30 Mart Seçimi ve C. Başkanlığı Seçimi
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili görüşlerimi HDP’nin ve AKP’nin adayları belli olduktan sonra yazmayı, bu konuya girmişken 30 Mart seçiminde önerdiğim tutuma da bir kere
daha değinmeyi düşünüyordum. Fakat, gerek twiterde, gerekse bu sitede birçok arkadaş, CHP-MHP’nin adayına olumsuz bakmamla, 30 Mart seçimindeki “bas geç” tutumum arasında çelişki gördüler ve benden “tutarsızlığımı” kabul etmemi talep ettiler. Kısaca dedikleri şuydu: CHP-MHP’nin adayına oy verilmesini savunmuyorsan, 30 Mart Belediye seçimlerinde, neden “bas geç” tutumunu savundun? O zaman o tutumunun da hatalı olduğunu kabul et. Eğer o tutumunu hata olarak görmüyorsan, bugün neden CHP-MHP’nin Cumhurbaşkanı adayını desteklemiyorsun? Bu tutarsızlık değil mi?
Konuya girmeden söyleyeyim ki, hatalarımı örtbas eden biri değilimdir. Otobiyografik kitaplarımı okuyanlar bunu çok iyi bilirler. Hatalarımı gördüğüm zaman kendimi yerden yere vurur, üstüne kendimle de bir güzel alay ederim. Bunu rahatlıkla yaparım, çünkü hiçbir örgüte bağlı değilim, hiçbir örgütten ya da basın kuruluşundan veya ideolojik eğilimden herhangi bir siyasi gelecek beklentim yok. Işığı bol olsun, gazeteci Nimet Arzık’ın çok beğendiğim bir deyişiyle, “tek at, tek mızrak” dövüşen biriyim. Bu, sorumsuz olduğum, kimseye verecek bir hesabım olmadığı anlamına gelmez. En başta, aynı görüşleri paylaştığım yakın arkadaş çevrem olmak üzere, bu siteyi izleyen, facebook ve twitterden beni takip eden, kitaplarımı okuyan, ortak mücadelede yer aldığım tanıdık tanımadık herkese karşı bir sorumluluğumun olduğunun bilincindeyim. Yazılarımı ve kitaplarımı yazarken, herhangi bir fikir ileri sürerken beni yönlendiren bu sorumluluk duygusudur. Sonuç olarak, özgürlük sorumluluktur, sorumluluk da özgürlük.
C. Başkanlığı adayları henüz tamamen açıklanmadan ve dolayısıyla tutumum belli olmadan da olsa, bu sorumluluk duygusuyla, benden iki seçim konusundaki tutum farklılığının izahını bekleyen arkadaşlara bu noktadaki görüşümü bir yazıyla açıklamam gerektiğini düşündüm.
HDP, adayını açıklamadığından, C.Başkanlığı seçiminde boykot tutumunu mu savunacağım, yoksa HDP adayına oy verilmesini mi savunacağım, henüz belli olmamakla birlikte, C. Başkanlığı seçimi konusunda birkaç şey söyleyeyim önce.
Cumhuriyet de sonuç olarak bir devlet biçimidir. Devletlerin tümüne karşı olduğumdan cumhuriyete de karşıyım. Dolayısıyla, bir anarşist olarak genel planda cumhuriyetin başkanının seçimine katılmam ya da şu adaya oy ver çağrısında bulunmam. Bununla birlikte, İspanya İç Savaşı’nda olduğu gibi, öyle bazı tarihi anlar olabilir ki, faşist bir darbeye karşı cumhuriyet de savunulabilir. Bu nedenle, genel tutumlara takılıp özel durumları ihmal eden kaba “anarşist” bakış açısından uzak durmakta fayda vardır.
Türkiye özeline gelecek olursak, genelde cumhuriyet adı verilen bugünkü devletin başının seçilmesi, bir anarşist olarak beni ilgilendirmemekle ve dolayısıyla bu seçime katılmamayı savunmakla birlikte, eğer bu seçim, bir diktatörlük heveslisinin yolunu kesme şansı tanıyorsa, o zaman durumu yeniden düşünmek zorundayız.
Eğer CHP (HDP ile birlikte) diktatörün karşısında göz dolduran bir aday çıkarsaydı, o zaman, sırf diktatörün önünü kesmek için o adaya oy verilmesini savunabilirdim. Elbette, cumhuriyet devletine inanmadığım şerhini düşerek. CHP-MHP, gösterdiği muhafazakâr adayla bu şansı tepmiştir. Gösterdikleri adayın, düşünsel planda AKP’nin göstereceği adaydan önemli bir farkı yoktur. İki aday da Anadolu Sünni Sağcılığı ipinde oynayan iki cambazdan farksızdır. Bu yüzden, ha diktatör heveslisine oy verilmiş, ha benzerine oy verilmiş fark etmemektedir. Sonuçta Türkiye teknesi her iki adayın ağırlığıyla sağcı diktatörlük yönüne doğru kaykılmış, su almaya başlamıştır.
Bu durumda, bu iki sağcı adaya karşı, toplumun Gezi isyanıyla ortaya çıkan devrimci ruhunu temsil eden bir aday çıkarsa (tek umut olarak, HDP böyle bir aday gösterirse), bu aday seçimi kazanamayacak olsa bile, sırf Türkiye’nin Anadolu sağcılığından ibaret olmadığını, toplumun esas canlı dokusunu temsil eden önemli bir toplumsal ağırlığın mevcut olduğunu göstermek için bu adaydan yana ağırlık koymanın, ona oy vermenin gerekli olduğunu savunacağım. Bunu çok yakın bir zaman içinde göreceğiz: Böyle bir aday çıkmazsa boykot, çıkarsa o adaya oy verilmesi.
Şimdi gelelim esas tartışma konusuna. Belediye seçimlerinde AKP’ye karşı en güçlü aday kimse ona oy verilmesini savunmuşken, şimdi neden AKP adayının karşısındaki en güçlü aday olduğu farz edilebilecek Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy verilmesini savunmuyorum?
Sorunun kilit noktası şudur: Belediye seçimlerinde adayların bir önemi yoktu. Şu ya da bu belediyede şu ya da bu partinin adayı kazansa fiiliyatta hiçbir şey değişmeyecekti. Belediyelerin çarkları aynı şekilde dönmeye devam edecekti. Hatta kimi yerlerde muhalefet adaylarının kazanmasıyla (Adalar Belediyesi’nde geçen haftalarda örneğini yaşadığımız gibi) belki o çarklar daha bile kötü dönecekti. Buna rağmen, AKP’ye karşı muhalefet adaylarının desteklenmesini savunduk, neden? İşte tam da, adayların bir önemi olmamasından, hatta belediye seçimlerinin sonuçlarının hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bildiğimizden.
Belediye seçimlerinin tek bir anlamı vardı, o da Gezi isyanından ve 17 Aralık’tan sonra fena halde köşeye sıkışan ve toplumsal planda gerileyen diktatörlüğün, en iddialı olduğu alanda, seçim ve oy alanında bile gerilediğini, şu malum seçim haritasındaki kavuniçiye boyanmış bölgelerin yerini başka renklere bırakmaya başladığını somut olarak göstermekti. Eğer AKP diktatörlüğü, belediye seçimlerinde, hem aldığı oyların, hem de kazandığı belediyelerin sayısında dramatik bir düşüş yaşasaydı (bu ne yazık ki başarılamamıştır) o zaman diktatörlük esaslı bir şekilde zayıflatılmış olacak, zaten kaybetmeye başladığı özgüvenini iyice kaybedecek, bocalayacak, belki de büyük bir erazyona uğrayacak ve dolayısıyla Türkiye toplumu, diktatörlük heveslilerine esaslı bir darbe indirerek parlamenter alanda da kendine soluk alma fırsatı verecek bir özgürlük kanalı açabilecekti. İşte, “bas geç” tutumunun anlamı buydu.
Peki, bugün de C. Başkanlığı seçiminde aynı durum yok mu? Yani CHP-MHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu AKP adayının karşısında (muhtemelen bu aday RTE olacaktır) başarı kazansa, bu da diktatörlüğü geriletmez, parlamenter alanda bir özgürlük kanalı açmaz mı? Hayır. Tam tersine. İster AKP’nin adayı kazansın, ister CHP-MHP’nin adayı kazansın, bu, Türkiye’nin Anadolu sağcılığının Sünni diktatörlüğüne mahkûm edilmesi anlamına gelecektir.
Bunun karşısında, özgürlüğe kanal açacak tek şey, ya boykot oylarının ya da HDP’nin, örneğin Eşber Yağmurdereli gibi, toplumun ortak özgürlükçü hissiyatını temsil edecek adayının alacağı oyların (kazanamasa bile) olabildiğince yüksek olmasıdır. Bu yüzden boykot ya da toplumun (Kentlerin, Kürtlerin, Alevilerin, Kadınların) özgürlük özlemlerini temsil eden bir aday çıkarsa oylar ona verilmeli diyorum.
Her iki seçimde de bayraklarımızda sadece toplumsal özgürlük yazıyor.
Gün Zileli
20 Haziran 2014
Açık olmadıysa diye tekrarlayayım: Ekmeleddin “güzel bir aday” değil, ama AKP’nin adayı RTE veya RTE’nin kuklası olacağından ona kıyasla yeğdir.
2 turlu seçimden yararlanarak 1. turda “güzel bir aday”a, 2. turda ise AKP adayına karşı kalacak aday olursa Ekmeleddin’e vermeyi savunuyorum.
Öfkelenenlere de bu ülkede bugünün koşullarında gerçekten “güzel bir aday”ın büyük partilerce aday gösterilebileceğini, böyle bir adayın seçilebileceğini, böyle bir seçilmişin de ülkeyi güzelleştirebileceğini mi düşünüyordunuz demek istiyorum.. Tek kazananı olan seçimlerde yarış her zamanki gibi kötü ile korkunç arasında olacak. “Güzel aday”ları kazandırmak için seneye genel seçimler var, enerjinizi ona yöneltin (seçimlere önem atfetmeyenler istisna)..
ben genel seçimlere önem atfetmeyenlerdenim mesela. Küçümsediğim için değil, %10 barajlı seçimlerin baştan oy hırsızlığına dayandığını bildiğim için. Genel seçime (%10 barajı sürdüğü sürece) baştan boykot diyorum. Oynanan oyunlara mahkûm değiliz.
Ayrıca, Balyoz’dan salıverilmelerin politik önemine dikiz. Çıkanların neredeyse hepsi “Başbakanı bile dinleyecek hainlerin (Paralel, Cemaat..) kumpası”ndan dem vuruyor, onları yargılayın diyor. AKP’ye giydiren yok. Aydınlık gazetesinde bayram havası esiyor. Kendileri marjinalde, fikirleri iktidarda 🙂
YAE’ciler Evren mahkumiyet aldı diye sevinirken diğer başdüşmanları Ergenekon-Balyozcuların iktidarla uzlaşmalarını görüp ne düşünüyorlar acaba..
Bana ilginç gelen üzerinden günler geçmesine rağmen, aydınların, gazetecilerin, köşe yazarlarının hala bu kişinin yazdıklarını ve düşüncelerini özetlemeden karşı çıkması. Sizin de E.İ.’nin sünni ve muhafazakar olması dışında itiraz ettiğiniz bir şey yok. Oysa ki Sarıgül’ün belediyeciliği ve sosyal demokratlığı hakkında ciddi sorular vardı, Yavaş ise milliyetçi kökenli idi.
CHP’nin bu tavrını “nasıl olur da sola yakın bir aday göstermez diye yapılan çocuksu” bir diretmeye biraz bir tür baba isyanına benzetiyorum. CHP’nin ülkenin, ortadoğu’nun ve dünyanın bu koşullarında bahsettiğiniz özelliklerde birini seçmesi tercih edilebilir ama oldukça riskli olacaktı.
CHP’ye hiç bulaşmamış, sürekli muhafazakarlara oy vermiş yarı kentli bir ailem var. Aralarında oldukça demokrat insanlar da var. Hatta aynı ünlü Mısır üniversitesinde okumuş, bilgili ve demokrat insanlar da tanıyorum.
Sanıyorum reel politika dedikleri şeyde “uzlaşmak” zaman zaman “taviz verebilmek” ve kontrollü bir şekilde değişebilmek anlamına geliyor. CHP’nin tarihini benden iyi biliyorsunuz. Sürekliliği belki de kendi çıkarları doğru “doğru zamanda doğru” hamleyi yapabilmesindedir..
Son olarak, bu oyuna alet olmak istemiyorum, oy vermeye inanmıyorum, HDP ve sonra boykot diyenleri anlıyorum fakat (çoğu zaman oy vermemiş biri olarak) Berkin ve diğer güzel gençler akıma geldikçe RTE’yi daha da güçlendirecek bir şekilde oy kullanmayı benim vicdanım kabul edemiyor.
Ben bunları herkesi temsil etmediğimi bilerek bir kentli kadın olarak söylüyorum. Alevilerin ve Kürtlerin uzun vadede bu adaya ihtiyatlı bir şekilde de olsa olumlu yaklaşma ihtimali olduğunu da düşünüyorum.
Kolay gelsin….
ABF’den Ekmeleddin İhsanoğlu tepkisi: ‘Muhafazakârlaşmanın önünü açacak’
18 Haziran 2014 Alevi Bektaşi Federasyonu, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına “Türkiye’nin daha da muhafazakârlaşmasının önünü açacak” diyerek tepki gösterdi
CHP ve MHP’nin, CHP’nin önerisiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı adayı olarak eski İslam Konferansı Örgütü Başkanı olan ve son dönemde AKP ile arası açılan Türk-İslam figürü Ekmeleddin İhsanoğlu’nu belirlemesine Alevilerden ilk tepki geldi. Alevi Bektaşi Federasyonu tarafından yapılan açıklamada İhsanoğlu’nun adaylığının Türkiye’nin daha da muhafazakarlaşmasının önünü açacağı belirtildi ve Alevilerin nasıl bir cumhurbaşkanı istedikleri belirtildi.
Alevi Bektaşi Federasyonu’nun açıklaması şöyle:
Yanı başımızda Irak’ta, Alevileri katletmek için yemin etmiş IŞİD denilen katiller, insanlık düşmanları, Müslümanlık adına başta Aleviler olmak üzere kendinden olmayan tüm insanları katlederken, Türkiye’de ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışılıyor.
CHP ve MHP ‘çatı adayı’ olarak Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi. Geçmişte Türkeş’in danışmanlığını yapmış, AKP’nin adayı olarak İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri olmuş, İslamcı özellikleri çok önde olan İhsanoğlu’nun CHP tarafından önerilmesi oldukça düşündürücüdür.
Toplumsal beklentilere yanıt vermeyen, toplumda karşılığı olmayan, Türkiye’nin daha da muhafazakârlaşmasının önünü açacak İslamcı bir aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Alevi toplumunun adayı olamaz.
Alevi Bektaşi Federasyonu önümüzdeki hafta, 25 Haziran Çarşamba günü, İstanbul’da Alevi Vakıflar Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu başta olmak üzere, bütün Alevi kuruluşları ile birlikte ‘Nasıl Bir Cumhurbaşkanı istiyoruz’ başlıklı bir toplantı ile tavrını kamuoyuna açıklayacaktır.
Bu toplantıya Alevi kuruluşlarının yanı sıra, aydın, sanatçı, akademisyen ve siyasetçi çok sayıda kişi de katılacaktır. ABF, laik-demokratik bir Türkiye özlemine uygun ve Türkiye’nin bütün demokrasi güçlerinin desteğini alabilecek bir Cumhurbaşkanı adayının olmasını arzulamaktadır.
Çünkü Alevi Bektaşi Federasyonu’nun ‘Nasıl bir Cumhurbaşkanı istiyoruz’ sorusuna verdiği cevap çok açıktır:
Düşünce ve inanç özgürlüğünü yana olan bir Cumhurbaşkanı…
Evrensel hukuktan ve insan haklarından yana olan bir Cumhurbaşkanı…
Bütün inançlara ve kimliklere eşit mesafede duracak bir Cumhurbaşkanı…
Farklılıkları zenginlik olarak kabul eden bir Cumhurbaşkanı…
İnançları ve kimlikleri ötekileştirmeyen bir Cumhurbaşkanı …
Demokrasiyi içselleştiren, basın özgürlüğünü, yargı bağımsızlığını, çoğulculuğu, hukuk devletini savunan bir Cumhurbaşkanı…
Dinin ve dini kurumların devletin kurumsal kimliği dışında olmasını savunacak, laikliği prensip edinmiş bir Cumhurbaşkanı…
Sosyal devleti savunan bir Cumhurbaşkanı…
‘Kin öldürür, sevgi yaşatır’ diyebilen bir Cumhurbaşkanı…
Sendika.Org
İlgili İçerikler:
1.Ekmeleddin İhsanoğlu, seçimler ve CHP seçmeni – Çağdaş Ersoy
2.CHP şaka gibi: Cumhurbaşkanımız İslamcı olsun!
3.İhsanoğlu ile CHP ve MHP Erdoğan’ın bahçesine girdi – Murat Yetkin (Radikal)
4.CHP ve Ekmeleddin – Kutay Meriç
Sosyal Medya112236
Takipçi41634
Beğeni82
TakipçiYazı BoyutuA- A A+ FacebookTwitter
“Eğer CHP (HDP ile birlikte) diktatörün karşısında göz dolduran bir aday çıkarsaydı, o zaman, sırf diktatörün önünü kesmek için o adaya oy verilmesini savunabilirdim. Elbette, cumhuriyet devletine inanmadığım şerhini düşerek. CHP-MHP, gösterdiği muhafazakâr adayla bu şansı tepmiştir.”
Eminim çöz üzülmüşlerdir bu yüzden, büyük bir şansı tepmişler gerçekten.
“2 turlu seçimden yararlanarak 1. turda “güzel bir aday”a, 2. turda ise AKP adayına karşı kalacak aday olursa Ekmeleddin’e vermeyi savunuyorum.”
Yine şaşırtmadın Mülayim.
Soyut ve Somut mevzuları birbirine karıştırmak………
“CHP-MHP’nin adayına oy verilmesini savunmuyorsan, 30 Mart Belediye seçimlerinde, neden “bas geç” tutumunu savundun? O zaman o tutumunun da hatalı olduğunu kabul et. Eğer o tutumunu hata olarak görmüyorsan, bugün neden CHP-MHP’nin Cumhurbaşkanı adayını desteklemiyorsun? Bu tutarsızlık değil mi?”
Ben de o zamanlar ‘tatava yapma bas geç’ görüşünü savunanlardan biri olarak, Gün Zileliden özür dileyerek katkı vermek istiyorum.
*
Herhangi bir siyasi tartışma konusunun da iki boyutu vardır; Soyut ve somut…Siyasi düşünceler ve onun temsilcileri… Teori ve pratik… İdeoloji ve parti…
“31 Mart seçimlerinde ‘tatava yapma bas geç’ ” tutumuna yönelik yukarıdaki eleştiriyi getirenlerin bu iki boyutu birbirine karıştırdığını düşünüyorum…
Sanki ‘tatava yapma bas geç’ diyenler 31 Mart seçimlerinde “düzen partilerinin” bir kısmından yana, AKP’ye de karşı olmuş-muş! Yazık… Demek öyle anlaşılmış! Bu düşüncenin arkasındaki “teori-düşünce” yerine yalnızca önerilen eylemi ele alarak eleştiri getirenleri anlamak ne güç! İnsan elinde olmadan düşünüyor… Soyutlama insani bir yetenek… Herkese eşit dağıtılmayabilir!
*
Son yerel seçim öncesi ‘tatava yapma bas geç’ pratik önerisinin arkasındaki “Teori” nedir? Aynı zamanda Siyasal İslam temsilcisi RTE diktatörlüğünün geriletilmesi… Hepsi bu! Burada X, Y, Z partisine oy verme önerisinin bir “teorisi-amacı” var… AKP’ye oy verme de!
Neden?
Şimdi bu nedene ait o zamanların “teorisini-amacını” yeniden düşünelim;
“1.Siyasal İslam temsilcisi de olan RTE diktatörlüğünün geriletilmesi görece toplumsal ve inançsal bir ÖZGÜRLEŞME sağlayacaktır…
2. Burjuva da olsa ‘Demokratik Toplum” lehine kazanım elde edilecektir…
Yanıt evet! O zaman “tatava yapma bas geç!”
Geldik bugüne…
Bu “teoriye göre CHP adayına oy vermek, bu amaçlara hizmet eder mi? Hayır… Aksine; Siyasal İslamın meşruiyetine katkı verir!
Teoride çelişki var mı? Yok!
CHP adayına oy vermek, RTE Diktatörlüğünün gerçek anlamda gerilemesine yardımcı olur mu? Hayır; CHP adayına giden oyların da “siyasal İslam’a” verilen oy olarak kabul edilmesi ile gelişen “algı” RTE’yi dolaylı olarak güçlendirebilir de! Dinci Gericiliğin bu “oy toplamını” kendi lehine yorumlaması “Laik Burjuva Demokrasisi” aleyhine olabilir mi? Olabilir!
CHP adayının “insani-entelektüel” kimliği bir yana, E.İ’na ait tüm algıya bakıldığında, CHP korkunç bir iş yapmıştır; bu ülkenin demokrat-sosyal demokrat, özgürlükçü liberal burjuva, alevi, ateist, sosyalist , tutarlı laik insanlarını da Siyasal İslam’ın SUÇ ORTAĞI yapmaya kalkışmıştır… Bu aday seçimi ülkemizdeki yalnızca ÖZGÜRLÜK YANLILARINA değil 150 yıldır Din’i siyasetten uzaklaştırmaya çalışan insanlara da büyük haksızlıktır. Orta-Doğuda son yüzyıllık tarihi, son 20 yılın korkunç alt üst oluşlarını hiç anlamamış bir zavallı cahillik, özellikle bir Müslüman Toplumda Laik’liğin önemini hala anlayamamış bir aymazlığın suç üstü halidir!
31 Mart yerel seçimlerindeki ‘tatava yapma bas geç’ ile CB seçimleri boykotu gerçek bir siyasal, düşünsel tutarlılıktır… Sorun bu tutarlılığı göremeyen, “ezberci” siyaset yapanlara aittir; Amacı-Teori’yi anlamadan, salt görünümlere bakarak eleştiri getirenlerin “soyutlama yeteneği” kuşkuludur…
***
Not… O gün gelecek! Siyasal İslam “rezil olacak!” O gün, bugün siyasal islamcılarla uzlaşanlar, suç ortaklığı telaşıyla kim bilir ne pis işler yapacak? Bu “pis işleri” yapmamak için şimdiden tutarlı olmaları herkes için “maliyeti” azaltacaktır…
o gürsel bir sen akıllısın başkaları ahmak öyle mi.siz ne biçim canlılarsınız.düşük zekalısınız.ekmelettin projesi 17 aralıkta bilal ve rıza zarrap dolayısı ile abdullah gül üzerinden gerçekleştirilecekti tutmadı tayyipsiz akp ,mustafa sarı gül ve mansur üzerinden gezi hareketini yedekliyerek b planı ile devam edildi tutmadı. ortadoğudaki gelişmeler ve gezinin heyecan ve dinamiginin başta tatava basgeççilerce serseri muris gibi harcanması ve diğer faktörlerle zayıflaması etkisiyle ekmeleddine gelmiş olduk.geçişmiş olsun
“Tayyip’in yenilgisi”nin AKP’nin kendine güvenini sarsacağı ve toplumsal özgürlükçülere moral sağlayacağı argümanınızı unutmuşsunuz bence.
Gün Zileli’de bulamadım. Ama bu argümanı hatırlıyorum. Buna rağmen Mülayim şöyle yazmıştı:
Ve son olarak, size şu düşünsel deneyi yapmayı öneriyorum. Kendinizi 3 gün sonra, 30 Mart akşamında hayal edin. TV’nin, internetin başına geçiyorsunuz ve sandıklar açılıyor, AKP’yi ikinci sırada görüyorsunuz. Bir oh olsun hissetmez misiniz? Bir de kıyaslayın, AKP yine birinci sırada. Muhtemelen kapatıcaksınız aynen. Ben aksini düşünemiyorum. İçgüdünüze güvenin diyorum, belanın büyüğünün ne olduğu aslında çok belli, gerçekten ötesi tatava kalıyor. Saygılar.
Bence iki seçim arasında niteliksel fark gösterecekseniz, bunu da göstermelisiniz.
o gürsel ve gün size söylüyorum,açık düşmandansa sahte dostlardan daha fazla korkun,kulağınıza küpe olsun.tayyip gerçek bir karşı taraftır,ekmelettin ve fetullah giller ise sahte dostlardır.ne derler allah beni dostlarımdan korusun düşmanlarımın icabına ben bakarım.nokta
Ne Gün Zileli, nede O.Gürsel, E.İ hakkında ve CB seçimi hakkında söylediklerinde, kendi açımdan inandırıcı bulmadım.Bas geçle şimdiki arasında fark oldugunu söylüyorlar.Öneri ve teorilerinin bazılarına haklı gibiler.Ama tamamen tutumlarını aklamaya yönelik açıklamar olmuş gibi.İnandırıcı degil.Benim hissettiklerim bu.
diktatörlügü geriletmek için ulusal sağ, milliyetçi sağ, islami sağ, liberal sol adaylara oy vermeyi haklı görüp (en azından cumhuriyeti savunmak için) şimdide Cb seçimlerinde haklı görmemek.Ne çelişki.bu seçimler diktatörlügü geriletmezmiş.Ne tuhaf..bir dediginiz bir dediginizi tutmuyor.en azından bu güzel bişey.Degişime açık yanınız var.
Yaptıgınız teorik hatayı hala savunmakta beis görmemeniz üzücü.
Benim uzunca bir yorum vardı önceki yorumlarımdan önce ama kaybolmuş galiba.
RTE CB olursa ve AKP gelecek genel seçimde yeterli MV’yi toparlarsa başkanlık sistemine geçecek ve başımıza 5-10 yıl daha bir türk işi Putin gelecek.
Zaten bu CB seçiminin başka pek bir muhteviyatı yok.
Bu ihtimalin önü kapatılmalı. Bu da Ekmeleddin demek. Korkmayın RTE yine BB kalarak devrimci öfkenizi harlamaya devam eder. Bazılarının Gezi’den beri RTE’nin adeta “bittiğini” “tükendiğini” asıl tehlikenin CHP-MHP restorasyonu olduğunu düşünenleri de anlayamıyorum. “Normal” bir zamanda olsaydık zaten böyle bir iktidar on kere istifa ederdi, olmadı hapsi boylardı vs. Normal zamanda değiliz, olmuyor, koltuğa yapıştı ve terör ve şiddet ile iktidara devam ediyor. Neoliberalizm gibi, ölmüş bir ideoloji, trenin makinisti ölmüş ama zombi formunda yola devam ediyoruz. Hiç bir normal mekanizma ile uzaklaştırılamıyor bu adam başımızdan, sandık bile şaibelere konu. Durumun vehameti ile yüzleşin, sistemin kendi mekanizmaları filan tıkandı, işlemiyor, yani diyorum ki ne güzel bir adaydan ne yargıdan, uluslararası kamuoyundan filan birşey beklemeyin, daha sinik olun!
CHP ne kadar sağa kayıyor, ne yapıyor genel seçim sürecinde daha net görülecektir. Yerel seçim ve CB seçimi iyi ölçütler değil. Genel seçimde de kendi karakterinden de daha sağ ve özellikle dini referanslı argümanlar ile oy peşine düşerse rahatlıkla aynı bokun laciverdi haline geldiğini söyleyebiliriz. Keza genel seçimlerde CHP’nin ne yaptığı şimdiye kadar beni hiç ilgilendirmemişti şimdi niye radikal insanları geriyor onu da anlamış değilim. Baraj durduğu sürece genel seçimde HDP’nin sosyalist sol kontenjandan gösterdiği bağımsız adaylar dışında tartışılabilecek pek bir şey olduğunu sanmıyorum.
HDP’nin 2. turdaki tavrı da merak konusu. AKP adayına yol verecek tavır sol ile gönül bağında bir kopmayı doğurabilir. EMEP’in HDP’den ayrılması hayra alamet değil. Umarım sadece sekterliktendir, “vebal”den kaçmak için yapılmamıştır yani umarım bir “vebal” yaklaşmamaktadır.
Kabul etmeli…. Pis bir durum!
Yazdıklarımda görülür… oldukça duygusal bir RTE “düşmanlığı” taşıyorum… Objektivite kaybına yol açacak kadar!
Ama şimdi neden böyle düşünüyorum?
Örneğin RTE laik bir diktatör olsaydı Ya da Y. Büyükanıt RTE’nin yerinde olsaydı… Eİ “karşı tarafın” özgürleşmesine katkı amacıyla desteklenmeli miydi? “Dinsel inancı” aşağılanan insanlara katkı vermek için? Neden Olmasın! “Ezilenlerden” yana bir tavır olarak!
Ama yaşadığımız ikilem bu değil….
İnsanın “özgürleşme” süreci nasıl başladı? Burjuva içerikle de olsa… 1789’un kiliseye olan tutumu? Elbette hiç yeterli değil ama insanın özgürlüğü Laiklikle başladı! Sonra da Marks “emeğin” sömürüden kurtulması ile özgürlüğe 2. halkayı ekledi…
Kendimce hem de Müslüman bir ülkede Laiklik aleyhine yapılan girişimleri doğrudan ÖZGÜRLÜK düşmanlığı olarak görüyorum… “Karşı tarafın” özgürlüğünü de bireysel-vicdani olarak tanıyarak!
Başa dönelim…
Bu CB seçimlerinde tek sorun… Eİ’nun alacağı oylar RTE diktatörlüğünü nasıl etkiler? Diyelim ki onun için “moral bozucudur!” Geriletir mi? Şüpheli… (Oysa 31 Mart seçimleri aynı zamanda yerel bir seçimdi, binlerce başkan, on binlerce meclis üyesi seçiliyordu; TEK kişi değil… Kendi içinde bir “demokratik” özellik taşıyordu… Yalnızca siyasal değil, yerel-demokratik ve temsilde yabancılaşmanın görece aşılabileceği imkanlar da taşıyordu… Örneğin TKP de bir başkan çıkarmıştı…v.s…)
Ama siyasal islam nasıl etkilenir? Moral güç kazanır mı? Hiç istemediği halde insanlar Siyasal İslamın değirmenine su mu taşır; suç ortağı mı olur?
Eİ Kazansa… Laiklik, özgürlük, Diktatörlüğün geriletilmesi adına elle tutulur bir kazanım gerçekleşmiş olur mu?
Eİ kaybetse, bu katmerli bir yenilgi mi olur? Onursuz, yüz kızartıcı bir yenilgi! O’na benzemiş, kendini inkar etmiş ve yine yenilmişsin! (Bu olgular yerel seçimlerden ne kadar farklı ki,-ve o seçimde HDP-BDP adayları da vardı ve ben Mersin’de BDP’ye oy vermiştim; MHP kazanmıştı- İstanbul ve özellikle Ankara adayı ilkesizliği ile bugünkü ilkesizliğin yolları da döşenmişti…. CHP siyaseti her yeni bir seçimde “halkı” kendi kişiliksiz siyasetine suç ortağı etme yolunda mesafe almaya çalışıyor… )
Bu bağlamda 31 Mart seçimlerinde görece, kendi içinde “tatava yapma bas geç’e” ait eleştirilecek yanlar bulunsa da, bu seçimde Eİ’na da oy verilmesinin aynı zamanda bu kişiliksiz, onursuz, kendi kitlesini inkar eden CHP siyasetinin de cezalandırılması gerektiğini düşünüyorum… Tamam, RTE diktatörlüğü geriletilmelidir ama bu denli “makyavel”, kişiliksiz, yüzsüz bir muhalefet anlayışı ile de değil!
Pardon, BU cümlede anlamı bozan büyük yanlış var…
“Bu bağlamda 31 Mart seçimlerinde görece, kendi içinde “tatava yapma bas geç’e” ait eleştirilecek yanlar bulunsa da, bu seçimde Eİ’na da oy VERMEYEREK aynı zamanda bu kişiliksiz, onursuz, kendi kitlesini inkar eden CHP siyasetinin cezalandırılması gerektiğini düşünüyorum”
BİÇİMİNDE OLMALI…
http://www.yuksekovahaber.com/haber/kirmizi-fularli-kiz-artik-pkk-saflarinda-132715.htm
http://www.yuksekovahaber.com/haber
/kirmizi-fularli-kiz-artik-pkk-saflarinda-132715.htm
gün zileli ve o gürsel tayyip gitsin de kim gelirse gelsin tutumu baştan yanlıştı.apolitik bir tutumdu,sorumsuzcaydı.veriler ve veriler yanlış okumaya tabi tutuldu.dört işlemde mi bilmiyorsunuz.iastanbuldan başlayalım 30 marta seçimlerinde hdp dahi m.sarı güle destek verseydi dahi akp nin adayı k.topbaş 2-3 puan farkla alacaktı son 3 seçimi ve çeşitli anketleri ve politik psikolojik atmosferi göz önünde bulundurduğunuzda bu görülür.Ankarada istanbuldan farklı olarak hdp m.yavaşa destek verseydi dahi yine akp nin adayı m.gökçek kazanıyordu.yani matamatiksel olarak bu adayları desteklamek doğru değildi.
Nitel açıdan bakarsak bu adayların oy veren kitleye verebilecek bir şeyleri yoktu.Ilımlı islamın farklı bir versiyonuyla devam edilirdi.gezi olayının etinden sütünden yününden yararlanmaya devam edilirdi.gezinin rantı bu ılımlı islamın görece daha libarel maskeli olan versiyonu tarafından sömürülmeye devam edilirdi.bakınız abd nin gezi olayı sırasında yayınladığı 17 deklerasyona ve abd gazetelerindeki haber ve röpörtaja.
şimdi ılımlı islam konusunda m.sarı gül den daha uygun bir adam bulundu ekmeleddin ihsanoğlu.proje sağlı sollu rötuş ve yaklaşımlarla devam ediyor.
tayyiperdoğan deşifra olmuş bir kimsedir yolsuzluk ışıd el nusraya destek mit tırları … vs. olaylar bunu göstermektedir.
fakat karşısındakiler yıpranmamış bir görüntü ve avantajla manüplasyona devam ediyorlar.ılımlı islam revizyona tabi tutularak devam ettirilmek isteniyor.ne de olsa bütün kirli işleri tayyip bunların yerine yaptı.tayyibe ne kadar teşekkür etseler azdır.
tayyibin kazanıp kazanmaması meselenin bir tarafı,meselenin aslı devrimci demokrat bir blokun oluşturulup oluşturulmayacağıdır.boykotu devrimci anaşist tutum olarak lanse etmek sorumsuzluğun dik alası ve önceki tezlerinizde tayyip gitsinde stalin gelirse gelsin yaklaşımını örtme,çevir gazı yanmasın tutumudur.
tayyip ister kazansın ister kazanmasın ekmelettin ister kazansın ister kazanmasın bu gün sorun devrimci demokrat bir saf,blok oluşturulup oluşturulmayacağıdır.bu blok oluşmalı dedik taa gezi döneminden beri ve 30 mart seçimlerinin bunun için elverişli bir zemin sunduğunuda söyledik ve bu blok sadece cumhurbaşkalığı ve sonrasındaki genel seçim için değil önümüzdeki 5-10 yıl için ihtiyaçtır,ihtiyaç keşfin anasıdır,doğurmalıdır.
bu blok sadece sayısal açıdan değil bazı ezberleri ve tabuları yıkması açısından da önemli.
yanlış strateji doğru taktiklerle düzeltilemez.
çatışmaları kazanabilirsiniz ancak savaşı kaybedersiniz.
zararın neresinden dönülürse o kardır.
devrimci bir blok yaratılması ihtiyacına kesinlikle katılıyorum.
devrimci blok’ta kimler olmalı peki? hangi partiler?
17 no’lu yorumcuya…
ilk paragrafınız bile 31 Mart öncesi tartışmaların en azından “anlamı-içeriğinden” uzağında kaldığınızı gösteriyor… “Bir çuval” açıklama da bir işe yaramadığına göre… Bu konuyu böylece kapatmak daha doğru… Bu tartışmayı uzatmanın kimseye bir yararı yok… Önümüze bakalım…
***
Devrimci, Demokrat, Sosyalist, Anarşist, anti-ulusçu, laik bir ortak muhalefet birliği gerekli…
Yine de yukarıdaki “minik” tartışma bile bu birlikteliklerin kolay olmayacağının ip uçlarını veriyor…
Bugüne dek böylesi bir yapı hala ortaya çıkmadıysa bunun nedenleri üzerine düşünmek gerekiyor…
Şu anda giderek gericileşen “düzen partileri” göz önüne alındığında bu nedenleri bulan-aşan bir muhalefet bloku temel ihtiyaç görünüyor…
orada olmak isteyen herkes, ayrımsız.
ya gün zileli bırak kaçak güreşmeyi, devrimci blokta hangi partiler yer almalı sence? bir ara saymıştın, şimdi neden isim vermiyorsun?
bütün devrimci, radikal sol parti ve güçler DHKP-C, MKP, MLKP, TİKB, TKİP, Mücadele Birliği vb.; legal sol partiler, ÖDP, TKP, HDP, EMEP vb. anarşist örgütler. Kısacası, kendini bu blokta gören ayrımsız herkes. Ama blokun kitlesel bileşenleri 4K diye ifade ettiğimiz kesimler olmalıdır: Kent hareketinin mensupları (Gezi), Kürtler, Kızılbaşlar, Kadınlar. Ayrıca elbette işçiler, köylüler. Bu blok, örgütlerin platformu değil, Gezi’de olduğu gibi, ona katılan bireylerin birleştiği bir alan olmalıdır esasen. Bu iş örgütlerin iç pazarlıklarına kalırsa yatar. Tatmin oldun mu arkadaşım?
o saydığın örgütler daha kendi içlerinde bile birlik olamıyorlar, hepsi bir arada nasıl iş yapacaklar? senin ulusalcı değil diye selamladığın, sevip okşadığın tkp bile ikiye bölündü. aynı gün aynı saatte iki ayrı olağanüstü kongre toplanacakmış.
https://www.itusozluk.com/goster.php/13+temmuz+2014+tkp+kongreleri?utm_source=social_networks&utm_medium=social&utm_campaign=%4013+temmuz+2014+tkp+kongreleri
bunların hiçbir önemi yok. O örgütler gezi isyanında varsa bugün neden olmasınlar.
“Tatmin oldun mu arkadaşım?” diye sormuşsun. bilmem başkaları ne düşünür ama şu illegal çalışan stalinist örgütleri sıraladığında ben tatminden çok ürperti hissettim. parti içi yaşamda yöneticilere muhalefet eden üyelerin sırtlarına kızgın ütü basarak cezalandıran o illegal örgütler beni tatmin etmekten çok uzaklar. fuhuş yapıyor diye mahallenin ortasında kadın döven sol örgütler memlekette elli defa devrim yapsalar ne olacak? bunlardan medet umman, kurtuluş diye sıralaman çok yazık. insanlık düşmanı olarak görüyorum hepsini. dhkc’sini de mkp’sini de. bu örgütlerin varlığı bile insanlığa, insanın yarattığı değerlere ve daha adil bir dünya için mücadeleye hakarettir.
Tabi ki bu tartismanin onemi vardir O. Gursel. Cunku sen ya da Gun Zileli olmasaniz da bu tutuma devam edenler ve Ihsanoglu’na oy vermek isteyecekler olacak. Onlara ayrim duzgun aciklanamazsa, kolaylikla kazanilabilecek insanlar ehven-i ser’in kucagina atilmis olurlar. Dolayisiyla sizden aciklama bekleme, sizi begenmeme ve argumanlarinizin zayifligini elestirme hakkimiz var. Ne gecen secim ne de onumuzdeki secim Tayyip’i yenebilirdi/yenebilir. Ama tatava yapmaciligin etkileri uzun sure devam edecek.
Dolayisiyla onumuze mi bakalim? O halde o tutumla bu tutum arasinda gercekci farklar koyun. Koyamiyorsaniz gecmisi elestirin. Su disaridan bakildiginda hafifce “hatasinin ustunu ortme” psikolojisi kokan “gelecege bakalim” hikayesi de rasyonel insanlara hic yakismiyor. O konumda olmasaniz da disaridan gorulen bu. Mesele estetik degil kuskusuz. Mesele gelecekteki tutarlilik.
Keske o tutum alinmasaydi. Mulayim, sen ya da Gun Zileli keske buna evet demeseydiniz. Secimlerde ne bileyim HDPye oy verilseydi guzel olurdu demiyorum. Bu kadar yuzeydeki potansiyel ve zayif kazanimlar icin bu kadar yan etkili politikalarin desteklenmemesi gerekirdi diyorum.
hakaret içerdiğinden yayınlanmadı.
son yazınızın biri hariç her cümlesine katılıyorum: mazlumların acısına duyarsız-lık” bu diğer “tanrıların” (mülkiyetin, paranın, siyasal gücün) yapabileceği bir şey olabilir ama “allah” bunu dışlıyan bir kavramdır, “doğası gereği”.
biz burada bir “varlıktan” söz etmiyoruz…bir kavramın “soyut varlığından” söz etmeye çalışıyorum… bir mükafat ya da vaad için değil, sizin dediğiniz gibi ” iyiliği, (adaleti, eşitliği, özgürlüğü, yaşama saygıyı ya da tek kelime ile tahakkümsüzlüğü”) başka türlü yapmayı kendimize yakıştıramayacağımız için,sadece bu yüzden iyiliği” yapmak ve önermek… bunun için bir “mutlak iyi”ye ihtiyaç duymak gerekirse diye…sadece bunun için…
bunun dışındaki tarihsel olayların pek bir önemi yok, bence…dediğim gibi bir kavramdan çıkarılacak bir soyut varlık. hepsi bu. saygılar benden..
çok özür…yazıyı O. Gürsel’e cevaben yazmıştım, yanlış yere gitti…
o örgütlerle ilgili ben de aynı eleştirileri yapıyorum ama bu, onları devrimci bir blok içinde görmemize engel olmamalı. Bloklar herkesin bakış açısına göre kurulmaz. Eğer bu örgütler akp diktatörlüğüne karşıysalar ve islami bir diktatörlüğe karşı çıkıyorlarsa objektif olarak blokun içindedirler. Senin mantığına göre, onları Gezi isyanından da kovmak gerekirdi. Oysa onlar Gezi isyanının içinde yer aldıklarında, senin bahsettiğin özelliklerini de bir ölçüade törpülemek zorunda kalmışlardı. bunu unutma. Toplum karmaşık bir yapıdır. Hiçbir şeyi cetvelle hizaya getiremezsin.
Bir siyasi karar, öneri, eylem sanırım bu 3 ilke ışığında değerlendirilebilir.
1. İnanılan “dünya görüşü” ile amaç-araç ilişkisinde çelişiyorsa,
2. Bu “önerinin” arkasında Kişisel-grupsal kariyerist-çıkar hesapları varsa
3. Savunulan “Dünya görüşüne” ait “topluluğun-örgütün-hareketin” gücünü azaltacaksa….
Öznel olarak yazıyorum; bu 3 ilkeden en az ikisi saptandığında o öneri “en ağır” biçimde eleştirilebilir; hatta aşağılanabilir.
31 Mart öncesi “Tatava yapma bas geç” siyasetini “burada” önerenler açısından bakıldığında 1. ve 3. maddeyi konuşalım…
*
“Önümüze bakalım” daha sık yapmamız gereken bir şeydir… Gerekli açıklamalar, savunular, analizlere karşın hala birbirini ikna edemeyenler “olguyu” zamana bırakmak zorundadırlar. Açıklamalar bittiyse sırada hakaret ve aşağılamaya vardır… Hatta terör, tutuklama ve cinayet… Bunlar yaşandı! Bunun yerine herkesi kendi aklı-vicdanı ile başbaşa bırakmak daha doğrudur.
1960-70 lerin MMD’cileri, Çin’cileri, SSCB’cileri, Arnavutlukçu’ları nasıl tartışırlardı? Nasıl da “doğru” olduklarına inanmış, rakiplerine kimi zaman nasıl da insafsızca saldırırlardı; sözle, yazıyla ve sopa, tabancalarla…
*
Kimi zaman hayatımızı zamanında, doğru verilmiş “reflekslerimiz” kurtarır. Yine zamanında ve etkin “reflekslerimiz” bizi daha iyi noktalara da taşır. Hayat hiç bir zaman sözcüklere, yazıya sığmayacak. Politik hayat da. Bu sitede yapılan konuşmalar da gösteriyor ki, “inandıklarımızı” yazılar, açıklamalar kısa zaman içinde değiştirmiyor. Yaşadıklarımız, düşündüklerimiz kendi “evrim” sürecinde ilerliyor.
Örneğin 31 Mart öncesi “Tatava yapma bas geç” siyasetini bir “refleks” olarak görelim. “Golcü” pas vermek yerine doğrudan kaleye şut vurdu; eğitilmiş bacakların refleksi; 31 Mart öncesi bu yapıldı. “Gol” olup olmadığı 1 Nisan’da belli olacaktı!
Önce “golcüye” bakalım. Eğitimli mi? Bu “şuta” hakkı var mı? 50 yıldır siyasetin içinde onca şeyi yaşamış bir insanın (GZ’nin) bu “şuta” hakkı olduğuna inanıyorum. (Ben de 40 yıllık ‘amatörüm’!) Şimdi seyirci 1 Nisan sabahı “Gol” olmadığı için “yuh” çekmeye başlamış! N’aparsın; profesyonel de der ki; “Haklılar, gol olmadı!”
*
Yeniden 1. ve 3. maddelere gelelim…
“İnanılan “dünya görüşü” ile amaç-araç ilişkisinde çelişiyorsa…” Ben “anarşist” sayılmam. “Oy” konusunda ve hiç bir konuda “Tabum” yok. Toplumsal, kültürel, siyasal özellikleriyle “Fransız” toplumu benzeri olmadığımızı biliyoruz; % 65’in üzerinde (aslında % 70) “muhafazakar, dinci, milliyetçi” bir oy tabanı bulunan siyasal koşullarda yaşadığımızı da biliyoruz… Bu oy tabanının beslediği bir Diktatörlük yolunda ilerleyen adama-partiye karşı bu “taktik”, “AKP’ye oy verme de, kime verirsen ver; ama oy ver” bana bugün de yanlış görünmüyor. AKP oy oranı % 35-40 bandında olsaydı bu gün başka şeyleri konuşuyor olurduk ki, bu bile bu taktiğin yanlış olmadığını gösterir. Burada araç-amaç çelişkisi yoktur; Amaç daha “özgür” bir ülkede yaşamak ise RTE’yi seçimle sarsmak bu amaca hizmet eder…
Üçüncüsü ” Savunulan “Dünya görüşüne” ait “topluluğun-örgütün-hareketin” gücünü azaltacaksa…. Savunulan “dünya görüşü” ister Burjuva, ister sosyalist demokrasi ve özgürlükler ise “gol” olsaydı, bu yolda kazanımlarımız olabilirdi ki; diğer partilerin de “çakallığını” biliyoruz; yine yerimizde sayabilirdik… “Gol” olmadı ama değişen bir şey de yok! Bu “taktik” nedeniyle daha geri bir noktaya mı geldik? Hayır! Demek “bu kadar mışız?” Hala yapılacak çok iş, alınacak yollar var demek ki?
“Sevgili Halkımız” bunca “ipliği pazara çıkmış” bir adamı hala “alkışlıyor!” “Boykot” gibi ‘karmaşık’ bir hadiseyi anlayamayacağını biliyorduk da, yine kendi gibi “muhafazakar-milliyetçi” AKP dışı bir adaya oy vermeyi bile beceremiyor… Genel seçim olsaydı ve AKP dışındakilerin “sünepeliği” nedeniyle yine oy’unu RTE ye verseydi bunu anlayabilirdik!
“Boykot” gibi ileri bir tepki biçimine daha çok olduğu ortadayken, “kendi partin-örgütün” yokken, (Özgürlükçü sosyalist bir yapıdan söz ediyorum) “hayali” bir halka siyaset önerileri götürülemeyeceğine göre, bugün salt sonuç üzerinden “tatava yapma bas geç” politikasına eleştiri getirmenin “analitik” olarak haksız olduğuna inanıyorum. Hala inanıyorum.
*
Bu “analiz” yöntemi ile CB seçiminde seçim Boykot mu edilir; CHP adayına mı oy verilir? Ülkemizin her iki halde de önümüzdeki yılları nasıl yaşanır; siyasal, toplumsal, kültürel “özgürlükleri” kısa-orta-uzun vadede hangi durumda gelişme gösterir; “kısa vadede” gelişme olacak gibi görünüp, aksine uzun vadede tıkanma mı yaratır? “Bizim” siyasi “refleksimiz” ne olacak; analitik ve “sezgisel” refleksimiz?
En azından 2. turda Boykot’u savunurum; Dinci-Dinsel siyaset dışındaki seçenek Boykot olduğu için… (31 Mart seçimleri daha karmaşık bir “hikayeydi”; bu yüzden de tartışmanın uzaması anlaşılabilir… )
*
“Önümüze bakalım!” Geçmişten öğreneceklerimizi ihmal etmeden; ama herkesin de bir “öğrenme” yöntemi, gereksindiği zaman farklı olabilir…
@23 Yusuf Cemal
Ben pragmatik oy verme anlayışımla herhangi bir politikaya destek verdiğimi düşünmüyorum. Denizde bir damla teşkil eden oy ile ne yapılabilir diye bakıyorum sadece, ki devrimciler veya radikaller dediğimiz kesimin de büyük bir çoğunluğu da bence böyle yapıyor, ancak utanarak.
Eğer destek verecek olsaydım CHP’ye katılalım x, y, z fikirlerimizi telaffuz etmekten vaz geçelim, laik burjuvazimizle beraber blok oluşturalım, sınıf mücadelesini erteleyelim, şimdi vakit CHP’yi eleştirme zamanı değil AKP’ye karşı birleşmektir gibi şeyler söylerdim. Bu, cephe mantığı olurdu.
Bu benim için yeni bir şey de değil, oy verme hakkını elde ettiğimden beri oy vermişimdir. Önceki bir yorumumda çetelesini de vermiştim, özetle 2014 yerel seçimine kadar her seferinde HDP öncüllerine verdim. Şimdi 1. turda büyük ihtimalle yine HDP adayına (veya ilginç bir başka sol aday çıkarsa ona), 2. turda AKP adayının karşısında kalana, gelecek genel seçimde de yine HDP’nin göstereceği solcu bağımsız adayına vereceğim (verilmesini de savunurum).
Sanırım anlaşılmıyor, tek kazananlı seçimde “ilkeli” oy vermeyi tamamen anlamsız buluyorum.
Peki genel seçimde de niye AKP’nin en güçlü rakibi olan CHP’ye oy verelim demiyorum? HDP’nin CHP’den çok daha solda duran bağımsız adayı kazanabiliyor. Kürkçü, SSÖ gibi figürlerin kürsüden MV’lere azar çekmesi hoşuma gidiyor, dokunulmazlık kazanmaları sokaktaki faaliyetlerinde işe yarayabiliyor (bkz. Gezi parkı dozer önü SSÖ). Bağımsız aday formülü olmasa da protest oy olarak HDP’ye verirdim bağımsız aday yönteminden önce yaptığım gibi veya oy vermem çünkü derdim CHP’yi desteklemek değil en güçlü iktidar odağını zayıflatmak, iktidarı mümkün olduğunca bölmek. CB ile BB uyumsuz olsun, mümkünse yargıdan da ayrı ses çıksın, ordudan da. Tek parti istikrarı değil koalisyon hükümetleri kaosuna dönelim. Böyle bir anarşi ortamı özlemi işte.
Ne zaman oy vermeye karşı çıkacağımı da belirteyim, mesela Haziran’da bilfiil park elimizdeyken Gezi’ye kışla yapılsın mı referandumuna karşı çıktım (TKP’nin tersine). Yine herhangi bir devrimci kabarış veya kalkışma anında yani doğrudan eylemin öne çıktığı bir anda, bir yönetim krizi belirdiğinde ve boykotçu kitlenin %50’lere yaklaşacağını tahmin ettiğimiz bir anda tüm seçimlere boykot diyeceğim. Sönümlendirme aracı olarak belirdiğinde karşıyım sandığa yani. Mücadelenin olağan seyrinde ise defansif bakıyorum.
Ekmeleddin Bey’e Atatürkçülük testi
Mustafa ARMAGAN
Zaman GAZETESİ
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çatı adaylığı açıklanır açıklanmaz bazı çevrelerde ilk akla gelen sorunun ‘Atatürkçü mü, değil mi?’ olması Türkiye’de demokrasi ve fikir özgürlüğünün hal-i pür-melalini sergilemesi bakımından ibret-i alemlikti.
Düşünün, iki parti gece gündüz uğraşıyor, içtima içtima üstüne, neticede bir adayın ismi ilan ediliyor, ilk merak edilen şey, ‘ya Atatürkçü değilse’. Yani adayın nitelikleri, nişanları, kitapları şusu busu hiç önemli değil. İsterse sıfırın altında yaşasın, yeter ki Atatürkçü olsun! Maalesef az gelişmiş muhitlerde örümceklenen mantık bu.
İşin garibi, bu soru Utku Çakırözer tarafından sorulmuş ve Prof. İhsanoğlu, mecburen şu cevabı vermiş:
“Atatürk’ü, Cumhuriyet realitesini ve kazanımlarını inkâr etmek tamamen yanlıştır. Atatürk, istiklal mücadelesinin kahramanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak tüm Türk milletinin gönlünde yer etmiş mümtaz bir şahsiyettir. Bunun aksini söylemek tarihin realitesine yakışmayan bir tutum olur. Fransa için Napolyon, ABD için George Washington neyse Türkiye için de Atatürk odur. Türkiye’de Atatürk meselesi gündeme geldiğinde yapılan şu: Bir kesim onu yargılıyor ve tamamen reddediyor. Bir kesim ise yarı Tanrı misali kutsuyor. Ne kutsamalı ne de reddetmeliyiz. Türkiye’nin bu tartışmaları çoktan aşmış olması lazım. Cumhuriyet’in 100. yılında tarihimizi objektif ve rasyonel olarak ele alabilmeliyiz.” (Cumhuriyet, 16 Haziran 2014)
Gerçi bu cevapta eleştireceğim şeyler mevcut ama onları sona bırakarak şunu söyleyelim ki, hakikaten “Türkiye’nin bu tartışmaları çoktan aşmış olması lazım”dır ve çağdaş bir demokratik idarede bir cumhurbaşkanı adayının tarihte yaşamış bir şahsiyete ne kadar bağlı olup olmadığının sorgulanması en basitinden ayıptır. Bir kişiye ve onun fikirlerine saygı duyulup duyulmaması veya kendisinin o kişiye ve ilkelerine sadık yaşayıp yaşamadığı tamamen kendisini ilgilendiren bir tutumdur. Başkasını bağlamaz.
Mesela bir ABD başkan adayına Washington’a ve ilkelerine bağlı olup olmadığının sorulduğunu düşünün. Adam belki de Lincoln, Franklin veya Jackson’ı beğeniyordur. Kimi ilgilendirir ki? Bu konu sadece belki hangi ekonomik veya dış ilişki tarzını benimseyeceği anlamında bir ilginin muhatabı olabilir ve zaten varsa onu da kendisi açıklar. Nitekim Reagan 1985’te yeni vergi paketini açıklamak için İbn Haldun’un sözlerini rehber aldığını açıkladığında kimse –“Mukaddime” yazarının ismini bilmeyenler hariç- garipsememişti.
Artık bu ilkellikten kurtulmalıyız. Türkiye 1930’ların şahıs kültüyle yönetilebilecek ve tektipleştirilebilecek homojen bir nüfusu barındırmıyor. Öte yandan demokrasiye uygun zemin ancak çoğulculaşmış bir kültürde bulunabilir. 1950’lerden beri yaşadığımız ve nüfus ve ekonomik dengesizliğe bağlı olarak hâlâ hız kesmeyen iç göç sayesinde Doğulusu ile Batılısı birbirini tanıdı. Trakya gibi yabancıyı az tanıyan bölgelere de tanıtma işini yine göç ve turizm yapacaktır.
Kürtlük ile çiğköftenin bağlantısı
Ailece Urfalıyızdır, 1967 Ağustos’unda PTT memuru olan babamın tayini Bursa’ya çıktı. Altıparmak semtinde iki katlı bir ahşap ev bulduk. Ev sahibimiz yanımızdaki yine bir ahşap evde oturuyor. Ocak henüz tütmüyor. Yanımızda biraz bulgur ve salça getirmişiz. Annemle babam hemen çiğköfte yoğurdular, tabii komşuya göndermeden olmaz, ben de ev sahibimize bir tabak götürdüm. Makbule geçecek sanırken Rumeli kökenli olan ev sahibimiz, çiğ etle yapılan bu yiyecek ikramını kabul etmemişti. Arkamızdan da bizi ‘yamyam’ gibi görmeye başladıklarına dair duyumlar(!) aldığımızı hatırlıyorum. Oysa şimdi o evin etrafı çakma çiğköftecilerce kuşatılmış!
Bu noktada aklıma 1930 Ağrı İsyanı sırasında “Cumhuriyet” gazetesinde çıkan bir yazı geldi. Kürt isyanı ile çiğköfte arasında kurulan bu muhteşem irtibata doğrusu hayran kalmamak mümkün değildi. Şöyle yazıyordu 13 Temmuz 1930 tarihli “Cumhuriyet”:
“Bunların (asilerin) alelade hayvanlar gibi basit sevk-i tabiilerle (içgüdülerle) işleyen his ve dimağlarının tezahürleri, ne kadar kaba, hatta aptalca düşündüklerini gösteriyor. Çiğ eti biraz bulgurla karıştırıp öylece yiyen bu adamların Afrika vahşilerinden ve Yamyamlardan hiç farkı yoktur.”
Evet, bir dönem Doğulu insan çiğköfte yediği için Vahşi ve Yamyam olarak görülürken bugün etli ve etsiz çiğköfte gemileri Edirne’den İzmir’e kadar başarılı bir çıkarma yapmış durumda.
Ne demiştik? Artık 1930’lardaki Türkiye değiliz ve o devrin kavramlarıyla düşünmek ve sorgulamak, hele kişiye, tarihteki bir şahsı sevip sevmediği üzerinden bir iman testi uygulamak ilkellikten başka bir şey değildir.
İspat et!
28 Şubat sürecinde Prof. Semavi Eyice, zamanın Kültür Bakanı tarafından yakışıksız bir şekilde dine uzak biriymiş gibi suçlanmış, Semavi hoca da bir TV programına çıkıp boynundaki sanırım ayet yazılı bir künyeyi kameralara göstermek zorunda kalmıştı. Tabii çok utanmıştım bir alimin bu hale düşürülmüş olmasından.
Ancak bir başka ilim adamı Ekmeleddin Bey’den Atatürkçü olduğunu ispatlamasını isteyenlerin durumu bundan farklı değil. Biri dinî, öbürü laik bir zorbalık ve aynı mantığın mahsulleri.
Bir de tuhaf olan, herkesi kusursuz bir şekilde temsil edecek ve ‘tüm’ milletin ortak paydası olacak bir değeri hâlâ var farz etmemiz. Unutmayalım ki, postmodern dönemde böyle heyula paydalar bulmak veya üretmek mümkün değil.
Mesela İslam’ın ortak payda olduğunu savunuyorsanız en hafifinden “Hangi İslam?” sorusuna muhatap olabilirsiniz. IŞİD ve Esed örnekleri ortada. ‘Bunlar Müslümansa ben değilim’ diyenler yok mu? Atatürk de bütün dayatmalara ve Ekmeleddin Bey’in rağmına “tüm Türk milletinin gönlünde yer etmiş mümtaz bir şahsiyet” hiç olmadı. Muhtemelen başta Mehmed Akif ve kendi babası İhsan Efendi’nin de eleştirdiği biriydi. 5. Şua’daki Said Nursi kadar bir tablosunu eleştirdiği için akıl hastanesine tıkılan ressam Fikret Mualla’nın da Atatürk paydası altında buluşmadıklarını biliyoruz. Dil, isim ve tarihlerini silmeye kalktığı Kürtlerin de Atatürkçü olmadıkları açık vs.
Demek ki, demokratik ortamın oluşması için şart olan bu sosyolojik parçalanma ve ayrışma döneminde kalkıp yeniden 1930’ları veya darbe dönemlerini hatırlatacak ifadeler kullanmaktan kaçınmak gerekir. İhsanoğlu’nun “Atatürk’ü ne kutsamalı, ne reddetmeliyiz” sözüne ancak tabu olmaktan çıkarılmalı anlamında hak veriyorum. Aksi halde dayatılan şahıs kültleriyle demokratik ortamın en büyük düşmanı fanatizmi önlemek mümkün olmayacaktır.
Baksanıza, İstanbul’a yeni havalimanı için hep şahıs ismi öneriliyor. Bu millet kavram üretmeyi, yani düşünmeyi unutmuş resmen. Asıl tehlikenin farkında mıyız?
http://duzceyerelhaber.com/mustafa-armagan/26034-ekmeleddin-beye-ataturkculuk-testi
Emek ve Özgürlüğün adayı –tam şimdi!
Sungur Savran
Haziran 21, 2014
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı hem CHP’nin içini, hem ulusalcı denen siyasi ortamı, hem Alevi toplumunu, hem de sosyalist solun CHP’ye umut bağlamayı meslek haline getirmiş kesimlerini altüst etti, sarsıntıya ve düş kırıklığına uğrattı. Biz Devrimci İşçi Partisi olarak CHP’nin hiçbir adayına herhangi bir biçimde itibar etmeyeceğimiz için ne altüst olduk, ne sarsıntıya, ne de düş kırıklığına uğradık. Tam tersine, CHP’nin bu tavrı bize Türkiye’de ittifakların yeniden düzenlenmesi, yepyeni bir cephenin oluşturulması açısından uzun zamandır ortaya çıkan en önemli fırsatlardan biri gibi göründüğünden bizde bir umut yarattı.
CHP’nin önlenemez sağa kayışı
CHP’nin “çatı adayı” olarak İhsanoğlu’nu seçmiş olması günlerdir tartışılıyor. Oysa bundan çok daha fazla tartışılması gereken bir şey var: CHP, MHP ile resmen ve açıkça bir ittifaka girmiş bulunuyor! Denecektir ki, 1999’da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti bunu zaten gerçekleştirmişti. Doğrudur, CHP geleneğinden gelen bir parti olarak DSP böyle bir ittifaka girmiştir geçmişte. Ama bu, bugünkü ittifakı daha az zararlı ve tehlikeli hale getirmiyor. Hele hele faşizmin dünya ve özellikle Avrupa çapında yeni bir yükseliş eğrisi sergilemekte olduğu bu dönemde: 25 Mayıs’ta düzenlenen Avrupa Parlamentosu seçimlerinden faşist, ırkçı, neofaşist, proto-faşist partilerin ne denli başarılı çıktığı ortadayken, Ukrayna’da Mart ayından bu yana başta olan hükümette, faşistlerin başbakan yardımcılığı dâhil birçok bakanla temsil edildiği ortadayken, kimilerinin “faşist” olarak nitelediği ırkçı ve Hindu köktendincisi bir başbakanın, Narendra Modi’nin, dünyanın en büyük ikinci ülkesinin başına yeni geçmiş olduğu ortadayken, Türkiye’de merkez sol bir partinin faşizmle bu ittifakı büyük bir tehlikedir. Kendisi için değil, toplum da onu izleyebileceği için. Bizim kafayı laikliğe takmış solumuz, bir yandan şu anda var olan rejime “faşizm” yakıştırması yaparken, bir yandan da gerçek faşizmi önemsememek gibi bir başarıyı gösterebilmektedir. CHP içindeki ulusalcı kanadın, CHP dışındaki ulusalcılığın, Alevi toplumunun sözcülerinin, hatta sosyalist soldan bazılarının, Ekmeleddin İhsanoğlu aday olarak lanse edilmeden önce büyük protestolar yaptığını kimse duymadı! Faşizm işte böyle böyle banalleştirilir ve sonra tehlike büyüdüğünde artık çok geç olur!
Bir kez bu dev sorun saptandıktan sonra Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sembolü olduğu soruna dönebiliriz. Bu adaylık CHP’nin her geçen gün daha fazla sağa kaymakta olduğunu ve bu düşüşün dipsiz olduğunu bir kez daha göstermiştir. 17 Aralık’ın ardından Kılıçdaroğlu’nun ABD Büyükelçisi Frank Ricciardone ile baş başa görüşmeler yaptıktan sonra kuruluşuna ön ayak olduğu, bizim “Amerikan muhalefeti” olarak andığımız hareket çizgisi derinleşerek devam ediyor!
Neden devam ediyor? O muhalefet, öncelikle CHP ile Fethullah Gülen cemaatini bir araya getiriyordu. Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti iki tarafın görüşmesinin de vesilesi olmuştu. Şimdi İhsanoğlu’nun şahsında bir tür Amerikancı İslam ile ittifak yönelişi perçinleniyor. O zaman sosyalist soldan bazıları, sadece sağcı adayların olduğu yerlerde alternatif aday göstermeye kalkışmıştı. Haydi, aynı şeyi şimdi yapın bakalım! Fethullah Gülen’le, Mustafa Sarıgül’le, MHP ile, ABD Büyükelçisi ile ittifaka kesin bir ret tavrı almayanların şimdi şikâyet etmeye hakkı yoktur!
Neden derinleşerek diyoruz? Çünkü o aşamada Suudi gericiliği daha işin içinde yoktu. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın Rabia çizgisiyle Mısır’daki darbeye verdiği destek dolayısıyla ters düşmüş olan Suudi Kralı da işin içine giriyor! Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet gazetesi Ankara Bürosu temsilcisi Utku Çakırözer ile görüşmesinde İhsanoğlu’nu savunuyor. Çakırözer’in röportajda attığı ara başlıklardan biri, “Obama’dan Suud Kralı’na kadar herkesle iyi”! İyi mi! Şu dünyanın en gerici rejimlerinden biri olan, Arap devriminin karşısında duran en önemli güç olan Suudi Arabistan’dan söz ediyoruz. Sağa kayışın gerçekten sonu yok!
Bir de İhsanoğlu’nu Kılıçdaroğlu’nun kulağına Abdullah Gül’ün fısıldadığını belirtenler var. “Gül suyuna batırılmış” muhalefet devam ediyor olur o zaman!
Öte yandan, MHP ile kurulan ittifakın “dört temel ayağı” meselesi var. CHP Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray açıklıyor bu ayakları: “laiklik, üniter devlet, ulusal ve manevi değerler”. Laikliği ayırın, gerisi MHP’nin programıyla aynı! Onun “milli ve manevi değerler” dediği şeye “ulusal ve manevi değerler” denince içerik değişmiyor! Bakın ülkenin birliği bile değil, illa “üniter devlet”! Kürtleri Erdoğan’a doğru itmek için formül arıyor herhalde ittifak! Bir de soralım. Bu “ulusal ve manevi değerler” denen şey, illa padişahların, sadrazamların, şeyhülislamların savunduğu değerler mi olmak zorunda? Hallacı Mansur, Yunus Emre, Şeyh Bedreddin veya Pir Sultan Abdal’dan Aşık Veysel ve Aşık İhsani’ye, oradan Nâzım’a, Yaşar Kemal’e, Yılmaz Güney’e ve ötekilere, bu topraklarda yaşamış, erkeğiyle kadınıyla Anadolu ve Trakya halklarının gönlünü kazanmış düşünürlere, kültür ve kavga insanlarına bakıp da belirleyebilir miyiz “ulusal ve manevi değerler”imizi? MHP yolundan mı tanımlayacağız bunları? Öyle değilse nasıl ittifakın “dört temel ayağı” olacak bunlar? Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Nâzım’ı Arapça’da tanıtan çevirmen olarak propagandasını yapıyorsunuz. Bahçeli de Nâzım’ı, Yaşar Kemal’i, Yılmaz Güney’i benimsemiş midir yoksa!
76 milyonun cumhurbaşkanı
Kılıçdaroğlu ve arkadaşları Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını savunmak için bir de şunu söylüyorlar: aday CHP’nin yönetimine değil, cumhurbaşkanlığına adaydır. Öyleyse, deniyor, 76 milyonu birden temsil edebilecek, hepsinin içine sinebilecek bir aday gerekir.
Biz bu fikre tamamen karşıyız! Ulusalcılar, İhsanoğlu’nun İslam’ı politikleştirmesinden rahatsız oluyorlar. Yoksa CHP içindeki ulusalcılar da, CHP dışındakiler de İhsanoğlu’nun adı ortaya çıkmadan önce “çatı aday” fikrine gayet güzel destek veriyorlardı. Aday, 25 Mart seçimlerinden önce bir televizyon görüşmesinde “ben hâlâ ülkücüyüm” diyen Mansur Yavaş olsa, hiçbir itirazları olacağını sanmıyoruz. Doğu Perinçek İhsanoğlu’nun adaylığı sonrasında ortamın “Kahramanmaraş’lar, Madımak’lar” için uygun hale geldiğini söylüyor. Maraş’ı İslamcılar mı yaptı? MHP ve MİT düzenledi o büyük katliamı! Sivas Madımak’ı sadece İslamcılar mı yaptı? Kontrgerillanın (derin devletin) ve faşist BBP’lilerin rolü yok muydu?
Biz ulusalcılardan farklı olarak “76 milyonun cumhurbaşkanı” kavramının sahte, içi boş, gerici bir kavram olduğunu söylüyoruz. Kılıçdaroğlu, bununla şunu söylemiş oluyor. Cumhurbaşkanı ulusun birliğini temsil eder, o yüzden herkesi kavrayabilmelidir. Biz Soma madencisi ile Soma Madencilik şirketinin sahiplerinin aynı kişide temsil edilebileceğine inanmıyoruz. Aralarında ölümün soğukluğu var! Biz Berkin Elvan ve Kürt Berkin’i İbrahim Aras ile Tayyip Erdoğan’ın polisinin aynı kişide temsil edilebileceğine inanmıyoruz! Aralarında kan var! Sömürülen, ezilen, horlanan çoğunlukla, sömüren, ezen, horlayan azınlığın, cumhurbaşkanının sembolik varlığında bile birleşmesini talep etmek gericiliktir, sınıf gerçeğini ve ezen-ezilen karşıtlığını gizlemeye yöneliktir.
Biz Erdoğan’ın karşısına, Soma’da ilk kez bütün toplumun görebileceği kadar berrak biçimde ortaya çıkan işçi sınıfı düşmanlığına karşı duran bir aday çıkması gerektiğine inanıyoruz. Biz Erdoğan’ın karşısına, Roboski’de ve Paris’te katledilen Kürdün hesabını soracak bir aday çıkması gerektiğine inanıyoruz. Biz Erdoğan’ın karşısına isyan şehitleri Ethem’in, Ali İsmail’in, Abdullah’ın, Mehmet’in, Ahmet’in, Berkin’in, Hasan’ın, Uğur Kurt’un ve bugüne kadar katledilen bütün Alevilerin adına konuşabilecek bir aday çıkması gerektiğine inanıyoruz. Biz kadınların, LGBT’nin, gençlerin adayının Erdoğan’ın karşısına dikilmesini savunuyoruz. Biz günahlarını görkemli villalarının yüksek duvarları ardına saklamaya çalışan “ak Türkler”in karşısında Sünni Müslüman işçilerin mücadelesini temsil edecek bir aday istiyoruz.
Herkesin cumhurbaşkanı, hiç kimsenin cumhurbaşkanıdır. Daha doğrusu ABD’nin, Koç’un, Sabancı’nın, Ülker’in cumhurbaşkanıdır.
Haydi HDP, yap satranç hamlesini!
Devrimci İşçi Partisi geleneği, önce PGBS, sonra İşçi Mücadelesi, sonra partinin kendisi, 1993 Sivas katliamı ve 1994 yerel seçimlerinden bu yana TÜSİAD burjuvazisinin yönettiği kamp ile İslamcı kamp dışında bir Üçüncü Cephe’nin, bir Emek ve Özgürlük Cephesi’nin kurulmasını savunuyor. Bugün HDK-HDP doğrultusunda cisimleşen ittifak politikasının ilk savunucusu bu gelenek oldu. Ama bir farkla: Kürt hareketinin siyasi yönelişinin ve programatik ilkelerinin tek başına damga vurduğu bir yaklaşıma biz karşı çıktık, HDK-HDP çizgisi ise (bugün EMEP’in gecikmeli biçimde fark ettiği gibi!) bir bütün olarak alındığında benimsedi. Bugün bu yüzden HDK veya HDP içinde değiliz.
Ama günümüzde bir olanak doğmuştur. CHP ağır bir hata yaptı. AKP’nin tabanına ulaşmak için seçtiği sağcı adayı erken açıkladı. HDP ise sosyalist solla, bu arada Devrimci İşçi Partisi ile de yaptığı danışma turlarında henüz kesin kararını vermediğini ortaya koymuş bulunuyor. CHP’nin bu hatasını değerlendirin hevaller ve yoldaşlar!
Aleviler tepkili. Sosyalistler şaşkın. Sendikacılar CHP’nin adayını savunabilecek durumda değil. Kadınlar, LGBT ve gençler huzursuz. CHP’nin dışında, daha solda önemli bir güçler bileşiminin toplanmasını olanaklı kılabilecek bir ortam doğmuş durumda. CHP içinden bir dizi güç ve partinin bir dizi il ve ilçe teşkilatı bile seçim sürecinde el altından HDP’nin adayına destek verebilir.
Haydi, doğru adayı belirleyin. Kürtlerin kendi adayı iyi bir aday olabilir. Ama Kürt hareketinin başka toplum kesimleriyle ittifaka girmesini sağlayamayabilir. Doğru aday soldan bir emekçidir. Alevi ya da Kürt olmadığı halde, hem Alevilere hem Kürtlere güven verecek bir adaydır. Doğru aday TÜSİAD-TUSKON kampı ile MÜSİAD kampı karşısında emeğin ve özgürlüğün sesini temsil edecek adaydır.
Bu, 76 milyonun adayı değildir. 75 olabilir. Yüzde 99’un adayı olacaktır çünkü. Ama 76 milyonun değil! Koç’un değil. İlker Başbuğ’un değil. Mehmet Ağar’ın değil. Bahçeli’nin değil. Tayyip Erdoğan’ın da değil.
Emek ve özgürlüğün adayı!
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/emek-ve-ozgurlugun-adayi-tam-simdi
http://www.etikhaber.com/siyaset/171925-
bbp-ve-dp-ekmeleddin-insanoglu-nu-destekleyecek
s95-d89-as56da.html
http://www.samanyoluhaber.com/politika/
Ekmeleddin-Ihsanogluna-BBPden-destek/1054058/
sungur savran hakkında ne düşünüyorsun gün zileli? senin düşüncene yakın biri mi? bahsettiği şeylerin gerçekleşme şansı var mı?
Sungur Savran’ı devrimci olarak görürüm. Tabii devlet teorisinde anlaşamayız. Ne de olsa Marksist-leninisttir. Ama bugünkü duruşunu devrimci bulurum. tutumlarımız zaman zaman kesişir.
O. Gursel (13) “Kendimce hem de Müslüman bir ülkede Laiklik aleyhine yapılan girişimleri doğrudan ÖZGÜRLÜK düşmanlığı olarak görüyorum… “Karşı tarafın” özgürlüğünü de bireysel-vicdani olarak tanıyarak!”
Cumhuriyet devriminin uyguladigi laiklik anlayisinin, ki baska laiklik anlayislari da benimsenebilirdi, ozgurlestirici olmaktan cok baskici oldugunu dusunuyorum. Gun Zileli’nin uyardigi ‘sagci sunni diktatorlugun’ guclenmesi ve artik gunumuzde de yer etmesinin en onemli sebeplerinden biri de kanimca bu baskici laik politikalar. Karsi tarafin ozgurlugunu ‘bireysel-vicdani’ degil politik olarak tanimak onemli.
Islamafobik, ‘laik atak’ tepkiler, yine sagci sunni diktatoryayinin elini kuvvetlendirmekten baska bir ise yaramiyor. Herkezin ozgurlugu bulma, yasama bicimi birbirinden farkli. Ihsanoglunun adayligi hakkinda tartismalar kendi reflekslerimizi gozden gecirmek ve ozelestiri icin bir sans olabilir.
K(urdistan)24.org sitesinde Fuat Kav, kendine “devrimcilik” yakıştıran her kese olduğu gibi, anarşistlere de soruyor:
“Nerde İspanya’daki dayanışma ruhu, nerde “uluslararası tugaylar”, Rojava Devrimi neden destek bulmuyor?”.
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/44115-dogu-perincek-cumhuriyet-devriminin-20-milletvekili-yok-mu.html
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/dogu-perincekten-vekillere-acik-mektup-h30737.html
http://helebisiniflarkalksin.blogspot.com.tr/2013/10/gezi-bildiginiz-gibi-degil.html
http://www.etha.com.tr/Haber/2014/06/23/guncel/aleviler-nasil-bir-cumhurbaskani-istiyor/
Aleviler nasıl bir Cumhurbaşkanı istiyor?
Demokratik Alevi Federasyonu, Alevilerin doğuştan sahip olduğu hakları kabul eden, yasal ve anayasal güvence oluşturan Cumhurbaşkanı adayını destekleyeceklerini bildirdi.
Etkin Haber Ajansı / 23 Haziran 2014 Pazartesi, 12:35
HABER MERKEZİ- Türkiye, Kürdistan ve Avrupa’da faaliyet yürüten Alevi örgütlerinin oluşturduğu Demokratik Alevi Federasyonu, Türkiye’de ilk defa halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı’nın seçilecek olmasının önemli olduğunu belirtti. Ancak, fırsat ve eşitlik ilkesinin sağlanmamış olmasının, önemli bir sorun olduğunu kaydeden Federasyon, “Toplumun yine birkaç tercihe zorlanması, gelecekte de toplumsal barış, demokrasi ve uzlaşma önünde en büyük sorun olarak varlığını sürdürecektir” dedi.
Açıklamada, “Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Türkiye’nin kronik sorunlarından biri olan ancak çözümü sürekli ertelenen Alevi sorununu yeniden gündeme getirdi. Varlığını ve etkisini her zaman artırarak hissettiren Alevi sorununu görmemek ve çözmemek, toplumun geleceğini de ipotek altına almak anlamına gelmektedir” denildi.
Türkiye’de nüfusu 20 milyonun üzerinde olan Kızılbaş-Alevi-Bektaşi toplumunun inancı ve kültürünün de yok sayıldığı, asimilasyon dayatıldığı ifade edilen açıklamada, Başbakan Erdoğan’ın her fırsatta Alevileri hedef göstermesinin, sonuçları ağır olacak bir iç çatışmayı tetiklediği kaydedildi.
“Türkiye açısından utanç verici olan bu uygulamalara Cumhurbaşkanlığı seçimleri vesile yapılarak son verilmesi, atılacak ilk doğru adım olacaktır” diyen Federasyon, cumhurbaşkanlığı konusundaki ilkelerini şöyle sıraladı:
-Alevilerin doğuştan sahip olduğu hakları kabul eden,
-Yasal ve anayasal güvence oluşturan,
-Zorunlu din derslerine son veren, Kürt Alevilerin anadilde eğitim hakkını tanıyan,
-Asimilasyona, Alevi yerleşim bölgelerine cami yapılmasına son veren,
-Diyanet İşleri Başkanlığı’nı lağveden,
-Toplumsal dokuyu bozan, doğayı katleden ve ziyaretlerimizi, mezarlarımızı sular altında bırakan barajların yapımını durduran,
-Seyit Rıza ve idam edilen Dersim önderlerinin cenazelerini ailelerine iade eden, Dersim Soykırımı başta olmak üzere Alevi, Kürt, Yahudi, Ermeni katliamlarıyla yüzleşen,
-Kadınlara uygulanan ayrımcı politikalara son verip haklarına saygı duyan,
-Dünya ve Ortadoğu’da barış yolunu seçen,
-Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayan, haklar arası eşitliği sağlayan bir aday bizim de Cumhurbaşkanı adayımızdır.
Bu anlayışa sahip olan ve tüm ötekileştirilenlerin ve ezilenlerin istemlerini esas alan cumhurbaşkanı adayını destekleyeceğimizi belirtiyoruz.”
gün abi bu sitede genel olarak sosyal faşizmle ve stalinizmle ilgili epey bilgilendirici yazı ve çeviri var. bunların bir kısmını yeni eklemelerle birlikte kapsamlı bir kitap haline getirsen çok iyi olur aslında. büyük bir boşluk var bu alanda. devrimciliğe hevesli gençlerin emeği stalinist masallarla ve mitlerle sömürülüyor yıllardır. stalinistlerin bile katılmasalar da hakkını teslim edecekleri çapta bir kitap yazmak lazım. neredeyse 70 yaşına dayandın. sen de bu dünyadan göçüp gittikten sonra meydan hep ahmet gibilere kalacak. büyük eserin, stalinizm ve onun varyasyonları üzerine olmalı. şöyle 600, 700 sayfalık bir şey.
Özgür Üniversite yayınlarından çıkmış Stalinizm diye bir kitabım var ama haklısın, daha geniş kapsamlı bir toparlama yapmak gerekir. Bu önerini gündeme alacağım. Bu arada, Robert Conquest’in Stalin and the Kirov Murder (Stalin ve Kirov Cinayeti) adlı kitabını çevirdiğimi de duyurmuş olayım. Şu sırada arkadaşlarla birlikte redaksiyonunu yapıyoruz. Sanırım sonbahara çıkar.
Hepiniz Sovyet icra ( Milyukov. Guchkov) komitesinin 1917 Mart ve nisan aylarindaki uyduruk sovyet iktidarini korumak icin reformlarla. oyalamalarla alayip puluyorsunuz.
Sizler onlar gibi halki, insanlari, umutlari olanlari kandiriyorsunuz. Bu C Baskanligi secimlerde kim olsun ( RTE veya Ekmeleddin-Ihsanoglu) nasil olsun argumanlarinizla. Sizler; kendiniz entelektuel , elitis zanedenler, Iktidar yorumlarinizi kendinize saklayiniz. Halk sizden birseyler ogrenecek degildir.
Golge etmeyin.
Size ne , bize ne iktidardaki isim degisikliginden. Bize bu iktidarlari nasil yok ederiz, ne yapmaliyiz,onu anlatin. serbest ,sivil TBMM olusturmayin. Yetiniz gari,,,,,,,,,,,,
Ben C.Baskani felan ISTEMIYORUM. …
Halkinda ihtiyaci oldugunu dusunmuyorum. Iktidar devami icin bizlere CBaskani ihtiyaci yaratiyor, sizde bize ihtiyacimiz gibi dayatiyorsunuz.
“devrimci blok” elzem bir ihtiyaçtır ancak kariyerizmle ve “putperest”, sekter yapılarla yerinde sayan bir sol bu bloktan da sıçramalar yaratamayacaktır. antikapitalist siyaset akp’nin mhp’nin tabanını oluşturan muhafazakar işçi sınıfını örgütleme mekanizmalarını kuramadıkça kitleselleşemeyecek, siyasette özne olma yetisine kavuşamayacaktır. antikapitalizm, giderek vahşileşmek zorunda kalan neoliberal kapitalizmin karşısında giderek yoksullaşan işçi sınıfının ve doğal yıkıma uğrayan dünyanın umudu haline gelebilmelidir. kimse “imam hatip öğrencilerine bildiri dağıtalım”, “muhafazakar mahallelerdeki insanlara ulaşıp onlara gerçeği anlatalım” diyemiyor. diyemiyor çünkü öyle bir adres yok henüz. bir çatı partisi olarak HDP var ancak Batı’da HDP’nin de enerjisi ve heyecanı yeterli boyuta ulaşamadı. Tüm anarşistlerin sosyalistlerin ekoljoistlerin detaylara takılmadan anti-kapitalizm temelinde ortak bir yapıya ihtiyacı var. sol asıl tatavayı bu noktada yapıyor.
valla ben de temelde katılıyorum sana.
Allam bu kadar akıllı insanı yaratıp hepsini bir sitede topladığın için sana şükürler olsun, amin.
büyük bir halk ayaklanmasıyla kapitalizmin devrileceği masallarına inanmayın artık. yok böyle bir dünya. ödp, hdp, tkp’deki falanca kanatlardan medet ummak boş bir çaba. bunların sayesinde gelecek toplumsal kurtuluş ise hayal. en azından dünyanın ve ülkenin şu anki konjonktürü böyle bütüncül arayışlara izin vermiyor.
ne yani, bütün sol örgütler bir araya gelecek ve duyarlı halkımız oraya mı akacak? halk cephesi, ödp, tkp, hdp diye başlayan örgütler, devlet karşıtı blokun özneleri değil, devlet aygıtının birer parçası konumundalar. ödp, tkp, halk cephesi ve akp’de devlet aygıtının farklı farklı yüzlerini görmekteyiz.
memleketi kurtarmaya soyunan bütüncül projelerden vazgeçmek lazım artık. enerji kaybı. somut ve küçük hedefli projelerle ilerlemeli. işte doğu’da, dersim’de yerel seçimde kazanılmış belediyeler falan var. ankara’da atopya işgal evi var. kadıköy’deki işgal evi var. don kişot sosyal merkezi diyorlar sanırım. belki gün abi gitmiştir. izlenimlerini aktarır.
http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=6470
45 anonim
cok yaziyorsun, bos dusunuyorsun. Ne olacak Gun abin kadikoydeki isgalevini gorup izlemini aktarirken. Sende gaza gelip isgalmi edecen..Devlet karsiti blok ……. iyi dusundunmu?
Dersim deki belediye eee. ne olmus. Hani hepsi devlet aygıtının birer parçası konumundaydi. Dersimdeki Belediye devlet aygitindan ciktimi yani? hayirlisi……
bak bak “memleketi kurtarmaya soyunan butuncul projeler” bak ne buyuk laf. hele hangi memleketi kurtaracaz.bi deyiver.
Sayın Zileli,
Ben de yerel seçimlerde her ne kadar adaylığını eleştirsem de, Sarıgül için oy kullanmayı tercih ettim. Çünkü chp’nin bu şekilde seçimi alması, kararsızlara, akp’nin o dönemde çıkan ses kayıtları vs. karşısında halkın gereken yanıtı verdiğini ve muhalefetin güçlendiğini düşündürecekti. Daha önce akp yanlısı olduğu halde akp hakkında çıkan haberlerden sonra seçimini chp’den yana kullananların, chp seçimi kaybettiğinde eskiye çark ettiklerini söyleyebilirim. Bazıları muhalefetten umut kesmeden önce, seçmenden umut kesiyor.
İhsanoğlu konusunda chp iyi bir tanıtım yapar ve hakkında çıkan iddiaları aydınlatırsa, kısaca şu an itiraz eden insanlar bu adayın yanlışların içinde en doğrusu olduğuna ikna olabilirse, bu kişinin seçilmesi, önceden tanınan ve tasvip edilmeyen bir kişinin seçilmesinden daha doğru olacaktır.
ikincisi, böyle bir tanıtım yapılabilirse, uzun zamandır sebep olarak ileri sürülen ‘sağ görüşlü kişinin dışlanması’ bu seçimle bertaraf edilebilir. çünkü kişinin inancı kişiye özeldir; bunun devletin ve haliyle makamda bulunanın tarafsızlığıyla ilgisi olamaz. bu bakımdan bu seçim, akp’ye lafa değil icraata bakıldığını sağ görüşlü olmayanlar yönünden de gösterebilir.
ama chp aldığı risk karşısında halkın güvenini kazanamayıp topu ihsanoğlu’na atarsa, zaten kaybeder, hem de kötü bir sonuçla ve hak ederek…
bence.
http://www.halkhaber.tv/haber-8296
Refah Partisi’ne açtığı kapatma davalarıyla bilinen Yargıtay Cumhuriyet Onursal Başsavcısı Vural Savaş Semra Topçu ile Güne Başlarken programına konuk oldu. Savaş, çatı aday ile ilgili sorulan sorularda Ekmelettin İhsanoğlu’nu destekleyici açıklamalar yaptı.
Türkiye’nin İhsanoğlu’nu tanımadığını, Cumhuriyet değerlerine sahip bir kişi olduğunu belirten Savaş, “Bazı arkadaşlar maalesef Ekmel Beye karşı Akit Gazetesi ile aynı çizgideler” dedi. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmakla Refah Partisi’ne kapatılma davası açan Vural Savaş, Ekmelettin İhsanoğlu’na tepkiyle sandığa gitmemenin laikliğe ihanet olduğunu söyledi.
Gün abi, Emine Ülker Tarhan aday olursa tavrın ne olur?
Sanırım kendisi CHP içindeki ulusalcı kesimin adayı. Elbette böyle bir adayı desteklemem söz konuusu değildir ama CHP bugünkü durumuyla her türlü parçalanmayı hak etmektedir. Tarhan’ın CHP’de ayrı baş çekmesini olumlu bulurum ama adaylığını desteklemem. Zaten ben desteklesem ne olacak, desteklemesem ne olacak.
“Zaten ben desteklesem ne olacak, desteklemesem ne olacak.”
Abi öyle deme. ÖDP, TKP, Halkevleri gibi örgütlerin tabanı ve gençleri senin yazılarını çokça takip ediyorlar, bizzat tanık oldum. Bu örgütler küçüktür ama onların çarpan etkisi büyüktür. Ekmelettin’in ne olduğu ortada. HDP’nin ise “çözüm süreci” uğruna bu seçimlerde düşük profilden bir kampanya yürüteceği de ortada. Geriye bir tek E.Ü. Tarhan seçeneği kalıyor (o da 20 imza toplanabilirse).
ben yine de ulusalcı bir adayı desteklemem
Tutarlıysanız AKP diktatörlüğüne karşı desteklemeniz gerekmez mi? AKP diktatörlüğüne karşı olan herkesi, hatta Balyozcuları ve Ergenekoncuları savunuyorsunuz.
Abi kızacaksın ama yerel seçimlerde M. Sarıgül ve M. Yavaş gibilerini bile desteklemiştin. Emine Ülker Tarhan bu iki adamla kıyaslandığında Rosa Luxemburg gibi görünüyor 😀
Ayrıca o kadının ulusalcı olması ve her konuda AKP’nin antitezi olması bir avantajdır. Demokrasi “demokrat bireylerin egemenliği” değil, egemen kuvvetlerin çatışmasından doğan yönetim boşluğudur. Çankaya’da Abdullah Gül veya Ekmelettin gibi bir “noterin” yerine TBMM’nin yolladığı her yasayı veto edecek birisinin çıktığını hayal et, ne demek istediğimi anlayacaksın.
Ekmeleddin beyi de içeri alırlarsa savunurum.
iki seçimin niteliği farklıdır. bunu bu yazıda belirtmeye çalıştım.
Öncelikli olarak bu seçimin 2. tura kalması önemlidir; Bu seçimde ilk hedef bu olmalı…dolayısıyla Eİ’nun desteklenip desteklenmeyeceği sonraki tartışma …
İşte bu yüzden seçim boykotu yapanlar da kendi güçlerini görmek için ilk turda oy kullanmalı.
Bu nedenle CHP adayını beğenmeyenler
ulusalcı-milliyetçi olsa da ilk turda BDP adayına oy vermeli
RTE muhalifleri seçime mutlaka katılmalı, Eİ’na “eli varmayanlar” seçimi 2. tura taşımak için BDP ye ÖDÜNÇ oy vermeli!
Amaç seçimi 2. tura taşımak! Sonrası, sonra…
her farklı görüş birbirine köstek olur, bundan yararlanma konusunda en başarılı olanı ise hüküm sürer…
sonuç olarak, bu seçimin sonucu da halkın dışlanmış iradesini yansıtacaktır…
İki turlu seçim daha gelişmiş demokrasilerde kullanılan bir yöntem ve bunun avantajından yararlanmak gerekiyor.
“Basgeç” tartışması özetle tek turlu seçimde el yordamıyla iki turlu seçim etkisi yaratmak içindi. Bu seçim zaten iki turlu olduğundan aynı kavga kıyamet ikinci tura kadar kopmayacak, kopmuyor fark ettiyseniz. İlk turda gönül rahatlığıyla size en yakın adaya verebilirsiniz.
Haydi Basgeç yapanlar ile Basgeç’e ateş püsküren SSÖ’yü destekleyenler, bu seçimde hep beraber ilk turda Demirtaş’a verelim. Bakalım kaç kişiyiz.
CHP’den daha ulusalcı veya laikçi bir ikinci aday çıkarsa bu düşünceye yakın olanlar da ona versin, kaç kişi onları da görelim.
İş ikinci tura kalırsa tekrar duruma bakarız.
Demirtaş bence dönemsel açıdan yanlış bir seçim…CHP NİN ÇÖZÜLÜŞ SÜRECİNE GİRMİŞ OLMASI DOLAYISIYLA, bu çözülüşün hızlanması ve derinleşmesi için KADIN VE ALEVİ bir adayın (GÜLTAN KIŞANAK örneğin) etkili olacağı kanımı belirtmiştim…hala bu kanımda haklı olduğuma inanıyorum; ama faydasız…olan oldu…