Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Zamyatin, Biz ve Proletkült (Mustafa Yılmaz)

Duyurular, Konuk Yazılar, Mustafa Yılmaz Yazıları

Herkesin göreceğini görüp duyacağını duyduğu, Fikret Başkaya’nın sıkça tekrarladığı deyimle “pazarın çoktan dağıldığı” 1947-1948 yıllarında Orwell tarafından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört gibi bir romanın yazılabilmiş olması ne kadar anlaşılır ve normal bir durumsa, 1922 gibi nispeten erken bir tarihte Yevgeni Zamyatin’in Biz gibi bir şaheseri yaratması o kadar şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıdır. Kitabı okurken cevabını en çok merak ettiğim soru, Bolşevik hareketin içinden çıkmış bir edebiyatçı olarak Zamyatin’e Biz gibi son derece başarılı bir totaliter rejim tasvirini kaleme almada ilham veren şeylerin neler olduğuydu. 1905′in üniversiteli devrimcisi, hücre mahkumu, sürgünü daha sonra ne görmüştü de 1920′lerin başında bu tip bir kitap yazma ihtiyacı hissetmişti?

Bu soruyu tümüyle yanıtlamaya kalkışmak gibi bir niyet taşımıyorum. Ancak o yıllarda Yevgeni Zamyatin’in tanık olduğu bazı fragmanları aktarmayı, en azından “D-503″lerin, “Asur kabartmalarındaki savaşçılar gibi” yürüyen ”binlerce baş, bir bütünü oluşturan, birbiriyle uyumlu bir çift bacak ve iki yana sallanan bir çift kol”un (Füsun Tülek çevirisi) nereden geldiğini göstermeyi deneyebilirim. Bu denemeyi de Zamyatin’in okumamış olması neredeyse imkansız olan 1919 tarihli Rusça bir metnin çevirisi üzerinden gerçekleştireceğim.

Okuyacağınız metin Rus sendikacı, yazar, devrimci ve üretim teorisyeni Aleksey Gastev tarafından yazılmıştır. Devrimden sonra ortaya çıkan Proletkült’ün önde gelen aktivist, teorisyen ve sözcülerinden biri olan Gastev, “O tendentsiyah proletarskoy kulturı” (Proleter Kültürün Eğilimleri Üzerine) adlı bu manifesto şeklindeki makaleyi Proletarskaya kultura (Proleter kültür) dergisinde yayınlamış.

Sovyetler Birliği tıpkı Aleksey Gastev ve Proletkültçülerin istediği, tasarladığı gibi bir ülkeydi, türünden kestirme bir iddianın peşinde değilim. Ama yine de Biz’i özümsemiş okurun çevirinin sonuna eklediğim küçük Gastev biyografisi ve Proletkült notundaki acı ironinin hakkını vereceği kanaatindeyim.

Proletkültçüler ile Bolşevikler arasında (ve Proletkültçülerin kendi arasında) ortaklıklar kadar, ciddi ayrımların da var olduğu bir gerçek. Öte yandan, bu iki modernist kolun ortak bir evrimsel atadan türediği de başka bir gerçek. Kanımca Zamyatin, eserinin başarısını biraz da bu ortak atanın bazı niteliklerini çok iyi gözlemlemiş ve bunlara karşı net bir tavır almış olmasına borçludur. Zaman bu tavrı haklı çıkardıkça eser de büyümüş görünüyor.

Ütopya – Anti-ütopya bağlamında Gastev-Zamyatin ilişkisi hem Rusça, hem de İngilizce literatürdeiyi bilinen bir ilişkidir. Bu postun amacı Amerika’yı yeniden keşfetmekten ziyade, çok sevdiğim bu kitabın köklerine dair hiç değilse Internet ortamında tüketilebilecek Türkçe kaynaklara katkı yapmaktır, ki galiba var böyle bir ihtiyaç. Zira nette, bir mimar tarafından yazılmış bir yüksek lisans tezinde geçen alıntı bir cümlenin dışında bu ilişkiye temas eden başka bir yazı görmedim.


Yevgeni Zamyatin (1884-1937) — Aleksey Gastev (1882-1939)

Proleter Kültürün Eğilimleri Üzerine
Aleksey Gastev

Proleter kültür tanımına, son derece dikkatli yaklaşmak gerekir. Bazı düşünürlerin bu sorun özelinde cesareti çoğu zaman banallikten başka bir yere varmıyor.

Proleter kültürün her şeyden evvel emeğin kültürü olduğunu söylüyorlar. Ne var ki, emek dünya kurulduğundan beri var olagelen bir şeydir. Bu ücretli emeğin psikolojisidir. Ancak burada da köle psikolojisini proleter psikolojiden ayırt etmekte güçlükler yaşanmaktadır. Proleter psikolojisi kavganın, ayaklanmanın ve devrimin psikolojisidir. Devrimci sınıfların ortak tarihsel yürüyüşünün kat ettiği mesafe küçümsenemez. Son olarak, ayırt edici karakteristiği kollektivizmdir. Ve bir kez daha “ancak” kaydıyla. Artel kollektifleri, komün kollektifleri, dini kollektifler, politik ve sosyal kollektifler… Binlercesi var.

Proletarya kültürü için farklı biçimlerdeki politik, mesleki ve kooperatif türü işçi örgütlerinden malzeme devşirmeye çalışmak boşunadır. Çünkü bu örgütler, örgütsel varoluşlarını sadece parlementer demokrasi veya referandumlarla yürüyen doğrudan demokrasi biçiminde bulurlar. ‘Sovyetik’ örgütlerin proleter kültürün gerçekleştirilmesi açısından bazı yeni ufuklar açtığı sanısına kapılınmamalıdır. Zira “Sovyetik’ anayasa, varlıklı sınıflar için seçme ve seçilme sınırlaması getirilmiş bir demokrasiden başka bir şey değildir. Sovyetler; proletaryanın, yoksul ve hatta ‘orta’ köylülüğün politik bloğudur. Proletaryanın yükselen kültürünü duyumsamak için bu geçici oluşumların ötesine geçmek, bunların üzerine çıkmak şarttır.

Yeni sanayi proletaryasını, psikolojisini ve kültürünü karakterize eden şey, her şeyden evvel sanayinin ta kendisidir. Yapılar, borular, sütunlar, köprüler, vinçler ve yeni bina ve tesislerin bütün o karmaşık konstrüksiyonları, afetsellik, engellenemez dinamizm; işte proletaryanın gündelik bilincine sızan şeyler bunlardır. Modern sanayi yaşamının her köşesine, aynı anda organizasyonellik ve şaşmaz bir nedensellik çerçevesine oturtulmuş afet ve hareket sinmiştir. Afet ve muazzam bir tempoyla zincirlenmiş dinamizm… Proleter psikolojiyi betimleyen temel unsurlar işte bunlardır.

Proletaryanın kaslarını ve sinirlerini eğiten çalışmanın her geçen gün artan metodik kesinliği, psikolojisine, her türlü insani duyguya karşı güvensizlikle dolu, sadece aygıta, makinaya ve alete inanan özel bir farkındalık ve keskinlik kazandırmaktadır.

Proletarya psikolojisini şaşırtıcı ölçüde standartlaştıran şey sadece jestlerin, sadece çalışma-üretim yönetimlerinin değil, bunun da ötesinde uzlaşmaz bir nesnellikle bütünleşmiş gündelik düşünüşün de makineleştirilmesidir. Cesurca iddia ediyoruz ki, proletaryadan başka hiçbir sınıf, ne yenileri, ne eskileri, bu tür standartlaştırılmış bir psikolojiye sahip olamaz. İster Almanya’da, ister San Francisco’da, ister Avustralya’da, isterse Sibirya’da çalışsın, sahip olduğu tek şey üretime dair en ufak imayı elektrik hızında algılayan ve karmaşık bir şablonlar kompleksi dahilinde gereğini yerine getiren ortak psikolojik formüllerdir. Varsın henüz uluslar arası bir dil geliştirilmemiş olsun. Buna karşın elimizde milyonların hakim olduğu uluslar arası jestler, uluslar arası psikolojik formüller var. Proleter psikolojiye hayranlık verici anonimliğini veren özellik işte tam da budur. Bu sayede proleter birimlerin her birini A, B, C veya 325, 075 ve O vs. şeklinde vasıflandırma imkanı doğmaktadır. Proleter düşünüşün o muazzam kendiliğindenliğinin anahtarı bu standartlaştırılmış psikolojide ve dinamizmindedir. Aslen proletaryanın; kör, çılgın, artelci köylü kitlesi gibi kendiliğinden olduğu anlamına gelmez bu. Hayır, bunun anlamı, proleter psikolojisinde dünyanın bir ucundan diğerine güçlü psikolojik akınların fırtınalar halinde gezindiğidir. Bu akınlar artık milyonlarca tekil kafanın değil, tüm dünyada birleşmiş tek bir kafanın hareketidir. Uzun vadede bu eğilim fark ettirmeden, bütün bir sınıfın açma, kapama ve kısa devre sistemleriyle donanmış nesnel psikolojisine dönüşerek bireysel düşünüşün olanaksızlığını kuracaktır.

Yukarıda değindiğimiz standartlaştırılmış psikolojinin yanı sıra bu psikolojinin özel toplumsal yapısallığına da değinmek gerek.

Yeni sanayi tarafından mütemadiyen farklı ‘tiplere’, ‘çeşitlere’ ayrılan, belirli ‘işlemleri’ yerine getiren, belirli jestlerde bulunan insanlara bölünen proletarya, diğer yandan, gözü önünden geçen işletmenin o devasa montajını psikolojisine dahil ediyor. Bu, temelde herkese açık olan, herkesin gördüğü fabrikanın kendi montajı, sürekliliği ve işlemlerin ve fabrikasyonun birbirine bağımlılığı ve son olarak da bir işlemin diğerine, bir fabrikasyonun diğerine, bir ‘tipin’ diğerine vb. önceliği ve bağımlılığında ifadesini bulan üretimin tamamının genel montajıdır. Artık bu aşamada proletaryanın psikolojisi, bir insan kompleksinin diğerinin kontrolü altında çalıştığı ve iş vasfı anlamında ‘kontrolörün’ zaman zaman kontrol edilenin altında durduğu ve çoğu zaman da şahsen tümüyle bilinmez olduğu yeni bir toplumsal psikolojiye dönüşmektedir. Bu psikoloji, insanın insanla olan ilişkisinin yanı sıra bütün olarak bir insan grubunun bütün olarak bir mekanizma grubuyla ilişkilerinde kendini gösteren yeni bir işçi kollektivizmine işaret etmektedir. Bu kollektivizmi mekanize kollektivizm olarak adlandırabiliriz. Bu mekanize kollektivizmin kendini ortaya koyması kişiselliğe o kadar aykırıdır, o kadar anonimdir ki, bu kollektif ve komplekslerin hareketi, sanki artık bireysel bir insan yüzü taşımayan, bunun yerine eşitlenmiş, standartlaştırılmış adımlara, ifadesiz yüzlere, lirikten ve hissiyattan arındırılmış, çığlıkla ya da kahkahayla değil, manometre ve taksometreyle ölçülen ruhlara sahip şeylerin hareketine yakınsar.

Aynı anda hem canlı iş gücünü, hem yeni kollektifinin demirden mekaniğini, hem de kendisini görülmedik büyüklükte sosyal bir otomata dönüştüren kitlesel yeni bir mühendisçilik akımını başlatan proletaryanın temsil ettiği büyüyen bir sınıfa sahip olduğumuz açık değil mi?

Proleter kültür konusunda uzman pek çok düşünürün görmek istediği kadar basit değil her şey.

Proleter sanat sorununa da böylesi bir basitlikle yaklaşmak istemiyoruz.

Proleter sanat söz konusu olduğunda genelde ideologlar sorunun kendisiyle uğraşmanın dışında proleter sanatın hususi sadeliğini onun ana karakteristiği sayarlar. Modernitenin en büyük sorunlarından birine karşı bu tip bir yaklaşımı büyük bir anlayış eksikliği olarak görüyoruz. Proletaryayı bir kenara bırakın. Sadece tekniği, savaşları, devrimleri görmüş modern bir halk üzerine konuşulduğunda bile, meseleye bizdeki halkçı sanatçıları-klasikleri karakterize eden o el değmemiş basitlikle, sadelikle yaklaşmak bugün itibariyle imkansızdır. Proletarya söz konusu olduğunda ise konuya sadelik üzerinden yaklaşmak, bize göre ikiyüzlülüğü vazetmektir.

Elbette, mahsus şekilden şekle girmeli, stilizasyonlarla uğraşmalı anlamına gelmez bu, ancak ucuz kültür ürünlerinin önünde kendinden geçmenin de bir alemi yoktur.

Yukarıda dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştığımız, gelişmekte olan karmaşık psikolojik süreçlere yeni proleter sanatın içeriği açısından yaklaşmak gereklidir.

Sokakta resim satan dürüst satıcılardan ibaret olsaydık, elbette eski tuluklara ‘yeni şarap’ doldurmaya uğraşırdık. (İncil’den. M.Y.)

Ne var ki, bu tip bir hareket başarısızlığa mahkumdur.

Bugüne dek eşine rastlanmamış bir psikoloji oluşturmakta olan sınıf, er veya geç yeni yöntemlerin oluşturulmasını, yeni bir sanatsal stili talep edecektir.

Kahinlik taslamak niyetinde değiliz, ancak her halukarda proleter sanatı sanatsal yöntemlerde gerçekleştirilecek olağanüstü bir devrimle birleştirmek zorundayız. Örneğin söz sanatçıları, Futuristlerin ortaya attıklarını değil, çok daha yüksek problemleri çözmek durumunda kalacak. Eğer Futurizm ‘kelime yaratımı’ sorununu ileri sürdüyse, proletarya da kaçınılmaz olarak bu sorunu ileri sürecek ama o kelimeyi gramatik açıdan reforme etmekle yetinmeyecek, daha da ileri giderek kelimeyi teknikleştirmeye uğraşacak. Gündelik ifadesi içerisinde kelime belli ki, proletaryanın çalışma ve üretim hedefleri için yeterli değildir. Proleter sanat gibi, bu kadar yeni ve bu kadar ince bir yaratım için kelime yeterli gelecek mi? Kelimenin teknikleştirilmesi işinin nasıl olacağına dair önkabuller koymuyoruz ama açıktır ki, bu sadece sesin kuvvetlendirilmesiyle olmayacak. Taşıyıcısı olan canlı varlıktan, yani insandan adım adım ayrılacak. Burada, tümüyle insana dayalı gösterilerin, zavallı modern tiyatro faaliyetlerinin ve oda müziğinin arka plana atıldığı, gerçekten de yeni ve kombine bir sanata doğru ilerliyoruz. Şeylerin, mekanize kalabalıkların, şahsi ve lirik nedir bilmeyen açık ve sarsıcı bir azametin bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş gösterisine doğru gidiyoruz.

1919

Çeviri: 10 Eylül 2011, Moskova.


Aleksey Kapitonoviç Gastev 1882 yılında Suzdal’de doğdu. 1901′de Rusya Sosyal Demokrat İşçi Paritisi’ne katıldı. Politik faaliyeti nedeniyle 1902′de öğretmen okulundan atıldı. Ertesi yıl ülkenin kuzeyindeki Sıktıfkar’a sürüldü. Yurtdışına kaçtı. Bir süre sonra Rusya’ya geri döndü ve 1905 Devrimi’ne katıldı. 1908′de partiden ayrıldı. Bir süre Paris’te yaşadı. Ülkeye dönüşünün ardından 1914′te Çarlık hükümeti tarafından tekrar sürgün edildi. Şubat Devrimi’nin patladığı günlerde bir kez daha sürgünden kaçtı. 1917′den itibaren yoğun bir sendikal faaliyet içinde yer aldı. Proletkült hareketinin teorisyenlerinden biri oldu. 1920′de Merkezi Emek Enstitüsü’nün kuruluşunda önemli rol oynadı. Aleksey Gastev 1904′ten itibaren edebiyatla da ilgilendi. 1921 yılında Riga’da yayınladığı Slovo pod pressom. Paçka Orderov (Preslenmiş Kelime. Emirler yığını) adlı manzum eserde fabrika yaşamında kullanılan komutlarla evrenin nasıl idare edilebileceğini göstermeye çalıştı! Rus edebiyatı uzmanı Leonid Geller, ironiyle Yevgeni Zamyatin’in Biz’i ve bu kitabın birlikte basılmasının ikincinin anlaşılmasına büyük katkıda bulunacağını söyler. Bu eserden sonra edebiyattan tümüyle çekildi. Kendisini sanayinin organizasyonu çalışmalarına adadı. 1926′da Kızıl Bayrak Nişanı’yla ödüllendirildi. 1931′de Komünist partisine girdi.  8 Eylül 1938′de “karşıdevrimci terörist faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle NKVD tarafından tutuklandı. 15 Nisan 1939′da da Moskova Bölgesi’ndeki ünlü infaz poligonu Kommunarka’da kurşuna dizildi.

Birkaç yıl önce, Rus Federal Güvenlik Servisi FSB, Aleksey Gastev’in tutuklanması ve idamıyla ilgili KGB arşivlerinde yer alan belgeleri kamuya açtı. Belgelere göre, işkence dahil olmak üzere sert sorgulama tekniklerine maruz kaldığı düşünülen Gastev’in sorgu tutanaklarında Troçki, Buharin, Uglanov, Ryutin, Şlyapnikov ve Tomski gibi isimlerin yer aldığı hükümet karşıtı terörist bir grubun üyesi olduğunu itiraf etmeye zorlandığı, muhalif fikirleri olduğunu kabul ettiği, ancak terörist faaliyet suçlamalarını reddettiği, bir süre başkaları aleyhinde olumsuz bir ifade vermemeye gayret ettiği, ancak daha sonra bunda başarılı olamadığı ve hem kendine, hem de önüne konan isimlere yöneltilen suçlamaları kabul ettiği görülmekte (İngilizce özeti için tıklayın.).

***

Proletkült, Proletarskiye kulturno-prosvetitelnıye organizatsii (Proleter Kültürel Aydınlanma Örgütleri). 1917 yılında Şubat Devrimi’nden hemen sonra ortaya çıktı. Hareketin önderleri (A. Bogdanov, P. Pletnev, F. Kalinin) önlerine, güçlenen işçi sınıfının kendine ait yeni bir kültürün yaratılması görevini koydu. Proletkült hızla büyüdü. 1920′ye gelindiğinde 80 bin üyesi ve 400 bin aktivisti vardı. Proletkült’ün Lunaçarski’nin ön ayak olmasıyla 3-10 Kasım 1920 tarihleri arasında düzenlenen ilk kongresinde çoğunluğu ele geçiremeyen Bolşevikler, örgütü bir kararnameyle  Halk Eğitim Komiserliği’ne bağladı. Örgütün bağımsızlığını yitirmesiyle birlikte önde gelen üyelerin bazıları hareketten koptu. Proletkült, 1922 yılında Lenin’in eleştirilerinden ve bununla bağlantılı olarak bütçesinin büyük oranda elinden alınmasından sonra sonra etkinliğini iyice yitirdi. 1932 yılında da bitkisel hayatını tamamladı.

6 Comments

  1. fedai

    12 Eylül ve Korku Verici Durum

    IRAK: ABD Ordusu Irak’ı işgal ederken doğru dürüst savaşmadı, dahası neredeyse hiç savaşmadı… Cepheler kuruldu, karşılıklı bakışıldı, uzaktan uzun menzilli toplar, kısa menzilli füzeler atıldı.. Biraz savaşılır gibi yapıldı… ABD son vuruşu yapmadı, bekledi..
    Neyi bekledi? Irak ordusunu yöneten general ve albaylardan bir kısmıyla sürdürülen pazarlıkların bitmesini.. Daha sonra hesaplar kesildi, paralar ödendi, sözler verildi, Amerikanın yolları açıldı… Irak ordusu cepheden yarıldı, küçük bir kısım savaşır gibi yaptı, Amerikalılar onları da tepeledi ve Irak ordusu çöktü.
    Amaç, Irak’ı işgal ederken en az kayıp vermekti. Burada paranın gücü konuştu.. Irak ordusunun subayları umutsuz bir durum karşısında, savaşmak-yenilmek ve ölmek-öldürülmektense, karşılarındaki büyük güce satılmanın daha akli olduğuna karar vermişlerdi!
    ***
    LİBYA: Libya’da Kaddafi’nin bütün can alıcı noktaları, merkezleri, NATO uçaklarınca bir birardına tam hedeften vuruldular. Trablus’ta umulan Kaddafi direnişinden eser bırakılmamıştı. Savaşı bitiren saldırı çok hızlı ve ani olmuştu!
    Ortaya çıkıyor ki, önemli bütün hedefler Kaddafi’nin karargahındaki casus/casusların bilgi sırdırması hem de “yabancı”ların Trablus ve Libya’da kurdukları ve kısmen Tunus üzerinden yönetilen casusluk ağının tıkır tıkır işlemesi sayesinde, Kaddafi kağıttan kaplan gibi devriliverdi!
    Direnişi örgütleyenler konuşuyor: Kaddafi’nin gizli servisinden, Ordudan ve yakın çevresinden sürekli ve düzenli aldığımız bilgilerle, Kaddafi güçlerinin bütün harekât planlarını izliyorduk ve NATO ile eşgüdüm içinde çalışıyorduk.
    ***
    TÜRKİYE: Işık Koşaner’in, Genel Kurmay Başkanı iken yakın çevresindeki generallerle yaptığı kapalı kapılar ardındaki konuşmaların ses kayıtları yayımlandı gazetelerde. Koşaner istifa ettikten sonra. Artık kim bu yapanlar diye araştıracak gücü sıfırı tükettiğinde!
    Koşaner, anımsarsınız, Ordu’da yanlışlıkları eleştiriyordu. Ve özellikle 1. Ordu’dan, seminer not ve kayıtlarının olduğu gibi çalınıp dışarıya servis edilmesine ateş püskürüyordu. Bu senaryoların üzerinde çalışılarak, bilindiği gibi, üzerlerine darbe planları yazılmış ve Balyoz uydurukluğu Türkiye’ye yutturulmuştu! Ordu bir vuruşta darmadağınık edilmişti!
    Koşaner, namerdin eline herşeyi vermişiz, ne konuştuysak var ellerinde, diye nitelendiriyordu, planların çalınmasını ve dışarıya servis edilmesini!
    Pardon, bu tam bir casusluktu. Koşaner, aslında, Ordu içindeki casusların cirit attıklarını üstü kapalı bir dille dile getirdiği kapalı kapılar ardındaki konuşması da kayda alınıyor ve dışarıya sızdırılıyordu! Koşaner’in casusların denetimi altında çalışmıştı!
    Genel Kurmay başkanının yakın çevresi de casuslarla doluydu demek ki!
    Ordu içinden hem de üst düzeyde bilgi – belge dışarıya akıyorsa, orada gizli bir şey yok demektir. Pardon, gizli bir casusluk şebekesi var demektir!
    Bu bilgiler ister iktidarın polisine, fetocusuna aksın, ister gazetecisine.. Alınıp satılan mal demektir onlar. Dışarıya çıktıktan sonra, İsrail’e de gider, CİA’sına da! İran’a da, Rusya’ya da!
    ABD ile iç içe bir Ordumuz var hâlâ.
    İçlerinden bazılarının ABD’nin denetiminde hareket ettiğini, bu durumda varsaymak gerekir. Cemaatin- iktidarın ve gizli servislerin denetiminde. İç içe bir ağ.
    Öyle anlaşılıyor ki, özellikle İstanbul üzerinde yoğunlaşmışlar!
    ***
    Ben şimdi ne demek istedim, bütün bunları yazarak, doğrusu tam da bildiğimi söyleyemem…
    Biraz raslantısal oldu ve yukarıdaki olgular da birbiriyle ilintisiz raslantısal olarak arka arkaya geldi, bile diyebilirim!
    Ama epey korku verici bir durum.
    Ordu’yu, ülkeyi, bu durum yönetiyor!
    Sahi bugün 12 Eylül (1980) değil mi!
    Ülke darmadığınık ve despotluğa dörtnala koşarken, Ordu’ya vurma günü! Acılarımızı ve yaşadığımız felaketleri dile getireceğiz..
    O gün Ordu ABD güdümünde darbe yaptı..
    Bugün ABD Orduya karşı, emrindeki sivil güçlerle, bu en yakın müttefiki kurumu darmadığınık yapmakla meşgul..
    Solcu eskileri, iktidar liboşları, 12 Eylül mağdurları vb., bu kez ABD ile müttefik, Ordu’ya vur babam vur durumundalar!
    Hadi bakalım! Bu problemi çözelim!

  2. Fasist generallerin fedaisi

    Halkin oylariyla seçilen bir hükümete karsi komplo kuran generallerin konusmalarinin ifsa edilmesi demokratik bir görevdir. Sivil hükümete karsi komplo kuran devlet memurlarinin açiga çikarilmasi casusluk degil bizzat o memurlarin yaptigi casusuluktur. (Israil ajanligidir) 12 Eylül’ü sadece fasist generaller yapmadi, ayni zamanda o fasist generallerle birlikte çalisan sol örgüt liderleri ve fasist irkçi örgüt liderleri de yapti. Bunlardan bir kismi sonra harcandi, bir kismi kullanilmaya devam etti. Halen de kullanilmaktalar. Fedai de iste bu kullanilanlardan biri, feda et kendini kemalist, fasist diktatörlüge fedai. Problemin en iyi çözümü bu.

  3. Gün Zileli

    Evet ama, bu mesajların proletkült konusuyla ne ilgisi var, anlamadım. Lütfen mesajlarınızı ilgili makalelerin altına yapıştırın.

  4. çıracı

    Gün Zileli’nin affına sığınarak, proletkült konusuyla alakasız olan yoruma yine bu konuyla alakasız bir cevap vermek istiyorum. 12 eylül darbesinin asıl sorumluları üç beş general veya sokakta çatışan sağ ve sol örgütler değildir. Küresel sermayenin ve Türk tekelci sermayesinin o günkü ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan 24 ocak kararlarını ve ekonomideki neoliberal dönüşümü Türkiye halkına kabul ettirebilmek için “ekonominin militarizasyonu”nu sağlayacak, halkın demokratik haklarını budayacak bir darbe gerekiyordu. Darbenin asıl baş aktörlerini kavrayabilmek için ilk önce “Our boys have done it.” sözünü ve “Bugüne dek işçiler güldü artık gülme sırası bizde.” sözünü irdelemek gerekir diye düşünüyorum. Darbeyi yapan faşist generaller ve sokaklarda çatışan çeteler ise bu süreçte yan rollerdeler.
    Konu hakkında güzel bir makale:
    http://sdyeniyol.org/index.php/tarih/337-bellekteki-boluk-ve-12-eyluel-masis-kuerkcuegil

  5. Gün Zileli

    arkadaşlar, yorum yapılması her zaman istediğimiz bir şeydir. ancak gördüğüm kadarıyla bir süredir yorumlar epeyce rayından çıkmış durumda. iki üç kişinin aralarında atışmasına dönüştü. Hadi buna da bir şey demiyorum da, bari yorumlar makalelerle ilgili olsa. Tekrar rica ediyorum, yapılacak siyasi tartışmalar için bu sitede epeyce makale var. Yorumları onların altına yapıştırın ki, biraz “ne alaka” durumu doğmasın. Proletkült makalesini açan birisi ister istemez konuyla şu ya da bu şekilde bir bağlantı arıyorlar, ben de öyle.

  6. Gün Zileli

    Bu vesile ile bir şey daha: “Şerefsiez”, “yalaka” vb. türü kullanımları kişiliğe saldırı olarak gördüğümüzden “sözlü şiddet” olarak değerlendirip yorumları kaldırıyoruz.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑