Barış Süreci ve 7 Haziran-1 Kasım 2015 Terör Dönemi

Suruç’ta öldürülen Ece Dinç ve arkadaşlarının anısına…

Türkiye, AKP’nin Meclis’te çoğunluğunu ilk kez kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleriyle, çoğunluğu yeniden kazandığı 1 Kasım 2015 seçimleri arasında görülmemiş ölçüde yoğun bir terör dönemi yaşadı. Bu dönemde, Suruç patlamasında 32 genç, Cizre’deki vb. hendeklerde yüzlerce genç, kadın, çocuk, Ceylanpınar’da yataklarında uyuyan iki polis, Ankara Garı’ndaki patlamayla 109 gösterici vb. terörün kurbanı oldular.

Solun yakın geçmişini tahlil eden kitaplarıyla tanıdığımız Ergun Aydınoğlu, yeni çıkan Barış Süreci (Versus, Aralık 2021) kitabında, 2007’den 2014’e kadarki Barış Süreci’ni, Öcalan ve Kandil’in bu süreci son derece kararlı ve incelikli bir şekilde olumlu bir noktaya doğru ilerlettiklerini ayrıntılı bir şekilde inceledikten sonra, “ülkede barış konusunda 2013’ün ilk yarısında oluşan iyimser atmosferin” (s. 48) de katkısıyla patlak veren 2013 Gezi ayaklanması ve sonrasındaki gelişmeleri de ele alarak 7 Haziran-1 Kasım dönemini analiz ediyor. Bu yazıda, Barış Sürecini ayrıntısıyla inceleyen kitabın bütününü değil, kitabın son üçte birini oluşturan bu son dönemi, kronolojik sıraya uyarak izlemek istiyorum.

2013 Mayıs-Haziran’ında “Gezi ayaklanması” olur. Bu, “Türkiye tarihinde benzeri yaşanmamış… büyüklükte” “birkaç gün içinde milyonlarca insanın sokağa döküldüğü” dev bir ayaklanmadır (s. 48). Fakat Kürt hareketi, Gezi’ye sadece “sembolik” düzeyde katılır ve “mesafeli” bir tutum alır. Bunun nedeni, “PKK’nin Hükûmet ile yürüttüğü barış görüşmeleri süreci”dir (s. 50). “Kürt hareketinin aktif katılımı ile Gezi Ayaklanması’nın, Erdoğan Hükûmetinin düşmesine yol açacak bir potansiyel kazanabileceğini söylemek, herhâlde bir abartma değildir.” (s. 51).

Bu arada, 28 Şubat 2015 tarihinde, Barış Süreci konusunda giderek olumsuz bir tutum içine girmiş olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a rağmen, başbakan Davutoğlu Dolmabahçe toplantısını düzenler. Ne var ki, yaklaşan seçim ortamında Tayyip Erdoğan Kürtlerle aynı “barış platformu”nda görünüp sağcı seçmeni MHP’ye kaptırmak istemez ve “barış görüşmelerini” Dolmabahçe’nin hemen ertesinde fiilen sona erdirir. Bununla da kalmaz, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı hedef alır. Çünkü Demirtaş, arkasına Gezi rüzgârını da alarak Kürt hareketinde önemli bir paradigma değişimi olarak görülebilecek “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganını atmaya başlamıştır. “Erdoğan’ın, Demirtaş’ın silahların bırakılmasını çağrısını yürekten destekleyen, barış konusunda kararlı bir siyasetçi olduğunu görmemesi olanaksızdır… Erdoğan… Demirtaş’ı, Türk ve Kürt demokratlarını birleştirebilecek ve muhalefete yeni bir dinamizm getirecek bir siyasi figür olarak görmektedir.” (s. 75).

Bu durum Kürt hareketi içinde önemli bir çelişkiyi su yüzüne çıkarır. “Demirtaş ve HDP, aldıkları Erdoğan karşıtı pozisyonla, Öcalan ve PKK’den farklı bir politik strateji izledikleri izlenimi vermektedirler… Öcalan’ın, önemli sonuçlar elde edeceğini düşündüğü bir müzakere sürecinde, Erdoğan ve hükümetinin yenilgisini öngören bir seçim stratejisini desteklemesi olanaksızdı… Erdoğan’ın iktidardan düşmesi demek, Öcalan’ın müzakere muhatabını yitirmesi ve yeni bir muhatap bulmak için belki de yıllarca beklemek zorunda kalması anlamına gelecektir.” (s. 81).

Demirtaş ise, “Öcalan ve PKK liderliğini rahatsız etme pahasına kendi stratejini kararlı bir şekilde uygulamış ve kısa bir sürede, etnik sınırlamaları aşan bir demokratik muhalefetin potansiyel lideri konumuna geçmiştir.” (s. 83). Oysa o güne kadar, Kürt hareketinin 2010 referandumunu boykot etmesi ve Gezi ayaklanmasında pasif tutum alması, “Erdoğan’ın iktidara tutunabilmesine yardımcı olmuştur.” (s. 83). “Demirtaş, 2015 seçimlerine giderken hayata geçirdiği yeni strateji ile sadece AKP iktidarını ve Erdoğan’ı değil, Öcalan’ı da – dolayısıyla PKK’yi de – rahatsız etmiştir.” (s. 84).

Aydınoğlu’nun kitabında doğrudan Kürt hareketinin gelişimiyle ilgili olmayan bazı ayrıntılara girilmez ama süreci daha belirgin hale getirmek için ben değinmek zorundayım. AKP, 7 Haziran seçimlerini kaybedince, Erdoğan birkaç gün ortada görünmez ve bu birkaç günün ardından yeni planlarla ortaya çıkar. İlk önce “en yaşlı” meclis üyesi Deniz Baykal aracılığıyla meclisi kitler ve yeni bir seçimin yolunu açar. Bunun ardından, İmralı “karartılır”. Sonra…

“20 Temmuz 2015 günü, Türkiye-Suriye sınırında bulunan bir kasaba olan Suruç’ta, 32 gencin yaşamını yitirdiği bir canlı bomba saldırısı yaşanır.” (s. 95). Canlı bomba, Rojava’daki çocuklara oyuncak götürmek için toplanan gençlerin arasına nasıl karıştığı hiçbir zaman “tespit edilemeyen”, MİT güdümlü olması ihtimali yüksek bir IŞID’lıdır. “İki gün sonra da Adana’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memuru evlerinde öldürülür. PKK’ye yakın bir haber ajansı, bu eylemi ‘Apocu Fedai Timi’ adlı bir grubun gerçekleştirdiğini bildirir.” (s. 95). Dört gün sonra, 24 Temmuz 2015 günü, Türk uçakları Kuzey Irak’taki PKK kamplarını bombalar. “Artık AKP’nin yeni seçimlere Kürt hareketiyle savaş koşullarında gideceği, böylelikle hem milliyetçi Türk oylarını AKP’ye geri getirme hem de HDP’ye oy veren seçmenleri korkutma hedefine odaklandığı anlaşılmaktadır… AKP’nin seçimlerdeki başarısızlığında, sadece MHP oylarındaki artış değil, AKP’nin Kürt seçmenlerden aldığı oylardaki büyük düşüş etkili olmuştur… muhafazakâr Kürtlerin önemli bir kısmı bu seçimde HDP’ye yönelmiştir… ‘Rojava Savunması’, muhafazakâr Kürtlerin, Kürt davasına ilgi ve sempatisini artırmıştır… 7 Haziran seçim sonuçları göstermiştir ki muhafazakâr Kürtler, bölgeye huzurlu bir atmosfer getiren barış sürecinin esas yapıcısı olarak Erdoğan’ı değil, Kürt hareketini görmektedirler.” (s. 97).

MHP’ye kaptırılan milliyetçi oyların geri alınması da savaş politikasını gerektirmektedir. Ayrıca bu şiddet ortamında HDP seçmenlerinin bir kısmının sandığa gitmesi de engellenmiş olacaktır. (s. 98).

PKK, Kandil’in Türk uçaklarınca bombalanmasının ardından “ateşkesin sona erdiğini ve – Murat Karayılan’ın ifadesiyle – ‘Devrimci Halk Savaşı’nın artık Kürt halkı için tek seçenek haline gelmiş olduğunu ilan ederek askerî saldırı stratejisini uygulamaya koyar.” (s. 99)

Kandil “Devrimci Halk Savaşı” ilan etmekle de kalmaz. Kürt bölgelerindeki birçok il ve ilçede, açıktan bildiriler okunarak “özyönetim” ya da “demokratik özerklik” ilan edilir. (s. 99). Öte yandan, “Doğu ve Güneydoğu’daki bir dizi il ve ilçede genç Kürt militan ve sempatizanları tarafından kurulan ‘Hendekler’ de siyasal şiddetin gündemi belirlediği bir ortamda, PKK’nin yeni şehir savaşı uygulaması anlamına gelmektedir. Daha da ötede PKK, Aralık 2015’ten itibaren TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adlı örgüt aracılığıyla büyük şehirlerde güvenlik kuvvetlerine büyük kayıplar verdiren ve bu arada sivil ölümlerine de yol açan bombalamalara girişir.” (s. 100).

Aydınoğlu’nun değinmediği önemli bir olay: AKP’nin aylardır sahnelenen “şiddet oyunu”, seçimlerden iki hafta önce, 10 Ekim 2015’te, Ankara Garı’nın önünde, uzun yolları hiçbir engelle karşılaşmadan aşarak gelen iki intihar bombacısının Barış Mitingi için Gar önünde toplanan kalabalığın içinde kendilerine patlatarak 109 göstericiyi öldürmesiyle “perdesini” indirir.

Aydınoğlu, bu dönemdeki çeşitli terör olaylarına ve AKP cephesinin terör siyasetine işaret ettikten sonra, “PKK Neden Askeri Kampanyayı Tercih Etti?” başlığı altında, bu konudaki üç varsayımı incelemekte ve tartışmaktadır.

Birinci varsayım “Rojava’yı savunmak”tır. Aydınoğlu, bu varsayımı, Türkiye’de şiddeti tırmandırmanın Kuzey Suriye’deki kazanımları korumaya hiçbir yararı olmayacağını; ayrıca bu tür saldırılarla TSK’nin Kuzey Suriye’ye müdahalesinin önlenemeyeceğini belirterek reddeder. (s. 102-104)

İkinci varsayım, AKP’nin “barış sürecini” bitirmesine gösterilen tepkidir. Aydınoğlu bu varsayımı da geçersiz görür: “Oysa barış süreci tıkanmış bile olsa, başta HDP olmak üzere, muhalefet partilerinin büyük başarı kazandığı, Erdoğan ve AKP’yi parlamentoda azınlığa düşüren… bir seçimin ertesinde, Kürt hareketinin yasal alanda yapabileceği ve yapması gereken pek çok şey bulunmaktadır… PKK’nin 2015 yazında başlattığı askerî operasyonlar, örgütün o günlere kadar pek çok vesileyle kanıtladığı taktik esneklik yeteneği ile uyumlu görünmemektedir… 2015 yazında ortada, PKK liderlerini seçeneksiz bırakan, onları “Devrimci Halk Savaşı”na zorlayan koşullar yoktur.” (s. 105)

Üçüncü varsayım, “Hendekler”in, radikal genç Kürtlerin örgütü dinlememesinin ürünü olduğudur. Aydınoğlu, bu varsayımı da reddetmektedir: “… bütün bu süreçte PKK liderliği, barikat kurma girişimlerini önlemeye kalkmamış hatta buralara sınırlı da olsa silahlı eleman göndermekten geri kalmamıştır… son kırk yıllık dönemde, PKK’nin merkezinde olduğu Kürt hareketinde, hiçbir zaman otonom bir yeni kuşak ortaya çıkmamıştır… hendeklerde nöbet bekleyen tecrübesiz Kürt gençlerini, artık PKK liderliğine itaat etmeyen radikal ve otonom bir kuşağın temsilcileri olarak görmenin gerçeklikle hiçbir bağlantısı bulunmamaktır.” (s. 107)

Aydınoğlu, “PKK’nin 2015 seçimlerinin hemen ertesinde” “elindeki tüm imkânları kullanarak siyasal şiddeti” tırmandırmasının nedenini, esasen “Kürt hareketinin kendi içindeki sorunlarda aramak” gerektiği düşüncesindedir. Kısaca özetleyecek olursak, Demirtaş’ın ve HDP’nin seçim başarısı, “Öcalan’ın liderliğini tartışılmaz gören PKK liderliğini rahatsız” etmiştir. (s. 109) Ayrıca, “PKK liderlerinin bakış açısıyla, muhafazakâr Kürtlerin HDP’ye yönelişine damgasını vuran, HDP veya Demirtaş değil, PKK hareketidir.” (s. 111). Ve sonuç: “…PKK’nin, Temmuz 2015’ten itibaren yürüttüğü askerî kampanyanın şiddetini, bu yolla Kürt hareketinin yasal alandaki kadrolarını siyaseten işlevsiz ve aynı zamanda korumasız bırakan pervasızlığını, diğer yasal Kürt partilerinden farklı olarak HDP projesinin ama özellikle de Demirtaş’ın Kürt hareketi içinde bağımsız bir güç ve bağımsız bir figür olarak yükselme eğilimlerine bir tepki olarak görmek çok daha doğru olur.” (s. 113).

Bu noktadan öteye gidecek olursam, 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından İmralı karartıldıktan sonra, İmralı’dan Kandil’e, “acil silahlı mücadele”yi, “özerklik ilanı”nı ve “hendek”leri gündeme getiren talimatlar gitmiş olabileceğini düşünmek çok mu spekülatif olur?

Öte yandan, Kandil’in, bu “silahlı kampanya” tutumunu, özeleştirisiz de olsa bir yana bıraktığını, Yerel Seçimler sırasında, bir “öğretim görevlisi” aracılığıyla İmralı’dan açıktan gelen telkinlere rağmen, HDP’nin AKP karşıtı çizgisine omuz verdiğini, AKP iktidarının, Kürt hareketi içindeki “çelişkileri” kullanma girişimlerini geri çevirdiğini belirtmekte fayda var. Zaten bunu Aydınoğlu da kitabının sonunda şu cümlelerle saptıyor:

“Kürt hareketi için artık, 2010 referandumunda ya da Gezi ayaklanmasında veya 2014 yerel seçimlerinde yaşandığı türden, son tahlilde AKP’yi kollayan taktik yönelişler zamanını doldurmuş görünmekte. Bunun en açık göstergesi, HDP’nin ve genel olarak Kürt hareketinin 2019 yerel seçimlerinde uyguladığı seçim taktiğidir. Büyük şehirlerde AKP’nin yenilgisi ve muhalefet partilerinin başarısı hedefi çerçevesinde oluşturulan bu taktiğin, sadece bu yerel seçimlere özgü geçici bir taktik olduğunu düşünmek için çok fazla neden yok gibi. Öyle görünmektedir ki, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde de Kürt hareketi, AKP’nin yenilgisini merkeze alan benzer bir seçim taktiğini gündemine alacaktır.” (s. 117)

Gün Zileli

23 Ocak 2022

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

1 Comment

  1. Uzun zamandır bakamadığım sitede bu yazıyı ilk defa gördüm kronolojik zaman mekanda olup biteni çok iyi değerlendiren bir yazı olmuş. Geçmişte bu konuda Zileliyi eleştirdiğimi hatırlayınca bu yazıyı çok daha objektif değerlendirme görebiliriz. Sonuç olarak öteden beri HDP nin pkk nin uzantısı terörist parti eleştirisini de boşa çıkaran analiz olarak okudum. Bu sitede bir HDP li olarak az saldırı ve hakarete uğramadığımı hatırlayınca ne kadar haklı olduğumu tarihi sürecin kanıtladığını söylemeliyim. Bütün eksiklerine rağmen HDP de bizzat içerde ilgili kurumlaşmış kurumlarda müzakere edilip karar süreçlerinden politika üretildiğinin ve pkk politikalarından bağımsız kendi siyasetini pratikleştirdiğini(son yerel seçim) gördüğümüzü kanıtlamıştır. Her zaman olduğu gibi egemen sistemden bağımsız siyaset üretmenin bir faturası olduğu gibi kapatma davası ve benimde içinde bulunduğum 451 kişiye siyasi yasak faturası kesildiğini unutmadan ülkedeki toplumsal muhalefetin önemli bir odağını bu gerçekler ışığında daha çok sistemden bağımsız siyaset üretebilmesini teşvik etmesi gerekenlerin tam tersine bizi devlet-iktidarın adeta muhtemel işbirlikçisi seviyesinde eleştirmek en büyük paradoks değilse sefillik olabilir. yeni okuduğum yazıyı beğendim yenileri umuduyla.

Yorumlarınız:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir