Zirve, Düşüşün Başlangıcıdır…

 

Yazının başlığı, tarihte defalarca ispatlanmış bir gerçeğin tekrarından ibarettir.

Zirveye tırmanan, düşüşün de başlangıcında demektir. Hatta zirveyle birlikte düşüş başlamıştır bile.

Zirveye tırmanan diktatörler, ne tür davranışlar sergilerler?

En başta, zirve onların iyice yalnızlaştığı noktadır da. Artık eski arkadaşları yoktur çevrelerinde. Onlar artık ona aşağılardan bir yerlerden bakmaktadırlar; doğal olarak o da onlara bulunduğu zirveden. Hatta bazıları eski arkadaşlarını temizlemeye bile başlar. Eski arkadaşlar onlar için artık, daha insan oldukları dönemleri hatırlatan “kötü” birer anıdır. Onları gördüğü her seferinde, bir zamanlar normal bir insana benzediğini hatırlar ki, diktatör bundan hiç hoşlanmaz. O artık bir yarı-tanrıdır. Dolayısıyla bu yarı-tanrıyla eşit düzeyde hiç kimse bulunmamalıdır.

Ve diktatör, böylece idolleşir, putlaşır. İktidara tapınan insanlar onu iktidarın tecessüm etmiş hali olarak putlaştırdıkça putlaştırırlar. O bu putlaştırmadan çok mutludur. Kongrelerde artık kendisiyle eşit düzeyde hiç kimseyi görmek istemez. Tek başınalığını sergileyen korkunç büyüklükteki posterleri her yeri süsledikçe daha da korkunçlaşır, yalnızlaşır, gerçekten ulaşılmaz büyüklükte olduğuna kendisi de inanmaya başlar.

Zirvedeki lider, bu zirvede yalnızlaştıkça ve putlaştıkça, hatta giderek yanına varılmaz, bir beton yığınından ibaret, hareket eden bir heykele dönüştükçe olağanüstü ölçüde paranoyaklaşır. İçte ve dışta onun dokunulmaz iktidarına göz koyan düşmanlar vardır; ülkenin içinde ve dışında onu devirmek için binbir komplo çevrilmektedir; en yakınındakiler de buna dahildir. Ulusal çaptaki komplolar uluslararası boyutlara taşınmıştır. Onu devirmek isteyen dış düşmanlar içerde muhaliflerle el ele vermiştir. Hatta kendi partisinin içinde bile bunlarla işbirliği yapanlar vardır. Bu komplocuların hepsi temizlenmelidir. Gerekirse Uzun Bıçaklar Gecesi, Moskova Duruşmaları veya İzmir Suikastı davası gibi davalar yürürlüğe konmalıdır. Polis seferber edilmeli, gizli örgütler ortaya çıkartılmalı, yeni yeni davalar açılmalı, şüpheliler izlenmeli, basın her koldan kontrol altına alınmalıdır. Zaman zaman bu konularda fazla ileri gidilirse büyük lider uyarı yapıp frene de basabilir. Ama buna ancak o karar verir. Bazılarının “başarıdan başı dönmüştür”; “birinci dalga, ikinci dalga, üçüncü dalga gibi şeyler kamuoyunda bir tedirginliğe yol” açmaktadır. Aslında frene basmasının sebebi, bir adım sonra esaslı bir şekilde gaza basmaya hazırlık yapmaktır.

Diktatör, öylesine bir büyüklük havasına girer ki, artık çevresinde onu uyarmaya cesaret edecek birileri de kalmadığından, kendini her konuda ahkâm kesmeye ehliyetli görmeye başlar. O, her şeyin doğrusunu bilmektedir, daha doğrusu doğruyu ondan başka bilen yoktur. Bunun için konunun uzmanı olmaya gerek yoktur. Hatta bir süre sonra bu tür uzmanları da gereksiz görmeye, onları uzaklaştırmaya başlar. Her konuda o konuşacak ve her konuda doğru olanı illa o deklare edecektir. Böylece “ulus”un yolunu üstün aklıyla aydınlatacaktır. Yerine göre, Güneş Dil Teorileri ortaya atar, yerine göre verimli bir tarım için Lisenko türünden şarlatanları parlatıp “bilim adamı” diye ortaya salar. Bu tür saçma teorilere karşı çıkanları tutuklatıp öldürtebilir bile. Yerine göre, doğum kontrolü, sezaryen, kürtaj konularında, uzman bir doktordan bile daha bilgiliymiş gibi nutuklar irad ederek “ulusunu aydınlatır”.

Zirve, öyle bir yerdir ki, insanın başını döndürür, gözünü karartır, aklını alır. Artık onu hiçbir güç durduramaz, hiç kimse uyarmaya cesaret edemez, yanına bile yaklaşamaz. O zirvenin kendi gerçek boyu olduğu yanılsamasına kapılır, çünkü kendi dışına çıkıp o zirvedeki gerçek görünüşüne bakma şansı yoktur.

Düşüş tam bu noktada başlamıştır artık.

 

Gün Zileli

28 Mayıs 2012

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

47 Comments

  1. AKP’den yeni bir “primitif akümülasyon” hamlesi:
    http://mustafasonmez.net/?p=1944

  2. Bu “primitif akümülasyon” hamlesi, AKP-Devlet rejiminin aşil topuğuna da dönüşebilir. Devrimciler bu alana özel olarak yüklenirse, yaklaşmakta olan kriz büyük sermayeyi bu sefer “teğet” geçmeyebilir. İşte o zaman AKP de zirveden aşağı tepetaklak yuvarlanır.

  3. Balyoz tutuklusu Tümamiral Aziz çakmak internete düsen ses kaydinda söyle diyor:

    Kendilerine en güvendikleri anda çoluk çocuk demeden rövanş alacağız

    Kendimize çok güvenerek hata yaptık. Şimdi aynı hatayı onlar yapıyor.

    Şimdi ben şuna inanıyorum. Bir insanın en zayıf olduğu zaman ne zamandır biliyor musun? Kendine çok güvendiği zaman. En zayıf olduğu zaman o zamandır. Ben bu kadar söyleyeyim yeter. Biz de çok güvendik ondan zayıftık. Şimdi de aynı hatayı onlar yapıyor.

    Ders:
    Ayni kaynaktan beslenen örgüt kardesleri hep ayni dilden konusur.

  4. Everest mi burası hocam İnsanlara oteriteler bu kadar yüksekten bakarve o kadar haikir görür ZALİMLERE İNAT YAŞASINYAŞASIN DEVRİM YAŞASIN ANARŞİ

  5. Düşüşün dinamiklerinin özeti:
    http://mustafasonmez.net/?p=2047

  6. AKP’nin oylari yüzde 54’lerde. Mustafa Sönmez emekli memurlara martaval okuyor.

  7. ZAVALLI

  8. Onayladığın için teşekkürler, polis bey 🙂

  9. ZAVALLI

  10. Polis beyefendi yine kuduracak. İyi bir yazı:
    http://mustafasonmez.net/?p=2289

  11. Eset layikini bulunca, ajana da , efendilerine de tarihin söyleyecegi bir çift söz olacak ve Turkish sol yine halklara ihanetini tescillemis olacak. Bu Turkish solcular böyledir, bir diktatör görünce dayanamazlar, hemen onu desteklemeye, övmeye, postallarini yalamaya, onun için destanlar yazmaya, “mavi gözleri çakmak , çakmakti” demeye baslarlar.

  12. AKP siyaseti, son birkaç yılı itibariyle uluslararasıdır ve bu bağlamda ele alınmalıdır. Pek çok Arap ve Kuzey Afrika ülkesinde artık AKP seksiyonları mevcuttur. Bu partilerin veya hareketlerin temel eksenleri bazıları şöyle: İslami (Türkiye’de muhafazakar) demokratlık, ılımlı İslam, ekonomik liberalizm, vesayet karşıtı parlementarizm, “batı dünyasına” entegrasyon…
    Kısacası merkezi Ankara’da bulunan bir Akintern’in varlığından söz edebiliriz 🙂 .
    Dalga geçmeyi bir kenara bırakırsak, AKP siyasetinin bu uluslararası siyasetle bağlı olduğunu, bu siyasetin an itibarı ile Fas,Tunus ve Mısır’da da iktidarda olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Bu yönüyle, 2011 sonlarından başlayarak, Türk dış politikasının itibar kaybı,SUK’un parçalanması, Mısır ve Tunus’ta devam eden halk ayaklanmaları, Fas’taki grevler ve demokratik muhalefet, Mısır’da yarı yarıya oy kaybı, Libya’daki seçim yenilgisi gibi gerilemeye işaret eden çokça olgu vardır.
    Bu hareketin gelişim ve örgütlenme koşullarının , yükselmesinin ve gerilemesinin uluslararası tahlilini yapmadığı için, ben Sönmez’in yazısını açıkça eksik buldum. Dahası, işsizlikte Cumhuriyet tarihi rekorunun kırıldığı bir dönemde hükümet partisi olarak %39 oy almış, Irak Savaşı ve “Libya krizi” atlatmış bir partinin bu derece hafife alınması bence olguların nesnel görünümlü bir üslupla, ama nesnel olarak değil, olması istendiği şekilde ele alındığına işaret etmektedir.

  13. AKP’ye etki eden uluslararası dinamiklerde, Arap halk ayaklanmaları sonrası ortaya çıkan İhvan’cı rejimlerin pek fazla etkisi yok. Bu rejimlerin AKP ile ideolojik “gönül bağına” ve Suriye’de “kan bağına” sahip oldukları doğrudur, fakat AKP rejimiyle ekonomik, üstyapısal ve hatta siyasal rabıtaları çok zayıftır. TC’nin “model ülke” olarak örnek gösterilmesine dahi karşı çıkmışlardır. Eğer AKP’ye doğrudan etkiyen bir uluslararası konjonktür arıyorsanız, AKP’nin (ve büyük sermayenin) sıcak para bağımlılığı ile MÜSİAD’ın Avrasya pazarına (Rusya, İran, Çin vs.) olan bağımlılığının yarattığı sıkışmaya göz atmanızı tavsiye ederim. Suriye konusunda ABD-İsrail Emperyalizmi ile Avrasya Emperyalizmi arasındaki bugünkü çelişme, işte bu sıkışmanın temel dinamiğidir. Mustafa Sönmez’in 17. yorumumda paylaştığım yazısı yetersizdir, bu konuda haklısınız, çünkü bu yazıda sadece iç dinamiklere yoğunlaşmış. Ama başka yazılarında AKP rejimine etkiyen dış dinamiklerden de ayrıntılı bahsediyor. Mesela, daha önceden paylaştığım şu yazı: http://mustafasonmez.net/?p=2230

  14. Ayrıca “işsizlikte Cumhuriyet tarihi rekorunun kırıldığı bir dönemde hükümet partisi olarak %39 oy almış” dediğiniz dönemde (yani 2009 yerel seçimlerini kast ediyorsanız) AKP bu dönemde ciddi bir gerileme yaşamış, elindeki pek çok yerel yönetimi kaybetmişti.

  15. …oyları %47’den %39’a düşmüştü.

  16. 2002’de seçimi kazanip iktidar olduktan sonra fasist generaller, mason-komprador-gangster Tüsiadçilar, kemalist yaratiklar, her boydan ve soydan kapitalist memurlari sosyalist, sözde solcu, sözde devrimci ama özde ajan, özde tetikçi ve özde süprüntü AKP düsecek diye toplam 7 kere kudurdu, simdi yine kudurmaktalar, ajanlar kudurdukça AKP’nin oylari artmakta, ilk seçimlerde yüzde 55. Komünizm çöktü, sizin memurluk yaptiginiz Bati sistemi de çökmek üzere, bunu bilin de son kullanma tarihinizin yaklastigini anlayin.

  17. Oyları artsa ne olur, artmasa ne olur… Kuzey Afrika’daki diktatörlerin de oyları %80’leri %90’ları buluyordu 😀

  18. Zalimin seçim sandıkları varsa, mazlumun Tahrir’leri Syntagma’ları var!

  19. Halkin seçim sandigi varsa ajanin da darbeci generalleri var, daha dogrusu vardi, simdi ajan onlari kurtarma pesinde, ajan bu. Arap Bahari’nda kim sokaga döküldüyse seçimleri de onlar kazandi, kazaniyor, yoksa fasist generallerin sol maskeli ajanlari degil. Diktatörleri ajan iyi bilir, bütün ömrü onlara hizmetle geçti, zavalli ajan.

  20. Türkiye’deki dikta heveslisi generallerle devam etti, simdi Beser Eset’e hayran, diktatör görünce dayanamiyor, hemen övmeye basliyor, bu made in Turkey ajan solcular neden böyle? Bilen biri var mi?

  21. Bir ülkenin basbakani bütün ülkelrin liderleriyle görüsür, ama hiçbir demokrat bir diktatörün kendi ülkesinin halkina katliam yapmasina övgüler düzemez. Ama Türkiye’de kendine solcu diyen kasarli fasistler Eset’e övgüler düzer, Saddam’a övgüler düzer, Apo’ya övgüler düzer, Castro’ya övgüler düzer, Kim Il Sung’a övgüler düzer, Pol Pot’a övgüler düzer, Staline, Lenin’e övgüler düzer, Mao’ya iovgüler düzer, Kemal’e övgüler düzer, Ismet’e övgüler düzer, Enver Hoca’ya, Jivkov’a, Cavusoglu’na , Veli Küçük’ee Yalçin Küçükamamidebulandirir’a , hatta kavunun yamuguna bile övgü düzerler. Bir de tirnagi bile olamayacaklari Tayyip’e küfrederler.

  22. Stlainadli eli kanli diktatör tarafindan ilan edilen sözde baris gününü kutlayanlar dikataör Beser Esat’a bagliliklarini arzettiler. Normal: Stalin=Esat=Apo=Kemal (Selanikli veya Dersimli).

  23. AKP-İdiokrasisi veyahut düşüşün öznel dinamikleri:
    http://mustafasonmez.net/?p=2308

  24. 4+4+4’e karşı direniş, AKP için tükeniş vakti – Aktüel Gündem
    06 Eylül 2012 (www.sendika.org)
    Vasat vatandaş Tayyip panik içinde. Akıl hocaları akılsız, akılsız olmanın ötesinde beceriksizler. Hep birlikte, sonlarının ne olacağını bilmeden sürükleniyorlar. Eğer durdurulmazlarsa bu ülkeyi ve bu ülkede yaşayan halkları da karanlık bir geleceğe kendileriyle birlikte sürükleyecekler.

    4+4+4 eğitim modeli diye yutturmaya çalıştıkları ucubenin, daha uygulamaya geçmeden her tarafı dökülmeye başladı. Sınıfların kümes gibi kalabalık olacağı, ilköğretime hazırlanmamış çocukların bu sınıflara doldurulacağı, okulların bu çocuklara göre inşa edilmediği, aynı sınıfta aralarında 2 yaş fark olan öğrencilerin öğrenim görmek zorunda bırakılacağı, müfredatın bile henüz hazır olmadığı, öğretmenlerin böylesi bir eğitim modeline uygun bir formasyona sahip olmamaları vs.

    Toplanan yüz binlerce imza, Milli Eğitim Müdürlükleri önündeki eylemler, veli-öğretmen-öğrenci dayanışmaları, her gün basında yer alan eleştiriler, Başbakanlığın kapısına dayanan isyan, kendi tabanından yükselen ciddi tepkiler, kitleselleşen protestolar iktidarı paniğe düşürdü. 4+4+4 enkazının altında kalacağını anlayan iktidar kendi içinde bile birbirine düşerken (eski yeni AKP’li Milli Eğitim Bakanları birbirine girdi) gerici bir saflaşma yaratarak durumu kurtarma derdinde.
    Artık bu ucubeyi savunanların tek gerekçeleri ideolojik; yani “AKP neylerse güzel eyler” diyen bir zümre dışında bu ucubenin içine girebilecek kimse yok. Örneği İstanbul’dan verelim; MEB, imam hatiplerin yeni açılacak ortaokul bölümleri için ilk planlamalara göre (daha sonra arttırmak üzere) kontenjanı 22 bin 709 olarak belirlemişti. Ve son kayıt tarihini de 17 Ağustos olarak ilan etmişti. O tarih itibariyle başvuru sayısı 15 binde kaldı. Bunun üzerine MEB tarihi uzattı ancak sayı hala 18 bini geçmiş değil.

    Bunların 28 Şubat takıntısı boşuna değil, sürekli 28 Şubat öncesiyle kıyaslıyorlar süreci. Türkiye genelinde imam hatiplerin yeni açılan ortaokullarına başvuru sayısı 60 bin civarındaymış, bunun 100 bine çıkması umuluyormuş. Oysa 28 Şubat öncesi bu ortaokullarda okuyan öğrenci sayısı 400 bin idi. (Ancak bilinmeli ki bu yıl sadece 5. sınıfa [ortaokul birinci sınıfa] kayıt alınıyor, buna rağmen sayılar bunların beklediklerinin çok altında.)

    Tayyip’in ve şürekasının paniğinin gerçek nedeni bu sayılar. Tekelci sermayeyi bile ikna etti (Dikkat edilirse uzunca bir süredir sesleri çıkmıyor ama yakında bu koroya katılırlar), ama kendi kitlesini ikna edemiyor!

    Kendi kitlesini bile ikna edemeyince de saldırganlaşıyor, ilkel gerici tutumları tek siyasal tercih olarak herkese dayatıyor. Bu konuda ilk kurşunu da kendisi attı; seçmece gazetecilere ısmarladığı bir televizyon programında, “gidip rapor alanlar var, bunları evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum, benim evladım ‘geri zekalı’ diyorlar” veciz sözlerini sıraladı. Böylece aklınca bütün toplumu ikna etti, bu vasat şahsiyet. Yani Tayyip’e göre çocuğunun iyi bir eğitim almasını isteyen anne-babalar hain, 4+4+4 ucubesine girmeyen çocuklar da geri zekalı. Bilim insanlarının, hekimlerin ve eğitimcilerin “66 aylık çocukların yeri ilkokul değil, okul öncesi eğitimdir” şeklindeki bilimsel değerlendirmelerini anlama sorunu yaşıyor. Çünkü bunlar için bilim, bağımsız bir disiplin oluşturamaz. Bilim sadece bunların dinini ve siyasetini doğrulamak için kullanılan bir araçtır; bunları doğrulamayan her türlü bilimsel veri “şeytani” ve karşılarında olan bütün bilim insanları “şeytan”dır.

    İmamın bu açıklamalarından sonra cemaati sessiz kalır mı? Kalmaz elbette, en yüksek perdeden ses verirler. Akit Gazetesi de öyle yaptı zaten; 4+4+4’e karşı çıkışları “şeytani plan” olarak ilan ediverdi. Yeni Akit zümresine göre Halkevleri ve Eğitim-Sen başta olmak üzere 4+4+4’e karşı muhalefet örgütleyen veliler, öğretmenler, demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri, Alevi örgütleri ve yöre dernekleri bu şeytani planı uygulamak için harekete geçmişti. Yeni Akit’i çıkaranlar kendi okurlarını çok iyi tanıyorlar elbette, onlar cinden, periden, şeytandan korkarlar ve onları korkutmak lazım ki Akitçiler tezgahlarını işletmeye devam edebilsin. Ancak tüm bu çirkefliklerine rağmen Akitçiler bile 4+4+4’ü savunamıyorlar. Onlara göre bile “Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı işçilik hataları ve birtakım aksaklıklar mevcutmuş”.

    AKP cenahındaki paniğin büyüklüğünü anlamak için bir de Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in veciz sözlerine bakmak gerek; “4+4+4’e karşı çıkışlar laik kesimden ya da PKK’dan geliyor”. Bu şahsın akademisyen olmak için neden başkalarının araştırmalarını çaldığı, bilimsel verileri çarpıtmaya neden ihtiyaç duyduğu artık çok daha iyi anlaşılabiliyor. Çünkü bu şahsın gericilik kapasitesi ve tercihleri bilimsel gelişmeleri değerlendirmesini engellemektedir. Bu şahsa göre “normal vatandaşlar onu destekliyormuş.” Yani bu koca bakana göre “anormal vatandaş” kimmiş? Laiklikten yana olanlar ve 5,5 yaşındaki çocuğuna anadilini öğretmek isteyen Kürt anne-babalar. Normal de kendisi ve kendisi gibi olanlar. Denklemi böyle kuran bir akıl hocasına sahip olan Tayyip de toplumu gerici bir biçimde saflaştırmak için fetvayı almış oluyor.

    Karganın biri kılavuzlarını kargalardan seçerse…

    Tayyip’in “hocam” dediği iki şahsiyet (görünürler içindeki) bu dönem “başarıdan başarıya” koşuyor. Bunlardan biri malum Ömer Dinçer diğeri de malum, Ahmet Davutoğlu. Bu üçlü (ve elbette ki saz arkadaşları) içerdeki ve dışarıdaki halkların kaderleri üzerinde birtakım oyunlar oynamayı kendilerince “hak” görüyorlar. Ömer Dinçer denilen şahsiyet yüz binlerce çocuğun geleceğini ucube bir projenin içinde karartacak. Ahmet Davutoğlu denilen şahsiyetin tutarsız politikaları daha şimdiden Suriye’de binlerce insanın katledilmesine yol açtı. Bunların siyasi sorumluluğu ise Tayyip Erdoğan’ın üzerinde.

    Bu şahıslar giriştikleri icraatları test edebilme izanına ve bu icraatların sonuçlarını kaldırabilme sorumluluğuna haiz değiller. Bunun en somut kanıtı işler başarısız olmaya başladığında -ki bunların başarılı iş yapma ihtimalleri yoktur- kullandıkları tek bir yöntem, dayandıkları tek bir ideoloji vardır. Yöntemleri baskı, manipülasyon ve tehdittir. İdeolojileri ise dini gericiliktir. Bunun sonucu ise anti-demokratik bir sistem ve kamplara bölünmüş bir toplumsal yapı olacaktır.

    Tüm toplumsal muhalefet dinamikleri/kesimleri böylesi bir geleceği her geçen gün daha net bir biçimde görmekte. Ancak hala bu kesimler aynı hedefe doğru ve birlikte harekete geçme konusunda öznel eksiklikler/zaaflarla boğuşmakta. Neredeyse toplumun hiçbir kesiminin içine sinmeyen 4+4+4 ucubesi karşısında bile tüm olanakları değerlendiren, ortaklaştıran ve aynı anda harekete geçiren bir “ortak plan” oluşturulamadı. Unutulmamalıdır ki 4+4+4’ün hayata geçirilmesi AKP’nin başarısı değil, ilerici toplumsal muhalefetin (özellikle örgütlerinin) başarısızlığı anlamına gelecektir.

    Sözün özü; 4+4+4 adı verilen bu ucube AKP’nin iktidarını pekiştirmek, tekelci sermayenin çıkarını garanti altına almak için icat ettiği bir toplum mühendisliği projesidir. Bu ucube akıldışıdır, mantık dışıdır. Hiçbir bilimsel temele dayanmamaktadır. Toplumu ilerletmeyecek, gericileştirecektir. Toplumsal barışı değil, toplumsal kaosu, toplumsal bütünleşmeyi değil, toplumsal ayrışmayı yerleştirecektir. Sadece AKP’ye karşı olunduğu için değil, bu ülke halklarının yararı, bu halkların çocuklarının geleceği için bu ucube Durdurulmalıdır!

  25. Bütün bu verileri, gereksiz bir iyimserlik yaymak amacıyla paylaşmıyorum. Sadece AKP-diktatörlüğünün yaşadığı güncel sıkışmaları sıcağı sıcağına aktarmak, bu rejimin zayıf noktalarını işaret etmek amacıyla paylaşıyorum. Bu verilerin yaygınlaşması, toplumsal muhalefetin yön arayışları için belki faydalı olur.

  26. Bu faaliyet, en azından, siyasi alanı gözlemlemeyi ve tahlil etmeyi tümüyle reddeden; anti-politik olmakla apolitik olmayı fena halde birbirine karıştıran bazı toplumsal-devrimciler için faydalı olur.

  27. (Ekonomide de sıkışmakta AKP’nin, halka karşı yeni taarruz planlarından bir tanesi…)

    AKP “sıkı bütçe” bahanesiyle saldıracak
    Pazar, 9 Eylül 2012 – 07:46

    Maliye Bakanlığı 2013 yılı için “sıkı” bir bütçe hazırlayacak. Süreç ilerledikçe, son aylarda azalan vergi gelirlerini telafi etmek gerekçesiyle atılacak başlıca adımların yeni zamlar ve özelleştirmeler olduğu ortaya çıkıyor.

    Maliye Bakanlığı’nın 2013 yılı için sıkı bütçe hazırlayacağı geçtiğimiz haftalarda netleşmeye başlamıştı. 22 Ağustos’ta Star gazetesinde yayınlanan bir haberde, hükümetin “küresel krizi ve Suriye’deki iç karışıklıkları” dikkate alarak harcamalarda tasarrufa gidileceği duyuruluyordu. Bu kapsamda, stratejik öneme sahip projeler dışında yeni projelere izin verilmemesi, ödeneklerde asgari tasarrufa gidilmesi öngörülürken, kamu kurumlarından gelen ödenek taleplerinin büyük bir kısmının da kabul edilmediği belirtiliyordu.

    Bütçe açığı hedefi tutturulamayacak
    6 Eylül’de Reuters’a konuşan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2012 yılında bütçe açığı/GSYH oranının yüzde 1,5 olarak belirlenen hedefi aşacağını ve bu konuda “düzeltici” önlemler üzerine çalıştıklarını söylemiş, “mali disiplin”in devam ettirilmesi yönünde çaba içinde olduklarını belirtmişti. Bu kapsamda Maliye’nin bütçedeki harcama ve gelir kalemlerinin tek tek inceleme altına alması bekleniyor.

    Öte yandan, bu “düzeltme”nin yeni bir özelleştirme ve zam saldırısının bahanesi olarak kullanılacak olması büyük olasılık. Hürriyet gazetesinin 7 Eylül’deki haberine göre söz konusu düzeltme, kamu harcamalarının kısılması ve sigara ile içkiden alınan Özel Tüketim Vergisi’nin (ÖTV) arttırılmasının yanı sıra, doğalgaz ve elektriğe fahiş zamların yapılması bekleniyor.

    Kamu emekçilerine saldırı sinyali
    Söz konusu haberde, kamudaki aşırı büyümenin bütçe hedeflerinin yakalanması açısından tehlikeli durum olarak ortaya çıktığı dillendirilirken, memur sayısının fazla olduğu değerlendirilmesinin yapıldığı aktarılıyor. Ayrıca “eşit işe eşit ücret” düzenlemesinin de giderler bakımından uçurumu arttırdığı tartışılırken, düzenlemenin “yeterliliğe bakılmadan alınan memurlar yüzünden kamuya taşıyamayacağı düzeyde ekstra yük getirdiği” saptamasının yapıldığı belirtiliyor. Ekonomi yönetimi tarafında yürüyen tartışmalar, önümüzdeki yıl kamunun küçültülmesi adı altında kamu istihdamında emekçiler aleyhine önemli düzenlemeler yapılabileceğine işaret ediyor.

    Bu arada, 2013 yılında memur maaşlarına yapılacak olan zam, Hakem Heyeti tarafından yüzde 3+3 olarak belirlenirken yeni bütçedeki personel harcamalarının belirlenmesinde bu zam oranı esas alınacak. Gelecek yıl alınacak memur sayısı ise henüz belirlenmiş değil. Bu konuda çalışmaların devam ettiği belirtiliyor.

    Doğalgaza yüzde 30 zam gelebilir!
    Geçtiğimiz hafta Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bütçe açıklarının nedenlerini sıralarken “BOTAŞ’ın maliyetin altında gaz satması”nın da nedenlerden biri olduğunu söylemişti. Bu açıklamanın ardından Enerji Bakanı Taner Yıldız da Şimşek’in sözlerini doğruladı. Haberlerde 1 Ekim ya da 1 Kasım itibariyle doğalgaza zam yapılabileceği, kararın ise Başbakan Erdoğan tarafından alınacağı söyleniyor ve BOTAŞ’ın zarardan kurtulması için doğalgaza yüzde 30’a kadar zam yapılması gerektiği iddia ediliyor.

    Sigara ve içkiye ÖTV zammı yolda
    Geçtiğimiz yıl sigaradan alınan ÖTV, Ekim ayında yüzde 63’ten yüzde 69’a çıkarılmıştı. Merkez Bankası’nın enflasyonu olumsuz etkileyeceği tepkisinin ardından vergi oranı yüzde 65’e indirilmiş, yüzde 69’un yürürlüğe girme tarihi ise 31 Aralık 2012’ye ertelenmişti. Yeni bir düzenleme olmazsa bu karar belirtilen tarihte otomatik olarak devreye girecek.

    Ayrıca, içki ve sigara satışıyla ilgili yeni bir sistem de devreye giriyor. Bu yıl Haziran ayında devreye giren 6322 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca iki yeni uygulama hayata geçiriliyor. Bunlardan ilki, içki ve sigaradaki asgari maktu vergilerin (mükellefler arasında ayrım gözetilmeksizin herkesten eşit olarak alınan vergiler) Ocak ve Temmuz aylarında otomatik olarak arttırılması; ikincisi ise 20 adet sigara için paket başına alınacak olan maktu vergi. İçki ve sigaradaki güncelleme sisteminde ÖTV, Türkiye İstatistik Kurumu’nun ilan ettiği son altı aylık Üretici Fiyatları Endeksi’ne göre arttırılacak. ÖTV zammı ve yeni sistemle birlikte bütçeye 1,5 milyar TL ek gelir elde edilmesi bekleniyor.

    Kamu yatırımlarına yönelik ödenekler kısılıyor
    Basında aktarılan bilgilere göre, bütçe açığını azaltmaya yönelik bir uygulama da, kamu kuruluşlarına yönelik ödeneklerin azaltılması ve “stratejik” olanlar dışında yeni projelerin kısıtlanmasına yönelik. Maliye Bakanlığı’nın işi sıkı tutarak kamu kuruluşlarından gelen ödenek taleplerinin büyük bir kısmını geri çevirdiği, kamu kurumlarından yatırımlar için gelen ödenek taleplerinde ‘acil’ ve ‘stratejik işlere’ öncelik verildiği kaydedildi, ancak hangi yatırımların acil ve stratejik olduğuna ilişkin somut bir bilgi verilmedi.

    Son kamu varlıkları da satılacak
    Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yine “mali disiplin” kapsamında özelleştirmelere hız verileceğinin de sinyalini verdi. Harcamalarda öngörülmeyen artışlar; özelleştirme gelirlerinin beklentilerin altında kalması ve enerji KİT’lerinin nakit akışındaki sorunlar nedeniyle bütçe hedeflerinin tutmayacağını belirten Şimşek, “Düzeltici önlemler üzerinde çalışıyoruz ancak zamanlaması hakkında yorumda bulunamam. Harcama kontrolü ve diğer önlemler dahil her alana bakıyoruz. Üretim ve dağıtım özelleştirmesini beraber götüreceğiz. Milli Piyango üzerinde çalışıyoruz. Milli Piyango’nun tekrar lisans satışı ile ilgili süreci başlatıyoruz. Otoyol köprülerle ilgili süreç var” dedi.

    AKP kaşıkla verdiğini kepçeyle alacak
    Hükümetin 2007-2012 Orta Vadeli Program’ında öngörülmeyen bir dizi harcamanın, bütçe dengelerindeki bozulmaya katkıda bulunduğu söyleniyor. Örneğin üniversite harçlarının kaldırılması, ilköğretim okullarında süt dağıtımı, intibak düzenlemesi kapsamında 1,9 milyon emeklinin maaşına zam yapılması gibi son dönemde uygulamaya konulan “sosyal politikalar” nedeniyle bütçe üzerindeki yükün arttığı belirtiliyor. Başka bir deyişle, hükümet emekçi halkın lehine gibi görünen uygulamaların bedelini yeni zam ve vergilerle yine halka ödetmeye hazırlanıyor. Öte yandan, istihdamı ve ihracatı desteklemek adına özel sektör patronlarına bol keseden dağıtılan teşvikler, uluslararası sermayeye tanınan ayrıcalıklar, siyasi partilere seçim öncesinde yapılan Hazine yardımları, sürekli zam yapılan milletvekili maaşları tartışma konusu bile yapılmayacak.

    Ekonomik yavaşlama vergi gelirlerini azalıyor
    AKP temsilcilerinin konuşmalarında ve ana akım medyada çıkan haberlerde, bütçe dengelerinin bozulmasının “kamunun büyük olması”ndan kaynaklandığı izlenimi yaratılmaya çalışılıyor. Oysa Avrupa’daki borç krizi başta olmak üzere dünya ekonomisindeki durgunluğun da etkisiyle Türkiye ekonomisi yavaşlıyor ve bu durum vergi gelirlerini önemli ölçüde etkiliyor. Haziran ayında toplam vergi gelirlerinin 2011’in aynı ayına göre yüzde 11 düşmesiyle birlikte, vergi gelirlerinde son 1 yıldır gözlenen yavaşlama, açıkça gerileme halini aldı. Haziran’da gelir ve kazanç üzerinden alınan vergiler yüzde 26, KDV geliri yüzde 27 azalırken uluslararası ticaretten alınan vergiler ise yüzde 3’e yakın gerileme kaydetti.

    2011 yılının son çeyreğinden itibaren Türkiye ekonomisinde önemli bir yavaşlama söz konusu. Gayrisafi yurtiçi hâsıla (GSYH) 2011’in 3. çeyreğinde (Temmuz-Eylül dönemi) yıllık yüzde 8’in üzerinde büyürken, 2011’in son ve 2012’nin ilk çeyreğinde bu oranlar sırasıyla yüzde 5,2 ve 3,2 olarak gerçekleşti. 10 Eylül’de açıklanacak olan ikinci çeyrek büyüme oranının ise yüzde 3,3 civarında olması bekleniyor. Söz konusu yavaşlamanın esas kaynağı iç talepteki, yani yurtiçi tüketimdeki ve ithalattaki azalma.

    Durgunluk devam edecek
    İran’a yönelik devasa altın ihracatının da etkisiyle dış talebin görünüşte artmaya devam etmesi, büyümenin daha da yavaşlamasını önledi. Öte yandan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin açıkladığı ve altın ihracatını içermeyen son veriler, toplam ihracatın son aylarda ciddi bir daralma gösterdiğini, yani küresel krizin etkisiyle dış talebin de önemli bir bozulmaya uğradığını gösteriyor. Bu durum elbette dış piyasalara ve cari açığın finansmanı konusunda dış kaynağa göbekten bağımlı bir ülke olan Türkiye’nin büyüme rakamını da olumsuz etkileyecek.

    Dolayısıyla Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın 2012 yılında yüzde 4 büyüme beklediğine ilişkin açıklaması pek de gerçekçi görünmüyor. Nitekim Ağustos ayı başlarında katıldığı bir televizyon programında yüzde 4’ün altında bir büyümenin sürpriz olmayacağını söyleyen de yine Babacan’ın kendisiydi.

    “Büyüyen Türkiye” balonu sönüyor mu?
    İç talepteki azalma bir yandan iç tüketimden alınan ve piyasadaki mal ve hizmetlerin fiyatlarına yansıyan KDV, ÖTV gibi vergi gelirlerinin, ayrıca ithalattan alınan vergi gelirlerinin artışını yavaşlatıyor. Öte yandan, bütçeyi yeniden denkleştirmek amacıyla arttırılan vergiler ve kısılan harcamaların, genel bir eğilim olarak ekonominin büyümesini de olumsuz yönde etkilemesi beklenir. Dolayısıyla kamu bütçesinin “sürdürülebilir” bir dengeye getirilememesi halinde ekonominin bir kısır döngüye girmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu durum küresel krizin daha da derinleşmesi olasılığıyla birlikte düşünüldüğünde, AKP’nin toplumsal desteğini borçlu olduğu alanlardan biri olan “büyüyen ekonomi” ve “istikrar” söylemlerini boşa düşürebilir.

    (soL Haber)

  28. AKP: Yolun sonunda mı? – Metin Çulhaoğlu
    22 Eylül 2012

    ABD’nin bölge politikaları ile AKP iktidarının dış politika hattı arasında bir açı var mı yok mu?

    İsrail’le ilişkiler düzelir mi yoksa böyle gerilimli mi gider?

    AKP Kürt hareketi ile köprüleri büsbütün atmış mıdır?

    AKP iktidarı toplumu dincileştirme sürecinde yeni hamlelere mi yönelecek yoksa bir yerde frene basma gereğini mi duyacak?

    Bu sorular, beş aşağı beş yukarı Türkiye’nin bugünkü siyasal gündemini oluşturmaktadır. İstenirse, hemen ilk ağızda peşin yanıtlar da verilebilir:

    En azından Suriye meselesi ve AKP iktidarının “bölge lideri Türkiye” niyetleri söz konusu olduğunda, ABD ile AKP arasında belirli bir açının bulunduğunu söylemek mümkündür.

    El altından temaslar, “arabuluculuk” girişimleri vb sürse bile, AKP hemen kısa vadede İsrail’le arayı düzeltmeyi göze alamaz. Gerilimi şöyle ya da böyle sürdürecektir.

    AKP, nasıl bir görünüm verirse versin Kürt hareketi ile köprüleri tamamen atamaz. Bülent Arınç’ın da dediği gibi, “kim bilir, belki de görüşmeler sürüyordur.”

    AKP iktidarı, “batılı müttefiklerinde” ve İsrail’de kaygılara yol almayacak düzeyde kalmasını sağlamak koşuluyla toplumu dincileştirme sürecinde gaza basmasa bile gaz da kesmeyecektir.

    ***

    Yukarıdaki yanıtların yeterince “doyurucu” olmadığı söylenebilir. Gerçekten “doyurucu” değildir; çünkü bu yanıtlar, başka faktörlerle birlikte, aralarındaki etkileşimle belirli bir bütünlük içinde ve bugün gelinen “kritik” nokta dikkate alınmadan, “hadi peşinen yanıt verelim de kaçamak yapmış olmayalım” mantığıyla verilmiştir.

    Yani, yanıtlar yeterince “dinamik”, değişkenlikleri gözetir içerikte değildir.

    O zaman ne yapmak, nasıl bir yol izlemek, yola nereden çıkmak gerekir?

    Yola çıkılacak nokta şudur: Ordu, yargı, üniversite, mülki erkân ve medya dâhil artık şikâyet edeceği kurum kalmayan AKP, bu yeni dönemde daha fazla gaf yapmakta, gaflarını kapatmakta giderek zorlanmakta, toplumun kimi başlıklarda sergilediği direnci de kendine dert edip daha fazla dağıtmaktadır. Baştaki dört sorunun yanıtı bir de bu tespit ışığında verilmelidir.

    Peki, neden böyle oldu?

    Siyasete fazla ilkesellik tanıyanlar “iktidar yorgunluğu” diyeceklerdir. Kimileri de nedeni AKP’nin “milli görüş” gömleğinden sonra “liberal” gömleği de değiştirmesinde arayacaklardır. “Erdoğan’ın gemlenemez hırsından” dem vuranlar olacaktır.

    Yukarıdaki “açıklamalara” fazla pirim verilmemesi yerinde olur.

    O zaman farklı bir açıklama: İktidarı için dikensiz bir gül bahçesi oluşturan, tüm kurumları fetheden AKP, topladığı bu büyük güçle maksimalist (azamici) bir çizgi izlemekte, ancak bu çizgi bölgede istediği gibi tutmayınca, Kürt direnişi zayıflamadıkça ve özellikle toplumdaki karşı direnç daha belirgin hale geldikçe paniklemekte, öfkelenmekte ve dağıtmaktadır.

    AKP çizgisinin defo verdiği bu üç alandan en önemlisi, sonuncusudur.

    Bu söylenen, ilk iki öğenin öneminin küçümsenmesi şeklinde anlaşılmamalıdır.

    Çünkü maksimalist hedeflere karşın ABD-İsrail ilişkilerine yeniden belirli bir ayar verilmesi mümkündür. Libya’da elçi öldürülmesinden sonra ABD’nin ve batının “AKP’nin açtığı kapıdan daha radikal dinci unsurların geçmesi” ihtimali nedeniyle AKP’yi sıkıştıracağı beklentisi fazla gerçekçi değildir. Zaten iktidar da, Fetullah Gülen de bu konuda yeterince güvence vermiştir. Sonra, evet, Kürt meselesi AKP’yi sıkıştırmaktadır; ama meselenin bir uğrakta AKP’nin eline yeni kozlar verme, iktidarı rahatlatma potansiyeli de vardır. “Çözerse Erdoğan çözer” beklentisi işte böyle bir potansiyele işaret etmektedir.

    Gerçi sonunda çözüm gelmeyecektir; ama “çözüm için yola çıkıldı” atmosferi bile AKP’nin elini rahatlatacaktır.

    O zaman, geriye üçüncü direnç hattı kalıyor: Toplumun sergilediği, henüz çok abartmamak gerekse bile yarın daha sert hatlar kazanabilecek direnç…

    İyi de, bu alanda AKP’nin elinde hiç mi koz yok?

    Ekonomide durum, yatırım-istidam alanında yeni bir ivmeye olanak tanımamaktadır. AKP’nin belki de en büyük “fiyakası” olan şehirlerarası ve kent içi ulaşım hamlelerinde yolun sonu gözükmektedir. Sosyal koruma-yardım alanında iktidarın elindeki imkânlar daralmaktadır. Dünya ekonomisinin bugünkü durumunda AKP’nin bu yolları daha da zorlamasının sınırları vardır.

    Başka bir deyişle, henüz “ekonomik kriz” denmese bile, AKP’nin ekonomideki hamlelerle toplumu bir kez daha “mayıştırma”, yükselir gibi görünen toplumsal direnci böyle yatıştırma şansı fazla değildir. Ama belki de hepsinden önemlisi, zaten AKP’ci olmayan kesimlerde direnme, ses çıkarma, hoşnutsuzluğu ifade etme eğilimlerinin yükselmesidir.

    Devlette yarattığı dikensiz gül bahçesine, fethedilen veya ayar verilen kurumlara rağmen AKP’nin paniklemesine neden olan durum budur. Gözlerin HSP’ye, Kurtulmuş’a ve MHP’nin yedeklenmesi girişimlerine dikilmesi de “elde bunlar kaldı”nın kabullenilmesidir.

    Ancak, hepsinin getirisi “marjinal” kalacaktır.

    Yeni bir seçimde AKP’nin en büyük başarısı yüzde 40’larda kalabilmek olacaktır.

    AKP, Türkiye’yi yeniden şekillendirme sürecinin son çizgilerine gelip dayanmıştır.

    Bu çizgileri de zorlama ihtimali vardır; ancak zorlamayıp geri bassa bile kendisine karşı gösterilen direnci yumuşatamayacaktır.

    (soL Haber)

  29. Ekonomide, AKP’nin kabul etmediği ve halktan gizlediği son durum:
    http://mustafasonmez.net/?p=2627
    http://mustafasonmez.net/?p=2630

Comments are closed.