Vahşet ve Devlet!

Devlet adı verilen kurum, insanlığın vahşet çağından çıkış döneminin ürünüdür. Bu bakımdan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Çin devletinin Sincan kentinte, müslüman-Uygur halkına karşı giriştiği katliamı kınarken kullandığı “vahşet” sözcüğü, haklı bir tepkiyi dile getirse de, gerçekliğe tekabül etmiyor. Çünkü, son uygar katliamı da dahil, çağımızdaki katliamların hiçbiri, devlet aşamasına geçmemiş, hâlâ vahşet çağında yaşayan halklar tarafından işlenmediği gibi, vahşet çağında böylesi organize katliamlara tanık olunmamıştır. O çağda da yağmacı topluluklar elbette birbirlerini öldürmüşlerdir ama uygarlık dönemindeki devlet katliamlarıyla karşılaştırıldığı zaman bunlar devede kulak kalır.

20. yüzyıldan öncekileri bir yana bırakalım. Sadece 20. yüzyılda ve devamındaki dokuz yılda yapılan devlet katliamlarına şöyle kısaca göz atmak bunu açıkça gösterir: 1915 Ermeni-Süryani katliamı, 1930’lardan sonra Sovyetler Birliği’ndeki büyük temizlik, yine 1933 yılında Hitler’in iktidara gelişiyle birlikte Almanya’da ve giderek tüm Avrupa’da sürdürülmüş Yahudi katliamı, 1990’larda Ruanda’daki büyük etnik temizlik bunların en büyükleridir. Elbette, 1938 Dersim katliamı ve Irak-Halepçe’de Kürtlere karşı girişilen katliam da unutulamaz. Keza Stalin’in, II. Dünya savaşından sonra Kırım Türklerini topluca sürgüne göndermesi, doğrudan katliam denemese de, Ermeni tehciri gibi, tarihin en büyük ulusal tehcirlerinden biridir.

Uygurlara karşı Çin devletinin giriştiği katliamda iki yüze yakın insanın öldürülmesi, devletlerin yazdığı kanlı katliam tarihinin belleklerimizde bir kere daha canlanmasına neden oldu ve tarihe bir kanlı sayfa daha ekledi.

Çin devleti, 1949 yılında, Mao zedung’un önderlik ettiği Çin Komünist Partisi’nin ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun, milliyetçi Çan kayşek’i yenilgiye uğratmasıyla kurulmuştu. Ne var ki, bir devlet, isterse adı sosyalist olsun, kurulduğu andan itibaren, doğası gereği milliyetçidir. Ülke sınırlarıyla belirlenmiş bir alanı yöneten devlet, ister istemez milliyetçi olmak zorundadır. İsterse doğrudan milliyetçi söylemler yerine, “sosyalist anavatan” gibi söylemler kullansın (ki, aslında ve özünde bu da “sosyalistlik”le süslenmiş milliyetçi bir söylemdir), bu devlet ve onun bürokrasisi bal gibi milliyetçidir. 1970’li yılların sonunda, Amerikan emperyalizmine karşı savaşarak bağımsız devletler haline gelmiş Vietnam ve Kamboçya’nın milliyetçi bürokrasilerinin birbiriyle nasıl bölgesel hegemonya savaşlarına giriştiği hatırlardadır.

Devletlerin ve orduların en büyük görevi, içerdeki etnik azınlıkları ve altta kalmış sınıfların mücadelesini bastırmaktır. Ordular, esasen “iç düşman”a karşı silahlanmış ve konuşlanmıştır. Birinci görevleri, devlete karşı tehdit oluşturan ya da tehdit oluşturduğu iddia edilen güçleri bastırmaktır. “Vatan savunması” falan palavradır. Gerçek olan, devlet ve hakim sınıf savunmasıdır. Hitler, Avrupa’yı hiçbir ulusal ordunun direnciyle karşılaşmadan işgal etmiştir. Hitler’in ordularını yıpratan ve sonunda yenilmesine yol açan, ordular dağıldıktan sonra kurulan (ulusal polis kuvvetleri doğrudan Nazi’lerin hizmetine girmişlerdir) partizan birlikleridir. Sovyetler Birliği’nde de Nazi’lere en büyük kaybı verdiren, Sovyet Kızıl Ordusu değil, halk direnişin unsurları olarak görülebilecek partizan birlikleridir. Saddam’ın anlı şanlı ordusu da Amerikan-İngiliz işgaline karşı hiçbir direniş göstermemiştir. İçerde halka karşı o kadar zalim olan Irak ordusu, bir haftada dağılmış, eriyip gitmiştir. Direniş, ordu dağıldıktan sonra başlamıştır.

Şimdi Çin devletinin polisi ve ordusu Uygurlara kurşun yağdırıyor, kan döküyor. Türk Dışişleri Bakanlığı, “Çin’in içişlerine karışmayacağını” ilan ediyor. Buna rağmen Başbakan Tayyip Erdoğan, hangi nedenlerle olursa olsun, dışişlerinden farklı bir tutum takınıp katliamı açıkça protesto ediyor. Tayyip Erdoğan’a ne kadar karşı olursam olayım helal olsun diyorum!

Halkların mücadelesi, devletlerin vandalizmine son verip, devletsiz, sınırsız bir uygarlık, kültür ve barış çağını başlatabilecek mi?

Gün Zileli

12 Temmuz 2009

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

10 Comments

  1. Aynı EYLEM DUYURUSU’nun birazcık genişletilmiş hali:

    Gazze’yle dayanışma için eylem vakti!
    20 Kasım 2012 –

    Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, Gazze’de süren İsrail saldırısına karşı Filistin halkının direnişiyle dayanışma için 22 Kasım Perşembe günü eyleme çağırıyor. Girişim, Türkiye sosyalist hareketinin ve emek örgütlerinin Filistin solu ve direnişiyle dayanışmasında bir köprü niteliğinde

    2009 yılından beri Filistin davasıyla dayanışma için Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin kesilmesi talebiyle çok sayıda eylem, kampanya ve etkinliğe imza atan Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, Gazze’de süren İsrail saldırıları karşısında bir kez daha harekete geçiyor.

    Girişim, İsrail saldırganlığının durdurulması için Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin kesilmesi talebini yineleyerek bir kez daha İstanbul Levent’teki İsrail Konsolosluğu önüne yürüyecek. 22 Kasım Perşembe günü gerçekleştirilecek olan eylem için 12.30’da Levent Çarşı metro çıkışında buluşulacak.

    Girişim’in eylem çağrısında şu ifadelere yer verildi:

    “Gazze bugün, dünkünden daha güçlü. Gazze direnişi ise gün geçtikçe, işgalci ve ırk ayrımcısı İsrail devletinin karşısında daha güçlü ve iradeli bir şekilde ayakta duruyor. Bununla da yetinmeyerek Füze Savunma Kubbesini delip işgalcinin kalbine korku salıyor. İsrail ise alışıldığı gibi bu korkuyu yenmek için daha fazla yıkım ve ölüm yayarak Gazze halkını direniş çizgisinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Ama Gazze halkı tüm ölüm ve acılara rağmen tek söz sarılmış ‘direniş’ diyor.”

    “Gazze’de yaşayan Filistin halkını selamlamak ve işgal devletinin ölüm makinesini lanetlemek için İsrail konsolosluğu önünde yapacağımız basın açıklamasına herkesi bekliyoruz.”

    Sendika.Org

Comments are closed.