Güney Afrika’da anarşist gruplar, geçmişte olduğu gibi, bugün de varlıklarını sürdürmektedirler. Bunlardan biri, Johannesburg’daki Anarşist Devrimci Hareket, diğeri ise Durban temelli Angry Brigade’dir. Güney Afrika’daki, IWW’yi (Dünya Endüstriyel İşçileri) örnek alarak kurulmuş olan ve esas olarak siyah işçiler arasında örgütlenen, öncü anarko-sendikalist örgüt, Afrika Endüstri İşçileri, 1915-1922 yılları arasında faaliyet gösterdi. Şu anda Afrika’daki en güçlü anarşist akım, Güney Afrika’dadır. Bunun yanısıra, Nijerya’da da örgütlü bir anarşist faaliyet söz konusudur. Balta, adını taşıyan ve 1980’lerde ortaya çıkan sol ittifak, 1990’larda liberter ve anarşist bir çizgiye giren Uyanış Birliği (Awareness League)’nin habercisiydi. Bunların dışında, Zimbabve, Mısır, Gana’da vb.’de de anarşist akımlar mevcuttur.

Afrika’da sendika hareketi

Afrika’daki sendikal hareket, sömürge koşullarına doğrudan bir yanıt olarak ortaya çıktı. Elbette hareket, farklı ülkelerin farklı koşullarına göre şekillendi.

Nijerya’da ilk işçi eylemi 1897’de görüldü. İşçiler, Ağustos ayında, iş saatlerinin keyfi olarak değiştirilmesi üzerine üç günlük greve gittiler. 1900’lü yıllarda sömürge hükümetinin baskılarına karşı işçiler arasındaki ajitasyon gittikçe yükseldi. 1929 yılındaki büyük kriz, sömürge yönetimi altındaki işçilerin durumunu daha da kötüleştirdi. Aynı yıl ünlü, Aba Kadınlarının İsyanı meydana geldi. Güney Nijerya’nın Aba kasabasındaki kadınlar yeni vergilere karşı büyük gösteriler yaptılar. Kendiliğinden meydana gelen bu isyanda çok sayıda kadın öldürüldü.

1949’da, Nijerya’nın Enugu bölgesinde Iva Valley kömür madeni işçilerinin grevi meydana geldi. Sömürge polisi çok sayıda madenciyi katletti, madenciler sonunda kömür madenini havaya uçurdular. Bu tür olaylar işçilerin radikalleşmesinde ve örgütlenmesinde belirleyici oldu.

Bağımsızlık sonrası dönemde işçi sendikaları, sömürge dönemindeki radikalliklerini önemli ölçüde yitirdiler. Çünkü sendikaların başında bulunanların yeni yönetici kesimle bağları vardı ve üstelik bu yönetici kesim de kendisinin devrimci olduğunu iddia ediyordu. Ancak askeri diktatörlüğün kurulmasından ve partilerle birlikte sendikaların da baskı altına alınmasından sonra devletme sendikalar arasındaki ilişkiler yeniden gerginleşti. Örneğin, 1994 yılında, askeri rejim altında, Petrol ve gaz işçileri sendikaları başarılı bir grev örgütlediler. Cunta, grevi bastırmak üzere askeri birlik sevkedince işçiler sabotaja başvurdular. Grev eylemi öylesine etkili olmuiştu ki, ülke çapında hayat felç oldu. Anarko-sendikalist Uyanış Birliği, askeri cuntanın devrilmesini hedefleyen grev ve gösterilerde aktif bir şekilde yer aldı.

Güney Afrika, toplumsal değişimde, işçi hareketinin belirleyici rol oynadığı Afrika ülkelerinin başında gelir. Güney Afrika işçi sınıfının mücadelesi, işçilerin kapitalist sınıfla kanlı savaşlara giriştikleri 1910-1922 yıllarına kadar uzanır. Bu ilk işçi ayaklanmaları beyaz işçiler tarafından yönlendiriliyor olsa da, zamanla bazı grevlerde siyah işçilerin de harekete geçtikleri gözlendi. Örneğin, 1920’de, Port Elizabeth belediyesinin siyah işçileri greve gittiler ve polis ondokuz işçiyi öldürdü.

1950’lere gelinirken, apartheid (ırk ayrımı) koşullarında Güney Afrika’da sınıf mücadelesi büyük ölçüde ırksal mücadele tarafından belirleniyordu. Aparheidin hüküm sürdüğü koşullarda, sınıf kimliği ve sınıf mücadelesi, işçinin derisinin rengine göre belirleniyordu. Nitekim, 1946 yılında 60.000 siyah işçinin başlattığı grev, Beyaz Maden işçileri Sendikası tarafından desteklenmeyince maden sahipleri ve hükümet tarafından kolaylıkla ezildi. Öte yandan, apardheid rejimine karşı mücadele içinde Güney Afrika sendikaları, Afrika Ulusal Kongresinin (ANC) orta sınıf politikacılarının denetimine girdiler ve radikalizme ilişkin son “ağırlıklarını” da bıraktılar. Nitekim COSATU’nun (Güney Afrika Sendikaları Kongresi) birçok liderinin, Nelson Mandela’nın ANC hükümetinde hatırı sayılır görevlere getirilmeleri de boşuna değildir.

Uyanış Ligi

Uyanış Ligi, 1980’lerin ortalarında, Nsukka’daki Nijerya Üniversitesinde, gayri resmi bir araştırma grubu olarak faaliyete geçti. Grup, marksistlerden, troçkistlerden, insan hakları aktivistlerinden ve çeşitli eğilimlerdeki solcu ve radikallerden oluşan bir sol koalisyon şeklinde, faaliyetlerini genişleterek sürdürdü. 1989’a kadar grup büyük ölçüde öğrenci aktivistlerden, gazetecilerden ve üniversite mezunlarından oluşuyordu. Örgüt içindeki farklı eğilimler, yoğun tartışmalara ve iç eleştirilere yol açıyordu.

Gerçi bu tür gruplar daha önce de kurulmuştu. Ibadan Üniversitesinde, Balta adlı benzer bir sol koalisyon, yaklaşık 1983’den beri faaliyetteydi. Bu grubun üyeleri, bir süre için, The Axe ve daha sonra da The Socialist Register adlı bir dergi de çıkarmışlardı. Bu grup, solu, özellikle otoriter solu girdabına alan 1980’lerin ikinci yarısındaki krizden canını zor kurtardı.

Uyanış Birliği’nin içinde, 1980’lerin sonlarında cereyan eden tartışmalar, örgütün yapısını, özellikle de net bir ideolojik yönelimden yoksun olmasını gündeme getirdi. Bu karışıklık, Doğu Avrupa’daki politik yıkım ve marksist sosyalizmin dünya çapında büyüyen itibar kaybıyla aynı zamana rastgeldi.

Birleşik Devletler’deki bazı eski Troçkistlerden oluşan Devrimci Sosyalist Birlik’in aylık yayın organı The Torch, “Leninizme bir Bakış” adlı uzun bir analizde Komünizmin nihai çöküşünü önceden haber vermişti. Uyanış Birliği’nin araştırma grubu üyeleri bu analizi son derece yakından izlediler. İdeolojik alandaki bu ve buna benzer gelişmeler, örgüt içinde yoğun tartışmalara yol açtı ve 1990 yılının başından itibaren örgüt, anarşist ve özel olarak anarko-sendikalist bir yönelimi benimsemeye karar verdi. Şu anda Uyanış Birliği’nin 1000 kadar üyesi vardır ve örgüt, 1996 yılından beri anarko-sendikalist Uluslararası İşçi Birliği’nin (IWA) Nijerya seksiyonu olarak faaliyet göstermektedir.

Afrika’yı bekleyen?

Ülkelerinin bağımsızlığına önderlik eden ve bağımsızlıktan sonraki dönemde iktidarı ele geçiren sözde sosyalist partiler ve rejimlerin, yoksul işçi ve köylülerin yaşamını değiştirmeyi başaramadıkları ortaya çıkmıştır. Bu rejimler, Afrika’yı kapitalizme daha da açık hale getirmenin ötesinde bir “başarı” elde edebilmiş değillerdir. Eski sistemin sınıf ayrıcalıklarını aynen korumuşlardır. Bunun sonucu, uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları, istikrarsızlık ve ekonomik krizdir. Kriz, kitleleri radikalleştirmekte ve Afrika rejimleri giderek daha baskıcı olmaktadırlar. Bu rejimlerden bazıları, tam anlamıyla baskıcı diktatörlüklere dönüşürken, bazıları yapısal düzeltme programlarını birbiri ardına denemekte, diğer bazıları ise seçimcilik yoluyla durumu idare etmeye çalışmaktadır. Denenen bütün bu yollar, günlük yaşamları çekilmez hale gelmiş olan işçilerin ve köylülerin huzursuzluğunu yatıştırmak ve bastırmak amacını gütmektedir.

Dünya Bankasının (IMF) yeniden yapılandırma programlarıyla marksist-leninist sosyalizmin dünya çapında çöküşü aynı zamana rastgeldi. Afrika, Etyopya, Benin ve Somali’deki komünist diktatörlüklerin çöküşüne tanık oldu; Zimbabve, Mozambik ve Angola’daki sosyalist rejimler sallanmaktadır ve ekonomilerini yabancı ticaret ve yatırımlara açmanın, “serbest pazara” teslim olmanın yollarını aramaktadırlar. Ancak, sözde Afrika sosyalizminin çökmesi, kapitalizmin zaferi olarak yorumlanmamalıdır, çünkü Afrika kapitalizmi de kriz içindedir. Aslında, olan, anarşizmin, gerek özel/kollektif kapitalizme, gerekse sosyalizm maskeli devlet kapitalizmine yönelttiği eleştirilerin, olaylar tarafından doğrulanmasıdır. Bu yüzden, günümüzdeki krizin, anarşizme, Afrika kıtasında kök salmak için tarihi bir fırsat sunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

* Bu yazı, Sam Mbah ve I.E. Igariwey tarafından kaleme alınmış olan African Anarchism – The History of a movement, adlı kitaptan (See Sharp Press, Tucson, Arizona, 1997) yapılmış bir özetlemedir.