoruz.

    Merve, kendi adını “marka”laştırıp sosyal medyada “#gücünüyaşa” etiketi ile tanıtarak ilk kozmetik ürünü ruju satışa sunmuş. Bu arada diyor ki “Şu an gücümün zirvesini yaşıyorum. Bütün kadınlara da tavsiyem, kendi güçlerini yaşasınlar.”

    Demek ki Merve, bedenini ve benliğini (ismini) bir “meta” olarak hem “üreten” bir işçi, hem de “satan” bir sermayedar, bir patron konumunda. Ama tabii onun bu “sahip”liğine de sahip ve onun gücünün üstünde bir “Güç” olarak “piyasa sistemi” var.

    Jennifer de, Merve de “erkek bir dünya”ya karşı değil, o dünya için, kadını bir tüketim nesnesi kılarak metalaştıran “ataerkil kapitalizm”den yana güç gösterisinde bulunuyor aslında.

    Her ikisinin de o kapitalizminin eril tanrılarına kurban olmamasını dileyelim ve onları önce “Rahim” olan Allah’a, sonra da “Perçinci Rozi”lere emanet edelim!..

    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/937723/_Percinci_den_Jennifer_ve_Merve_ye___kadin_gucu_.html

  276. Genç kızları seks kölesi yapan modeller Türkiye’ye gelmeden yakalandı!

    Rusya’da güzellik yarışmasına katılan iki ünlü modelin, 18 yaşındaki bir kızı (solda) Ortadoğu’da kendilerine iş bulacakları şeklinde kandırarak seks kölesi haline getirdiği ortaya çıktı. İki modelin Türkiye’ye gelmek üzere 18 yaşındaki kızla uçağa binmek için havaalanına geldiklerinde yakalandıkları ortaya çıktı.

    Skandal olay ülke gündemine oturdu. Rusya’da 22 yaşındaki Ksenia Starikova ve 19 yaşındaki Tatiana Petrova isimli iki kadın Moskova’daki Domodedovo Havaalanı’ndaki polisler tarafından gözaltına alındı. (Fotodaki: Tatiana Petrova)

    Kadınlar, dadı olarak çalışmasını istedikleri 18 yaşındaki öğrenci kızı, zorla ellerinde tutmaya başladıktan sonra dövdükleri ve genelevde hayat kadını olarak çalışmaya zorladıkları iddia edildi. (Ksenia Starikova)

    19 BİN STERLİN ALDILAR
    Türkiye’ye gitmek için bir uçağa binmek üzereyken yakalanan ve hâkim karşısına çıkarılan iki kadının bu iş karşılğında anlaştıkları kişiden 19 bin sterlin aldıkları iddia edildi.

    İnsan kaçakçısı kadınlar, öğrenciler için İngilizce ve Almanca bilen dadı arandığını söyleyerek kaçırmayı planladıkları kızlarla birkaç defa görüşme gerçekleştirmiş.

    Bir kız çocuğu annesi olan Starikova, Rusya’daki güzellik yarışmasında finalistleri arasında bulunmuş.

    Rus-Bulgar model Petrova ise yarışmanın 2018 yarışmasının finalistleri arasında yer alıyordu.

    Her iki kadın da insan kaçakçılığı suçuyla yargılanmak üzere hâkim karşısına çıkacak. İnsan kaçakçısı bu kadınların 6 yıla kadar hapsi isteniyor.

    http://www.hurriyet.com.tr/galeri-genc-kizlari-seks-kolesi-yapan-modeller-turkiyeye-gelmeden-yakalandi-40761838

  277. ‘Sperm bankası da neymiş, ne inşaat işçileri var’ sözlerine sert tepki

    Seda Sayan, Ece Gürsel’i kendi adını taşıyan televizyon programında ağırladı. Programa Seda Sayan’ın inşaat işçileriyle ilgili sözleri damga vurdu. Sayan, sperm bankası ile hamile kalmanın konuşulduğu sırada Ece Gürsel’e “Kız yazık ne inşaat işçileri var. Onlar insan değil mi? Kız siz ne bekliyosunuz doğurmak için. Baktın adamın genleri güzel. Maşallah sırım gibi. Tuttuğunu koparıyor, kuvvetli! Yap çocuğu ne var?” dedi. İnşaat İşçileri Sendikası Örgütlenme Sekreteri Yunus Özgür’den bu sözlere sert tepki geldi. Özgür Sayan için ‘şarlatan’ ifadesini kullandı.

    Manken Ece Gürsel, dün Seda Sayan’ın kendi adını taşıyan programına konuk oldu.

    Keyifli başlayan program ilerleyen dakikalarda ilginç bir sohbete sahne oldu.

    Bilal Özcan, Ece Gürsel’e “Sperm bankasından hamile kalmak ister misin?” diye sordu.

    Ece Gürsel ise Özcan’a bu konuyu annesiyle de konuştuğunu belirterek “Annem koca adayı çıkmadı. Hiçbir şey de kalmadı. Öyle bir şey yaparız demişti.” yanıtını verdi.

    Bu sırada söze giren Seda Sayan’ın Ece Gürsel’e verdiği tavsiye ise şaşırttı:

    “Kız yazık ne inşaat işçileri var. Onlar insan değil mi? Kız siz ne bekliyosunuz doğurmak için. Baktın adamın genleri güzel. Maşallah sırım gibi. Tuttuğunu koparıyor, kuvvetli! Yap çocuğu ne var? ”

    İNŞAAT İŞÇİLERİNDEN SERT YANIT

    İnşaat İşçileri Sendikası Örgütlenme Sekreteri Yunus Özgür, Seda Sayan’ın sözlerine çok öfkelendiğini belirtti. Cumhuriyet’in haberine göre Özgür şunları söyledi: “Zaten devlet, taşeron patronları inşaat işçisini insan yerine koymuyor. Bu tür programlarda da inşaat işçisi insan yerine konmuyor. Her gün inşaat işçileri şantiyelerde iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Patronlar da inşaat işçisini para üreten bir makine gibi görüyor. Seda Sayan da bunun bir yansıması. Sanki inşaat işçilerinin ailesi yok, onların ahlak anlayışları yok, duyguları yok, damızlık gibi yansıtıyorlar. Bu Seda Sayan’ın kendi ahlak anlayışını yansıtıyor. Kendisine şarlatan diyebilirim. Hakaret de edebilirim. Aslında genel devletin, patronların işçiye bakış açısı. Şantiyede para üreten makine gibi görüyor. Onlar da kendi ahlak anlayışları çerçevesinde inşaat işçisini ahlakı olmayan, duyguları olmayan, insan olmayan aslında… Böyle görüyorlar. Onların hepsinin duyguları var.”

  278. “Kız yazık ne inşaat işçileri var. Onlar insan değil mi? Kız siz ne bekliyosunuz doğurmak için. Baktın adamın genleri güzel. Maşallah sırım gibi. Tuttuğunu koparıyor, kuvvetli! Yap çocuğu ne var?”

    Seda Sayan buyuk bosbogazlik etmis.

    Boyle gerceklerin, hele de bir kadinin agzindan, dile getirilmesi kabul edilir degil.

    Cok sasirdim (!).

  279. 260,261, 262 ve Marks

    Politically correct hoşgörü (= umursamama) sitesine hoş geldiniz.
    Televizyona yakışır sıradan dedikoduları utanmadan bu siteye çok sık aktaranlar sayısız fazla ama 261- 262- 263 kadar daha güzel örnekler bulunamaz. Zamanımızın en trajik simgesi bu seyirci-dikizci insan harabeleri, çok doğal ve yaygın bir rahatlık içinde, ne kadar sıradan olduklarının farkında bile değiller.

    Hatta aralarından biri orta sınıf laiklerin bolluk ve tüketicilik ulu peygamberi Marks’ı zikretmekle, maşallah, bilgiçliğini bile çıtlatmış.

    ” Marx’ın “yabancılaşma” kavramı ne bundan daha “sade” anlatılabilir, ne de o yabancılaşmanın “bilinci” (farkındalığı) bundan daha güzel örneklenebilir!..”

  280. Seda Sayan’a ve onun gibi düşünen kadınlara mı daha çok acımalı, yoksa o erkeklere mi, bilemiyorum.

    Tabii, bunu tam ters biçimde yapmayı düşünen erkekler ve kadınlar için de aynısını söyleyebiliriz elbette.

  281. "İlkel Yaşam" Fiyaskosu

    “Neden ben istediğim yerde Fransız şarabını, Alaska balığıyla icmeyim?
    Neden yanina Avustralya dan kivi, Latin Amerika dan patates, Himalaya eteklerinden pirinç pilavı,vsden mahrum kalayım?
    Neden ulaşım araçlarından vazgeçip Küba yi gormeyim, ABD’den haberim bile olmasın? Detroit ini hicbilmeyim?
    İletişim aracından. Olmasın kimseyle gorusmeyim? Yok tel.telofon.telgraf, internet, yok gazete, Yok kitaplar..var ağaçlara resim işaretler??
    Neden ben sağlıktan yararlanma imkanı ndan vazgeçip, aspirin yerine YouTube de var , başarısına Afrikalı çözüm, kafaya Tokat mi atacağız?
    Bir orman yangınında,erken uyarı sistemi, uçaklarla, araçlarla, mücadele yerine venutu dansı mı yapacağım?
    Dünyanın bütün ülkelerin müziklerinden, Opera, klasik müzik lerden vazgeçip tamtam mi dinleyeceğiz?
    Bunları normal birisine anlatigin zaman sana ne tür iltifatda bulunur?
    Sağlık, güvenlik, seyahat, iletişim,refah,ferah olmayan magra yaşamı,ilk an hoş gelebilir de.. tıpkı denize girmek gibi, ısınmak için ateşe elini uzatmak gibi..ama kısa süreliğine…”

  282. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü Kutluyoruz

    Kaynağını, (1857 New York’ta) kadın işçilerin, “daha iyi bir yaşam” için başlattığı mücadeleden alan ve daha sonra (1910) Clara Zetkin’in önerisiyle isimlendirilen Dünya kadınlar Günü, çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.

    Her alanda olduğu gibi “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü de içeriksizleştiren egemen sistemler, biçimsel bazı “haklarla”, sosyetenin hediye alışverişi gibi gösterilerle sorunu geçiştirmeye çalışmaktadırlar.

    Kadın başkaldırısının kaynağı daha iyi yaşam koşulları talebidir. Bu talep, ekonomik olanla sınırlı olmayıp, onun tamamlayıcısı olan eşitliği ve özgürlüğü de içermektedir. Eşitlik, özgürlük talebi, erkek egemen anlayışla keskin bir hesaplaşmayı gerektiriyor.

    Türkiye’de kadınların sahip olduğu sınırlı hakları da, ‘M. Kemal’in büyük lütfü’ olarak sunan sistem savunucuları, Kadınlar gününde, kadınlara bir erkek posterini taşıtabiliyorlar.

    Aynı paradoks Kuzey Kürdistan’da da devam ediyor. Özgürlüklerini Öcalan’a borçlu olduğunu düşünen birçok Kürd kadın, bir erkek posteriyle yürüyebiliyor ve “sağlığın sağlığımızdır” diyerek kendilerinin bir erkeğe “kurban” edilmesini özgürlük diye algılayabiliyorlar/sunabiliyorlar.

    Özgür Bireyler Topluluğu olarak, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü kutlarken, yanılsamalı ve bir erkeğin lütfu gibi gösterilen biçimsel özgürlük yerine, gerçek anlamda özgür, eşit olmalarını diliyoruz…

    Nasname/Haber

    http://www.nasname.com/a/8-mart-dunya-emekci-kadinlar-gununu-kutluyoruz

  283. Hortlak'ın İdealizmi

    Hortlak diyalektik uçakla materyalizmden idealizme uçmuş.
    Ama suç onda değil, onu deliye çevirende.

    Dünya çapında bir ankette aşağıdaki iki soru sorulmuş:
    1. Hortlak’ın “İlkel Yaşam” Fiyaskosu yazısındaki hayatı ister misiniz?
    Yüzde 100’ün cevabı: ‘Evet’.
    2. Sizce dünyanın en enayisi kim?
    Yüzde 100 ‘ün cevabı: ‘Böyle bir soru soran’.
    Peki, neden Hortlak, ne tarihte ne de şimdi böyle bir hayatı istemeyen varmış gibi konuşuyor?

    Bu aşırı materyalist Marksist Hortlak çok hoplayıp zıpladığından var olan materyalist dünyayı aşmış, materyal dünyayı idealizm, “istemek veya istememek”, zırvalamalarıyla anlatmış.
    Dev Kürt Kültürü’nün işçisiz işçi partisi üyesi cin gibi Kürt Hortlak nerede, şu aşağıdaki cahilce laf eden salak Marksist Walter Benjamin nerede.
    “There is no document of civilization that is not at the same time a document of barbarism.”
    [Her medeniyet belgesi barbarlık belgesidir.]
    Not: Hortlak, uslu, terbiyeli, mutassıp Dev Kürt Kültürünü sonuna kadar yuttuğundan bolluk listesinde bakire kızlar hareminden söz etmemiş.

  284. Son zamanlarda faşist ve ırkçı ideoloji savunanlar korkunç bir artış yaptı. Irkçılığın yakın tarihteki en derin temelinde insana biyolojik bir varlık olarak bakmak yatar. Eğer bu anlamla bakarsak kadınlara karşı küçük görücü her tutum ırkçılık ifadesidir.
    Şu an dünya medyası ‘Dünya Kadınlar Günü 2018’ile ilgili haberlerle dolu.
    Ben sadece bir kısmını kaçırmayı başardığım ve daha çok AB içinde kadınların kürtaj yapma hakkını baltalamayı amaçlayan gizli girişimin, maalesef çeviri yapmadan, “kes-yapıştır”ını yapacağım.
    ***
    “Restoring the natural order An Agenda for urope
    London Strategic Retreat
    January 16-17, 2013

    This strategic retreat of approximately 20 pro life leaders and strategic consultants is meant to be a less formal meeting of individuals from North America and Europe to network and discuss two main issues developing a Christian-inspired European think tank, and developing strategies for the pro-life movement in Europe. All participants will have an opportunity to present their respective work, and plenty of time will be allowed for informal discussion and networking.

    Please note: THE MEETING IS STRICTLY CONFIDENTAL. THIS PROGRAMME IS NOT TO BE FORWARDED FOR ANY REASON WITHOUT PERMISSION OF ORGANIZERS.

    Programme and Themes Wednesday, Jan 16 …”

    ***
    Bu akım sonsuz dallı budaklı, akımı destekleyenler dünyayı pisliklerden arıtma amacı güderler, tatlı dili kullanırlar. Örneğin Hortlak gibiler,. Bazılarının kolları, sanki Erdoğan & Co. yetmez gibi Türkiye’ye de ulaşmış. Örneğin Necip bey gibiler.
    Aşağıdaki sıfır denilecek kadar az ve ayrıntısız bir liste:

    1. AT INTERNATIONAL LEVEL

    The Vatican; Muslim and African states and parts of the English-speaking Caribbean; Qatar; led by Russia and supported by Central Asian, Muslim and African states. In 2016 Russia and these Muslim states were joined also by Poland
    November 2016, a coalition of African states led by Botswana

    2. AT EU LEVEL

    Croatia, France, Germany, Italy, Poland, Slovakia, Slovenia and Spain.

    3. LOBBYING ORGANISATIONS IN BRUSSELS

    ADF International (Alliance Defending Freedom),
    Alliance VITA, European Institute for Bioethics, European Dignity Watch, European Dignity Watch, Federation Pro Europa Christiana, One of Us Federation for Life and Human Dignity, Profesionales por la Ética (PPE), World Youth Alliance Europe (WYA Europe)

    4. SUPPORTING ACTORS

    Agenda Europe, HazteOir and CitizenGo.org, Dialogue Dynamics on Human Identity and Global Governance, Dignitatis Humanae Institute (DHI), European Christian Political Movement, European Centre for Law and Justice (ECLJ), L’Institut Européen de Bioéthique, International Centre for Law, Family and Life (ICOLF), Novae Terrae Foundation, Ordo Iuris Institute for Legal Culture, Political Network for Values, Members of the European Parliament- EP and other EU staff.

  285. Kadınlar Günü, Necip ve Hortlak

    Evren sırrına erişen Yüksek Zekâ Denklemlerini ticaret hayatından öğrendiği ÇIKAR ile bire indiren sağ anarşist Necip tüm nedenleri bilir ama ne zaman olduklarını bilmez ve sorar:
    “Anaerkil ne zaman babaerkil oldu?”

    Solcu Şa’r, Dev Kürt Kültürü Sözcüsü Hortlak, b*k gibi para içinde yüzer. “266 ‘İlkel Yaşam’ Fiyaskosu” yazısında fakirlerin çenesini gevşetici hayatını anlatır. Fakirlerin hurilerine de sulanacaklarından korkan Hortlak, bakire kızlar hareminden söz etmez. Bu herif soru sormaz. Cevapların tümü alık alık bakarak anlamadan okuduğu materyalist Marksizm dininin kitabında yazılı.

    Tez, anti-tez ve sentez.

    Tez: Çatalhöyük’teki bir tanrıça heykeli, anaerkilliği ve kadının haremi olduğunu gösterir.

    Anti-tez: Heykeldeki boğalar tanrıçanın haremi değil, yırtıcı hayvanlar. Heykel anaerkillik safhasını simgelemez.

    Sentez: Kişileştirilmiş ilahlar, ne daha önceki Natuf vadisindeki toplumlarda, ne de üst paleolitik dönemde var. ‘Ana-Yırtıcı Hayvan’ yeni bir psikoloji yaratır. Boğa, yani Hortlak ve Necip, erkeklerin cinsel güçlülüğünü, iktidarını yukarıdan aşağı bakan ilahiliğini, erkeğin üretici ve medenileştirici olduğunu simgeler. Böylece insanlar kendilerini dış gerçek dünyadan ayrı görüp gerçek dünyayı değiştirir ve evcilleştirirler.

    1. Bolluk böyle başlar.
    2. Bilgiçilik taslayanların anaerkil, babaerkil falan filan çene düşüklüğü de bu bolluğun doğal bir sonucu.

  286. İstek parçası

    Haydi bize bir tamtam çalın, medeniyetin çıstak çıstaklarından çok bıktık.

    Oysa tamtamlardan asla bıkmayız değil mi?

    Sıradaki tamtam Hortlak ve Necip Bey’ler için gelsin!

  287. Son dakika… RTÜK, Seda Sayan’ın sözlerine en ağır cezayı verdi

    Programında “Sperm bankasından çocuk sahibi olur musunuz?” sorusunu cevaplayan eski manken Ece Gürsel’e “Kız yazık, ne inşaat işçileri var! Günah, onlar insan değil mi? Doğurmak için ne bekliyorsun? Adamın genleri uygun, güzel adam, iyi adam, sırım gibi maşallah! Tuttuğunu koparıyor! Yap çocuğu, ne var!’ İnşaatlara git” demişti. Sayan’a tüm Türkiye’den tepki yağdı. Sayan’ın sözleri üzerine RTÜK de harekete geçti ve “Seda Sayan’la” isimli programda inşaat işçilerine yönelik tepki çeken sözler için kanala 5 kez program durdurma cezası verdi. Sayan’ın inşaat işçilerini hedef alan sözleri nedeniyle İnşaat İşçileri Sendikası ve vatandaşlardan RTÜK’e son birkaç günde 400’ün üzerinde şikayetin ulaştığı öğrenildi.

  288. Bu adamdan ne sentez olur ne anti sentez nede tez.deliden tez kacmak olur..

  289. Bu adamdan ne sentez olur ne anti sentez nede tez.deliden tez kacmak olur..
    Bugun bir fikra dinledim Kaya dan.

    50 metrelik gordugu yilani birturlu inandiramamis biri. 20 MT,5 MT.solucana inmis gene inandiramamis.
    Sonunda,ya gecerken calidan bir hisirti duydum der..

    Yamyamda bu hisirtiyi anlatamiyor..

  290. “Wahsi” Oligarşisi Ve Medeniyet Gerçeği

  291. Yamyam Oligarşisi Ve Tez-Antitez-Sentez Gerçeği

  292. İlkel yaşamı savunanın burada işi ne? Adam kendi kendisiyle çelişiyor.

    Bir katilin “Cinayet çok kötü bir şeydir” demesi, bu çelişkisi suratına vurulunca da “Tek ben mi katilim? Herkes katil” demesi gibi bir şey.

    Ya da Ermeni soykırımı gündeme gelince “Tek biz mi soykırdık? Herkes soykırımcı. Batılılar önce Cezayir’e, Kızılderililer’e, Holocaust’a…. baksın” diyenlerin çelişkisi gibi.

  293. Cahil bedevi (vahşi)

    “Cahil bedevi toplumlar bir sıkıntı, felaket zulüm baskı gelince ağlarlar feryat ederler, ah vah derler… Sıkıntılar geçince her şeyi unuturlar sıcağı görmüş ekmek hamuru gibi yayılırlar yan gelip yatarlar. Gereken tedbirleri almazlar… Ne zamana kadar? Yeni bir felaket, kriz ve sıkıntı gelinceye kadar…”

    Medeni ve Bedevi Müslümanlar
    Mehmed Şevket Eygi – 08 Mart 2018
    http://www.milligazete.com.tr/makale/1513213/mehmed-sevket-eygi/medeni-ve-bedevi-muslumanlar

  294. Cahil bedevi (vahşi)

    Ş. Eygi gibiler bile böyle bedevilerden (vahşilerden) daha ileri ve medeniyetten yana.

    Yalnız aynı yazısındaki bir paragraf ilginç.
    Savunduğu inancın tutarsızlığının bir itirafı gibi:

    “Okuryazar bir Müslüman’a on ayrı Kur’an tefsiri, meali, tercümesi; onların yanında on bin hadîs tercümesi verseniz, bunları iki sene okusa iki rekât namaz kılmasını öğrenemez. Halk=avamm dinini ilmihal kitaplarından öğrenir.”

    Kur’an ve sünnet (hadis) İslam’ın temelleri değil mi?
    Bu nasıl bozuk bir temeldir ki dinin en önemli farzının nasıl yerine getirileceğini açıklamamış da – kendisinden çok sonra yazıya geçirilen – ilmihal kitaplarına bırakmış?

  295. “Kur’an ve sünnet (hadis) İslam’ın temelleri değil mi?
    Bu nasıl bozuk bir temeldir ki dinin en önemli farzının nasıl yerine getirileceğini açıklamamış da – kendisinden çok sonra yazıya geçirilen – ilmihal kitaplarına bırakmış?”

    Aciklamak amaciyla ornek veriyorum –estaguzibillah:

    Siradan bir insani ilgilendiren fizik kanunlari iki baslikta gorulur. Birincisi, ‘Termodinamik kanunları’dir; digeri de ‘(Newton’un) Hareket Kanunları’dir.

    Bu ‘kanun’lar da soyledir:

    Termodinamik kanunları

    Sıfırıncı Kanun:

    Eğer A ve B sistemleri, termodinamik dengedeyse ve B ve C sistemleri de termodinamik denge içerisindeyse; A ve C sistemleri de termodinamik denge içerisindedir.

    Birinci Kanun:

    Bir sistemin iç enerjisindeki değişim: sisteme verilen ısı ile, sisteme çevre tarafından uygulanan iş toplamıdır.

    İkinci Kanun:

    Bir ısı kaynağından ısı çekip buna eşit miktarda iş yapan ve başka hiçbir sonucu olmayan bir döngü elde etmek imkânsızdır. (Kelvin-Planck Bildirisi)

    ya da

    Soğuk bir cisimden sıcak bir cisme ısı akışı dışında bir etkisi olmayan bir işlem elde etmek imkânsızdır. (Clausius Bildirisi)

    Üçüncü Kanun:

    Sıcaklık mutlak sıfıra yaklaştıkça bütün hareketler sıfıra yaklaşır.

    (Newton’un) Hareket Kanunları

    Birinci Kanun:
    Eylemsiz referans sistemi adı verilen öyle referans sistemleri seçebiliriz ki, bu sistemde bulunan bir parçacık üzerine bir net kuvvet etki etmiyorsa cismin hızında herhangi bir değişiklik olmaz. Bu yasa genellikle şu şekilde basitleştirilir: “Bir cisim üzerine dengelenmemiş bir dış kuvvet etki etmedikçe, cisim hareket durumunu (durağanlık veya sabit hızlı hareket) korur.”

    İkinci Kanun:
    Eylemsiz bir referans sisteminde, bir parçacık üzerindeki net kuvvet onun çizgisel momentumunun zaman ile değişimi ile orantılıdır: F = d (mv) / dt. Momentum(mv), kütle ile hızın çarpımına eşittir. Kuvvet ve momentum vektörel nicelikler olduğundan, net kuvvet cisim üzerine etki eden tüm kuvvetlerin vektörel toplamı ile bulunur. Bu yasa sıklıkla şu şekilde ifade edilir: “F=ma: Bir cisim üzerindeki net kuvvet, cismin kütlesi ile ivmesinin çarpımına eşittir.”

    Üçüncü Kanun:
    Bir cisme, bir kuvvet etkiyorsa; cisimden kuvvete doğru eşit büyüklükte ve zıt yönde bir tepki kuvveti oluşur. Burada dikkat edilmesi gereken bu kuvvetlerin aynı doğrultu üzerinde olduğudur. Bu yasa çoğu zaman şu cümle ile basitleştirilebilir “Her etkiye karşılık eşit ve zıt bir tepki vardır.”

    Bu kanunlar, yaptiginiz her eylemde veya tasarladiginiz her seyde tayin edicidir. Karsi gelemezsiniz, yoksayamazsiniz.

    Bu durumda, soru sudur:

    Bu kanunlari ogrenmek/bilmek yeterli midir?

    Yoksa, baska ‘ilm-u hal’ (state of the art) bilgiye de ihtiyac var midir?

  296. Hortlak ve klonları

    Hortlaklar çoğalıyor: Hortlak’ın haremindeki bakire huriler Dünya Kadınlar Günü bahanesiyle haremin kapısını kilitlemişler. Hortlak kendi kendini belleyip Hortlak-Kopyaları üretmiş: 271, 273, 274, 275, 276, 277.

    Orijinal Hortlak, Dev Kürt Kültürü masallarıyla süt ve bal diyarı Batı’ya kapak atmıştı. Şimdi de aynı Batı ‘nın teknolojisyle kendi kendini yapabiliyor. Yüksek Ayran ırkından olmak ne güzel!

    Ne var ki, salt Dev Kültürlüler ırkından olmak yetmiyor. Alçak Türkler yüksek Kürtlere kalkınma, ilerleme, cahillikten kurtulma imkânları vermedi. Hatta daha düne kadar, kendileri gibi ırkçı faşistler, Dev Kültürlü Kürtlere “Dağ Türkleri ” derlerdi.

    Aslında bu ırkçı faşitlerin cahilliği çok daha vahim. Tarihçiler ve antropologlar, tarih öncesi ilkellerin, tarih sonrası da medeniyetten kaçıp dağlarda yaşayanların özgürlüğünü belgelerler. Eski Ahit’e buna sayısız göndermeler var. İslam imparatorluk olduktan sonra saray şairleri özgürlük kavramını daima bedevilere gönderme yaparak canlandırırlardı. Bu kendi kendilerini Dev Kürt aynasında gören enayiler, burjuva daniskası Marks sakızını çiğner dururlar. Zavallı Marks bu salakların ağzında kredi kartı gibi ucuz olmuş.

    Bu ırkçı faşistlerle tartışmak imkânsız ama yüzleri ıslatılabilir.

    Dadaloğlu boşuna “ferman padişahın dağlar bizimdir.” dememiş.

    Şu an dağları tercih edenlerin bir tarihi:
    “The Art of Not Being Governed: An Anarchist History of Upland Southeast Asia”
    [Yönetilmeme Sanatı: Güneydoğu Asya Yüksek Yaylarının bir Anarşist Tarihi”
    Gerçi bu ırkçı faşistlerle dolup taşan sitede böyle değerli bir kitabı tavsiye gülünç olmaktır, ama olsun.

  297. “Gerçi bu ırkçı faşistlerle dolup taşan sitede böyle değerli bir kitabı tavsiye gülünç olmaktır, ama olsun.”

    Bütün kitaplar değersizdir. Çünkü “kitap” ve “yazı” medeniyet icadıdır.

    Hepimiz bütün kitapları yakmalı ve okuma-yazmayı unutarak okuma-yazma bilmeyen, fakat “okuma-yakma” * bilen vahşiler gibi olmalıyız.

    * Bir karikatür. Dumanla haberleşen bir Kızılderili yanındakine soruyor:

    – Okuma-yakma biliyor musun?

    – Okuyabiliyorum ama yakamıyorum.

  298. "Me too" Faşitler ve Irkçılar Artıyor

    “8 Mart 8 Kadın – İtfaiyeci Hülya Ercan: Erkeklerle aynı unvanı taşıyor, aynı işi yapıyoruz”
    Bu yazı bana, başta Hortlak ve Necip, ırkçı faşist ruhlu ama iyi niyetli solcu, devrimci, sosyalist, komünist, Marksist, anarşistleri andırdı; çünkü hepsi insanlığı doğa, biyoloji, genler, mutasyon zıplamaları, bilimsel, evrim kavramlarıyla anlayan hilkat garibeleri.
    Bu faşist ruhlu enayilere göre doğa, biyoloji, genler, evrim, mutasyon, bilim o kadar temel bir dayanak veya modern tanrı ki, her karşı gelen yamyam, wahsi, tamtam çalan Afrikalı, sürekli alçak görülen Kızılderiler, zaman saatini geri çevirmeye çalışan, ilkel yaşamı savunan bir deli.
    Dil yumuşak bir organ. Ama bu çeneleri düşük, diller, tatlı ve yumuşak ırkçı faşistler ancak kendi kendilerini ve benzerleri klonlarını kandırırlar.
    İlginç bir örnek ve ilginç bir tesadüf: bu kitabevinde her türlü devrimci kitap var ama “Against His-story” yok.

  299. Önemli bir düzeltme

    “Me too” faşistler ve ırkçılar artıyor başlıklı yazım şöyle olmalı:
    “Erkeklerle fiziksel farklarımız olsa da onlarla aynı unvanı taşıyor, aynı işi yapıyoruz. Hiçbir fark yok”
    “8 Mart 8 Kadın – İtfaiyeci Hülya Ercan: Erkeklerle aynı unvanı taşıyor, aynı işi yapıyoruz”

    Bu yazı bana, başta Hortlak ve Necip, ırkçı faşist ruhlu ama iyi niyetli solcu, devrimci, sosyalist, komünist, Marksist, anarşistleri andırdı; çünkü hepsi insanlığı doğa, biyoloji, genler, mutasyon zıplamaları, bilimsel, evrim kavramlarıyla anlayan hilkat garibeleri.
    Bu faşist ruhlu enayilere göre doğa, biyoloji, genler, evrim, mutasyon, bilim o kadar temel bir dayanak veya modern tanrı ki, her karşı gelen yamyam, wahsi, tamtam çalan Afrikalı, sürekli alçak görülen Kızılderiler, zaman saatini geri çevirmeye çalışan, ilkel yaşamı savunan bir deli.
    Dil yumuşak bir organ. Ama bu çeneleri düşük, diller, tatlı ve yumuşak ırkçı faşistler ancak kendi kendilerini ve benzerleri klonlarını kandırırlar.

    İlginç bir örnek ve ilginç bir tesadüf: bu kitabevinde her türlü devrimci kitap var ama “Against His-story” yok.

  300. Bir Faşistle Nasıl Tartışılır ve Faşistler

    “Bir Faşistle Nasıl Tartışılır?” başlıklı yazıda, çok ilginç bir cümle görmüştüm: “Çünkü bir başka ülkedeki askeri harekâta onay verdiğiniz an faşizmin sath-ı mailine girmişsiniz demektir.”
    Bence, bu dolaylı tanım, 20. yüz yıl klasik faşistlik tanım kapsamını taşar, daha evrensel bir anlam taşır.
    Her ülke vatandaşının, kendi devletinin “bir başka ülkedeki” askeri harekâtına onay verdiği andan itibaren, eninde sonunda, faşist olup çıkacağını ima eder.
    Ama bu bile yetmez; çünkü medeniyet tarihi aynı zamanda kırımlar ve katliamlar tarihidir. Medeniyetin bir tanımı: “İçerde baskı, dışarıda fetih.”
    O halde, her ülkenin başka bir ülkedeki askeri harekâta onay verdiğiniz an faşizmin sath-ı mailine girmişsiniz demektir.

    Konuyu dağıtmakta yarar yok ama en azından “ülke” kelimesinin ancak ve ancak medeniyet tarihi içinde anlamı olduğunu hatırlatmak isterim.

    Eğer bu çözümleme açısından bakarsam, tarihte ve hatta şimdi kırımdan geçirilen ilkel ve geleneksel toplumlardaki askeri veya daha modern ekonomik harekâtı doğrudan veya dolaylı onaylayan Hortlak, Necip ve benim ilkellerle ilgili yazılarımdan rahatsız olup akıl almaz tepkilerde bulunan bu site gediklileri fazlasıyla faşist değiller mi?

  301. Seda Sayan - Hülya Avşar - Erkek hegemonyası

    ‘Erkek hegemonyası’nı yokmuş gibi göstermek (5)

    Seda Sayan mı büyük boşboğazlık etmiş, yoksa, TV programının gündem listesinde üst sıralara tırmanarak (yani ‘rating’ uğruna) hem program ekibinin hem Seda Sayan’ın biraz daha fazla para kazanabilmesi için Seda Sayan’a bu sözü söylemesi talimatını veren kişi(ler) mi büyük boşboğazlık etmiş. Maksat ‘rating yükseltip para kazanmak’ olduğuna göre, ‘erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın uzantılarından biri ‘başörtüsü sorunu’nu yokmuş gibi göstermek amacıyla, ‘biyolojik dürtüler’i sürekli gerekçe göstermeye koşullanmış çaçaron ve çarpıtmacı şahısların muadillerinin, Seda Sayan’ın danışman kadrosu içinde olması ihtimali de var. Çarpıtmacı şahıs Necip gibiler sadece bu sitede yok, Seda Sayan’ın TV programını hazırlayan, Seda Sayan’a danışmanlık yapan kadro içinde de var.

    Seda Sayan, (Muhammed’in ilk karısı) Hatice gibi ‘stratejik’ düşünerek evlilikler yapmış ‘istisna’ bir karakterdir. Seda Sayan’ın kafeslediği erkek sayısından (ve kendisine söyletilenlerden) yola çıkılarak, ‘erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın uzantılarından biri olan ‘başörtüsü sorunu’ yokmuş gibi davranılamaz.

    Seda Sayan’ın evlilik (ve arkadaşlık) tablosu, veya ‘kafeslediği erkeklerin listesi’:

    Rıdvan Kılıç (1987-1987)
    Sinan Engin (1990-1995)
    Soner Yapcacık (1998-1999)
    Tuncay Kıratlı (2000-2001)
    Gökhan Şükür (2004-2005)
    Onur Şan (2008-2010)

    Kadınların, erkekleri kafeslemeden önce, ‘biyolojik dürtüleri’ne göre karar verdiği söylemi gerekçe gösterilerek ‘erkek hegemonyası’ ve bu hegemonyanın uzantılarından ‘başörtüsü sorunu’ yokmuş gibi davranılamaz. Bu ‘gerekçe’, ister Seda Sayan’ın kafeslediği erkeklerin sayısından, ister Seda Sayan’ın danışmanlarının ‘rating’ uğruna ona talimat vermelerinden, ister çaçaron şahıs Necip’in üfürmelerinden gelsin fark etmez.

    Hülya Avşar’a da, kendi TV programının kadrosu içinden birileri talimat vermiş olmalı. Ne uğruna? Rating’i yükseltmek uğruna:

    Hülya Avşar: ‘Ben erkek çalışsın, kadın evde çocuklarını büyütsüncüyüm.’

    Hülya Avşar: ‘Kadın özgür olsun ama erkek egemen olsun. Kadın özgür olmasın demiyorum, erkek egemen olsun.’

    1. https://www.youtube.com/watch?v=yF1spRBh2cQ

    2. https://www.youtube.com/watch?v=GRGUTliD8RA

    * * * * *

    RTÜK gibi kurumların neredeyse tamamı, ‘erkek hegemonyası’nın yıllar boyu dizayn ettiği ‘norm’lara göre kararlar üfürmektedir.

    TV dizilerinin pek çoğunda, öpüşme, sigara & alkol içilmesi, kanlı ve benzeri sahneler, RTÜK’ün ‘erkek & İslam hegemonyası normları’na göre buğulanmakta, ya da bahsi geçen sahneler toptan kesilmektedir.

    RTÜK’ün günümüzdeki yegâne misyonu, hem ‘erkek hegemonyası’ hem ‘erkeklerin kodifiye ettiği İslam hegemonyası’ yönünde kararlar üfürmektir.

    Seda Sayan, kendi TV programında, program ekibinden biri-birkaç kişi tarafından talimat almış, çaçaron ve çarpıtmacı şahıs Necip’in bu sayfada üfürdüğü gibi, ‘biyolojik dürtü’yü temel gerekçe göstererek TV programının ‘rating’ini yükseltmek istemiştir.

    Seda Sayan ve ona o sözleri söyleten ekip arkadaşları, her ne kadar ‘istisnayı, kaideymiş gibi yutturma’ya çabalamışlarsa da, RTÜK’ün ‘yayın yasağı’ getirmesi, asla kabul edilemez.

    Muhammed’in ilk karısı Hatice’nin, Muhammed’in ‘hem ticari, hem siyasi, hem kültürel yönden nüfuz etme potansiyeli yüksek’ bir erkek olmasından ötürü onu kafeslemesi nasıl ‘istisna’ bir durumsa, Seda Sayan’a, TV programında söyletilen sözler de ‘istisna’ bir durumdur. ‘İstisna’ların niçin istisna olduğunu izah etmenin yolu, ‘özgür yayın’dır, RTÜK’ün yaptığı gibi ‘yayın yasağı’ getirmek değil. O programdaki sözlerin niçin ‘istisna’ olduğunu tane tane açıklayan kişilerin yayına katılması veya başka yayınlarda konuşması (ve hâttâ polemik başlatması), olması gereken yol idi, RTÜK’ün ceberutluğu yüzünden olamadı. Çaçaron ve çarpıtmacı şahıs Necip ve benzerlerinin üfürmelerine karşı mücadele, ‘yasaklar getirerek’ değil, ‘özgürlük’ ile olur.

    * * * * *

    Mesele, cinsiyetler arası savaşlar icat etmek değil.

    Mesele, ‘erkek düşmanlığı’ icat etmek hiç değil.

    Mesele, ‘kadınlara daima iltimas geçilmeli’ algısı yönünde alınan (ve alınacak) kararları körüklemek değil.

    Mesele, ‘erkek hegemonyası’na ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’na karşı mücadele etmektir. Devam etmekte olan mücadele, hiçbir kişinin & kurumun & kavramın tekelinde değil.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  302. “Cengiz Çandar cumhuriyetçileri statükocu olmakla suçluyor. (Referans, 7 ve 14 Eylül 2007)

    Öyleyse evrensel statütoyu tanımlayalım: Küresel, liberal ve emperyalist kapitalizm.

    Şimdi Türkiye’de statükoyu tanımlayalım: IMF ve Dünya Bankası’nın yönetiminde; ABD ve AB’nin gözetimi altında; küresel, liberal ve emperyalist kapitalizmin hizmetinde AKP iktidarının düzeni.

    Cengiz Çandar, bu küresel kapitalist emperyalizmin hizmetinde dirsek çürütüyor, sonra kalkıp bu kapitalizm ve emperyalizmin hedef haline getirdiği cumhuriyeti savunanlara “statükocu” diyor. Statüko (statu quo) sözlük anlamıyla kendi başına ne iyidir, ne de kötüdür. Nötr bir durumdur. Onun iyilik ve kötülüğü topludurumda (konjonktürde) ortaya çıkar yani görecedir ve konjonktüreldir.

    Cengiz Çandar’ın yanında yer aldığı ve övgüsünü yaptığı evrensel statükonun ne olduğunu yukarda yazdım, bir kez daha yazayım: Küresel, liberal ve emperyalist kapitalizm.

    Cengiz Çandar, küresel liberal ve emperyalist kapitalizmi eleştiren cumhuriyetçileri statükonun zaptiyeleri olarak tanımlıyor.

    Cengiz Çandar, İslamcı AKP’nin Türkiye’de karşı olduğu ne kadar ilke ve özellik varsa onları statüko olarak tanımlıyor. Ona göre demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti statükoyu temsil ediyor. Ona göre Anayasa’nın 174. maddesinin koruması altında olan Devrim Yasaları da statükonun bir parçası. Ama çalışanların aleyhine olan yasalara, memurlara grev hakkını vermeyen yasalara karşı değil. Milletvekillerinin dokunulmazlığına, partiler ve seçim yasalarına karşı değil. Bu bağlamda (değişiklik istiyorsa) istediği AKP’nin öngördüğü değişiklikler. İktidar partisinin sözcülüğünü yapıyor ve AKP zihniyetine karşı çıkanları statükocu olmakla suçluyor.

    Şimdi birkaç statüko durumunu inceleyelim: Hitler, Mussolini, Salazar, General Franko, Humeyni ve benzerlerine karşı statükoyu savunmak iyi mi yoksa kötü mü?”

    Özdemir İnce
    http://ozdemirince.com/yolluk-icin-turfanda-bir-miir/

  303. Türkiye’deki zulmün ana kaynağı AÜT’tür.

    Yani değişimin önündeki ana engel olan aşırı merkeziyetçi asalak bürokrasi.

    Tek değişen şey onun sahiplerinin adları.

    Bugün Recep Bey’gillerin elinde iken dün Kemal Bey’gillerin elinde idi. Onlardan önce Osman Bey’gillerin, onlardan da önce Selçuk Bey’gillerin.

    Necip Bey’gillerin derdi de onun sahibinin adı yalnıza.

    Bu asalak yapı değiştirilemezse yarın da hiç değişmeden başkalarının ellerine geçecek ne yazık ki.

  304. “Mesele, […] değil.

    Mesele, […] değil.

    Mesele, […] değil.

    Mesele, […] değil.”

    Mesele o degil, bu degil diyerek bir sey anlatmis olmuyorsunuz.

    Daha da beteri, ‘mesele’nin ne oldugunu dahi bilmiyorsunuz.

    “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…”

    Hikaye.

    Mevcut imtiyazlara yeni imtiyazlar eklemekten bahsediyoruz.

    Nasil mi?

    Kizlarimiz, hanimefendiler, diploma sahibi olmak yoluyla hoop beyaz yakali olmaga talip.

    Ortada o kadar cok beyaz yakali is olmadigi halde, kizlarimiz, hanimefendiler, bunu, ‘kota’lar talep ederek istiyorlar.

    Yani, esit ve serbest rekabet degil, imtiyaz istiyorlar.

    Talip olduklari isler de hep lavas isler. Ogretmenlik, banka/buro memurlugu, devlet dairelerinde memurluk..

    Kisacasi, is yapmadan para alinacak ne kadar ‘is’ varsa, onlara talipler.

    Fakat, talepler orada da bitmiyor. Hamile kalir, imtiyaz ister; cocuk dogurur imtiyaz ister..

    Erkeklerden en az 5 sene daha uzun yasadiklari halde, erkeklerden 5 sene daha erken emekli olmak da cabasi..

    Mavi yakali islere ‘ii-iih’..

    Niyeymis?

    Cunku vardiyali calisamazmis.

    Agir islere ‘ii-iih’..

    Niyeymis?

    Cunku kadinlar narinmis..

    Buna bir de, her ayin en az bir haftasi ‘yok’ olmagi ekleyin;[cem yılmaz — bu hesaba göre sen şubat ayı yoksun: https://www.youtube.com/watch?v=L3DZ9kt6YdE ] ondan sonra hala daha ‘esit ise esit ucret’ yaveleri..

    Bunlari soyleyince de, ah narinlerim, kirilirlar, uzulurler, gucenirler, aglarlar.. Yurek dayanmaz.

    Onlar, cunku, hep cicektir; hep de melektir. Erkekler de, onlarin her afrasina tafrasina eyvallah demek zorundadir.

    Aksi halde, ya ‘kadin dusmani’ (‘misogynist’) oluverirler, ya da bildigimiz kalpsiz ‘erkek egemen’..

    Yemiyoruz.

    Gecin bunlari.

  305. Bir benzerlik

    Atatürk’ün partisi CHP ile Muhammed’in “partisi” Ehl-i Beyt soyu ve taraftarlarının (“şia”sının) sonradan resmî ideoloji içerisinde muhalefete düşmeleri.

    Bu muhalefetin bir tarafta Sol Kemalizm, Sosyal Demokrasi, Ulusalcı Sol, diğer tarafta Şiîlik gibi akımları geliştirmesi.

    Daha sonraları ise bu düzen-içi muhalefetin içerisinden koparak gelişen daha radikal, düzen karşıtı ve “devrimci” akımların ortaya çıkması.

    Bir tarafta Türkiye solu ve sosyalistleri, komünistleri, Marksistleri, anarşistleri vb.

    Diğer tarafta İsmailî, Karmatî, Batınî hareketleri ve onların Anadolu’daki uzantıları olan Babaî’ler, Bedreddin taraftarı Türkmen’ler (Börklüce Mustafa, Torlak Kemal vb.), Kızılbaş-Alevîler, Koçgiri’liler ve Dersim’lilerin isyanları gibi.

  306. Seda Sayan - Hülya Avşar – Sıradanlar hegemonyası

    Sivil toplum kuruluşu “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…” isteyenlerin verdikleri Türk kadınlarını temsil eden önemli Seda Sayan ve Hülya Avşar isimlerini ve “youtube bilgisayar- televizyon kanalını görünce hemen bu önemli kişilerin kim olduklarını öğrenmek istedim. Televizyona karşı fiziksel alerjim olduğundan “youtube”a bakamayacağım, özür dilerim.
    “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…” sivil toplum kuruluşuna teşekkür ediyorum.
    Sivil toplum kuruluşu ve bu iki sarışın mavi gözlü güzel kadınların, erkek hegemonyasına karşı sıradanlar hegemonyası kurmaları eşsiz bir yaratıcılık. İki sarışın mavi gözlü güzel kadınlar bana eni boyu aynı annemi ve büyüdüğüm mahalleyi hatırlattı. O mahallede bütün kadınlar çalışırdı: Pamuk atma, otellerin çamaşırlarını yıkama, kelle paça temizleme…you fuc*ing name it!

    Fakirler mahallemizdeki kadınlar bir birlerine “bu kızın güzel, bir subay, bir avukat, bir mühendis… gelir alır; öbürü çirkin, sen iyisi ona ev işleri öğret.” derlerdi, Fakir kızların kahve falına bakan annem hep üniformalı subay görürdü. Öleli, sarışın mavi gözlü ‘cutting edge’ bilim-teknolojiler sayesinde, onunla arada bir görüşüyorum. Şimdi, ölüler diyarında olduğundan, kahve fincanında b*k gibi para içinde yüzen Alamanaca gazete köşe yazıcısı Hortlakları, arada bir Türk televizyonunu baktığından, araba tüccarı Necipleri ve iyi maaşlı ‘schmaltzy’ orta sınıf devrimcileri görüyormuş.

    Bu yüce anarşist site ve bu sıradan daniskaları bana hep “tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş” özdeyişini hatırlatıyor.

  307. Hortlak, Marks, Alt-Üst Yapı

    Sayın Türk-Dağ Türkü-Alaman Marks mütehassısı Gazeteci Hortlak,
    Ekonomik-sosyolojik-biyolojik-materyalistlik-marksik ile ilgili sorularımıza verdiğiniz cevaplarınız için teşekkürler. Hikmet dolu açıklamalarınızı hâlâ harıl harıl çalışıyoruz.

    İlk önce aramızda sizinle ilgili tartışmalara neden olan kişisel bir sorumuz var. Adınız neden “Hortlak”? Her modern genç gibi seyrettiğiniz televizyon korku filmlerdeki hilkat garibelerine benzeyerek etrafa korku salmak mı istediniz? Yoksa siz, öbür dünyada bile hâlâ dünyayı değiştirme peşinde olan bolluk peygamberi Marks’ın gönderdiği ölü-dirilerden biri misiniz?
    Ama bir ihtimal daha var.
    Dibi gelmez kuyu kadar derin bilginizden dolayı belki Platon’un gerçek dünyasından hortlamışsınız. Ama o idealist, siz sapına kadar materyalist. Bu çelişkiyi ancak diyalektik cambazlar cambazı Marks peygamberiniz vardan yok edebilir. Kısacası bu ihtimal sizin gibi sıfır.

    Alt-Üst yapılarla ilgili ve asıl sorumuzun ilham kaynağı Dünya Kadınlar Günü.
    Marks peygamberinizin bir de merdiven teorisi var. Biz ikisinin sentezini yapıp modern yaşama uydurduk: zemin katı, aradaki katlar, en üst kat. Bildiğiniz gibi kat atlamalar, materyalist aşamalar, merdiven basamakları sayesinde, yani materyalist koşulların varlığı nedeniyle gerçekleşir.

    Yemàn kat: Kadın, biyolojik açıdan çok güzel bir varlık. Hatta bir din filozofu “Allah’a inanmıyor musun? Kadına bak!” dedi. Tabii, sizin peygamber gibi değiştirici değil, tasvir edici bir filozof ama olsun. Zaten değiştirenlerin hiçbir memnun olmadı ki saplandıkları b*ktan, döndüler geri dünyayı değiştiren asıl allah kapital b*ka.
    Bu zemin kata siz mübarek dilliler “altyapı” derler.
    Bakalım bu zemin kat oturduğunuz en üst kat yansımalarına:
    Kadın baştan çıkarır; kadın doğanın bir parçasıdır dolayısıyla wahsidir; kadın doğa gibidir kontrol altına almak, hatta döverek, uslandırmak gerekir; kadına güvenilmez; kadın aklıyla değil hisleri ve kaprisleriyle hareket eder; kadın erkeğin namusudur; kadın erkeği kıskançlığa, tamahlığa sürükler ve Hortlak gibi katı komünist bile haremindeki bakireleri paylaşmak istemez…

    Diğer bir zemin katı: Kadın doğurgan. Yani ben kadına şükür varım.
    Bakalım üst katlarda esen os*ruklara:
    Erkekler, Atatürk, Marks, Erdoğan ve diğer kamışları büyük akılları küçük falan filan gerçek erkeklere taparlar. Kafayı bu nedenden yerler. Tüccar Necip gibi kadını hor görürler, tüccar Necip gibi kadına düşmanıdırlar. Tüccar Necip gibi kadınların maymun iştahlı olduklarına inanırlar.

    Sorularımız şunlar:
    Zemin kattan başlayarak yellerinizin estiği en üst kata nasıl varıldı?
    Çelişki zemin katta mı, en üst katta mı?
    Kapital, genetik mühendisliğiyle her insanı androjen yaparsa, ne olacak? Her insanda yan yana iki seks organı mı olacak yoksa insan her seks ihtiyacı hissetiğinde ikiye bölünüp biri erkek biri kadın mı olacak?
    Sizin gibi seks oburlular istediği kadar sayıda erkek ve kadın olup AC/DC seks sefahat alemi mi yaşayacak?

    Bir hatırlatama:
    Dünya tarihinde, teknolojik alanda en başarılı toplumlar hangileridir?
    Daha önceki cevabınız kapitalist toplumlardı. Ama bu sadece göz kamaştırıcı başarıların becerisi. Biz sizden bilimsel Marks gibi bilimsel bir tanıma dayanan bilimsel bir kıstasla cevap vermenizi bekliyorduk ve bekliyoruz.

  308. Tutarlı insan

    Ben çok tutarlı biriyim. Medeniyetin çok kötü bir şey, doğal ve ilkel hayatın ise çok iyi bir şey olduğu görüşünü savunuyorum. Bu nedenle medeniyetin araçlarını kullanıyorum ve doğada yaşamıyorum gördüğünüz üzere.

  309. “Kapital, genetik mühendisliğiyle her insanı androjen yaparsa, ne olacak? Her insanda yan yana iki seks organı mı olacak [..]?”

    ‘Androjen’ ve ‘hermafrodit’ arasindaki farki bir bakin, isterseniz.

    Bir de; seks (cima) konusuna luzumsuz yere ve cok fazla takmissiniz.

    Dogrudan ureme ihtiyaci ortadan kalkmis canlilarin ‘asexual’ olabilecegini dusunemiyorsunuz bile.

  310. Bir ‘duraklık’ ilişki öldürdü

    İskoçya’nın Aberdeen kentinde Mark Bruce (32), durakta tanışıp iki saat sonra cinsel ilişkiye girdiği Chloe Miazek (20) adlı genç kızı öldürmekten yargılanıyor.

    Polise göre 3 Kasım 2017’de yaşanan olayda Bruce ve Miazek, cinsel ilişkide ‘nefessiz kalma’ fantezisi yaptı ve genç kız boğularak öldü. Karar duruşması 5 Nisan’da.

    http://www.hurriyet.com.tr/dunya/bir-duraklik-iliski-oldurdu-40771256

  311. Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’

    Orta Sınıflılar İş ve İşçi Bulma Üniversitesi mezunları “Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…” sivil toplum kuruluşuna müjde!

    İstediğiniz eşitlik ve hakkaniyet gittikçe gerçekleşiyor! Atatürk, Marks, Zileli, Necip, Hortlak, Trump, Napolyan, Hitler, Obama, Putin, Merkel, May, Christine Lagarde gibi uzun ve sert kamışlı erkek-kadınlar gittikçe artmakta.
    Gina Haspel, Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) ilk kadın direktörü oldu.
    Darısı sizlerin başına.

  312. Hortlak isminiyle girdigimde yazdigigimi saniyorum.
    Bu ismi sevmem.kendi Oz ismimide pek sevmem..isimler le aram iyi degil nedense..
    Bu isim senin hikayendir cok merak ediyorsan.
    Tum gorusler su yada bu sekilde olmus fikirlerin hortlamasidir. Seninki ni diojenden de bilirim.

    Yeni ve sevindirici olan el kol ( ampirik)de olsa teknolojik gelismedir.yoksa dusun dunyasinda hortlakliklar hakim hala.seninkide bunlardan biridir.
    Bu biricik gelismege de sen dusman olmak!!

    Tanri olmus olsaydi ilahi guzellige sabip su kucuk kizi kendisine alirdi.tesadufen yolculukta gordugum,hic dahA once duymadigim,hurriyete dunyanin en guzel kizi haberi okuyunca,iste tam odur dedigim tylane blondeau yu gorunce demistim.
    Fransiz sagcilari iste biz boyle ustun,guzel irkiz derse ne deriz diye ..

  313. Necip Umutsuz, Necip Çuvallamış

    Hatalı olarak yayınlanan yorum ikinci defa incelenip silinmiştir. Admin

  314. Asya Tipi Üretim Tarzı

    Kaba Kuvvet: İşte Geldim Burdayım, Ben Bu İşte Ustayım

    “Şehit Fatih Uysal’ın sosyal medyada yaptığı paylaşımlar da dikkati çekti. Bunlardan birinde Uysal’ın, “Bana ‘sen kimsin’ diye sorma. Çünkü benim hikayem çok uzun ve kanlı. Bizim atamız Mete Han, Çin’e set döşettirendir. Atamız Atilla Han, Avrupa’ya kan kusturandır. Atamız Alparslan Han, 50 bin ile 200 bin kişilik orduyu yok edendir. Atamız Kılıç Arslan, 2 bin kişiyle 500 bin kişilik bir orduyu Hatay’a kadar kovalayandır. Atamız Kürşad, 40 çeri ile binlerce kişilik Çin’e karşı durandır. Atamız Fatih Sultan Mehmed Han, gemileri karadan yürütüp çağ açıp, kapayandır. Ha bunlar zaman aşımına uğramış diyorsan daha dün Çanakkale’de 1 metrekareye 6 bin mermi düştüğünü gören, bir dakika sonra öleceğini bile bile bir adım geri atmayan, gözünü kırpmadan ‘Allah Allah’ diyerek ileriye koşan, 13- 14 yaşlarında şehit düşen ama yüzlerinde tebessüm olan, kadınları cesurca cepheye giden, yüreğinde tek vatan aşkı yaşayan bir milletin torunuyum. Atatürk dediğinde herkesin saygı duruşuna geçtiği bir atanın torunuyum ben. Bugün bile şehadet şerbetini içen şehitlerimiz var, korkusuz ve cesur. Ben nasıl gurur duymam tarihimle, milletimle. Her zerrem şöyle bağırır benim, Türk olduğumdan gurur, Müslümanlığımla onur duyuyorum””

    Yani, özetle, sadece kaba kuvvet kullanmada becerikli olan, ve bilim, kültür, sanat, düşünce adına hiçbir şey üretemeyen bir toplumun üyesi olmakla gurur duymak.

  315. “başka bir işe yaramayan kamışını”

    Anlasilan birisi sizi kotu hayal kirikligina ugratmis.

    Ben olmadigima eminim.

    Fakat, yine de uzuldum.

    Umarim aradiginizi bulursunuz.

    Gelelim kelimelere:

    androgynous: partly male and partly female in appearance; of indeterminate sex.

    hermaphrodite: a person or animal having both male and female sex organs or other sexual characteristics, either abnormally or (in the case of some organisms) as the natural condition.

    Her zaman oldugu uzere, bir suru lagaluga kopyalayip buraya aktarmagi marifet saniyorsunuz. Her iki kelimenin birincil anlamlarini dahi anlamadan habire byte harciyorsunuz.

    Yani, yeni bir sey yok.

  316. “Yani, özetle, sadece kaba kuvvet kullanmada becerikli olan, ve bilim, kültür, sanat, düşünce adına hiçbir şey üretemeyen bir toplumun üyesi olmakla gurur duymak.”

    Siz ne gune duruyorsunuz?

    ‘Bilim, kültür, sanat, düşünce adına’ ‘üret’imler yaptiniz da elinizi tutan mi oldu?

  317. “…Öte yandan cumhuriyet bir ittifaklar sistemi olarak kurulmuştur. Kısaca asker-banker-junker ittifakıdır. Silahlı ve modernleşmenin taşıyıcısı konumundaki asker kesimin gölgesinde ve kucağında büyüyen bir asalak burjuvazi ile onların yedeği konumundaki toprak ağalarıdır bunlar. İşte bu üçlü ittifaktan toprak ağaları tarım kapitalizmi yolundan ana burjuvaziye katılmış ve çıkarlarını onların çıkarları ile birleştirmeyi bilmiştir. Askeri bürokrasi ise ki bunun sistem ağzı ile ifadesi askeri vesayet rejimi oluyor, işte bu kesim en son Tayyip ve ekibi tarafından tasfiye edilmiştir. Artık askeri bürokrasi tamamen sınıflı toplum sahiplerinin emrindedir. Askerin kucağında büyümüştür yerel burjuvazi. Ekonomik büyüme ile birlikte siyasi iktidarın da tamamını ele almak gerekmiştir bir süre sonra. Bizim burjuvazimiz gibi alttan güreşen, pısırık, sinsi bir burjuvazi yeryüzünde az bulunur. Kucağında büyüdüğü orduya ihtiyaç duymadığı noktada Tayyip gibi bir tetikçi ile işini görmüştür. Tayyip ve ekibi ise elitist cumhuriyet anlayışı ile haklı bir kavga sürdürdükleri halde burjuvazinin silahşörlüğünü üstlendiğinden beri dini imanı bir yana bırakmış durumdadır. Onu var eden samimi müslümanların taleplerini bile paraya çevirerek ilerliyor. Kemalizmden ağzı yanan samimi müslümanların Tayyip’in tamamen sınıflı toplum sahiplerinin emrine girdiğini fark etmesi uzun sürmeyecektir. Abdestli kapitalizm diye aktüalize edilen bu hal harami bir muhafazakar kesim yaratmış ve şimdilik onların perdelemesiyle ayakta duruyor. Ancak burjuvazinin Tayyip’le işi henüz bitmedi. Kuzey Afrika’da elde ettiği konumu ABD ve diğer sınıflı toplum sahibi güçlerin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaya devem ediyor. Sahiplerinin oralardaki kontratlarını garantiye almak için var gücüyle uğraşıyor. Oralardaki kontratları garanti altına alınınca, görece nispi demokrasilerin hakim olduğu yönetim biçimleri yerleşip istikrar kazanınca artık Tayyip ve ekibine de ihtiyaç kalmayacaktır. Gezi eylemlerinin çapı anlaşıldığında Tayyip’in hemen Kuzey Afrika’ya gitmesinin nedeni de budur…”

    https://tamerkardes.wordpress.com/2013/07/01/gezi-ruhu-kisinin-ve-toplumun-yeniden-dogumudur/

  318. Türkiye’de niçin kendi mecrasında gelişme imkanı bulabilmiş bir burjuvazi ve sivil toplum ortaya çıkamamıştır? Kısaca “ATÜT” diye bir yanıt verilebilir. Fakat daha somut ve net bir yanıtı ülkedeki şehirlerin ortaya çıkış ve gelişme süreçlerinin analizindedir.

    Türkiye’deki yerleşim yerlerinin hepsi, ya bir idari-siyasi merkez, yani başkent olarak (TC, Osmanlı/Bizans, Beylikler başkentleri gibi) gelişmiştir.

    Ya bir askeri merkez olarak (örneğin geçmişte kale ve hisarların, günümüzde silahlı kuvvetler birimlerinin çevresinde) gelişmiştir.

    Ya bir dini merkez ve ziyaret yeri olarak (yani önemli ve büyük cami ve türbelerin çevresinde, ki bu bağlamda Anıtkabir de bu tür bir ziyaret merkezi sayılır) gelişmiştir.

    Ya da bir turizm merkezi olarak gelişen beldelerdir. Bu nedenle de gelirleri büyük ölçüde turist ziyaretlerine bağımlıdır. Rusya ve Avrupa ülkeleri ile yaşanan turizm krizlerinde görüldüğü gibi.

    Bir liman şehri olarak gelişmiş tek yer İzmir’dir. Onun da kendi burjuvazisini – ve dolayısıyla sivil toplumunu – yaratamama nedenleri bellidir:
    Tehcir ve mübadeleyle sürülen gayrimüslim nüfusun yerine gelen bir göçmen/mübadil nüfusa dayanan şehirdeki “Balkan Oligarşisi”nin asker-sivil merkezi bürokrasiye bağımlılığı.

  319. 1960lar ve 1970ler başlarındaki üniversite öğrenci hareketlerini etkisiz kılmak ve engellemek çareleri bulmak için koca koca- kelleler ABD başkentinde toplandılar. Toplantı semere vermedi ve katılanlar geldikleri yerlere döndüler.
    Öğrencilerin en başta gelen amaçlarından biri üniversitelerin devlet, askeriye ve her ikisine yardımcı olan şirketler için yaptıkları araştırmaları durdurmaktı.
    Başarıya varılmayan toplantıdan dönenlerden biri, uçakta, tesadüfen, koca-kelle olduğu üniversitede, İngiliz edebiyatı profesörlüğü yapan birinin yanına oturur ve bu konuyu konuşurlar. Koca-kelle, bu adamın bilim-teknik hakkında bildiklerinin aynı Necip, Hortlak, Zileli ve diğer bu site müdavimleri gibi bilimin ne olduğunu bilmeyen, bilimle bilgiyi karıştıran, bilim-tekniği bol bol verdiği ve daha ve daha çok bolluk vaat ettiği için destekleyen bir yavşak enayi olduğunu çakar. Bu ilhamla çareyi bulur ve hemen başkente döner. Gerisi tarih ve bu sitede vücut bulmuş faşist ruhlu bilim-teknik destekçileri enayilerin tarihi.
    Bu sitenin %99’unu oluşturan sağcı/solcu devrimci, laik, marksist, komünist, anarşist yobazlar kadar katı modern üfürükçülere tarihte asla rastlanmamıştır. Bir üfürmeyle bilim-teknikte asıl katkıda bulunanları bütün “insanlık” edip bolluk kaynağına sanal sahip çıkarlar. Aynı alçaklar “bilim-teknik nötrdir” üfürükle artık kendileri gibi yobazlar hariç kimsenin yutmadığı peri masalına sıkı sıkı sarılırlar.
    Bu yobazların geleneksel üfürükçülerden büyük farkları var. Geleneksel üfürükçüler cüzdanınıza zararlı; nedeni bilgisizlik, yani doğal nedenleri bilmemek ve son zamanlarda onlara inananların bilgisizliği; eğer üfürükçü tingiri mingiri ederse, zarar getirdiği kimsenin akrabaları üfürükçüyü pişman ettirebilirler.
    Modern yobaz üfürükçülerin zararları küresel; bilmedikleri hiçbir şey yoktur; zarar veren bilim-tekniği allahlardan daha güçlü devletler korur ve bizim modern enayiler alkışlar.
    Peki, bu modern yobazların, yani, Necip, Hortlak, Zileli ve diğer bu site müdavimlerinin üfürükçüleri kimler?
    Marks, Lenin, Bakunin, Kropotkin… gibi “kapitalsiz bilim-teknik” mucizesine inananan ve inanmayanlara “idealist”, “çocuğumsu”, “ütopik” gibi yaftalar takan ilahlar. Bu ağır sikletlerin hafif siklet yerel ilahları Atatürk, …, Erdoğan; kapı komşu, petrolü namazla çıkarıp, petrolün zararlarını seccadeye domaldıklarında kaçırdıkları os*ruklarla temizleyen imamlar.

  320. Necip ve Yine "O da kimmiş?" Havaları

    Sayın İngilizce Profesörü Necip Hoca,
    Doğru, yeni birşey yok. Verdiğim kaynaklar İngilizce lügatlar sizin verdiğiniz kaynak yine koca k*çınızdan çıkardığınız, kendinize özgü, alimler alimi, Türk Uzay Zekalı, Yüksek IQ’lü, otomobil tüccarı İngilizce lügatı Necip’in sidik yarışı uydurmaları.

  321. Öğrenci Hareketi Nasıl Islah Edildi?

    1960lar ve 1970ler başlarındaki üniversite öğrenci hareketlerini etkisiz kılmak ve engellemek çareleri bulmak için koca koca- kelleler ABD başkentinde toplandılar. Toplantı semere vermedi ve katılanlar geldikleri yerlere döndüler.
    Öğrencilerin en başta gelen amaçlarından biri üniversitelerin devlet, askeriye ve her ikisine yardımcı olan şirketler için yaptıkları araştırmaları durdurmaktı.
    Başarıya varılmayan toplantıdan dönenlerden biri, uçakta, tesadüfen, koca-kelle olduğu üniversitede, İngiliz edebiyatı profesörlüğü yapan birinin yanına oturur ve bu konuyu konuşurlar. Koca-kelle, bu adamın bilim-teknik hakkında bildiklerinin aynı Necip, Hortlak, Zileli ve diğer bu site müdavimleri gibi bilimin ne olduğunu bilmeyen, bilimle bilgiyi karıştıran, bilim-tekniği bol bol verdiği ve daha ve daha çok bolluk vaat ettiği için destekleyen bir yavşak enayi olduğunu çakar. Bu ilhamla çareyi bulur ve hemen başkente döner. Gerisi tarih ve bu sitede vücut bulmuş faşist ruhlu bilim-teknik destekçileri enayilerin tarihi.
    Bu sitenin %99’unu oluşturan sağcı/solcu devrimci, laik, marksist, komünist, anarşist yobazlar kadar katı modern üfürükçülere tarihte asla rastlanmamıştır. Bir üfürmeyle bilim-teknikte asıl katkıda bulunanları bütün “insanlık” edip bolluk kaynağına sanal sahip çıkarlar. Aynı alçaklar “bilim-teknik nötrdir” üfürükle artık kendileri gibi yobazlar hariç kimsenin yutmadığı peri masalına sıkı sıkı sarılırlar.
    Bu yobazların geleneksel üfürükçülerden büyük farkları var. Geleneksel üfürükçüler cüzdanınıza zararlı; nedeni bilgisizlik, yani doğal nedenleri bilmemek ve son zamanlarda onlara inananların bilgisizliği; eğer üfürükçü tingiri mingiri ederse, zarar getirdiği kimsenin akrabaları üfürükçüyü pişman ettirebilirler.
    Modern yobaz üfürükçülerin zararları küresel; bilmedikleri hiçbir şey yoktur; zarar veren bilim-tekniği allahlardan daha güçlü devletler korur ve bizim modern enayiler alkışlar.
    Peki, bu modern yobazların, yani, Necip, Hortlak, Zileli ve diğer bu site müdavimlerinin üfürükçüleri kimler?
    Marks, Lenin, Bakunin, Kropotkin… gibi “kapitalsiz bilim-teknik” mucizesine inananan ve inanmayanlara “idealist”, “çocuğumsu”, “ütopik” gibi yaftalar takan ilahlar. Bu ağır sikletlerin hafif siklet yerel ilahları Atatürk, …, Erdoğan; kapı komşu, petrolü namazla çıkarıp, petrolün zararlarını seccadeye domaldıklarında kaçırdıkları os*ruklarla temizleyen imamlar.

  322. İnsanlar Nasıl Çocuklaştırılıldı?

    Zileli, Hortlak, Necip ve bu siteye yazanların %99 devasa düşünürler hariç, düşünürler, en geniş kapsamda Medeniyet’in, daha yakın tarihte kapitalizmin kendini bulması ve yayılmasıyla başalayan Modern çağların insan üzerindeki en derin etkisini değişik simgelerle veya değişik sembollerle temsil etmeye çalışırlar.
    “İnsanlar çocuklaştırılır”simgesi en güçlülerden biri.
    Medeniyet ile ilgili örnek: Medeniyetin çıktığı yerdeki hazırlık devrinde, 7-10 bin yıl önce, ilk defa ellerini gökyüzüne açmış yardım isteyen heykellere rastlanır.
    Daha çok kısa bir süre önce bir yerli, “etrafımız yiyecek dolu ama beyazlar bize yiyecek için allaha dua etmemizi söylüyorlar!” dedi.
    Modernlikte en şahane örnek bu site, yani Zileli, Hortlak, Necip ve bu siteye yazanların %99’u.
    Su içilmez, nefes alınmaz, yiyecek yiyilmez, toprak ekilmez… Bakalım bizim enayilerin devrimci marşına:
    “Ama bizim gibi bilim-teknikte hiçbir katkısı olmamış insanları fuzuli, b*k çukuru insanları gören mavi gözlü sarışınların bilim-teknik adamları mutlaka bu sorunlara bir çözüm getirirler. Biz “İnsanlık Adına” enayi dümbeleklerimizi çalmaya devam edelim. Sarışın mavi gözlüler eninde sonunda anarşizm, sosyalism, marksizm, komünizm İDEOLOJİ marşımızı duyarlar; çünkü onların arasında da bizim gibi çocuklaştırılmış enayi var. Hatta işe gerçekçilik açısından bakarsak zaten yiyeceğimiz bir b*k da yok!

    Bu çocuklaştırılan Zileli, Hortlak, Necip ve bu siteye yazanların %99’u kapitalistlere benzerler. Kapitalistler virüslere benzerler. Yani, bizim dev düşünürler ne “canlı” ne de “cansız” virüsler gibi ancak başkalarının canlılığından yararlanıp artarlar.

  323. Yine Mantık sorunu ve 293

    293 Çok Tutarlı Maşallah!

    Tutarlı hödük,
    Ulan hıyar, senin akılsız aklınla, her ortamından şikayetçi, tutarsıdır.
    Hatta canlılık tutarsızlık sayesinde başladı. Ama bu senin gibi andavalları çok aşar. Alçak tüketicilerin anlayacağı bir örnek vereyim. Eğer salt iki ayakla yol katetmekle yetinseydik, kıçını büyütüp deliğini kapattığından böyle çok ses yapan os*ruklarını ağzından çıkarttıran otomobil olmazdı.
    “Ne Mutlu Enayi Türküm diyene!”
    Ama gocunduğunu Necip, Hortlak ve Zileli gibi kıvırmadan, büyük laflarla gizlemeden, cahilliğini saklamadan ifade ettiğin için gerçekten teşekkür ederim. Samimiyim. Suç sende değil, dünya fikirler keşmekeşi, senin gibi saf enaylerin kafalarını karışması normal. Hatta ben, eğer kişinin gerçekten saf olduğundan dolayı saçmalıklara inandığından eminsem, milyonlarca or*spu çocuğu doğuştan poltikacılarla kıyas edilmeyecek kadar değerli addederim.
    Her hatırladığımda gözlerime yaş getiren bir örnek:
    Annemin eni boyu aynıydı. İçtiği çay, şekerli çay değil, çaylı şekerdi.
    – Anne, çok şeker koyma seni şişmanlaştırıyor,
    – Oğlum, bak, hemen yok oldu. Böyle bir şey beni nasıl şişmanlaştırır.

    İşte sizlere sözüm ona bilim öğretip burnunuz havada gezdiren pez*venkler ve işte sizler gibilerin yüzlerine tüküren sözüm ona cahiller. Ben kendim matematik ve fizik öğrettim.

  324. Sayın Hortlak,
    Yazınızdan hiçbir şey anlamadık. Bu yazı üslubunuz sizinle alay eden ve tuzağa düşürene karşı bir önlem mi?
    Dikkatimizi başka bir şey daha çekti:
    Sizin bu anlaşılmaz yazınıza sesi çıkmayan site yöneticisi Zileli, siz ve onunla alay edenin yazısında en ufak hataları hemen buluyor.
    Siz ve Zileli aynı şahıs mısınız?
    Marksizm’e dönmeyi tercih ederiz.
    Hâlâ tarihte hangi toplumların teknolojide en büyük başarı sergilediği sorumuza cevap bekliyoruz.
    Yeni bir soru:
    Marks ve Engels’in Alman İdeolojisi kitabı tarihsel materyalizm temelini atarlar. Eğer kabaca özetlersek, teori pratiği açıklamaz; fikirler materyal pratiğe uygun oluşurlar. Tabii, Marks diyalektik mantığı kullandığından, fikirler geriye dönerek materyal altyapıyı etkilerler.
    Evrimimizi ve tarihimizi nesnel gözlemlerden yoksun saf teoriyle açıklamadan kaçınmalıyız. Fakat sanat, şiir ve psikolojide sembolik düşünceler belirleyici olmada çok daha büyük önem kazandılar. İnkar edilemez gerçeklere dayanan fizik-kimya ve biyoloji bilimleri, hedeflerini ve vardıkları sonuçları görece ve kısıtlı nitelikle ifade etmekteler. Pozitif bilimler, yöntemleri gereği indirgeme zorundalar. Artık bilimlerde metaforlar kullanılmaz oldu, gerçekler sembollerle ifade edilmekte.
    Tarih öncesi araştırmalarda da, inkar edilmez gerçekler materyal pratiğin sembolik düşüncelerden doğduğunu gösterdi.
    Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
    Tekrar etmede yarar olabilir. Biz öğrenciler siz ve isteyen her kişiyle Marksizm konusunda yazışmaya açığız.

  325. Yamyam cok yaman.
    Elinde habire yazan bir Programm var.fizik,mate ogretmeniymis,yandik.teknigi ustun.

    Yalniz bu programi kufur dolu.kizginlik dolu.
    Dunyada hic dogru, guzel yok.berbaat dunya.baaaatsin bu dunya!
    Yok,cok arebesk oldu.

    Kultur evrenseldir.dunyasaldir.tum Insanligin malidir.
    Yemede,icmede,oyunda sanatda, muzikte vede pektabiki,ozelliklede bilim ve teknolojide birlesirler.
    Bir kizildereli, Rus,cin, fransiz, Türk, kürt kulturu olmaz,olamazda.
    Toplumlar birbirinden etkilenir.kizilderililer dunyaya dumani Kultur yaydi.onlarda dunyadan bisseyler almasi olagan bissey.
    Kultur, fransizcadir.tum dunya dilinde konusulur.
    Sadece yoresel Kultur yamyam kulturudur.vede ona ozenen fasist,irkci ideolijidir..
    Yamyamligi birak..

  326. Harika yorumlar. Çok öğretici.

    Küfür, hakaret, aşağılama, kin, öfke, nefret, gaddarlık, zalimlik, merhametsizlik, vicdansızlık, kalpsizlik, sevgisizlik, empati yoksunluğu, duygusuzluk, cehalet, yüzeysellik, döngüsel akıl yürütme, biçimsel mantık, tepkisellik ve içgüdüsellikle kendi kendilerini yiyip tüketenlerin ibretlik trajedileri öğreticidir.

  327. 299 Asya Tipi Üretim Tarzı

    Sanırım yazınız yerel medya dedikodusu, bu sitenin en başta gelen ‘dostlar alışverişte görsün’ bilgi gösterisi. Yani sıradan ve düşünmeye bile değmez.
    İlginç yanı tipik oluşu, öttüğünüz milli marş: “mavi gözlü sarışın iyi, geriye kalan kötü” Benim dilimde, “eğer bazı becerileri becermişseniz insansınız, aksi halde canınız cehenneme.”
    Şapşallığınız ve aşağılık duygunuz pis pis sırıtıyor.

    Farz edelim ki, Türkler, yanıp tutuştuğunuz becerileri becerdiler ve İngilizler, kaba kuvvet kullanma becerisini becerdiler. Belli ki, dünya çok daha güzel bir dünya olacaktı! Ve dalkavuk ırkçı dolu siteye uymak için siz bu defa Türkleri övecektiniz!
    Zaten her bu site müdaviminin bildiği gibi Türkler veya herhangi bir toplumun şu veya bu niteliğinin asıl sebebi eski dilde ALLAH, yeni köpekler dilinde GENLER.
    Daha da kötüsü, tam enayi olup bir ilerici, devrimci, uluslararacıcı, iyi kalpli hümanizmci, kadıncı, kedi köpekci, ‘politically correct’ci… kısacası ci, ci, ci veya Türkiye’ye son geldiğimde en fazla dikkatimi çekenlerden biri olan kendi isimlerinden bile utananların televizyon yıldızlarını taklitle çocuklarına taktıkları cici bici isimci olup boş konuşacaktınız.
    Lao Tzu: “İyi kral halkının karnını doyurur, kafalarını boşaltır.”
    Not: Lao Tzu’nun kitabı dünyada İncil’den sonra en fazla okunan 30-40 sayfalık ve sarışınların sarışını ülkesinden bir filozofun kitabı. Bu sarışınların şimdiki sarışınları sarışın yapmada en büyük katkıda bulunduğu iddia edilir.
    Not: Aynı ülkenin teknolojideki başarılarını 12-13 ciltle özetleyen bir bilim adamı ve tarihçi zamanın en büyük koca kelle sarışınlara verdiği konferansta dinleyenleri en fazla şaşırtan o ülkede asıl sözü geçenlerin kovboylar değil düşünürler olması.
    Not: En büyük baş belamız bilimseller bilimseli Karl Marks bile sınıf üstünlüğünün nesnel oluşu safsatası yetmediğinden, diyalektik kıvırma yapmadan, üstünlüğün zor dayatmadan becerilmesinin imkansızlığını ekledi.
    Not: Ben bunu “köpekler ancak kırbaçla evcilleştirilir” atasözüyle dile getirdiğimde enayiler enayisi, politically correct bir evcil köpekler daniskası eski “Marksist” / yeni dandik anarşist hemen bana karşı sidik yarışına girip zırvaladı.

    Politika filozofu Rousseau, senin aşağılık duygusu içinde hor gördüğün Türkleri över.
    Machiavelli’nin Prens kitabı aynı övgüyle başlar.
    Son derece cahil olduğunuzdan devam etmekte yarar görmüyorum.
    Aşırı basit beyinli olduğunuzdan bir özet yapayım:
    Siz amaçla aracı karıştırmışsınız. Son ve sarışın mavi gözlü aracın propagandasını okulda ve medyada size köküne kadar yutturmuşlar. Dünyanın en sarışın mavi gözlüsü ABD’nin yediği haltları sadece bu sitede dolup taşan enayi ırkçı ve faşist sağ/sol devrimcilerinin gözlerine girmek için dedikodusunu yapıp hemen unutacaak kadar gözleriniz kör.

  328. 310, 311, Hortlak, Gün

    Her üçü de aynı. Gocunmalar. Eskiden devrimci, şimdi faşist. Ne fark var ki? Alçak ruhlular daima akışa kapılır ve kendilerine gülenleri, alay edenleri karşı-devrimci görürler.
    Faşistler artıyor, fırsatçılar katılmış.

  329. Ogrencilerin arkasinda yamyam oldugu acik.yada enazindan kabilesinden.
    Gun zileliyi hic gormedim.burada kimseyi tanimam.hicbir grupu,cizgiylede hatta ayni goruste oldugum ikinci sahis yoktur.beni yazarla,gunle kiyaslamaniz yamyam komikligidir.

    Deliyle bir ben ugrasiyorm galiba..hicte sirasi degil.afrinde dehset yasanirken..yamyamlar afrine saldirirken.

    Bir halk bu kadar haksizliga ugrarken,katledilirken deliyle ugrasmak da delilik..

  330. 310 Hortlak Amarika'yı Taklit Etmiş

    Her modaya katılan fırsatçı yoldaş Hortlak yine geç kalmış. Kalın kafalının jetonu yeni düşmüş. Yeni ilahiler okuyor: ABD “melting pot”ı kötü, ABD “salata”sı iyi.
    Eğer biraz matematik biliyorsan dünyada gelmiş geçmiş bütün bu salata malzemelerinin önem ve değer katkısı dağıtım grafiği yap ve Marksist merdivene koy da senin gibi çocuklaştırılmış enayiler bir bakışta kazananlarla kaybedenleri hemen görüp anlasınlar. Sizler artık faşist ruhlu olmada ırkçı bataklığına o kadar batmışsınız ki böyle bir şey yapmada bir değerlendirme kıstası; bir nicelik ölçüsü olması gerekeceğini bile düşünmekten acizsiniz.
    Tiksinti yaratan kazananlar şakşakçısınız, hepsi o kadar. Ama derin bir tutarlılık da var. Kazananların ruhunu taşıyorsunuz, Orwell’in 1984’de dediği gibi sizler düzen bilincini tamamıyla benimsemişsiniz. Amcan Marks sizler gibi adi olmadığından kendi kendinden şüphe etti. Sizler sıradan, adi orta sınıf şakşakçılarsınız!
    Necip, Zileli ve bazı diğer eski Marksistlerin tövbe etmeleri bile seni uyandırmıyor. “Anarşistlerle Marksistler arasındaki fark anarşistlerin çok daha cahil oldukları” denir. Sen bir mucizesin, cahilliğin sonsuz. Göklere çıkardığın Marks amcanın tarihe şüpheyle bakma derinliği senin cahillik derinliği olmuş. Eğer madde bilinç kaynağı, madde de doğa idiyse; şimdi KAPİTAL, bilinç kaynağı olan doğa ve madde yerini çoktan aldı ve KAPİTAL sizlerin bilinç kaynağınız be enayi dümbelekleri!
    Ulan insan bir merak eder ve neden bazı düşünürler, aynı Marks gibi, tarihe bilimin getirdiği yeni araçlarla ve yeni bir gözle bakıp insanlığın nerede ve nasıl bir başlangıcının zamanımızı belirlediğini araştırdılar sorusunu sorar. Siz kazananları övücü huu huu çekip duruyorsunuz. Sizleri ciddiye almak delilik! Tersi değil!

    Bir örnekle vereyim de belki kendini tanırsın. İnşallah!
    Biraz lügat sayfaları karıştırın, biraz, çok az tarih öğrenin.
    Haber, ihbar, muhabir kelimelerinin kökü aynı. Gazete ilk defa Türkiye’ye girdiğinde gazetecilere ‘jurnalcı’, yani ihbarcı adı verildi. Halk daha sizler gibi enayileştirilmemişti; çünkü ülke çapı haberlerin ancak ve ancak ülke çapı güçlere yarayacağını çok iyi biliyorlardı. Tıpa tıp aynı şey daha önce Avrupa’da oldu. Avrupa’da halk, bu alçaklara yardıma ‘faustus’ işi dediler.
    Hegel “eskiden halk İncil okurdu, şimdi gazete okuyor” dedi. Tabii sizin din bilginiz Erdoğan’ı aşmaz, bolluk hayalleri kapısında kapı çalar durur.
    Senden ışık yılları daha derin bir düşünür olan ünlü Marksist W. Benjamin “politik ideolojiler, üstü örtülü teolojilerdir” dedi.
    (Aman, “o da kimmiş? Necip veya “Cakmioff dokuz buçukuncu enternasyonale hangi trenle gitti” hatıra ve huu huu enayi dümbelekleri kitapları yazan Zileli duymasınlar!)
    Bir örnek daha: Orta Çağ’da doktorlar tanınmamak için kapüşon giyerlerdi; İslam’ın ilk devirlerinde doktorlar saraydan çıkmaktan korkarlardı. Daha genel olarak şimdi taptıklarınız bir zamanlar hep koca kellelere, saraya, krala, imparatora sığınırlardı. Kendin horozluğunu yaptığın Marksizm’in temel direği iş ve felaket kaynağı iş bölümü. Hafızlamışsın, hiçbir eleştiriden geçirmeden papağanlık yapan adi bir gazetecisin.
    Sizlerin nefret edilen özelliğiniz: yenenler tarihini alkışlamanız.
    Sizlerin nefret edilen özelliğiniz: göz önündeki bir gerçeği bile görüp, “gazete en özgür ve yaygın olan yerlerde bile hiçbir işe yaramamış” diyemiyorsunuz. Hep “evet, ama…” kıvırmalar, ahlaksızlık, bekle eşeğim yaz gelsin…

  331. Bu hisirtidan anladigim bir amerikali nin dedigi gibi;brain farts Story leri..
    Gazete , Journal italyancadir.jurnallamak turkcede kullanilir.banka,para,lira Tren,fren,salon,insaat,ve ticaretle ilgili cok kelimeler italyancadir.
    Turkce sandigimiz okadar cok kelimeler hep yabanci.

    Timarhaneden yaziyor.. dunyanin uzayin baslangicini bulacak…once kuyrugunu yakala,.

  332. Kemalizm-İslamcılık çorbası

    RTE/AKP rejimi ülkeye ucube bir Kemalizm-İslamcılık çorbası (“sentezi” değil) hediye etmiştir.

  333. Kemalizm-İslamcılık çorbası

    “Türkiye’de Sadece Kürtler ve Türkler Yok
    Bir kavimler mozayiği olan Osmanlının yerine kurulan Türkiye’de sadece Türkler ve Kürtler yoktu. Türkmenler ve Kürtlerin yanı sıra, Çerkezler, Gürcüler, Araplar vd. vardı…
    Kemalistler Kürt olmayan tüm kavimleri Türk ulusu yapay projesi ile Türkleştirmişler, hedefledikleri İslam’ı tamamen dışlayan Türkçülük anlayışına tam olarak ulaşamasalar da, kısmen dini içerikli Milliyetçi Türkçüler ile din düşmanı esaslı ulusalcı – ulusolcu Türkçüler olmak üzere sağ ve sol olarak iki ana akım halinde Türkçülük ideolojisi etrafında toplayabilmişlerdir.
    İki ana akımı da laik ve seküler olan Türkçülerin Milliyetçi kısmı Türkçülük içinde İslam’a (fraksiyonlarına göre nispeti değişmekle birlikte) kısmen yer verirken, ulusalcı – ulusolcu kısmı İslam’ı tamamen devre dışı bırakmayı hedeflemektedirler. Bu gün benzer akım ve süreçleri Kürtçülük hareketi içinde müşahade etmekteyiz.
    Kemalizm Türkiye sınırları içindeki tüm kavimlerden yeni bir ulus oluşturmak için, buna engel olarak gördüğü en önemli iki unsur olan İslam ve Kürtlerin üzerinden silindir gibi geçip ezmiş, sonra ezdiği bu iki unsuru da katarak tüm halktan o güne kadar mevcut olmayan laik bir Türk ulusu yoğurup oluşturmaya çalışmıştır.
    Bir şeyler oluşturmasına oluşturmuştur da, Frankeştayn gibi bir hilkat garibesi oluşmuştur. Geçmişini ve kendini inkar eden, vücudu Türk, beyni Fransız, ayağı Alman, gözü İngiliz vs. acaip bir yaratık.
    Oluşturulan bu Türk ulusu ne Türk’e benziyordu, ne Alman vs.ye…
    Kemalist rejim Kürt olmayan unsurlardan hilkat garibesi de olsa bir Türk Ulusu oluşturmayı başarmış ama, bu ulusa Kürtlerin büyük bir kısmını katamamış, o hamura sokup yoğuramamıştır.
    Kürtlerin ekseriyeti o hamura zorlu sokulduklarında, su alıp karılamayan un topakları gibi kalmışlar, o hilkat garibesi Türk ulusunun içinde erimeden birer kist gibi varlığını sürdüren birer kaya parçası gibi durmuşlardır…”
    http://www.haksozhaber.net/turkculukten-kurtculuge-28938yy.htm

  334. “Bakire gazeteci olmaz! Hep masum insanlarla görüşülerek bu meslek yapılmaz.”

    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/fetoyu-yazdim-inandiramadim-40533126

    CUMHURİYET yazarı Aydın Engin savunmasında “Böyle bir iddianame ile benim ve arkadaşlarımın sanık iskemlesine oturtulmuş olmamız bana hukuk adına utanç, ülkem adına acı veriyor” diyerek şöyle devam etti: “Eskiden ‘cemaat’ diye nitelendirdiğiniz gruba ait insanlarla konuşmanın suç olduğunu iddia ediliyor. Cemaatin vitrininde yer alan birçok kişiyle görüştüm. Mesleğimi yaptım. Devletin derinlerine girmiş bir örgütün ne olduğunu anlamak için konuşmak zorundasınız. Son Abant toplantısına gittiğimde cemaat vitrinindekilerin artık orada olmadıklarını, tüydüklerini yazdım. Vitrindekilerin tüymesi işarettir. 15 Temmuz’a hiç şaşırmadım çünkü bir şeyler hazırlıyorlardı. Bakire gazeteci olmaz! Hep masum insanlarla görüşülerek bu meslek yapılmaz. Hükümet ile cemaat arasındaki kırılmaları ilk ben yazdım. Gülen okullarını ziyaret ettim. Uganda ve Moskova’da cemaatin topluma nasıl sızabileceğini gözlerimle gördüm.”

  335. Ciddi ve Cıvık Yazılar

    *********Ciddi 1***************
    Feminist Siyaset Teorisi
    Feminist teori, günümüz demokrasilerinin sorunlarını tanımlama ve çözümleme konusunda kavramsal ve analitik bir çerçeve sunuyor. Ulus-devlet temelinde kurumsallaşan demokrasilerde hakların öznesi olan yurttaşlık statüsü, son otuz yılda yaşanan gelişmelerle ciddi bir meşruiyet kaybı yaşıyor. Bu çerçevede ulus-devlet de, yurttaşlık da, demokrasi de var olan kurumsal pratikleriyle siyasal sorunlara yanıt veremiyor. Siyaset teorisinin geleneksel yaklaşımları da bu sorunları anlamada yetersiz kalıyor. Soyut yurttaşlığın ayrımcı pratiklerine bir meydan okuyuş olarak 19. yüzyıldan itibaren bir hareket ve bir kuram olarak gelişmeye başlayan feminizm, yurttaşlık kategorisinin sınırlarını yeniden çizme konusunda önemli bir birikime sahip.
    Bu seminerde eşitlik-farklılık, özel alan-kamusal alan ikiliklerinin tarihsel bağlam içinde kuruluşu ve bu ikiliklerin ötesine geçme olanakları, çeşitli feminist kuramcıların yaklaşımları etrafında tartışılacak. Feminizmin demokrasi, milliyetçilik ve yurttaşlık kuramlarına getirdiği eleştiriler ve açılımlar ele alınacaktır. Seminer sadece kuramsal bir tartışma olarak yürümeyecek, Türkiye’deki feminist hareketin deneyimi de sözü edilen konular bağlamında değerlendirilecektir.
    **********Ciddi 2*******************
    “insan-oluş halleri(miz); zoon politikondan homo-economicus’a
    Yaşadığımız günler insan-oluşa dair büyük anlatılara çağrılı sorular sordurtuyor. Homo sapiens ile başlayan düşünce eylem birlikteliği Aristoteles’de Zoon politik, aydınlanmanın ürünü olan Goethe’in Faust’u ya da Benjamin’in Homo-Faberi yani Marx’ın da kullandığı kendi çevresi ve tamamlanmamış insan oluşu tamamlamaya olanak sağlayan alet kullanan yaratıcı insanı ve sonra sanayi devrimi ve sermaye birikiminin toplumsal ilişkilerin egemen dile gelişi/ideolojisi; homo oeconomicusu. Home Faber kavramını detaylandıran H.Arendt’ın Animal Laborans’ı. Özne oluşu yeniden tanımlamaya yönelen Freud’un analizleri. Zaman içinde kaybettiğimiz masumiyeti çağıran homo-ludens ve E.Cassirer’in homo-symbolicusu. Farklı zamanlarda insana yönelik öne çıkan tanımlamalar üzerinden günümüzü anlamak açıklamak üzere bir araya gelmeye çağrı. Bu çağrıyı yapanın da detaylı bilgi sahibi olmadığını söylemem gerekiyor. Güncel olanın tanımladığı bilme/eyleme biçimlerini daha iyi anlamaya yönelik, duygu/bilgi heyecan paylaşımına yönelik bir çağrı/birliktelik.
    ***************Cıvık 1************
    Necip Rahatsız Olmuş
    Sayın Asexual Olma Hayalleri Kuran İngilizce Profesörlerinin baş profesörü Necip hocamız.
    Yine “o da kimmiş?” nakaratınız, yine sizin ünlü Kara Delik’te saklı olduğundan bir türlü dışarı çıkmayan, tek kendinizin bildiği bilgilerle sidik yarışını kazanma hırsınız.
    Önce, “Bir de; seks (cima) konusuna luzumsuz yere ve cok fazla takmissiniz .” dil sürçmeniz.
    Haklısınız ama görece haklısınız. Artık beceremediğiniz bir etkinlik yaranıza tuz katıyor. Zaten kara delikteki en derin yerde kendisi enerjisiz ama sizin tüm varlığınızı ateşleyen eski TEK ALLAH yerine, becerikli bir tüccar olduğunuzdan satmak için ismini değiştirip özünü değiştirmediğiniz, TEK ÇIKAR nakaratınıza da uyar: “cima yapmayanın cima düşünmesinde ÇIKAR ne?”
    Sizi rahatsız eden seks konusu toplumsal nesnel bir konu, sizi fazlasıyla aşar. Çok fazla tekbenci, solipsistsiniz.
    Gılgamış’ın Enkidu’yu evcilleştirmek için gönderdiği fahişe; tapınak fahişeleri; Essenelerin bünyelerine kadın kabul etmemeleri; sufi dergâhları; cami ve okullarda kadın erkek ayrı tutma; medeniyet tarihinde haremler; Orta Çağ’da cimadan korkanların kendilerini dövmeleri; aynısının şu an yapıldığı manastırlar; rahiplerin ve rahibelerin evlenmemesi; …; Freud’un seks, sizin gibi cima becermeyenlerin kendilerini “medeniyet kurma” meşguliyetlere adadığı teorisi, örneğin Uzay Zeka, Uzay Denklemler, IQ’nüz, analitik geometri, trigonometri, asal sayılar, simülasyon, lügatler, kara delik iktidar teoriniz, evrim teorisi, savannahda tek başına gezenler…; en ünlülerden biri olan seksin baştan çıkardığı inancı; seksin medeni dünyada ilk meslek olması; gerçeküstücülük/sürrealizm; Luis Buñuel; “make love not war!” sloganı; 1968 akımında en önde gelen konu; DÜNYANIN En BÜYÜK DEVRİMİ Bolşevik darbesinden sonra sıradan halkın en fazla gündeme getirdikleri konu; Bolşeviklerin ‘cima’yı tam kendilerine benzetip tıplaştırmayla halkı hizaya getirmeleri; şu an dünyayı saran “MeToo” ve Türkiye’de ‘SenDeAnlat’… Bunlar, sizi rahatsız ettikleri için gaibe karışmaz, geleceğin “asexual” kara deliğine girip evrenin sonunu, kıyamet gününü, beklemez.

    Uyu demeye geldi, Necip’i görmeye geldim, Necip derdin nerede, neren kaşınıyor, kaşımaya geldim.

    Gelelim diğer bir şahane dil sürçmenize, kara delik kutsallığı. Yine görecelik, seks aracını sidik yarışında kullanmanız.
    “Anlasilan birisi sizi kotu hayal kirikligina ugratmis”
    Genel bir giriş: bu sitede alay etmelerimde en fazla kullandığım kaynak, sizin gibi Türklerin geri kalmışlığı ve her türlü sarışın mavi gözlü peri masallarının vitrin süslerini hakikat gibi yutmanız.
    Bazen bir tokat bin anlatımdan iyidir.
    30-35 yıl önce bir Türk arkadaş beni ziyarete geldi. O zaman evimi bir eşcinseliyle paylaşıyordum ve eşcinseli çok yakışıklı ve güzeldi. Bir süre sonra Türk arkadaş bana “Yahu senin arkadaş biraz tuhaf, nesi var?” diye sordu. Ben de “o eşcinsel* belki sana sulanmıştır” dedim.
    [* Aslında ben başka bir kelime kullandım ama politically correct uslu, terbiyeli, evcil, anne babasının süt çocuğu site yöneticisi o kelimeyi yasakladı. Bu yönetici Orwell’in ünlü “eğer uygun kelimeyi kullanmaktan çekiniyorsan, ortada bir sorun var demektir.” lafını bile duymamış bir ünlü itiraflar yazarı.]
    Türk arkadaşın gözlerinde yanan ışığı görünce ekledim: “Ama burada eşcinsellik Türkiye gibi tek yönlü anlamda değil, sen onu tatmin edersen, o da seni tatmin etmek ister” dedim.
    Türk arkadaşın tepkisi sizleri aşapıdaki tepkileri:
    1. “Asla!”,”Hâşâ huzurdan!”Veya;
    2. Bu site yöneticisinin eski babası Perinçek’in erkekliğini ilan ettiği bir ifadesi: “Biz Anadolu çocuğuyuz, eşcinsellik ahlaksızlıktır! ”
    Not: Serbest aktarma veya tercüme benden.
    Ne var ki Savannah’da değil şimdi yaşayan çıplak vahşiler sizler gibi g*tü sıkı (tight as*) olmadıklarından, kadın kıtlığı olunca çözümü eşcinsellikte bulurlar!

    Ne varki sadece 30-40 yıl önce yaşlandığından avcılık yapamayan alçak, adi, ne Türk ne Kürt wahsi bir Eskimo karısını bir genç bir avcıyla paylaşır. Eskimoları Kürt ve Türklerin ağızlarını sulandıran sarışın mavi gözlülere tercih eden “haydi ırkçı faşistler, hep beraber ötün: “o da kimmiş?”) Jean Malaurie’ye “yaş geliyor” der.
    Binlerce yaşadığım tecrübeler ve bilgilerimle sizlerin ne kadar ucuz, ırkçı, zavallılığınızdan dolayı faşist ruhlu olduğunuzu hemen görüyorum.
    Bu site kara cahillik arkeolojik kazılar sitesi.

    Cıvık 2
    Eleştirdiğim medyayı izlemem, eleştirdiğim seks sapıklıklarına rağmen seksten zevk almam, eleştirdiğim yaşama rağmen yaşamam gibi alçaklığım, parti ve ideoloji ilmihallerden uzaklaşmam ve hatta ihanet etmem, kısacası bu sitedekilerin durmadan yorulmadan bana hatırlattıkları tutarsızlığımı itiraf edip stresten kurtulmak istedim.
    Sarışınlar sarışını anarşist diploma ticaretinde başta gelen İngiltere’den bir haber.

    [White working class girls traded for sex, says MP. Ms Allan said the cases would not have happened had the victims been from different backgrounds.]

    Milletvekili, seks ticaretinin beyaz işçi sınıfı kızlarla yapıldığını açıkladı. Bayan Allan, eğer kızların sosyal konumları farklı olsaydı, bu felaketin başlarına gelmeyeceklerini ileri sürdü.

    Hortlak aldı sazı eline:
    Her praksizin dünya medeniyetine bir katkısı var. Fahişe de lazım benim gibi ırkçı yobazlar da.
    Necip aldı sazı eline:
    Hep sinirlerimi bozan seks haberleri. O kızlara ben mi söyledim “gidin kendinizi satın”. Bizim şirkete satacaklarına başka şirkete satmışlar, suç bende mi? Zaten her şey Uzay Denklemlerinde yazılı! Yeni olan ne? Üstelik gelecekte hepimiz asexual olacağız.
    Not: Milletvekili Allan, yobazlar, bu kızların felaketi kendi başlarına kendilerinin getirdiklerini, kendilerinin belayı aradıklarını ileri sürdüklerini ve suçu mağdurlarda bulduklarını da konuşmasına ekledi. Aynı Necip bey gibi, değil mi?

    Zileli alır sazı eline:
    Ben Hortlak’a katılıyorum. Ama nedeni “medeniyete katkı” değil “hoş görü! ve “politically correct olmak!”. Zaten ilerde bu sorunu yani, seks, seks ihtiyacı, genç kız, işçi sınıfı ve binlerce benzeri konularda uzman anarşist özgür üniversite mezunları bilim adamlarımız bir ekip olarak tartışıp çözüm getirecekler. O zaman daha büyük bilgisayarlar olacağından, daha çok veriler işlemden geçirilip daha nesnel ve dengeli kararlara varılacak. Yaşasın bilgi artışı! This is a learning planet! Yaşasın bekle eşeğim yaz gelsin! Üstelik benim uzman olduğum konu Lenin ne zaman hangi toplantıya katılmış, eski babam Perinçek şimdi hangi dolapları çeviriyor, İspanya’da kaç kişi anarşistti, anarşizm nedir, ne olabilir, ne olmalıdır, kim anarşisttir gibi derin konular.
    Not: Orta sınıf profesyonel ciddi düşünürler nerde, cıvık lümpen yavşak nerde.
    Uzun, sakın okuma!

  336. Bu yazı çok uzun olduğundan okundu ama yayınlanmadı
    GZ
    *********Ciddi 1***************
    Feminist Siyaset Teorisi
    Feminist teori, günümüz demokrasilerinin sorunlarını tanımlama ve çözümleme konusunda kavramsal ve analitik bir çerçeve sunuyor. Ulus-devlet temelinde kurumsallaşan demokrasilerde hakların öznesi olan yurttaşlık statüsü, son otuz yılda yaşanan gelişmelerle ciddi bir meşruiyet kaybı yaşıyor. Bu çerçevede ulus-devlet de, yurttaşlık da, demokrasi de var olan kurumsal pratikleriyle siyasal sorunlara yanıt veremiyor. Siyaset teorisinin geleneksel yaklaşımları da bu sorunları anlamada yetersiz kalıyor. Soyut yurttaşlığın ayrımcı pratiklerine bir meydan okuyuş olarak 19. yüzyıldan itibaren bir hareket ve bir kuram olarak gelişmeye başlayan feminizm, yurttaşlık kategorisinin sınırlarını yeniden çizme konusunda önemli bir birikime sahip.
    Bu seminerde eşitlik-farklılık, özel alan-kamusal alan ikiliklerinin tarihsel bağlam içinde kuruluşu ve bu ikiliklerin ötesine geçme olanakları, çeşitli feminist kuramcıların yaklaşımları etrafında tartışılacak. Feminizmin demokrasi, milliyetçilik ve yurttaşlık kuramlarına getirdiği eleştiriler ve açılımlar ele alınacaktır. Seminer sadece kuramsal bir tartışma olarak yürümeyecek, Türkiye’deki feminist hareketin deneyimi de sözü edilen konular bağlamında değerlendirilecektir.
    **********Ciddi 2*******************
    “insan-oluş halleri(miz); zoon politikondan homo-economicus’a
    Yaşadığımız günler insan-oluşa dair büyük anlatılara çağrılı sorular sordurtuyor. Homo sapiens ile başlayan düşünce eylem birlikteliği Aristoteles’de Zoon politik, aydınlanmanın ürünü olan Goethe’in Faust’u ya da Benjamin’in Homo-Faberi yani Marx’ın da kullandığı kendi çevresi ve tamamlanmamış insan oluşu tamamlamaya olanak sağlayan alet kullanan yaratıcı insanı ve sonra sanayi devrimi ve sermaye birikiminin toplumsal ilişkilerin egemen dile gelişi/ideolojisi; homo oeconomicusu. Home Faber kavramını detaylandıran H.Arendt’ın Animal Laborans’ı. Özne oluşu yeniden tanımlamaya yönelen Freud’un analizleri. Zaman içinde kaybettiğimiz masumiyeti çağıran homo-ludens ve E.Cassirer’in homo-symbolicusu. Farklı zamanlarda insana yönelik öne çıkan tanımlamalar üzerinden günümüzü anlamak açıklamak üzere bir araya gelmeye çağrı. Bu çağrıyı yapanın da detaylı bilgi sahibi olmadığını söylemem gerekiyor. Güncel olanın tanımladığı bilme/eyleme biçimlerini daha iyi anlamaya yönelik, duygu/bilgi heyecan paylaşımına yönelik bir çağrı/birliktelik.
    ***************Cıvık 1************
    Necip Rahatsız Olmuş
    Sayın Asexual Olma Hayalleri Kuran İngilizce Profesörlerinin baş profesörü Necip hocamız.
    Yine “o da kimmiş?” nakaratınız, yine sizin ünlü Kara Delik’te saklı olduğundan bir türlü dışarı çıkmayan, tek kendinizin bildiği bilgilerle sidik yarışını kazanma hırsınız.
    Önce, “Bir de; seks (cima) konusuna luzumsuz yere ve cok fazla takmissiniz .” dil sürçmeniz.
    Haklısınız ama görece haklısınız. Artık beceremediğiniz bir etkinlik yaranıza tuz katıyor. Zaten kara delikteki en derin yerde kendisi enerjisiz ama sizin tüm varlığınızı ateşleyen eski TEK ALLAH yerine, becerikli bir tüccar olduğunuzdan satmak için ismini değiştirip özünü değiştirmediğiniz, TEK ÇIKAR nakaratınıza da uyar: “cima yapmayanın cima düşünmesinde ÇIKAR ne?”
    Sizi rahatsız eden seks konusu toplumsal nesnel bir konu, sizi fazlasıyla aşar. Çok fazla tekbenci, solipsistsiniz.
    Gılgamış’ın Enkidu’yu evcilleştirmek için gönderdiği fahişe; tapınak fahişeleri; Essenelerin bünyelerine kadın kabul etmemeleri; sufi dergâhları; cami ve okullarda kadın erkek ayrı tutma; medeniyet tarihinde haremler; Orta Çağ’da cimadan korkanların kendilerini dövmeleri; aynısının şu an yapıldığı manastırlar; rahiplerin ve rahibelerin evlenmemesi; …; Freud’un seks, sizin gibi cima becermeyenlerin kendilerini “medeniyet kurma” meşguliyetlere adadığı teorisi, örneğin Uzay Zeka, Uzay Denklemler, IQ’nüz, analitik geometri, trigonometri, asal sayılar, simülasyon, lügatler, kara delik iktidar teoriniz, evrim teorisi, savannahda tek başına gezenler…; en ünlülerden biri olan seksin baştan çıkardığı inancı; seksin medeni dünyada ilk meslek olması; gerçeküstücülük/sürrealizm; Luis Buñuel; “make love not war!” sloganı; 1968 akımında en önde gelen konu; DÜNYANIN En BÜYÜK DEVRİMİ Bolşevik darbesinden sonra sıradan halkın en fazla gündeme getirdikleri konu; Bolşeviklerin ‘cima’yı tam kendilerine benzetip tıplaştırmayla halkı hizaya getirmeleri; şu an dünyayı saran “MeToo” ve Türkiye’de ‘SenDeAnlat’… Bunlar, sizi rahatsız ettikleri için gaibe karışmaz, geleceğin “asexual” kara deliğine girip evrenin sonunu, kıyamet gününü, beklemez.

    Uyu demeye geldi, Necip’i görmeye geldim, Necip derdin nerede, neren kaşınıyor, kaşımaya geldim.

    Gelelim diğer bir şahane dil sürçmenize, kara delik kutsallığı. Yine görecelik, seks aracını sidik yarışında kullanmanız.
    “Anlasilan birisi sizi kotu hayal kirikligina ugratmis”
    Genel bir giriş: bu sitede alay etmelerimde en fazla kullandığım kaynak, sizin gibi Türklerin geri kalmışlığı ve her türlü sarışın mavi gözlü peri masallarının vitrin süslerini hakikat gibi yutmanız.
    Bazen bir tokat bin anlatımdan iyidir.
    30-35 yıl önce bir Türk arkadaş beni ziyarete geldi. O zaman evimi bir eşcinseliyle paylaşıyordum ve eşcinseli çok yakışıklı ve güzeldi. Bir süre sonra Türk arkadaş bana “Yahu senin arkadaş biraz tuhaf, nesi var?” diye sordu. Ben de “o eşcinsel* belki sana sulanmıştır” dedim.
    [* Aslında ben başka bir kelime kullandım ama politically correct uslu, terbiyeli, evcil, anne babasının süt çocuğu site yöneticisi o kelimeyi yasakladı. Bu yönetici Orwell’in ünlü “eğer uygun kelimeyi kullanmaktan çekiniyorsan, ortada bir sorun var demektir.” lafını bile duymamış bir ünlü itiraflar yazarı.]
    Türk arkadaşın gözlerinde yanan ışığı görünce ekledim: “Ama burada eşcinsellik Türkiye gibi tek yönlü anlamda değil, sen onu tatmin edersen, o da seni tatmin etmek ister” dedim.
    Türk arkadaşın tepkisi sizleri aşapıdaki tepkileri:
    1. “Asla!”,”Hâşâ huzurdan!”Veya;
    2. Bu site yöneticisinin eski babası Perinçek’in erkekliğini ilan ettiği bir ifadesi: “Biz Anadolu çocuğuyuz, eşcinsellik ahlaksızlıktır! ”
    Not: Serbest aktarma veya tercüme benden.
    Ne var ki Savannah’da değil şimdi yaşayan çıplak vahşiler sizler gibi g*tü sıkı (tight as*) olmadıklarından, kadın kıtlığı olunca çözümü eşcinsellikte bulurlar!

    Ne varki sadece 30-40 yıl önce yaşlandığından avcılık yapamayan alçak, adi, ne Türk ne Kürt wahsi bir Eskimo karısını bir genç bir avcıyla paylaşır. Eskimoları Kürt ve Türklerin ağızlarını sulandıran sarışın mavi gözlülere tercih eden “haydi ırkçı faşistler, hep beraber ötün: “o da kimmiş?”) Jean Malaurie’ye “yaş geliyor” der.
    Binlerce yaşadığım tecrübeler ve bilgilerimle sizlerin ne kadar ucuz, ırkçı, zavallılığınızdan dolayı faşist ruhlu olduğunuzu hemen görüyorum.
    Bu site kara cahillik arkeolojik kazılar sitesi.

    Cıvık 2
    Eleştirdiğim medyayı izlemem, eleştirdiğim seks sapıklıklarına rağmen seksten zevk almam, eleştirdiğim yaşama rağmen yaşamam gibi alçaklığım, parti ve ideoloji ilmihallerden uzaklaşmam ve hatta ihanet etmem, kısacası bu sitedekilerin durmadan yorulmadan bana hatırlattıkları tutarsızlığımı itiraf edip stresten kurtulmak istedim.
    Sarışınlar sarışını anarşist diploma ticaretinde başta gelen İngiltere’den bir haber.

    [White working class girls traded for sex, says MP. Ms Allan said the cases would not have happened had the victims been from different backgrounds.]

    Milletvekili, seks ticaretinin beyaz işçi sınıfı kızlarla yapıldığını açıkladı. Bayan Allan, eğer kızların sosyal konumları farklı olsaydı, bu felaketin başlarına gelmeyeceklerini ileri sürdü.

    Hortlak aldı sazı eline:
    Her praksizin dünya medeniyetine bir katkısı var. Fahişe de lazım benim gibi ırkçı yobazlar da.
    Necip aldı sazı eline:
    Hep sinirlerimi bozan seks haberleri. O kızlara ben mi söyledim “gidin kendinizi satın”. Bizim şirkete satacaklarına başka şirkete satmışlar, suç bende mi? Zaten her şey Uzay Denklemlerinde yazılı! Yeni olan ne? Üstelik gelecekte hepimiz asexual olacağız.
    Not: Milletvekili Allan, yobazlar, bu kızların felaketi kendi başlarına kendilerinin getirdiklerini, kendilerinin belayı aradıklarını ileri sürdüklerini ve suçu mağdurlarda bulduklarını da konuşmasına ekledi. Aynı Necip bey gibi, değil mi?

    Zileli alır sazı eline:
    Ben Hortlak’a katılıyorum. Ama nedeni “medeniyete katkı” değil “hoş görü! ve “politically correct olmak!”. Zaten ilerde bu sorunu yani, seks, seks ihtiyacı, genç kız, işçi sınıfı ve binlerce benzeri konularda uzman anarşist özgür üniversite mezunları bilim adamlarımız bir ekip olarak tartışıp çözüm getirecekler. O zaman daha büyük bilgisayarlar olacağından, daha çok veriler işlemden geçirilip daha nesnel ve dengeli kararlara varılacak. Yaşasın bilgi artışı! This is a learning planet! Yaşasın bekle eşeğim yaz gelsin! Üstelik benim uzman olduğum konu Lenin ne zaman hangi toplantıya katılmış, eski babam Perinçek şimdi hangi dolapları çeviriyor, İspanya’da kaç kişi anarşistti, anarşizm nedir, ne olabilir, ne olmalıdır, kim anarşisttir gibi derin konular.
    Not: Orta sınıf profesyonel ciddi düşünürler nerde, cıvık lümpen yavşak nerde.

  337. Erdoğan, Atatürk ilkelerine bağlı laik bir İslamcı, Türk milliyetçisi bir İslam ümmetçisi, bütün etnisitelerin haklarını savunan bir etnikçilik karşıtı, Ehl-i Sünnet’in yılmaz savunucusu bir mezhepçilik karşıtı, dinde reform gibi saçmalıkların tutarsızlığını meydana çıkaran ve geri kafalı dincilere karşı olan modern ve çağdaş bir dindar, Osmanlıcı bir Cumhuriyetçi, Osmanlıca aşığı bir Türkçe sevdalısı, kalkınmacı, ilerlemeci ve yenilikçi bir muhafazakar gelenekçidir.

  338. Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.

    “Altın Çağ” tanımayan tarih nehrinin durmak bilmez akıntısına karşı da kürek çekilmez.

  339. Hortlak Marksıst Dil Bilimi Alimi Olmuş

    “Gazete , Journal italyancadir.jurnallamak turkcede kullanilir.banka,para,lira Tren,fren,salon,insaat,ve ticaretle ilgili cok kelimeler italyancadir.
    Turkce sandigimiz okadar cok kelimeler hep yabanci.”
    Aferin be Hortlak, sen neler biliyormuşsun!
    Ama yine kafayı bakireliğe takmışsın. Tarihte kelimeler ışık hızıyla yayıldılar. Bak, bakire Marksizm’i aradığından hödük olup çıktın. Aynı hatayı bakire diller aramakla yapmakla yine ne kadar avanak olduğunu sergilemişsin.
    Öğrencilerin Marksizm ile ilgili sorularına nasıl inek trene bakar gibi baktıysan, sana kelime seyahatleri hakkında bir soru sorup trene yine baktırayım: ‘Türk” kelimesiyle İngilizce ‘drug’, Almanca ‘droge’, Fransızca ‘drogue’, İspanyolca ‘droga’ vb. aralarında ne ilişki ne? Eminim buna benzer 1000 soru sorsam şapşal şapşal bakarsın. Zaten sen, lügat mühendisi Necip, Türkçe bilgici Zileli gibi sıradanlar için böyle gazeteci bilgileri bilginin ta kendisi.

    Herneyse, Türkiye çapında yapılan bir araştırma halkın %99’u kendi dili yerine İngilizce konuşmayı tercih ediyor.
    Avrupa da pek farklı değil. Kuzey Avrupa’da ahalisinin çoğunun ana dili İngilizce, doğduğu ana dili kendi dili. Tabii, asexuallikle bu kategoriler ortadan kalkacak. Herkes tam senin istediğin gibi ebedi bakire olacak. Diğerleri de aynı yolda. Fransa biraz naz ediyor ama kendi düşünürleri bile bu nazla alay ediyorlar.
    Kısacası, Marksizm gibi, bildiklerin fasa fiso gazeteci Marksizm’i. Hatta daha da kötü, sen bana hep sokaklarda gönüllü broşür dağıtan avanak troçkistleri hatırlatıyorsun. Öğrencilere hindi gibi şişerek anlattığın Marksizm’i eski komünist ülkelerde ilkokul çocuklarına hafızlatırlardı.

    Öğrenciler seni kuyruğundan yakalamışlar. Aynı diğer iki silahşör klonların Zileli ve Necip gibi cahilliğini konuyu dağıtmak ve değiştirmekte bulmuşsun. Ver cevabı da görelim şu yarım yamalak gazeteci Marksizm bilgini. Utanmana gerek yok. Zaten sizlerde ne gurur ne onur ne de utanma kalmış. Tipik orta sınıf siliklersiniz.

  340. Hem Okur, Hem Okumaz

    Trump, Putin, Er-doğan gibi faşist ruhlu ve tam politikacılarla kıskanç taklitçi maymun ırkçı faşist Zileli, Hortlak, Necip ve bu site müdavimleri arasındaki büyük benzeyiş şaşırtıcı değil mi?
    Gocununca ne derler?
    Not: Bir nanosaniyede yapılabilecek klavye değiştirmeyi bile yapmaya gerek görmeyen ve dolayısıyla Türkçenin b*k çukuru bir ülke dili olduğunu dolaylı onaylayan Hortlak, Necip ve yoldaş Ulaş gibi adilere göz yuman analşit Zileli, gocunduğunda hemen hoplar zıplar.
    Kısa yanıtlar: yalan, saçma, deli, vahşi, mantıksız…
    Kim yalancı acaba?
    Bir yaltakçı müdavim, cici bici isimli Ulaş yoldaş:
    “Gün Abi, öncelikle geçmis olsun (Biraz gecikmeli). Ikincisi de uzun yorumlar, ki bazilari yazinin kendisinden uzun, kesinlikle kisaltilmalidir. Belli sayida vurusla sinirlandirilmalidir. Ego tatmini yapanlara sansür uygulayin, günahi brnim boynuma olsun diyecegim ama, siz sansüre karsisiniz.”
    Önce analşit Zileli yazıyı düzeltir ve sonra sık sık yaptığı gibi yaltakçıya yalan söyler.
    “Gün Ağabey öncelikle geçmis (geçmiş) olsun (Biraz gecikmeli). Ikincisi (İkincisi) de uzun yorumlar, ki bazilari (bazıları) yazinin (yazının) kendisinden uzun, kesinlikle kisaltilmalidir (kısaltılmalıdır). Belli sayida (sayıda) vurusla (vuruşla) sinirlandirilmalidir (sınırlandırılmalıdır (. Ego tatmini yapanlara sansür uygulayin (uygulayın), günahi (günahı) brnim (benim)boynuma olsun diyecegim (diyeceğim) ama, siz sansüre karsisiniz (karşısınız).
    Herif amma kıç yalamış be, helal olsun!
    Ve işte kendinin ne kadar adi bir analşit olduğunu yüzüne vuranın bütün yazılarını okuyup sık sık sansürleyen adi Zileli’nin tipik yalancılığı:
    “Gün Zileli
    ???? Uzun yorumlacrı okumadan geç Ulaş. Ben öyle yapıyorum.”
    Düzeltme: “yorumlacrı” diye bir kelime yok diplomalı analşit!

  341. Katıldığım Özgür Üniversite seminerinden bazı alınıtlıar

    Milliyetçilikten enternasyonalizme ve enternasyonalizmden tekrar milliyetçiliğe dönüş:
    Sol akımın intranasyonalist dar çerçeveli siyasi tutumdan geniş kapsamlı enternasyonalistliğe değişme çözümlenmesi. Bu eşitlik-farklılık milliyetçiliğinden evrensel-eşitliliğe geçiş özellikle 1848 devrimleri esnasında üretimin politik-ekonomide ve dolayısıyla, kuramsal tartışmalar yerine üretim ve üretimi gerçekleştiren emekçilerin odak olması, emekçilerin nesnelikten beynelmilel özneliğe, kendinde varlık olmaktan kendisi için varlık olmasıyla sol enternasyonalistliğine canlılık kattı.
    1859’da yayınlanan Darwin’in evrim kuramı da büyük bir katkıda bulundu.
    Bu arada emparyalist güçler kapitale de enternasyonallik kazandırıp küresel bir mesih/şey ikiliği gizemi yarattılar ve bu devam etmekte.
    Egemen pasiflik Natura naturan ve Natura naturata dünya görüşü (weltanschauung) dinamik homo oeconomicus’a veya Homo Faber’e dönüşür.

    Kadının Natura naturan/Natura naturata ikiliği.
    Bu bağlamda feminist kuramcıların yaklaşımlarıyla Natura naturan ve Natura naturata ikililiklerin ötesinde bir paradigma olaslıkları tartışıldı. Seminer sadece kuramsal bir tartışma olarak ele alınmadı, Türkiye’deki feminist ve diğer devrimci hareketlerin deneyimleri de göze alındı. Epistemolojik bir rüptürün artık kaçınılmaz olduğu defalarca gündeme getirildi.

    Türkiye’de yeni yeşeren akımlar.
    Türkiye’de gittikçe artan acephalusların (yani 19. yüz yıldaki adlarıyla anarşistlerin), yani 19. yüzyıl kuramcıların kullandığı kendi çevresi ve tamamlanmamış insan oluşu tamamlamaya olanak sağlayan alet kullanan yaratıcı insanı ve sonra sanayi devrimi ve sermaye birikiminin toplumsal ilişkilerin egemen dile gelişi/ideolojisi Türkiye için bir siyasi seçenek olma olasılığı da defalarca ileri sürüldü. Acephaluslar ideolojisi güncel olanın tanımladığı bilme/eyleme biçimlerini daha iyi anlamaya yönelik, duygu/bilgi heyecan paylaşımına yönelik bir çağrı/birliktelik. Bu, farklı zamanlarda insana yönelik öne çıkan tanımlamalar üzerinden günümüzü anlamak açıklamak üzere bir araya gelmeye çağrıdır.

  342. Hortlak ve Necip

    Necip,
    Aşağıdaki yazının muhteviyatında bakirelik, zoraki cima, seks, rahat bozucu hakikatler olduğundan 18 yaşından küçüklerin okumaması tavsiye edilir.
    Önce büyüklerinize okutun!

    Sayın Hortlak,
    Müslüman oldukları için Myanmar gazabına uğrayan mağdurların Müslüman Bangladeş’te başlarına gelen felaketleri İslam âlim ulemasıyla görüştük. Size bir fikir vermek için çok küçük bir örneği aşağıda aktarıyoruz.

    Rohingya çocuklarıyla seks ticareti yapılıyor.
    Yüzlerce örnekten bir tane:
    14 yaşındaki Masuda anlatıyor:
    “Ne olacağını biliyordum. Bana iş teklif eden Rohingya kadının ele geçirdiklerini seks için kullandığını herkes biliyor. Kadın uzun zamandır bu kampta, onu hepimiz tanıyoruz. Ama bir seçeneğim yoktu; kampta umutsuzluk içindeyiz. Ailem yok oldu. Param yok. Myanmar’da da bana tecavüz ettiler. Ormanda erkek ve kız kardeşimle oynardım. Şimdi artık nasıl oynandığını bile hatırlamıyorum.”
    İslam dini âlim uleması, Müslümanların diğer Müslümanlara yaptıkları bin bir türlü ahlaksız ve gaddarlığın açıklamasının çok basit olduğunu ve kendilerinin Hortlak isimli; kültürü, Müslüman kültür, Dev Kürt kültür, Türk kültür ve Devler Devi Alman kültür salatası; dini Marksizm bir gazete köşe dönercisinden öğrendiklerini ve Hortlak’ın yazılarını de sık sık bu sitede yayınladığını söylediler.

    Dâhiler dâhisi Bakire Hortlak’ın özlü sözleri:
    İslam, Hirıstyanlık, Yahudilik, Budizm, Marksizm, Komünizm, Liberalizm, Nasyonalizm, Nazizim, Faşizm, Totalitaryanizm… ne –izm olursa olsun, eğer milyonlarca ahlaksızlık ve gaddarlık yapmışsa el değmiş, bakireliğini kaybetmiştir. Her zaman el değmemiş, bakire ideolojiyi, yani imkânsızlığı, savunacaksınız. Bunun dışında, medyadan, televizyondan, gazetelerden, sosyal medyadan, gazetecilerin dedikodularından topladıklarınızla bakireliğini kaybetmişleri ifşa edeceksiniz.

  343. Sayiklamalar,sacmalamalar,
    For drug ASK your dr.or find any Dealer in Detroit.

    Ingilizce baslibasina bir dil degil.
    German, Frans,latinceden olusmus für.

    Dunyanin en zengin kelimesine sahip.
    600 bin.say hepsini..terapi olur belki sana..iyilesir ..

  344. Wahsi Yoldaş Hortlak'ı Sapıttırmış

    “Dunyanin en zengin kelimesine sahip.”
    Wahsinin seni zenginlikle kafayı yemeye sürüklediğini görmüyorsun yoldaş Hortlak!
    Hortlak yoldaş, senin gibi milyarlarca gazeteciyi cebinden çıkaracak James Joyce’a sormuşlar:
    – Neden başka dillerden kelimeler kullanıyorsun? O kelimeler İngilizce’de yok mu?
    – Var, var ama tam değil!
    Kendine gel yoldaş! Wahsi seni deli etmiş. Nicelikle nitelik arasındaki farkı bile bilmez olmuşsun.
    Neden bu wahsinin tekrar ve tekrar suratına tükürmesine meydan veriyorsun, yoldaş Hortlak?
    Neden tekrar ve tekrar ırkçılığını açığa vuruyorsun, yoldaş Hortlak?
    Sen en iyisi Marksizm’den vazgeç. Sol anarşist Zileli ol böyle zırvala veya sağ anarşist Necip ol böyle zırvala.

  345. Ingilizcenin birde okunmasi var.
    Ettimi 1,2 milyon.
    Kolaymi Aydin oldugunu gostermek icin baska dillere girmek gerekir.
    Bazende gerekli.
    Dil ogrenirken kiza nazlaniyon diycem.
    Karsiligi yok.Ingilizce, almanca da dil degilmis dedim.el elden ustun,dil dilden, Fil filden ustun.
    Anlattim Ya…katkkatki meselesiydi.
    Kavrayamiyor.

  346. Dil ogrenirken kiza nazlaniyon diycem.

    Sayin Seks Sapigi Hortlak,
    “Dil ogrenirken kiza nazlaniyon diycem.”
    Kiz bakire oldugu icin nazlaniyor olabilir. Kamisini ve banka hesabini goster belki nazlanmaktan vaz gecer!
    Sen galiba Kurtluk santajlarinla Gun amcayi cok korkutmussun, bu cesit politically incorrect terbiyesizligine gik bile diyemiyor.

  347. Nazlaniyorlar. das Kapitali anlatdim,kapitalin,dogusu,olumu,cesitlerini,bicimini,tarihini,gelecegini hatta marks bile kiskanirdi.fayda etmedi.
    Kahrolsun nazlilik! Kahrolsun naziler!
    Sen hikayelerinle olmus esek kadiramazsin.

    Nerden bileyim,kizlar aslinda bizi kandiriyormusmus!
    Saclari,boya,boylari yuksek,herseyi yutturmacaymis.akillaribile sahte..

  348. Seks, Ayran Irkı, Dil ve Mal Bolluğu, Devrim Çorbası

    Kürt Hortlak’ın Aryan Süper Irkından Haberler.
    Norveç polisi, Kuzey Kutbunun kuzeyinde yer alan 2,000 kişilik küçük bir toplulukta çocuk tecavüz dâhil olmak üzere 151 cinsel istismar vakası belgeledi.

    “Başımıza gelenleri anlatmaya kalkıştığımızda fahişe ve yalancı muamelesi gördük, yüzümüze tükürdüler. Aynı tecrübeden geçenler çok sayıda kişiler de aynı akıbete uğradılar.”
    “Bu tür hikâyeler rahatlarını kaçırdı…”
    2007 yılında, cinsel istismara uğramış bir çocuğun çaresiz Sami ailesi, yardım için başbakana (tercüman notu: yani başpezevenge) bir mektup yazdı.

    “Bu karmaşıktı, bilinmeyen birçok şey vardı – aile bağları ve din Sami kültüründe Hıristiyanlık öncesi dönemlerin öğeleri var, hasta olduklarında şamanın iyileştireceğine inanmaları gibi. Bu ve benzeri nedenlerden dertlerini, kendilerini hor veya hiç görecek (tercüman notu: ARYAN IRKINDAN HORTLAK, BUNLARI 30 BİN YIL ÖNCE SAVANNAH’TA BIRAKAN NECİP, KIVIRA KIVIRA YÜKSELEN MERDİVENİN EN ALTINDA YEŞİL OTYİYENLER BASAMAĞINA KOYAN ZİLELİ klonları) Norveç devlet görevlilerine başvurmadan kaçındılar.”
    Devlet görevlileri ve polisler, tecavüze uğrayanları koruyacaklarına, gençleri fuhuş ve cinsel suç işleme cezasına çarptırdılar. Bunun asıl nedeni, medeni halk, medeni kamuoyu ve medeni yüksek zekâlı profesyoneller arasında suiistimale uğrayan kızların geri kalmış insanlardan, baş belaları olmaları. Diğer yandan aynı durum Hortlak, Necip, Zileli gibi sağ ve sol devrimcilerin çenelerini hayli yağlayıp gevşetti.

    Notlar:
    1. Norveç’te yaklaşık 60.000 Sami yaşıyor
    2. 196’lardan beri (Tercüman notu: Hortlak, Necip, Zileli iyi niyetli medeni sol ve sağ devrimciler gibi gönüllüler ve) hükümet, Sami aileleri “Norveçleştirmekteler”. Çocuklar şimdi sadece (tercüman notu: Aryan-Hortlak’ın dunyanin en zengin kelimesine sahip. 600 bin – birde okunmasi var. Ettimi 1,2 milyon bakire ırk) Norveççe konuşuyorlar.
    3. Aynı süre içinde sadece Norveçli isimleri olan kişilerin mülk satın almasına izin verildi ve sadece Hortlakça konuşabilenler arazi alabildiler.

  349. 'Simone Weil' ve 'Isaac Newton'

    The Internet Is Killing Religion (and Science, Too)

    It is true.

    The Internet is killing religion not because it exposes people to new ideas, and not because it tends to draw out everyone’s inner troll, and not because parts of it are rabbit holes of pornography and hate.

    It is killing religion in the same way it is killing science.

    It may appear that the Internet has been nothing but a boon for science: results are shared immediately and democratically, in the best scientific tradition. And the raw data now available online are unbelievably rich, comprising a deep mine from which fresh knowledge is regularly drawn (this is true for astronomy, at least; I assume it’s true for other branches of quantitative science).

    But the Internet is killing science as well as religion because it aggressively discourages the practice of sustained, undistracted attention to the real world.

    This is not a new lament but the depth of the problem, I believe, is unappreciated. The practice of paying continuous and undivided attention to people, nature, and ideas is the taproot of all worthy religion and science (as well as creative work of any value).

    Three years ago I wrote a New Year’s post (http://psnt.net/blog/2013/01/that-i-might-pay-attention/). In it I mentioned Simone Weil (a spiritual writer and activist) and Isaac Newton (a scientist). Both of them were absolute masters of paying attention, of not being distracted, and both credited non-distraction as the source of their insights.

    Weil’s idea of paying attention is subtle and theologically oriented. She argues that paying true attention to anything (a suffering human being or even a problem in geometry, say) is essential for the development of our capacity to see and know others and God, too. The idea is to hold the object of one’s attention at a (short) distance from other thoughts that threaten to crowd it out:

    Attention consists of suspending our thought, leaving it detached and empty… Our thought should be in relation to all particular and already formulated thoughts, as man on a mountain who, as he looks forward, sees also below him, without actually looking at them, a great many forests and plains. Above all, our thought should be empty, waiting, not seeking anything.

    And (the author of Isaac Newton’s biography) ‘James Gleick’ wrote about Newton that:

    Newton’s patience was limitless. Truth, he said much later, was the ‘offspring of silence and meditation.’ And he said: ‘I keep the subject constantly before me and wait ‘til the first dawnings open slowly, by little and little, into a full and clear light.’

    Not everyone can be a Simone Weil or an Isaac Newton. But we all have capacities for meditation and attention, and the Internet is antagonistic to their development. It is not a neutral medium. I think this is pretty obvious.

    In that same New Year’s post I wrote about my desire to live more deliberately in 2013, to be, in my own little way, more like Weil and Newton. Things were pretty heavy in my life – my dad had been diagnosed with multiple myeloma and I did not have steady work. In the face of this I renewed my effort to pay attention, to not be distracted by a hundred trivial things, to do what I was doing and to be where I was.

    I’m not sure how that worked out. On one hand my dad’s cancer and my insecure financial situation did make reality more real for me, which is always good (update: today I have steady work and Dad’s scans are clear). And I did make a conscious effort to calm down, to listen, to not snap at my family, and to be more attuned to the always-present ‘divine solution’, as a dear friend puts it.

    On the other hand I got an iPhone and began to carry the Internet around with me. Smart phones, of course, are diversion distilled, the very essence of agitation. Mine is a fly banging around inside my skull as I try to read, write, listen, think, walk, eat, talk, and sleep. I find it very difficult to pay attention (real attention) to anything other than the Internet for more than five minutes (I have therefore become exactly what the phone makers want: a slave of commerce). Today my attention span has been reduced to approximately that of a squirrel monkey.

    Maybe it’s just me. I don’t know. But I’m not the only one staring at his phone at red lights. I see it every day, and I’m sure you do too. This is unmarked territory for us. It really is a new thing, this relentless distraction. I wonder what the long-term cumulative effect of non-stop mental disturbance will be, and how it will shape our next generation, and particularly its religious leaders and scientists. I would like to be optimistic about it, but even here at the new year I’m finding that pretty hard to do.

    Paul Wallace
    Physics professor at ‘Agnes Scott College’ in Decatur, Georgia, the U.S.
    01.07.2016

  350. Vahşiler, en düşük zekaya mı sahip?

    Nisan 2018 sayısında ‘ırk’ konusunu işleyecek olan Amerikan ‘National Geographic’ dergisi, iğneyi kendine batırdı ve derginin 130 yıllık geçmişinin önemli bölümünde ırkçı bir yaklaşımla yayıncılık yaptığını kabul etti.

    1888’deki kuruluşundan bu yana derginin 10’uncu, buna mukabil ilk kadın ve ilk Yahudi genel yayın yönetmeni olan ‘Susan Goldberg’, Nisan sayısına hazırlanırken çuvaldızı başkalarına batırmadan önce, Virginia Üniversitesi’nden Afrika tarihi ve fotoğrafçılık tarihi profesörü ‘John Edwin Mason’dan, ‘National Geographic’ arşivlerini incelemesini istemiş.

    Profesör Mason’ın vardığı sonuç, derginin uzun yıllar boyunca, konu seçimlerinden tutun, metin ve fotoğraflara kadar üretimin her aşamasında ırkçılık yaptığı olmuş.

    Derginin Nisan sayısında, ‘Uzun yıllar ırkçı yayınlar yaptık. Bunu kabul etmemiz gerekiyor.’ başlıklı sunuş yazısında, Mason’ın bulgularını okurlarla paylaşan Goldberg, ‘National Geographic’ 1970’lere kadar ABD’de yaşayan siyahları ve renkli tenli insanları (nadiren ‘işçi’ ve ‘ev hizmetlisi’ olarak göstermek dışında) görmezden geldi.’ diyor.

    Nitekim 1940’lara kadar siyahların dergiye abone olması da yasakmış. Goldberg, ‘National Geographic’in okurlarını, ‘Beyaz Amerikan kültürünün kalıpyargıları’ dışına çıkarmaya teşebbüs dahi etmediğini belirtiyor ve ekliyor: ‘Dergi, başka ülkelerdeki ‘yerlileri’ ise, çıplak, egzotik, mutlu avcılar, onurlu ilkeller gibi her tür klişeyi kullanarak yansıttı.’

    ‘Üstün Batı’ ve ‘İlkel Doğu’ klişesi

    Goldberg’in sunuş yazısında yer verdiği, Profesör Mason’ın bulgularından bazıları şöyle:

    * Sömürgeciliğin yükseliş döneminde hayatına başlayan ‘National Geographic’ dergisi, sömürgecilerin ‘üstün’, sömürülenlerin ‘aşağı’ olduğu bir dünya tasvir etti. Amerikalılar’ın dünyaya dair fikirlerini, nitekim, ‘Tarzan filmleri’ ve ‘kaba ırkçı karikatürler’ şekillendiriyordu. ‘National Geographic’, uzun yıllar boyunca, bu yaklaşımı güçlendirecek mesajları sayfalarına taşıdı.

    * ‘National Geographic’in dünyası, okurlarınınki gibi hiyerarşikti: Batı dünyası ‘dinamik, ilerleme içinde ve rasyonel’ iken, siyahlar ve kahverengi tenlilerinki ‘ilkel, geri ve değişime direnen, statik’ idi.

    * Renkli tenli insanlar, özellikle de yerliler, fotoğraflarda Batılı okurların eğlenceli bulacağı şekilde kamera, uçak gibi teknolojik ürünlere şaşkınlıkla bakarken gösterildi. Örneğin 1916 yılının sayılarından birinde, iki Avustralyalı yerlinin fotoğrafı altında ‘Güney Avustralya’nın Siyahları’: Bu vahşiler, insanlar arasında en düşük zekaya sahiptir.’ yazılmıştı.

    * Konular, Batılı okurların ‘keyfini kaçırmayacak’ şekilde belirlendi: Savaş, kıtlık, çatışma gibi konulara nadiren yer verildi. Örneğin, ‘Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ırk ayrımcı rejim iktidardayken, siyahlar dergi sayfalarında sadece ‘egzotik danslar eden’, ‘hizmetçi’ ya da ‘ırgat’ olarak yer bulabiliyordu. Derginin editörleri, yazarları, fotoğrafçıları, ‘siyahların mücadelesi’ni 1977’ye kadar bilinçli olarak görmezden gelmişti. ABD’de siyahların yurttaşlık hakları mücadelesinin etkisiyle 1977’den itibaren azar azar da olsa dergideki yaklaşım değişmeye başlamış.

    Irkçılığımızla yüzleşme zamanı

    Goldberg, nihayet 2015 yılında, deprem ertesi felaketin yaşandığı Haiti ile ilgili yazı ve fotoğraflarda, geçmişte ‘National Geographic’te yer bulması ‘düşünülemeyecek’ fotoğraf ve yazıların kullanıldığını söylüyor. Bir kadın ve bir Yahudi olarak kendisinin de ayrımcılığa maruz kalan gruplara mensup olduğunu belirten Goldberg, Nisan’dan başlayarak daha eşitlikçi bir anlayış vaat ediyor:

    ‘4 Nisan 2018, Martin Luther King’in suikaste kurban gidişinin 50. yıldönümü.

    ‘Irkçılık konusunda neredeyiz?’ bakmak için kıymetli bir an.

    Önümüzdeki iki yıl içinde ABD tarihinde ilk kez, beyaz çocuk nüfusu %50’den az olacak. Öyleyse, hadi gelin, ırk çizgisine göre ayrım yapmaya neden devam ettiğimizi, daha kapsayıcı toplulukları nasıl inşa edebileceğimizi konuşalım. Günümüzde ırkçılığın utanmazca siyasi bir strateji olarak kullanılmasıyla yüzleşelim.’

    https://www.nationalgeographic.com/magazine/2018/04/from-the-editor-race-racism-history/

  351. 'CIA direktörlüğü'ne bir kadının aday gösterilmesi

    Öncelikle ‘CIA’ kısaltması ile bilinen kurumun, bir ‘ölüm yayma merkezi’ olduğunu daima akılda tutmak gerekir. Tarihin kanlı sayfalarında yerlerini almış ‘NKVD’ ve ‘KGB’nin misyonları ne idiyse, ‘FBI ve ‘CIA’nın (ilk adı ‘OSS’ idi) misyonları da odur. ‘İstihbarat toplama’, ‘ajanlık yapma’, ‘jurnallik yapma’, ‘covert operasyonlar düzenleme’ gibi alanlarda, ‘erkek hegemonyası’, kadınları hem takviye kuvvet hem yem olarak kullanmakta epey maharetlidir.

    Gina Haspel’in ‘CIA direktörlüğü’ne aday gösterilmesi, ‘erkek hegemonyası’nın kendini biraz daha örtülü göstermek çabasından başka bir şey değildir. Kısacası: Dünya genelinde ‘kadınların eşitlik & hakkaniyet mücadelesi’ yolunda ağızlarına bir parmak bal çalmak amacıyla, ‘Gina Haspel’ numune olarak, ‘erkek hegemonyası’ tarafından ‘CIA direktörlüğü’ne aday gösterilmiştir.

    Gina Haspel, ilk aşamada, erkekler tarafından kodifiye edilmiş ABD senatosunda sorguya çekilecek, eğer ‘erkek hegemonyası’nın normlarına boyun eğmeye devam edeceği sözünü verirse Haspel, bu yönde güven oluşturursa, ‘CIA direktörü’ yapılacak.

    Gina Haspel’in geçmişi incelendiğinde, ömrü boyunca ‘erkek hegemonyası’nın normlarına itaat etmiş bir karakter olduğu apaçık ortadadır. Bu itaatine karşılık, kendisine, ‘erkek hegemonyası’ tarafından bir tür hediye (bir tür ‘iltimas’) olarak ‘CIA direktörlüğü’ bahşedilmiştir.

    Gina Haspel, ‘erkek hegemonyası’ tarafından adeta numunelik bir kukla olarak kullanılmaktadır. ‘Erkek hegemonyası’ dünyadaki bütün kadınlara ‘bakın size ihtimam gösterip, sizin cinsinizden birini ‘CIA direktörü’ bile yaptık, daha ne istiyorsunuz?! Oturun oturduğunuz yerde!’ tehdidini yayarak, kadınları hâlâ boyunduruk altında tutmayı istemekte, kadınların, ‘erkek hegemonyası’nın normlarına itaate devam etmeleri istenmektedir.

    Gina Haspel’in, ‘erkek hegemonyası normları’ çerçevesinde sorgusu tamamlandıktan sonra ‘iltimas’ geçmeye karar verirlerse, Haspel, ‘CIA direktörlüğü’ makamına oturduğunda, bu durum, ‘kadınların eşitlik & hakkaniyet mücadelesi’nde bir dönüm noktası teşkil etMEyecektir. Tam tersine, ömrü boyunca ‘erkek hegemonyası’na boyun eğerek ‘CIA direktörü’ yapılmış bir kadın olan ‘Gina Haspel’, istista bir durum teşkil edecektir.

    ‘Ölüm yayma merkezlerinden biri’ olan ‘CIA’nın başına bir kadının atanması, ‘kadınların eşitlik & hakkaniyet mücadelesi’ne örnek teşkil etmez.

    ‘İstisnayı, kaideymiş gibi yutturma’ hususunda, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip’in kalibresi ile yarışMAmanız, size daha çok yakışır ‘pipsqueak’.

  352. 'Erkek hegemonyası'nı yokmuş gibi göstermek (6)

    Çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip, ‘[…]’ işaretlerini kullanıp ‘görmezden gelmek’ eylemindeki maharetini yine sergileyerek, ‘Mesele o degil, bu degil diyerek bir sey anlatmis olmuyorsunuz. Daha da beteri, ‘mesele’nin ne oldugunu dahi bilmiyorsunuz.’ ifadesini kendine kalkan yaparak, ‘erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın uzantılarından biri olan ‘başörtüsü sorunu’nu yokmuş gibi göstermek için üfürmelerine ısrarla devam etmektedir.

    ‘Kadınların imtiyaz – mimtiyaz elde etmeyi istemesi iddiası’, kadınların, ‘erkek hegemonyası’ndan kendilerine özgürlük alanı açılmasını erkeklerden talep etmesi gerektiğini, örtülü biçimde söyleme çabasıdır, ve bu çabayı, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip başarıyla yerine getirmektedir.

    Kadınların ‘imtiyaz – mimtiyaz’ elde etmeyi isteMEdiği, meselenin, ‘eşitlik & hakkaniyet’ için mücadele olduğu apaçık ortada iken, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip üfürmelerine ısrarla devam etmektedir.

    ‘Mavi yaka’ iş sahaları da, ‘beyaz yaka’ iş sahaları da, ‘erkek hegemonyası’nın erilliğini kategorilere ayırıp bunları bütün insanlara dayatmasıdır.

    Kadınlar ‘diploma sahibi olmak’ için çalıştığında, önlerine erkekler tarafından kasıtlı olarak çıkarılan en büyük engellerden biri, ‘erkek hegemonyası’nın ‘norm’larına itaat etmeleri gerektiği beklentisidir. Bu beklenti o kadar devasa boyutlardadır ki, pek çok kadın yıllar boyunca kandırılmış, ‘erkek hegemonyasına itaat etmenin gerekliliği’ yalanını ne yazık ki özümsemiş, bu yalanı savunur hâle bile getirtilmiştir.

    Özellikle günümüzde diploma sahibi olmak, doğrudan, ‘beyaz yakalı’ olmak kapısını açMAZ. Diploma derecelerine göre kategorilere ayrılan ‘mavi yaka’ iş sahalarında da, ‘beyaz yaka’ iş sahalarında da, ‘erkek hegemonyası’ vardır. Ve bu ‘diploma dereceleri’, yine, ‘erkek hegemonyası’nın normlarına göre dizayn edilmektedir.

    Erkekler yıllar boyunca kurdukları hegemonyayı kaybetMEmek için, ‘kadınların fiziksel zayıflıkları, yetersizlikleri bahanesi’ni üfürerek, onları ‘mavi yaka’ iş sahalarından uzak tutmaya uğraştıkları gibi, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze, kadınları, ‘beyaz yaka’ iş sahalarından da uzak tutmak için uğraşmaktadır.

    ‘Kadınların ‘ussal, beyinsel’ özelliklerinin zayıf, yetersiz olduğu bahanesi’ni de üfüren, ‘erkek hegemonyası’dır. Ve bütün bunlara ek, ‘mavi yaka’ iş sahalarında istihdam edilen (cinsiyet ayırt etmeksizin) insanların ‘diplomasız ve embesil’, ‘beyaz yaka’ iş sahalarında istihdam edilen (cinsiyet ayırt etmeksizin) insanların ‘diplomalı ve dâhi’ olduğu yönündeki algıyı yaratan, sürdüren, geleceğe de taşımayı isteyen, yine, ‘erkek hegemonyası’dır. ‘Erkek hegemonyası’, kadınları ‘fiziksel zayıflık bahanesi’ ile kabul etMEyen askerlik müessesesindeki erkek komutan(lar) gibi, sivil hayatta da komutan edasıyla emirler verebilmekte, insanları ‘embesil’ ve ‘dâhi’ olarak kategorilere ayırabilmektedir. Kadınların, ‘her renk’ iş sahasında istihdam edilmesinin artması, ‘erkek hegemonyası’nın, insanları ‘embesil / dâhi’ olarak kategorilendirmesine de son verecektir. Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’.

    ‘Mavi yaka’ iş sahalarında da, ‘beyaz yaka’ iş sahalarında da, (cinsiyet ayırt etmeksizin) ‘istihdam’ anlamında epey süredir daralma var.

    ‘Bazı kadınlar’ yıllar boyunca erkeklerin kandırmalarına maruz kalmaları sonucunda, erkekler tarafından yaratılan ‘kadınlara iltimas geçilmesi gerektiği algısı’nı ne yazık ki özümsemiştir; iş sahalarında kendilerine ‘kota tahsis edilmesi’ gerektiğini, yine, erkeklerden bekler hâle getirilmiştir. Fakat, bir önceki cümlede belirtildiği üzere; ‘bazı’ kadınlar, ‘bütün’ kadınlar değildir. Kadınların ‘eşitlik & hakkaniyet’ mücadelesi, kandırılmış ‘bazı kadınları’ da özgürleştirecek. ‘İstisnayı, kaideymiş gibi yutturma’ konusunda, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip üfürmelerine ısrarla devam etmektedir.

    ‘Lavas isler’ ifadesi ile itham edilen, öğretmenlik, banka-büro memurluğu, devlet dairelerinde memurluk gibi iş sahalarında bile, ‘erkek hegemonyası’ vardır. Bütün bu ‘eril ve kuvvete odaklı kategorilendirmeleri’ bizzat ‘erkek hegemonyası’ yapmakta, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip de kadınları kasıtlı olarak müşkül duruma düşürmek için uğraşmaktadır, asıl suçlunun kadınlar olduğu yalanını yayabileceğini zannetmektedir.

    ‘is yapmadan para alinacak isler’ ifadesi ile itham edilen işlerin neredeyse tamamına ‘kadınların talip olduğu yalanı’nı, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip üfürmektedir. Bütün bu ‘eril ve kuvvete odaklı kategorilendirmeleri’ bizzat ‘erkek hegemonyası’ yapmakta, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip de kadınları kasıtlı olarak müşkül duruma düşürmek için uğraşmaktadır, asıl suçlunun kadınlar olduğu yalanını yayabileceğini zannetmektedir.

  353. 'Erkek hegemonyası'nı yokmuş gibi göstermek (7)

    David Graeber’in de gözlemlediği bir ‘gerçek’ olan ‘bullshit jobs’, ‘erkek hegemonyası’nın neticesidir:

    ‘On the Phenomenon of Bullshit Jobs

    B*ktan meslekler fenomeni üzerine’

    1930’da (iktisatçı) John Maynard Keynes’in öngörüsü şuydu, 20. yüzyılın sonunda teknolojik ilerlemeler ABD ya da İngiltere gibi ülkelerde çalışma süresini haftada 15 saate indirecekti. Bu öngörünün haklılığa inanmak için bir sürü sebep var. Teknolojik anlamda bu mümkün. Ama yine de, olaylar beklendiği gibi gerçekleşmedi. Bunun yerine teknoloji, bizi daha çok çalıştırmak için yeni yollar bulmakta kullanıldı. Bunu başarmak için, gerçekte hiçbir amacı olmayan meslekler yaratılması gerekti. Bugün ‘Batı’da, milyonlarca insan, üretken hayatlarının tamamını gizliden gizliye gereksiz buldukları işlerde çalışarak geçiriyor. Mevcut durum, derin ahlâki yıkıntıya sebep oluyor. Bu, bizim kolektif ruhumuzda açılmış bir yara. Yine de bundan bahseden fazla insan yok.

    Keynes’in ütopyası (ki 1960’lı yıllarda hâlâ bekleniyordu) neden gerçekleşmedi? Buna verilen en standart cevap, ‘tüketim kültürü’nün bu kadar yaygınlaşmasını Keynes’in öngörememiş olması. İnsanlık olarak, ‘daha kısa çalışma saatleri’ ve ‘daha çok oyuncak & zevk’ arasındaki seçim hakkımızı ikinciden yana kullandık. Ahlâki açıdan bize doğru yolu gösteren bir çocuk hikâyesine benziyor bu. Ama bir an düşününce, doğru olamayacağını anlamak zor değil. Evet, gerçekten de 1920’lerden bu yana sonsuz sayıda yeni mesleğin ve sektörün ortaya çıkışına tanık olduk. Ama bunların çok azı ‘sushi’, ‘iPhone’ veya ‘süslü püslü ayakkabıların üretimi ve dağıtımı’ ile alâkalı.

    Peki tam olarak nedir bu ‘yeni işler’? ABD’deki iş gücü profilinin 1910 ve 2000’li yıllar arasındaki karşılaştırması bunu açıkça gösteriyor. Geçtiğimiz yüzyılda, evde çalışan yardımcılar, sanayi işçileri ve çiftliklerde çalışan insanların sayısında çarpıcı bir düşüş yaşandı. Aynı zamanda, ‘profesyonellerin’, yönetim, ofis, satış ve hizmet elemanlarının sayısı üçe katlandı. Bu mesleklerin tüm meslekler içindeki oranı dörtte birden, dörtte üçe çıktı. Başka bir deyişle, öngörüldüğü gibi verimli işlerin çoğu ‘otomatize’ oldu, makineler tarafından yapılmaya başlandı. (Bu durum, küresel düzeyde Çin ve Hindistan gibi çok sayıda işçiye sahip ülkeleri hesaba kattığınızda bile değişmiyor, bu tarz işçilerin dünya nüfusuna oranı, eskisine göre çok daha az.)

    Ama iş saatlerindeki bu hatırı sayılır azalma, dünya nüfusunun, ‘özgürleşerek’ kendi kişisel projelerini, keyiflerini, amaç ve fikirlerini hayata geçirmesi için kullanılmadı. Bunlar yerine, hizmet sektöründen bile fazla büyüyen ‘yönetim sektörü’nün patlayışına, hâttâ ‘finans hizmetleri’, ‘telefon satışı’ gibi yeni sektörlerin ortaya çıkışına tanık olduk. ‘Şirketler hukuku’, ‘akademi ve sağlık sektörü yönetimi’, ‘insan kaynakları ve halkla ilişkiler’ gibi iş kolları, tarihte eşi görülmemiş oranda yaygınlaştı. İşi, saydığımız bu sektörlere, idari, teknik ve güvenlik desteği sağlamak olan insanları saymıyoruz bile. Hâttâ insanlar çok fazla çalıştığı için ortaya çıkmış yardımcı sektörlerde (‘köpek yıkayıcılar’, ‘24 saat pizza teslimatı yapanlar’ vs) çalışan insanlar da bu sayının dışında.

    İşte benim ‘saçma işler’ diye adlandırmayı önerdiklerim bunlar.

    Sanki birileri bizi çalıştırmaya devam edebilmek için saçma işler uyduruyormuş gibi. İşin garipliği de burada. Kapitalist sistemde olMAması gereken şey tam da bu. Çalışmanın hem kutsal bir görev, hem de hak olarak görüldüğü eski verimsiz Sovyet ülkelerinde, sistem, herkese iş yaratmakla mükellefti (bu yüzden Sovyet marketlerindeki et reyonunda bir kişinin yapabileceği işi, üç kişi yapardı.) Piyasanın ‘rekabet anlayışı’nın, tam da bu tip sorunları çözmesi bekleniyordu. İktisat teorisi, bize, kâr amacı güden bir şirketin yapacağı en son şeyin, çalıştırmak zorunda olmadığı işçilere maaş ödemek olduğunu söyler. Yine de bir şekilde olan bu.

    Büyük şirketler, acımasız işten çıkarmalara girişiyorlar, evet ama bu işten çıkarmalar ve süreç hızlandırma operasyonları, istisnasız bir şekilde her zaman, gerçek anlamda bir şeyler üreten, taşıyan veya tamir eden insanları hedef alıyor. Bununla beraber, kimsenin tam olarak açıklayamadığı bir süreç sonunda, ofis çalışanlarının sayısı gün geçtikçe artıyor, ve giderek daha çok insan (Sovyetler Birliğindekine benzer şekilde) kendini kağıt üzerinde haftada 40-50 saat çalışır buluyor. Hem de Keynes’in öngördüğü gibi, bunun sadece 15 saati gerçekten verimli çalışmayla geçiyor. Zamanlarının geri kalanını, ‘motivasyon seminerleri’nde, ‘Facebook profillerini güncelleyerek’ ya da ‘TV dizileri indirerek’ geçiriyorlar.

    Bu durumda, cevabın, ekonomik olmadığı açık. Ahlâki ve siyasi bir durumla karşı karşıyayız.

    Yönetici sınıf, serbest vakti olan, mutlu ve üretken bir nüfusun ölümcül bir tehlike yarattığını anlamış durumda (1960’larda durum buna biraz benzemeye başladığında neler olduğunu hatırlayın.) Diğer taraftan, çalışmanın içkin bir ahlâki değeri olduğu ve hayatını yoğun bir iş temposuna adamayı reddeden kişinin hiçbir şeyi hak etmediği hissi de, yönetici sınıfın son derece işine gelir.

    Bir keresinde, İngiltere’de akademik bölümlerdeki idari pozisyonların sonsuzca çoğalması meselesini düşünürken, cehennemin olası versiyonlarından birisi gözümde canlandı. Cehennem, zamanlarının büyük kısmını, sevmedikleri ve çok da iyi yapmadıkları işlerde çalışarak geçiren insanlar topluluğu olarak düşünülebilir. Çok güzel dolaplar yaptıkları için işe alındıktan sonra, zamanlarının büyük kısmını balık kızartarak geçireceklerini öğrenen insanlar hayal edin. İşin de gerçekten yapılması gerekmiyor aslında. Daha doğrusu, kızartılması gereken çok az balık var. Bu insanlar, bazı meslektaşlarının, zamanlarının daha fazlasını dolap yaparak geçirdiği ve paylarına düşen balık kızartma sorumluluğundan kaytardığı fikrini saplantı haline getirerek buna öfke duymaya başlıyorlar. Çok geçmeden her yerde gereksiz, kötü pişirilmiş balık yığınları oluşuyor ve herkesin tek yaptığı da bu oluyor.

    Bence bu benzetme, kurduğumuz ekonomik düzenin ahlâki dinamiklerini gerçeğe uygun bir şekilde yansıtıyor.

    Eminim, bu tip söylemler hemen karşı tepkileri davet ediyor,

    ‘Sen kim oluyorsun da hangi işin gerekli, hangisinin gereksiz olduğuna karar veriyorsun?’

    ‘Zaten gerekli iş nedir ki? Sen antropologsun, bunun gereği nedir?’

    (Gerçekten de bir çok tabloid yayın okuru, işimin [antropolog olmamın], boşa harcanan devlet parasına güzel bir örnek oluşturduğunu düşünebilir.) Ve bir anlamda haklılar da. Bir işin toplumsal değerini nesnel olarak ölçmenin yolu yok.

    Dünyaya pozitif katkısı olduğuna inanan bir kişiye kalkıp da ‘bunun aslında böyle olmadığını’ söyleyecek değilim. Ama, ya kendi işinin anlamsız olduğunu düşünen diğerleri? Kısa bir süre önce, 12 yaşından beri görmediğim okul arkadaşımla bir araya geldim. Görüşmediğimiz yıllar içinde önce şair, sonra da bağımsız bir rock grubunun vokalisti olduğunu öğrenenince çok şaşırdım. Grubun şarkılarından bazılarını, söyleyen kişiyi tanıdığımı bilmeden, radyoda dinlemiştim. Yetenekli ve yaratıcı olduğu çok belliydi, yaptığı işle insanların hayatını aydınlatmış, daha güzel kılmıştı. Buna rağmen, birkaç başarısız albümden sonra kontratını kaybetmiş, borçlar ve yeni doğmuş kızının varlığı onu kendi deyimiyle ‘hayatta yönünü kaybetmişlerin standart tercihi’ hukuk fakültesine gitmeye zorlamıştı.

    Şu anda New York’ta önemli bir şirkette ‘kurumsal hukuk danışmanı’ olarak çalışıyor. İşinin son derece manasız olduğunu, dünyaya hiçbir katkı sağlamadığını ve aslında var olMAması gerektiğini kendisi söylüyordu.

    Burada sorulacak çok soru var. Bunlardan ilki şu olabilir, yetenekli şair-müzisyenler için ‘aşırı az’, şirket hukuku uzmanları için ‘sonsuz talep’ üreten bu toplum hakkında ne söylenebilir? (El cevap, eğer dünya nüfusunun %1’i servetin en büyük kısmını kontrol ediyorsa, bizim ‘piyasa’ dediğimiz şey de bu insanların tercihlerini, önemli ve gerekli bulduğu şeyleri yansıtır; başka kimseninkini değil!) Daha önemlisi, bu tarz işlerde çalışan insanların, bütün bunların farkında olduğunu da gösterir. İşinin saçma olmadığını düşünen tek bir şirket hukuku uzmanı ile tanıştım mı, bilemiyorum. Aynı şey, yukarıda bahsettiğim bütün sektörler için geçerli.

    Bir partide tanıştığınızda, hele ki ilginç sayılan bir işiniz varsa (örneğin ‘antropolog’sanız), kendi işlerini tartışmaktan kaçınan bir ‘maaşlı çalışan grubu’ var. Bu insanlara birkaç içki verin, işlerinin gerçekte ne kadar yersiz ve aptalca olduğu hakkında tiratlar atmaya başlayacaklar.

    Bu, derin bir psikolojik şiddettir. Bir insan gizliden gizliye, yaptığı işin aslında var olMAması gerektiğine inanıyorsa, iş haysiyetinden nasıl bahsedebiliriz? Bunun derin bir hiddet ve öfke yaratmaması mümkün mü? Yine de, günümüz sisteminin garip dehası burada yatıyor. Yöneticiler bu kızgınlığı gerçekte anlamlı işler yapma şansını yakalamış insanlara yöneltmenin bir yolunu bulmuşlar, tıpkı, balık kızartan insanlarda olduğu gibi. Örneğin, genel bir kural olarak, bir işin diğer insanlara ne kadar yararı var ise, sahibine o kadar az para kazandırdığını söyleyebiliriz.

    Önceden de söylediğim gibi, nesnel bir ölçüt bulmak kolay değil, ama genel bir anlayış geliştirmek için şu soruyu soralım: Bir işi icra eden insanların tamamı pat diye yok olsaydı ne olurdu?

    Hemşireler, çöpçüler veya tamirciler hakkında ne derseniz deyin, birdenbire yok olacak olsalardı, bunun sonuçlarını hemen ve felaket düzeyinde hissederdik. Öğretmenlerin veya liman işçilerinin olmadığı bir dünya kısa zamanda sıkıntıya düşer, hâttâ bilimkurgu yazarları ve ska müzisyenleri olmadan daha eksik bir yer olurdu.

    Ama ‘genel müdürler’, ‘lobiciler’, ‘halkla ilişkiler uzmanları’, ‘risk yöneticileri’, ‘telefonla satış yapan kişiler’, ‘mübaşirler’ ve ‘hukuk danışmanları’ aynı şekilde yok olsaydı, dünyanın bundan nasıl bir zarar göreceği çok açık değil (bazıları, daha iyi olacağını bile söylüyor.) Yine de birkaç istisna dışında (‘doktorlar’ gibi) kaide şaşırtıcı biçimde doğru görünüyor.

    Bundan daha da çarpık olan, ‘işlerin böyle olması gerektiğine dair’ yaygın kanı. Bu sağcı-popülizmin gizli güçlerinden bir tanesi. Bunu İngiltere’de görmek mümkün. Tabloid basın, kontrat ihtilafları sırasında greve giden yol işçilerini Londra’yı felç etmekle suçlayarak onlara karşı öfkeyi körüklüyor.

    Yol işçilerinin Londra’yı felç edebiliyor oluşu, işlerinin gerçekten de vazgeçilmez olduğu gösterir ve insanları asıl kızdıran da bu galiba. Cumhuriyetçilerin, kamuoyunda, okul öğretmenlerine ve otomotiv sektöründe çalışan işçilere (sözüm ona, ‘şişirilmiş maaşları’ ve ‘mesleki avantajları’ yüzünden) karşı öfke seferberliği yaratmakta inanılmaz derecede başarılı olduğu ABD’de bu durum daha da bariz. (Tabii ki bu öfke, asla, sorunun asıl kaynağı olan ‘okul yönetimleri’ ve ‘otomotiv sektörünün yöneticileri’ne yönelmiyor.) Kendilerine verilen mesaj şuna benziyor: ‘Siz çocuklara bir şeyler öğretiyor, arabalar yapıyorsunuz. Gerçek işleriniz var! Bunun üstüne bir de orta sınıfa hak görülen emeklilik maaşları ve sağlık sigortası istemeye nasıl cüret edersiniz?’

    Eğer birisi oturup, sermayenin gücünü muhafaza etmeye yarayan bir çalışma sistemi geliştirmek isteseydi, bundan daha iyi bir iş çıkaramazdı herhalde. Gerçek ve verimli işleri olan insanlar, acımasızca, son damlasına kadar sömürülüyor. İnsanlığın geri kalanı ise, küresel düzeyde korku içinde yaşayıp nefret edilenler, işsizler ve daha büyük bir grup olarak hiçbir şey yapmaması için maaş ödenen insanlar olarak üçe bölünmüş durumda.

    Bu son gruptakilerin pozisyonları, yönetici sınıfın (‘müdürler’ vs.) bakış açısını ve hassasiyetlerini (özellikle de ‘parasal’ sembollerini) benimsemeleri için tasarlanmış, ve aynı zamanda, yadsınamaz bir değeri olan işler yapan herkese karşı da öfke uyandırmayı hedefliyor.

    Tabii ki bu sistem bilinçli olarak tasarlanmış değil. Bir yüzyıllık deneme-yanılmanın ürünü. Yine de, bu kadar teknolojik ilerlemeye karşın neden hepimizin günde 3-4 saat çalışmadığının tek açıklaması bu.

    (David Graeber, ‘STRIKE! Magazine’, Ağustos 2013, Çeviren: Tuğçe Tuğran)

    Kadınların hamile kalıp/kalMAması gereken iş sahalarını belirleyip, bunları dikte eden ‘erkek hegemonyası’ apaçık ortada iken, kadınlar hamile kaldıktan sonra onların ‘imtiyaz’ istemesinden şikayet eden, çocuk doğurmasından sonra ‘imtiyaz’ istemesinden şikayet eden, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip ve benzerleridir.

    ‘Kadinlarin erkeklerden en az 5 sene daha uzun yasadiklari’ söylemi, birkaç tane istatistikçinin, birkaç bin kişi üzerinde yaptığı araştırma sonucundan ibarettir o kadar. Dünya geneli için geçerli değildir.

    ‘Kadinlarin, erkeklerden, 5 sene daha erken emekli olmalari’ söylemi, ‘erkek hegemonyası’nın dikte ettiği ömür çizelgesinin neticesidir. Erkeklerin de, kadınların da, ‘ne vakit, hangi yaş dilimlerinde emekli olacağı’nı ‘erkek hegemonyası’ belirlemekte ve dikte etmektedir.

    ‘Vardiyalı çalışma düzeni’ ve ‘mavi yaka iş sahaları’, ‘erkek hegemonyası’nın kendi erilliğini bölüştürüp bunu bütün insanlara dayatmaktır, fakat istihdam etme anı gelip çattığında, sadece erkekleri dahil etme normu üzerine inşa edilmiştir. Kadınların, ‘vardiyalı çalışma düzeni’ne ve ‘mavi yaka iş sahaları’na girme isteğini, ‘erkek hegemonyası’ engellemektedir. Birkaç kadının, bahsi geçen çalışma düzeni ve renk sahasında çalışmayı isteMEmesi, ‘istisna’dır. ‘İstisnayı, kaideymiş gibi yutturma’ hususunda, çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip maharetini sergilemeye devam etmektedir.

    Kadınların ‘narin’ olduğunu söyleyen, bu söylemi bütün hayata yayarak, kadınların pasif kalmasını isteyen, ‘erkek hegemonyası’dır. Bunun en net örneklerinden biri şudur: Yüzyıllar boyunca ‘erkek hegemonyası’, ‘askerlik müessesesi’ne kadınları kabul etMEmek için, onları ‘narin’ kelimesi ile işaretleyip, pasif konuma atmıştır, atmaktadır.

    Cem Yılmaz’ın yaptığı espri, ‘erkek hegemonyası’nın ömür çizelgesi yaratıp bunu kadınlara da dikte etmesinin neticesidir. ‘Eşit işe, eşit ücret’, ‘erkek hegemonyası’nın yıkılması yolunda önemli bir aşamadır.

    ‘Ah narinlerim, kirilirlar, uzulurler, gucenirler, aglarlar.. Yurek dayanmaz.’ söylemi, ‘erkek hegemonyası’nın, kadınları, itaate mecbur kılmak için üfürmesidir. ‘Erkek hegemonyası’, tırnak içine yazılan kelimelerle kadınları işaretleyip, onları köle hâline getirmektedir. Çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip’in, kadınları ‘köle’ olarak kabul etmesi, yazdığı kelimelerle bir kez daha kanıtlanmıştır.

    ‘Onlar, cunku, hep cicektir; hep de melektir. Erkekler de, onlarin her afrasina tafrasina eyvallah demek zorundadir.’ söylemi ile çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip, kadınları, ‘afrasına tafrasına tahammül edilmesi gereken tür’ olarak görmektedir. Kadınları ‘hep cicek, hep melek’ ifadesi ile işaretleyip onları pasif konuma hapsetmek için uğraşan Necip, ‘erkek hegemonyası’nı savunur.

    ‘Kadin dusmani (misogynist)’ olan erkekler vardır fakat sayıca azdır. ‘Erkek hegemonyası’ ise, sayıca çoktur. ‘Erkek hegemonyası’ yıkılıp, yerine, eşitliğe & hakkaniyete dayanan kadın & erkek düzeni kurulduğunda, ‘kalp’ de yerli yerine oturacak.

    ‘Erkek hegemonyası’nı ve bu hegemonyanın uzantılarından biri olan ‘başörtüsü sorunu’nu yokmuş gibi göstermek için çırpınan çarpıtmacı ve çaçaron şahıs Necip’in ‘Yemiyoruz. Gecin bunlari.’ üfürmesinin hiçbir anlamı yoktur. Necip, eril iktidarının yıkılmakta olduğunu bildiğinden, tir tir titremektedir. Hâlbuki titremesine gerek yok, çünkü, kadınlar, ‘kadın hegemonyası’ kurmak için mücadele etMİyor.

    Mesele, cinsiyetler arası savaşlar icat etmek değil.

    Mesele, ‘erkek düşmanlığı’ icat etmek hiç değil.

    Mesele, ‘kadınlara daima iltimas geçilmeli’ algısı yönünde alınan (ve alınacak) kararları körüklemek değil.

    Mesele, ‘erkek hegemonyası’na ve bu hegemonyanın bir uzantısı olan ‘başörtüsü sorunu’na karşı mücadele etmektir. Devam etmekte olan mücadele, hiçbir kişinin & kurumun & kavramın tekelinde değil.

    Sadece ‘eşitlik’, sadece ‘hakkaniyet’…

  354. Yeniden, Sonradan ve Durmadan Yeniden Doğanlar Sitesi

    “336 ‘CIA direktörlüğü’ne bir kadının aday gösterilmesi” Yorumcuları Zeitgeist babalarının da pabucunu dama atmış gibiler. Ama asıl ve öz doğaları değişmemiş: ezilenleri savunmak, ezilenler adına şantajlar yapmak, fikir ve seçme özgürlüklerini kullanarak sosyal medyanın modaları arasında Necip gibi bazı sapıklar ve dünyanın %99’u hariç (nedenleri sonra) kimsenin karşı gelemeyeceği “eşitlik ve hakkaniyet” dilenciliği yapanların tarafını tutmak falan filan gibi. Ne aynı sitede sonradan “politically correct” anarşist doğan Zileli’nin ırkçılığı ne de bakirelerden oluşan haremiyle övünen yeniden doğan (born again) Marksist Hortlak’ın ırkçılar ırkçılığı bu hak yolunda huu huu çeken son moda anarşistleri rahatsız eder. Önemli olan bu ırkçıların da kendileri gibi (well-trodden) sık kullanılan hak yolunda huu huu çekmeleri.

    Maalesef biraz tarih ve itiraf. Bu son hatırladığım TZM’ci müritlerle Medeniyet konusunda giriştiğim tartışmada iki yıl kadar taş uykusu uyudum. TZM’cilerin karalar karası cahil oldukları, Medeniyet’in ne anlamda kullanıldığını, Medeniyet’in son temsilcisi Avrupa’nın doğuş yerine gönderme yaptığını bilmedikleri aklıma bile gelmedi. Ve bu gafletim bu kapkara cahilliklerini apaçık ifade etmesine rağmen. So much for the age of communication. Bu soytarılar kafamı iki yıl akıl almaz saçmalıklarla yordular. Taşlardan denize ve balıklara kadar her varlık medeni oldu çıktı! Meğersem bunlar Neolitik Devrimle başlayan ve Sümer ile kıvamına varan Medeniyet’ten habersiz son moda California anarşistleriymiş: everything has a feeling, you know.
    Ampul değiştirmek için kaç California’lı gerekir? Yirmi. Biri ampulü değiştirir, diğerleri hissi paylaşırlar.
    Veya geri kalmış ülkelerdeki teknoloji en son “cutting edge” teknolojisidir. Anarşistlik de aynı.

    Biraz daha tarih: dünyanın kanını emen o ‘alçak kapitalistler’ sırası geldikçe ‘eşitlik ve hakkaniyet’ isteyen kutsal emekçilere bazı kalitesiz kemikleri attılar. Kutsal emekçiler, kendi yaşam tecrübelerine dayanarak, dış ülkelerde de haksızlık veya eşitsizlik olmadığını düşünmediler Ilerde Pride filmine bakın). Sömürgelerden akan zenginlik, zenginlik sayesinde köpeklerin havlamasını önleyici kemikler, daha alçak ırkların kırımdan geçirilmesi ve kanlarının emilmesi doğaldı. ‘Eşitlik ve hakkaniyet’ inanmayanlar şu an dünyanın %99’u. Hortlak bunu alkışlar, Zileli dönen merdiven mutasyonla bilim yapar, Necip, well forget it. Bu cambaz bin ipte cirit atar.
    Hatta kadının en düşük düzeye düşmesine nedenlerden biri kapitalistlerin kutsal emekçilerin içi boş beyinlerine “eve tek ekmek getiren” safsatasını yerleştirmeleriyle oldu. Hatta salak Hortlak’ın kendisi kadar kör amcası Marks bile kadının ekonomiye ölçülmez katkısını görmeyecek kadar afyon yuttu. Örneğin, ev temizleme, dikiş ve yama, yemek pişirme, çamaşır yıkama, çocuklara bakma, çocuklara dil ve sosyal yaşamı aktarma…
    Az, biraz daha az tarih: en başta ve tarihçilerin en önemli bir gözlemi: Kristof Kolomb cenneti arıyordu, buldu ama tanımadı.
    Avrupa baskı sistemine karşı gelenlerin en radikalleri bile sömürgelere vardıklarında geldikleri yerlerdeki baskı sistemini kurdular, sizler gibi pisliklerini beyinlerinde taşıdılar: okuma yazma, okul, disiplin, emek, etkinlik, endüstri, mülkiyet, özel mülkiyet, kereste, üretim, maden, bilimsel büyücülük, tek allah, tek din, tek başkan, tek şarkıcı, tek avcı, tek dansöz, tek yüzücü, fuc*ing tek tek tek, you fuc*ing name it.
    Son derece sevdiğim bir eleştirici bir film tavsiye etmişti. Yaşanan zor bir ekonomik devirde bazıları yeni bir hayat başlatırlar. Yiyecek ve diğer ihtiyaçları karşılamada başarılı olur ve tabii, gelen gelene. Gelenlere hangi meslek veya becerilerde tecrübeli oldukları sorulur ve cevaplar göre içeri alınır. Buraya kadar tanıdığımın neden filmi tavsiye ettiğini anlamadım. Böyle bir şeyi ben bile yapıp eğer düzeni tatlı dillerle süsleyerek, Zileli ve Hortlak gibi cici bici çirkin ambalajlarla yeniden piyasaya sürmezsen alternatif masalını yutturmanın imkânsız olduğunu çok iyi biliyordum. Ama filimde birden benim gibi geri zekâlı, yeteneksiz, şapşallar kapıya geldiler. Sorulara doğru cevap verdiler. İşe yarar bir b*k bilmiyorlardı. Kapıdakiler ‘fuc* it, come on in’ deyince anladım.
    Bunun ne Marks amca formülleri ne de anarşist tatlı dillerle bir alakası var.
    Çin’de 20-30 yıl misyonerlik eden bir rahip misyonu bitince andına uymak için Avrupa’daki ülkesine yürüyerek döner. Yolda nerede bir kapı çalıp kim ve neden seyahat ettiğini anlatsa, içeri alınır, yiyecek ve yatak verilir. Avrupa’ya girer girmez yardım kurumlarına gönderilir.
    Tahmin edersiniz havlamalar hemen başlar. Sanki Avrupa’ya saldırıyorum. Dinciyim, İslamcıyım, Türkler ve Kürtlerin (kadın erkek dâhil) olmak istediği ama bir türlü olamadıkları mavi gözlü sevgililerine saldırıyorum, Erdoğancıyım falan filan alçaklıklar. Benim Erdoğancı olduğumu Kürt milliyetçisi ve şantajcısı ırkçı Marksist Hortlak söyledi. Çok değerli Marksistlerin Bolşevikleri eleştirilerin de faşistlerin söylediklerinin aynısını söylediklerini bilmeyen bu alçaklar alçağı ırkçı köpek, bu sitedeki sizlerle Zileli gibilerin kara cahilliğinden istifade eder durur. Korkudan sesiniz çıkmaz. Bu herif o kadar cahil ki, teknolojik başarıda Kürtlerin dâhil olduğu Ayran hoplaya zıplaya över ama bilimsel ölçülerle hangi toplumların teknolojide en başarılı toplumlar olduğunu bilmez, işi sizlerin cahilliğinize dayanarak bana çamur atmayla kapatır ve sizden gık çıkmaz. Çünkü siz de Zileli gibi göz boyamak için hoplayıp zıplıyorsunuz ama bir b*k bildiğiniz yok.
    Bence mesaj çok basit. Eğer insanlar kararı kendileri yerine aracıya bırakırsa araya, teknik, etkinlik, ekonomi, sosyoloji, devrimcilik, solculuk, sağcılık, para, okul, banka, bilgi, bilim, yetenek falan filan pezevenk*er girer. Özgür Üniversite quoi! Siz bunları Medeniyet diye savundunuz! Şimdi ne zaman Medeniyet kelimesine rastlasam sizin gibi bilgi birikimlerinin fiyakasından geçilmeyenlerle kaybettiğim enerjiyi hatırlayıp kendimin ne kadar kara cahil olduğunu anlıyorum.

    Peki, bunun, bu ‘à la mode’ kadın eşitlik ve hakkaniyet nakaratıyla alakası ne?
    Bu hareket başlayalı, benim bildiğim kadar, soruna iki temel yaklaşım var: “essentialist” ve “social constructionism “. Eğer seçmem gerekirse tabii ‘social constructionism’i seçerim. Ne var ki ve ne yazık ki, ‘evolutionary psychology’ ve ‘sociobiology’ her iki temel yaklaşımı genler menler dümenleriyle taptığınız bilim yaptılar.

    Benim için ‘evolutionary psychology’ ve ‘sociobiology’ kuru kelle bilimleri Necip’in kulağına fısıldanan beyin yıkamaları. Benim için Hortlak, Zileli ve sizin gibi bu siteye katılanlar bu bilim-teknik becerilerinin göz kamaştırmalarına mahkûm olmuşsunuz.
    Bilimin en temel anlayışından yoksunların üçkâğıda gelmeleri beni pek şaşırtmaz.
    Bilim, ancak ve ancak nicelliklerle, yani sayılarla, canlanır ve ifade edilir. Hatta herkes bilir ama bu siteye yazan dahiler en basit bir şeyi bilmezler: matematik (modern) bilimin dilidir.
    Ha Marks amcanız ha anarşist amcalarınız dünyayı bilimselleştirsinler, bizim orada kullandığımız bir tabirle, bilim g*tünüzle havaya da uçsanız, yine de niteliği sayılarla ifade edemezsiniz. Point à la ligne.
    Ama tam da değil. Bence bütün allahların beraberce gücüne kıyasla beyin yıkama mekanizmasının gücü son allah para hariç, çocuk oyuncağı.
    Ne zamandan beri Hortlak, Zileli, Necip ve bu siteye yazanların ırkçı olduklarını yazdım. Bana akıl almayacak yanıtlar verildi. Ama bakın şimdi “335 Vahşiler, en düşük zekaya mı sahip?” Bu bile alçak ırkçıları uyandırmaz. Fredy’nin “The Marxists see only the mote in the enemy’s eye.” dedi. Ben bu siteye katılalı “Left and Right revolutionaries see only the mote in the enemy’s eye.” derim.

    Sorun kendi kendinize: Neden Fredy kitabına “Against His-Story” adını verdi.
    Bu defa da kafamı Necip gibi safsatalarla şişirmektense Pride filmini seyredin yeter. “Eşitlik ve hakkaniyet” isteyen gayler arasında madencilerin halini tek anlayan sosyal sorunların tartışıldığı aileden gelen gaydi. Bu, mevcut düzen içinde son derece normal. Ama, iş yeri hariç, kimsenin kimseyi dinlemediği de normal. Ve hatırlayın bu, eşitliğe fazlasıyla kavuşmuş Thatcher zamanında oldu.
    Sizler gibi hoplayıp zıplayanlara en güzel cevabı Blake ve daha sonra Nietzsche verir.
    “He who would do good to another must do it in Minute Particulars; General Good is the plea of the scoundrel, hypocrite and flatterer: For Art and Science cannot exist but in minutely organized Particulars.”
    William Blake

    Not: Read, “The Internet Is Killing Religion (and Science, Too)”
    And if I may add, people too. It turns them into morons who compete like Hortlak, Zileli, Necip and many others to be media stars and say whatever since no one really gives a fuc* anyways. So, except for the money earned, everyone is equally mediocre and worthless. A perfectly just and egalitarian world!

    This sign I give unto you: every people speaketh its language of good and evil : this its neighbour understandeth not. Its language hath it devised for itself in laws and customs.
    But the state lieth in all languages of good and evil; and whatever it saith it lieth; and whatever it hath it hath stolen.
    False is everything in it; with stolen teeth it biteth, the biting one. False are even its bowels.
    Nietzsche
    Bir eleştiri vardır eleştiriden içeri.

  355. Very good article! We are linking to this great article
    on our site. Keep up the good writing.

  356. 340 Zincirde Bir Halka

    Sayın sosyal medya linkinginde halka 340, benim bildiğim kadar, zincir linklerle yapılır. “Ne mutlu zinciriyle iftihar eden halka-köle 340”
    Ben daha henüz link olacak kadar alçalmadım ama yazdıklarım da benim değil; medyadan kopya-yapıştırma.

  357. Really when someone doesn’t understand then its up to other users that they
    will help, so here it takes place.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir