Vestel Yetkili Servisleri
Belli bir kalite standartına uygun belirlenen teknik servis ekiplerimiz gün içinde karşınıza çıkacak her çeşit Beyaz Eşya ve elektronik ev ürün arızasını tamir edecek bilgi birikimine sahiptir. Kullanıcılar için her zaman en iyi ve doğru olanı isteyen teknicservis.com ailesi gün boyu sizlere kesintisiz servis desteği sunmaya devam ediyor. Sitemize giriş yaparak yaşadığınız bölgede en sağlam onarım yapan servis ekiplerine ulaşacaksınız. Ülkemizde imal ettiği kaliteli ve sağlam Beyaz Eşya ve elektronik ev ürünlerini belli bir kalite standarına uygun olarak üreten Vestel şirketi, günlük hayata konfor ve rahatlık sağlamayı sürdürüyor. İnsan hayatını daha yaşanır hale getirmeye kararlı olan Vestel markası, bu uğurda teknolojinin bütün nimetlerinden sonuna kadar faydalanıyor. Satış sonrasında da ürünleri için belli bir garanti süresi veren şirket, her türden arıza durumunda size bir telefon kadar yakındır. Vestel Teknik Servisleri Teknicservis.com Adresinde!, ister garanti kapsamında olsun ister olmasın, markaya ait her çeşit elektronik ev ürününü tamire alıyor.
Türkiye’de uzun yıllardır istikrarlı bir şekilde üretim yapan Vestel şirketi, kaliteli ve sağlam Beyaz Eşya ve elektronik ev ürünleri ile günlük hayatın en büyük yardımcısı haline geliyor. Ergonomik ev ürünleri ile konfor ve rahatlık sunan şirket, arıza durumlarına da hazırlıklıdır. Dönem içinde teknik servis ekiplerini eğitime alarak güncel tutan Vestel markası, arıza veren Beyaz Eşya ve elektronik ev ürünlerini bu servisler aracılığı ile tamire alıyor. Arızaların çözümü noktasında Vestel Servislerine sonuna kadar güvenebilirsiniz. Orijinal yedek malzemeler ile tamirat yapan servisimiz her onarım için ekstra garanti veriyor.
Leyla Zana’nin demeci seni raharsiz etmis anlasilan. Kan aksin, siddet sürsün insanlar ölsün istiyorsun. Ahmet Hakan da senin gibi yazmisti. Belki de ondan etkilendin.
kuşkusuz zileli hemen her şeyin en iyisini ve devrimcisini bildiğinden her konuda bir fikri olması olmamasından iyidir.bunca yetmezliğine ele avuca sığmayacak seviyede kıvrak ve keskin zekasına rağmen bu makaleyi zanayı kastederek yazdıysa aşk olsun..zananın egemen sistemin yeterince eleştirisi ve zülmüne muhatap olduğunu ve bütün bunlara rağmen zilelinin millici sosyal demokratlarının refleksini değil özgürlükçü devrimci reflekslerle siyasette olduğunu hatırlarsak zileli galiba eski yeni egemen efendilerin yapmayı çok isteyip yapamdıkları zana gibi özgürlükçü siyasi kürt liderleri itibarsızlaştırmak için elinden geleni yapmış anlamına gelirki bu çabanın zileli ve egemen efendilere pek faydası olacağınıda sanmıyorum genellikle bu tarz güneşi balçıkla sıvama çabaları tarihidir siyasi tarihimiz balçıkçıların balçığı hep kendi elleri ve yüzlerine bulandı itibarsızlaştırmak istenenler giderek kitleselleşip toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci asıl dinamiği olduğunu hatırlarsak belki bundan bir ders çıkarırda yaptıklarınızdan utanırsınız yinede siz bilirsiniz isterseniz devam edin bu yolun sonu milli duyguları zirve yapanların yanıdır belkide bazılarının gerçekte olduğu yerdir kim bilir
Özgürlükçü kardeş, noktalama işareti diye yeni bir şey icat etmişler, kelime aralarına nokta, virgül filan denen bu işaretleri koyuyorsun, dediğin biraz daha anlaşılır oluyor. Pek faydalı bir icat, sen de dene memnun kalırsın belki.
özgürlükçü,
eleştirinin yönünü şaşırdın galiba. Sizin genel başkan da Leyla Zana’yı eleştirmişti 🙂
“partici/partili anarşist” olmanın gereğini yerine getirmelisin bence 😀
selamlar. bu yazıda hedef leyla zana mı? keşke daha açık davransaydınız…
haklısın çiracı yönünü şaşırmayanmı kaldı bu cenahta?benimde biraz şaşırma hakkım olsun nede olsa partili anarşist gibi olmadık garipsediğiniz bir kimliğim var.çıracı gibi şaşırmayıp en doğru en çok bilen zilelinin talebesi değiliz kürtleri ve kürt sorununuda onlardanda en iyi bildiğinize göre benim gibi şaşıranlarıda bilmeniz çok şaşırtıcı olmamıştır.zanayı genel başkanında eleştirmesine gelince anlamamaktada haklısın çünkü sana eski yeni efendiler özgürlükçü siyasi kürt hareketini leninist,stalinist terörist örgüt orda müzakere ve tartışma ve farklılık olamaz onlar demokrasiyi hele hele yerinde doğrudan demokrasiyi ve halkından öğrenmeyi bilmez onlar öcü hatta halkınıda öcüleşerek korkutup kandırıyorlar diye anlatmışlar sende galiba en iyisini bilen tarafınla bununda doğru olduğuna inandığın için mevzuyu bildiğin gibi anlayıp gereğini yerine getirmişsin.galiba bütün çabalarınız efendilerle örtüştüğünüde anlamış olmalısınız ne yapsakta özgürlükçü siyasi kürt hareketinde nifak ve fesat yaratabilsek çabası için fazla uğraşmaya gerek yok bizde ummadığın seviyede farklılık,değişiklik,yenilik olduğu gibi bunların en özgürlükçü demokratik süreçlerle tartışılıp müzakere edilebildiği ufkunuzun almadığı bir zemin var bu durumu sorun değil başarı siyasetinin kuralı görüp kurumlaştıracak seviyede bildik siyasetin ötesinde olup biteni anlamanızı beklemek benim hatam olmalı noktası virgülünün eksiğine rağmen özgürlükçünün söylediklerinin anlaşıldığı fakat sorunun virgüllerde değil bildik siyaset tarzının jargonunu tüketip özgürlükçü başarı siyasetinin yeni dilini anlamama ısrarından kaynaklanabileceği neden hiç aklımıza gelmez?sokakta yaşanan pratik hayatta sorunlarda çözüm,mücadele ve toplumsal muhalefetin dinamiklerinin her hangibir pratiğinin içinde olmayınca özgürlükçü başarı siyasetinin yeni dilini anlamak imkansızlaşıyor bunun için benim elimden bir şey gelmez
Selam Anton arkadaşım, bu yazıda Leyla Zana ve Kemal Burkay gibi muvazaaya yatkın bir tutum takınanları kastettim. Leyla Zana’ya çok büyük saygım olduğundan adını anmak istememiştim. Ama zorunlu oldu galiba.
Ve geçen yıl yazdığım bir yazı:
Yemin!!!
Yemin kişiliği parçalar, riyakârlığı teşvik eder. Kendisi de en büyük yabancılaşma unsuru ve riyakârlık üzerine kurulu devletin yemin türü ritüelleri teşvik etmesinde, özellikle Meclisin açılışı gibi ritüellerde bu toplu ayini zorunlu kılmasında şaşılacak bir şey yoktur. Ama sadece bu kadar mı? Her ritüel ve riya, aynı zamanda katı bir gerçekliğin dayatmasıdır da.
Bundan yaklaşık yirmi yıl kadar önce Meclis’te meydana gelen ve daha sonrasında Kürt vekillerinin tutuklanıp yıllarca hapse atılmalarına neden olan yemin rezaletini bir kere daha acıyla seyrettim geçenlerde. Bir Meclis düşünün ki, “millet”in en üst yönetici organı ve “temsilcisi” olduğunu iddia ediyor ve düzenlediği yemin ayininde bu meclisin üyelerini zorla riyakârlığa teşvik ediyor. Hatip Dicle, bu riyakârlığa alet olmamak için “ben ve arkadaşlarım bu yemini Anayasanın baskısı altında” okuyoruz diyor. Başta o anlı şanlı devlet adamı Süleyman Demirel olmak üzere, o zamanki Meclis kalabalığının çoğunluğu uzuvlarını sıralara vurarak protestoda bulunuyor. O zamanki Meclis Başkanı her kimse (ismi lazım da değil, lüzumlu da değil, öğrenmek için çaba bile göstermedim) bu gürültücüler korosunun arzularına uyarak Hatip Dicle’ye bir kere bir kere daha okutuyor yemini. Olmadı, bir daha, olmadı bir daha. “Sözümü geri aldım de.” Tam dört kere. Sonra Leyla Zana geliyor kürsüye. Güzel ve onurlu bir kadın. Gencecik, pırıl pırıl. Ve en önemlisi dimdik. O gürültücüler kalabalığı kurban olsun bu genç kadına. Onun bağırtıcılar karşısındaki gururlu duruşu yeter. “Saçına bayrak takmış” diye bağırıyor birisi, Leyla Zana’nın kırmızı, sarı, yeşil renklerden oluşan tokasını kastederek. Her türlü ulusal bayrağa karşıyım ama o an Leyla Zana’nın yanındayım. Yemini, Kürt aksanını iyice vurgulu hale getirerek okuyor ve ardından Kürtçe bir slogan atıyor. Birinizin göğüs kafesinde gerçekten çarpan bir yürek olsaydı, bu genç kadına zorla boyun eğdirmeye çalışmanın insanlık onurunu çiğnemek demek olduğunu görür ve bu rezalete karşı çıkardınız. Bunlar mıymış ülkeyi yönetecek olanlar? Zaten nasıl yönettiklerini de gördük. Ülkenin kana bulanmasından sorumludurlar. Sadece öldürülen gerillalardan ya da faili meçhullerden değil, devlet görevlisi asker, subay ve polislerin ölümünden de.
Şimdi bir yemin töreni daha var. Sanırım bugün. Ya da bir iki gün içinde. Yabancılaşma ve iki yüzlülüğü kendilerine temel alanlara değil sözüm. Bu yabancılaşma ve riyakârlık ritüelini uymak zorunda bırakılacak blok milletvekillerine.
Belki de yalancıktan birkaç söz söylendiğinde, yemin edildiğinde kimse yalancı olmaz diye düşünüyorsunuzdur. Mesele yalancı olmak değil ki ama. Mesele kamuoyu önünde bir söz vermek. Keşke sözünüz yalan olsaydı. Ne yazık ki, yalan olmayacak. O yemini ettiğiniz an gerçekten de artık “devletin bölünmez bütünlüğünün” çemberi içine girmişsiniz demektir. Sanıyor musunuz ki, devletin
bu yemin ritüelinde bunca ısrarlı olması sebepsizdir.
En yakından kendisini tanıdığım için önce Ertuğrul Kürkçü geliyor gözlerimin önüne. 1968’in Ertuğrul’u. Saçları uzun, dalga dalga, gözleri ateş saçan bir genç. Biz o zamanki Dev-Genç’lilerin “hippylerin Türkiye şubesi” diye küçümsediğimiz ölçüde hepimizden ileri, hepimizden isyancı. Sonradan saçlarını kesip bir “militan” oldu, kısa süre sonra da Dev-Genç’in en son Genel Başkanı. “Militan” olmak için berberin önüne mi oturmak gerekiyordu illâ? Çok saçma ama öyleydi, evet. “Militan” mücadele, ne kadar özgürlükçü olduğunu söylerse söylesin daha o zamandan bir askeri kamp görüntüsünü dayatmaya başlamıştı.
Neyse, konumuz bu değil şimdi. O gözlerinden ateş saçan, uzun saçlı genç, şimdi saçlarını kesmekten daha acı verici bir eylemi gerçekleştirmek zorunda. Bu sefer saçlarını değil, dilini kesecek. Bazılarınız belki amma da abarttın diyecektir… Bunu diyenlerin haklı çıkmasını gerçekten isterim ama bence Mecliste şuna buna bağlı kalacağı andı içmenin bir devrimci açısından dilini kesmekten farkı yoktur. Artık o noktadan sonra mecliste irad edeceği “devrimci nutukların” bir değeri de.
Açık açık konuşmanın zamanıdır. Kürt hareketinin tamamen yanlış bir yönelim içine girdiğini ve girdiği bu mecrada hızla ilerlediğini düşünüyorum. Egemenler, Kürt hareketini meclis kapanının içine almaktan ne kadar memnunlar, görmüyor musunuz? Ve tabii ki, İmralı’yı da.
Bunları söylerken savaş taraftarı olduğum sanılmasın. Savaşa kesinlikle karşıyım. Hülya Tarman’ın Peşime Verdi (Kibele Yayınları, 2011) kitabı “çocuk gerillalar” trajedisini ve savaşın halk üzerindeki olumsuz etkilerini çok güzel anlatmaktadır. Bu kitaba yazdığım önsözün son cümlesinde şöyle diyorum: “Bu sorumluluk duygusudur, iç kolonyalizmi de, yeni egemenlik heveslilerini de, sonunda, hem de silahsız yenip insanlarımızı, insanlığımızı var edecek, toplumu bir arada tutup yaşanmaya değer kılacak.” (s.11)
Parlamento yolu, savaşı bitirmiyor, anti-kolonyalist Kürt hareketini bitiriyor, Kürtler bunun ne kadar farkında bilmiyorum. Kürt köylü kadınlarının o güzel coşkusu hepimizin göğsünü kabartıyor, sokak hareketi güzel ama bunların Kürtlerin parlamento kapanına kıstırılmasına hizmet etmesi gerekmez ki.
Nedir peki? Bir başka yol, üçüncü bir yol var. İşte BDP’nin özerklik programı bu yolu gösteriyor. Yerel komünal birliklerin özyönetimi. Kürtleri gerçekten tüm dünyaya da örnek kılacak yol budur. Ama hem parlamento hem özerk yönetim olmaz. Merkezi devletin merkezi aygıtına tabi olduğunuz an özerk yönetimi falan unutun. Bu noktadan sonra Kürt burjuvazisinin Türk burjuvazisi ile merkezi düzeyde kaynaşması başlayacaktır. O parlamento sıralarında ezilen, sokaklarda “lo lo” çeken Kürt kadınlarının ve çocuklarının değil, palazlanan Kürt burjuvazisinin temsilcileri oturacaktır.
O zaman “yemin”in bir riyakârlığa bile izin vermeyip tamamen gerçeği, Kürt halk kitlelerinin istismarı gerçeğini ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
Gün Zileli
11 Temmuz 2011
Roni Margulies de Leyla Zana’ya katılıyormuş:
http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=8693&roni_margulies-gotlar_irkcilik_ve_cozum
leyla zana’nın açıklamalarını ben de mantıksız buldum. kendisine yapılan eleştirilere karşı sürekli ödediği bedelden bahsedilmesi de bir başka gereksizlik. kürt hareketini ciddiye alıyorsak yanlış bulduğumuzu da doğru bulduğumuzu da dürüstçe söylemek durumundayız. kürtler arasında da zana’nın tavrının tam destek bulduğunu söyleyemeyiz zaten.
yemin yazısında bahsi geçen parlamentarizm eleştirisi ise daha ayrıntılı bir konu. kürt hareketi her ne kadar ulusal kurtuluş hareketlerine dahil edilebilirse de türkiye kamuoyuna barış söylemi ile girdi. dolayısıyla kendilerinden konsensüs/uzlaşma gibi tavırlar beklendi ve meşrulukları türk medyası ve dolayısıyla imal edilen kamuoyu tarafından sorgulandı. yani kürtlerin ve -kendileriyle kısmen bağlantılı olan- türkiye solunun kendilerinden beklentilerini aynı anda karşılamaları zaten mümkün değilken bir de türkiye partisi söylemiyle sırtlarına bir yük daha eklendi. zana’da gördüğümüz yanlış kimselerden medet umma, iktidara karşı hayırhah tutum takınma sorununun büyük ölçüde bu psikolojiden kaynaklandığını düşünüyorum. bir anlamda kendi tabanlarının/kitlelerinin ödediği/ödemekte olduğu bedelleri hiçe sayan bir tavrı, zana’nın ödediği bedeli öne çıkararak savunmak ise “bedel” vurgusuyla kendi kurduğu tuzağa düşmeye mahkum zaten.
ayrıca bir ekleme daha yapmak gerekirse muvazaa hevesi ve dolaylı olarak kariyeristlik suçlaması kemal burkay için geçerli olabilir ama leyla zana’nın bu kadar ufak hesaplar içinde olduğuna/olabileceğine inanmak istemiyorum.
zaten şu ya da bu muvazaa işlerine girenler bunu her zaman küçük çıkarlar karşılığı yapmazlar. Ben de senin gibi Zana’nın bunu küçük çıkarlar karşılığında yapacağına inanamıyorum, inanmak istemiyorum.
Leyla Zana’nın girdiği ‘muvazaa’ işi bireysel bir hatadan çok Kürt özgürlük hareketi içinde yer alan Barzani yanlısı ufak bir burjuva kliğin tavrına benziyor.
En aşırı Barzanici grubun sitesi de bunu doğrular nitelikte: http://www.nasname.com/tr/11006.html
Ayrıca Barzanici Kürt burjuvazisinin daha sağcı (AKP’li) kanadı da Zana’nın açıklamalarını destekliyor. Bakınız:
http://www.haberler.com/ak-parti-li-diyarbakir-milletvekillerinden-leyla-3710106-haberi/
http://www.stargazete.com/politika/zana-baris-yolunda-yalniz-degil/haber-610584
Kürt burjuvazisinin sahip olduğu bunca telaşın ve Zana’nın sözlerine sarılmalarının nedeni sanırım son bir yılda Kürt yoksulları arasında derineşen, hem ulusal hem sınıfsal (ve hatta AKP-Cemaat karşıtlığıyla birlikte) muhtevayla yükselmekte olan “dip dalgasıdır”. Bu dip dalgasını yaratan ana faktörler, düzmece KCK operasyonlarıyla binlerce siyasetçinin tutuklanması, Roboski katliamı ve bu yılki Newroz’un yasaklanması (yasağın da tipik bir serhildan ile püskürtülmesi).
Bahsettiğim, TC egemenlerini ve Kürt burjuvazisini korkutan “dip dalgası” hakkında ilginç tespitler içeren bir yazı:
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=43218
anton un yorumu ve eleştirisini ciddiye alabilmemiz için zananın ödediği bedel metaforuna ihtiyacı olmadığı tam tersine özgürce katılırız katılmayız kendi düşüncelerini savunup kendisi olabilip müzakere edebilmesidir ki özgürlükçü siyasi kürt hareketinin başarasının temelide budur ‘müzakere edebilmek’ burada özgürlükçünün yorumundanda anlaşılacağı gibi eski alışkanlıktan olsa gerek galiba halkın en devrimci öncüleri kürtler içinde hangisinin doğru yanlış ve en iyisi olduğunu lütfetmiş olmaları eski mühendi,slik alışkanlığı yada pratik mücadele ve yaşanan hayatın yakıcı pratiğinin dışına düşenlerin yorumu olmuş.hele çıracı evlere şenlik özgürlükçü siyasi kürt hareketinin sınıf tahlilinden barzanici ahmetçi mehmetçi hizip tahliline kadar maşallah bilmediğiniz yok hem ilginiz yok ilgili partili anarşist eleştiri bana yapılıyor maşallah benden beni daha fazla bilen oluyorsunuz bu haliniz bile bulunduğunz yerin acıklı durumunu açıklamıyormu?zilelide eski yemini oraya koymakla ne yaptığını sanıyor altındaki yorumlarıda koysaydı daha verimli olurdu burjuvazinin ahırından hayatın bütün alan ve sokaklarına kadar toplumsal muhalefetin politik organizasyonundan egemen efendilerin ne kadar korkup neler yaptığını anlıyoruzda sizi anlayamadık.dün izmitte 15-16 haziran anmasını HDK 10 numara etkinlikle başlatmasaydı sendikaların ve sınıf orgütlerinin aklına bile gelmiyordu şu anda kendine anarşist diyen bir sitenin konusu bu olabilirmi?galiba özgürlükçü siyasi kürt hareketi ve son başarı hamlesi HDK beklenenin çok üzerinde hepimizi etkiliyor umarım bu etkilenme olumlu olur hepimizin zihinindeki karakollarıda özgürleştirir
Ben Abdullah Öcalan faktörünü de dikkate almak gerekir diyorum. Öcalan’ın imralı’da olmadığı söylentileri dolaşıyor. Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi, akil adamlar tezinin ortaya atılması ve hemen ardından Leyla Zana’nın çıkışı, geri planda tam olarak ne olduğunu anlamadığımız bir muvazaa hazırlandığını gösteriyor ve öyle sanıyorum ki Öcalan da muvazaanın içinde. inşallah yanılıyorumdur.
Öcalan hep muvazaanın içindeydi zaten. Öcalan, başından beri devlet ve MİT tarafından kullanıldığını kendisi itiraf ediyor:
“Ben PKK’yi devlete dayanarak kurdum ve 76-79’da MİT’ten 300 bin lira para ve silah aldım, buna karşılık bizden diğer Kürd örgütlerin tasfiyesi istendi” (Devrimin dili A. Öcalan ve Mahir Sayın erkeği öldürmek)
Dolayısıyla bunu tartışmak bile zaman kaybı.
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=45765
burda öcalan ve mit pkk beraber kurmuş gibi durum çıkıyor
Öcalan 1975 yılında itibaren devletin istihbarat birimi mit in kendileriylr yakından ilgilendiğini örgüte sızdığını ve hatta mit in imkanlarıla örgütü büyütüğünü yazılarında ve röpottajlarında anlattı
Öcalan devlet bizi kullanacağına biz devleti kullandık. pkk nın teksir olarak çoğaltıp örgüt mensuplarına yönelik hazırlamış olduğu Gerçeğin Dili adlı örgütsel yayında bunları zaten söylüyor ve şu nu yazıyor ” Eğer günü geçiren Türkiye solu gibi olsaydık daha 1976 yılında bizi yok edeceklerdi” ( kaynak= Derin Sol hakkı öznur)
Bugün türkiyede en muhalif toplum kürtler dir 30 yıldır dagda geleceğini koparma savaşı veriyorlar ve bdp nin meclise girmesi mit le olmamıştır kürt hareketinin siyasi başarısıyla doğrusu ve yanlışıyla.
Kürt bir milliyetçi olmadığım için bu hareketi eleştirirken keskin bir bıçak gibi atmamak gerekir
bügün kürt hareketi özerk yönetimler gibi bir süreci hayata hayata geçirememiştir bu olumsuzluğun nedeni türkiyenin her tarafında yapılan kck tutuklamalarıdır
Belediye başkanı, meclis üyesi vb beş binden fazla kadro içeriye alımıştır. Hiç mi yol alınmamıştır alınmıştır ama yasal demokratik alanlarda kürt haraketi tasfiye edilmeye çalışıyor. Zileli’nin bahsettiği türk burjuvası kürt bujuvasi süreçi şu anki durumda çok uzaktır çünkü bdp nin en küçük demokratik faliyetleri devlet tarafından tahammül bile edimeyip tasfiye ediliyor. devlet kürtçe televizyonsa ben kontolümde ben açarım vb. dolayısıla bdp nin mecliste olması kürt hareketi için önemli gelişmedir
Bdp kck tutuklamalaryla alanın daraltılması yine mücadelinin yinen silahla devem edeceğini gösteriyor
önyargıları yıkmak berlin duvarını yıkmaktan zor anarşist olsa bile……
Konu hakkında iyi bir değerlendirme yazısı:
http://demirden-kapilar.blogspot.com/2012/06/klcdaroglu-ve-erdogan-bulusmas-ve-leyla.html
bu noktayı Demir’e de yazdım. Peki, Leyla Zana’nın açıklamalarının ardından Abdullah Öcalan çıkarsa ne olacak? Bence Demir, hayalinden, olmayan bir Öcalan yaratmış.
Kanımca, onun Öcalancılıktan kastı, “demokratik özerklik” düşüncesinin kendisi…
Tabii ki ben de “Öcalan anarşizmi(!)”nden çok fazla umutlu değilim 😀
Muvazaanın altından Öcalan çıksa bile Kandil’dekilerin de Öcalan’ı pek takacaklarını sanmıyorum. Dağda (olumlu veya olumsuz) kendi sistemlerini oturtmuşlar. Yalçın Küçük’ün deyişiyle, Kandil’dekiler Öcalan’ı “onursal başkan” olarak görüyorlar, onun sadece resimlerini falan putlaştırıyorlar.
Kürt özgürlük hareketi, ilk kez AKP-Devlet’i doğrudan doğruya “vesayet odağı” olarak hedef alacak gibi görünüyor. “Muvazaa”nın çırpınışını böyle de yorumlayabiliriz. Konu hakkında ilginç bir yazı: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=46786
Terör örgütü mü emniyet yastığı mı? – Sevan Nişanyan
Dışarıdan baktığın zaman siyasi organizmaları bir özne olarak görmek kolaydır. Falan parti şunu istedi. Filan devlet şöyle yaptı çünkü şunu hedefliyor. Falan teşkilatın stratejisi şu. Oysa yakından (veya içeriden) baktığın zaman bilirsin, her yönetici kadronun vaktinin ve enerjisinin yarıdan epeyi fazlası, içeride otoriteyi tesis etmeye gider. Emrin altında bir sürü benzemez insan var. Bir karar verdiğinde senle beraber yürümelerini nasıl sağlayacaksın? Karar toplantısında karşı oy kullanmış adamın, o karara uyacağından nasıl emin olacaksın? “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri” diye yol verdiğinde kiminin Şam’a kiminin Bağdad’a kaçmasını nasıl önleyeceksin?
Gelenek ve alışkanlık senden yanaysa işin nisbeten kolaydır. Adam hayat boyu sana itaat etmiş, sırf tembellikten de olsa emrine itaat etmeye devam eder; hayatın normal akışı sayar. Yasalar senden yanaysa gene işin kolaydır. Emirlerine itaat etmeyeni cezalandırırsın. Doğru düşünen insanların çoğu, öbür tarafın haklı olduğu şüphesini içlerinde taşısa da sana hak verir.
Ne gelenek ne de yasa senden yanaysa işin yamandır. Silah zoruyla insanları bir yere kadar korkutabilirsin: o korkunun nerede dağılacağı hiç belli olmaz. Hele eli silahlı adamlarla iş yapıyorsan işin daha zordur. O silahın verdiği güç sarhoşluğuyla nasıl başa çıkacaksın? Kedilerden ordu kur, daha kolay.
*
Kürtlerde eşkiya olup dağa çıkma geleneği eskiden beri var. Soylu ve onurlu bir davranış sayılıyor. Haklarında destanlar, masallar, türküler söyleniyor. Bütün dünyada, otoriteye karşı kendini ezik ve dışlanmış hisseden kırsal halkın tipik tepkisidir, bkz. Korsika, Osmanlı Yunanistanı, Kafkasya, Hindistan, Robin Hood vs.
Bunun üstüne yüz sene aralıksız süren aşağılamayı, zulmü, zorbalığı, hoyratlığı ekle. Elbette ki dağa çıkacaklar. Elbette soygun yapacaklar. Elbette kralın adamlarını pusu kurup vuracaklar. Başka türlü olsun diyenlerin aklından ve vicdanından ben şüphe ederim.
“Açılım oldu artık aşağılama yok” diye aklınızdan geçiyorsa eğer tavsiye ederim, sabır gösterip, mesela Muş veya Bitlis veya Şırnak valiliğinin internet sitelerini okuyun. Bu kadar pervasızca ırkçı, bu kadar yalancı, bu kadar zorba meşrep adamlara karşı dağa çıkmak ya da daha beterini yapmak bir insanlık görevi midir değil midir diye bana yazarsınız daha sonra.
*
Soru şu: PKK’nin bunda işlevi nedir? Bu adamları PKK mi dağa çıkarıyor? Yoksa zaten dağa çıkacak adamları bir ölçüde zaptu rapt altında tutan bir emniyet yastığı mıdır PKK?
Dağdaki adamlar üzerinde ne kadar otoritesi vardır? Şöyle soralım: onların duygu ve taleplerine çok zıt gittiği zaman otoritesini nereye kadar koruyabilir?
Bunlar pek kıyıcı, pek terörist, pek Leninist adamlardır, dağdakileri korkuyla yönetiyorlar filan demeyin bana. Kıyıcılık yapman için elde kıyıcı adamların olması gerekir. Karayılan – veya her kim ise – elde silah dere tepe gezmiyorsa şayet, kıyım emirlerini verdiği adamların kendisine itaat etmesini nasıl sağlayacak? İşten mi kovacak? Emekli ikramiyesini mi kesecek?
*
Olaya bu açıdan bakınca TC’nin PKK’ye nasıl göbekten bağlı olduğu, göz kamaştırıcı bir netlikle ortaya çıkıyor! Hayır, komplo teorisi değil söylediğim, Ergenekon mergenekon hikayesi de değil. Gayet basit, gayet mantıklı, adeta kaçınılmaz bir diyalektik. Düşün: Her dağın başında ayrı eşkiya çetesiyle başa çıkmak mı daha kolaydır, bunca sene neredeyse kan kardeşi olduğun, huyunu suyunu bildiğin, yönetici kadrolarını yakından izleyebildiğin bir tek düşmanla mı?
Ölümü göze almış birey karşısında dünyanın her güvenlik teşkilatı çaresizdir: adam (veya daha tehlikelisi, kadın) çeker pimi üstüne yürür, bakakalırsın.
Başa çıkmanın tek yolu, onun güvendiği, inandığı, az veya çok emirlerine itaat edeceği bir teşkilattır. Emniyetin alacağı her tedbir, öfkeli adamın öfkesini biraz daha bilemekten başka şeye yaramaz. Oysa teşkilat “bekle” dese – belki, bir süre – bekleyebilir. Ya da eylemi eğer teşkilata zarar verebilecek gibiyse, teşkilatın çıkarını kendi öfkesinin önüne koyacak kadar özveri gösterebilir.
Eğer bugün Diyarbakır’da günde otuz tane TC elemanı öldürülmüyorsa, hiç şüpheniz olmasın, PKK izin vermediği için öldürülmüyorlar. Üniformalı takımının basireti yüzünden değil.
*
Hayır, TC kadroları PKK’yle dosttur, elele çalışıyorlar filan demiyorum, bakın. Eminim ciğerine kadar düşmandırlar, günü geldiğinde kan banyosunda boğmaktan kaçınmayacaklardır. Başka şey söylüyorum. PKK’ye muhtaçlar. Elleri mahkûm. Onsuz yapamazlar. Üstelik sadece varolması da yetmez PKK’nin. Güçlü olması, otoritesini koruması da hayati önemdedir. Sahadaki militanına söz geçiremedikten sonra ne işe yaradı teşkilat?
Sahadaki militan “bizim parti de yumuşaklaştı artık, TC’nin oyuncağı oldu” diye düşünmeye başladığı gün, bölgedeki güvenlik durumu iyileşir mi, kötüleşir mi sizce? Seyrettiğiniz onca Amerikan polis filmini düşünün, ondan sonra cevap verin.
Anladınız mı şimdi, neden TC on seneden beri dünyadan kopuk yaşayan bir adama neden ısrarla ve bilinçli bir şekilde “lider”i oynatıyor, neden onun uğradığı birtakım “haksızlıkların” medyada bu kadar büyümesine göz yumuyor, neden mücadelenin hedefini “şefi kodesten kurtama” operasyonuna kaydırıyor?
Anladınız mı şimdi, Karayılan “vallahi yerel unsurlara söz geçiremiyorum” diye dert yanarken ne demek istiyor? Hayır, günah çıkarma değil yaptığı. TC’yi uyarıyor. “Beni bu kadar zayıflatırsan militanlarıma hakim olamam, sonuçlarına katlanırsın” diyor.
Anladınız mı neden PKK’nin bazı “şiddet” eylemleri aslında TC’nin işine geliyor, teşkilatın eksik bıraktıklarının tamamlamak için bazen onca müzaheret gösteriyorlar, kolaylık sağlıyorlar? Anladınız mı neden PKK ile ilgisi olmadığı besbelli olan bazı bireysel eylemleri, mesela önceki sene Dersim’de kamyonet dolusu patlayıcıyla karakola dalan adamı “PKK’li” diye damgalamakta o kadar acele ediyorlar?
Çünkü acımasız ve müntekim bir Teşkilat miti olmadan, ne taş atan çocukları kontrol atında tutabilirsin, ne jandarmanın çamurlu postalıyla evi çiğnenmiş genci, ne sevgilisinin karnı deşilmiş kadını, ne köyü yakıldığı ya da okulda sabah akşam hakarete uğradığı için hayat boyu kırık kalmış adamı, ne de “senin ataların Ortaasyadan gelmediği halde sana hoşgörü yaptık, sevin” diye ağzıyla osuran validen sıtkı sıyrılmış odacıyı. Bu kadar basit.
*
Sonu ne olacak? İnanın bilmiyorum. Memleketin başına çökmüş cahil ve buyurgan bürokratik zümreyi topyekün tasfiye etmeden gerçek bir çözüm zor. O yönde umut verici herhangi bir belirti de görünmüyor. Dolayısıyla insanlar dağa çıkmaya – ya da şehirlerde, yeraltına inmeye – devam edecek. 180 yıldan beri bölgenin temel gerçeği olan eşkiyalık/gerillacılık olgusu, muhtemelen artarak devam edecek.
Binaenaleyh Devletin, PKK veya ona benzer bir teşkilata bağımlılığı da devam edecek.
Uzun vadede Türkiye’nin bölgeyi bugünkü şartlarda elinde tutması bana imkânsız gibi görünüyor. Öyle ya da böyle, PKK veya bir benzeri ile anlaşmak zorundalar. Hatta Türkiye’nin bölgede bir etkisi ve gücü olmasını istiyorlarsa, bana sorarsanız, PKK veya benzeri ile ciddi düzeyde ittifaka da gitmek zorundalar.
Ama işlerin arka planına vakıf olmadan bu konularda çok fazla akıl yürütmeye gelmez, netameli konular bunlar. Bu kadar fikir jimnastiği yetsin bu günlük.
http://nisanyan1.blogspot.com/2012/09/teror-orgutu-mu-emniyet-yastg-m.html
Leyla Zana’dan sonra bir başka ibretlik vak’a: Ahmet Türk’ün “Büyük Türkiye” sevdası 🙂
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/buyuyen-turkiye-vizyonuna-sol-yorum-66479
Erhan Erdogmus yalniz degildi…. Bu husus da YANILIYORSUN. ONUN KURMAYLARI : AKIN DIRIK VE MUSTAFA BASOGLU IDI….. BILGINIZE