Aydınlanmış Anarşi Üzerine
Aydınlanmış Anarşi, Matthias Kaufmann, çev: Yakup Coşar,
Ayrıntı, 2003
Alman akademisyen Matthias Kaufmann, “Siyaset Felsefesine Giriş” alt başlığını koyduğu kitabında, anarşizmin türlerine bir yenisini daha ekleme denemesinde bulunuyor: Anarko-liberalizm. Kendisi böyle bir deyim kullanmıyor, ne var ki, onun kullandığı ve kitabına başlık yaptığı “aydınlanmış anarşi”, esasen anarko-liberalizmle tam anlamıyla örtüşüyor. Anarko-komünizm, anarko-sendikalizm, anarko-feminizm, anarko-kapitalizm ve anarko-sosyalizm gibi melez anarşizm türleri var olduğuna göre, anarko-liberalizm neden olmasın? Hiçbir sakıncası yok bence.
Hele, Matthias’ın hareket noktası, anarşizmin bugünkü çekiciliğinin ve üstünlüğünün kabulü olduktan ve bunu açık sözlülükle belirttikten sonra: “anarşi tasarımı hâlâ çekici bir ütopya olmaya devam etmekte…” (s.12) “Özgür ve adil bir ideal toplum oluşturma düşüncesi, anarşizmin yeniden çekicilik kazanmasının tesadüfi olmadığını göstermektedir, çünkü anarşizm siyasi gelişmeye hâlâ geçerli bir hedef sunabilmektedir ve gerçekleşmesi mümkün bir ütopyadır.” (s.13)
Anarşizm ve Liberalizm
Öyle sanıyorum ki, Kaufmann liberalizmin yetersizliğinin farkındadır, bu yüzden anarşizmden liberalizme bir “hayat öpücüğü” vermesini talep etmektedir:
“Anarşizmin burada sunulan biçiminin en önemli özelliği, eşitlikçi liberalizmin normatif ilkelerini tutarlı bir biçimde sonuna kadar sürdürmesi, hatta bunu aşarak, gerek bireyin, gerekse bir bütün olarak toplumun kendisini özgür ve yaratıcı bir biçimde geliştirebilmesi için gereken imkanları kabul etmekle kalmayıp, bunu doğrudan doğruya talep etmesinde yatmaktadır.” (s.13)
“Anarşizmin demokratik ve sosyal liberalizmin gelişmiş biçimi olarak yorumlanması, elinizdeki kitabın başlarında açıklanan eski anarşist sezgileri gözden yitirmeden, özgürlük ve eşitlik gibi anarşi açısından önemli siyasi kavramlara felsefi ve ve siyasi tartışmada kullanılabilecek bir anlam kazandırmaktadır; artık liberal tartışmada ‘ozgürlük’ ve ‘eşitlik’ gibi kavramlarla çalışılabilecek olgunlukta bir araca sahibiz.” (s.14)
“Zordan arınımış, barışçı bir birlikte yaşam modeli, aynı zamanda liberal toplumların uzun süreli gelişimleri için düzenleyici bir düşünce olarak işlev görmektedir.” (s.15)
Elbette Kaufmann, bu “hayat öpücüğünü” almaya çalışırken, anarşizmin özünde ve kimyasında önemli bazı değişiklikler yapmak zorunda olduğunu gizlememekte, örneğin, anarşizmin sarsılmaz temellerinden olan devlet kabul etmezliğin yerine devleti sınırlamayı koymaktadır:
“Anarşizmin bu şekilde kavranış biçimi, devletin kişisel alana müdahalesini olabildiğince sınırlamak şeklindeki liberalizmin amacını paylaşır.” (s.16)
“Aydınlanmış Anarşi” ya da Reformculuk
Kaufmann, zaman zaman, “anarşist ev”deki konukluğunu ve burayı “yardım” talep etmek için ziyaret ettiğini unutmuş gözükmekte ve “aydınlanmış anarşi” adını verdiği şeyin “gerçek anarşizm” olduğunu iddia etmektedir:
“devleti hemen ortadan kaldırmak istemeyen, onun zora dayalı yönlerini mümkün olduğunca azaltmaya çalışan, eşitlikçi liberalizme yönelik bir tutumun neden ‘gerçek anarşizm’ olarak görüldüğü…” (s.11-12)
Kaufmann, yer yer hoşgörümüzün sınırlarını zorlamaktadır, çünkü “gerçek anarşistlik” iddiasıyla kalmayıp, “her türlü devlet zorunu reddeden”leri “katı anarşist” (s.30) olarak nitelemektedir. Gerçi bu bir bakıma doğrudur. Her türlü devlet zorunu reddetmekte ısrar ederek sıvılaşmayan anarşistlere “katı anarşistler” denebilir, ama Kaufmann bunu başka bir anlamda, “sekter” anlamında kullanmaktadır.
Kaufmann, kitabı boyunca, “devletin sınırlanmasından”, “zorun sınırlanmasından”, “devletin insanileşmesinden” vb. söz etmektedir. Bu yöndeki çabaları takdirle karşılasak da, son tahlilde bu çabaların hüsranla sonuçlanacağını bilmek üzüntü vericidir. Bu yüzden, “katı” görünmek pahasına Kaufmann’a bazı hatırlatmalar yapmak zorundayım.
“Demokratik siyasi karar verme mekanizmaları için bir tehdit oluşturan günümüz çok uluslu iktisadi yapılarının demokratikleştirilmesi ve bütün çalışanların etkin bir söz hakkına sahip olduğu demokratik örgütlenmelere dönüştürülmesi teklifi de bu tartışmanın içinde yer alabilir,(s.16) diyor Kaufmann. Kendisi böyle bir çabanın ürün vereceğine inanabilir ama, saptanması gereken, bu tür uluslararası sermaye kuruluşlarında çalışanların etkin olmasını ummanın boş bir hayal olduğudur. Bir zamanlar Marksistler, emekçilerin devlet yönetimine katılabileceği ve devleti demokratikleştirecekleri hayallerine kapılmışlardı. Uluslararası sermayeyi demokratikleştirmek bundan da vahim bir ham hayaldir.
“böyle bir hedefe kendiliğinden ya da aydınlanma döneminde ortaya çıkan modern devletin zorla yıkılmasıyla değil, sadece bu devletin yeniden şekillendirilmesi, insanileştirilmesi ve zamanla küçültülmesi ile yaklaşılabileceği fikrini göz önünde tutmak gerekmektedir.” diyor Kaufmann. Bu fikir de Marx ve Engels’in, “devletin sönüşe gitmesi” fiikrini anıştırıyor biraz. Onlar hiç değilse devrimden sonraki büyük altüst oluşta kurulacak bir geçiş devletinin söneceğini öngörmüşlerdi. Doğru çıkmadı. Kaufmann ise, köhnemiş kapitalist devletin “insanileştirilmesinden” söz ediyor. Nasıl olacak bu? Hapishaneler mükemmelleştirilecek örneğin, polis karakolları daha ferah bir hale getirilecek, sorgu odaları da öyle. Kelepçeler bilekleri acıtmayacak şekilde imal edilecek. Öldürücü silahların insanlara fazla acı çektirmemesi sağlanacak vb. vb. Devlet devam ettiği sürece onun temel fonksiyonları da devam etmek zorundadır. Bu temel fonksiyonların (hapishane, polis, jandarma, ordu, silah vb) “insanileştirilmesi” mümkün değildir. Bu yöndeki çabalar sadece devletin baskıcılığının daha iyi kamufle edilmesine hizmet eder.
“Aydınlanmış anarşi, devletin tahakkümünün yanısıra sosyal baskının diğer biçimlerini de birey açısından tahammül edilebilir düzeyde sınırlandırmalıdır” (s.37) diyor Kaufmann. Peki ama, nedir bu “tahammül edilebilir düzey”? Kaufmann, devletin tahakkümünün neden “zorunlu” olduğunu kitabının hiçbir yerinde net bir şekilde açıklamıyor. Bu durumda biz neden “tahammül edilecek düzeyi” saptamaya çalışalım? “Eski anarşist sezgilerin” yaptığı gibi, devletin bizatihi kendisinin bir tahammül edilmezlik olduğunu saptamak daha mantıki değil midir?
“Cezalandırmanın başkalarının bedensel ve ruhsal bütünlüklerini zedelemesinin önlenmesini sağlayacak boyutta sınırlanması savunulacak” diyor Kaufmann. Evet ama, bedensel ve ruhsal bütünlüğü zedelemeyen bir ceza icat edilmiş midir bugüne kadar?
Gün Zileli,
17 Aralık 2003
ek olarak söylemek istediğim bir şey var, liberallerin zaten “devlet küçülsün!” derken savundukları şey aslında devletin “sosyal hizmetler”e dönük tesislerinin azaltılması ve devletin yalnızca sermayeyi korumakla yükümlü bir polis-devlet konsepti içinde yer almasıdır.
(Not: Yanlış anlaşılma olmasın, “sosyal devlet” veya “demokratik devlet” gibi oksimoron kavramları savunuyor değilim; sadece liberallerin devlet paradigmasının ne olduğuyla ilgili kendi çapımda bir katkı sunmak istedim.)