Yerel Özerklik…
Yerel özerklik, anarşistlerin eskiden beri savunduğu bir özyönetim biçimidir. Merkezi iktidarı toptan reddeden anarşistler, yerel özerkliği ve özyönetimi doğal bir hak, olması gereken bir yönetim tarzı olarak görürler. Gerçi onlar, yerel özerklik yerine özgür komünler kavramını daha çok tercih ederler. Özgür komünler düşüncesi Bakunin’e kadar gider.
Aslında sovyet, şura ya da işçi veya halk konseyleri kavramları da yerel özerklikle yakından ilgilidir. Sovyet ya da şuralar, Rus devriminin gelişmesi içinde 1905 devriminden önce ilk olarak işçi yardımlaşma sandıkları biçiminde ortaya çıkmış, 1905 devriminde büyük rol oynamış ve 1917 Şubat devriminde ikili iktidar organları olarak işlev görmüştür. Sanıldığının tersine, Sovyetler, Bolşeviklerin teorize edip yarattığı bir şey değildir. Hatta başlangıçta Bolşevikler kendiliğinden ortaya çıkan bu yerel işçi örgütlenmelerini partiye rakip olarak görüp uzak durmuşlar, ancak Lenin’in büyük kavrayışı sayesinde Sovyetleri benimseyerek içinde yer almışlardır.
1917 Devrimi’ne “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganıyla gidildi, çünkü işçi-köylü-asker vb. Sovyetleri Şubat Devrimi’nden sonra gerçekten de muazzam bir yerel iktidar gücü olarak ortaya çıkmışlardı. Anarşistler ve Maksimalistler Sovyetlerin en önde gelen savunucularıydı. Fakat Ekim’de bu sloganla iktidarı ele alan Bolşevikler derhal parti diktatörlüğü ilan etmiş ve Sovyetler içi boş bir kabuk haline getirilerek tarih sahnesinden silinmiştir.
Buna rağmen işçi sınıfının ve ezilen halk kesimlerinin belleğinde şura ve konsey düşüncesi yaşamaya devam etmiştir. 1920’lerde İtalya, İspanya ve Almanya’da işçiler konseyler halinde örgütlenerek mücadele etmişlerdir. İspanya iç savaşında da işçiler yerel özyönetim organları olan komünler vasıtasıyla devrimi ilerletmişlerdir. İspanya’da yerel komünleri ezen, Franko’dan önce, Stalinistlerin yönlendirdiği cumhuriyetçi merkezi ordu olmuştur.
Konseyler 1956 Macar devriminde de yeniden canlanmıştır. İşçi konseyleri birçok yerde idareyi ele almış, Sovyetler Birliği ve Varşova paktı ülkelerinin işgalinden sonra bile işçi konseyleri yerel egemenliklerini birkaç yıl sürdürebilmişlerdir.
1968 devriminde de yerel özerklik ve özgür komünler fikri özellikle Avrupa’da taraftar bulmuş, irili ufaklı birçok yerel özyönetim örneği ortaya konmuştur. Keza Kültür devriminin başlangıç aşamasında da örneğin Şanghay komünü kurulmuş, partiye karşı ayaklanan işçiler ve öğrenciler bu yerel özyönetim organını bir süre yaşatmışlardır. Daha sonra yozlaşmış ve ezilmiştir, o başka. Bugün Avrupa’da hâlâ yaşayan 1968 kalıntısı özgür komünal deneyler söz konusudur. Örneğin Kopenhag’daki Christiana mahallesi.
Kürt ulusal hareketi de birkaç yıldır programına yerel özerkliği ya da demokratik özerkliği almış bulunmaktadır. Bu, elbette Kürt ulusal hareketinin klasik Marksist-Leninist paradigmadan kısmen sıyrılıp örneğin anarşist Bookchin’in teorilerinde kendisi için bir şeyler bulduğunun göstergesidir ve gerçekten de çok önemli bir olumlu adımdır. Bence Kürt ulusal hareketinin programı içindeki en olumlu maddelerden biri budur.
Yerel özerkliğin programı alınması elbette önemli bir adımdır ama bunun pratiğe geçirilmesi çok dikkatli ve iyi düşünülmüş adımlar atılarak mümkündür. Hele Türkiye gibi üniter bir devlette, şovenizmin ve Türk milliyetçiliğinin sağdan da soldan da körüklendiği bir ülkede yerel özerkliği pratiğe geçirmek daha da büyük bir dikkat ve özen gerektirir.
Daha da önemlisi yerel özerkliğin ilan edilmesi için belli durumlar, belli koşullar olması gerekir. Örneğin Danimarka gibi, özgürlüklerin nispeten daha fazla güvence altında olduğu kapitalist ülkelerde Chiristiana mahallesi yerel özerkliğini ilan edebilir. Hatta bu, yasal bir hak olarak güvenceye bile alınabilir. Christiana’ya polisin girmesi yasal olarak yasaktır. Bu mahalle kendi iç güvenliğini (diğer her şey gibi) kendisi sağlar. Fakat bu, bugünkü dünyada istisnai bir durum olarak görülmelidir.
Bunun dışında yerel özerklik nasıl ve hangi koşullarda ilan edilebilir? Bazı devrimci durumlarda defacto olarak ilan edilebilir yerel özerklik. Devrimci kalkışma nedeniyle merkezi iktidar zaafa uğramıştır ve istese bile yerel birimleri ezecek gücü yoktur. Hatta ülkede bir ikili iktidar durumu doğmuştur. Bu durumda merkezi devlet gücünün sizi ezmesi pek mümkün değildir. Devlet, mecburen uzlaşır ve taviz verir. Üzerinize gelemez. Rusya’daki son dönem Sovyetler veya ispanya’daki başlangıçtaki özgür komünler bunun örneği olarak görülebilir.
Bir başka durum, yerel özerkliğin nispeten durgun bir toplumsal ortamda ilan edilmesidir. Böyle bir ortamda yerel halk kendini merkezi devlete karşı savunacak güce sahip değildir ama merkezi devletin güçleriyle mümkün olduğu kadar çatışmadan kendi özörgütlenmesini sessiz sedasız sürdürebilir. Devlet güçlerine karşı durmaz ama devlet organlarını fiilen etkisiz hale getirir. Böyle durumlarda sivil itaatsizlik son derece önemli bir mücadele aracıdır. Fatsa bunun örneklerinden biri olarak ele alınabilir (gerçi sonradan zor yoluyla ezilmiştir ama).
Diğer bir durum da, şiddetli çatışma veya iç savaş ortamında yerel güçlerin kendilerini yeterince güçlü hissedip kendi özsavunma güçlerine ve yerel silahlanmasına dayanarak zor yoluyla yerel özerkliği ilan etmesi ve üzerine gelen devlet güçlerine şiddetli bir özsavunmayla cevap vermesidir. Mao’nun kurtarılmış bölgelerini bir anlamda buna örnek olarak gösterebiliriz.
Bugün Kürt bölgelerinde ilan edilen yerel özerklik bu durumların hiçbirine uymamaktadır. Kısacası ne devletin mecburen uzlaşacağı bir durum, ne bugün sivil itaatsizliğe tahammül edebileceği görece barışçı bir ortam vardır, ne de yerel özerklik ilan eden yerel birimlerin kendilerini zor yoluyla savunabilmeleri mümkün görünmektedir.
Böyle bir durumda, barışçı bir şekilde bildiri okuyarak bile olsa yerel özerklik ilan etmek, azıtmış vaziyette saldırıya geçmiş merkezi devletin güçlerine gel beni tutukla demekten farksızdır. Dahası, bugün bunu yapmak, MHP ve AKP şovenizmine, “bakın gördünüz mü işte, yakalayın bölücüyü” deme fırsatı vermekten başka bir anlama gelmez.
Bugün, böyle bir anda yerel birimlere “yerel özerklik ilanı” fikrini kim vermiştir, bilmiyorum ama bugün bu son derece yanlış bir adımdır.
En güzel tasarılar bile yanlış taktik adımlarla çamura bulanabilir ve o fikrin tam karşısında yer alan reaksiyonerlerin ellerini keyifle oğuşturmalarına yol açabilir.
Gün Zileli
21 Ağustos 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
bütün şu tanımlamaların, verdiğin şu tarihsel örneklerin ve o akıl yürütmelerin tek bir anlama geliyor gün zileli: oturun oturduğunuz yerde kendinizi yönetmek de nerden çıktı şimdi. söylediklerinin özeti budur.
ne çok aklınız varmış yahu! bence direnenlerin sizin şu konformist aklınıza ihtiyaçları yok. ihtiyaçları olan şey de sizde yok. onun ne olduğunu biliyorsunuz söylememe gerek var mı?
Kürt nüfusun yaşadığı bölgede özerklik ilan edilmesi bana çok gerçekçi gelmiyor.OLsa bile bu savaş hali devam eder,üstelik batıda yaşayan kürtler’de bundan olumsuz etkilenir..Bana göre bu sorunun iki yolu var
1.adem-i merkeziyetçi bir sisteme geçilmesi.
2.Bölünmenin gerçekleşmesi ve tamamıyla ayrışmak.
Sadece kürt bölgesinde uygulanacak bu özerklik,bu toplum yapısıyla ve devlet yapısıyla hiç bir şekilde uyuşmaz.
Yani savaş devam eder ama fili bölünme için bir aşama olarak kullanılabilir.
Bence hiç uzatmadan 1. ve 2. şıklardan birine karar verilip fazla kan dökmeden bu işi halletmek.
aslında bu sitede tartışılması derinleştirilmesi gereken en doğru gündemi en doğru zamanda yazan zileliyi kutluyorum.yazısındaki yerel özerklik kavramlaştırması teorik ve pratikleri konusu açılmaya açıklanmaya muhtaçtır.kürt özgürlük hareketinin şu anda yerel özerklik ilan etmesi konusundaki eleştirisini doğru yerden kuramadığı düşüncesindeyim bende eleştiriyorum ama eleştirim neden ilen ettiniz ve yerel özerkliği bu gün ilan edip savunmak yanlıştır çizgisinden eleştirmiyorum.kaç dönemdir kürdistanda belediyeleri yönetiyorsunuz ayrıca DTK gibi kentlerin hemen bütün yerellerin bütün yerel toplumsal dinamiklerini barındıran DTK gibi çok değerli özgün birlikte iş yapıp müzakere edbilip politika ve karar üretebilen aşağıdan yukarıya kendiliğinden işleyen kurumsal işleyişlere sahipken bunları biriktirilen yerel belediye meclisleri ile birleştirip yerel doğrudan karar uygulama işlevinde yerel iktidar organlarına dönüştürüp vesayet ikili iktidarı engeleyecek yetkinliğe neden getiremediniz sizin dışınızda yol kesip mahkeme kurma iradesi kendinde görebilen olabilmesi adeta yerel belediye iktidarı DTK ilçe mahalle il meclislerine rağmen ikili iktidar hatta merkezi devletin iktidarı ile üçlü iktidar pratiği ironidir.bunca yıl belediyeleri yöneten pratiğin alternatif yerel özgün otonom özerklikçi yeni bir model olarak batıdada bizlerin özenle izleyip model alabileceğimiz seviyede kurumlaşmış bir pratik üretemeyip bunun özeleştirisi ve tartışmasını yapamamak en büyük yetmezliği olmalıdır.
http://www.sinanodabashdp.com/
Yerel özerklik ilanlarının koşulları ve zamanlaması konusunda Gün Ağabey’e tümüyle katılıyorum.
*
Artık bu yerel özerklik-federal yönetim Kürt halkının özgürleşmesi kadar, Türkiye insanlarının tümü ile özgürleşmesi meselesidir.
Bu konuda yazmaya çalışıyorum.. Ulus Devlet ve Merkezî iktidar Türkiye halkları ve bireyleri için bir “hapishanedir!”
*
Federal bir Türkiye Cumhuriyeti ve her federal yapı içinde özerk-otonom yapılar oluşturma özgürlüğü tanınmasına ait siyasal mücadele ortaklaştırılmalıdır. “Batı” da buna ikna edilmelidir.
Bu ikna için düşünmeli, yazmalı, anlatmalı, siyasal hareketler içine “yedirilmeli”…
Dinci-mezhepçi, ulusal-Kemalist, solcu-ulusçu merkezî İktidar ideolojileri yalnızca çatışma ve yıkım yaratıyor..
Bu anlatılmalı. İşçi sınıfı yok ve devrim diye bir şey de yok! Önümüzdeki 20-50 yıl için Türkiyeli Federal-otonom birlik yapısı, etnik değil, kültürel temelli kent demokrasileri temelinde 30-40 birim… Birden her şey “güzel” olmayacak.. ama 3-5 seçim.. vali, savcı, başkan.. güçlü yerel meclis..
*
Kürt siyaseti aceleci, “çocukça” davranmıştır.
“Federal Türkiye Cumhuriyeti” için mücadele-ikna süreci olgunlaşmaktadır.
Önce Atatürkçü-ulusçu, sonra dinci diktatörlük Merkezî İktidar sapkınlığını insanlara öğretmektedir.
**
Kürt İsyan Hareketi bu anlamda HDP siyasetini daha çok önemsemelidir.
Tümüyle Türkiye’den kopmuş bir Kürt halkı, ABD emperyalizminin kolayca kullanacağı “jandarma gücü” olur. Bu nedenle birlikte, federal-otonom bir Türkiye’li kimlikte buluşmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum…
bu dinci bağnazlık,
son 3 kelime yanlışlıkla orada kalmış, silmemişim.. Ama dinci bağnazlığın da bir Merkezî İktidar ideolojisi kurmaya çalıştığı koşullarda..
Merkezî İktidarın her ideolojisinin “işe yaramaz” olduğu anlatılmalıdır.
Yakın gelecek ne din, ne ulus, ne sınıf paradigmaları ile kurgulanamaz.
Kültür temelli, federal-otonom-özerk birimler; çatışmacı değil, yarışmacı! Her bölge ekonomik, siyasî, idari iç işlerinde özgür.. Bakalım kim daha iyi!
Gün’ün değerlendirmesine tamamen katılıyorum. Bu işler şakaya gelmez ve isyanla oynanmaz. Bir teoriyi rezil etmenin en iyi yolu onu toyca savunmaktır.
Taktiksel olarak, zamanlama olarak, güçler dengesi olarak doğru mu tartışması bir yana, diyelim ki başarıldı, özerklik gerçekten Kürt proletaryasının lehine mi olacak?
Yoksa Kürt ayrılıkçılığının elitlerinde bir “küçük olsun bizim olsun”culuk da var mı?
Bakın, Kürt proletaryasının Türkiye burjuvazisi tarafından karakteristik sömürülme şekline: Batı’da inşaat işçisi, mevsimlik tarım işçisi vb. en ağır ve düşük ücretli işler. Kürdistan’ın merkezine, Diyarbakır’a bakın: Ülke seviyesinin çok üstünde rekor işsizlik, %40-50’ye varan oranlarda özellikle genç işsizliği. Türkiye burjuvazisi “bölge”de sömürmüyor, bölgede işsiz bırakıp Batı’da aşırı-sömürüyor. İsrail’in Filistinliler’e yaptığı gibi biraz. Kürtler’in %50’si bölgede değil İstanbul başta olmak üzere Batı’da yaşıyor ve ezici çoğunluğu proleter!
Peki “insan-sermayesi”ni bir yana bırakalım, bir de ayrılma başarılırsa “kaynak-sermayesi”ne bakalım. Hangi doğal kaynaklar, verimli tarım arazileri vs. Türkiye burjuvazisi tarafından atıl bırakılmakta veya bölge aleyhine iç koloni gibi sömürülmektedir? Öncelikle Türkiye Kürdistan’ında hatırı sayılır petrol yok onu bir kenara bırakalım. Toprak sahipliği meselesine gelirsek, Kürt Hareketi’nin toprak burjuvazisinin topraklarını toplumsallaştırma programı var mı? Bunlar biraz geçmişte kaldı sanıyorum. Yani kopuş sağlanırsa sosyalizme gidilecek mi, yoksa “Demokratik Modernite” denilen, liberal sosyal devlet ayarındaki karma ekonomi mi yeni model? Burada kolonyal ilişki anlamında kilit mesele barajlar yani yerel sulamadan ziyade Batı sanayisi için elektrik üretimi yapılması gibi duruyor. Barajlara el koymak, yerel halkın durumunu iyileştirebilir. Fakat bunu da iyi hesap etmek gerekir, çünkü çoğu yoksul bölge ilinde denge sanıyorum ki ters durumda, yani devlet aldığından çok vergi harcıyor. Yani özerklik Türkiye çapında yasallaşan bir dönüşüm yerine Türkiye bütçesinden koparak ilan edilirse, zararlı çıkılabilir. Bu hesap ediliyor mu? Yoksa gelir dağılımını dengelemek yerine yoksulluğu mu özyönetecek bu bölgeler?
Bunlar da yanıt bekliyor..
En yakınlarına yağmayıp uzak diyarlara yağmur olup yağan Gün Zileli yazdıklarına katılıyorum be yaaw… 🙂
işte senin kafanda böyle çalışıyor gün. ne de olsa aynı köklere sahipsiniz. kafanız burjuva hümanizmiyle zehirlenmiştir. insani minsani bi içeriği olmayan boş torbalara her şeyi atmayı maharet sayıyorsunuz. gerçekten koptuğunuz için haklı şiddete yani halkın savunma araçlarına saldırıyorsunuz ama devletin şiddet tekelini ise hiç sorgulamıyorsunuz. dolaylı yollardan meşru bile gösteriyorsunuz devlet terörünü. ancak devlete karşı kendilerini en doğal yollardan savunmak için halkın silahlanması karşısında hemen burjuva bayatlamış tezlerinize sarılarak karalamaya işlevsizleştirmeye çabalıyorsunuz. evet haklı ve haksız şiddet vardır evet haklı ve haksız savaş vardır. bügünkü mücadele de öyledir. kürt halkının özgürlük savaşı haklı ve meşrudur. araçları meşrudur. eğer samimiyseniz devlete karşı durursunuz. devletin haksız savaşını eleştirirsiniz. halkın değil.
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral_calislar/pkk_siddetine_mesruiyet_arayanlar-1419849?scenario_id=radikaltwitter&action=click&label=haberdetay2&widget_id=4453463978134095
“” Türkiye burjuvazisi “bölge”de sömürmüyor, bölgede işsiz bırakıp Batı’da aşırı-sömürüyor.” “çünkü çoğu yoksul bölge ilinde denge sanıyorum ki ters durumda, yani devlet aldığından çok vergi harcıyor.”
Merak ettiğim şey, bu saçma fikirleri sarhoş kafa ile mi yazıyorsunuz, yoksa gerçekten kapasiteniz mi bu kadar?
sayın Zileli…yazar Mesut Yeğen in son Kürt isyanı kitabında Özerklik üzerine yaptığı yorum; bugün Kürt siyasi hareketinin demokratik özerklik mi konfederalizm mi demokratik cumhuriyet mi.. istediği konusunda kafanın net olmadığını ifade ediyordu. siz bu konuda ne söylemek istersiniz?
yukarda özgürlükçünün yorumu ve eleştirisi aslında kürt özgürlük hareketini içerden olumlu eleştiri olarak almak lazım3-4 dönemlik kürdistan yerel yönetim pratiğinin yeni bir model üretip yerel halkın yerel dinamiklerin yerinde doğrudan kendini yönetebilme pratikleri kurumları işleyişleri üretip mevcut merkezi yönetim ve sınırlı belediyecilik pratiklerini zorlayıp genişletip geliştiren yeni bir alternatif yaratamaması eleştirim eksikte olabilir bilmediğimiz işlevsel kurumlar olabilir ama pratikler göremedik.temel olarak 10.yorum ataberkyan’ın bakışına şiddet konusunda katılıyorum yalnız zileliye fazla yüklenmek haksızlık olabilir şiddet haklı şiddet devrimci şiddet kolonyal sömürgecilere karşı mücadelede şiddet konusunda zileli FANONU bilmiyor olabilir muhakkak duymuştur geçmiş yıllardada sitede konusu geçince tartışmıştık
T.S.K.’nın Amerikancılaşmasını anlatan, subay torunu eski solcu “Gültekin Çiçekçiler”den açıklamalar:
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635136734238519297
(1) Bu ülkede (Türkiye’de) 2 kişiye “paşam” diye hitap edilirdi: Biri Zeki Müren, diğeri İsmet İnönü.
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635138069113536513
(2) Demirel dönemi (AP) Seydişehir Alüminyum Fabrikası için kaynak bulurken, Türkiye’de sol yayınların nasıl patladığını anlatayım (1965-67).
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635141607340290048
(3) ABD kaynak vermeyince, Sovyetler’den kaynak alan Türkiye’nin; bu kaynağa karşılık olarak sol yayınlara olur vermesi ve Türkiye’deki üniversitelerde “sol”un yayılmaya başlaması.
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635141978414563333
(4) Dönemin (1960’ların ikinci yarısı, 70’lerin başı) Türkiye’de “sol” sohbetleri için Kore, Kamboçya, Çin ve Vietnam mücadeleleri öncelikti. Mustafa Kemal tali konuydu.
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635145335355129856
(5) Mustafa Kemal, anti-emperyalist olarak Türkiye’deki solcular arasında kısıtlı saygı gördü. Ama nihayetinde burjuva temsilcisiydi. Reddedildi.
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635146281967579137
(6) İbrahim Kaypakkaya, Cumhuriyet devrimlerini tümden kabul etmezdi: “Aldatılmış kitleyle terakki olmaz.” diye düşünürdü.
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635147189493334016
(7) 1960’lar ve 70’lerde Türkiye’deki “sol”; Mustafa Kemal devrimleri (anti-emperyalizm) üzerinden çok bölündü. Sovyet etkisi de vardı. Türkiye’deki “sol” bağımsız değildi.
https://twitter.com/kutaycicekciler/status/635149528891572224
Bu bilgiler ile ilgili görüşleriniz nedir Gün Bey?
Gün bey,siz Kürt ulusal hareketine destek olacağım derken Kürt ulusal hareketinin temel bileşenlerinden biri olan Kürt burjuvazisine de alan açıyorsunuz.Yerel özerklik,demokratik özerklik gibi özyönetim biçimlerinin yoksul kürt emekçilerinin hayatlarında hiçbir değişiklik yapmayacağı aşikârken,sömürülenin kendisiyle farklı ırktan olan sömürücünün boyunduruğundan kurtulup,aynı ırktan olan sömürücünün boyunduruğu altına girmesinin ne gibi bir “özgürleştirici” yanı olduğunu göremiyorum.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28943957.asp
http://akee.eu/index.php/35-news/167-selahattin-demirtas-kuert-isverenlerle-bulustu
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/177915/Demirtas_tan_secim_baraji_iddiasi_.html
http://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/pkk-kantonculuğu/983765231674506
Mesut Yeğen’i biraz mıy mıy bulurum.
duymuştum 🙂
hepsini okumam gerekiyor. Bir yıl falan sürer.
yazıyı bir daha okuyun.
Önemli bir ayrımı gözden kaçırıyoruz:
Kınalıada, Cihangir, Kadıköy, Beyoğlu, Moda, Balat, Bebek, Sarıyer, Beykoz konakları…gibi yerlerden atıp-tutmaya çalışmak başka!
Hakkari, Şırnak, Urfa, Ağrı, Siirt, Tunceli, Antep, Diyarbakır…gibi yerlerde, “pratik” içinde mücadele etmek başka!
Türkiye’de hamamböcekleri gibi ezilmiş “sol kanatlar” ilk önce bu ayrımı iyice öğrensin; ondan sonra teori veya tavsiye yumurtlasın!
Bir örnek yeterli:
İlk önce TKP vardı!
Sonra oldu: KP ve HTKP!
Şimdi oldu: TKH!
Leninist, Stalinist değilim. Ama Türkiye’deki “sol kanatlar” bakteriler gibi bölünmeye devam ederse; sizler daha çok teori ve tavsiye yumurtlamaya devam edersiniz!
baltayı taşamı vurduk zileli bilemedim duymuştur kelimesi komik olduğunu hemen yakaladın cahilliğimize ver belkide fanonun çevrisini yaptın bilemedim yapmadıysan bu iklimde zamanıdır yaparsan bir çeviri yakışır????geç kalma yakında bereketli toprakların yiğit evladı Demirtaşlı HDP her türden savaş şiddeti telef edip barış getirebilir çevirdiğin fanon satmasa beni suçlama???
1 DOLAR = 4.00 TL BİLE OLUR !
Lenin: “Bir ulusu yok etmenin en kesin yolu para birimini güçsüzleştirmektir.”
Süleyman Demirel: “Türk Lirası güçlü olunca n’olcak? Paraları güreştirecek miyiz?”
Doların tarihi seviyeye ulaştığı gün Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi: “Endişelenecek bir durum yok.”
BU EKONOMİ YÖNETİMİYLE…
Piyasalarda “Dolar 3 lira olur mu?” diye konuşulmaya başladı. Sorunun kısa bir cevabı var: “Oldu bile!” Bizde bu ekonomi yönetimi varken 4’te olacak!
“Yok canım, o kadar da değil” demeyin. “Bundan iki yıl önce aslında doların hakkı 2.5 lira” dediğim zaman insanlar gülüyordu. Bugünün şartlarına baktığımda paranın hala fazla değerli olduğunu düşünüyorum. Daha üzücü olansa ülkenin ekonomi yönetiminin paranın değerini hiçe sayması.
Çok değil, bundan sekiz yıl önce 1 Türk Lirası 1 ABD Doları’na denk olur mu diye rapor yazdığımı hatırlıyorum. O zamanlar gelişmekte olan ülkeler arasında örnek ülkeydik. Sekiz yıl ileri sarıyorsunuz ve apayrı bir Türkiye ile karşılaşıyorsunuz! Sahiden ne oldu şu son sekiz yılda?
KÜRESEL EKONOMİK KRİZ ÖNCESİ…
2007’ye dönüyoruz: Neoliberal ekonominin savunucuları artık krizlerin 1990’ların olgusu olduğunu iddia ediyor. Dünyada yanılmaz tek bir ekonomik düzenden bahsediliyor. Neoliberal politikaların babası IMF bile varoluşçu bir sorgulama içinde. Kriz olmayan bir dünyada IMF’nin rolü konuşuluyor. IMF ile çalışan üç-beş Afrika ülkesi kalmış. 1990’ların kriz bağımlısı gelişmekte olan ülkeler (Brezilya, Rusya, Türkiye ve diğerleri) IMF’ye artık ihtiyaçları olmadığını düşünüyor.
İşte böyle bir ortamda “dolar parite olur mu?” diye konuşulurken küresel finansal kriz geldi. Bizim IMF’yle stand-by anlaşmamız 2008 Mayıs’a kadar devam ediyordu. Anlaşma bittiğinde piyasalarda “Türkiye yeniden IMF ile bir anlaşma yapar mı” diye konuşuldu.
Erdoğan bir gitti, bir geldi sonunda IMF’yi bile bezdirdi. Bir gün çıkıp “IMF ile anlaşmaya vardık yarın öbür gün imzalarız” diyordu. İki gün sonra çıkıp “Ben bu ülkenin ekonomisini IMF’ye teslim etmem” diyordu. Böyle böyle Erdoğan piyasaları bir buçuk yıl oyaladı. IMF’siz bir buçuk yıldan sonra IMF de çıkıp “Türkiye’nin bize ihtiyacı yok” dedi.
Evet artık IMF’den para almamıza gerek yoktu. Çünkü piyasalardan borçlanabiliyorduk. Ama IMF’nin bize faydası aslında reform konusundaydı. 2008’e kadar her ne kadar Ali Babacan ekonomi bakanıysa da; ülkenin ekonomi yönetimi IMF’deydi. Onlar söylüyordu, biz yapıyorduk.
İşte bu yüzden gelişmekte olan ülkelerin kralıydık. 2008’den sonra yönetim Babacan’a geçti… Daha doğrusu Erdoğan’a.
PİYASA EKONOMİSİNİ HAZMEDEMEMEK…
Düşük bütçe açığı, düşük enflasyon, özelleştirme, finansal istikrar… 2000’lerde ekonomiyi takip ettiyseniz bu terimleri sıklıkla duymuşsunuzdur. IMF bize bu konuda yardımcı oldu. Ama sonrasında biz bize kaldık. Elimizden tutan olmadığı için reform yapamadık.
Ülkenin ekonomi yönetiminden sorumlu olanların ya eli kolu bağlıydı (Ali Babacan, Mehmet Şimşek) ya da piyasa ekonomisini tam hazmedememişlerdi (Zafer Çağlayan, Nihat Zeybekçi). Tüccar ve müteahhit mantığıyla trilyon liralık ekonomiyi yönetiyorlardı.
PİYASA DİSİPLİNİ…
Bu “piyasa ekonomisi”nin aslında en önemli özelliği demokratik olması. Kamunun ağırlığı olan bir ekonomide tek bir kişi veya bir kurul kararları belirlerken, piyasa ekonomisinde pek çok oyuncu karar veriyor. Örneğin eskiden Türk Lirası’nın değerini Merkez Bankası belirlerken artık piyasalardaki binlerce oyuncu belirliyor.
Bir şeyleri yanlış yaptığınız zaman bu piyasadaki oyuncular sizin para biriminizi satarak cezalandırıyor. Paranız değer kaybediyor. Enflasyon artıyor. Halkın satın alım gücü düşüyor. Ülkeniz fakirleşiyor.
İşte bu olaya “piyasa disiplini” deniyor. Yanlış yönde ilerleyen ülkeleri piyasa cezalandırıyor. Bu yüzden “Dolar 3’ü değil 4’ü bile bulabilir” diyorum. Çünkü bugün ülkeyi yönetenler iyi işler yapacak niyete sahip değil. Böyle olunca da piyasalar bizi cezalandırmaya devam edecek.
PEKİ HİÇ ÜMİT YOK MU?
Piyasa sizi cezalandırırken, sizin tutumunuz “Meraklanacak bir şey yok!” deyip tutarsız açıklamalar yapmaksa; maalesef kısa vadede ümit yok demektir! Siz hala “Güçlü ülkenin güçlü para birimi olur!” gerçeğini anlamamışsanız, demokrasi olmadan, hukuk olmadan piyasa ekonomisi olmayacağını anlamamışsanız; Dolar 4’e gitse ne yazar! Ayakkabı kutularında “lira” gelmiyor ki; “dolar” geliyor. Siz kendinizi sağlama aldıktan sonra 78 milyona ne olduğunun bir önemi var mı!
Ama uzun vadeye bakınca çok ümitliyim. Bugün piyasa disiplinini hazmedemeyenler bir süre sonra bağımsızlık namına ipleri eline almaya kalkacak. Siyasetteki baskıcı rejimi ekonomide de uygulamaya çalışmaları sonları olacak.
Ne iç ne de dış politika: Ekonomiyle gelenler, ekonomiyle gidecekler!
Mert Yıldız, 18 Ağustos 2015
http://www.diken.com.tr/dolar-3-lira-olur-mu-olur-4-lira-bile-olur/
1960’lı yıllarda okumuştum da.
yeni bir yarilmayi zileli yazamaz cunki … (Gerisini yayınlayamıyoruz. Hakaret etmeden, yafta yapıştırmadan yeniden yazın. Admin)
Ayık Ahmet:
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18645
TÜİK’in 2014 verileri, TR genel işsizlik %10, TR genel genç işsizliği %18.
“Bölge”de işsizlik %15, TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) işsizlik %24.
Sen bunları bir de işgücüne katılım oranları ile kıyasla ve iş aramayı bırakmış pes etmişleri hesaba katarak gerçek işsizliği bulmak için 1.25 ile filan çarp, üstüne bir de genç işsizliğini bulmak için takribi 1.8 ile çarp. %50’leri görürsün.
Sonra o %50’lerin izini sürmek için kamyon devrildiği için ölen mevsimlik tarım işçileri ile inşaatlarda ölen işçileri bir gözünün önünden geçir. Bir de bu işçileri “kentimizde istemiyoruz” diye olay çıkaranlar ile tamamla resmi.
Bu daha başlangıç..
ipuçları:
http://www.yeniyaklasimlar.org/m.aspx?id=4608
Kürt illeri göç oranlarına bakarsan nüfüsun yarısı zaten göç etmiş durumda. Ona rağmen kalanlar %25’e varan oranlarda işsiz (bunlar resmi rakamlar bir de).
Peki nereye gidiyor Kürt proletaryası?
http://www.kalkinmamerkezi.org/kalkinma_raporlari_goster.aspx?krg=4
“Bölge kırsalında tarım ve hayvancılık çok gerilemiş durumdadır. Eskiden kendi toprağını eken, hayvancılık yapan köylüler gittikçe artan oranda mevsimlik işçilikle geçinir durumdalar. Kalkınma Merkezi’nin Diyarbakır-Karacadağ köylerinde yaptığı araştırma şunu göstermektedir: Ailelerin çok önemli bir oranı artık kırsal alandaki faaliyetleriyle geçinememekte, çocuklarını büyük kentlere inşaat işçiliğine ya da çöp toplamaya göndermektedir. İl içinden ve köylerden Kuzey Irak’a işçi olarak gitmek de yaygınlaşmaya başlamıştır.”
“Bugün Bölge nüfusunun çoğu başka illere mevsimlik işçiliğe giderek hayatını idame ettirmektedir.”
“Sadece Diyarbakır’da 617.000 Yeşil Kart sahibi vardır, bu Diyarbakır nüfusunun %41’ini tekabül ediyor.”
http://www.nasname.com/a/onurlu-yasamak-ya-da-onursuzca-surunmek
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/09/06/amac-ethnos-ve-plethos-yaratma-olursa-catisma-durmaz
http://www.nasname.com/a/demokratik-ozerklik-mi–kemalist-ozerklik-mi
Bizler, itiraf edelim ki, yıllarca «özerklik» denen kavramı, yalnızca, hükümetlere, merkezî otoritelere karşı savunduk. Özerkliğin asıl önemi, sermayeye olan özerklik, sermayeye karşı olan bağımsızlıktır. Bunu unuttuk.
Bir büyük holdingin bol ücretli yönetim kurulu üyesi olan bir profesör, örneğin, herhangi bir alandaki tekelciliğe karşı «kartel hukuku» konusunda holdinglere karşı bir görüş savunabilir mi? İlâç işverenlerine danışmanlık yapan bir eczacılık ya da tıp profesörü ilâç sanayii konusunda özgürce konuşabilir mi? Aylığının beş katını, bir holdingten alan ve geçimini böyle sağlayan bir iktisat profesörü, «devletçi» bir ekonomiyi rahatça savunabilir mi?
Örnekleri başka alandan da seçebiliriz: Büyük şirketlerin avukatlığını yapan bir hukuk profesörü, yeni düzenlenen Sendikalar Yasası ve de toplu sözleşme ve grev konularında «özerkçe» görüşünü açıklayabilir mi? Sağcı bir gazetenin köşesinde yazı yazan ya da bir başka sağcı gazetenin avukatlığını yapan bir ceza hukuku profesörü, düşün suçlarında «bilirkişi» olarak tam bir yansızlıkla görev yapabilir mi?
Ya Tıp Fakültesi profesörlerine ne demeli?
Gününün yarısından çoğunu özel muayenehanesinde geçiren bir tıp profesörü, «Tam Gün Yasası» konusunda «yansız» olabilir mi?
–
ÖZERKÇE..
Uğur Mumcu
17 Nisan 1982
Gün, şu konuyu açman gerekiyor: Yerel Özerklik dediğin zaman kendi içinde yatay bir yapılanmadan mı bahsediyorsun, hiyerarşik katı bir örgütlenmeden mi? Kürt hareketini yönlendiren güç hangisini istiyor?
Kürt hareketini bilemem ama benim anladığım yerel özerklik tamamen yatay ve paralel halk inisiyatiflerinin kendiliğenden oluşmuş ağıdır.