Vatan Haini?!


 

İnsan sık sık kendini gözden geçirmeli. Acaba yazdıklarımda haksız bir yargıda bulundum mu, birisini eleştirmekte fazla mı ileri gittim diye durup düşünmeli. Ben de son yazdığım, 6 Haziran 2012 tarihli “Hadi Uluengin Tedavi Olmalı” yazım üzerine böylesi bir iç sorgulama içindeydim ki, Aynı yazarın Taraf  gazetesinin 9 Haziran 2012 tarihli nüshasında yer alan “Suriye 5. Kolu” yazısını okuyunca, “az bile yazmışım” dedim içimden.

Bu yazının Suriye konusundaki saçmalıkları üzerinde duracak değilim. Bazı yazılar o kadar saçmalar ki, ona karşı bir şeyler yazmaya kalkmak “saçmalıkla iştigal etmek”tir. Ben bu yazıda sadece, Hadi Uluengin’in, güya ulusalcılığı eleştirirken ulusalcılara bile parmak ısırtacak bir ulusalcılık sergilemesi ve 1953 yılında “vatana ihanet” suçlamasıyla elektrikli sandalyede idam edilen Ethel ve Julius Rosenberg’i, neredeyse 60 yıl sonra Amerika adına “vatan haini” ilan etmesi üzerinde duracağım.

Ethel ve Julius Rosenberg çifti, Birleşik Devletler Komünist Partisi’nin üyesi mühendislerdi. Soğuk savaşın en soğuk günlerinde ve McCarthy anti-komünizminin doruklarda olduğu günlerde, atom sırlarını Rusya’ya aktardıkları suçlamasıyla yargılandılar, “vatana ihanet”ten (high treason) ölüme mahkûm edildiler ve infaz, korkunç bir aletle, elektrik sandalyesiyle 19 Haziran 1953 tarihinde gerçekleşti. Rosenberglerin trajedisi film de yapılmıştı, TV’de izlemiştim. Gerçeğe bire bir uygun bir şekilde çevrilen filmde özellikle Ethel Rosenberg’in infazı gerçekten insanın yüreğini kanatacak ölçüde zalimceydi. Julius ilk elektrik şokuyla ölmüş, fakat Ethel kolay ölmemişti, üçüncü şokta saçından dumanlar yükseliyor ve yanmış et kokusu infazcıları bile irkiltiyordu.

Rosenberg’lerin idamı, aradan 60 yıl geçtikten sonra, bugün dahi tartışma konusudur. İdamlarının 50. Yılında, 2002’de New York Times gazetesi konuyu yeniden tartışmaya açmış ve Rosenberg’lerin idamını soğuk savaş ortamına bağlamış, delillerin yetersizliğine dikkat çekmişti.

“Vatana ihanet”, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan halkları ezen muktedirlerin sık sık başvurduğu bir suçlamadır. Hitler ve Stalin de çok sayıda insanı “vatana ihanet” suçlamasıyla ölüme göndermişlerdi. Hatta, Jan Valtin’in Karanlığın Ötesi’nde(çev: G.Zileli, Kibele, 2009) anlattığı gibi, Hitler, “vatana ihanet”le suçlayıp mahkûm ettirdiği komünistlerin başını baltayla uçurmak gibi (Giyotin Fransız icadı olduğundan bunu kullanmamayı tercih ediyordu) yollara bile başvurmuştu.

Yakın zamanlarda da “vatana ihanet” suçlamasıyla insanlar mahkûm edildi, uzun yıllar hapse atıldı ya da idam edildi. “Vatana ihanet” kurbanlarından biri de, 1986 yılında İsrail’in gizli nükleer silah programını İngiliz Sunday Times gazetesine açıklayan, İsrailli teknisyen Mordehay Vanunu’dur. Vanunu, 1986 yılında, Roma’da, Mossad ajanları tarafından bayıltılarak kaçırılmış ve İsrail’de “vatana ihanet”ten 18 yıla mahkûm edilmişti. İngiltere’de olduğum yıllarda Vanunu’nun serbest bırakılması için yürütülen kampanyaya ben de omuz vermeye çalışmıştım. Bir avuç insan, Vanunu’nun serbest bırakılması için yoğun bir kampanya sürdürüyorlardı. Vanunu, 2004 yılında serbest bırakıldı ama bundan sonra da çeşitli bahanelerle tekrar tekrar tutuklandı ya da ev hapsine alındı.

Uydurma suçlamalar bir yana, bir insanın, bir devletin askeri sırlarını açıklamasının “vatana ihanet”le hiçbir alakası yoktur. Tam tersine, bu, insanlığa büyük bir hizmettir. Vatana da, halklara da, insanlığa da ihanet edenler, aslında hem başka halklara hem de kendi halklarına karşı bu korkunç imha silahlarını, üstelik halkların sırtından imal eden imhacı devletlerdir.

Nazım Hikmet’in bu konuda güzel bir şiiri vardır. Şöyle der:

“Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
           hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
                            ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

 

Hadi Uluengin’e dönecek olursak… Kendisi gerçekten bir vaka. Tutmuş, 60 yıl sonra ABD’de bile idamları tartışma konusu olan iki insanın “vatan haini” olduğunu yazmış. Neymiş “vatana ihanet”? Kanıtlanmamış bir suçlama ama diyelim ki, kanıtlanmış olsa bile bunun “vatana ihanet”le bir ilgisi yoktur. Eğer gerçekten Amerikan nükleer sırlarını Rusya’ya vermişlerse iyi de etmişler. Vanunu da İsrail nükleer sırlarını açıklamakla çok iyi etmiş. Bütün imhacı muktedirlerin sırları açıklanmalı, teşhir edilmelidir.

Casusluk denen şeyden hiç hoşlanmam ama nükleer casusluğu ve casusları destekliyorum. Ben de böyle bir olanağım olsaydı askeri sırları açıklardım, eğer açıklama olanağı bulamıyorsam birilerine verirdim.

Kısacası, bir vatansız olan ben, dünya yüzündeki, üzerinde canlıların yaşadığı bütün vatanların ve halkların dostu, bütün sınırların, askeri sırların ve devletlerin düşmanıyım. İngilizcedeki “high treason”u kelimesi kelimesine çevirecek olursak, bütün devletlere en üst düzeyde “ihanet etmeyi” bir insanlık borcu olarak görürüm.

Bilmem anlatabildim mi, Amerikan ulusalcısı Hadi Uluengin?

 

Gün Zileli

11 Haziran 2012

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

8 Comments

  1. pekii bu vakaa nasıl zuhur etti? hem eski aydınlıkcılar hem de şimdikiler neden böyle saldırgan davranıyorlar?gün seni bunların dışında tutarak bu soruları soruyorum.

  2. işin sırrı Arnavutköyde

  3. Ulaş, bunun bence birkaç nedeni var. Birincisi, ideolojik hegemonyayla ilgili. 1960-70’lerde solun ve özellikle de Maoculuğun büyük bir ideolojik hegemonyası vardı ve entelektüellerin önemli bir kısmı Maoculuğa, özellikle de aydınlık hareketine kaymıştı. aydınlık yazmaya çizmeye önem veren bir hareketti, eli kalem tutanlar bu harekette toplandı önemli ölçüde. Fakat 1980’le birlikte ideolojik hegemonya eksen değiştirdi ve liberal-sivil toplumculuk sol aydınları kendine çekti. Ve aydınlık’ın önemli entellektüel kadroları da bu sefer buraya kaydı. Öte yandan, Maoculuk tutkulu bir ideolojiydi. Bu ideolojiye kapılanların çok büyük iddiaları vardı. Bu iddialar yıkılınca kendilerini sudan çıkan balığa dönmüş ve aldatılmış hisseden entellektüeller bu sefer bu ideolojiden kurtulmak için ona karşı canhıraş bir saldırıya geçmek gereğini duydular. Ben bunlara “tersinden aydınlıkçılar” diyorum. Bunun tipik temsilcisi Hadi uluengin’dir. Saldırganlıklarının nedeni, içlerindeki o ruhtan aslında bir türlü kurtulamamalarıdır. ayrıca bugünkü Taraf, aydınlık’tan çok şey öğrenmiştir. Örneğin çığırtkanlığıyla Aydınlık’ı fazlasıyla hatırlatmaktadır.

  4. Vezirköşkü sokak olacak. Ayrıca bağlamı anlayamadım.

  5. Hadi uluengin Rosenberg düşmanı yazılarıyla Engin Ardıç Ağabey’inin de çok takdirlerine mazhar olmuş bu konuda övgü yazıları almıştı. Engin Ardıçtan övgü almak bile durduğun yerin yanlışlığını göstermek için yeterli:)

  6. Vatan yahut hıyanet (1)
    Hadi ULUENGİN/Taraf GAZETESİ

    MALÛM, Fazıl Say “arabesk” müzik dinleyenleri “vatan haini” (!) ilân etti.

    Ben de dayanamadım ve salı günkü yazımda lâfı esirgemeden cevabı yetiştirdim.

    Ancak, işportaya düşmüş bu kepaze iftira hiç durmaksızın dil pelesengi edildiği içindir ki bugün“ulusalcı” piyaniste değinmeden şu “vatan” kavramı üzerinde durmak istiyorum.

    Düşüncelerimizi berraklaştırdığı için de önce etimolojik kökenden başlayacağım.

    ***

    BİR kere “vatan” kelimesi Türkçe değildir! Arapçadır. “Memleket” bile öyledir!

    Kaşgarlı Mahmut’un 11. yüzyıl “Divânü Lugâti’t-Türk”ünde ikisini de rastlanmaz.

    Çünkü hem “vatan”, hem de “memleket” mevhumlarının geri planında bir satıh, bir mekân, bir coğrafya çağrışımı mevcuttur. En azından köy, kasaba, yöre falan kastedilir.

    Dolayısıyla da terimleri üretebilmek için en önce yerleşik bir kültüre ait olmak gerekir.

    Zaten aynı olgu Batı lisanları açısından da geçerlilik taşır. Latince “patria” “baba” anlamındaki“pater”den türemiştir ve modern dillere oradan girmiştir.

    “Ata toprağı” veya “babanın gömüldüğü yer” şeklinde tercüme edebiliriz.

    ***

    HALBUKİ malûm, Türkler tarih sahnesine göçebe bir kavim olarak çıktılar.

    Nitekim de bizim sözcük dağarcığımızda yukarıdaki tanımlara az çok yaklaşan kelimeleri “yurt”,“oba”, “otağ” gibi ifadeler oluşturur.

    Bunların hepsi de o göçebelikle bütünleşen ve mekânda değişken olan şeyleri betimler.

    Dolayısıyla ilkin şunu kabullenmemiz gerekiyor:

    Türkçede olmayan “vatan” kavramı hem ithaldir, hem de yeni, hatta moderndir!

    **

    SÖZKONUSU yeniliğin ve modernliğin ne zaman ortaya çıktığını tam kestiremiyorum.

    Namık Kemal’in 1873 tarihli Vatan Yahut Silistre piyesinden önce de deyim hiç olmazsa ulema ve münevveran arasında din ötesi bir anlam kazanmış mıydı? Bilemeyeceğim.

    Ama aslında bu tarihçeye de o kadar fazla önem atfetmek gerekmiyor. Çünkü yüz elli yıl evveline uzansa bile kavram Batı’da da ancak ulus-devletler süreciyle birlikte netleşmiştir.

    O Latince “patria”dan türetilen ve “vatanperverlik” veya “yurtseverlik” anlamına gelen“patriotisme” sözcüğü lügate Fransız Devrimi’yle birlikte girmiştir.

    Dolayısıyla, çok milletli imparatorluğumuz yukarıdaki ulus-devlete geç meylettiği için onun “manevi”terminolojisini de geç benimsememiştir ki, öyle yadırganacak bir şey değildir.

    ***

    FAKAT evet, manevi! Daha ötesi, metafizik! Daha daha ötesi, belki de uhrevi!

    Manevi, metafizik ve uhrevi, zira velev ki modernitenin eski değerleri tahrif ettiğini ve bunları yeni bir kutsalla donattığını varsayalım… Kısmen doğrudur ama esas yine değişmiyor.

    Değişmiyor, çünkü zihin dünyamızda, derin bilinçaltımızda, “ben” kimliğimizde o “vatan” kelimesine iyi kötü yaklaşan her şey fıtrî bir dürtü oluşturur. Oluşturuyor. İnsanidir.

    İlkin pre-modern toplumu belirleyen “toprak”, “köy”, “memleket” aidiyetleri; sonra da ulus-devletin paralelinde “vatan”a dönüşen bu kavramlar yumağı asla hafife alınamaz.

    Yukarıdaki fıtri dürtüyü önce Vico, Herder, Maistre; ardından da Maurras, Ortega, Junger gibimuhafazakâr ve gerici düşünürlerin teorize etmiş olması ise gerçeği yanlış kılmaz

    İstesek de istemesek de “vatan” vardır ve görünür gelecekte olmaya devam edecektir.

    Ona “hıyanet” ise öyle kolay affedilecek ve çabuk bağışlanacak bir şey değildir!

    ***

    PEKİ de bu “hıyanet” nasıl gerçekleşir? Ölçüsü, kıstası, terazisi nedir ve kimdir?

    Yine “vatan” kavramı çerçevesinde soruyu yarın cevaplamaya çalışacağım.

    NOT: Salı günü “neşv-ü nemâ” deyimini yanlış imlâyla yazmışım. Düzeltir, özür dilerim.

    http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11923&hadi_uluengin-vatan_yahut_hiyanet_1

  7. Bu arada Hadi Uluengin’in bahsettiği kelimelerle ilgili şurada bilgi var:

    ~ Ar waṭan وطن [#wṭn msd.] kişinin doğduğu veya yaşadığı yer, memleket, konut
    ● 1860’lardan itibaren, Fr patrie sözcüğünün anlam evrimine paralel olarak siyasi anlam kazanmıştır.

    http://nisanyansozluk.com/?k=vatan

    vatanperver ▽ 1924 vatana tapan § Ar waṭan وطن vatan + Fa parvar پرور 1. besleyen, 2. tapan (< Fa/OFa parvardan پروردن 1. beslemek, yetiştirmek, eğitmek, 2. tapmak, tapınmak )
    ● Parvardan fiilinin Farsçada ender kullanılan ikinci anlamından türetilmiş yapay bir deyimdir.

    http://nisanyansozluk.com/?k=vatanperver

    ▼ 735 [ETü] yurt çadır, oba, konaklama yeri
    ▽ 1300 [KTü] ikamet edilen yer, vatan

    http://nisanyansozluk.com/?k=yurt

Comments are closed.