Ukrayna… Ya şimdi?
Ukrayna’da ayaklanan halk, kendini zırhlı polisleriyle ve insanların üzerine dürbünlü tüfeklerle ateş açan özel polis timleriyle savunmaya çalışan diktatörleri devirdi. Bu, zalimleri yıkmayı kafaya koyan bir halkın karşısında hiçbir silahlı gücün duramayacağını, bütün bunların “kâğıttan kaplan” olduğunu gösteren yeni ve parlak bir örnektir ve bütün dünya halklarına moral vermiştir. Bu arada, ayaklanmanın faşist olduğuna ve isyanın sağcı partilerin önderliğinde yürütüldüğüne dikkat çekip polisin cinayetlerine, keskin nişancıların “keklik avlar” gibi halkın üzerine ateş açmasına tek laf etmeyenleri de tarihe havale edelim. Bundan sonra Türkiye’de özgürlük ve demokrasi adına yapacakları hiçbir beyan inandırıcı olmayacaktır.
Gelelim Ukrayna’daki bugünkü duruma. Halk, diktatörleri devirdi ama diktatörler biter mi acaba? Sakın diktatörlüğü yıkanların içinden yeni diktatörler çıkmasın? Sakın polise karşı direnen o kahraman insanlardan bir kısmı yeni ve zorba bir polis gücünün unsurlarına dönüşüyor olmasın? Sakın dünkü mazlumlar zalime, dünkü zalimler mazluma dönüşüyor olmasın? Sakın Ukrayna’nın, burada izah edilmesi uzun sürecek tarihi koşullarının yarattığı sağcı, ırkçı, anti-semitist, maço, faşist eğilimler şimdi Ukrayna halkının başında boza pişirmeye başlamasın? Sanırım, Ukrayna isyanının başladığı günden beri diktatörlerin safında yer alanların, “ama ayaklananlar faşist” argümanlarının o somut anda, diktatörlüğe karşı mücadele eden insanları arkadan vurmak anlamına geldiği için bugüne kadar karşı çıkmış olsak da, artık bu argümanlara kulak vermemiz gerekiyor.
Yeni efendilere karşı yeni bir mücadele döneminin başladığı açıktır.
Ne yazık ki ve ne mutlu ki, devrim ve özgürlük öyle kolay kazanılan bir şey değil.
Gün Zileli
23 Şubat 2014
Talep üzerine, dün Mülayim Sert arkadaşa yazdığım mesajı burada da yayınlıyorum:
Mülayim Sert arkadaşım, toplumsal hareketlere senin gibi bakacak olursak, hiçbir yerde hiçbir hareketi destekleyemeyiz ve sonunda düzenin köşesinde yaşar gideriz. LBGT yok diye veya senin özlediğin (ki bunu özlemen güzel bir şey) toplumsal düşünceler harekette görünür değil diye bakılır mı bir toplumsal harekete. İşin esasına bakmak gerekir. Geçmişten birkaç örnek verecek olursam, Çerkes Etem, haydutun ve kıyıcının tekiydi ama merkezi devlet gücü karşısında köylü direnişini temsil ediyordu. Kronstadlılar’ın içinde anti-semitist duygular olduğunu Paul Avrich anlatır, ama bu, merkezi diktatörlüğün karşısında Kronstadtlıları desteklememize engel değildir. Mahno hareketi deniyor. Bu hareket de, öyle saf bir şey değildi. Bu harekette de kıyıcılık ve anti-semitizm vardı. Hatta bizzat Mahno anti-semitizmle suçlanmıştır. Mahno bunu reddetmiştir ama ben bunun o kadar da gerçek dışı olmadığını düşünüyorum. Buna rağmen Mahno hareketi Sovyet devleti karşısında haklıydı ve desteklenmesi gerekirdi. Alman Komünist Partisi, Stalinistlerin yönetimindeydi ama Nazilere karşı desteklenmesi gerekirdi. Macar 1956 devrimi’nin içinde gerçek karşıdevrimciler de vardı. Hatta bunlar ayaklanma olur olmaz, sürgünde oldukları Avusturya sınırından giriş yaptılar. Ama bu, Macar devriminin Stalinistler ve SB işgalcileri karşısındaki haklılığını ortadan kaldırmaz. 1968 Prag baharı hareketinin içinde çok sayıda batı kapitalizmi yanlısı da vardı ama bu, bu hareketin SB işgalcileri karşısındaki haklılığını ortadan kaldırmadı. En son Gezi’ye geleyim. Gezi’nin içinde beyaz Türklerden, yoğun ulusalcı nüfustan, Türk Solu gibi ırkçılardan, MHP’lilerden çok sayıda mevcuttu. Ortalık Türk bayraklarından geçilmiyordu. Atatürk posterleri bolcaydı. Bu mücadelede en koyu Stalincilerle de omuz omuzaydık, polis şiddetine birlikte direndik. Sana yüzlerce örnek verebilirim. Pürist bakış insanı mücadeleyi kenardan seyretmeye sürükler ve daha kötüsü bu bakışın sonucu olarak işte o zaman kitle hareketi gerçekten sevmediğimiz, karşı olduğumuz ideolojilerin etkisi altına girer. Sen sanıyor musun ki, bugün yüceltilen 68 hareketi saf bir şeydi. Kemalist etkiyi anlatsam aklın durur. Bu, Mahir’lerin, Deniz’lerin savunmalarına bile yansımıştır. Milliyetçi etkiler de keza. Ama biz bugün değerlendirirken onların o hatalı yanına mı vurgu yapıyoruz, yoksa devrimci yönü mü bizim için değerli. LBGT’den söz ediyorsun. Sana 1960′lardaki, 1970′lerdeki sol hareketlerde var olan homofobiyi anlatsam şaşarsın. Bugünkü faşistler bile bu homofobinin yanında hiç kalır. Ya da kadına bakış da öyle. E ne yapacağız, bunlar böyle diye tarihteki bu olumlu mücadelelere sırt mı çevireceğiz.
G.Z.
“Yeni efendilere karşı yeni bir mücadele döneminin başladığı açıktır.”
umarım zaman sizi haklı çıkarır hocam.
http://sosyalsavas.org/2014/02/awudan-otonom-isci-birligi-ukraynadaki-duruma-dair-aciklama/
muhtemelen okudunuz ancak ben bugüne kadar gelen süreçle ilgili en mantıklı açıklama olduğunu düşünüyorum . ve bugünden sonra da söylediklerinizde haklısınız . ancak çok da umutlu değilim . ab ve sağcı hakimiyetinin ( nicelik olarak emin değilim ancak aktif , ön plana çıkan gruplar genelde sağ eğilimliydi ) bu kadar yoğun olduğu bir hareketten bugünden sonra bütün bunlarla tekrar mücadeleye girişecek ve onları alt edecek bir enerji beklemiyorum .
yalnız şurası çok önemlidir ki 2014 yılında avrupanın göbeğinde halk hareketi bir devleti sarstı . benzerini daha çok kısa süre öncesinde ülkemizde yaşadık . işte bu gelecek için umutlandırıcı
her salatalığım var diyene tuzla koşmak zorunda mısınız? ellerinde öso bayrakları, kollarında gamalı haç dövmeleri… yeni müttefikleriniz hayırlı uğurlu olsun, ne diyeyim…
Hani Gezi’nin o meşhur sloganı vardı ya “bu daha başlangıç mücadeleye devam”, şuan Ukrayna’daki durum da tam olarak budur. Artık mücadele iktidar devrildiğine göre, yerine gelecek faşist sağcı güçlere karşı verilmelidir. Tabi burada Ukrayna Komünist Partisi’nin iktidar yanlısı tutumu da unutulmamalı, heryerde teşhir edilmelidir.
Bu konuda Gelenekçi Sol hareketin bir kez daha ezber bozukluğu yaşadığını görüyoruz.Örneğin lenin heykellerinin yıkılmasından bir politik sonuç çıkaracak kadar aciz olanından tutunda olayı idrak edemediğinden dolayı(yani tarihsellik cahili) susuş kumkuması içinde debelenenlere kadar büyük bir depresyon yaşandığı çok açık.
Sol, kapitalizmin derin bir ekonomik ve siyasi krizin içinde debelendiği ve bunun çöküşünü getireceği üzerine yazıp çizerken aslında kendi tarihsel ve ideolojik krizini(yada çıkmazını diyelim) perdelemeye çalışıyor.Ama kapitalizm;siz bu kafa yapısında olduğunuz sürece yıkılmak şöyle dursun artçı bir sarsıntı bile yaşamayacaktır.Zaten tersinden düşünüldüğünde solun içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal körlük kapitalizmin bir uygarlık olarak belkide tüm canlı hayatın son bulacağı güne kadar varlığını sürdürmeye devam edeceğinin kanıtı gibi…
evet sizin “devrimciler” bu sabah saat 10’da komünist örgütlerin yasaklanması için yasa teklifi ile işe başladılar. umarım sizi tatmin edecek bir tarihsel ilerlemedir.
doğrudan yanıldım desene be usta. devrim dedik bağımıza bastık, arap baharı çıktı desene. nasıl orda devrim müslüman kardeşleri doğurmuşsa, burda da anti semtistleri, ırkçıları, hapisten çıkarılan hırsız başkanları doğurdu desene
ama diyemezsin, o zaman staline lenin hatta marksa küfretmeye mazeretin kalmaz
bunu onaylamayacağımı bilmen gerekiridi Ayhan. Böyle yazman beni üzdü.
Lenin de iktidara gelir gelmez kendi dışındaki bütün sosyalist partileri ve basınını yasaklamıştı. İktidarın mantığı her yerde ve herekes için aynıdır.
Gün Zileli’inin cevap verdiği yorumumun kendisini, ve cevabına cevabımı şurada bulabilirsiniz:
http://www.gunzileli.com/2014/02/22/ukrayna-yalancinin-mumu-hitler-posteri-sahte/
Yorum #13 ve #18.
Ben de bunları okumanızı talep ediyorum.. (Spamlamamak adına tamamını tekrar copy paste etmedim.)
İyi inatçısınız karayı ak göstermek için yoğun çaba içerisindesiniz.İnadınız, tecrübelerinizin önünde koşuyor.Hoşuma gitmedi değil ama bizde de inat az değil.Ukranya karadır.Faşist tanımı felsefi açıdan denk düşmeyebilir. Zalimlerin konsepti olduğu açık. Figuranların durumu, hareketin seviyesi ve amaçına göre değişir/değiştirilir.Sonuçta bunun karşısındayız.Otorite karşıtı değil en büyük otoritenin çizgisi dahilinde.
Bu arada Gezi ile Maidan arasında +2 önemli fark daha var:
– Muhalefet Partileri Liderleri: CHP’nin, MHP’nin, hatta HDP’nin liderleri Gezi Parkı’nda veya Taksim’de kitleye toptan seslenecek, sürekli varlıklarını hissettirecek bir podyum bulamamıştı, bunu denemeye cesaret bile edemediler. Maidan’da ise muhalefet partisi liderleri neredeyse 24/7 podyumdan kitleye seslenebiliyordu (bazen alkış, bazen yuhalama ile karşılaşsalar da).
– Karar Alma Mekanizmaları, Doğrudan Demokrasi: Gezi’de Occupy ve Indignados geleneğine uygun şekilde önce Gezi Park’ının içinde forumlar sonra hızla Park Forumları örgütlendi ve doğrudan demokrasi hayata geçirilmeye çalışıldı. Bosna’daki süren harekette de benzer mekanizma “Plenum”lar şeklinde işliyor. Bu formlar tüm devrimci durumlarda tekrar tekrar icat edilen formların benzerleridir (Fransız Devrimi’nde Seksiyonlar, Rus Devrimi’nde Sovyetler, Macar Devrimi’nde Konseyler vb.) Kiev’de benzeri bir yönelim göremedik, herşey parti liderlerinin kararlarıyla veya kitlenin ruh haline göre gelişiyor.
Sakın dünkü mazlumlar zalime, dünkü zalimler mazluma dönüşüyor olmasın? Sakın Ukrayna’nın, burada izah edilmesi uzun sürecek tarihi koşullarının yarattığı sağcı, ırkçı, anti-semitist, maço, faşist eğilimler şimdi Ukrayna halkının başında boza pişirmeye başlamasın?
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/02/23/ukrayna-ya-simdi/#ixzz2uA7YVul6
gün zileli bit tek sen akıllısın başkaları ahmak,sen mısırdaki darbeye darbe demekte de zorlanmıştın.perşembenin gelişi çarşambadan belli olur.ukraynada şimdiki durum ne sence aradan geçen zaman göz önüne alındığında.her sakallıyı deden sanma,polisin şiddeti bir ayaklanmayı ilerici yapmayı haklı çıkarır mı.belliki sen de bu kuşkunla yüzleşmekte geciktiğin için yukarda alınyı yaptığım parağrafta mantığa bürüme yoluyla telafi güzergahına direksiyonu kırmışsın.soğuk savaş dönemine ait bir tipsin.biraz bulanık mantık çalış.
Bulanık mantık,ya da puslu mantık, 1961 yılında Lütfi Askerzade’nin yayınladığı bir makalenin sonucu oluşmuş bir mantık yapısıdır.
Bulanık mantığın temeli bulanık küme ve alt kümelere dayanır. Klasik yaklaşımda bir varlık ya kümenin elemanıdır ya da değildir. Matematiksel olarak ifade edildiğinde varlık küme ile olan üyelik ilişkisi bakımından kümenin elemanı olduğunda “1”, kümenin elemanı olmadığı zaman “0” değerini alır. Bulanık mantık klasik küme gösteriminin genişletilmesidir. Bulanık varlık kümesinde her bir varlığın üyelik derecesi vardır. Varlıkların üyelik derecesi, (0, 1) aralığında herhangi bir değer olabilir ve üyelik fonksiyonu M(x) ile gösterilir .
Fuzzy logic temperature en.svg
Örnek olarak normal oda sıcaklığını 23 derece olarak kabul edersek klasik küme kuramına göre 23 derecenin üzerindeki sıcaklık derecelerini sıcak olarak kabul ederiz ve bu derecelerin sıcak kümesindeki üyelik dereceleri “1” olur. 23 altındaki sıcaklık dereceleri ise soğuktur ve sıcak kümesindeki üyelik dereceleri “0” olur. Soğuk kümesini temel aldığımızda bu değerler tersine döner. Bulanık küme yaklaşımında üyelik değerleri [0,1] aralığında değerler almaktadır. Örneğin 14 derecelik sıcaklık için üyelik derecesi “0”, 23 sıcaklık derecesi için üyelik değeri “0,25” olabilir.
Klasik kümelerin aksine bulanık kümelerde elemanların üyelik dereceleri [0, 1] aralığında sonsuz sayıda değişebilir. Bunlar üyeliğin derecelerinin devamlı ve aralıksız bütünüyle bir kümedir. Keskin kümelerdeki soğuk-sıcak, hızlı-yavaş, aydınlık-karanlık gibi ikili değişkenler, bulanık mantıkta biraz soğuk, biraz sıcak, biraz karanlık gibi esnek niteleyicilerle yumuşatılarak gerçek dünyaya benzetilir. En önemli fark, böyle bir çatıda bilginin kaynağındaki küme üyeliğinin kesin tanımlanmış önkoşullarının olmayışı ve daha çok problemlerle rastgele değişkenlerin hazır bulunmasındadır.
Bir şeyin varlığı kendisine ait bir isimle doğar. Evrendekilerin tamamı hem (ya) tek (1) hem de (ya da) sonsuz eksi tektir (sonsuz -1).
Klasik mantık ile bulanık mantık arasındaki temel farklılıklar :
Klasik Mantık Bulanık Mantık
A veya A Değil A ve A Değil
Kesin Kısmi
Hepsi veya Hiçbiri Belirli Derecelerde
0 veya 1 0 ve 1 Arasında Süreklilik
İkili Birimler Bulanık Birimler
Bulanık mantık,ya da puslu mantık, 1961 yılında Lütfi Askerzade’nin yayınladığı bir makalenin sonucu oluşmuş bir mantık yapısıdır.
Bulanık mantığın temeli bulanık küme ve alt kümelere dayanır. Klasik yaklaşımda bir varlık ya kümenin elemanıdır ya da değildir. Matematiksel olarak ifade edildiğinde varlık küme ile olan üyelik ilişkisi bakımından kümenin elemanı olduğunda “1”, kümenin elemanı olmadığı zaman “0” değerini alır. Bulanık mantık klasik küme gösteriminin genişletilmesidir. Bulanık varlık kümesinde her bir varlığın üyelik derecesi vardır. Varlıkların üyelik derecesi, (0, 1) aralığında herhangi bir değer olabilir ve üyelik fonksiyonu M(x) ile gösterilir .
Fuzzy logic temperature en.svg
Örnek olarak normal oda sıcaklığını 23 derece olarak kabul edersek klasik küme kuramına göre 23 derecenin üzerindeki sıcaklık derecelerini sıcak olarak kabul ederiz ve bu derecelerin sıcak kümesindeki üyelik dereceleri “1” olur. 23 altındaki sıcaklık dereceleri ise soğuktur ve sıcak kümesindeki üyelik dereceleri “0” olur. Soğuk kümesini temel aldığımızda bu değerler tersine döner. Bulanık küme yaklaşımında üyelik değerleri [0,1] aralığında değerler almaktadır. Örneğin 14 derecelik sıcaklık için üyelik derecesi “0”, 23 sıcaklık derecesi için üyelik değeri “0,25” olabilir.
Klasik kümelerin aksine bulanık kümelerde elemanların üyelik dereceleri [0, 1] aralığında sonsuz sayıda değişebilir. Bunlar üyeliğin derecelerinin devamlı ve aralıksız bütünüyle bir kümedir. Keskin kümelerdeki soğuk-sıcak, hızlı-yavaş, aydınlık-karanlık gibi ikili değişkenler, bulanık mantıkta biraz soğuk, biraz sıcak, biraz karanlık gibi esnek niteleyicilerle yumuşatılarak gerçek dünyaya benzetilir. En önemli fark, böyle bir çatıda bilginin kaynağındaki küme üyeliğinin kesin tanımlanmış önkoşullarının olmayışı ve daha çok problemlerle rastgele değişkenlerin hazır bulunmasındadır.
Bir şeyin varlığı kendisine ait bir isimle doğar. Evrendekilerin tamamı hem (ya) tek (1) hem de (ya da) sonsuz eksi tektir (sonsuz -1).
Klasik mantık ile bulanık mantık arasındaki temel farklılıklar :
Klasik Mantık Bulanık Mantık
A veya A Değil A ve A Değil
Kesin Kısmi
Hepsi veya Hiçbiri Belirli Derecelerde
0 veya 1 0 ve 1 Arasında Süreklilik
İkili Birimler Bulanık Birimler
zzzzzzzzz
Ayrica surekli Gezi’de turk bayraklarinin varligindan bahsediliyor karsilastirma yapilirken ama bunun bir zayiflik oldugu eklenmiyor. Evet Gezi’de turk bayraklari vardi ama bu tehlikeli bir egilime de isaret ediyordu. Son donemde “flamalari kaldirin” seklinde asiri sola karsi yukselen sesler Gezi’nin gucu degil zayifligiydi bu da unutulmasin.
Bir de – Ukrayna’ya dair tek pozisyon Rusya’cilar ve ABcilerin pozisyonu degildi. Ikisini de desteklemeyen ve fasist kalkismada taraf olmayan Ukrayna anarko-sendikalistlerinin soguk kanli ve gercekci tavri da bu sitede gormezden gelindi. Italya’da fasistler Roma’ya uzun yurusu gerceklestirdiginde eger devrimciler bu bir kalkismadir deyip fasistlerden yana saf tutsaydi ne olurdu mesela? Ama devrimciler ve isciler buna genel grevle cevap verdiler.
Bugun de Ukrayna’da ucuncu bir taraf var. Sekter ayaklanmada kaybedecek olan Ukraynali ve Rus emekciler. Rus devleti ve AB arasinda, Ukraynali ve Rus oligarklar arasindaki guc dalasinda taraf olmamak gerekiyordu. Bu gibi durumlarda yapilabilecek dogru sey her iki tarafta da karsiya silah sikilmasini, isci ve yoksul kani dokulmesini engelleyecek propaganda yapmaktir. Zordur, cesaret ve orgutlu hazirlik ister boyle seyler. Olaylarla suruklenmemeyi gerektirir. TKP’de Gun Zileli’de bu noktada ayni safta kaldilar. Destekledikleri taraflar degisti sadece. Ukrayna’da milliyetci olmayan, devrimci tavri gosterebilenler sadece Otonom Isci Birligin’den anarko-sendikalistler olmustur.
Kitlesel bir halk ayaklanmasına saygı duymak gerekli…. Böylesi bir “gelenek” kısa vadede faşistlerin de iktidar olmasına yol açabilir… Önemli olan toplumların ve insanlığın bu “geleneği” sürdürme arzusudur; kendi gücünü görmesi bile az şey değildir… Varsın bu ayaklanma bir “Faşist” yönetime yol açsın! Halkın kendi gücünü öğrenmesi bile bir kazanımdır…
Takiyelerle, emperyal bir proje olarak, liberal sol destek bile almış, “gömlek” değiştirdiği yalanı ile hak etmediği oylarla kurulan bir islamcı-faşist yönetim ile karşılaştırıldığında Ukrayna’dakiler, en azından yöntem açısından daha dürüst değiller mi?
Sanırım “normal” bir sosyalist aklın SSCB sonrasını anlaması mümkün değildir! Stalinist ve SSCB dönemi arkasında ruhu “parçalanmış-yarılmış” bir insan topluluğu bıraktı. İnsanlığın ebedi düşlerinin söylemleriyle; dillerinden, kalemlerinden insanlığın en kutsal eşitlik, özgürlük, insancıllık, anti-sömürü sözcükleri dökülürken aslında bir mafyatik devlet-cinayet-zulüm şebekesinin hükmünde geçen 60-70 yıl sonra orada olup bitene bilinen sol-sağ şablonlarıyla yaklaşabilir miyiz? Stalin solcu, komünistse, Hitler’in siyaset çizgisi nasıl tanımlanacak? Stalinist bir Komünist Parti, “Sol” ise, Sağ nedir?
İktidar “manyaklarının” salt söylemleri ile sağ ve sol’un tanımlanamayacağını artık öğrenmedik mi? Milliyetçi faşist örgütlülükler “işçi sınıfı”, “halk”, “zulüm” sözcüğü ile sol-cu mu oluyorlar?
Kitleler, Halk yanlış yapabilir; yapıyorlar da… Belki de bu tür inisiyatiflere, bu irade, bu inanç dayatmasına, daha iyiyi arayıştaki mücadeleye saygı, insanlığın tarihsel yolculuğu bağlamında saygı duyulması gerekli… Eleştiri her daim haktır! Yeni bir ayaklanma, geçmişten ders alan yeni bir devrimci iradenin birikmesi, taşması anına dek… Sonra, yeniden yeni bir devrim süreci başlayacaktır… Son dört bin yılda bu tür ayaklanmalar çok daha fazla olsaydı, kuşkusuz insanlık olarak daha iyi bir yerde olacaktık…
Her isyan bir deneydir de! Daha çok isyan! Daha çok deney… Edison’un bilinen ampul için 2000 deney yaptığı söylenir… Ne kadar çok denersen, o kadar iyi!
“Italya’da fasistler Roma’ya uzun yurusu gerceklestirdiginde eger devrimciler bu bir kalkismadir deyip fasistlerden yana saf tutsaydi ne olurdu mesela?” İtalyan polisi yürüyen kara gömleklilerin üzerine keskin nişancılarıyla ateş açtı mı? ve son bir soru: Polisin açtığı ateşle hayatını kaybeden insanlar konusunda polisi protesto eden tek laf ettin mi? Ben görmedim. Derdin günün ideolojik saflık peşinde koşmak. Sanki orada hayat memat mücadelesi veren insanların umurundaymış gibi.
Bu linkteki yazının ikinci kısmı da konu hakkında;
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/secimler-ve-ukraynayi-nasil-degerlendirmeli-50832
Kendini devrimci, sosyalist, komünist veya demokrat olarak nitelendiren hiç kimse gerici – faşist hareketlerin yanında saf tutamaz. Anarşistleri bilemem. Ukrayna’daki başarınız hayırlı olsun. Umarım her türlü iktidara karşı olalım derken, gamalı haçlı pazubentlerle karşımızda yer almazsınız. En azından tarafsız kalmayı becerin. Ve karşı olduğunu iddia ettiğinizi belirttiğiniz egemenlerin saflarında yer almayın.
selam sinan, seni duyduğuma sevindim.
Sevgili Gün. Yaptığım yorumun üzerinde “yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır” ibaresi yer alıyor. Seni bir sansür heyeti başkanı olarak tahayyül edemiyorum. redakte etmeden veya yasaklamadan yayınlayacağına inancım tam. Sol olmaya… Demokratik olmayan… İlerlemeden yana olmayan… Gerici, faşist, emperyalizm yanlısı hiç bir hareketi destekleyemem. Ola ki bu halk hareketleri Libya’da, Irak’da ve Suriye’de olduğu gibi “diktatöre(!)” karşı olarak sahneye çıkmış olsalar bile. Bu hareketlere verilecek her türlü destek, ilerlemenin önündeki duvardır. gericiliğin, emperyalizmin, sermayenin egemenliğinin devamı için atılan kara imza olarak tarih sayfasında yer alacaktır.
sinan, bu ne yazık ki, hiç istemediğim bir uygulama. Bir süre önce koymak zorunda kaldık. Çünkü çok sayıda küfür yazan oluyordu ve bir de AKP’liler provoke ediyorlardı. Fakat şundan emin olmalısın ki, açık küfür olmayan her türlü yorum buraya ayrımsız ve sansürsüz girmektedir. Mesajları incelersen bunu göreceksin. Ukrayna’ya gelince… Orada yaşananları iyi anlamak gerekir. Orada olan, Rusya’nın hegemonyasına ve Rus yanlısı otoriter oligarkların diktatörlüğüne karşı bir halk ayaklanmasıdır. Bu ayaklanmanın sağcı bir ideoloji ile yürütülmesinin tarihi nedenleri vardır. Bu halk, uzun yıllar Rusya’nın ve GPU’nun baskısı altında yaşamak zorunda kaldı. Anti-komünist tepkileri buradan kaynaklanıyor ne yazık ki.
Devrimci işçi Partisi’nin resmi görüşünü burada paylaşmak istiyorum… Kitlesel gücün yapabildiklerini göstermesi açısından ayaklanmanın hakkını teslim ederken, yeni “politik hegemonyanın” karakterinin faşist olmasını tehlikeli bulmakta, sonuçlarının pek de hayırlı olmayacağını söylemektedir… (Bence de öyle)
http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/ukrayna-avrasya-savaslarinda-emperyalizmin-atagi-fasizmin-zaferi
yani diyorsunuz ki “insanlar sokağa çıksın, isyan etsin de nasıl olursa olsun” … Söylediklerinizin özeti bu…
Her ayaklanma, isyan, sokağa her çıkış, insana birşeyler öğretir diyorsunuz kısacası… öyle mi?
görünen o ki ukraynada daha kanlı ve uzun sürecek bir iç savaş tehlikesi artmış…. bu durum büyük ihtimalle, rus ukraynası ile batı ukrayna (kabaca ifade edersem) arasında bir kapışma ve ayrılıkla sonuçlanacak gibi görünüyor.
bu durumda hala “emperyalizm” gibi miadı dolmuş kavramlarla, bu kan gölüne dönüşümü sürecini dolaylı-dolaysız desteklemek mi; yoksa abirliğine girişini istemek mi gerekir?
eh, öyle de denebilir. Tabii her öznelliği gözden kaçırmadan.
Bütün bu süre zarfinda Ukrayna solunun olaylara karsi devleti destekleyen bir tavir takinip ortaligi Nazilere birakmis olmasi da Ukrayna Komünist Partisi ve digerleri icin tarih boyunca yüz karasi bir olay olarak kalacaktir. Eger devrime destek cikip halki mücadelelerinde koruyanlar onlar olsa ve destek ciksalardi, ortam bugün fasizmin eline kalmazdi. Cikis itibariyla Avrupa Birligi”ni destekleyen bir mücadele de olsa daha sonrasinda bundan cok daha farkli bir yone gitigini ve devletin ve polisin totaliter yontemlerine karsi bir mucadeleye donustugunu ne bizim sol daha da kötüsü ne de oranin komünistleri fark edebildi ve ortalik sagcilara kaldi.
her isyan ve sokak iyidir” diyorsunuz. mesela sivas katliamında oteli yakanlarda buna dahil mi? Ne dersiniz, bu “isyan”dan birşey öğrenmişler midir? “Katılımcılar gericiydi ama içindeki devrimci dinamiği gözden kaçırmamak gerek” mi diyorsunuz?
çoğu yoksul insanlar değil miydi ne de olsa?
olmaz ama oldu ya bu katliam sırasında sokaktakilerden birisi polis tarafından öldürülseydi “polisle çatışan isyancı” mı olacaktı sizin gözünüzde?
Mantıken ne kadar saçma ve savunulmaz bir şey dediğinizin farkında mısınız?
Bak kardeşim, sivas katliamı devlet tarafından örgütlenmiştir. Bunu anlamak için görüntülere bakmak bile yeterlidir. Asker, bırak o güruhu savuşturmayı onları okşar gibi muamele etmiştir. Ben ne dediğimi çok iyi biliyorum ama sen bu münasebetsiz benzetmeyi yaparak ne dediğini bilmediğini ortaya koymuşsun.
Peki İran Devrimi, Gün Abi…Solcular orada da destekledi Devrimi…Sonrası malum…”Halkın kendi gücünü görmesi bakımından bir kazanım” oldu mu sizce? Bir de, eğer Türkiye’de MHP AKP iktidarına karşı polisle çatışsa o zaman tutumumuz ne olacak? Kusura bakmayın, gerçi faraziyeler üzerinden fikir yürütülmez ama sormak istedim?
İran devrimi büyük ve önemli bir devrimdir. İran halkı ölümü hiçe sayarak Şah’ın ordusunun üzerine yürümüş ve alt etmiştir. Sonra olanlar ise elbette devrimin Mollalar tarafından çalınmasıdır. Aynı 1917 Rus devriminin Bolşevikler tarafından çalınıp tek parti diktatörlüğünün kurulması gibi. Madem tek parti diktatörlüğü kurulacakmış o zaman 1917 devrimi olmamalıydı diyebilir miyiz?
aldığınız tutumun mantıksal sonuçlarından niçin rahatsız oluyorsunuz?
sivas katliamındaki sorun sadece “devlet tarafından örgütlenmesi” ve “askerin katliamcılara şefkati mi” yani? devlet organize etse dahi oradaki halk gayet istekle sokaktaydı.
asker kötü davransaydı ya da gerici güruh kendiliğinden yapsaydı içinde “ilericilik potansiyeli” mi arayacaktınız?
bunları savunmadığınızı ben de biliyorum. ama aldığınız tutum, sizi bu noktaya kadar getirir, bunu kanıtlamaya çalışıyorum.
savunduğum şu: sokak hareketi diye her sokak hareketi iyi değildir. sokak, hiç de nadir olmayarak gericiliğin kalkışmalarını da içerir. gözü kapalı sokak güzellemesi yanlıştır.
Bugün için söylüyorum: Devletle çatışan her sokak hareketi iyidir.
Çünkü bugünün paradigması, devletlerin ezdiği halklarla devletler arasındaki mücadeledir. Yani toplumlar dikeyine (sağ-sol, dinci-laik vb)değil, yatayına (yönetenler ve yönetilenler) bölünmüştür.
suriyede el kaide, Işid tam da dediğinizi yapıyor. Sokakta ve devletle çatışıyor. Hala “devletle çatışan her sokak hareketi iyidir” öyle mi?
Şilide Allende hükümetine karşı bir sokak hareketi olan kamyoncu grevini de destekliyor musunuz? bakın tam istediğiniz gibi: hem devletle çatışıyor, hem de sokakta…
kızmayın bana, sizin mantığınızla düşünüyorum.
Peki Gün Abi bu devrimler sonradan hep çalınıyor sonrada diktatörlüğe, otoriter bi yönetime dönüşüyor…!789 Fransız Devrimi’nide burjuvazi çalmış üzerine konmuş…Çalınmaması için ne yapmak lazım o zaman…İran şu anda Şah döneminden belki de daha kötü durumda, halk niye özgürlük için ayaklanmıyor ölümü hiçe saymıyor o zaman, eğer yukarıdaki mantığa göre geçmişten gelen bir kazanım varsa…ya da Stalin döneminde Ukrayna’da yapılan onca katliama rağmen niye şimdi halkın tamamı değilde sadece bir kısmı-çoğunluğu milliyetçi ve faşist kısmı- ayaklanıyor Rus hegamonyasına karşı….sonuç: Ukrayna’da devrim sonradan faşistler tarafından çalındı mı olacak…
hiç de kızmıyorum emre, bunlar yararlı sorular. Ben “bugün” kaydını koydum. allende döneminde durum farklıydı. O zaman sağ-sol çatışması belirleyiciydi. Allende’ye karşı yapılan sokak gösterileri ABD ve Şili ordusunun güdümende sağcı hareketlerdi ve amacı bir askeri darbenin ortamını hazırlamaktı. El kaide’ye gelince. el kaide kendiliğinden bir halk hareketi değildir. alternatif ve silahlı bir devlet örgütlenmesidir. Sokak hareketiyle falan ilgisi yoktur. Suriye’deki muhalefet de öyle. Bu yüzden bunların desteklenmesi söz konusu olamaz.
öyle de olabilir. bunu göreceğiz. Halklar her zaman ayaklanamaz. Bunun koşullarının oluşması gerekir. İran’da neden ayaklanmıyorlar, çünkü elverişli bir ortam ve birikim oluşmamış demek ki. Çalışmaması için ne yapmak mı gerekli: Öncelikli şart, dışında kalmamak ve devrimin onun düşmanları tarafından çalıymaması için mücadele etmektir. Pürist tutumlar her zaman devrimin düşmanlarına teslimini getirir.
son derece keyfi nitelemeler yapıyorsunuz. kendi hipotezinize göre olguları eğip büküyorunuz. Hani sokak hareketleri iyiydi öğreticiydi.
Ukraynada herşey “kendiliğinden” “saf” ve “halk tarafından” yapılıyor, diğerleri tu kaka…
Venezüeladaki sokaktakiler hiç dış destek almıyor mu, ABD desteklemiyor mu, Chaveze darbe yapılmamış mıydı?
Niçin konu oralara gelince bunları gözardı ediyorsunuz?
Söylediklerinizden şu anlaşılıyor:
“her sokak hareketi aynı değildir”, “iyi de değildir”, içeriğine bakmak lazım.
saygılarımla
emre aldıkaçtı
işid’in el-kaide’ye yaptığı saldırıdan da görüleceği gibi, sokak devletle çatışmıyor. sokak sokak’la çatışıyor daha ziyade;
El Kaide’nin Suriye temsilcisi öldürüldü
El Kaide lideri Ayman Zevahiri’nin Suriye’deki temsilcisi olarak bilinen Ebu Halid es Suri, Halep’de intihar saldırısında öldürüldü.
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) dün Suriye’nin Halep kentinde “Ahraru’ş Şam Tugayları”nın karargahına bir intihar bombacısıyla saldırı düzenledi.
Saldırıda, El Kaide’nin öldürülen lideri Usame Bin Ladin ve şimdiki lideri Ayman Zehaviri’yle birlikte savaşan Ebu Halid es-Suri öldürüldü.
El Kaide lideri Ayman Zevahiri’nin Suriye’deki temsilcisi olan ve “Ahraru’ş Şam Tugayları”nı kuran Ebu Halid es-Suri ile birlikte 15 militan daha öldürüldü.
Suriye Yerel Koordinasyon Komitesi Halep medya sorumlusu Ahmed Muhammed Ali, IŞİD üyelerinin Halep’teki
“Ahraru’ş Şam Tugayları” karargahına intihar bombacısıyla saldırı düzenlediğini belirtti.
Ali, saldırıda aralarında “Ahraru’ş Şam Tugayıları”nın kurucusu ve Halep sorumlusu Ebu Halid Es Suri’nin de bulunduğu 15 kişinin öldüğünü söyledi.
El Kaide lideri Ayman Zevahiri’nin Suriye’deki temsilcisi olarak bilinen Ebu Halid es Suri, uzun yıllar Irak ve Afganistan’da örgüt adına faaliyet göstermişti.
Zevahiri, Suri’yi Esad rejimine karşı savaşmak üzere bu ülkeye göndermişti. Suri, Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’te “Ahraru’ş Şam Tugayları”nı kurmuştu.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25500727/
ben kızmadım ama sen kızdın galiba 🙂 Şunun şurasında tartışıyorduk.
Aşağıda Ergin Yıldızoğlu’nun ayrıntılı bir çalışması var zihin açıcı olması dileğiyle
‘Ukrayna’da Filler Tepişiyor’
Paylaş
24 Şubat 2014 Pazartesi
A+
A-
Geçen hafta ortasında, 100’e yakın insanın ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına yol açan çatışmalardan sonra Ukrayna’da iktidar ve muhalefet nihayet aklını başına toplayıp bir uzlaşma noktası bulmaya başlamış gibi görünüyordu.
Sonra her şey yeniden değişmeye başladı. Hem muhalefet içindeki radikal sağcı unsurlar silah bırakmayı reddediyorlardı (New York Times, 22/02) hem de Der Spiegel’de Uve Klussmann’ın vurguladığı gibi aslında, “Sorun ne Ukrayna – AB işbirliği anlaşmasının ne de Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in geleceği. Jeopolitik oyun ile Avrupa ve Avrasya’da gelecekte hangi güç merkezleri egemen olacak sorusu gündemin merkezine oturmuş durumda.” (20/02/2014)
Yine o ‘satranç tahtası’
Denklemin bir tarafında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın geçen aralıkta US-Ukrayna Vakfı’nın toplantısında konuşurken altını çizdiği gibi “1991’den bu yana Ukrayna’nın demokratik kurumlarını geliştirmek için 5 milyar dolar harcayan” (Information Clearing House. Info) ABD var. Aynı günlerde, Senator McCain, Kiev’in Bağımsızlık Meydan’ında, “Ukrayna halkı, bu sizin anınız! Hür dünya sizinle! Amerika sizinle!” diye bağırıyordu (Spiegel).
Denklemin öbür tarafında, Rusya’nin liberal eğilimli, Batı yanlısı olarak bilinen eski başbakanı Yergor Gaidar’ın dahi 2008’de uyarmak gereksinimi duyduğu gibi “Ukrayna NATO üyesi olursa savunma açısından kabul edilemez bir duruma düşmekten korkan”, bu yüzden, Financial Times’ın aktardığı gibi “Kırım’ı kaybetmemek için savaşa girmeye hazır olduğu düşünülen Rusya var” (20/ 02). “Ukrayna sorunu Rusya’da yalnızca Putin için değil, muhalefet için de kırmızı çizgi”(22/02). Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’a göre “Batı, muhalefeti yasaların dışında hareket etmeye teşvik ediyor”. Rusya Dışişleri Bakanlığı, muhalefeti Nazilere benzetip bir “Kahverengi Devrim”den söz ediyor (The New York Times 19/02).
Fillerin Ukrayna halkının üzerinde böyle tepişmesinin temelinde, Brzezinski’nin “Ukraynasız Bir Rusya Asya’ya sıkışır, Orta Asya sorunlarıyla uğraşmaya mahkûm olur” (…) “Almanya – Rusya işbirliği olasılığının önü alınmış olur” saptamaları yatıyor. ABD Ukrayna’yı Rusya’nın nüfuz alanından çıkarıp NATO’ya alarak Rusya’yı tecrit etmek istiyor. Rusya Ukrayna’yı, en azından donanması için yaşamsal öneme sahip Sivastopol limanından, ekonomisi için gerekli Kırım Merkezli Doğu Ukrayna bölgesinden dolayı ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemiyor.
Peki bu denklemde Avrupa Birliği nerede? Çok etkili bir yerde değil. AB Ukrayna’yı kendine bağlamak istiyor, ama geçen aralıkta, görüşmelerde gereken mali yardımı vermek istemedi, zaten yerlerde sürünen Ukrayna ekonomisine çok ağır koşullar dayattı. Bunun üzerine Başkan Yanukoviç görüşmeleri askıya almak zorunda kalırken Rusya 15 milyar dolarlık yardım paketiyle devreye giriverdi. Spiegel yazarının, ABD’den gelen demeçler üzerine yaptığı “Böyle adeta açık çek vermeye benzeyen tatlı vaatlerin, Avrupa’nın en yoksul ülkesini iç savaşa sürme potansiyelleri var” saptaması, Almanya’da da ağırlıklı eğilimin Ukrayna sorununa Rusya ile ilişkilerini bozmadan yaklaşma yününde olduğunu düşündürüyor. Pazar günü muhafazakâr Alman gazetesi, Die Welt, yeni bir Yugoslavya senaryosu olasılığına işaret ediyor, “Diplomasiden Rusya dışlandığı takdirde Ukrayna’da bir çözüme ulaşılamayacağını” savunuyordu.
İç savaşın eşiğinde…
Başkan Yanukoviç ile muhalefetin lideri olduğu varsayılan siyasetçiler, Almanya, Fransa ve Rusya’nın da aracılığı ile yapılan pazarlıklar sonucunda, başkanın yetkilerini parlamento lehine azaltan 2004 anayasasına dönme, 10 gün içinde bir “ulusal güven hükümeti” oluşturma, aralık ayı sonuna kadar genel seçimlere gitme konusunda anlaşmışlardı. Hapisteki eski başkan Timoşenko serbest bırakılacaktı. Almanya’da muhafazakâr Die Welt ve Süddeustche Zeitung’un AB için büyük başarı olarak tanımladıkları anlaşmayı Rusya henüz imzalamamıştı; bu gelişmeleri meydandaki kalabalığa anlatmaya çalışan muhalefet liderleri yuhalandı; radikal unsurlar, Yanukoviç sabaha kadar istifa etmezse silahlı saldırılar düzenleyeceklerini açıkladılar (The New York Times 22/02).
Cumartesi öğleden sonra, meydan hâlâ doluydu, ek olarak başkanlık dahil tüm hükümet binaları isyancılar tarafından işgal edilmişti. Yanukoviç’in kaçtığı ve Doğu Ukrayna’da olduğu söyleniyordu. İçişleri bakanlığını alan muhalefetin “lideri”nin, aşırı sağcı militanları içişleri bakanlığı güçlerinde görevlendireceği bildiriliyordu. Russia Today kanalında konuşan uzmanlar bir darbe yapıldığını savunuyor, doğudaki halkın kendini korumaya hazırlandığına ilişkin haberler geliyordu.
Bu gelişmeler, Ukrayna’nın tarihsel, demografik özelliklerini de düşününce, bir iç savaşın patlak verme olasılığına işaret ediyor.
Bu sorunların temelinde aslında etnik, demografik, dini ve kültürel özellikleriyle bir değil iki Ukrayna olması yatıyor. Ülkenin Avrupa’ya yakın, AB’ye katılmak isteyen kısmı Ukraynaca konuşuyor; Katolik ve ekonomik olarak, ağır sanayi ve teknoloji merkezi olan doğuya göre daha yoksul. Aylık ortalama ücret Batı’da 1200-1300 Ukrayna lirası (Hirivania) iken doğuda 1600-3000 Hirivania düzeyine (Wikipedia) çıkabiliyor. Doğu Ukrayna’da nüfusun yüzde 60’ından fazlası Rusça konuşuyor, Rusya ekonomisiyle sıkı bağları var. Ayrıca büyük stratejik öneme sahip Odesa limanı, Kırım bölgesi, Sivastopol limanı bu kesimde. Bu liman ve sanayi kentlerinden Odesa’nın nüfusunun yüzde 30’u Rus kökenli iken, Sivastopol kentinin nüfusunun yüzde 72’si Rus kökenli. Rus kökenliler Rusça konuşuyor ve Ortodoks.
Buna karşılık, doğuya, “Sağ Sektör”, “Sotni” (Yüz’ler), “Swoboda” gibi, faşist milliyetçi gelenekten, tarihi Ruslarla sonra komünistlerle savaşmaya dayanan grupların militanlarının geldiği Lviv kentine baktığımızda nüfusun yüzde 88’inden fazlasının Ukraynalı ve Katolik olduğunu görüyoruz.
Bir taraftan ABD’nin stratejik hesapları, diğer taraftan Rusya’nın stratejik çıkarları, AB’nin iktidarsız müdahaleleri, Almanya’nın kararsızlığı arasında Ukrayna halkı bu tarihsel mirasının, dünya siyasetinin fillerinin ayakları altında ezilmeye başlıyor. ABD’nin 5 milyar doları, büyük olasılıkla Polonya üzerinden kimlere gitti bilmem, ama hızla silahlanan, şoven milliyetçi, Yahudi düşmanı, tarihsel olarak Rus düşmanı grupların etkinlikleri hem iktidarın, hem muhalefetin birbirinden hırsız ve yoz siyasetçileri Ukrayna halkının bu kaostan çıkma, bir iç savaşı önleme, ülke bütünlüğünü koruma şansını hızla azaltıyor.
Ukraynada devrim gerçeklesti. Yuşenko bilinmeyen yerde hakkında tutuklama kararı var.Parlementoda Avrupalaılar var. Dışarada meşhur faşistler radikal taleplerini dillendiriyorlar Ukrayna milleti dışındakilere karşı şiddeti haykırıyorlar.Devrimin tablosu bu. Bu tabloda Avrupanın beklemediği birşey var. Rusaynaın çok sert tavır alacağı, bugüne kadar gelişen seneryolarda bir cani yaratılacaktı oda Putin. Bu rüya gerçekleşmedi Ruslar çok uyanık davrandı.Meydanda Putin yok .Faşistler ve Avrupalılar var.ülke iflasta 20 milyar dolar EU dan gelmesi gerekiyor bakalım kim ödeyecek. Fatura ters işledi.EU hem Rus halkı nezdinde hemde Ukrayna azınlıları nezdinde deşifre oldu.Rusyadan karşı hamle mutlaka gelecek.Mısır ,Rusya yakınlaşması gündemde Bu aşamadan sonra Emperyalist dünya blokuna karşı,çok uyanık ve her hamleyi boşa çıkaracak bir denge oluşmuşmuş durumda.Bu denge devrimci olmasa dahi insanlık için öeneli bir adım.
değerli gün zileli, bu nasıl bir teorik bakıştır? allende diyorum “o zaman “sağ sol vardı şimdi devlet halk” diyorsunuz. bunu neye dayandırıyorsunuz? yeri geliyor abd komplosunu net olarak teşhis ediyorsunuz ,ama yeri geliyor kör göze parmak dış müdahaleleri yok sayıyorsunuz.
bence bakışınızdaki temel mesele yönteminizin son derece öznel olması… sizi çürütmek imkansız çünkü teoriniz pratik hayatla yanlışlandığında “devrim çalındı” deyip işin içinden sıyrılıyorsunuz. sokak hareketi gericilikle sonlandığında “devrim çalındı” deyince yine haklı çıkıyorsunuz.
sizin haksız olduğunuz bir durum olamaz ki…
benim haksız olduğum durum çok olur, kendim de saptarım bunları bazen. Ama bu tartışmada esasen haklıyım Emre kardeşim, sağ-sol ayrımı yerine devletler ve halklar ayrımını koyup düşündüğünde her şeyin yerli yerine oturduğunu göreceksin. Dış müdahaleye gelince… Dış müdahale var dış müdahale var. Allende döneminde ABD özellikle Latin Amerika ülkelerinde sağcı askeri diktatörlükler örgütlüyordu. Bugün ise böyle bir durum yok. Çünkü emperyalizm bugün artık askeri diktatörlükler yerine otoriter diktatörlükleri (seçimli) tercih ediyor. Türkiye’deki AKP diktatörlüğü de buna dahil. Öte yandan ABD, Türkiye’de olduğu gibi, pek memnun olmadığı otoriter diktatörlükleri çeşitli yönlerden yola getirmeye çalışıyor ki, bu tür küçük çaplı müdahaleler bazı durumlarda halk hareketinin de işini yarıyor. Gezi direnişçilerine Divan oteli’nin kapılarının açılması gibi mesela. Ya da büyükelçi Riccardona’nin demokrasiden yana laflar etmesi veya ABD’nin internet yasağını hoş karşılamaması gibi. Diğer yandan Libya ve Suriye’ye yapılan fiili emperyalist müdahaleler ki (Libya’da başı ABD değil, Fransa çekmiştir), halk hareketini saptırarak çok kötü bir sonuç doğurmuştur. Anlatmak istediğim, bugünün emperyalist müdahaleleriyle 1970’lerin emperyalist müdahaleleri, dünya devrimi açısından yüzde yüz aynı değil. Bugünkü durum daha çelişkili. Bunun daha uzun bir yazıda tahlil edilmesi gerekiyor elbette.
http://www.wsws.org/en/articles/2014/02/25/pers-f25.html
Gün hocam asıl sizin ilkelilik adına bu denli naifliğe sürüklenmeniz beni üzüyor. şu anda Ukraynada faşistler insan avı başlattılar bile. o oligarkları falan değil devrimcileri avlıyorlar. yanukoviçin adamları çoktan saf değiştirip yeni efendileriyle uzlaştılar bile. yanukoviç ve bir kaç on kişiyi mahkemeye gönderip bu işi kapatacaklar. ama bu arada olan devrimcilere oldu. komünist partinin büroları talan edildi, sendikalara saldırıldı. faşistlerin elinde devrimcilerin isimleriyle dolu intikam listeleri var. leninle faşistleri aynı kefeye koymanız ise utanç verici. ben leninci değilim ama bu kadar adaletsiz bakamazsınız. ayrıca neyi ispat edeceksiniz ki leninci terörü örnek vererek ? bu faşistlerin faşist olması gerçeğini ortadan kaldırmıyor. keşke siz haklı çıksanız ve ben yanılıyor olsam, çünkü manzaranın bu haliyle türkiyenin en itibarsız solcularıyla yanı tarafa düşmüş oluyorsunuz.
Romanya’da Çavuşesko’nun devrilmesinden sonra da aynı şey olmuştu ama Çavuşesko devrilmemeliydi demedik. Şimdi yeni baskıcılara karşı mücadele etmenin zamanıdır.
gün zileli, siz 1933te yaşasanız nazilerin sokak hareketindeki “devrimci potansiyeli” desteklerdiniz herhalde! sonra naziler iktidara gelip de ilericileri katletmeye başladığında ise ya “devrim çalındı” derdiniz, ya da “şimdi yeni baskıcılarla mücadele etme zamanı” demeye vaktiniz kalmadan öldürülürdünüz.
sizinkisi bir yönsüzlük ideolojisi… stalin dışındaki hiçbir gericilik sizi ilgilendirmiyor sanırım.
Son yazıyı okusaydın bu iddianın yanlışlığını görürdün.
35 no’lu yoruma…
Tarihsel süreçleri böyle cımbızlayarak konuşmanın kime ne yararı var? Hitler’in iktidara gelişi sokak hareketleri ile olmadı ki! İktidar aksine sokak hareketlerinin bastırıldığı, sosyalist önderlerin katledildiği süreçte, sosyal demokratların ihanetiyle, halk oyu ve “saray içi” tehdit, komplolarla iktidara geldikten sonra gerçekleşti. Günümüz AKP’sinin şimdilik denediği yöntemlerle ve uluslararası koşulların da yardımıyla, emperyaller arası sürtüşmelerin sıcağı (Ve SSCBkorkusuyla) ile gelişen yangında alev aldı!
Ne alakası var… Bu hikayeyi çok iyi bildiğinize eminim… Lütfen bildiklerinizi bilmiyor gibi yapmayın…
O gürsele yanıt:
Nazilerin iktidara gelmesinde sokak gücünün, paramiliter örgütlülüğünün ve sokaktaki hareketlerde galip gelmesinin büyük önemi vardır. bir nevi “bu sokaktakileri en iyi biz bastırırız” algısını yaratmalarıdır. Sokakta komünistlerle mücadele edenl en büyük güç nazi yandaşlarıdır. bu benim uydurduğum bir şey değil apaçık bir olgudur.
Gün zilelinin bakışı son derece keyfidir. teorisini çürütecek hiçbir şey yapılamaz, o hep haklı çıkacaktır. sokak hareketi sonucu iyi birşey olursa “bakın ben demiştim” olur, yok eğer kötü olursa “tam devrim oluyordu, gericiler çaldı” der geçer. hi.bir şekilde çürütülemeyez bir konum ise bilimdışıdır.
bildiğin nazileri faşistleri ilerici halk olarak göstermeniz korkunç.. ellerinde silahları olan bir muhalif ordusunu halk diye anlatmanız neyin düşmanlığıdır anlayamadım yazınızda birde dürbünlü polislerden bahsediyorsunuz ya iyice komik oldu bu..
nedir komik olan. Yanukoviç’in keskin nişancıları halkın üzerine ateş açmadı mı?
Taner Akçam’ın Taraf gazetesinde yayımlanan, “Hitler’in seçimle işbaşına geldiği efsanesi” başlıklı yazısı şöyle:
“…Oysa bu bilgi doğru değil!
Hitler seçim sonucu, sandıkla iş başına gelmedi.
Tamam, kabul, bir tek Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde de bu yanlış bilgi tekrar ediliyor. Ama düzeltmek gerek.
Peki, Hitler seçimleri kazanarak işbaşına gelmedi ise, nasıl işbaşına geldi? Siyasetçilerin, asker-sivil elitlerin basit ayak oyunları ile. Ve Hitler işbaşına geldikten sonra da ilk iş olarak sandığı, yani demokrasiyi iptal etti… Yani sandık (serbest seçimler) kalsaydı, Hitler iktidar olamazdı.
… Almanya’da geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı için her yedi yılda bir, doğrudan halkoyuyla seçim yapılıyordu. En son seçim 1932 yılında yapıldı. 13 mart ve 10 nisan tarihlerinde iki aşamalı olarak yapılan bu seçimi Hindenburg kazandı. Hitler seçimi açık farkla kaybetti (Hindenburg yüzde 53, Hitler yüzde 36).
Alman demokrasisinin son serbest genel seçimleri ise 1932’nin temmuz ve kasım aylarında, iki defa yapıldı. Temmuz 1932 seçimlerinde Naziler yüzde 37,2 oy alarak birinci parti oldu. Aynı seçimlerde Sosyal Demokratlar yüzde 21,6 ve Komünistler ise yüzde 14,3 civarında oy aldılar.
Son serbest genel seçim Kasım 1932’de yapıldı. Nazi oylarında büyük bir düşüş yaşandı ve oylar yüzde 37,2’den yüzde 33’e düştü. Sosyal Demokratlar yüzde 20,4; Komünistler ise yüzde 17 civarında oy aldılar.
Bu seçimde “sol” oylar artmıştı ve Nazi oylarından daha fazla idi. Ama maalesef Komünistler Sosyal Demokratları sosyal faşist olarak adlandırıyor ve Nazilerden daha tehlikeli buluyorlardı. Oysa bu iki parti, birbirlerine saldırmak yerine ortaklık yapsalardı, Almanya’da Nazizm iktidara gelemeyebilecekti.
Kasım 1932 seçiminden sonra Hitler başbakan olarak atanmadı. Hindenburg, Kurt von Schleicher adlı başka bir kişiyi hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Bundan sonra, Hindenburg’un Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atamasına kadar geçen sürede bir sürü ayak oyunları yaşandı. Sonuçta Hitler, sandıktan çıkmadı, Hindenburg ve çevresinin iktidarı ona teslim etmesi ile iktidara geldi.
…
Özetle, Hitler’in seçimle işbaşına geldiği bilgisi doğru değildir.
Hitler’in iktidara gelmesi ve kalmasının nedeni sandık değil aksine sandığı iptal etmiş olmasıdır.
Sandık kalsaydı, Hitler belki de başbakan olamayacak ve iktidarda kalamayacaktı.”
Ben özetlemiştim. Hitler’in iktidarı, “sosyal demokratların ihanetiyle, halk oyu ve “saray içi” tehdit, komplolarla iktidara geldikten sonra gerçekleşti.”
Naziler Alman sermayesinin “Sol’a” karşı tek seçeneğiydi ve “sokaktan” gelmesine de ihtiyaç yoktu… Bu tip faşist örgütlülüklerin özünde “devletçi” olduğu, en fazlasından devletin “restorasyonu” için devreye sokuldukları bilinir; tipik faşist hareket Devlet’in bir koludur her zaman. Her milliyetçi militan faşist midir? SSCB döneminde yaşanılanlar bilinen standart terminoloji ile konuşmayı güçleştiriyor… Tekellerin, oligarkların adamı kaçan başbakan değil miydi? Faşist, tekelci kapitalizmin ideolojisi değil miydi? İşler, kavramlar çok karışık…
SA sokakta Komunistleri ezebilecegini gostermeseydi, Reichstag yanginindan sonra da fiilen ezemeseydi Hitler diktatorlugunu kuramazdi. Sokak, Nazi hareketinin iktidara gelme nedenidir zaten. Polisin yapamadigini yapacak, sinirlari olmayan bir sokak teroru yaratacak guc Nazilerdi. Tartismada O. Gursel gibi dusunsem de, Naziler hakkinda yanlis analiz yapiyor. Taner Akcam ise isin hep mutlak iktidarla ilgili yanini gorur bir tek.
Tarihi olguları bugünkü ihtiyaçlarınıza göre eğip bükemezsiniz. T.Akçam kendi iddiasını yine kendi cümleleriyle çürütüyor. Ayak oyunu ya da değil sonuç olarak seçimlerde 1. parti çıktı ve ocak 1933 te hindenburg tarafından başkanlığa atandı.
Bu mantıkla düşünürseniz başbakan Tayyip Erdoğan’a da aynı şeyi söylemeniz gerekir: siirt seçimlerine sonradan katılarak milletvekili olmuş öyle başbakan olabilmiştir.
Nazilerin iktidara gelmesi gibi son derece detaylı olarak bilinen bir konuda bile herkesi aptal yerine koyup “bi tek ben bilirim” havası da neyin nesidir?
Nazilerin iktidara gelişini taraf gazetesinde taner akçam yazana kadar bilmiyordu kimse! sağolun öğrenmiş olduk!!
şu üstten bakışı bırakmanız gerekiyor öncelikle…
G.Zilelinin çevirdiği Jan Valtin kitabında bile fonda bu sokak çatışmaları şiddetle anlatılır.
Nazilerin sokak gücünü ve sokaktaki baskınlığını ben uydurmuyorum. bu yeni bir keşif de değil. konuyla amatör düzeyde ilgilenen herkesin bulabileceği apaçık bir olgudur bu. bunun tersini iddia etmek, hem de hiçbir kanıtla desteklemeden “bence öyle değil” demek de neyin nesidir?
söylediğiniz apaçık yanlıştır, yan-lış… tarihi bir olgu hoşunuza gitmiyor diye, sizin sokak fetişizminize uygun değil diye yok sayıyorsunuz.
kusura bakmayın ama, siz kendinizi neye dayanarak bu kadar haklı bulabiliyorsunuz?
olur mu hiç öyle şey. Faşistler elbette sokak hareketlerini teşvik etmişlerdir kendi çeteleriyle. Ama seçimle gelmediklerini söylemek de bir başka saçmalıktır. Faşistler hem sokak hareketiyle hem de seçimle iktidara gelmiştir.
taner akçam bunu bugünkü ihtiyaçlarına göre yazmış. Yani seçimle gelen bir gücün diktatörlük kuramayacağını kanıtlamak için. Tabii ki yanlış bir bakış açısı bu.
nazilerin seçimle iktidara geldiği bir olgudur.
nazilerin sokak gücünün çok etkin olduğu da bir olgudur.
tarihsel olguları çarpıtmaktansa kafamızdaki hipotezlerimizi gözden geçirelim.
şu baskın oran tipi “ezber bozucu”ların ezberlerinden de gına geldi artık…taner akçamın yazısı da buna bir örnektir.
Düşmanını yanlış tanımlıyorsan, tanımıyorsundur;
savaşı başında kaybetmişsin…
“Önce söz vardı!”
Kaç bin yıl böyle geçti. Çünkü “ol” demişti. Ve olmuştu her şey.
Kaç bin yıl hayat sözcüklerle kurulur sanıldı.
Gece karanlığı ve insan halkasının merkezindeki büyük ateşin alevleri, donuk suratlarda turuncu gölgelerle dans ediyor. Ateşe yakın bir çember çevresinde, kendini paralayarak dönüp duran kabile büyücüsü “daha çok yiyecek” sağlayacak sözcükleri , hırsla-arzuyla-ağlamaklı tınılarla haykırıyor; yüzlerce (milyarlarca!) insan binlerce yıldır bu sözlerin-duaların yanıtını bekliyor; korkunç bir sabırla! Hayatı sözlerle kurma hırsı ve sabrı ile geçen binlerce yıl… Bekliyoruz!
***
“Kahrolsun Faşist Diktatörlük!”
1978’li yıllar. Korsan gösterilerde toplanıverir, bir kaç yüz kişi olur, bağırırdık bu sözcükleri. Sonra katlettikleri güzel insanların kan yolları arkasından yürüdüğümüzde bizi tuzağa düşürdüler; o cenaze törenlerinde daha öfkeli haykırmıştık. “Kahrolsun Faşist Diktatörlük!”
Çocuktuk o zamanlar! Biz de sözcüklerle hayat hükmedilebileceğini sanıyorduk!
12 Eylül 1980 geldi; kimdi bunlar? Bunlar da “Askeri “Faşist Diktatörlük’tü! Kahrolsunlardı”
Sonra koca bir 30 yıl geçti aradan. Özel yetkili Mahkemeler, Özel yetkili Savcılar ile “tesis” edilen ileri “demokrasiden” sonra, İnternet, HSYK ve MİT yasaları ile bu kez “çok ileri gitmiş demokrasi” ile başbaşa kaldık; şaşkınlık ve telaş içinde avukatımız olarak K. Evren’i istesek yanlış olmayacak!
Bu serüven içinde başa dönmek gerekiyor; sahi neydi bu Faşizm; kimlerdi bu Faşistler?
***
Faşizm sözcüğü artık bir orta malı! Kimi sevmiyorsan, kim gıcığına gitmişse, salla gitsin. “Faşist!”. Bir siyasal yapıyı, kurumu yerin dibine geçirmek mi istiyorsun? Senin tarafında olanlar, nedenini, niyesini sana zaten sormayacak, söyle gitsin. “Faşist!”
*
Biliyoruz, sözcüklere anlamı hayat veriyor; yüzlerce yılda doluyor içleri. Sözümüz ve konumuz Faşizm ise o korkunç 23 yılda, 1922-45 arasında anlamını tümüyle aldı; Bu üç isim her şeyi anlatır; Mussolini, Hitler ve Stalin… Ötesi uydurmadır!
Faşizm,
1. Amacı;
a)Tekelci (veya Devlet tekelci) Kapitalizmin total egemenliğidir.
b)Devletçidir; devlet içindir. (“Devlete karşı hiçbir şey olmaz. Devletin dışında hiçbir şey olmaz.”)
c)Toplum ve birey gövdesi, aklı ve “ruh’u” ile tüm bir hayatı, bu (Kapitalist veya Bürokratik) Devlete hizmet etmelidir. Etmeyi reddeden yok edilir.
2. Araçları; Fiziksel olarak, o toplumun sadist, vahşi, paranoyak güruhu, tortusu; ideolojik olarak da a’dan z’ye… Her şey! Milliyet, Din, Sosyalizm, Kapitalizm, Şeytan, Allah, Erkeklik, İleri Demokrasi, Vatan…
***
Toplumun tortusu, Holiganları, serserileri paramiliter güç olarak kullanan, en pısırık “solucan” yurttaşlarını komşularının casusu olarak kışkırtan Faşist hareket her zaman Devlet tarafından korunur, kollanır; zaten böylece sokağa hakim olur!
Faşizm, “sokağı sindirerek” değil, Tekelci Kapitalizm çetesini ikna ederek iktidara gelir. Karşılıklı ihtiyacın kesiştiği bir tarihsel uğrakta… Sırtı sıvazlanan katiller sokağa böylece hakim olurlar; Başat olan sermayenin ihtiyacıdır.
Her milliyetçi zorbalık, Faşizm olarak tanımlanmamalı.
Dinci Faşizm de mümkündür; tekelci kapitalizmle uzlaşmış ve “kefenleri hazır” bir toplumsal taban bulduğunda… Tekelci kapitalist sermayenin ihtiyaçları yapının “iskeleti” ise, duruşu, bakışları da Dinsel Totalitarizmin ideolojik üretimi ve işlevselleştirilmesidir. “Herkes böyle duracak, böyle bakacak!”
Başa dönelim; Faşizm Devlet içindir; Devlete karşı ayaklanmış Milliyetçi zorbalıklar “henüz” Faşizm değildir; ancak Devlet olduklarında geriye kalan yol çok kısadır. Ama bu yolu (yine koşullara bağlı ve mutlaka) almak zorunda da değildir!
Sonra aklıma geldi;
ülkemizde sermayenin Faşizme ihtiyacı var mı?
Bence yok… AKP’nin ihtiyacı var ama “şimdilik” sermayenin yok… O zaman ne olacak… AKP-Erdoğan tasfiye olacak…
(İddialı laflar belki ama… Konuşuyoruz işte :)…..
O.Gürsel’e
“Devleti yaratan millet değil,milleti yaratan devlettir”(E.J.Hobsbawn, 1780’den günümüze Milletler ve Milliyetçilik, Ayrıntı Yayınları, Çev.O. Akınhay)…
“İtalya’yı yarattık, şimdi İtalyanları yaratmalıyız”(Massimo d’Azeglio-Yeni birliğini sağlayan İtalya krallığı parlemantosunun ilk oturumunda söylenmiştir) Örnekler çok…
Ukrayna’da devlete karşı bir ayaklanma yok ki…Ukrayna milliyetçileri Rus milliyetçileriyle çatışıyor…ilk önce millet ve milliyetçilik olgusunun ne olduğunu öğrenin ondan sonra faşizmi tanımlarsınız…hep üst perdeden bilgiççe çıkarsamalar ya da olumlamalar, işine geldiği gibi olguları eğip bükmeler ihtiyaçlara uydurmalar….
Yazdıklarım “üst perdeden, bilgiççe” görünüyorsa özür dilerim. Amacım lafı dolandırmadan yazmak… Baskın olanı tanımlamaya çalışıyorum; her zaman istisna olacaktır; bu istisnaları görmezden gelerek, kendimce konunun özünü bulma yöntemi “sanarak” bu üslupta yazıyorum… Gerçekliğin kavranılmasının çok güç (kimi zaman imkansız) olduğunu kabul etsem de “bildiklerimiz” kadarıyla yol almak zorunda olduğumuzu düşündüğüm için… Sorunlu bir üslup olabilir… Nasılsa henüz sözlerimiz eyleme dönüşmüyor; o denli bir sorumluluk taşımıyoruz… Yine de bu konuda çaba göstermeye çalışırım; somut eleştiri getirirseniz bana daha yararlı olabilir… Hoşçakalın.
E. Hobsbavm’ı çok severim. Bilge bir tarihçi…Neredeyse tüm kitapları var bende, çoğunu okudum, diğerleri sırada… Bu “millet yaratma”, yazarın “yeni Yüzyılın Eşiğinde” kitabının 36-37. vd. sayfalarda anlatır… Ama bizim konumuz, Devletleşen yapının (milliyet veya din temelinde) ne yaptığı ne olduğu…
Millet yaratılmasındaki sahtelik gerçeği değiştirmiyor; sahte para basmışsınız ama piyasada bir değişim aracı olarak kullanılıyor… Millet mevzusu bu “illüzyon” olsa da Faşizm gerçekliği-yanılsama dünyasının felaketleri ortada… Bu “yukarıdan yaratılmış”, mitlerle kurulmuş Millet “gerçeği’nin” inananı, “müridi” olanların oy oranı bu ülkede %30-50 arasında ise bizim gerçek, somut, sahici sosyalist-materyalist dünyamızın yandaşları % 1 in altında; hangisi gerçek, hangisi yalan… Din ve milliyet insanlığın en büyük iki yalanı olsa da bu “yalan dünyalar” labirenti içinden çıkış arıyoruz… Her tanım bir uydurma, yakıştırma değil mi; ben de “uyduruyorum”! Devlet gücünü kullanan Milliyetçi zorbalık, totaliterlik Faşist; devlet gücünü henüz kullanamayan yalnızca milliyetçi Zorba… (Millet olgusu bir sahtekarlık da olsa, dediğim gibi, alım gücü olan sahte paraya artık sahte muamelesi yapılamaz…)
Sizi gayet iyi anlıyorum ama mesele bu kadar basit değil…Milletleri ve milliyetçileri ortadan kaldırmadan günümüzün sorunlarını çözemeyiz…çünkü milliyetçiler olmasaydı milletlerde olmayacaktı…Milletlerin tarihi hepi topu 200-250 yıl olmasına rağmen neden ve nasıl yaratıldıklarını çözemezsek Ukrayna’daki gibi sorunlara da doğru yaklaşamayız…Mesele burada kimi destekleyelim kimi desteklemeyelim sorunu değil…iki milliyetçilik çatışıyor…gayet basit: birisi ezen milliyetçilik(Rus milliyetçiliği), birisi ezilen milliyetçilik(Ukraynalı milliyetçiler)…kimin tarafında olacağınız sizin dünyaya hangi pencereden baktığınıza bağlı…ezilenlerin penceresinden mi yoksa ezenlerin mi…ama bu bakış yaraya merhem olmuyor…milletleri ve milliyetçileri dolayısıyla masumların işte tam da bu nedenle polis kurşunlarıyla katledilmesini ortadan kaldırmıyor. neden burjuvazi-aydınlanma millet ve milliyetçilik olgularına sarılırken dini-kiliseyi politik olandan ayırdı…Ernest Gelnner’in belirttiği gibi neden “esasen politik birim ile milli birimin uyumluluğunu öngören” ilkeler yaratıldı ve politik olanla ulusal olan çakıştırıldı…günümüz dünyasında ulusun öznel ve nesnel tanımlarını yapmalıyız bunu üzerine kafa yormalıyız sadece haklı olarak mit tanımını yapmak yeterli değildir: “Milletlerin, insanları sınıflandırmanın doğal, tanrı vergisi bir yolu olduğu, doğuştan gelen bir ….. politik kader olduğu iddiası bir mittir; bazen önceden var olan kültürleri alıp onları milletlere çeviren milliyetçilik, bazen de milletleri icat eder ve genellikle önceden varolan kültürleri yok eder:Bu bir gerçekliktir.(Ernest Gellner, Nations and Nationalisms, sf.48-49)
Bu gerçekliği ortadan kaldırmanın yollarını bulup onu tarihin dipsiz kuyusuna atmalıyız…Son olarak, size karşı ön yargılı davrandıysam özür dilerim…anlaşmak zor değil eğer Stalinist değilseniz:-))
ben bazen Stalinistlerle bile anlaşırım, yeter ki gerçeğe bağlı kalsınlar (bir Stalinist için bu ne kadar zor olsa da. Ama unutmayalım, Stalin, yapılan temizlikleri içine sindiremeyen çok sayıda Stalinisti de ölüme göndermişti)
Gerçeğe bağlı kalan zaten Stalinist olmaz. Bugün bir insan halen Stalin’i ve onun görüşlerini savunuyorsa ona tavsiye edilecek tek şey, en yakın hastaneye gidip beyin tomografisini çektirtmesidir.
Beyninde bir sorun yoksa ruhsal sorunları var demektir ki, en iyi çözüm bir psikiyatr uzmanına başvurmasıdır…ilaç tedavisi iyi gelecektir….Sovyetler Birliği’nin Lenin ve Stalin ne kadar milliyetçi ve bu konuda ne kadar gerici olduklarının kanıtı bugün Ukrayna’da yaşananlardır…Türki cumhuriyetlere girmeye bile gerek yok…tarihi gerçekler ortada…
Milliyetçiliğin zehirli, “ötekileştirerek” bir diğer insana her tür zulmü meşru kılabilmenin de ideolojisi olduğu çok açık.
O zaman milliyetçilikle nasıl mücadele edilir” başlığı altında da konuşulabilir. Hem de bu arada milyonlarca insanın bu korkunç önyargı, yapılmış, uydurulmuş önyargıya teslim olmuş, birbirlerini katlettikleri, ya da katletmeye hazır bir kaos içinde yaşıyorken…
Türk-Kürt meselesi de aynı büyük sorunun bir tezahürü elbette…
Enternasyonalizm, insan-birey özgürlüğü, her tür ayırımcılığın reddi.. vs. Bu bilinen öneriler yaşadığımız tarihin içinde anlatılmaya kalkışıldığında haklı olarak umursanmıyor; “haklı olarak!” Çünkü bu insani ilişkiler, toplumsal yapı ancak bir Sosyalist Dünya içinde var olabilir… Kapitalist, emperyalist dünyada Milliyetçiliğe dayalı vahşeti geriletme yolunda politika üretmek kolay değil sanırım; işte Ukrayna konusundaki keskin görüş farklılıkları da buradan doğuyor… “Kim daha az faşist” üzerinden taraf seçilip, karşı taraf da kolayca kıyasıya eleştiriliyor, hatta aşağılanıyor. Bu bağlamda Ukrayna daki savaşta Anti-milliyetçiliği gözeten bir “doğru” politika nasıl saptanabilir sorusu sanırım yerinde olacak… Bunun isyancıların kompozisyonu açısından ne kadar mümkün olduğunu bilmiyoruz ama “ukraynalılığın” öne çıkarılacağı bir tutum, “karşı-Rus milliyetçiliğini” de geriletebilir… Teorik olarak…
Bize dönsek, bugün Türkiyelileşmek, Anadolulaşmak önerisinde ne kadar yol alabiliriz; alacak olsak da bu noktaya ne acılar, ne çok cinayetlerle gelmiş durumdayız… Milliyetçiliğin, Milli devletlerin tarihsel açıklamasında tümüyle haklı olsanız da, yaşanılan tarihte “ara-geçiş” analizleri, çözümleri üretmek gerekiyor… En azından cinayetleri, katliamları nicelik olarak olsun azaltabilecek!
Yüzde yüz size katılıyorum…Çünkü Rus milliyetçiliği Ukrayna milliyetçiliğini yaratıyor, Türk milliyetçiliği Kürt milliyetçiliğini yaratıyor. Burada Ukrayna’daki milliyetçiler hükümeti ele geçirmek için polis gücünü de elinde bulunduran hükümete dolayısıyla Rus milliyetçilerine karşı savaşıyorlar. ama milliyetçilik ve millet ortadan kalkmıyor çünkü devlet sapa sağlam ayakta duruyor. Türkiye’de ise Türk milliyetçilerinin zulmünün yarattığı Kürt milliyetçileri doğrudan meşru ve haklı olarak Türk devletiyle savaşıyorlar kendi milletlerini yaratmak için…Ukrayna’da ise yaratılan bir millet var ama hükmeden başka milletin milliyetçileri…sorun buradan kaynaklanıyor…sol ise millet ve milliyetçilik olgularına aydınlanmanın tanımlarıyla sovyet deneyiminin onlara algılattığı şekilde baktığından ‘bunların alayı faşist’ yargısıyla işin içinden çıkıp tarafsızlığı seçiyor…oysa Türkiye’de nasıl ki Kürt milliyetçilerini desteklemek zorundaysak Ukrayna’da da şu aşamada ezilenleri-Ukrayna milliyetçilerini desteklemek zorundayız..ama bilinclere millet ve milliyetçiliğin tanımlarının gerçekte ne olduğu sokulursa, ki bu da sizin Ukraynalılık önerinizle mümkün olabilir, o zaman hem devlet hem de kapitalist sistem yara alacaktır. bu arada mücadele sosyalist sistemde de olabilir..Enternasyonalizm ve sosyalizm malesef buna marksiszmi de dahil edebiliriz milletleri ve milliyetçileri ortadan kaldırmaya yetmiyor.virus yok olmuyor. En güzel örnek Sovyetler Birliğidir.Rus milliyetçiliğinin uygulama alanı olmuştur. Hem Rus milliyetçileri hem de Rus milleti ortaya çıkmıştır ve diğer halkları ezmiştir. Yıkılınca da içinden bir sürü milliyetçi ve onların yarattıkları milletler çıkmıştır… bence bu konu üzerinden çözümlemelerde bulunmakta fayda var.
milli ögeler (dil, soy, kültür, tarih, hatta çok zaman coğrafya, din-inanış vb) varsa bile, bunların devletleşmemiş hali, milliyetçilik sayılamaz…. tartışmayı okuyunca sanki böyle bir sonuç çıkar gibi oldu, . kısmen katılırım. ancak üç noktaya işaret etmek gerekebilir, diye düşünüyorum.
ilk olarak devletle buluşup onunla perçinlenmemiş bu ögeler milliyetçiliğin varlığına yeterli neden oluşturamazlar ama onlarsız da devleşme olamaz gibi. öyleyse “evet, milliyetçiler var olduğu için milletler vardır, doğru ama eksik, devletle buluşup milliyetçileşebilecek, ögeler de olması gerekir”. kısaca ” öncelik addetmeden ne devleti ne de milli ögelerin eşanlı etkisinin buluşması milliyetçiliğin ortaya çıkış nedeni olabiliyor, denebilir mi?
lkincisinde bu arzuyu duyan, bu yönde örgütlenen milli yapılanmalar da olabilir; örneğin (bir dönem için kürt hareketi ) bu henüz devletleşememiş milliyetçilik (ler) için, ezilen ulus milliyetçiliğidir denemez mi?
üçüncü olarak, “kapitalizm çağının milliyetçiliği (bence ulusçuluk ifadesi daha açıklayıcı olabilir) daha ağırlıkla bu ögelere bir de ortak bir pazar ve para birimi de ilave ediyor ve işin ekonomik yanı daha başat ve belirgin neden oluyor sanki.
sonuçta küreselleşen bir sermaye ve üretim sürecinde etkisizleşen ulus devlet yapıları oranında uluslaşmalar da milliyetçilikler de irtifa kaybetmekteler…. öyle ise, nasıl marxın da belirttiği gibi dinsel yanılgılarla mücadeleyi, genel sahir sınıf mücadelesinden soyutlayarak yapmamak gerekiyorsa…. aynı şekilde milliyetçilikle mücadelede de “cepheden saldırı” değil, tarihsel özgürlük mücadelesinden kopmadan, küresel üretim sürecinin yarattığı imkanları es geçmeden bu mücadele sürdürülmeli, diye düşünüyorum.
pratikte bu, anarşizmin bu konuda da ne kadar işe yarar bir imkan sunduğunu göstermekte….devlet karşıtı mücadele aynı zamanda egemen milliyetçiliğe ve ulusçuluğa da karşı verilmiş olur; henm de milli değer ögelerine cephe almadan ama onların mülkiyet ve devletle buluşmalarını önleyerek….
bu açıdan, bilhassa rojava pratiği üzerinden denen çözüm, bence önem arzetmekte…
Türkiye Cumhuriyeti devletini yaratan Türk milliyetçileridir…Milliyetçiliği ortadan kaldırmadan devleti nasıl ortadan kaldıracaksınız.Burada söz konusu edilen modern devlettir. O modern devletin sahibi olan ideoloji ise politik ve ulusal olanı çakıştırmaktadır. Yoksa devletin kökenleri yüzyıllar öncesine gidiyor. Oysa yaratılan milletlerin kökeni burjuvaziyle ortaya çıkıyor.
Küreselleşmeyle birlikte ulus devletlerin ortadan kalktığı ise koca bir yalan. Tam tersine daha çok ve daha yeni ulus devletler ortaya çıkıyor. Çünkü burjuvazinin kendi ideolojisini gizlemek ve bu ideoloji çerçevesinde insanları-halkı sömürebilmek, manipule edebilmek için bir tutkala ihtiyacı var…bu da milliyetçiliktir. Anarşistleri bilemiyorum ama sosyalist ve komunistlerin ulusçuluğa yaklaşımı sakattır. bunun nedenide Stalin’in tanımında saklıdır:”….tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak,iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir.”(Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu,s.15,Sol yayınları) buna en güzel yanıt Ernest Renan olur:”Tarihin yanlış yazılması bir millet olmanın parçasıdır.” sosyalist ve komunistler ulusların ve ulusçuların varlığını kabulleniyorlar onu yok etmeye çalışmıyorlar. Uluslar ve ulusçuluk yok olmadan da kapitalism yok olmaz. Kast sisteminin olduğu Hindistan’da bile en koyusundan milliyetçilik var.Sorun bakalım en sıradan bir Hintli’ye bir Bangledeşli’nin kendisi için ne ifade ettiğini….
bir devleti var eden, onun temsil ettiği mülkiyet ilişkileridir. milliyetçilik bu ilişkilerin ideolojisi olabilir ancak.
küresel ölçekte borsalar ve bankalar üzerinden mobilize olan sermaye ve mülkiyet ilişkilerinin bu günkü dünyasında devlet, kendini “finanse” edebilmek için, bu küresel sermaye gücüne muhtaç kalır. o yüzden de borsa-sermaye, üretim ve pazarlarıyla küreselleştiği oranda, bir ülkenin devleti iradesini kaybeder. o artık sadece şeklen bir devlet yani bir acentadır.
bu durumda milliyetçiliğin etkisi küreselleşen acentanın etkisi oranında geriler, zayıflar. böylesi küreselleşen dünyada milliyetçiliğin bağırtısı yanıltıcı olmamalıdır.
bu, daha çok can havliyle yapılan bir homurdanmadan ibarettir zira küresel denetime dahil olup, bu güçler tarafından yönlendirilen devletten milliyetçilere de “yem” çıkmayacaktır.
Ukrayna’da mülkiyet ilişkileri,üretici güçler çatişmiyor. Milliyetçilik çatışıyor. Ruslar işgale başladı bile…sonuç yeni ulusların doğması olacak. sosyalistleri ve komunistleri anlamak ve onlarla anlaşmak mümkün değil…ya arkadaş her şey de sınıf savaşına dayandırılmaz ki..21.yüzyılda halen 1920 kafasıyla değerlendirmeler yapılıyor…bir daha yazayım Fransız devletini yaratan Fransız milliyetçileridir, Alman devletini yaratan Alman milliyetçileridir. Alman-Fransız sermayesi de,şirketi de, burjuvazisi de,küreseli de milliyetçidir. küreselleşme,finans-kapital deyip gerçekleri göremiyorsunuz o yüzden de sol Ukrayna meselesinde sınıfta kalıyor.
bir solcu değilim.
iki ( ulus anlamında) milliyeti yaratan milliyetçilerdir. ancak bu tek yanlı da olmaz. tersi de aynı süreçte denk getirilmelidir. yani milliyetçiliği de milli ögeler dediğimiz (dil, soy, tarih, kültür, inanç, ) değerler üzerinden bir denk getirme ve çakıştırma gerekir. ki devlet işte bu çakışmada bir mülkiyet ilişkisi üzerinden varolur.
alman-fransız sermayesi küresel sermaye değildir/olamaz. eğer bir sermaye, sadece karını maksimize etmeyi tek gaye edin(e)memişse, zaten küresel bir sermaye olamamış demektir. bunun yerine, alman-kürt-türk ya da fransız sermayesi olmaya devam ediyorsa, ait olduğu ulusun çıkarları için vardır; karın maksimizasyonuna, bu ulusal çıkara uygun olduğu oranda cevaz verir. ki bu küreselleşemediği anlamına gelir.
ukraynadaki savaş özünde bir mülkiyet-devleti savaşıdır. sscb zamanındaki “devlet mülkiyeti”, kapitalistleşildiği ve küreselleşildiği oranda, AB ile entegre olmaktadır. savaşın asıl gayesi budur. bu durum ise, AB yanlısı ukrayna milliyetçiliği ile, rus milliyetçiliği arasındaki bir savaştır. asıl taraflar bunlardır.
halk yani devletin mağdur ettiği kitleler henüz kendi söylemini inşa edecek kadar bağımsızlaşamadığı için, bu savaşta milliyetçilik(ler) üzerinden pozisyon alıyor. sorun kendi mağduriyeti üzerinden, kendi diliyle(devlet ve mülkiyet karşıtı bir) politika üretip, yürütebilmesi, bence…
http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=241929
Öncelikle, merhaba kardeşlerim. Sizlere bir kaç sorum olucaktı. Emma Goldman’ın kitabından öğrendiğim kadarıyla, Mahno anarşizmi ilk kısmen uygulayabilen fikir adamı. Özellikle militarist bir düşünce ile bunu uygulaması beni çok etkiledi. Bunun yanında devrimden sonra sıkıntılar için Kropotkin’in, Ekmeğin Fethi kitabını okumayı düşünüyorum. Ne yazıkki yabancı dilim yok. Kaynaklarım sınırlı… Ben yaptığım araştırmalarla, Mahno ve hareketi ile ilgili kitap bulamadım, kitap önerisi olan varsa şimdiden minettarım. Birden fazla kitap önerisi olanlara size şimdiden şükranlarımı sunarım.
KİTAP ADI
: Mahnovşçina / Ukrayna Anarşist Hareketi
YAZARI
: Peter Arşinov
ÇEVİRMENİ
: Yeşim T. Başaran – Cemal Atila
ÖZGÜN ADI
: History of the Makhnovist Movement
SAYFA
:
272 syf. fotoğraflı
FİYATI
:
15 TL