1960-80 dönemine iki farklı yaklaşım (Ragıp Duran)
Gün Zileli, Havariler: 1972-83, İletişim Yayınları, 2002, 566 s.
•
Edwy Plenel, Secrets de jeunesse, Stock, 2001, 250 s.
Gün Zileli’nin Havariler’i ile Edwy Plenel’in “Gençlik Sırları”nı peş peşe okuyunca, Türkiyeli bir Maocu ile Fransız bir Troçkistin, yirmi otuz yıl öncesini nasıl değerlendirdiklerini anlıyoruz.
Gün Zileli’nin Havariler adlı kitabını çıkar çıkmaz alıp bir solukta okumuştum. Tamamen kişisel nedenlerle… Eski bir Aydınlıkçı olarak, eski partimizin iki numaralı yetkilisinin, birlikte yaşadığımız dönemi nasıl anlattığını merak ediyordum tabii ki. Hoştu, güzeldi, sadeydi… Hem siyasi tahliller vardı hem de yirmi beş otuz yıl öncesinin kâh neşeli kâh kederli olayları… Bir nevi siyasal nostalji kitabı. Zileli, bir dönemi kişisel gözlükleriyle değerlendirirken, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung düşüncesinin yanı sıra bu ideolojiyi siyasi pratiğe uygulamakta önderlik edenlerin, özellikle de Doğu Perinçek’in ipliğini pazara çıkarıyor. En önemlisi de bugün kendilerine İşçi Partisi adını verenlerin artık açıkça faşist olan konumlarının siyasi arka planını anlatıyor.
Dürüst, içten, akıcı, çoğu zaman ince mizahi tarzıyla Zileli, tarihçilere malzeme sunarken, kendisini de acımasızca eleştiriyor. Hatalarını, zaaflarını açıkça sergiliyor. Bizde bilanço çıkarma, geçmiş deneylerden öğrenme gibi gelenekler pek yerleşmediği için Zileli, aslında önemli bir hizmeti de ifa ediyor. Kişi, grup ya da parti olarak kendi geçmişimizle hesaplaşmamızı sağlıyor.
Kuşkusuz yazar bugün hâlâ benimsediği, solcu ama anarşist bir perspektifle geçmişi kurcalarken, bilgi ve belge eksikliği, eski mücadele arkadaşlarının görüş ve değerlerdirmelerini alamama gibi yurtdışında yaşamanın getirdiği güçlükler karşısında anı-siyasi eleştiri karması bir yöntemle hazırladığı çalışmasında kimi noktalarda önemli sayılabilecek açıklar bırakmış. Yine de aynı dönemi birlikte yaşadığımız ve kitabı okuyan bazı arkadaşlardan ilginç değerlendirmeler duydum:
– İyi güzel de, Gün, iki numara iken, bunca saçmalığa ve sapmaya nasıl izin vermiş?
– Bir ara gazetenin başında iken, Humeyni devrimi öncesi Amerikan uçaklarının Tahran yakınlarına çakılması sırasında meydana gelen olay neden anılarda yok?
– Vallahi ben beğendim ama tek başına çekilmez bu kitap, eskiler bir araya gelip kolektif bir özsuçsuzlandırma terapisi olarak kitabı birlikte ele alalım!
– Bence de… Zaten SBKP Tarihi ve TİİKP Savunma’sından sonraki eğitim kitabımız da Havariler olsun…
– Fazla mahrem konulara girmemesi gerekirdi…
– Sadece o dönemi yaşayanlara değil bugünkü devrimcilere, solculara da bir şeyler verebilmesi için anı yanından çok siyasi tahlil yanı ağır bassa, hatta bir inceleme-araştırma kitabı olsaydı daha iyi olurdu.
– Onu da sen yap artık…
Neyse… Kitabın beğendiğim ve daha az beğendiğim yüz bir yanı var. Portreler, özellikle de Doğu Perinçek portreleri öğretici. Kentli-köylü, aydın-sıradan militan ilişkilerine bakış önemli.
İnsan yaşadığı dönemi, başka bir kalemin ürünü olarak okuduğunda kaçınılmaz olarak tenakuza düşüyor. Dönemin bilgi, belge ve yayınlarından çok, Zileli’nin belleğine güvenerek kaleme aldığı olaylar, bakış açısı, ayrıntısı, tahlili açısından her zaman yeteri kadar derin olmasa da dönemi yaşamışlar açısından tatmin edici. Bir dönemdaşımın saptamasını da aktarmakta yarar var:
İki meseleye takıldım ben: Birincisi o yıllarda, bu kadar çok sayıda ve üstün nitelikli aydın, nasıl oldu da, gözleri az çok kapalı ya da bireyselliğini koruyamadan bu akıma kaptırdı kendini? Biz o zaman neden bugünkü kadar eleştirel ve sorgulayıcı olamadık? Ve bugün, yani 80 sonrası aydın kontenjanı bu örgütü terk ettikten sonra, bunlar nasıl oldu da bu kadar milliyetçi, bu kadar gerici ve bu kadar sathi hale geldiler?
Kitabı bitirdiğim gün, bir toplantı için Brüksel’e gidiyordum ve bizim oradaki eski yoldaşımız Hadi’ye (Uluengin) bir sürpriz yapayım dedim. Çünkü o benden, kendisiyle ilgili olarak Zileli’den sonra iki numaraya yükselen Hasan Yalçın’ın yazdığı “Dönekler Portresi”nin yayımlandığı Aydınlık dergisinin son sayısını istemişti. Faşizme MHP’lilerden daha hızlı ve yoğun bir şekilde yol alan derginin son sayısının yanına, Zileli’nin kitabını, Aydınlık’ı okuma rehberi olarak ekledim. Hadi, o akşam bir Yunanlı dostuyla bizi domuz kaburga yemeğe götürdü; gece evinde biraz sohbet ettik. Sabah kalktığımda Hadi uykusuzluktan çökmüştü: “Okumaya başladım, bırakamadım, biraz önce bitirdim. Rahatladım!”
İki üç gün sonra Brüksel’den İstanbul’a dönerken, havaalanında Edwy Plenel’in son kitabı Secrets de jeunesse’e (Gençlik Sırları) rastgeldim. Plenel, Le Monde’un Yazı İşleri Müdürü. Daha önce de Un Temps de Chien (Bir Köpek Zamanı) adlı kitabını okumuştum. Plenel, 80’li yıllarda Le Monde’un “aşırı soldan sorumlu” muhabiriydi. Sonraları serbest muhabir olarak Le Monde’da siyasi skandal haberlerine imza atmıştı. “Bir Köpek Zamanı,” Mitterrand’nın bir cümlesi üzerine kaleme alınmış önemli bir gazetecilik kitabı. Sosyalist(?) Cumhurbaşkanı, adının mali bir yolsuzluğa karıştırılması üzerine intihar eden işçi kökenli Başbakanı Pierre Bérégovoy’nun mezarı başında yaptığı konuşmada, “Arkadaşımızın cenazesini köpeklere bırakmayacağız” demişti. “Köpek”ten kasıt, mali yolsuzluğu deşen Le Monde muhabiri Edwy Plenel’di. Plenel de, “Kedilere” ithaf ettiği “Bir Köpek Zamanı” adlı kitabında, gazeteci-iktidar ilişkilerini hem teorik hem de uygulamalı olarak deşmişti. Daha sonra Mitterrand’nın Elysée Sarayındaki özel istihbarat timinin yasadışı ve gizli bir şekilde telefonlarını dinlediği şahsiyetler listesinde Plenel’in adı da yayımlanmıştı.
Plenel, bu kez yine tek bir olaydan yola çıkıp hem kendi Troçkist militan gençliğini anlatıyor hem de gazetecilik ile siyaset arasındaki ilişkileri kurcalıyor. Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda faşist Le Pen’e yenilerek devre dışı hatta siyaset dışı kalan eski sosyalist başbakan Lionel Jospin’in yıllardır, aslında Sosyalist Partiye sız(dırıl)an Troçkist bir militan (Denizaltı) olduğunu yalan söyleyerek gizlemesini deşiyor Plenel. Ama ne deşme!
Le Monde’un bugünkü Yazı İşleri Müdürü öncelikle açık yüreklilikle kendi geçmişini sergiliyor, sonra da Lev Troçki’nin Büyükada’da başlayıp Danimarka üzerinden Fransa, oradan da Meksika’ya uzanan sürgün yıllarında siyaset ve gazetecilikle ilgili düşünce ve eylemlerini neredeyse bir doktora tezi araştırmacılığıyla ama hep bir anı-roman tadında veriyor. Plenel gençlik sırlarını, sigara ve kahve eşliğinde, zaman zaman durup, esin perisini beklerken göğe bakarak yazmamış. İki yüz elli sayfalık kitabın sonunda altı sayfalık bir kaynakça var. “Her kitap aslında kitaplardan yapılır” diyerek başladığı kaynakçada, gençlik dönemi broşürleri ve Le Monde’un arşivi de yerini alıyor.
Plenel’in kitabında bir başka ilginç nokta, kitabın yayımlandığı 2001 sonundaki Fransız aktüalitesine de göndermeler içermesi. Yaklaşık son seksen yıl içinde Troçki, Fransız Troçkistleri ve gazetecilik konularında ne olup bitmişse, ne yayımlanmışsa herhalde hepsini olmasa da büyük bir çoğunluğunu “Gençlik Sırları”nda okumak mümkün.
Plenel de, kendi geçmişine eleştirel ve sorgulayıcı bir şekilde yaklaşırken, militan arkadaşları ya da örgüt lideri hakkında çeşitli anekdotlar aktarsa da ağırlığı, Troçkist ideolojinin uygulamada sınanan olumlu ve olumsuz yönlerine veriyor. Bir sürü dedikodu, bir sürü özel sohbet notlarının yanısıra derin siyasi, ideolojik ve kültürel tahliller var.
Plenel’in Troçkist militanlığı, Ligue Communiste Revolutionnaire (LCR-Devrimci Komünist Liga) örgütünde başlamış ve son bulmuş. Oysa ki Jospin rakip gruptan: Organisation Communiste Internationaliste (OCI- Enternasyonalist Komünist Örgütü, bir başka deyişle Lambertiste’ler).
Troçki’nin André Malraux ile görüşmeleri, Fransız Troçkistleri arasındaki kısır örgüt çekişmeleri, Troçki’nin en yakınındaki dost ve arkadaşlarının özel anıları, Plenel’in kimi zaman olay yerine gidip yaşayanlardan aldığı bilgiler, kimi zaman da uzun bir arşiv tarama çalışması sonucunda okura ulaşıyor.
Fransa’nın önce Karayipler’deki topraklarında daha sonra da Cezayir’de tarih profesörlüğü yapan bir babanın oğlu olan Plenel, Cezayir Savaşını, 68 Mayısını ve Paris’e ilk geldiği dönemdeki Troçkist dünyayı usta bir röportajcı kalemiyle aktarıyor.
Zileli’nin anıları ile Plenel’in gençlik sırları ne derece kıyaslanabilir?
Ben iki kitabı peş peşe okuduğum için kaçınılmaz olarak ortak ve farklı yanlar buldum. Ama Türkiye ve Fransa’da solculuğun, devrimciliğin, Marksist militanlığın, entelektüelliğin tarihi, konumu ne derece kıyaslanabilirse, bu iki kitapta da o derece kıyaslanabilir.
LCR, Plenel’in kitabı piyasaya çıkmadan önce mahkemeye başvurup yayın yasağı talep etmemiş. Tüm eleştiri ve tanıtım yazılarını okumadım ama bugünkü LCR yönetiminin Plenel’i döneklikle suçlayan bir yazısına rastlamadım.
Zileli yaşça biraz daha büyük ama ikisi de aşağı yukarı aynı dönemleri (1960-80) anlatıyor. Biri Maocu diğeri Troçkist. Bu önemli bir fark. Biri Türk, diğeri Fransız. Bu daha da önemli bir fark.
Plenel, bugün mesleğinin zirvesinde bir gazeteci. Ama Le Monde’un yönetiminde solculuğun izlerine pertavsızla bile rastlamak pek güç. Zileli, yaşamını yazarak idame ettiriyor. Hâlâ solcu… Mersi!