1 Mayıs 1977…

 

Taksim’deki 1 Mayıs’tan eve yeni dönmüştük ki, Yayın Kolektifi’nden bir arkadaşım arayıp “Haber Türk’te Halil Berktay’ın söylediklerini izledin mi?” diye sordu. İzleme olanağım olmamıştı doğal olarak. Hemen ekledi: “Halil Berktay, 1 Mayıs 1977’de devletin provokasyonu olmadığını, solun kendi kendine provokasyon yaptığını söyledi. Öyle ki, programın diğer katılımcısı Ömer Laçiner’in ağzı şaşkınlıktan açık kaldı.” “Bana yollasana linkini” dedim. Sağ olsun, hemen yollamış.

Ancak ne yazık ki, bizim burada hatlar iyi çekmiyor. Gece yatmadan programı izlemek için Ceren’le birlikte epey çabaladık. Yalnızca Ömer Laçiner’in konuşmasının baş kısmını kopuk kopuk izleyebildik. Bu kısımda Ömer Laçiner, o zamanki “Maocu” grupları anlatıyordu.

Gecenin saat 3’ünde uyku tutmadı, belki gecenin sessizliğinde hatlar daha iyi çeker düşüncesiyle yeniden izlemeye teşebbüs ettim. Sonuç, yine başarısızdı. Sonunda, hazır kalkmışken, arkadaşımın verdiği bilgiye dayanarak bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Halil Berktay’ın sözleri ne derece gerçeğe tekabül ediyor? Tepki göstermeden önce olayı yeni baştan tahlil etmeye çalışmak en iyisi.

Aslında Havariler (1972-1983) kitabımın 264-275. sayfaları arasında 1 Mayıs 1977 olayını kendi yaşadıklarımdan hareketle uzun uzadıya anlatmaya çalışmıştım.

Oradaki anlatımlarıma, daha sonra edindiğim bazı bilgilere ve olay öncesindeki ve Taksim Meydanı’nda gördüklerimi yeniden hatırlamalarıma dayanarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim: Solun bir kısmını (bütününü kesinlikle değil) oluşturan Maocu ve Sovyetçi grupların şiddetli rekabet ve düşmanlığının provokasyon ortamını hazırladığı ve başlattığı doğrudur ama bu, gerçeğin sadece bir bölümüdür. Diyelim ki, devletin gizli güçlerinin bu provokasyonun hazırlanmasında hiçbir rolünün olmadığını ya da bu konuda net deliller olmadığını düşünsek bile, Taksim Meydanı’nda ölenlerin aşağı yukarı hepsinin (Tarlabaşındaki “Maocu-Sovyetçi” çatışmasında öldürülen DİSK görevlisi dört Uzel işçisini çıkarırsak), devletin polis güçlerinin yarattığı kasıtlı panik sonucunda ezilerek öldükleri açıktır ki, solun bir kesiminin provokasyon ortamını hazırlaması gerçeği, devletin, çıplak gözle bile görülebilen provokasyonu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

İsterseniz filmi yeniden geriye saralım.

Provokasyon ortamı nasıl yaratıldı?

Maocu Aydınlık hareketi, her ne kadar 1 Mayıs öncesinde aniden manevra yapıp 1 Mayıs’a bağımsız bir “Maocu blok” olarak katılmanın bir provokasyona yol açabileceğini açıklayarak bu bloktan çekilmişse ve uyarıcı açıklamalar yapmışsa da, provokasyonun ideolojik ortamının yaratılmasındaki sorumluluğundan kurtulamaz.

O sırada yöneticisi olduğum, Aydınlık hareketinin yayını haftalık Halkın Sesi dergisi, bu ideolojik ortamın yaratılmasında tayin edici role sahiptir. 1 Mayıs’dan haftalar önce, TKP başkanı İ.Bilen’in ve Sovyet yanlısı DİSK’li sendikacıların karikatürünü çizip Halkın Sesi’nin kapağına koyan ve işçileri onların üzerine yürür ve zincirleri kırarken resmedip “kıralım revizyonist zinciri” sloganı atan bizdik. Bununla da kalmadık. 1 Mayıs’a giden günlerde Sovyetler Birliği’ne ve Sovyet yanlılarına karşı düşmanlığın dozunu iyice arttırdığımız gibi, 1 Mayıs’a bağımsız bir “Maocu blok” olarak katılmak gerektiği fikrini de işledik.

O sırada “Maocu Blok”ta, Çin Komünist Partisi’nin resmi mührünü elinde tutan Aydınlık hareketinin yanı sıra, THKO kökenli Halkın Kurtuluşu, THKP-C kökenli Halkın Yolu ve TKP-ML kökenli Halkın Birliği hareketleri yer almaktaydı ve daha önemlisi, bu gruplar arasında, “Maocu” blokta önderliği kapma yolunda yoğun bir rekabet yaşanmaktaydı. “Maocu blok”ta, “revizyonist” adı takılan Sovyet yanlılarına karşı bu kadar yoğun bir düşmanlığın gelişmesinde, o zamanki Çin-Sovyet çatışmasının yanı sıra, bu rekabetin de fazlasıyla etkili olduğunu görmek gerekir. Öyle ki, o sıralar Maocu saflarda daha aklı başında ve serinkanlı bir tutum önerecek olanların, diğerleri tarafından “revizyonistlerle uzlaşmakla”, hatta onların gizli işbirlikçisi olmakla suçlanması kaçınılmazdı ve bu yüzden bütün gruplar birbiriyle Sovyetçilere karşı keskin tutum alma yarışı içindeydiler. Öyle sanıyorum ki, Sovyetçi saflardaki TKP, TİP, TSİP gibi partiler arasında da Maoculara karşı keskin tutum alma yarışı söz konusuydu ve bu da o saflarda aklıselimin hakim olmasını engelliyordu.

1 Mayıs’tan birkaç gün önce, Aydınlık hareketi blok olarak yürümekten vazgeçti ve taraftarlarının kitle örgütlerinin içinde yürüyeceğini açıkladı. Bu, net bir şekilde belirtmek gerekir ki, aklı başında ve doğru bir tutumdu ama artık çok geçti. Uçuruma doğru 150 kilometre hızla ilerleyen arabanın uçuruma yuvarlanmasını, frene bassanız da önleyemezsiniz.

Bundan sonra, Aydınlıkçılar, diğer Maocu grupların bağımsız bir blok olarak meydana girmemesi için çaba gösterdiler. Parti talimatıyla bu çabayı gösterenlerin en başında ben vardım. “Üçlü blok”un son hazırlık toplantılarına katılarak ya da afişe çıkma hazırlıkları içindeki taraftarlarının karşısına çıkarak uyarılarda bulundum. Hatta, aslında somut bir “istihbarat” bilgimiz olmamasına rağmen, “bir provokasyonun hazırlanmakta olduğu” uyarısını bile yaptım. Bu çabalarım elbette sonuç vermedi. Çünkü, diyelim ki, bizim sözlerimizden etkilenerek blok halinde yürümekten vazgeçecek bir grup, diğerleri tarafından “revizyonizmle uzlaşmakla” suçlanır ve taraftarlar nezdinde güç kaybederdi. Örgütler de insanlar gibi, şahsi çıkarlarını düşünen oportünistlerdir.

Öyle ki, bizim bu “hayırsever” çalışmalarımızda bile örgüt menfaatinin belirleyici olduğunu net bir şekilde ortaya koymam gerekiyor. Bir yandan, gerçekten bir provokasyon olmasından korkuyorduk ama bu korkumuz, o meydanda işçilerin zarara uğramasından ve hakim sınıflara koz vermekten çok, örgütümüzün de bu provokasyonun altında kalacağı endişesinden kaynaklanıyordu. Daha önemlisi de, aslında “üçlü blok”u tuttuğu yoldan döndüremeyeceğimizi içten içe bilmemize rağmen, uyarılarımızı ısrarla yapmamızdaki belirleyici güdü, provokasyonu önlemekten çok, gerçekleşmesi büyük ihtimal olan provokasyondan sonra, uyarılarımıza rağmen bizi dinlemeyip buna alet olan Maocu rakiplerimizi bir güzel köşeye sıkıştırmak, hırpalamak ve onların saflarından güç devşirmekti.

1 Mayıs 1977’ye gelelim. Biz, açıkladığımız gibi, kitle örgütleriyle katıldık yürüyüşe. Benim ve Hasan Yalçın’ın somut bir kitle örgütümüz olmadığından, yanı başımızdan ayrılmayan ikişer genç muhafızımızla birlikte, Saraçhanebaşı’nda Nakliyat-İş sendikasının içine “sızdık” (şu işe bakın ki, 35 yıl sonra, bugün, aynı Nakliyat-iş sendikasının flaması önümden geçti). Bizim arkamızda Kurtuluş grubu vardı. Kurtuluş grubu ile “Üçlü blok” arasında neredeyse yarım kilometre kadar bir boşluk bulunuyordu ve kenarlarda yürüyen eli sopalı DİSK görevlisi işçilerin, “üçlü blok”a karşı önceden bir hayli “bilinçlendirildikleri” ayan beyan belli oluyordu.

Yürüyüş kolu ağır tempolu bir yürüyüşle Şişhane’den geçti ve Tarlabaşı tarafından Taksim Meydanı’na girmeye başladı. Tarlabaşı’ndan Taksim’e girmek üzereyken dönüp son bir kez geriye baktım. DİSK görevlisi işçiler ve “böcek” adı verilen küçük arabalarına binmiş DİSK yöneticileri büyük bir telaş ve gerginlikle aşağıya, “Üçlü blok”a doğru akmaktaydılar.

Sonra meydana girdik. Harbiye ile Taksim Meydanı’nın birleştiği noktadaydık. Harbiye tarafından, eğer yanılmıyorsam Dev-Yol geliyordu. Taksim Gezisi’nin merdivenlerinde kurulmuş olan kürsüde Kemal Türkler konuşmaktaydı. Kemal Türkler, konuşmasını, belki biraz da aceleyle bitirip meydandakileri saygı duruşuna çağırdı. Fakat o büyük kalabalık saygı duruşunu tam olarak algılayamamıştı. Sloganlar atılmaya devam ediyordu. İşte tam o sırada Tarlabaşı tarafından aralıksız ve çok yoğun silah sesleri gelmeye başladı. Bu silah sesleri kalabalık meydanda bir panik havası yarattı ve yanı başımızdaki insanların üstümüze yığılmasıyla yerlere yıkıldık. Bu kitlesel yere yıkılma ancak birkaç saniye sürmüş olmalı.

Ayağa kalktığımda gördüğüm manzara şuydu: En az üç panzer ve bir sivil polis aracı, çok iyi hatırlamıyorum ama galiba tazyikli su da sıkarak meydanı fır dönüyordu. Meydandaki büyük kalabalık, panzerlerden kaçabilmek için kenarlara doğru kaçışmaktaydı. Meydanın kenarlarındaki binaların önünde büyük bir izdiham ve sıkışma vardı. Bizim bulunduğumuz Taksim gezisi tarafında bu sıkışma olmamıştı, çünkü burası koca parka açılıyordu. Ama İnterkontinental oteli ve Kazancı Yokuşu tarafında büyük sıkışma yaşanmıştı ki, zaten ölenlerin büyük kısmı (birkaç kişi panzerlerin altında ezilerek ölmüştü) burada, kazancı yokuşunun başında, ezilerek ölmüştü.

Ben doğrudan görmedim ama anlatılanlardan, Tarlabaşı tarafında Maocu “üçlü blok”la Sovyet yanlılarının güdümünde bulunan DİSK’liler arasında silahlı çatışma çıktığını biliyorum. İlk silahı kim attı? Bunu bilmek mümkün değil. İki grup birbiriyle göğüs göğüse geldiği sırada kenardan birinin ilk ateşi başlattığı söyleniyor ama bu o kadar önemli değil. İki taraf da birbirine karşı kullanmak üzere ağır bir şekilde silahlandığına ve üzerlerindeki bu silahlarla karşı karşıya geldiğine göre, bir ajanın ilk atışı yapmasına bile gerek yok. Birbirine düşmanca bakan iki grup söz konusu. Bir grup öbürüne “sosyal-faşist” adını takmış; diğeri de ona “Maocu-faşist”. Yani her ikisi de kendisini komünist, karşı tarafı faşist olarak görüyor. Bir grup, ne pahasına olursa olsun meydana gireceğiz, revizyonist/sosyal-faşist zinciri kıracağız diyor. Bu grup artık DİSK görevlisi işçileri işçi olarak değil, sosyal-faşizmin militanı olarak görüyor. Diğer grup, Maocu faşistleri meydana sokmayacağız diyor ve “üçlü blok” içinde yer alanları birer devrimci ve işçi olarak değil, sosyal faşizmin ajanı olarak görüyor. Bu durumda iki tarafın birbirine silah sıkması için bütün koşullar tamamlanmıştır.

Evet, meydandaki paniği tetikleyen, orada “üçlü blok” tarafından açılan ateşle dört DİSK görevlisi Uzel işçisinin ölümüne sebep olan bu silahlı çatışmanın yarattığı büyük gürültü ve tarrakadır. Bu doğru. Ama eğer meydanda o polis panzerleri kalabalığı önüne katıp kovalamasa ve kenarlara sürmeseydi, kısa süreli bir panik yaşansa bile o korkunç sıkışma ve bunun sonucunda 30 kişinin ölümü söz konusu olmayacaktı.

Özetlersek:

Birincisi, bizim “revizyonist zinciri kıralım” sloganıyla Maocu-Sovyetçi çatışmasını kızıştıran tutumumuz;

İkincisi, “üçlü blok”un meydana bağımsız olarak yürüme ısrarı;

Üçüncüsü, Sovyet yanlısı DİSK’lilerin “Maocu faşistleri meydana sokmayacağız” inatçılığı;

Tarlabaşı’ndaki silahlı çatışmaya yol açmıştır. Buraya kadarki safhada devletin gizli güçlerinin nasıl bir rol oynadığına ilişkin somut bir bilgi ortaya çıkmış değildir. Ne var ki, bir çatışmanın çıkacağına yüzde yüz gözüyle bakan devlet güçlerinin Taksim’deki kıyımı doğrudan ve açıktan örgütlediği son derece açıktır. Solcu muhayyelemizin (ya da masal üretme yeteneğimizin diyelim isterseniz) sonradan yarattığı gibi, İnterkontinental otelinden ya da Sular İdaresi’nden ateş edilmesine gerek yoktu. Tarlabaşı’ndaki silahlı çatışma “bir kıvılcım”ın bütün ormanı tutuşturmasına yetmişti. Bundan sonra devreye polis panzerleri girmiş, doğrudan kendilerinin ezip öldürdüğü birkaç gösterici bir yana, yarattıkları izdiham ve sıkışmayla meydandaki ölümleri gerçekleştirmişlerdir. Yani, provokasyondan, Maocu ve Sovyetçi gruplar kadar devlet güçleri de sorumludur. Hatta devlet güçleri daha çok sorumludur. Çünkü eğer panzerlerin yarattığı izdiham olmasaydı, muhtemelen, Tarlabaşı’ndaki silahlı çatışmada vurulan dört işçinin dışında, meydanda sadece küçük bir panik yaşanacak ama ne çatışma olacak, ne de izdiham yaşanacaktı, dolayısıyla ölüm sayısı da en fazla 5-6 civarında kalacak, otuzların üstüne kesinlikle tırmanmayacaktı.

Devletin katliamdaki rolü (diğer gizli provokasyonları, içine sızdığı gruplardaki kışkırtıcı rolünü falan bir yana bırakıyorum) bu kadar açıkken, Halil Berktay acaba neden bütün suçu, üstelik sadece çatışan iki sol grubun değil, bu çatışmada hiçbir rolü olmayan solun bütününün sırtına yıkmak istiyor? (Haber Türk’teki konuşmasını izleyemediğimden, eğer yanlış aktardıysam, bu söylediklerimi hemen geri almak kaydıyla.)

 

Gün Zileli

2 Mayıs 2012

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

69 Comments

  1. O Halil Berktay nasıl bir yaratık, eskiden de mi böyleydi anlamış değilim. Efendilerine yaranmak için düştüğü aczin insani hiçbir tarafı yok. 20 yaşındayım, acıyarak bakıyorum o adama, hiçbir şey için bu kadar küçülmeye değmez.

  2. Halil Berktay’ın söyledikleri: “Derin devlet güçlerinin, 1 Mayıs’a karşı sola karşı, komplosunun ürünü olduğu kanısında değilim, öyle bir katliam tertibinden söz edilemez”

  3. peki, bu solun kendi kendisine provokasyonudur demiş midir?

  4. İntercontinental otelinden herhangi bir atış yapılmadı mı peki? Buradan ateş eden insanlara şahit olan birçok insan var?

  5. Ben görmedim. Bu iddia edildi ama hiçbir şekilde kanıtlanamadı ne yazık ki. Bana soracak olursanız meydanda çok az ateş edilmdi. Ölenlerin büyük kısmının ezilerek ölmüş olması da bunu gösteriyor.

  6. Otelin ve sular idaresinin üzerinden ateş açıldığına şahit olduğunu söyleyen, yazan insanlar tanıyorum. Bunun kanıtlanamadığını da ilk kez duyuyorum desem.

  7. H. Berktay: “1 Mayıs 1977, solun kendi iç işidir. Başka hiçbir şey değildir”

  8. habertürk konuşmacı olarak katılacaktı H.B. disk kayması mı ne olmuş programa telefonla katıldı…Laçiner aynen senin anlattığın gibi o zamanki siyasal durumu özetledi…ama h.b konuşmaya başladı herkezin özellikle laçinerin gözleri faltaşı gibi açıldı(ben h.b söylediklerinden bi şey anlamıdım adam her kelimeden sonra eeeeeeee gibi tamlamalar yapıyor çok komikti)sonra programdan ayrıldı zaten program 20 dakika sürdü sürmedi.devletin parmağı yoktur diye kesin bir dille telafuz etti ama gruplar içine karışan ajanlar olabilir ama buna da inanmıyorum dedi?

  9. Güçlü, görenler bunu söyleyebilir. Belki de gerçekten görmüşlerdir. Ben görmedim şahsen. Görmemiş olabilirim elbette ama burada önemli olan şu: Ateş açıldıysa, ölenlerden bir kısmının mermiyle ölmüş olması gerekirdi. oysa ölenlerin çoğu ezilme sonucu Kazancı yokuşunda öldüler. Bu ezilmeye yol açan ise, panzerlerdi. Bu kanıtlanmıştır. Ama ateş açıldığı kanıtlanmış değildir.

  10. Halil Berktay, bunu nereden biliyor ki? Devlet mi kendisi? Peki o izdihama yol açan panzerler de mi sola aitti:)

  11. “Devrimci Yol” dergisinin ikinci sayısının kapağında, Sular İdaresi’nin çatısında ayakta duran ve ellerinde tüfek tuttukları açık seçik belli olan üç kişinin fotoğrafı yer almıştır.

    Aşağıdaki linkte sadece iki kişinin resmi var ama DY’nin 2. sayısında üçüncü kişi de görülebiliyor.

    http://belgebilgi.blogspot.com/2009/04/kanl-1-mays-gazete-mansetleri-ugur.html

  12. Güçlü, bu fotoğrafı ilk basan Halkın Sesi dergisidir. Bunlar, olaylar olup bittiktean sonra oraya gelen ve arama yapan polis ekiplerinin resimleridir. Sen ateş edenlerin oraya gündüz vakti avcı gibi ellerinde tüfekle oraya çıkabileceklerini düşünebiliyor musun? Bunlar tevatür ne yazık ki. Devletin provokasyonunu çok daha derinlerde aramak gerekir. Ve tabii bir de çok açık olan bir şeyde: Silahlar patladıktan birkaç saniye sonra o panzerler nasıl olmuştur da meydanı birbirene katmıylardır? Demek ki, böyle bir şeyin olacağını biliyorlardı ve silahlar patlar patlamaz insanları ezmek üzere harekete geçtiler.

  13. Belgebilgi’deki fotoğraf silahlı sivil polislerin alana bakarkenki fotoğrafları gibi. nişan alıp alandakilere ateş eden kişilerin fotoğrafları gibi değil.
    Eğer ateş edilmediyse, olay sadece sol grupların kendi aralarındaki kin ve nefretlerinin sonucuysa, ne traji-komik bir durum olur! 35 yıllık bir balon ağır ağır solup söner. Devletin veya gizli güçlerin provakasyon yapmasına gerek olmadan, kendi içinde birbirini provake ederek ölen ve eriyen bir sol… En kitlesel döneminin sonunun başlangıcı… Sığ kavgaların keskin söylemli, ateşli militanları ve örgütleri…

  14. yalnız o kadar kestirmeci olmayalım. Birincisi, bu provokasyondan bütün sol sorumlu değildir. Sadece maocu ve sovyetçi gruplar sorumludur. ikincisi, devletin bu ortamı değerlendirerek provokasyonda belirleyici rol oynadığı açıktır. Tek başına o panzer rezaleti bile bunu kanıtlar.

  15. Nail Güreli’nin kaleme aldığı “İki 1 Mayıs” isimli kitapta bu mevzu hakkında birçok tanıklık var. Tamamı mı yanılıyor bu tanıkların?

  16. Güçlü, ben kimseyi yalanlamak durumunda değilim. ama bu tür tanıklıklar bugüne kadar çok inandırıcı olamadı. Bu olayı yaşayan on binlerce insan var. Eğer bariz bir ateş açma olayı olsaydı binlerce görgü tanıklığıyla ortaya çıkardı. Kaldı ki, meydanda ölenler mermiyle ölmüş değil çoı-ğunlukla. Panterlerin yarattığı paniğin sonucu ezilerek ölmüşler. Provokasyonu inandırıcı olmayan efsanelerde değil, açık, bariz parzer saldırısında görmek daha mantıki değil mi,/

  17. Gün abi, Nail Güreli’nin kitabında şöyle yazıyor:

    istanbul cumhuriyet savcılığı toplum suçları bürosu hz.1977/14562, iddia no:1977/158 sayılı iddianamesinde olay anı şöyle anlatılıyor:”olay çıkarma anı çok iyi hesaplanmıştır, gerek beşiktaş’ta gerekse saraçhane başında toplanan topluluk saat 10’dan beri ayaktadır. üstelik muhtemel bir saldırıya karşı tetikte ve tedirgindir. ayrıca mitingin bitti bitecek anına gelinmiştir. bu suretle topluluğun fiziksel gücü oldukça tükenmiş, dikkati dağılmış, dönüş hazırlığına da girişmiştir. alanda 100 binin üzerinde bir kalabalık mevcut olup bunun bir bölümünü taşradan gelen, istanbul’u ve alanı tanımayan öğretmenler, işçiler ve dernek mensupları oluşturmaktadır. tanık ifadelerine göre önce abdülhak hamit caddesi üzerinden bir el, arkasından iki el peşpeşe silah atılmıştır. bu kesimi kısmen “kurtuluş” grubu işgal etmektedir. tesadüfi olmayan bu atışları intercontinental otelinin muhtelif kat ve bölümlerinden, bu otelin yanındaki inşaat ve çiçekçi dükkanı içinden, sular idaresine ait duvardan, ortağ restoranın bulunduğu ve civarında ozalit yazılı bulunan binasının çatısından, abdülhak hamit caddesi içinden, ptt binası üstünden, pamuk eczanesi üstünden veya civarından aynı anda başlayan seri atışlar izlemiştir … bir kısmı uzun menzili silahlardan atıldıkları iddia olunan kurşunlar alandaki büyük topluluğun ve kürsüdeki konuşmasının son sözlerini söylemekte olan kemal türkler ile protokole dahil olanların ve kürsünün etrafını çeviren diğer kalabalığın başlarının üzerinden geçmeye başlamıştır. bu durum karşısında yukarıda temas edildiği şekilde içinde bulunduğu yorgun, dalgın ve tedirgin atmosferin de etkisiyle büyük kalabalık içine düştüğü bu cehennemi kaos içinde ve can korkusu altında paniğe kapılarak silahların atıldığı, kurşunların geldiği ters istikamete doğru kaçmaya başlamıştır … taksim alanında yaratılan ve kısa zamanda kıyıma dönüşen bu kararlı saldırı ve terör hareketi tanık ifadelerine göre ortalama 8-10 dakika sürmüş ama alanda bir kan denizi halini almıştır. 8-10 dakika içinde meydana gelen saldırının bilançosu 34 ölü ve 126’dan fazla yaralıdır.” iddianamede olayların tartışıldığı bölümde ise şunlar yazılıyordu:
    a) olaylar sırasında alanda 100 binin üzerinde bir topluluk vardır.
    b) alanın en hakim noktalarından ve alanı boşaltacak yolları kontrol edebilecek mevkilerden, aynı anda seri atışlar başlamıştır. (örneğin gümüşsuyu caddesine kaçma istikametini kontrol eden intercontinental oteli yanındaki çiçekçi dükkanı üstü ve arkasındaki tahta perdeyle çevrili yeni inşaat) polis memuru nazmi arı, intercontinental’in yanındaki yolun ağzında, buradan açılan ateş sonucu ölmüştür. harbiye’ye açılan cumhuriyet caddesinden kaçışı kontol eden ptt binasının üstü ile ortağ restoranın bulunduğu ve duvarında ozalit yazılı binanın çatısı, tarlabaşı’na giden abdülhak hamit caddesinin içi, istiklal caddesiyle sıraselviler caddesine hakim olan sular idaresine ait olan duvar, alanın orta kesimini ve kürsüyü kontrol edebilir yerde olan intercontinental oteli.
    c) bazı yerlerden halkın arasına, aynı anda patlayıcı maddeler atıldığı da ifade edilmektedir. (gerçekten zabıtaca alanın çeşitli yerlerinde üstünde torpil yazılarını havi patlayıcı maddeler ele geçirilmiştir) (polis dosyası)
    her tarafta birden başlayan atış ve patlama sesleri arasında halkın büyük bir kısmı ve özellikle disk’e bağlı işçiler kısmen yere yatıp, kısmen de en emin gördükleri geriye doğru kaçarlarken önlerinde disk iççilerinin bulunması nedeniyle o tarafa kaçamayan bir kısım halkta kurtuluşu intercontinental otelinin yanında ki kazancı yokuşundan aşağı kaçmakta bulmuştur. bu yokuştan kaçmaya çalışan topluluk aşağı yukarı anıtın çevresinde ve önünde toplanan dev-genç, töb-der, mem-der gibi dernek ve kuruluşların oluşturduğu insanlardır. nitekim ölenlerden birisi töb-der’li öğretmen, 9’u öğrenci, 9’u da halka mensuptur. yine tanık beyanlarına göre ancak kazancı yokuşu ağzına gelindiğinde bu defa yokuşun biraz altında kaçışan halka doğru atışlar başlamış, şu durum karşısında geri dönüp kurtulmak isteyen topluluktan, arkadan gelen habersiz büyük kalabalığın altında kalarak asfeksi ve boğulmalar sonucu hayatını kaybedenler olmuştur. sonuç olarak kazancı yokuşu ağzında bu şekilde 25’e yakın insan ölmüştür. alanın en hakim ve stratejik noktalarından 10 dakika kadar devam eden seri atışlarda 2 bine yakın mermi yakıldığı ifade edilmektedir.
    bu durum karşısında eğer hedef gözetilerek ateş edilmiş olsaydı, kurşunla 5 ölü, 32 yaralı değil bu rakamların çok üstünde ölüm ve yaralanmalar meydana gelirdi. o halde tertip olunan bu hareket 100 bin kişinin üstünde mitingi izlemekte olan halk üzerinde yılgınlık, panik ve korku yaratmayı amaçlamakta idi. şunu da eklemek gerekir ki yukarıda açıklanan mihrak ve stratejik noktalardan açılan bu seri atışları takiben alanın içinde ve dışında panzerlerin siren çalmaya başlamaları, halkın arasında alanın o tarafına bu taraftan ilerlemeleri, ses bombaları atmaları ve bir yerlere sığınan halkın üzerine su sıkmaları, ateş açmaları normal muhakeme ve soğuk kanlılığını büyük ölçüde yitirmiş, can korkusu içinde bu 100 binlik kitlenin panik içinde düşmesini süratlendiren diğer bir etken olmuştur. o kanlı mayıs gününde halkın üzerine ateş açılan yerlerden biri sular idaresiydi. sular idaresinin üzerinde kalabalıkça bir grubun başında elinde makinalı tabanca olan birinin ötekilere amir gibi davranıp emriler verdiği istiklal caddesinin girişindeki fırının üst katından görülüyordu,
    (nail güreli, iki 1 mayıs, gir yayınları, mart 1979, sayfa 137)

    sular idaresinin üzerinde bulunan 60 kişilik grupla ilgili olarak dönemin istanbul belediye başkanı ahmet isvan şunları söylüyordu:

    “çok sayıda insan oradan bir çok kişinin elleri enselerinde kılıkları komando askeri filan gibi kılıkta … paçaları potinlerinin içerisine konmuş haki renkli elbiseli çok sayıda insanın elleri enselerinde indirildiğini söylüyorlar. polise soruyoruz, “polis geldi bunları aldı, götürdü” diyor … bir çok kişiler. arandı, silahlar yukarıda bıraktırıldı, adamlar aşağıya indirildi, götürüldü … toplum polisi amirine, duvarın üzerindeki adamları gösterdim bunların kimliği tespit edildi mi? elinde silah var, buradan ateş edildi dedim … bu konuyu soruşturmayı yürüten savcılarla da görüştüm. o zaman sular idaresi dubarı üzerinde eli silahlı kişilerin fotoğrafı yayınlanmıştı. bunun tespit edildiğini polis şefi uğur gür gelip fotoğraftakinin kendisi olduğunu söylemiş.” (ages. 179)

    mhp genel başkanı alpaslan türkeş’in özel notları arasında adı geçen “özel” eğitimli, mhp’ye yakınlığı ile bilinen siyasi polis şefi uğur gür’ün sular idaresi üzerinde ne aradığı bugüne kadar araştırmamıştır. üstelik sular idaresi duvarı üstünden indirilen grubun mevcudiyeti! polis tarafından reddedilmiştir. çok sayıda aksi tanıklığa rağmen. yine isvan, konuyla ilgili sorulara verdiği yanıtta: “evet, evet orasını çok iyi gören fırın olması lazım … asıl önemlisi başlarında bir amir bulunduğu, elinde makinalı tabanca bulunduğu, onları mevzilere yerleştirdiği ifadesi verildi … 50-60 kişinin başlarında bir amirleri olduğunu, elinde makinalı tabanca bulunduğunu, amir gibi bunlara emir verdiğini, diğerlerinin de bu emirleri yerine getirdiklerini söyleyen fırın işçilerinden tanıklar olacak” diyor. isvan chp araştırma kurulunun istediği tanıkları getirdiklerini, bunların ifadesinin yazılı olarak alınmadığını! belirtiyor ve rapor hazırlanıp, hazırlanmadığını bilmediğini amacın genel başkan’a bilgi sunmak olduğunu belirtiyor. dolayısıyla bu fırın işçileri ne mahkeme sürecinde ne de yakında hükümet olacak partinin belgelerinde tanıklıkları ile yer almıyor. oysa söz konusu olan siyasi polis şeflerinden birinin resimlerden de tespit edildiği üzere, sular idaresinin üzerinde görülmesi ve bazı kişilerin burada mevzilenmedir.

    olayların tanığı bir gazeteci ise şunları yazıyordu:

    “olaylar başlamadan 15-20 dakika önceydi. kürsü ve çevresinden çektiğimiz fotoğrafların filmlerini intercontinental otelinden fotoğraf çeken arkadaşlarımıza ulaştırmak gerekiyordu. o filmleri gazeteye götürecekti. bu nedenle kürsüden inip kalabalığı yararak intercontinental otele gittim. otelin resepsiyon memuruna gazetecilerin hangi katta olduğunu sordum. aldığım cevap 5. kattalar olduğu için bu kata çıktım. yanılmıyorsam, ya da aklımda doğru kaldıysa 208 sayılı odanın kapısı açıktı. odanın camlarından alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde tele-objektifli makinalar olduğunu gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. ancak odanın kapısından adımımı atar atmaz oldukça “mütecaviz” bir biçimde ve itilerek durduruldum. gazetecilerin bu odada olmadıklarını sert bir ses tonuyla söyleyen ve kapıyı hızla yüzüme kapatan kişi gözlüklüydü. kapı dışarı edilir edilmez odalara servis yapan garsona salt merakımı gidermek için bu odadakilerin kim olduğunu sordum. garsonun cevabı “polisler” oldu … silah sesleri başladığı zaman kürsüye yeniden dönmüştüm. ilk ateş sular idaresi tarafından başladı silah sesleriyle birlikte alanda biriken halk şiddetli bir rüzgarda buğday tarlası gibi dalgalandı.opera binası ve kürsüye doğru kaçmaya başladı. sular idaresi tarafından başlayan silah seslerinden çok az bir zaman sonra belki de bir iki saniye sonra, intercontinental otelinin önünden pamuk eczanesi tarafından silah sıkıldığını gördüm. ayrı ayrı noktalardan aynı anda büyük bir uyum içinde silahlar patlıyodu, alan 5 dakikada boşalmıştı.”

    (necati doğru, 8 mayıs 1977 politika)

  18. Burada isim vermem mümkün değil ama o gün Dev-Genç kortejinde yer alan bir tanıdığımın anlatımı da şu yönde:

    “Sanırım 15-20 bin kişilik bir kortejdik. Disk sabahtan akşama kadar oyaladı bizi, yürütmedi. Daha doğrusu önümüzü tıkadı. Tahminen 16:30 veya 17:00 sularında aniden yan yollardan geçerek(Akaretlerden geçmişiz. Benim İstanbul’a ilk gidişim olduğu için bilmiyordum.) koşar adım hızla Taksim’e çıktık. Anıtın bulunduğu bölgeye yerleştik. Yüzümüzü kürsünün bulunduğu Taksim Gezisi tarafına çevirdiğimizde sağ tarafımızda Kazancı yokuşu ve köşesinde Pamuk Eczanesi vardı. Kemal Türkler konuşmaya başlamıştı. Sol tarafımızda bir hareketlenme oldu. Kurtuluş’un en önde Marx, Engels ve Lenin’in resimleri bulunan dev pankartını bir an gördüğümü hatırlıyorum. Birden birkaç el silah sesi duyuldu. Hepimiz ani bir refleksle adeta üst üste yattık. Belki otuz saniye, belki de bir dakika. Tam ayağa kalkmıştık ki bu kez yoğun bir ateş başladı. Kitle bu kez yatmadı. Gerilmiş bir yay gibi silah sesleri arasında fırladı. En yakın çıkış noktası Kazancı yokuşuna doğru. Ben de oraya koştum. Bir an önümde bir insan duvarı hissettim ve adeta bu duvara tosladım. Çok kısa bir süre ‘bir şey yapmazsam burada ölürüm’ diye düşündüm. Kendimi geriye fırlattım. Tesadüfen tam arkam boşmuş. Koşarak Intercontinental’ın karşısına geçip tam alanın ortasında çimenlere yattım. Ne yapacağıma karar vermek için etrafı izlemeye başladım. Otelin dördüncü veya beşinci katının bir penceresinden 30 yaşlarında siyah elbiseli, esmer bir adam, elinde on dörtlüye benzeyen bir silahla alana doğru hedef gözeterek tak, tak, tak ateş ediyordu….”

  19. bunların hiç biri kanıtlanmadı ne yazık ki.

  20. eh bu daha somut bir tanıklık. ama yine de iddia edeceğim ki, esas olan panzerlerin saldırısının yarattığı paniktir.

  21. Hadi diyelim binalardan ateş falan edilmedi; panzerler ise ayan beyan ortadalar. Bütün film ve fotolarda hareket halinde gözüküyorlar. O gün hangi panzerde kimin görev aldığı, amirlerinin kimler olduğu bilinmiyor mu, onlar da mı “sol içi çatışma”nın ürünü?

  22. Zileli, 35 yıllık dedikoduyu yeni duymuş gibi ortalığa saldığı bir önceki yazısını gargaraya getirmeye çalışıyor ve “Bakın ben Halil Berktay kadar adileşmedim” demeye çalışıyor. Yemezler! Mayanız da ununuz da hamurunuz da suyunuz da huyunuz da aynı sizin. Zamane dönercileri bunlar. Tek farkla, Zaman gazetesinin dönercisinin söyledikleri kısmen de olsa daha doğrudur bile denilebilir. El bombalarının dükkanlara bırakıldığı iddiası uydurma ama polisle girilen silahlı çatışmanın ardından mermileri bitince etraftaki bazı dükkanlara silahını polise kaptırmayıp bir kenara saklamaya çalışan birkaç devrimci olmuştur. Sonradan dükkanlara gidip sahibinden “Kardeş emanetimizi geri ver” diyen ise asla olmamıştır ki zaten silahlı çatışmaya girenler takip sonucu gözaltına alınmış ve tutuklanmışlardır. Bu noktada kontrgerilla, dönerci, polis, Halil Berktay ve Gün Zileli hep beraber yalan söylemektedirler. İşçilerin devrimcilerin tarafından açılan ateş sonucu öldürüldüğü iddiaları da yalandır ve Gün Zileli ve Halil Berktay o gün ortalığı karıştırsın ve bugün de bu yalanları söylesinler diye yetiştirilmiş provokatörlerdir ve ajanlardır. Bu konuda en doğru kaynak 1 Mayıs soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcı yardımcısı Çetin Yetkin’in 1987 yılında Hürriyet (veya Milliyet) gazetesine 10. yıl münasebetiyle anlattıklarıdır, zaten Çetin Yetkin’e de soruşturmadan el çektirilmiş ve 1 Mayıs soruşturması da tamamlanamamıştır.

  23. kesinlikle haklısın. Katliama yol açtan resmi polis güçleridir (gizlileri ne yaptı bilmiyoruz tabii ki). Sorumlular bellidir.

  24. http://www.ilk-kursun.com/haber/102999

    Prof. Dr. Çetin Yetkin, “O dosyada can alıcı ve göz ardı edilen çok önemli noktalar vardı. İfadelerin her biri ayrı yerlerdeydi.” Yetkin, “İşte onlardan bazıları” dedi ve SÖZCÜ’ye şöyle şunları anlattı:

    İddianame 29 günde hazırlanmıştı
    “ Ele geçirilen 10 civarında tabanca vardı. Öldürülen kişilerin bu tabancadan çıkan mermilerle öldürülüp öldürülmediğini ortaya koyacak balistik kontrolleri bile yapılmamıştı. Ekspertiz raporu alınmamış, yaralıların raporu yazılmamış, ölenlerin ölüm raporları da dosyada yoktu.

    Tüm suç kanıtlarının değerlendirilmesi, iddianamenin yazılması 29 günde tamamlanmış. Açıkçası,. Toplum Suçları Bürosu olayı tam olarak soruşturmadan iddianameyi hazırlamıştı. 170’in üzerinde yaralı vardı. Bunlardan ölen var mı, sakat kalan var mı bunları da bilmiyorduk. Dosyada bununla ilgili hiçbir bilgi yoktu.

    Amir, ‘panzeri halkın üstüne sür’
    İddianamede inanılması güç ifadeler vardı. Örneği, ‘Mahkemeye sevk edilen sanıklar, olayın esas failleri değil, ikinci derecede failleridir. Bu insanlık düşmanı caniler, yüce adalete er geç hesap verecektir” deniliyor. Açıkçası iddianamede gerçek sanıkların olmadığı belirtiliyor ve olay tarihe havale ediliyordu.
    İddianamede ‘Emniyet müdürünün, valinin görevlerinde ağır kusuru vardır’ deniliyor. Ancak bunlar için de ne dava açılmış, ne de takipsizlik kararı verilmişti… Örneğin panzer şoförü ile ile ‘amirim’ dediği kişi arasındaki telsiz konuşmaları dosyada. Amiri, ‘panzeri halkın üzerine sür’ diyor. Şoför, ‘halkın üzerine sürersem vatandaş ölür’ karşılığını veriyor. Amir, emrini tekrarlıyor, ‘sür’ diyor. Bunlar, dosyada olduğu halde o kişiler hakkında hiçbir işlem yapılmamış. Orada panzerin altında kalıp ölenler var, yaralananlar var…

    Tam bir tertipti ben de alındım
    1 Mayıs olayı tam bir tertiptir. Kimin ne delili topladığını, tertibi düzenleyenlerin kontrol etme imkanları yoktu. Çünkü deliller farklı karakollar tarafından toplanmıştı. Ben bunları tek tek fişledim.
    Duruşmada sanıkların sorgusu yapılırken mahkeme başkanı duruşma savcısı olarak benim görüşümü sordu. Ben de onun üzerine ‘yapılmamış olan soruşturmayı yaptırabilmek’ için taleplerimi ilettim. Fotoğraflardaki bazı kişilerin kimliklerinin belirlenmesi, mermilerin balistik muayeneleri, vali ve emniyet müdürü hakkında işlem yapılmasını istedim. Taleplerim mahkeme kararı olarak zapta geçti.

    Sonraki celseden iki gün önce mübaşir bana bir zarf verdi. Açtığımda ‘duruşmadan alındınız’ yazıyordu. Yani, bana ikinci celseye çıkma şansı verilmedi. O dönem, mahkemenin hiçbir yazısına Emniyet cevap vermedi.

    Bombalar, adli emanetten çalındı
    Kazancı yokuşunun başında bir torba içinde patlayıcı madde bulunmuştu. Bunlar adli emanete kaydolmuştu. Emanet makbuzu da dosyadaydı. Burada yorumum şu: O bombaları taşıyan kişi ya panik sırasında öldü ya da yaralandı ve yapmak istediğini bu yüzden beceremedi.

    Komando j. Üsteğmen, yanındaki astsubay ve onbaşının alınmış ifadeleri ifadeleri var. Sular İdaresi üzerinden ateş edildiğini görünce, oraya hareket ettiklerini, ancak yukarıdan patlayıcı madde atıldığı için çarpışarak girdiklerini, o kişileri ellerindeki silahlarla yakaladıklarını ve Emniyet Siyasi Şubeye teslim ettiklerini belirtiyorlar. Ancak, bunlar hiç ortaya çıkmadı.

    Halkın içinde sağa- sola ateş ettiği görüntüleri olan bir kişi var. Bunun üzerinde hiç durulmadı ve soruşturulmadan kapatıldı. Otele müşteri alınmayacak denilmiş. Ancak o gün Amerikalılar ateş edildiği belirtilen kata yerleştirilmiş ve olaylardan sonra ülkemizden ayrılmış.
    Sonra mı ne oldu? Dosya Sıkıyönetime geçti. Kapandı gitti…
    SÖZCÜ

  25. Berktay, Taraf’taki beyanında, silahlar patladıktan sonra, gezi parkının merdivenlerine kadar olan 100-150 metrelik mesafeyi dizlerinin üzerinde emekleyerek gittiğini ve ondan sonra ayağa kalkmaya cesaret edip çevresine baktığını söylüyor. Bu, Berkttay7ın meydandaki durumu, en az beş dakika sonra, her şey olup bittikten sonra gözleyebildiğini ortaya koyuyor. Yani, atılan silahları görmesi mümkün olmayacağı gibi, parzerlerin yarattığı hengameyi ve izdihamı da göremmiş. Bu yüzden iyi bir görgü tanığı olarak ckabul edilemez. Ben ise, yere düştükten sonra 5 saniye içinde ayağa kalkmış ve panzerlerin yarattığı kargaşayı görmüştüm.

  26. Adileşen ben değilim, sensin arkadaşım. Yazık sana.

  27. selam ederim.ğördüklerimi ne eksik ne fazlaobjektif anlatmaya çalışacağım.beşiktaşta dev- genç kortejindeydim. saat 11*den beri bekliyorduk. barbaros bulvarının başlarındaydık. yanımdakaradenizden öğretmen remzi aksakal ve kızıldere sanığı bir abimiz vardı. remzi aksakaldaha sonra ünyede faşistler tarafından öldürüldü. hatta bir ara film artisti cüneyt ar5kınıda kortejin oralarda dolaştığını hatırlıyorum.sinirlerimiz ve sabrımız ğerilmişti .,bizi alana almayacaklarını falan düşünmeye başladık., sonunda saat 4 veya 4.30 sularında alana ğirdik ve anıtın ğezi parkına doğru bölümünde sıralandık.sanırım kemaltürkler konuşuyordu veye biyirmiştiki.,önce donuk.,derinden sular idaresi tarafından iki el silah sesi ğeldisonra bir cayırtı koptuve kitle dalğalandıbirbirimizin üstüne yığıldık., bir anlık bir kesintiden sonratekrar ateş başladı., ben sürünerk ğezi parkının önündeki taş merdivenli kürsünün yanına ğeldim., bu sırada panzerler ortaya çıkmıştıve alan kısmen yarılmışve azlmıştı., kürsüde işte o an disk ğenel sekreteri ve maden iş yöneticisi mehmet karacayı ğördüm., çok yakındık ve o insanların paniğini önlemeye çalışan bağırarak konuşuyordu., işte o an ğözlerimle ğördüğüm ve hiçunutamadığım olay oldu. karşıdaki otelin üst kesimlerinden ateş edilmeye başlandı, karaca bir ara eğilmek zorunda kaldı., ve kurşunlardan biri yanımda merdiven taşlarına carptı ve kuağımın yanından vızlıyarak ğeçti., abartmıyorum hayal de ğörmedim., buğünçoktan ölmüş olabilirdim.ve hızla oradan uzaklaşarakbeşiktaştan motorla karşıya ğeçtim.,,,,,,,,,şimdi mehmet karacanın anlatacak çoık şeyleri vardır diye düşünüyorum.,çünkü tkp üst düzey yöneticilerindendi o zamanlar. ama onlar susuyorlarotelden herhalde hayaletler ateş açmadı. orada mevvzilenmiş kişiler olduğuna eminim.. yanımdaki arkadaşları ancak iki sene sonra ğörebildim. benim ğördüklerim kısaca bunlaardır. yorumu ğün zilelinin yorumunabütünlükle katılarakdaha sonraya bırakıyorum.

  28. Bugünkü Radikal’de Ahmet İsvan’la söyleşi yapmışlar. Sular İdaresi çatısındaki tüfekli kişiler gördüğünü tekrarlıyor.

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1086806&Yazar=EZGI-BASARAN&CategoryID=97

  29. 1 Mayis 1977 alaninda en dikkati çeken ve en büyük pankart “Yasasin Sovyetler Birligi” idi. Dogru mu? Dogru.
    Mitinge katilan Aydinlik grubunun stratejisinde bas düsman kimdi? Sovyetler Birligi. Dogru mu? Dogru.
    Bu durumda ABD yanlisi olmasi icap eden “derin devlet” ile (adina ister Genelkurmay deyin, ister özel Harp Dairesi, ister kontrgerilla) Aydinlik grubunun stratejisi çakismakta mi? Cakismakta.
    O zaman analizde sorumlulugu derin devlete yüklemeye ihtiyaç var mi? Yok. Sovyet yanlisi güçlerin dagitilip, sindirilmesi 1 Mayis 1977 tarihinde ABD yanlisi Türk servisleriyle, Aydinlik grubunun ortak eylemi ve çabasi sonucudur. Zaten dikkatli okunursa Zileli de ayni tezi savunmaktadir. 1 Mayis 1977’de tam silahlarin patladigi anda Zileli Hasan Yalçin’la yan yana oldugunu söylüyor, tabii Hasan Yalçin rahmetli oldugu için aksi ispatlanamayacak bir iddia. Ama önemli olan Zileli’nin o anda nerede oldugu degil, “kiralim revizyonist zinciri” sloganinin sahibi olmasi. Bu önemli. Ikinci konu da su, 1 Mayis 1977 ile ilgili olarak Perinçek’in ifadesine basvurulacagi söyleniyor. Bakalim ne diyecek?

  30. 1–1 mayıs 77., den alana almayız., ğireriz diye bir ay öncesinden söylemlere başlayan malüm ğrup şefleri sorumludurlar. kitlelerini karşılıklı ajite ettiler veprovakasyona zemin hazırladılar.tarih önünde suçlu durlar ve hesap vermeleri ğerekir. tabiki bu hesabı devrimcilere vereceklerdir. . 2….devlet bu provakasyonu kullandı ve belirli yerlere önceden silahlı timler yerleştirdi. 3..ilk silahı ateşleyenleri muhakkak bilen veya ğören kişiler vardır ., fakat sessiz kalınmaktadır.konuşması ğerekenler susmaktadırlar. 4., panzerlere emir veren polis şefleri kaosun artmasına ve dalğalanmalara sebep olmuşlardır., ama onlar için koministlerin ölmesi önemli değil sevinilinecek bir durumdu.5., o ğn orada her kesimde silahlı pek çok insan ve ğruplar vardı., böyle yüksek kitleli ğösterilerde silah çok hassas bir konum taşır. neticede devlet provakasyonu kullanmış., koministler birbirini öldürdü edebiyatını aylarca medyada kullanmıştır.1- mayıs şehitlerini sayğıyla anıyor., dersler çıkarıp., unutma unutturma diyorum. selamlar.

  31. yaşasın sovyetler birliği ğibi ., pankartı ne ğördüm ,ne bu zamana kadar işittim. bana inandırıcı ğelmiyor.ayrıca ben senaryolara değilreel ğerçekl,iğe inanırım.

  32. ister o zamanki çin taraftari gruptan mesela Zileli’ye, ister rusya taraftari gruptan mesela Nabi Yagci’ya sor, öyle bir pankart tabii ki vardi. Eski ilerlemeciler bu slogani her firsatta, defalarca atmakta idiler. karsi cephede ise malum “ne Amerika, Ne Rusya”, “Kahrolsun Yeni Carlar”, “Kahrolsun fasistler, sosyal fasistler” sloganlari vardi. Bunda sasacak hiçbir sey yok.

  33. sloganları biliyorum., fakat benim mevzum alandaki söylediğiniz…** yaşasın sovyetler birliği** pankartı.. devasa bir pankart olduğunu söylüyorsunuz., ben bunu ilk defa duyuyorum. ben alandaydım., fakat kendim ğörmedim. ısrar etmiyorum.,yanılıyor olabilirim..fakat bu olayların tek yönlü bir tarafın senaryosuyla işlendiğini ğöstermez. evet provakasyona ğelinmiştir ve mit .,polis devlet bunu kullanmıştır. selamlar.

  34. Madem bana sordunuz söyleyeyim, ben “yaşasın Sovyetler Birliği” diye bir pankart görmedim meydanda. Meydanda hakim olan slogan: “141-142 kalksın; işçi sınıfı partisine özgürlük”tü. ayrıca Maoculara atfettiğiniz pankartlar da ne meydanda, ne de üçlü blokun yüyürüşünde vardı. Bunlar uydurma şeyler. Sanırım polis masası, yeni tasarlanan davalar için zemin hazırlamaya çalışıyor. Galiba Taraf da bu amacı güdüyor. Benim sözlerimi de bu yönde çarpıtmışlar zaten.

  35. Meydanda “Yasasin Sovyetler Birligi” pankrati vardi, nitekim daha sonra Maocular da yayinlarinda bunu isledi. Aydinlik grubu grup halinde mitinge katilmadigi için bu gruba özgü olan “Kahrolsun Yeni çarlar” slogani yoktu ama Halkin Kurtulusu ve etrafindaki Tikko vs gruplarin kortejinde “Ne Amerika, Ne Rusya” ve “Kahrolsun fasistler, sosyal fasistler” pankartlari vardi, bunlarin fotograflari da var. Birak simdi polisi filan da, o zaman TKP’yi MHP’den de daha tehliklei düsman olarak görüyor muydunuz, görmüyor muydunuz? Görüyordunuz, eee o halde TKP’nin egemen oldugu mitingde ne isiniz vardi? MHP’nin mitinglerinde de katilmakta miydiniz? Demek ki ne imis, provokasyonu siz yapmissiniz. Nokta. Bunu kim söylerse dogrudur, polis, bekçi, asker vb farketmez.

  36. gün zileli abi. ben senden 1 mayıs 2012 de bazıları sarhoş anarşist arkadaşların durduk yere cam çerceve indirmesini yorumlamanı istiyorum. üst aratılarak girilen alanda militancılık oynamak ne kadar dogru? bu dostlar neden 3 mayıs yada 4 mayıs da cam çerceve indirmiyor? padısah gıbı ” en ufak olay cıkarsa ,hatta bıreysel taskınlık dahı olsa seneye 1 mayıs a ızın vermem” dıye konusan valı eger egosuyla degılde devletın emrı ıle konusmus olsaydı elıne koz verılmıs olmaz mıydı? bu alan kolay mı kazanıldı? ben özel mulke saldırmaya karsı degılım ama bu haraket dogru muydu? gereklı yerde dusmana saldırmamak kadar durduk yere cam çerceve kırmak ıkı dusman kardes tavır degıl mıdır? ıslamıyetın vahhabı yorumunun etkısınde zıhınlerı deforme edılmıs anadolu ınsanı ıckı ye ne gozle bakar? alanda elde kutu efes ıle cam cerceve ındırmek ne demektır? bır mayıs bayram degıl kavga gunudur dıyen dostlar neden cama degılde polıse saldırmadı? neden kavga alanında ıckı ıctıler?

  37. bahsı gecen arkadasları alanda yakından ızledım eger onlara stalınıst gruplardan yada devletten en ufak saldırı olsaydı destek olacaktım. ama halk acıyarak bakıyordu ıckı ıcen anarsıst dostlara. elestırılerımı kendılerıne ınternetten ılettım tepkılerı benı lıberallıkle suclamak oldu. oysa ben 95 den berı tum catısmalı 1 mayıs larda bulundum. saldırılarda halkı korudum devlete karsı durdum. devrımcı mucadele bırazda akıl ongoru ısı degıl mıdır? hep elestırılen solun golgesınde cam kırmak devrımcılık mıdır? bu soruları yanıtlar benım fıkrılerımıde elestırırsen sevınırım

  38. zamane dönercisi başlıklı yorum eski, öztatmin için küfür etmenin geçerli olduğu günleri hatırlattı; ayıp diyeceğiz nezaketten…

    sevgili Gün, olayı ve genel havayı sen ve bazı yorumcular güzel özetliyorsunuz. bu özetlerin içinde zaman zaman “ama kesinlikle devlet yaptı” yargısına atlamak biraz zorlama geldi bana…

    açıkçası ben devletin dahli olmadığını hala düşünmüyorum ama “devlet yaptı” deyivermenin dayanılmaz rahatlatıcılığı da bizleri esir almasın diyorum – kendime…

    halil cesur fikirler söylemekte; küfür yeterli değil karşılık olarak…

    selam ve sevgilerle

  39. sayın zileli,

    yazıklarınızı ve gelen yorumları ibretle okuyoruz.

    demek ki “bir delinin” kuyuya taş atması lazımmış sizi ve diğer tarafları konuşturmak için.

    taraf’a gösterdiğiniz tepkiyi anlayamıyorum. gerçeklerin konuşulması ve anlaşılabilmesi için doğru-yanlış bir çok şeyi dinlemek gerekmiyor mu?

    ben eski bir tkp’li (bir zamanlar can düşmanıydık) olarak medeni cesaretinizi gönülden tebrik ediyorum. lütfen yazın, daha fazla yazın. medya’ya da konuşun. konuşun ki, bu gerçekleri bir kez daha hatırlatıp gerçek müsebbipleri bulalım. sizi tebrik ediyor, yazılarınızın devamını gönülden diliyorum.

    saygılarımla,

    cüneyt türksen

  40. Sanmayınız ki G.Zileli,H.Berktay’dan farklı bir açıklma yapıyor !
    Zileli de özünde Berktay’ın karşı-devrimci sözlerini ve görüşlerini destekliyor.
    Zileli,kırk dereden su getirerek Aydınlıkcıları karalamaya çalışıyor.
    Zileli,1980-lerden bu yana hep Berktay-Çalışlar çizgisinin yedeğinde yer aldı.
    Devrimcilikten bir kez koparsanız ağzınızla kuş tutsanız çare yok.

  41. peki 35 yıldır her fırsatta üzerimize yağmur gibi mermi yağıyordu diyen kemal türklerin eşi yalan mı söylüyor

  42. Bu gün habertürk’te dinledim seni. Olanca dinamikliğinle 5 maddeye vurgu yaptığın konuşmayı… Oral Çalışlar fetulahın çalışkan öğrencisini de. Polisi aklayan, berktay’dan Halil, Uluer’den Bülent diye bahseden, seni gördüğünde gerim gerim gerilen, durduğu yerin ezberini tekrarlayan Çalışlar…

    Bu adamların, kalemini, eforunu efendilerinin hoşnut olması için üfüren, Hrant’la arkadaş olmuşluğu çok ahlaksızca sakız eden, eskaza dahil oldukları 68’li olma halini, tüm anılarını satan adamları gördüm. Programı izledim. Konuşmanın içeriğini, Gün Zileli anlattığı için dinledim. Sen ne desen kulaklarımı dikip dinlerim. Kirlenmedin sen, kirlenmeyi beceremezsin.

    Bu köşeci adamların senden ‘Gün’ün bahsettiği…’ gibi bir arkadaşlıkla bahsetmemesineyse muhteşem sevindim.

    Teşekkür ederim Gün. Ankara’da, Denizler’in anmasında ceketindeki anarşist kara yıldız daima parlasın. Sen yoldaşlarına, anılarına ihanet etmedin. Kendini yıkıp yeniden oluşturdun daima. Seni ilgiyle, merak ve sevgiyle takip ediyorum.

    ”Utanmıyorum” demiştin, ”kader de utanmasın, utanması gereken başkaları var.”

    Utanması gereken başkaları var yoldaş,

    Salud!

  43. Olayin heyacaniyla ve duyulan mermi takirtilariyla söylenmis hamasi sözler bunlar. özellikle Dev-Yol grubundan kitleyi korumak amaciyla havaya defalarca ates edilmisti ama havaya, “üzerimize yagmur gibi mermi yagiyordu” sïozleri dogru olsa nerede o kursun yarasiyla ölen veya yaralanan insanlar? Herkes panzerlerin kitleye ates ettigini sandi, oysa panzerlerden atesle ölen tek bir kisi bile yok, ezilerek ölen bir gösterici var (Allah rahmet etsin). Gerçekleri olgularda arayalim, ideolojilerde (hatta ne de dini yorumlarda) degil.

  44. “panzerlerin kitleye ates ettigini sandi, oysa panzerlerden atesle ölen tek bir kisi bile yok, ezilerek ölen bir gösterici var (Allah rahmet etsin). Gerçekleri olgularda arayalim, ideolojilerde (hatta ne de dini yorumlarda) degil,”

  45. Panzer su sikti ve ses bombasi atti, panzerden ates edilseydi onlarca kisi kursunla ölürdü, sadece bir genç kiz panzein altinda ezildi. Panzerden ates açilmamis olmasi o günkü güvenlik sorumlularinin suçlu olmadigini göstermez, zaten sol fraksiyon liderleri arasinda degisik servislere angaje yüzlerce ajan vardi, tipki bugün gibi.

  46. salud arkadaş ne güzel yazmışsın…tebrikler

  47. aydınlık grubu, işin böyle saçma bir yere geleceğini 1 ay önceden görüp engellemeye çalışmış ama hala “onların da çok büyük suçu var” diyorsunuz…doğruya doğru demek önemli..tüm dünyada sovyetçi ve maocu gruplar didişiyordu, türkiye’deki maocular ve sovyetçiler de öyle. aydınlık bir yerden sonra kırk takla atmış. takdir edilesi bir tavır ama kıvırmak daha cazip, zinhar aydınlıkçı derler…

    ayrıca solda bir gram akıl olsa, aydınlık grubunun bu olaydaki tavrına bakıp amacının devlet ajanlığı olmadığını hemen anlardı ama nerdee o akıl..

  48. cnn* deki proğramı izledim

    1- mehmet karaca üstü kapalı birşeyler anlattı fakat tam ğerçekleri anlatmadı. aldıkları karar üçlü ğrubu alanın ve kortejin dışında tutmaktı. bu kesin., çatışma çıkardı diyor., nazari olarak doğru ğörünse bile , böyle bir hakları yoktu ve işcileri üçlü ğruba karşı kalkan olarak kullandılar. emniyetle bu orğanizasyon için anlaşma sağlamak üzere ve ğüvenlik için öncedenğörüşme yaptıklarını söylüyor fakat polisin takmadığını vurğuluyor.ü topu başka yerlere atıyor.kendilerini temize ve açığa çıkarmaya çalışıyor. bu kişi nasıl disk ğenel sekreterliği ve tkp üstdüzey yöneticiliği yapmış., şaşırdım. kürsüde ben onu ğördüm., eğilmiş ve mikrofandan toparlanmak ve dağılmamak için bağırıyordu. sağdan soldanüstünden mermiler ğeçiyordu., bunu kendi de söyledi. bunu halil berktaya söyleyeceğine o haklılık peşinde………………2- halil berktay kürsünün yanında olup nasıl oluyorda herkesin ve benim canlı ğözlerimle ğördüğüm otel katlarından veya o taraflardan atılan kurşunlarığörmüyor. hayret.,,,,kürsüyü ,,ğrubu dağıtmak ,,panik ve ğözdağı., intikam…işte böyle yaparız mesajında atışlardı bunkklar ve kitleyi çil yavrusu ğibi dağıttı.halil berktay polisin provakasyonu kullandığı ve katliamı panzerlerle insanları sıkıştırarak telef ettiği ğerçeğini örtmeye çalışıyor. ,,,,,,3- bülent uluer*e helal olsun.

  49. Doğan Tarkan (bile) Halil Berktay’a cevap vermiş:

    http://www.marksist.org/haberler/7104-dogan-tarkandan-halil-berktaya-77-1-mayisindan-yanit

    Kendisi sola koyun gibi diyen bir şahıstır. Şimdi sola katliamcı diyorlar diye kızmış.

  50. Dogan Tarkan yazisinin sonunda söyle diyor: “Gereksiz gerginliklere katkıda bulunmasın. 1 Mayıs katliamı gereksiz gergin bir dilin ürünü oldu, bunu o da biliyor.”
    Eee, Berktay ne diyor ki, 1 Mayis’in sol içi gerginligin sonucu oldugundabn baska?
    Burada Tarkan’in yazisini sanki çok önemli bir kesifmis gibi sunan arkadas, kafasini münafikliga çalistiracagina, önce dikkatli okumayi ögrense daha iyi olur, kendisi için.

  51. Liberalizmin ve Reformizmin Gölgesinde 1 Mayıs

    http://www.sosyalizm.eu/?p=4208

  52. biraz bu ğüne dönelim…….yazıyı okudum,, offf, kardeşim bu ne keskinlik., oraya toplanmış herkes reformist,. küçük burjuva devrimcileri., türk ve kürt ulusalcıları.,sendika bürokratları….birtek ortalıklarda ğözükmeyen , dışardan ğazel atan sizler devrimci.. oraya bayram yapmaya ., şölene ğitmişiz , burjuvazi sevinmiş.. bu ne sekterlik.,demoğoji., insanlar oraya çıkmak için ne bedeller ödediler., yazıda daha sonra insanlar haklı taleplerini dile ğetirdiler diyor., bence yaratacağımız., enternasyonalıst., devrimci partide troçkiadı fazla ğibi., sizlere bir fan club kurmanızı öneririm. ayrıca yazıyı kaleme alan kişi kendini işçi sınıfı devrimcisi olarak ğöstermek istese bile ideolojik ve sınıfsal olarak bir küçük burjuva olduğuna kalıbımı basarım. insanları kazanmaya çalışın., kaybetmeye değil., selamlar

  53. Buradaki yorumlar komedinin krali. Adam 2012 yilinda Troçki’den bahsedip herkese küçük burjuva diyor yahu, bu yetmezmis gibi bir de “biraz bugüne dönelim” demez mi, bugün ne ? 1912 ‘de miyiz?

  54. halil büyücü değil, o günleri perdeye yansıtıp canlandıramaz tabii ama bugüne kadar hepimizin düşündüğü bir konuda aslında makul şeyler söylüyor veya tersten okursak aslında şunu söylüyor : sol içindeki o anlaşılmaz, birbirini dinlemeyen, somutu tartışmak yerine birbirine hamaset boca eden anlayışlar olmasaydı bunlar olmazdı diyor. tabii bu ortamda etrafı keyfle karıştıran, karıştırmak isteyen devlet güçleri olmuştur. ama ana aktörler atmosfer hazırlayıcılarıydı – maalesef…
    hoşumuza gitmese de böyle…

  55. DÖNEĞİN YENİ GÖREVİ

    Dönek her güne; “bugün Devrim’e saldırmak için ne yapabilirim” diye başlar.
    Veya şöyle de söyleyebiliriz: Dönek, her güne; emrine girmiş olduğu karşı devrim merkezi tarafından takdir edilecek hangi görevi yapabileceğini düşünerek başlar.
    Gladyo Türkiye’de son yıllarda, 60 yılın en büyük operasyonunu yürütmektedir.
    Bu operasyonun en önemli ayaklarından birisi, Gladyo’nun geçmişte işlediği bütün suçları yurtsever devrimcilerin üzerine atarak bir taşla iki kuş vurmak istemesidir.
    1980 ve 90’larda Gladyo’nun işlediği bütün suçlar şimdi TSK’ ya ve yurtsever devrimcilere fatura ediliyor.
    Böylece Cumhuriyet yıkılırken ve Türkiye, ABD adına komşularının üzerine sürülmek istenirken, TSK’nin kolu kanadı kırılıyor. Muhtemel direnç yok edilmek isteniyor.
    1 Mayıs katliamının sorumlusu olarak devrimcileri işaret etmek de aynı amaçladır.
    Gelinen aşamada Türkiye’nin devrimciliğe ve devrime ihtiyacı vardır.
    Geçmişin büyük suçlarını devrimcilere ciro etmek, Türkiye’nin emperyalizme karşı önündeki biricik seçeneğe saldırmak anlamına gelir.
    Onun için bu noktada döneğe görev düşüyor. Veya dönek, durumdan vazife çıkarıyor.
    Onun şimdiki görevi Gladyo’nun yakın tarihimizde işlediği suçları devrimcilerin üzerine atmaktır. Ve bu, bitmez bir görevdir.
    Onun için döneğin duracağı bir yer yoktur. O hep efendilerine hizmet yolunda daha ileri gitmek zorundadır.

  56. Gültekin sana müslüman ol biz mi dedik, sana Turk ol biz mi dedik, sana Kemalist ol biz mi dedik, sana Kizilelmaci ol biz mi dedik, sana Veli Küçük’le birlikte ol biz mi dedik? Senden âlâ dön(ek) (me) mi olur, kendin kendi isteginle döndün, mükafatin da bu oldu, oh olsun diyemeyecegiz, kimbilir belki kafatasi daglarindan kurtulmak için, belki atese atilan bebelerden biri olmamak için, belki yok edilen, inkara, imhaya ugrayan kadim kültürlerin kalintisi haline gelmemek için son bir çabayla döndün, seni bunun için elestirmiyoruz, ama düsünmeye davet ediyoruz.

  57. ”Emperyalizmin ve Oligarşinin 1 Mayıs Katliamı Halkımızın Devrimci Mücadelesini Durduramayacak” başlığıyla çıkan Devrimci Yol dergisi katliamı sol içi çatışma gibi gösterilmesini “faşist demagoji” olarak şu sözlerle nitelendirmiş: “1 Mayıs Katliamı faşist terörün ülkemiz tarihinde görülmemiş bir seviyeye ulaştığı, karşı devrim güçlerinin işçi sınıfı ve emekçi halka ağır bir darbe indirdiği bir provokasyondur. Karşı devrim güçlerinin kazandığı bir başarı, devrimci hareket için acı bir yenilgidir. Bu olayın bugün ortaya çıkardığı en önemli durum, bu katliamı solcular arası bir çatışma olarak göstermeye çalışan faşist demagoji ve bu yenilginin yaratacağı yılgınlık ortamıdır.”
    Ve 1977’lerden sanki bugüne sesleniliyor: olay karşısında oligarşinin dilini kullanan ve onların tavrını takınan sözde solcuları mahkum etmeliyiz.

  58. Bu gün (9 Mayıs 2012) Disk tarafından, görgü tanıkları ile birlikte basın toplantısı yapılacaktır. Kürsüde kurşunla yaralanan varmıydı peki? Sanırım bu gün o konuda konuşulacaktır.

  59. delikanlım iyi bak yıldızlara…gerisi boş yaa

  60. hakaret dolayısıyla…

  61. Hakaret dolayısıyla…

  62. Halil Berktay’a tabu yıkma dersleri

    ETRAFINDA müthiş bir güç, müthiş bir koruma zırhı ve müthiş bir kolektif çember bulunmayan tabuya tabu denmez. Yıkacaksan kendine güçlü, kuvvetli bir tabu bul.
    – Eğer bir tabuyu devirdiğinde egemen güçlerden aferin ve alkış alıyorsan, devirdiğin tabu değil çamdır.
    – Delikanlı kişi, zaten ahı gitmiş vahı kalmış sosyalist solcuların ahı gitmiş vahı gitmiş tabularıyla uğraşmaz, egemen güçlerin tabularıyla uğraşır.
    – 1 Mayıs 1977 tabusunu yıktığın için maruz kaldığın tepkiler ile aldığın alkışları kıyasla… Aradaki fark, yıktığın tabunun o kadar da tabu olmadığının kanıtıdır.

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20520522.asp

  63. 1 MAYIS 1977’DE ÖLEN UZEL İŞÇİLERİYLE İLGİLİ OLARAK BİNGÖL ERDUMLU’DAN ALDIĞIM BİLGİYİ BURAYA YAZIYORUM. KURŞUNLA ÖLEN UZEL İŞÇİLERİNİN SAYISI 4 DEĞİL, 3’TÜR. BİRİNCİSİ BUNU DÜZELTEYİM. BU HATA İÇİN ÖZÜR DİLERİM.

    KURŞUNLA ÖLEN UZEL İŞÇİLERİNİN ADLARI ŞUNLARDIR:

    1. ZİYA BAKİ (UZEL iŞÇİSİ)
    2. KAHRAMAN ALSANCAK (UZEL İŞÇİSİ)
    3. HASAN YILDIRIM (UZEL İŞÇİSİ)

  64. Düşük üslup nedeniyle kaldırıldı.

  65. İlk silah’ın üçlü blok içinde halkın yolu grubundan birinin ateşlediğini ve iki el ateş edildiğini öğrendim miting sonrası. zaten iki el silah sesini ben duydum. Sanırım Zileli ile aynı zamanda alana girmişiz, “Gaziosmanpaşa inşaat işçileri” yazan pankartın altındaydık biz de. Ali Tablacı ile beraberdik..

  66. Halil Berktay’ın başlattığı 1 mayıs 77 tartışması can alıcı bir önem kazandı, çünkü eski solun bam teline dokundu, onu can evinden vurdu. Eski sol dedim, ama aslında bu eskide kalmış, bitmiş bir sol falan değil. Günümüzdeki sosyalist örgütlerin çoğu hala aynı nitelikte, aynı teorik ve sosyal kaynaktan besleniyorlar.

    Bugün de aralarında sayısız uzlaşmazlık ve gerginlikler var, ama bunları yeterince kuvveden fiile çıkartamıyorlar. Gruplar sayıca kabarsalar, merkezi otorite de zayıflasa, eski çatışmalar başka manzumelerle kaldıkları yerden devam edecek gibi görünüyor.

    Bu solun en zayıf, en çürük yeri, örgüte ve inanca körü körüne bağlılık, dogmatizm ve ötekine ölesiye düşmanlık. Her bir örgüt veya grup monolitik, otoriter sosyalizmin bir prototipi. Bu, eskilerden Aybar’ın partisi ve günümüzde birkaç grup hariç, tüm sol örgütlerin ortak, genelgeçer özelliği. Bu dogmatizm ve yabancı düşmanlığı, neden bu kadar yaygın bir özellik derseniz, sanırım sorunun doğru ve eksiksiz bir cevabı, Marks’ın Lenin’in yazdıklarına ve üsluplarına kadar gider.

    Bir mayıs 1977, sosyalist dogmatizmin bütün kusurlarını ortaya döküyor. Aynı gelecek ideali peşinde olduğu halde, birbirine ve fikir farklılıklarına tahammül edemeyen, bu tahammülsüzlükten ölümüne düşmanlıklar üreten kaba, ilkel bir sol. İşçi bayramında işçilerin birbirini kırmasından rahatsızlık duymayan insafsız bir sol. Kusuru ortaya çıktığında, gerçeği tahrif etmekte ve kendi kusurlarını gizlemekte bir beis görmüyor.

    Berktay ve Zileli eskiden aynı siyasi safta yeralmış ve aynı sıkıntıları çekmiş kişiler. İkisi de kendi geçmişleriyle ve solun geçmişiyle hesaplaşırken ne kadar yürekli ve dürüst olduklarını gösterdiler. Her ne kadar şimdi farklı fikir dünyalarına ait ve birbirine hasım gözükseler de maddi gerçekliğe bağlılıkta ve dürüstlükte birleşiyorlar ve solun kusurlarını dilegetirmekten çekinmiyorlar.

    Gün Zileli hala eski solu kollama reflekslerini koruyor. Sular idaresi ve Inetcontinental otelden ateş açıldığı iddialarına karşı “maalesef, ne yazık ki” diyor, “bu iddiaları destekleyen kanıtlar yok”. “Ölen işçiler sol gruplar arasındaki çatışma ortamında hayatlarını kaybettiler” diyor. Berktay’ı eleştirilebilecek en isabetli yerden eleştiriyor: develtin katliamda büyük rolü vardı, çünkü panzerleri meydana sürerek paniği tetiklediğini vurguluyor.

    Namuslu bir solun bu kişiler kadar yürekli olması ve kendine dönüp “bu hataların ne kadar hesabını verdik”, “bizi bu çılgınlığa sürükleyen fikirler ve hissiyatla ne kadar hesaplaştık” diye sorması gerekir.

  67. Yıllar önce Lermontov ya da Puşkin’in bir şiirini okumuştum. Hangisi olduğunu tam hatırlamıyorum. Şiirin esas maksadı Rusya’daki Çarlık despotizmini eleştirmek. Ama doğrudan Çarlık rejiminden sözetmek yerine Osmanlı ülkesini yeriyor.
    Aklımda kalan dizesi şöyle diyordu Osmanlı Türkiye’si için:
    “Kıskançlıkla kötülüğün birleştiği ülke”.

    Bence hali melalimizin en yalın tarifi budur. Bir de bu ülkede şiddet her türlüsüyle öyle yaygın öyle sıradandır ki soluduğumuz hava kadar, içtiğimiz su gibi doğal gelir bize. Topraktan şiddet fışkırır adeta, İstiklal marşı’mızın dediği gibi, “ne bu şiddet ne bu celal”, “toprağı sıksan şüheda fışkırır şüheda”.
    Zordur bu memlekette yüzün, gözün yara, bere içinde kalmışken insanlıktan güzelliklerden dem vurmak..

    Herşeye rağmen umudumuz ve kalbimiz soldadır, çünkü başka medet umulacak bir yol, solunacak daha temiz bir hava yoktur.

    Sevgiyle dostlukla kalın devrimci kardeşlerim.

  68. Sol bir kavramlar butunu, zamandan ve kisilerden bagimsiz. Bu sozcugun gruplari ifade icin (asagidaki gibi) kullanilmasi yanlis.

    O donemin fraksiyon denilen gruplarinin butun “solu” temsil ettikleri dogru degil. Fraksiyonlara katilmayan ancak sol sayilan idealleri benimseyen insanlarin sayisi coktu, buyuk olasilikla meydandaki insanlarin cogunlugu idi.

    Bu fraksiyonlar cesitli nedenlerle elestirilebilirler. Olan bu olaylar tek ornek degil.

    Gerilimi tirmandiran fraksiyonlarin basinda Aydinlik grubu geliyordu. Cin’in dis politikada kullandigi sosyal emperyalizm
    teorisini Turkiye’ye sosyal fasizm seklinde uzatan ve cok sert yayinlar yaparak TKP, TIP, vb cizgisini dusman gosterenler onlardi. Sucladiklari kisiler bir cok sey olabilirlerdi ama fasist degillerdi. Halil Berktay da Aydinlik icinde bu teorileri gelistiren birisi imis. Boyleyken kendisini tamamen dislayarak baskalarina suclamalarda bulunmasi etik degil.

    Cesitli fraksiyonlarin guvenlik birimi gibi isimler altinda meydana silah sokmalari en azindan sorumsuzluk.

    Cesitli gruplarin birlikte yuruyerek, aranmaksizin meydana
    girebilmeleri bir duzenleme hatasi. Polis te, DISK te sonucun boyle olabilecegini gorebilmeliydi.

    Fraksiyonlarin guvenlik grubu gibi parcalarinin oyle bir kalabalikta havaya da olsa ates acmalari kabullenilemez bir durum.

    Polisin panzerleri halkin ustune surmesi ile ayni anda cikislari
    kapatmasi celiskili. Kacmak isterken birbirini ezerek olenlerin
    cogunlukta olmasi tertip olmasa da polisin buyuk hatasi oldugunu gosteriyor.

    Olayda derin devletin olup olmadigini bilmek su andaki verilerle
    olanaksiz. Sular Idaresi ve Intercontinental Oteli’nden ates acanlari gordugunu, hatta yakindan gordugunu soyleyenler de var, gormedim diyenler de. Baska hic bir kayit ortada degil. Bu durumda, bu konuda tartismak yersiz.

    Ancak, bir ay icinde Ecevit’e suikast girisimi, Demirel tarafindan bildirilen ayni meydanda CHP mitingine suikast girisimi, ve Kara Kuvvetleri Komutani ile diger askerlerin erken emekli edilmesi o donemde ciddi bir derin devlet aktivitesine isaret ediyor. Fakat, bu olaylarda bu durum var miydi bilmek ortadaki verilerle olanaksiz.

    Bu olaydan benim cikardigim sonuc, o zamanlar duzenleyenler, fraksiyonlar ve polisin boyle bir organizasyonu duzenleyebilecek, katilabilecek, ya da guvenligini saglayabilecek capta olmadiklari. Bir polis memurunun olaylarin ortasinda Istanbul belediye baskanina
    eliyle vurma cesaretini gosterebilmesi ise polisin lackaliginin en acik gostergelerinden birisi.

    Bu konu 12 Eylul iddianamesi sirasinda 1 Mayis olaylari gundeme gelince ortaya cikti. Ancak, benim yeni ogrenmesem de onemini yeni anladigim bir konu, Haziran 1977’de, Demirel, Koruturk, ve Sancar’in bir operasyonu ile Kara Kuvvetleri Komutani ve baska bir cok askerin Yuksek Askeri Sura beklenmeden emekli edilmesi oldu. Bu olayin perde arkasi karanlik ve sanirim aslinda cok onemli. Bence kamuoyu bu konuda aciklik talebinde bulunmali.

  69. Herkes seni anladi. Kimse senin sitene yorum falan da yazmaz artik, takma isimle bir iki tane yazarak ortaligi kizistir bakalim. Söyle emekli solcu yorumu falan, ilerde ekonomi nasil olmali, maksi, mega , jiga , galagtika en hakiki öz devrimcilik nasil olur gibilerden..

Comments are closed.