50 Yıl Sonra Bir 12 Mart Değerlendirmesi
12 Mart darbesinin gerçek tarihi, muhtıranın verildiği 12 Mart günü değil, İsrail Büyükelçisi Efraim Elrom’un kaçırıldığı 17 Mayıs 1971’dir. 12 Mart muhtırasından sonra sol, silahlı mücadele yolunu değil de daha akılcı bir toplumsal mücadele yolunu izlemiş olsaydı, 12 Mart’tan sonra olayların daha başka bir seyir izlemesi olanağı vardı.
Önce 12 Mart’ın hemen sonrasını hatırlamak iyi olur. 12 Mart muhtırası verildiğinde İstanbul’daydım. Muhtıra konusunda Dev-Genç, İstanbul Üniversite’sinde bir toplantı düzenlemişti. Dev-Genç’in sözcüleri “devrimci taleplerimizin gerçekleştirilmesi koşuluyla” muhtırayı destekleme yönünde konuşmalar yapmışlardı. Ben bunu Yarılma’da “muhtırayı desteklemenin kılıfı” olarak değerlendirmişim (s. 501). Şimdi bunun yanlış bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. Bu tutum, olsa olsa, bundan sonra verilecek silahlı mücadelenin kılıfı olarak değerlendirilebilir ki, bana bu da pek doğru görünmüyor. Dev-Genç, solda konumlanmanın bir gereği olarak reformcu olarak değerlendirdiği 12 Mart muhtırasının temsilcilerine, “daha ileri gidin” ya da “geri atım atmayın” demek istiyordu ki, bunda yanlış olan bir şey yoktu. Bugün böyle görüyorum artık.
12 Mart akşamı Ankara’ya geldim ve Aydınlık hareketinin muhtıra karşısındaki tutumunu belirlemek üzere Berent Enç’le Mürüvvet Enç’in evlerinde yapılan toplantıya katıldım. Toplantıda ben, D. Perinçek, H. Berktay, H. Yalçın, Ö. Özerturgut (son ikisi aramızda değil artık) vardı. Belirlediğimiz tutumu o hafta çıkacak haftalık Aydınlık dergisinin baş makalesi olarak kaleme alacak olan H. Berktay’dı. Ne tutum takındık ve makaleye neler yazıldı, şimdi net hatırlamıyorum (makale arşivlerden bulunabilir) ama Dev-Genç’le rekabet ve dönemin genel “sola kayma” havası içinde, keskin ve burnundan kıl aldırmayan bir tutum belirlediğimizi çok iyi hatırlıyorum.
12 Mart muhtarısı’ndan sonra kurulan 1. Erim Hükümeti (11 Aralık 1971’de sona erdi) gerçekten reformcu bir hükümetti. Tağmaç’ın deyişiyle “siyasi yapı sosyal gelişmenin gerisinde kalmış”, dolayısıyla establişment (hâkim düzen mensupları) sosyal gelişmeye ayak uydurmak ya da solun etkisini kırabilmek için reformcu bir çizgi izlemeye karar vermişlerdi. Hükümette yer alan bakanların ağırlıklı kesimi (11’ler de denir), başta Atilla Karaosmanoğlu olmak üzere bu reform talebine cevap vermek üzere hükümette görev almaya çağrılmışlardı. Atilla Karaosmanoğlu, 1960’lı yıllarda, Yön hareketi çerçevesinde faaliyet gösteren Sosyalist Kültür Derneği’nde konferanslar veren reformcu bir iktisatçıydı. Daha sonra Erim Hükümeti’nden istifa eden diğer 10 bakan da benzeri bir reformcu eğilimi temsil ediyorlardı. 1. Erim Hükümeti’nin programında ileri sürülen ilk maddelerden biri, her zaman solun gündemindeki ilk maddelerden olan “toprak reformu”ydu. Kısacası, establişment, toplumsal gelişmeyle ve solla başa çıkabilmek için ılımlı sol bir reform çizgisi izlemeye karar vermişti. Bu açıdan da Dev-Genç’in destek tutumunu keskin bir tavırla reddetmenin alemi yoktur.
Nitekim, 12 Mart’tan sonra sola darbe indirilmiş ya da özgürlükler ilga edilmiş değildir. Aydınlık hareketi dahil olmak üzere Dev-Genç, TİP ve genel olarak sol hareket, dönemin legal hakları çerçevesinde faaliyetlerine, toplantılarına ve yayınlarına devam etti. Peki sonra ne oldu?
Ne olacak, soldaki delişmen gençlerin, “bir an önce silahlı mücadele başlatma hevesi”nin sonucu olarak, İsrail Büyükelçisi Efraim Elrom 17 Mayıs günü kaçırıldı ve ardından öldürüldü. İşte bu tarihten itibaren 1. Erim hükümetinin bütün reform girişimleri geri plana çekildi ve hükümet içindeki sertlik yanlıları (örneğin Ferit Melen) reformcu bakanları etkisizleştirerek ipleri ele aldı ve o andan itibaren sola sert darbeler indirilmeye başlandı. Tüm yasal özgürlükler baskı altına alındı, sol entelijansiya (profesörler, yazarlar vb) tutuklanıp içeri atıldı. Dev-Genç ve TİP başta olmak üzere bütün sol örgütlenmeler yasaklandı. Ne kadar tanınan sol kadro varsa (fraksiyon ayrımı yapılmadan) içeri alındı ya da aranır duruma sokuldu. Polisin vurucu timleri mobil hale getirildi. Ordu sıkıyönetimin kolluk kuvveti haline getirildi. Aynı tarih, fiili istifaları 11 Aralık 1971 olsa da aslında reformcu bakanların fiilen dışlanmasını da temsil eder. 11 Aralık 1971’de kurulan 2. Erim hükümeti artık tamamen baskıcı çizgiyi temsil ediyordu, idamlar bu dönemde gerçekleştirildi ve 22 Mayıs 1972’yle birlikte bu eğilimin gerçek başbakanı Ferit Melen’in doğrudan iş başına geçmesiyle reformcu eğilimin tam tasfiyesi gerçekleştirilmiş oldu (reformcu eğilime yakın olan Nihat Erim’in sol militanlar tarafından öldürülmesi ayrıca ironiktir).
Tarihte, toplumsal mücadele sırasında herhangi bir hareketin düşüncesizce sert çıkışlar yapmasının en fazla kendisine zarar verdiğinin epeyce örnekleri vardır. Bu bakımdan, Sol Sosyalist Devrimcilerin, Temmuz, 1918’de, Brest-Litovsk anlaşmasını önleme telaşıyla Alman Büyükelçisi Kont Mirbach’ı bir suikastla öldürmeleriyle, THKP-C’nin İsrail Büyükelçisi Efraim Elrom’u öldürmesi arasında, hem biçim hem de özde büyük benzerlik vardır. Kont Mirbach suikastı da Sol SR’lerin feci şekilde ezilmesine yol açmıştı.
Yazı haklı olarak eksik bulundu. Ersen Olgaç’ın facebook’ta yazdığı şu satırlar bu eksikliği bir ölçüde giderecek nitelikte:
“Gün, 12 Mart’ın sonuçlarına ilişkin yazına tamamen katılıyorum. Ancak bu muhtıranın verilmesinin nedeni eksik kalmış. Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın 9 Mart sol askeri müdahaleyi önlemek amacıyla Kuvvet Komutanlarını ikna etmesi sonucunda bu müdahale yapılmıştır. Hedef Devrimci gençliği tasfiye değil, askeri müdahaleye hazırlanan binlerce genç subayı frenlemek ve rahatlatmaktı. O yüzden reformcu bir hükümetle yola çıkıldı. Toprak reformu bile gündemdeydi. Dev-Genç’in şartlı desteği rahatlıkla anlaşılabilir birşeydi. Daha sonraki gelişmeler aynen senin söylediğin gibi oldu.”
Gün Zileli
12 Mart 2021
https://www.haber2021.com/50-yildonumunde-9-mart-girisimi
https://www.haber2021.com/hikmet-cicek-sordu-kamil-dede-yanitladi-12-mart-darbesinin-bilinmeyenleri
Kamil Dede yanlış hatırlıyor. Elrom, “Denizlerin idamını önlemek için” kaçırılmamıştı. Çünkü o sırada henüz Denizlerin idamı gündemde değildi. Denizlerin idamı, bu eylemin ardından sertlik yanlılarının ipleri ele geçirmesiyle gündeme geldi. Sonuç olarak, Denizlerin idamının, Elrom’un kaçırılması ve öldürülmesi sonucunda gerçekleştiğini söyleyebiliriz. 50 yıl sonra bile bu gerçek idrak edilemiyor.